29 Mayıs 2010
1950 Dünya Kupasi: Brezilya-Uruguay.!
Dünya Kupasi 1930 yilinda Uruguay ile baslar.. 34 Mussolini Italya'sinin ardindan 38 Fransa ve ardindan 12 yillik bir ara sonrasi ikinci Dünya Savasindan etkilenmeyecek kadar uzakta yer alan Brezilya'da yapilir. Katilim göstermesi gereken 16 ülkenin icerisinde Türkiye'de yer alir lakin Iskocya ile beraber Brezilya'ya gidecek paradan yoksun olmasi nedeniyle Dünya Kupasina gitmekten vazgecerler.. Bunun disinda Hindistan ise kramponsuz bir sekilde yalin ayak oynama istekleri FIFA tarafindan kabul edilmeyince onlar da Turnuvaya katilim göstermezler.. Türkiye ve Iskoca'nin yerine Fransa ve Portekiz davet edilir lakin onlar da bu daveti geri cevirirler..
13 takimli ve ilk defa gruplarin kendisini gösterdigi bir turnuvadir. Gruplar ayni zamanda cok mac demektir ve bu Brezilya'nin bastirmasi nedeniyle olusmustur zira statlarinin seyirci orani digerlerine benzemez.. Bilet parasi önemli bir kazanc kapisidir, ne kadar cok mac o kadar para.. Baska acidan Ingiltere ile beraber Turnuvanin favorisidir. Ingiltere bu arada turnuvanin en can alici macini Amerika ile oynar ve amatör liglerden toplanilmis oyunculardan kurulu Amerikan Milli Takimi Ingiltereyi sürpriz bir sekilde yener..
Bu dönemin Dünya Kupasi turnuvalariyla daha cok garip kurallari ve bugüne göre oldukca farkli kosullarda gerceklesmis olmasindan dolayi olusan garip durumlar acisindan ilgilenirdim daha cok.. Bir ülkenin futbol sahasinda kramponsuz mücadele etme istegi misal bugünlerde yasannmasi mümkün degil. Ve fakat bu kupanin finalinde yasanilan futbol heyecani aradan gecen 60 yila ragmen canliligini korur hala.. Kendi dönemimde gerceklesmis finallerde dahi böyle bir heyecan yasanmamistir diyebilirim.
4 grup vardir. Finale yolculuk parasini karsilamayacak olmasindan dolayi katilim göstermeyen Türkiye ve Iskocya Uruguray'in grubundadir. D grubu sadece iki takimdan olusur, Hindistan'in yoklugunda C grubu ise 3 takimdan.. Her grubun lideri yari finale yükselir. Uruguay, Boilivya'yi 8-0 yenerek toplamda tek mac yaparak A grubundan Brezilya, B grubundan Ispanya, C grubundan Isvec ile beraber yari finale cikarlar..
Brezilya finali Maracana stadinda oynar. Yaklasik 206 bin seyirci gelmistir. Ispanya'nin turnuva öncesi elemelerdeki formuna benzer bir form tutar final öncesi ve geleni gideni besler, altilar.. Son dört takimin hemen hepsi birbirleriyle bir kez mac yaparlar ve olusan puan durumuna göre final maci belirlenir. Brezilya diger üc rakibi yener iken Uruguay'in bir beraberligi olur Ispanya karsisinda.. Dolayisla final macini Brezilya ve Uruguay oynar iken Brezilya'nin Dünya Sampiyonu olmasi icin beraberlik dahi yetiyordur..
206 bin seyircili bir final maci. Inanilmaz bir tribün atmosferi vardir ve ilk yari öne gecen Brezilya karsisinda Uruguay beraberlik golünü atinca macin heyecani artar.. Stadin icerisinde heyecandan kalp krizi gecirip ölenlerin arasina Uruguay'in galibiyet golüyle kupaya ulasmasi sonucu intihar edip ölen Brezilyalilar da eklenecektir.. Inanilmaz bir final ortami vardir ve heyecan en üst noktaya tasinmistir. Sadece ilginc kurallari, garip istekler ve tuhaf kosullar altinda oynanmasi nedeniyle degil bu final macinin "futbol" ortami dahi bu maci 60 yil sonra yine de hatirlamaya deger yapacaktir.. Uruguay ikinci kez kupaya uzanir iken Brezilya futbol konusunda yasayabilecegi en agir yenilgiyi almistir, Japonlarin Hirosimasina denk tutacak ölcüde zivanadan cikmis yorumlar da eklenecektir yillar yillar sonra..
28 Mayıs 2010
Almanya'nin 2016 Oyu.!
Öncelikle adaylik icin fikrimi belirteyim: Cok net bir sekilde Türkiye'nin hakkiydi. Bilmem kacinci kez düzenlemis olan ülkenin bir daha ve bir daha düzenlemesini ben cok dogru bulmuyorum. 1984 de düzenlemistin zaten.. 1998'de keza Dünya Kupasi.. Ancak caresizlik sonucu bir baska secenegin olmadigi yerde bu gibi durumlar gerceklesmelidir. Bu bir yana ben size Almanya'nin oyunun kime gittigini söyleyeyim.
Fransa'ya.. Peki neden ?
Cunku anlastilar. Acik acik tüm alman gazetelerinde yaziyor bu. 2011 Dünya Kadinlar Futbol Turnuvasi icin Fransa aradan cekiliyor ve bunun karsiligi 2016 icin Almanya Fransa'yi destekleyecek.. Bir anlasma.
E simdi ne yapsin Türkiye ? Oy kullanacak olan ülkelerin aday oldugu turnuvalara girip 2016 icin oy garantisi alip geri mi cekseydi kendisini ?
Yazmayacaktim her yerde yeterince konusuldugu icin ama on bes bin yerde bu yapilan anlasma geregi Almanyanin oyunun Fransa'ya gittigini okuyunca deliriyor insan bir süre sonra..
Türkiye ve Fenerbahce beni istemedi.!
Soru: Kariyerinizin basinda 2004 yilinda neredeyse Fenerbahceli oluyordunuz ama Daum sizi bir sekilde istemedi ?
G.Inler: Bu cok uzun bir hikaye. Christoph Daum beni ve bir kac oyuncuyu daha görmek istedi ve Almanyada bir kac deneme antrenmanina ciktik. 2 Hafta sonra bize sözlesme imzalanacagini söylediler lakin biz Istanbulda iken hicbir sekilde lisans cikartilmadi. Nedenini ben de bilmiyorum. Nihayetinde menajer bizi bürosuna cagirdi ve su an itibari ile yeterli olmadigimizi söyledi. Sözlememiz gecersiz kilindi ve ben klupsüz bir sekilde ortada kaldim. Bu benim icin kötü ve oldukca yikici bir gelisme oldu. Bugün bile neden böyle bir sey oldugunu bilmiyorum ama hemen sonrasinda kendime söz verdim, burada bu sekilde olmuyorsa baska türlü basaracagim diye.. Hedefime konsanre oldum ve hicbir sekilde korkuya kapilmadim. Bu aci deneyim beni daha cok güclendirdi..
...
Soru: Siz aslinda Türkiye icin oynamak istemistiniz degil mi ?
G.Inler: Evet, ben Türkiye icin oynamak istemistim ve U21'den bir kez davet aldim. Bir arkadaslik macinda Iskocya karsisinda ikinci yari forma giydim ve cok güzel bir tecrübeydi bu ama arkasi gelmedi. Bekledim ama bir daha davet almadim ve büyük hayal kirikligi oldu benim icin.. O zamanki Isvicre milli takim teknik direktörü Kubi Kuhn bana geldi ve benimle konusmak istedi. Isvicre benim onlar adina oynamam icin inanilmaz bir caba sarfetti. Eger bir ülke bana bu degeri veriyorsa benim de bunun karsiligini vermem gerekirdi. Isvicre beni istedi, Türkiye istemedi. ve Bugün Isvicre adina oynayabildigim icin gurur duyuyorum. Benim hikayemi bilenler bu konuda bana genelde anlayis gösteriyorlar..
....
Bugün Gökhan Inler'i kadrosuna katmak isteyen takim sözlesmesi geregi 21 milyon euro ödemek durumundadir ve buna ragmen teklifler oldukca fazla. Dünya Kupasi sonrasi bu rakami verebilecek olan klubün cikacagina inanirim ben..
* Spox'den Florian Regelmann röportajindan alintidir.
Yeni Kaptan: Philipp Lahm.!
Almanlarin inanci odur ki Milli takimlari her daim güclü kaptanlarin liderliginde basariya kosmuslardir. Kaptanlik hem milli takim ve ayni zamanda büyük basarilarin yasandigi kluplerin icerisinde belirleyici role sahip olmustur. Michael Ballack'in yoklugu aslinda saha ici takima yaptigi katki acisindan üzücü olsa da cok büyük calkantilara sebebiyet verecek ölcüde agir bir eksiklik durumu degildi lakin Michael Ballack önderliginde uzun zamandir oynayan bu oyuncu grubunun birlikteliginin saglanmasi acisindan eksikligi oldukca önemlidir. 33 yasinda uluslararasi tecrübesi fazla olan oyuncunun takim icindeki gücü inanilmazdi. Bu yer yer kendisini "en büyük benim" konumuna getirse de Almanya bu gibi futbolculardan olumlu bir sekilde faydalanmasini biliyor ve gerekirse kimi tavizleri vermekten de cekinmiyor.
Bayern Münih'in Sampiyonlar Ligi finalindeki en büyük eksikligi böyle bir oyuncunun yoklugu sonucu takimin cektigi mental sikintidir. Takim Kaptaninin belki de en önemli görevi mental sorunlarin yasandigi dönemde takima sahip cikmasi, güc vermesidir. Kaptan ayni zamanda takimin oynayacagi sistemin belirlenmesi asamasinda ya da sonrasinda takima adapte edilmesi konusunda antreör ile beraber hareket edip takimin gizli yardimci teknik direktörüdür.
Bu gibi özelliklere sahip degilse en azindan saha ici formu en iyisi olmak zorundadir. Sürekli gol atan ya da takim icin cok önemli bir oyuncu olan kendiliginden lider pozisyonuna gelir.. O güven "performans" ile de saglanir ya da birlikte olmak zorundadir.. Mahalle maclarinda cok iyi diye bellediginiz abinizin takimda olmasi sizin dahi performansinizi belirler, "kesin bu maci alacagiz" hissi ile sahada topa girmenize neden olmasi gibi bir sey..
Almanya tarihinde üc kez Dünya Kupasini üc farkli ve güclü kaptaniyla kaldirmis ekiptir.
1954 Bern Mucizesinde kaptan Fritz Walter idi. Takim ici birlikteligin saglanmasindaki önemli rolü bir yana eger bu isim Almanlarin ünlü teknik adami Sepp Herberger'e göl kenarinda yapilan gezi esnasinda oda arkadasi Helmut Rahn'in kadroya girmesi gerektigi fikrin vermeseydi belki de bugün böyle bir mucizeden bahsetmiyor olacaktik zira en önemli gol takim kaptaninin tavsiyesi sonucu kadroya girmis oyuncudan gelmistir final macinda..
1974 Dünya Kupasinda ise kaptan Franz Beckenbauer idi. Birinci grup maclarinin final macinda Dogu Almanya'ya kaybetmeleri sonucu hem grup liderligini kaybediyordu ve ayni zamanda Bati Alman medyasinin hedefi oluyordu takim. Iste tam bu sirada Helmut Schön Beckenbauer ile Gerd Müller'in kaldigi odayi tiklatiyor ve kaptanindan yardim istiyordu. Mental olarak cökmüs takimi bir sekilde ayaga kaldirmasi gerekenin kaptan oldugunu kendisine hatirlatip ona takima liderlik etmesi gereken zamanin tam da bu an oldugunu söyleyip harekete geciriyordu. Beckenbauer tam bu zamanda kendisini gösterip takimi finale ve oradan da dünya kupasini kaldirmaya dogru yolculuga cikariyordu ama katkisinin önemli ayrintisi mental düzeyde olmasidir. Arda Turan'in belki de en önemli eksikligi.. O takimi ayaga kaldiracagina takimla beraber seyirci, yazarlar bir olup biz Arda Turan'i ayaga kaldirmaya calisiyoruz ve fakat zamanla asacaktir bu sorunu zira bu zamanla ve tecrübe ile de ilintilidir.
1990'da ise maalasef takim kaptani Loddar oldugundan mental ya da taktik-disiplin acisindan bir pozitif animiz yok.. Aksine takimin icini karistiran bir kaptan olarak yer etmistir gönüllerde ve fakat 1990 yilinda Avrupanin en iyi oyuncusu secilecek bir performans gösterir Lothar Matthäus.. Takimin en iyisidir, onun varligi kazanacaginiza dair önemli bir isarettir. Dolayli yönden kazanma ruhunu takima verir ki teknik adamin Beckenbauer oldugu yerde bazi sorunlar da yasanmaz zaten.. 1994 Berti Vogts yönetim altinda saha icerisinde de yeterli performansi gösteremedigi zaman herkesin üzerine gittigi hedef olmustur kendisi ve bu güven sorunun yasandigi yerde artik durmayacagini beyan etmis ve fakat bi alti yil daha durmustur garip bir sekilde..
Alman milli takiminin 2010 Dünya Kupasinda kaptani Philipp Lahm'dir. Bu köklü bir degisikligin habercisidir. Michael Ballack, aslinda Kahn-Effenberg tarzi kaptanligin biraz da kötü versiyonudur. Onlarin yetistirmesidir ama onlar kadar bu isi beceremez.. Onun tarzi özellikle de Lahm üzerinden cok tartisilmistir. Lahm ya da benzer karizma-kalite oyuncularin oldugu yerde Ballack tarzi yani bagirip cagirarak yer yer ezerek liderlik etme modasinin gectigini söyler iken Bierhoff en büyük destegi aslinda Lahm ve onun gibi düsünenlerden aliyordu.. Ballack tarzi krallik yönetiminin sona erip Lahm gibi demokratik yönetime gecis yapti Alman Milli takimi. Aslinda bu tarz yönetime en uygun isim süphesiz Miroslav Klose idi. Hem güclü hem deneyimli ve ayni zamanda takimda genclerin en cok sevdigi isim idi lakin saha ici performans özelligi olmazsa olmaz olan konumunda.. Miro muhtemelen ilk macta ilkonbir cikar ve fakat ligdeki konumu devam ederse ikinci maca yedek baslayacaktir. Klinsmann'in Bayern Münih klubünde yaptigi en büyük hatalarin basinda dogru bir sekilde lider oyuncuyu kesfedip(van Bommel) ona kaptanlik vermesinin ardindan bu oyuncuyu klubeye göndermesidir.. Klinsmann'in gönderilmesini saglayan etkenlerden birisi Van Bommel'in bugün bile devam ettiridigi Anti-Klinsmann lobisidir.. Güclü insani kesfedip onu karsisina almak büyük hatadir, sonucu da ortada.. Lahm, bu sene icerisinde alacagi cezayi göze alarak takim ici gerekli kosullari basina aciklayarak cok önemli bir liderlik gösterisi sunmustur insanlara.. Bu ayrinti muhtemelen Klose'nin formsuzlugunda Schweinsteiger'in önüne geciren en önemli etken olmustur.. Ve fakat ben onun ne kadar "Winner" bir oyuncu oldugu konusunda süphelerim var..
Takimin kaptani ayni zamanda hiyerarsik yapilanmayi belirler. Kaptan degisimi bu hiyerarsinin de temelden sarsilmasidir. Ballack zamani uzunca bir dönem oynadigi zaman Thorsten Frings ve gecenlerde futbola veda eden Schneider en az takim kaptani kadar yetkin isimlerdi. Gerek tecrübeleri,sürekli forma giymeleri gerekse de Ballack'in en yakin dostlari olmasi nedeniyle bu böyleydi. Almanya cok uzun bir süre Ballack-Schneider-Frings orta sahasi ile oynamistir. Bu üclüyü artik teknik adam bile bozmakta zorlaniyordu ki Frings'in yerine yerlestirdigi modern defansif orta sahalar, Ballack'in FAZ'a teknik direktörün secimini elestiren o meshur röportaji dogurdu.. Kolay degildi..
Her sey bunlarin cevresinde gelisirdi ve yer yer itirazlara da neden olurdu. Sorun su ki Ballack herkesin kabul ettigi bir "kaptan" olmasa da bir süre sonra artik teknik direktörün dahi itiraz edemeyecegi bir güce sahip oldu. Bu temeli Klinsmann tarafindan atilmis olup bizzat yönetim tarafindan olusturulmus gücün/karakterin kaybedilmesi aslinda bir eksidir. Bu konuma gelmis ya da getirebildiginiz oyuncu her zaman size katki yapar..
Simdi zamaninda mücadele verse de pek basarili olmamamis, farkli tarz kaptanligin artik olmasi gerektigini savunan Lahm Almanya Milli takiminin kaptani olmustur. Son derece zeki, her zaman ilkonbirin en degismez oyuncusu ve istikrarli formu ile pek cok konuda kaptan olmaya muktedir bir futbolcudur ve fakat gercekten Lahm tarzi kaptanlik basariyi getirecek midir ? Löw milli takim kampina rugby oyuncularini davet ediyor, onlarin birlikteligini örnek aliyor ama cok baska bir yola da Lahm ile beraber giriyor.. Ne kadar "dogru" bir secim oldugunu yakin zamanda ögrenecegiz..
27 Mayıs 2010
Deerhunter - Agoraphobia.!
Prag-Viyana arasi aynen bu sekilde gidip gelmemin sonrasinda bu güzellige yollar esliginde klip yapilmis olmasi beni oldukca sasirtmistir. Hali hazirda Deerhunter Prag'dan Viyana'ya gidis nedenimizdir ve canli canli dinlemenin ötesine gecip Divina nedeniyle can ciger olduk grubun elemanlariyla.. O günlerin hatrina diyerekten ve ben biraz yolculuga kacar..
Atesi Calmak & Tussy Marx.!
.. Karl Marx'in dogumundan ölümüne kadar olan süreci isleyen Galina Serebryakova'nin son derece titiz bir calismasi olan bes koca koca ciltlik Atesi Calmak serisini okudugum günü dün gibi hatirliyorum. Bu nehir romaninin icerisinde yer alan diyaloglarin dahi gercekligini size sundugu yüzlerce belge ile ortaya koyuyor. Marx'in fikirleri üzerine yaklasik elli bin cilt kitap bulunur otuz yil boyunca neredeyse her gün ziyaret ettigi British Museum kütüphanesinde.. ve fakat onun aile yasami, nasil bir baba oldugu ve gündelik yasaminin icerisinde yasadigi olaylari anlatan "Atesi Calmak" gibi dönem dönem inceleyen cok fazla eser yoktur. Bana zamaninda ilac gibi gelmisti.
Sonuc itibari ile tarihe malolmus bir karakterin nerede dogdugu, nasil bir cocukluk dönemi gecirip kiminle ne sekilde evlendigi, Engels ile nasil tanistigi ve hayatini nasil yasadigini ister istemez merak ediyorsunuz ve tüm sonuclari tek bir insan size sunuyor..
Bu kitabin icerisinde varolan yasam hikayesinin icerisinde benim etkilendigim kisimlarin basinda Marx'in sekiz yasindaki oglu Edgar'in ölümü karsisindaki acisi gelir. Marx bütün cocuklarini sevmistir ama Edgar bir baskadir. Özellikle cocugun üstün zekasinin üzerine sirinlikleri de eklenince ailenin her seyi olur ama Marx icin hayati önem tasir.Ona benzer pek cok bakimdan.. Sonuc itibari ile Marx ailesinin yedi cocugu olur ve bunlardan sadece ücü hayatta kalmayi basarir belki ama Edgar'in ölümü karsisinda Marx, onca sürülmelerin, acligin, sefaletin, kovulmalarin, iskencelerin icerisindeki yasaminin ortasinda ilk defa gercek anlamda aci cektigini dile getirir. Öyle ki cenaze masraflarini karsilayamayacak durumda olan Karl Marx, cok sevdigi oglu Edgar'in cansiz yatan bedeni ile ayni odada uyumak ve onunla bir gece gecirmek zorunda kalmistir. Hastaligi süresince alti hafta basindan kalkmaz ama ölüme de karsi koyamaz.
Marx'in siyasi fikirlerinden ziyade onun aile babasi olarak betimlenilen Baba Figürü icerisinde bu eser nedeniyle cok baska sevmisimdir her zaman.. Bu kitabin icerisinde hayatta kalmayi basaran ailenin en kucuk kizi olan Eleanor Marx beni etkileyen diger ikinci Marx cocugudur.. Laura ve Jenny'den baskadir,farkli anlatilir ve mektuplarindan olusan anilarinin yer aldigi bir baska kitabin sonundaki aile soy kütügü haric nasil bir yasam sürdügüne dair internetin de cok yaygin olmadigi o dönem hicbir fikrim yoktu ama acaip de merak ederdim. Ankara'dan Borges'i taniyanlar bir gün kizi oldugunda -kiz cocugu manyagidir- adini Eleanor koyacagini söyledigine siklikla taniklik etmistir ama cok az insan o ismin buradan geldigini bilirdi.. O genclik algisinda böyle bir etkiydi Eleanor Marx ve hepsini tetikleyen daha cok babasi ile kizi arasindaki iliskiydi..
Buraya gelince reklamini gördüm bir yerde ve hemen edinme telasina girdim haliyle.. Lakin karsima cikan kitabin icerisinde yazilanlara inanamadim. Eleanor Marx'tan ziyade yazarin derdi Karl Marx karakteriyleydi ve ona olan nefret sonucu kizi ile olan iliskilerini dahi carpitmaya kadar gidiyordu..
Siyasi fikirlere cok ta dokunmadan bastan asagi kötü bir Marx figürü ortaya konulmak istenilmis ve bunu cok net bir sekilde hissediyorsunuz. Kitabin icerisinde en cok vurgulanan temalardan birisi Marx'in "yahudi sorunu üzerine" gencliginde yazdigi makale ve yahudiligini önemsemeyip onu "küfür" gibi algilamasi ya da böyle bir nitelendirmeyi kabul etmemesidir. Cok sonrasinda kizinin yahudi oldugunun bilincine varmasindan ziyade bu durumu kabullenmesini Isa'nin dünyaya ikinci kez gelisi gibi ele aliyor.. Eleanor'un "Ben yahudiyim" söylemi, ermislikle bir tutuluyor desek abartmis olmayiz. Pek cok siddetli tartismalarin yasandigi ortamda misal yahudilerle olanini ele alip arka planinda nedenini dini kimligine yamama gayreti var. Akabinde her acidan kötü bir Marx portresi ki belgelerin/mektuplarin varligi ve hayatini yazdigi insanin(Eleanor) en cok sevdigi, tutkuyla bagli oldugu baba Karl Marx oldugundan bir öyle, bir böyle gidiyor geliyor. 1850'lilerde yasayan insani cok fazla cocuk yapip uckuruna hakim olmamakla neredeyse olmayan dogum kontrol hapini kullandirmamakla suclayacak seviyeye geliyor.
Bir nefret var ve ben nedenini merak ettim. Anarsistler eskiden Bakunin ile olan kavgasindan dolayi sik sik Marx hakkinda yazip cizerler, atip tutarlardi ki anlardim onlari ben. Marx-Bakunin ya da "Sefaletin Felsefesi - Felsefenin Sefaleti" Marx-Proudhon tartismalari, Lahey kongresi ve sonuc itibari ile otoriteyi distalayan bir ideolojinin(Anarsizm) , hedefe giden yolda "otoriter" bir rejimi benimsemesi sonucu(Marksizm) varolan belirgin ayrim söz konusuydu.. Ve fakat Eva Weisweller'in John Zerzan'in belki de kendince hakli nefreti sonucu yaptigi Marx hakkindaki bütün carpitmalarini kitabina sokma derdi nedir ? Eva Weisweiller anarsizme gönül vermis insan ya da asirici sagci bir görüse de sahip olmayan yazardi.
Tussy Marx, babasinin ölümünden sonra kadin haklari konusunda da mücade vermis, okula gitmeden ana dili olan ingilizce ve bunun yaninda almanca konusabilmesinin yaninda edebi alanda Fransizca'dan klasik eserler cevirebilecek kadar kendisini yetistirmis bir insandir. O dönem o konumdaki kizlar icin okul olmadigindan okula gitmeden bunlari basarmistir. Yazarin bu isi ele almasinin temelinde Eleanor'un feminizme olan katkilari yatar.(bence) Kitabin icerisindeki yahudi vurgusu siradan degil, ilahi bir sekilde gerceklesiyor.. Dolayisla googleda hafif arastirma yapsam da yazarin genel kimligi hakkinda bilgi edinemedim ve fakat tahminen feminist bir akimin temsilcisi ya da Yahudi bir kadin yazar tarafindan ele alinmistir yoksa bu kadar carpitma ve sacmalik bir araya mümkün degil gelemez.
Tembellik Hakki'nin yazari olan ve ayni zamanda Marx'in ikinci kizinin kocasi Paul Lafaurge'in on yasindaki Tussy ile olan iliskisini dahi tuhaf bir sekilde ele aliyor, Laura'ya olan yaklasimini "o (Tussy) evlenecek yasta degil e o zaman ben Laura ile evleneyim" seklinde dile getiriyor ki hepimiz biliyoruz bu iki insanin nasil yasadigini ve nasil öldügünü de.. Carpitmalar, yanlis yorumlamalar ve bunlarin üzerine biyografik bir eser oldugundan dolayi araya giren belgelerin icerisinde yer alanlarin genel yargiyi olumsuzlamasi sonucu pek cok celiski doguyor..
Hikayesini yazdigi Tussy ya da Eleanor Marx'in baba sevgisi tarif edilemeyecek boyuttatir. Inkar edilemez cunku mektuplari, belgeleri ortadadir.. Keza her ne kadar kizinin zamaninda yasadigi ve kabul etmedigi iliskisi nedeniyle tartismalar yasansa da Marx'in Eleanor'a olan düskünlügü bu kitabin dahi icerisinde siklikla belirtilir ve fakat iste tüm celiskiler de burada baslar.. Milyon tane mektubun oldugu yerde aradan cektiginiz cümleler nedeniyle istediginiz hikayeyi olusturabilirsiniz ama gercekten ne kadar kacilabilir ki ? Bes-alti yaslarindaki kizin okula gitmeden Amerikaya Lincoln'e tavsiye mektuplari yazmasi mi yoksa bu mektuplari gönderir gibi yapip onlari yillar yili saklayacak kadar ince düsünen Marx'a "kaba adam" rolünün bicilmesi mi tuhaf ?
Eleanor Marx-Karl Marx iliskisine gelirsek.. Paul Lafaurge, evden uzakta islerini halleden Karl Marx'a mektup yazar, lütfen gelin yoksa kucuk kiziniz sizin hasretinizden yasayamaz duruma geldi, gelmezseniz kizinizin yasami tehlikededir.(ciddidir ) Böyledir kizinin ona olan tutkusu.. Evde mektuplasirlar baba-kiz, gizli gizli.. daha 10 yasinda olan Eleanor Marx ile kimseden habersiz yazarak iletisime gecer baba Karl Marx.. O öyle istemistir cünkü. Eleanor, her zaman oldugu gibi mektubu kapisinin asagisindan birakip kacar, odasinda parti veriyormus ve Karl Marx'i da davet ediyor ve bakin o babanin kizina olan mektubu da nasil..
"Dear Miss Liliput..
Cevap vermekte geciktigim icin affedin. Karar vermeden önce iki kez düsünen o insan türündenim. Varligindan tamamen habersiz oldugum ukala bir kadindan davetiye almak beni hayli sasirtti.Her nasilsa, özeniniz ve birlikte calisacaginiz üreticileri secmedeki benzersiz tarziniz konusunda ikna olduktan sonra, yiyecek ve iceceklerinize ulasmak icin bu gercekten ender firsati yakalamaktan onur duyacagim. Genc kizlarin aliskanligidir, ama lütfen bu sonuncusunu ihmal etmeyin. Biraz romatizmadan mustarip oldugum icin salonunuzu hava cereyanindan koruyacaginizi umarim.Gerekli olan havalandirma islemini ben üstlenirim. Sag kulagim biraz agir isittiginden cevrenizde eksik olmayacagini dusundugum can sikici adamlardan birini o yanima oturtun lütfen. Sol yanimi, öyle umuyorum ki disi mücevherlerinizden birine ayirirsiniz, yani konuklarinizin arasindaki en güzel disi varliga. Tütün cignemek gibi bir aliskanligim vardir, dolayisla malzemeyi hazir bulundurun. ABD'lilerle eski irtibatlarim vasitasiyla tükürme aliskanligi da edindim, yani tükürük hokkasinin mevcudiyetini beklerim. Görgü kurallarina pek uymadigimdan ve bu bunaltici, pis ingiliz havasi dayanilmaz oldugundan, bir cesit Adem kostümüyle ortaya cikacagima kendinizi hazirlamalisiniz. Umarim kadin konuklariniz da benzer tarzda gelirler.
Addio(Hoscakal) sevgili, taninmayan kadinim
Saygilarimla,
Dr.Tuhaf.
Not: Umarim ingiliz sarabi yoktur.!"
Karl Marx tarafindan kendi evinde odasina olan cagriya cevap olarak 03.07.1865 tarihinde kizina yazdigi onlarcasindan bir mektuptur bu. 10 yasindaki en kucuk kizi Eleanor'a yazilmistir. Biz su ciddiyeti,ilgiyi,alakayi ve belki de o dönem icin sevgiyi 2000 li yillarda yirmili yaslarda bile görmemisiz ailemizden..
26 Mayıs 2010
Asamoah St.Pauli'de.!
Cok büyük bir aksilik olmazsa eger yeni sezonda Magath'in planlari arasinda olmayan Asamoah St.Pauli formasi giyecektir. Ruhr derbisinde "irkci" satasmalara da maruz kalan Asamoah secimi St.Pauli'nin genel korumaci kimligine de uygun. Her iki taraf da kazancli cikacaktir ve fakat isin bir baska önemli tarafi transferin nasil gerceklestigi.. Elde patlayan ya da eskisi kadar degeri olmayan -misal Nobre- gibi oyuncularin uzun süreli sözlesmelerinden kurtulmanin tipik bir yoludur.. Bir baska klube maasinin bir kismini ödeyerek gönderilebilir ki hem yabanci kontenjani acilir ve ayni zamanda biraz da zasarruf etmis olursunuz..
Gecen sene bir kez olsun dahi doksan dakika forma giyememis oyuncunun Schalke klubü ile 2011 yilina kadar sözlesmesi var. Yillik aldigi ücret ise 2,2 milyon euro. Bu rakam her seyden önce yariya inecek.. Üstelik bu yariya inen rakamin yarisini Schalke yarisini da St.Pauli takimi ödeyecektir.. Asamoah yaptigi aciklamada daha cok futbol oynamak icin paradan vazgectigini söylüyor ama bunun üzerine bir de sunu eklemek gerekir ki uzun yillardir Schalke'de olan oyuncu emeklilik sonrasi planlarini simdiden Schalke ile yapmistir..
Dolayisla ileride uzun yillar calisacagi Schalke klubüne bugünkü zor zamaninda "giderek" yardimci oluyor. Halil Altintop'u da bu sekilde maasinin yarisini ödeyerek gönderen Schalke personel harcamalarinda tasarrufa devam ediyor. Kuranyi, Asamoah ve Halil Altintop'un yillik maaslari ile benim bildigim Magath iki cinli, üc tayvanli oyuncu takima getirir.!
Artan Bayern Münih Sempatisi.!
Genelde Alman halki tarafindan en cok sevilen ve en cok nefret edilen takimdir Bayern Münih. Van Gaal ile beraber ilk defa Bayer eyaleti disinda da sempati ile bu takima yaklasilmaya baslanildi.
Bu sempatinin bence basinda olasi bir final zaferinde Bundesliganin üc degil dört takim ile Sampiyonlar Ligine katilimini saglamasi geliyordu. Bir Sampiyonlar Ligi bileti cok fazla sey demektir ve o dördüncülüge genelde her takim kendisini aday olarak da görebilir.
Ikincisi oynadigi futbolun cekiciligi.. Sonuc futbolundan ziyade göze hos gelen, bol pasli hucum felsefesine sahip olmasi. Belki dünya starlarini bünyesinde barindiriyor ama Badstuber, Müller gibi genc yetenekler ile harmanlandigi vakit hem Alman Milli takimi kazaniyor hem de Bayern.. Keza Van Gaal'in ortaya koydugu kibirin disinda "dürüst" "kaypak olmayan" karakteri de tam buraya göre.. Acikca söylemek gerekirse Bayern Münih neyse Van Gaal da odur, aile gibi korumaci ve ayni zamanda inanilmaz kibirli,kendini begenmis ve basarili. Bu yüzden sezon basindan bu yana bu takim bana cok uyuyor, ayni benim gibi diye demecler veriyor Hollandali.
Ve fakat bence Bayern'in sevilmesi icin cok önemli bir neden daha var.
Bayern Münih üc tane dev ile yarisiyor. 44,2 milyon Avrupada taraftar destegine sahip Barcelona ve hemen onun arkasindan 41 milyon ile gelen Real Madrid.. Son olarak da 3.sirada 37,6 milyon ile Manchester United. Bayern de bu üclünün hemen arkasinda yer aliyor. Buradaki Real Madrid, o kadar basarili olmamasina ragmen ayakta kalmasinin en önemli nedeni dünyanin en büyük yildizlarini kadrosunda topluyor olusudur, peki misal Bayern bunu yapamaz, neden biliyor musunuz ?
Bayern Münih, Madrid-Barca ikilisinin La Liga'ya yaptigini kendi ligine yapmiyor, normal kosullar altinda cok daha fazla olacak olan gelirlerini havuzun disarisina cikarip tek basina toplamiyor, dagitiyor ve ligin dengesini koruyor. Bakin Bayern Münih, Madrid ve Barcelona'dan dahi daha kurumsallamis, daha iyi geliri olan kluptür. Sadece Manchester United bu konuda Bayern'in önündedir.
Ne kadar kar yaptigi önemsiz ama kupasiz gecmesine ragmen Real Madrid, gecen sezon 401,4 milyon euro gelire sahip oldu. Barcelona daha basarili olmasina ragmen 365,9 milyon euro iken Bayern Münih 289,5 milyon euro. Marketing acisindan daha iyi oldugu bu iki klupten daha az geliri olmasinin tek nedeni vardir: TV gelirleri..
Madrid ve Barcalona'nin yillik TV geliri 180 milyon eurodur. Bayern'in ise 69,6 milyon euro. Normal kosullar altinda sport+markt'in patronu Zastrow'un belirledigi rakam havuzun disina cikilip tek basina bu isi ele aldigi vakit senelik 200 milyon euro civari olmasi gerektigidir. 130 Milyon euro bir bakima Bundesligayi daha da beter dengesisinin kaymamasi adina vazgectigi miktardir. Herkesin bir gram daha fazla sevmesi icin yeterli bir nedendir.
Hoeness, -kluplerin ekonomisi hakkinda gördügüm en ilerigörüslü adamdir- ileride Bundesliganin tek rakibinin Premiere Lig olacagini söyler. Biz Serie A'yi gecer iken La Liganin da cok fazla önlerinde duramayacagini belirtir ama Premiere Lig denildigi vakit en az 20 yila ihtiyaclari oldugunu da söylemekten cekinmiyor. Cok yakinda herkesin UEFA'ya bildirdigi gelirleri dogrultusunda transfer yapabilecegi dönemin baslayacagini ve Bayern'in saha kalkacagini söyler iken ayni zamanda Lyon,Hamburg gibi kluplerin bugüne göre cok daha iyi bir seviyede olacagini da öngörüsünde belirtiyor.
Toplamda bugün Bundesliga klupleri biraz daha fazla TV gelirine sahip oluyorsa bunun en önemli nedenlerinden birisi yine Bayern Münih'tir. Tek basina ülkeye yaptigi katki aslinda sevsek de sevmesek de oldukca fazladir...
25 Mayıs 2010
Van Gaal Konusuyor.. #4
"Macin son düdügünün calmasina cok kisa bir süre kala Mourinho yanima geldi. Birbirimizin gözlerinin icine baktik. Ben gerci her insan ile bu sekilde iletisirim. Tam olarak kelime kelime hatirlamiyorum ama benden özür diler gibiydi. Bir yandan kazandigina inanilmaz seviniyor ve diger yandan üzülüyordu cunkü ben kaybetmistim. Burada ben biraz onda sempatik bir yaklasim gördüm. Bunu yapmak zorunda degildi ve normalde o böyle seyler yapmaz.. Ben kazansaydim ayni sekilde ben de onun yanina giderdim ama hakem maci bitirdikten sonra elbette.. Mactan sonra canli yayin icin TV Stüdyosunda yanima geldiginde Real Madrid'e gidecegini acikladi ama ben zaten bunu önceden biliyordum.
Gitme konusunda akilli davraniyor, Inter klubünde daha neyi iyi yapabilir ki ? Benim karim da oldukca dogru yaklasiyor, gel diyor artik portekizdeki evimize gidelim,yeter diyor ama ben söz verdim, kalacagim burada.."
Van Gaal, bunun disinda Inter'e daha iyi bir hazirlik yapilamazdi diye üzerinde duruyor. Inter'in tam da onun bekledigi sekilde sahaya ciktigini ve aslinda her seye yeterince iyi hazirlandigini söylüyor ve fakat sorunun temelinde oyuncularin bir kisminin final macinin agirligini kaldiramadiginin üzerinde duruyor. Hali hazirda özellikle devre arasi söyledikleri de bunlardi. Buna mukabil sevgili Mourinho felsefesi ile kendisinin arasindaki farklara deginiyor ve hakli olsa da bunlari siklikla burada isledik. Sonuc olarak 25 metre kareye sekiz dokuz kisi yigilip gol yememeyi basarmak, hucum etmekten cok daha kolaydir. Ne olursa olsun defans yapmak, hucum yapmaktan daha kolay bir secimdir ama o inatla üzerinde duruyor, biz bu yolu sectik ve hedefimiz goller atmak, gol yememek degil. Digerinin sonucu daha garanti olsa da...
"Oyuncularimi kesinlikle suclamiyorum ve hepsine Barnebau'daki mactan sonra elimi uzattim teker teker.. Ben yenilgiden sonra asla böyle bir sey yapmam normalde.."
Van Gaal mac sonrasi belediye binasindan yaptigi aciklamadaki ayrintiyi burada da yineliyor ve nedendir bilmem bu bana böyle iddiali bir adamdan oldukca ilginc bir yorum gibi geldi. Orada da diyor ki
"Bizim seneye üc kupayi da almak icin bir sansimiz var. Ama sadece sans, ne eksigi ne de fazlasi"
Burada ise bunu biraz daha aciyor. Biz bu sene su kupayi alacagiz, surada sampiyon olacagiz diye beyanat vermenin diger klupleri asagilamak olarak algilanacagini düsünüyor. Bizim sadece bunlari alabilmek icin bir sansimizin olacagindan bahsediyor.. "Arogant"liga karsi bu ince yaklasimi beni oldukca sasirtmistir..
Frings Laneti.!
Aday kadro icin Löw'ün iki as ve iki yedek olmak üzere dört tane defansif orta sahaya ihtiyaci var. Normal kosullar altinda Ballack ve Schweinsteiger burada oynayacak iken Khedira ve Träsch de yedekleyeceklerdi.. Aslinda Träsch ve Khedira dahi sene basinda gündemde yoktu. Frings'i artik düsündürtmeyecek ölcüde Rolfes ve Hitzslperger ve hatta Trochowski gibi isimler almanlarin yeni modern defansif orta sahalari olarak Löw tarafindan piyasaya sunulmustu. Ballack'in Frings üzerinden estirdigi rüzgar da tam bu zamana denk gelir.. Frings ona göre bu yeni modern defansif orta sahalarin yedegi olamayacak kadar saygi görmesi gereken bir adamdi.. Velhasil Löw geri dönmedi, Ballack uyarildi ama artik alman orta sahasi yeni modern defansif orta sahalardan olusuyordu.. Frings ise bir daha milli takima secilmeyecekti artik..
Adam o gün nasil bir beddua okuduysa artik..
Rolfes sakatlik, Hitzlsperger yanlis takim secim sonucu kadroya giremedi. O bölgenin yeri en garanti ve takimin kaptani Ballack da sakatlaninca son umut olarak Träsch ve Khedira kaldi. Görünüse göre Khedira ilk onbir, Träsch de onu yedekler iken stoperden bozma bir "defansif orta saha" daha cikarip Frings'i yine gündeme getirmeyecekti Löw..
Ve fakat dün oynanilan hazirlik macinda Träsch de sakatlaninca artik bu islerin toplaminda Frings laneti oldugunu düsünmeye basladim.
Rolfes,Hitzlsperger, Ballack,Träsch.. Muhtemelen Frings söyle diyordur:
"Daha beni kadroya alman icin kac kisinin sakatlanip, formsuz olmasi gerekecek ? Söyle de ona göre..."
Bernd Hölzenbein.!
Dünya Kupasinin oldugu yilin en sevdigim tarafi sürekli olarak gecmis Dünya Kupasi maclarini yutuplarda filan bulamayacaginiz ölcüde genis özetlerinin televizyonlarda verilmesidir. Müller yazisini yazdiktan sonra Gerd Müller'in önemli goller attigi 1970ve 1974 Dünya Kupasi maclarini izlemem bir tesadüf olsa gerek.. Müller'in Bayern Münih'e transfer olmasinda keza Maier ve Beckenbauer hikayelerinde oldugu gibi sans faktörünün önemi oldukca fazla.. Insanin bazen gercekten bu hayatta büyük basarilar icin bazen sansa da ihtiyaci oldugunu düsünüyorum artik. Oysa yirmili yaslarda rastlanti dediginiz vakit onu nedenselligin karmasik isleyisini bilmememizden baska bir sey degildir diye tanimlayip kestirip atardim ama artik öyle degil..
Hemen herkes Bernd Hölzenbein ve 1974 Dünya Kupasi finalindeki yaptirdigi penalti konusundaki spekülasyonlari bilir oysa daha da dikkat cekici bir ayrinti da Almanlarin Kupasi olarak da cevrilebilecek olan Frankfurt'un finalde Borussia Mönchengladbach'i devirerek kazandigi 1979/80 UEFA kupasidir. Bugün 420 Bundesliga macinda attigi 160 gol ile Frankfurt tarihinin en golcü ismi olan Holzenbein'in belki de en ilginc sayilayacak olan tecrübesini finalinde Gladbach'i devirerek ulastigi UEFA kupasinin ikinci tur macinda yasamistir zira..
..Dinamo Bükres evindeki maci 2-0 yenmistir. Almanyadaki ikinci macin 89.dakikasinda skor 1-0 Frankfurt lehinedir ve fakat böyle bitecek olsaydi Frankfurt UEFA kupasini kaldiramazdi. Peki ne oldu ? Maci uzatmaya götürüp Dinamo Bükres'in sonrasinda elenmesini saglayacak olup Frankfurt'a UEFA kupasini getirecek yolu acan golü anlamamiz icin birinci paragrafa geri dönmek gerekir..
Armin Veh Hamburg'ta.!
Adam olmayacak bu Hamburg. Transfer konusunda basarili hamleleri olup özellikle Hollanda pazarini bu kadar iyi kullanan yönetimin teknik direktör secimleri de bu kadar kötü olur. Veh, Schuster gibi benim memleketimlimdir ve fakat Schuster'in ceyregi kadar sevmem.. Hali hazirda kimsenin beklemedigi bir anda aradan siyrilip kazandigi bir Sampiyonluk var ama hepsi de o.. Ne öncesi ne de sonrasinda dise dokunur bir isi olmamis bir adam sürekli büyük kluplerde is bulabiliyor.. Inanilmaz.!
Hamburg klubü kendisine 11 aydir sportif direkör ariyordu. Nico-Jan Hoogma, klubün eski hollandali defans oyuncusu iki kez teklifi reddetti. Benimle görüsürken baskalariyla da görüsüyor gibi pek cok bahanesi vardi ve yönetim bu ismin üzerinde biraz da gereginden fazla durdu. Onun disindaki adaylar da yine eski oyunculariydi. Barbarez ve Bastian Reinhart.. 12 Kisilik yönetim kurulu bu sezon sakatligindan dolayi sadece bir mac oynayabilmis Reinhart'i futboldan emekli edip kendilerine sportif direktör yaptilar. Temelde dogru bir yaklasim zira Reinhart daha dün bu takimla idmanlara cikan ve takim ici sorunlara en azindan bugün itibariyle hakim bir oyuncudur. Ise nereden baslayacagini muhtemelen cok iyi biliyor zira bu gecen onbir ay boyunca aynen Galatasarayda oldugu gibi teknik direktör-oyuncu problemleri had safhadaydi.. Petric, acik acik basin önünde Labbadia'yi sakat sakat oynatti ve daha uzun süre sakat kalmami sagladi gibi nedenlerden dolayi sucluyordu.. Aradaki köprü eksik kalinca Hamburg kendisine gelemedi uzunca bir süre.. Bazen bir el, bir dokunus, bir arabulus cok sey demektir.
Veh ve Reinhart Hamburg'a hayirli olsun.
24 Mayıs 2010
Bayern Münih: Iki Kupa + Ikincilik Coskusu.!
Bayernliler basarili gecen bir sezonu Belediye binasinin önünde final yenilgisine ragmen coskulu bir sekilde kutladi.
Özellikle Ribery'nin sözlesmesini 2015 yilina kadar uzattigini aciklamasi coskuyla karsilandi. Almanca konusan Ribery, bu sezonun kendisi acisindan kötü gectigini ve sakatliklardan dolayi verimli olamadigini ama gelecek sezon icin cok daha iyisi adina söz verdi. Halk Ribery tezahuratlariyla inletti Münihin göbegin..
Hic kimse bu sezon bu basariyi beklemiyordu. Özellikle Klinsmann sonrasi..
Her zaman sarap, kirmizi sarap onun tercihi..
Bu ne lan ? Sebege illa ki cevrilecekler..
Halka yaptigi konusmada sabah cok kötü kalktigini ve bugünkü coskuyu hic beklemedigini belirtir iken bizi de iyilestirdiniz, kendimize getirdiniz türünden aciklamalar yapiyordu..
Saglam bir kalabalik vardi..
Burada gülseler de yüzlerinden o kadar da coskulu olamadiklarini ve yenilginin acisini hala yasadiklarini görebiliyorduk..
23 Mayıs 2010
Unutulmazlar: Gerd Müller
Dünyanin en büyük golcüsü kimdir diye soruldugu vakit pek cok insanin cevabi asagi yukari bellidir: Gerd Müller.. Öyle bir oyuncu düsünün ki istatistikleri aradan kaldirdiginiz zaman algilayabileceginiz bir yetenek ortada cok yoktur. En iyi oynadigi maci doksan dakika izlediginiz zaman burada bir futbol yetenegi vardir diye bir hisse kapilmayacaksiniz kesinlikle.. O kendisini sadece gollerin sürekliliginde anlatir. Kazanmadigi herhangi bir kupa yoktur ve ulastigi bütün kupalarin icerisinde imzasi cok belirgin bir sekilde vardir zira tabelada onun ismi yazilir, digerlerinin aksine.. Gerd Müller anasinin karnindan topu kaleye dürtükleyerek dogmus gibidir. "Nasil" yaptigi bilimsel teze konu olacak sekilde "siradan" olmasi onun anlasilmasi konusunda insanlari yormustur. Oldukca basit, oldukca siradan, bazen degerek, dokunarak, dürterek topu kaleye gönderir.. "Bombaci" lakabina sahip olsa da cezasahasi disarisindan attigi gol sayisi tek tüktür. O dar alanda top kendisine geldigi andan itibaren onu iki kale diregininden icerisinden filelere bulusturmayi düsünür, "nasil" oldugu yine cok önemli degildir. Sirti dönük vaziyette oda arkadasi, takim arkadasi, milli takim arkadasi, milli takim oda arkadasi, kaptani olan Beckenbauer'in sürdügü topun kendisine iletilmesi bir takimin gol yapmasi icin yeterli aksiyonu saglamis olmasi demektir. Sirti dönük vaziyette kendisi tutan ve arkadaki liberonun da kendisine yaklasmasi dahi o topun cizgiyi gecmesine engel olamayacaktir. Bilinen gercek budur, nasil gectigi, kicini, basini,omzunu nasil kullandigi önemli degil, sonuc ortadadir.. Ve böyle bir yetenek yüz yilda bir daha gelir mi bilmiyoruz... Bu hikaye O'nun ve o da ..
..3 Kasim 1945 yilinda Nördlingen kasabasinda dünyaya gelmesiyle baslar.. 20.yüzyilin en büyük golcüsü olarak anilacak olan Gerd Müller 9 yasinda dogdugu kasabanin takimiyla ilk ciktigi idmanda kaptani tarafindan "Bu siskoyu buraya kim getirdi" cümlesiyle karsilanir.. O "sisko" daha ilk macinda üc gol atacak olmasi bir yana 18 yasinda gerceklestirecegi transferinden önce takiminin bir sezonda attigi 204 golün 180 tanesine imzasini koyacakti. 20 bin kisilik sehirimsi takiminin köy takimlari karsisinda üstünlügü sonucu 15-20 gol farkin yasandigi ortamda önemli olan gollerin sayisinin üc basamakli olmasi degil onlarin yüzde doksaninin ayni isimden cikmasidir. Üstelik Gerd Müller, diger oyuncularin aksine ayni zamanda dokumacilik üzerine egitim alir iken idmanlarin pek coguna katilamaz durumda bunu gerceklestirir.. Benzer istatistiklere hemen her yerde kavusacak olsa da bu gibi elestiriler onu ömrünün sonuna kadar takip edecektir zira onu dünyanin en iyisi yapan özelligi atilan kücük gollerin sürekliliginden, sürekli golü atmayi basarmasindan ileri gelir..
Rasyonellige ve analitik düsünmeye kendimi adamaya calissam da bazen bu hayatin icerisinde sansa da yer vermek gerekir diye düsünüyorum. Güney Bölgesel liginde ileride Avrupayi basarilariyla sarsacak olan kadronun 20 yas ortalamasina sahip en önemli isimleri olan Sepp Meier, Franz Beckenbauer ve Gerd Müller üclüsününün bulusmasinin temelinde tesadüf etkeni bir hayli fazladir. Sepp Meier, oyuncu oldugu bir macta zorunluluktan dolayi kaleye gecip oniki gol yedigi zaman Bayernlilerin dikkatini "kaleci" olarak cekip Bayernin yolunu tutmus iken Franz Beckenbauer cocukluk hayali olarak gitmek istedigi klup olan 1860 Münih ile oynanilan bir mac icerisinde rakip takimin oyuncusu ile dalasip ondan bir tokat yemesi sonucu tercihini Bayern Münih klubünden yana kullanmak zorunda kalmisti ve bu üclünün golcü olaninin Bayern Münihe gelis hikayesi ise bu isimlerden cok farkli degil..
Bayern klubünün o dönem muhtesem bir scout ekibi ya da oyuncu taramasi gibi özelliklerinden ziyade onun yolunun cok istedigi ve kadroya girebilecegini düsündügü Nürnberg ya da onu isteyen 1860 Münih klubüne degil de Bayerne düsmesinin nedeni bir Kuaför'dür sadece.. O dönem Münih ilinde yaklasik 20 tane subesi bulunan Kuaförün sadece Bayern'in degil Almanyanin da ilk profesyonel menajeri olan Schwan'a Gerd Müller'i önermesiyle baslamistir bu mucizevi yolculuk.. Güclü kadrosu ve fazla milli oyuncusu oldugu icin forma sansi bulamayacagini düsündügü ve en basindan beri pek de gönüllü olmadigi sehrin en büyük klubü konumunda olan 1860 Münih'in Müller'in kapisini calacagi zamandan tam bir saat öncesi Bayern Münih yetkilileri oyuncu ile görüsmeye gider. Müller, imza atacagi son saniyeye kadar 1860 Münih klubü ile görüstügünü sanir ve o büyük basarilar yasayacagi Bayern Münih'e transfer oldugunu sözlesmeyi imzalayacagi zaman ögrenir. 1964 yilinda henüz Güney Bölgesel Ligde(Bundesliganin bir alti) oynayan Bayern Münih klubü 5 bin mark karsiligi Gerd Müller'i transfer etmistir. Ve her sey biraz da böyle baslamistir..
Gövdesine göre kisa bacaklari olan 1,74 boyunda yaklasik 80 kilo agirliginda olup 64 santimetre genisliginde bele sahip ve belki de futbolcular arasinda dönemin en büyük kalin baldirlarina sahip olmak gibi garip fiziksel özelliklere sahip futbolcuyu dönemin teknik direktörü Tschik Cajkovski görür görmez sok olur ve cocuklugunda yasadigi tecrübeyi ona bir daha yasatir:
"Bu halterciyle ben ne yapayim.. Bu figür ? Mümkün degil bunun futbol oynamasi.."
Yeni takiminda ligin ilk on macinda Müller idmanlarda cok fazla gol atmasina ragmen Cajkovski tarafindan oynatilmaz. Dönemin Bayern Münih baskani Neudecker, eger Müller'i teknik direktör kadroya almazsa bir daha maclara gelmeyecegini beyan eder ve bu baski sonucu Gerd Müller ilk macina Freiburg karsisinda cikar. Ilk Bundesliga macinda iki gol atmayi basaran Müller, bir daha o formayi sirtindan cikarmaz ve bölgesel ligde yeni takimiyla oynadigi ilk sezonunda 26 mac icerisinde 33 gol atarak Bayern Münin'inin 1.Bundesligaya cikisinda önemli rol oynar. O artik Cajkovski'nin "halterci" yakistirmasi ile asagiladigi caylak degil "Kücük, tombul Müller'im" diye yaklasim gösterip en sevdigi futbolcusu olmustur..
*Gerd Müller, saha kenarinda müdahale edilen Maier'in yerine kaleye gecer iken..
1965/66 sezonundan Bayern Münih artik 1.Bundesligada mücadele etmeye hak kazanmistir. Bu baslangicin "Bombaci" icin belki de en ilginc maci ligin dokuzuncu haftasinda karsilastigi HSV Hamburg karsisindaki mücadelesidir. 71 000 insan maci izler ve büyük sürprizlere gebedir. Mac icerisinde Sepp Maier dizinden sakatlanir ve disarida müdahale edilir iken Bombaci kaleye gecmek durumunda kalir. Uzun süre konusulacak bir performans sergiler zira Gerd Müller bu süre icerisinde unutulmaz bir kaleci performansi ortaya koyar. Maci deplasmanda 4-0 alan Bayern Münih, ayni sehrin iki takimi olamaz diyerek 13 sayfalik itiraz mektubuna neden olan kurulus yilinda 1.Bundesligaya alinmamasinin acisini cikartircasina maclar oynar ve ezeli rakibi 1860 Münih'in Sampiyon oldugu yil Bayern tabelada ücüncü olur. Bu Bundesligaya ilk cikis senesinde elde edilmis dereceler arasinda en iyisi olarak uzun yillar hafizalarda kalacaktir ve Rehhagel'in Kaiserslautern'i ikinci ligden birincisine cikarip ilk yilinda Sampiyon olmasiyla tahtindan ancak 32 yil sonra indirilecektir.. Bunun yani sira DFB kupasini da kazanarak büyük süpriz gerceklestirirler. Gelecek güzel günlerin habercisidir ve takimin üc önemli ismi vardir. Kalecisi Sepp Maier, onun önündeki forvete kadar alani kullanan ve Gerd Müller ile muhtesem verkaclari gercekelstirecek olan liberosu Franz Beckenbauer ve tüm bu güzellikleri sonuclandiran insan Gerd Müller. Ilk yilinda 33 mac sonucunda 15 gol atiyordu ve henüz o daha yeni yeni isiniyordu Bundesligaya..
Gerd Müller ikinci Bundesliga sezonunda 32 macta 28 gol atarak Lothar Emmerich ile beraber Bundesliganin gol krali olur. Her ne kadar Bayern o sezon altinci olsa da o herkesin ve özellikle de Alman Milli takiminin teknik direktörü Helmut Schön'ün dikkatini cekmistir. Zira ilk yilinda kazanilan Fedarasyon kupasi nedeniyle katildiklari Kupa Galipleri Kupasini da kazanir Bayern Münih.. 21 yasinda ilk milli macini 12 Ekim 1966 yilinda Turgay Seren'in Ankarada 50.milli macindan dolayi altin madalya ile ödüllendirildigi müsabakada oynar. Burada gol atamaz ama ikinci milli macinda Arnavutluk'a dört tane birden atar Bombaci. Oynayacagi 62 milli macta atacagi 68 gol ve yakalayacagi mac basina 1,097 gol orani mac sayisi göz önüne alindiginda inanilmazdir. Güzel günler baslamistir artik onun icin..
21 Augustos 1967'de o sezon ilk defa "Almanyanin en iyi oyuncusu" ödülüne layik görülür ve Uschi Ebenböck ile evlenir Gerd Müller. Evliliginden hemen önce Avrupa Kupa Galipleri Kupasini kazanarak ilk Avrupa Kupasini da kaldirmis oyuncu ayni zamanda Bundesliganin gol krali olmus olan adam artik baba gibi gördügü Tschik Cajkowski'den ilk tebrigi de alir. 1967/68 sezonuna evli olarak giren Müller, 33 Bundesliga macinda 19 gol atar. Ne takimi ne de kendisi üst düzey bir performans gösterir ama bu aslinda sadece firtina öncesi sessizliktir zira bir sonraki sezon Almanyada bir efsane tam anlamiyla dogmustur artik. Bayern Münih, 1968/69 sezonunda sampiyon olur ve takimin en önemli oyuncularinin basinda gelen Müller 30 lig macinda 30 gol atarak ikinci kez gol krali, ikinci kez Almanyanin en iyi oyuncusu ödülünü alir.. Ödülleri, golleri hep yereldir ve artik Almanyanin en iyisi iken yaklasan Dünya Kupasinda kendisini disariya da tanitmanin zamani gelmistir kesinlikle..
1970 Dünya Kupasi onun en sevdigi turnuvadir. Bombaci formunun zirvesinde katilir sampiyonaya zira sezonu 33 macta 38 gol atarak Bundesliga gol krali olarak tamamlamistir.
Turnuvada attigi 10 gol ile gol krali olur.. Bugün yüzyilin maci olarak anilan 1970 Dünya Kupasi yari final macinda Alman milli takimi Italya karsisinda elense de 1970 Dünya Kupasi, finalinde bizzat onun golüyle Dünya Sampiyonu oldugu 1974'den daha önemlidir zira bu takim daha baskadir, 70 Alman milli takimini ileride tüm zamanlarin en iyi kadrosu olarak anacaktir..Bir baska efsane Uwe Seeler ile müthis bir forvet ikilisi olusturur, Beckenbauer ile birlikteligi ve uyumu zaten Almanyada saglamistir coktan ve her sey muhtesemdir ona göre.. En degerli golü süphesiz ki dört yil sonra Hollanda karsisinda atacaktir ama ona göre en güzel gol Ingiltere'yi 67.dakikaya kadar 2-0 yenik götürdükleri maci 2-2'ye getirip uzatma dakikalarinda kupanin disina cikaran ve macin galibiyet golü olan Gerd Müller yarim volesidir.. Müller bu golü hayatimin en güzel golü olarak yaftalayacaktir.. Italya ile ciktiklari yari final macinin uzatmalarinda bes golün atildigi yüzyilin macinda iki gol de Gerd Müller'den geliyordu ve bu onu finale götüremese de Turnuvanin gol krali yapmaya yetiyordu.. Ayni zamanda Gerd Müller Avrupada yilin futbolcusu secilir iken ilk defa bir Alman oyuncu bu ödüle layik görülüyordu.. Velhasil ofansif futbolun ayyuka ciktigi ve gerek eledikleri ingiltere gerekse de elendikleri italya macinin temposunu, heyecanini hicbir zaman unutmayacaktir. O en cok 1970 Alman milli takimini ve bu turnuvada oynanilan futbolu özleyecektir..
Dünya Kupasi sonrasi Bayern Ligi ikinci bitirir iken Müller 22 gol ile yine takiminin en cok gol atan oyuncusu oluyordu. Arkasindan Bayern Münih'in bugün Sampiyonlar Ligi olarak anilan Sampiyon Kluper Kupasina ambargo koymasi gerceklesir. Müller, üc kez üst üste bu kupayi Bayern Münih ile kaldirir iken hepsinde en cok golü atan adam olacaktir, ondan daha iyisi, daha cok gol atani ne takiminda ne de turnuvadaki herhangi bir takimdaki futbolcu olamaz..
Nasil ki 70 Dünya Kupasi öncesi 38 gol atarak o müthis arenaya Avrupa Gol Krali olarak gitmisse 1972 Avrupa Sampiyonasina ise daha da abartarak bugün hala gecilemeyen rekoru gerceklestirerirerek katilim gösterir. 1971/72 sezonunda oynadigi 33 mac icerisinde tam 40 gol atiyordu Gerd Müller.. Bayern Sampiyon olur iken o da Bundesliga ve Avrupa Gol Krali oluyordu.. Avrupa Sampiyonasini kazanan Almanya'nin ve turnuvanin yine en golcü oyuncusu Gerd Müller olur iken kendi yasamini, tarihini rakamlardan ibaret kilacak sekilde matematige ceviriyordu attigi goller ile..
Sayisiz goller atmasina, basarilarina ragmen en degerlisi dedigi hemen herkesin artik her karesini ezbere aldigi 1974 Dünya Kupasi Finalinde attigi her bakimdan belirleyici olan o goldür. Turnuva boyunca bir degil iki adam tarafindan tutulmus, Kariyerinin de zirve noktasidir. 70'de gol krali olmus, 72 yilinda Avrupa Sampiyonu ve 74'de de Dünya Kupasi..
1974 yilindaki o müthis finaldeki golden sonra eglendiler.. costular.. Lakin o bu eglencenin, bu coskunun adami degildi kesinlikle. Futbolun disinda futbolun hayatina olan diger yansimalari kabul etmeyen farkli bir karakteri vardi Gerd Müller'in. Yanindaki adam Real Madrid'e gider iken o 100 bin marklik Barcelona teklifini reddediyodu zira bu kadarisi bile fazlaydi ona aslinda.. Dünya Kupasi kutlamalarina Fedarasyonun futbolcu eslerini davet etmemesini bahane gösterip Milli takimi 28 yasinda o zaman Breitner ile beraber biraktigini acikliyordu. Sonradan Breitner geri dönse de o bir daha milli takima dönüs yapmadi zira onun bahanesiydi Fedarasyonun futbolcu eslerine olan tutumu.. Müller, futbolu sever, o dünya kupasindaki golü atmayi ister ama hepsi bu kadar. Resim aldatmasin, partilerden filan hoslanmaz, stres, sikinti onu yormustu ve bunun birazini alip karisina, cocuguna daha cok vakit ayirmak istedi. Sadece iki Dünya kupasi oynasa ve 28 yasinda Milli takim kariyerini sonlandirsa da onun attigi golleri gecmek icin dünya 32 yil daha Ronaldo'yu beklemek durumundaydi.. O..
Kaiser gibi degildi.. Birbirlerine zit karakterler iyi anlasirlarmis derler hep. Burada da hikaye biraz böyle. Kaiser ne kadar disa dönük, lider ruhlu ise Gerd Müller de o kadar ice kapanik ve sadece sahada yildiz olan bir karaktere sahiptir. Onlar beraber geldiler Bayern Münihe. Sepp Maier ile birlikte bu üclü sifirdan bir dünya markasi yarattilar. Geldigi günden beri oda arkadasligi yaptigi Beckenbauer onun icin biraz daha baskaydi. Hem saha ici hem de saha disinda bir dostluk söz konusu. Müller'i gerek Bayern Münih klubünde gerekse de Alman Milli takiminda en cok besleyen belki en cok verkaca girdigi adam Beckenbauer'dir. Bugün Müller oynasaydi muhtemelen daha cok gol atardi ama Beckenbauer o sekilde orta sahayi gecip Müller ile bulusamazdi belki ama o dönemin yavasligini ve adam adama savunmanin avantajini kullanip libero/defansif orta saha pozisyonundan Müller ile gol arkadasligi yapabiliyordu Kaiser.. Gerek verkaclari gerekse de hem klup hem de milli takimda yapilan oda arkadasligi nedeniyle aralarinda müthis bir dostluk ve uyum olusmustur. Onun takimdan ayrilip Amerikaya gitmesi
.. kariyerinde ilk ve son defa olmak üzere mac icerisinde oyundan cikarilmasindan on gün sonra Bayern'i birakip Mülller'in de Amerikaya Fort Lauderdale Strikers takimina gitmesine neden olmustur. 1979 Subat ayinda oynanilan Frankfurt macinda teknik adam Csernai onu erken bir sekilde oyundan cikardigi vakit artik takimin Müller'i istemediginin bir göstergesiydi ve o tek tek golleriyle insa ettigi efsane Bayern Münih'in gelecek planlarinda artik bulunmuyordu. Amerika ona artik yoruldugu futbol meslegini biraz daha part time yapma firsatini sunuyordu. Alti ay orada top kosturup alti ay Münih sehrinde tatil yapiyordu. Futbol oynadigi sürece aslinda her sey planladigi gibi mükemmele yakin bir hayati ona sunuyordu bir sekilde.Florida da en büyük hatam dedigi "Steak Restoranti" acan Bombaci kariyerini bitirdikten sonra restoranti kapatip ülkesine geri dönüs yapti.. Ne olduysa bundan sonra oldu..
Bosluga düstü.. Ne yapacagi hakkinda hicbir fikri yoktu. Muadilleri klup baskani ya da teknik direktör olur iken o imza dagitip ünlülerin katildigi turnuvalarda mac oynamanin disinda kalan tüm vaktini televizyon karsisinda gecirmeye basladi. Karisiyla olan kavgalari ve bu futbolsuz sikici hayatin icerisinde icki, onun en yakin dostu oldu. Onu aslinda ilgisizlik ya da "unutulmusluk" degil daha cok "futbolsuzluk" vurmustur. Hicbir zaman daha fazla ilgi, oldugundan daha fazla hatirlanmak gibi bir derdi olmadi. Kariyerinin zirvesinde iken millli takimi birakmis, cesitli astronomik teklifleri reddetmis bir insanin her seyi sadece futbol oynamak ve gol atmak üzerine kuruluydu.. O tutku olmasa daha icerisinde de golü o denli tutkulu bir sekilde isteyemez, düsünemez ve bugünlere de gelemezdi kesinlikle.. Beckenbauer Amerikaya Almanyada yasadigi vergi sorunu ve daha cok para kazanmak icin giderken Müller, Amerika Güney Liginin ekndisine sundugu alti ay futbolun yaninda alti ay tatil nedeniyle gitmistir.. Ve fakat her sey bittigi anda ne yapacagi konusunda bosluga düsüp bunalima girer.. Neredeyse karisi dahil her seyini kaybedecek noktada alkolik bir sekilde gezinir iken basta Hoeness olmak üzere Beckenbauer gibi arkadaslari yani Bayern ailesi ona yardim elini uzatti. Önce dört haftalik bir alkol tedavisine ikna edildikten sonra tam anlamiyla iyilesip
Hoeness tarafindan Bayern Klubünün kaleci antrenörü olarak ise alindi. Klup icerisinde cesitli görevlerde bulunduktan sonra bugün Bayern amatör takiminin yardimci antrenörü olarak görev yapiyor ve 2010 yani bu sene 65 yasinda emekliye ayrilmayi düsünüyor..
Nasil bir Golcü ?
Her ne kadar Yüzyilin Maci olarak addedilen 1970 Dünya Kupasi yari final macinin uzatma dakikalarinda Müller'in attigi iki gol sonrasi spikerin "tipik Müller golü iste budur" söylemi olsa da ben daha cok onu en iyi anlatan gollerin 26 Mayis 1972 yilinda Münih Olimpiyat Stadinin acilis maci olan Almanya-Rusya macinda attigi gollerini görüyor ve buraya aktariyorum zira benim icin "tipik" Müller golleridir hepsi.. 49 ve 65.dakikalar arasi, yani 16 dakika icerisinde dört gol atmayi basarmistir bu macta..
Gerd Müller'in kariyeri boyunca attigi saysiz gollerin en önemli özelligi oldukca siradan olmasidir. Elebtte muhtesem voleler, Atletico'ya oldugu gibi muhtesem asirtmalar da var ama ortalamasina baktiginiz vakit pek cogu siradan, olagan gollerdir. Basit bir vurus ve hatta topu kaleye dürter, vurmaz. O kafasi, kolu,bacagi, kici, omzu yani vücudunun bütün organlariyla gol atmis bir adamdir. Gözü toptan mac icerisinde bir saniye dahi ayrilmaz ve bugün bu icgüdüye sahip olup böyle son vurus özelligi olan bir golcünün cok daha fazla gol atacagina inanir insanlar.. Zira gecmiste oldugu gibi basinizda bir belletmen misali adam markaji uygulayan defans ve libero ikilisi yoktur, sistem bugün icin Gerd Müller'in cok daha fazla gol atmasini saglar..
Aniden döneceksiniz, sürekli olarak rakip defansin-kalecinin olasi hatalarini gözetleyip bunlari degerlendirmek icin orada, dogru yerde olacaksiniz.. Düsünürseniz pozisyon coktan gecip gitmistir, düsünmeden sadece gole yönelik eylem yapacaksiniz, Gerd Müller böyle bir seydi. 89 dakika boyunca onu cok iyi tutabilirsiniz ama gözünüzün önünden bir saniye icerisinde kacip o yine golü atacaktir, böyle bir icgüdü, böyle firsatciligi doguran bir takipcilik bugün hicbir golcüde yoktur ve belki zamaninda eliyle Avrupanin Gol Krali ödülünü verdigi Tanju Colak, Gerd Müller'de olan firsatciligin ve golcü icgüdüsünün sadece ceyregine sahip olarak bunu basarmistir..
Önemli olan "nasil" oldugu degil o topun iceriye girmesidir. Herkesin golden ümidini kestigi bir anda sahneye o cikar. Cokca zaman hic kimsenin golü beklemedigi o dar alanda ne yapip edip golleri atip takimini galibiyete sürüklemistir. icgüdüsünü betimlemeye gerek yok ve fakat takipciligi, gözünün sürekli topda olmasi ve kalecilerin, defans oyuncularin hatalarina olan konsantresi bugünün golcülerinde kendisinin eksik buldugu yetenekten ziyade bakis acisidir.
Filipo Inzaghi, onun en büyük hayranidir ve ona en cok yaklasan oyuncudur da. Bugün onun bu piyasada gecmisteki futbol ortamindan cok daha fazla is yapacagini, cok daha gol atacagini ve yaklasik degerinin 100 milyon euro oldugunu belirtir. Lakin bu mümkün müdür ki ? Daha fazlasi olabilir mi buna da bakmak gerekir..
Istatistiksel acidan Gerd Müller.!
Daha önceden de söyledigimiz gibi 68 golü 62 milli macta atmayi basarmistir. Ondan daha iyisi mac sayisi göz önüne alindiginda Fontaine'i bir kenara birakirsak sadece altin kafa macar Sandor Kocsis.. 427 Bundesliga macinda 365 gol atmistir. Tam 7 kez Bundesliga gol krali olur iken her zaman takiminin en cok gol atan oyuncusu olmayi basarmasi bir yana 1971/72 döneminde bir sezonda attigi 40 gol bugün hala Bundesliganin gecilemeyen rekorudur. (Arkasindaki isim o sezon 22 gol atmistir ). Bir sezonda en cok gol atan isim odur, en cok gol atan ikinci isim de odur. (1969/70 sezonunda 38 gol ) ücüncü isim de yine odur. (1972/73 sezonunda attigi 36 gol) 12 sezon boyunca gol kralligi listesinde Bundesligada ilk üc icerisinde yer alan tek golcü yine sadece odur. Almanyada 30 gol barajini sadece bir kez olmak üzere gecen 4 futbolcu vardir (Heynckes,Uwe Seeler,Lothar Emmerich, Dieter Müller) ve fakat Gerd Müller bu baraji tam 5 kez gecmistir. En az 20 olmak üzere oynadigi mactan daha fazla gol atmayi tam 5 kez (1969/70, 1971/72, 1972/73, 1975/76, 1976/77) basarmistir. Gecen sene sadece Grafite, bu kategoriye 25 macta 28 gol atarak kendisini eklemistir. Sadece 2 Dünya kupasinda oynamasina ragmen attigi 14 gol, Ronaldo tarafindan 2006 yilinda gecilesiye kadar tam 32 yil onu Dünya Kupasi tarihinde en cok gol atan oyuncu yapmistir. 1970 yilinda attigi 38 ve 1972'de 40 lig golü Avrupanin En cok gol atan oyuncusu yapmistir. Katsayisi o dönem olmadigini düsünürsek tüm Avrupa Ligleri icerisinde en cok golü atan oyuncu konumunda olmustur. Bugünkü adi ile Sampiyonlar Ligi olan turnuvada tam 4 kez gol krali olmayi yine o basariyordu.. Edmund Conen ile beraber Dünya Sampiyonasinda hattrick yapan iki alman oyuncudan birisidir. Velhasil o golcüdür, nasilligini tartisabilirsiniz ya da kendi kriterlerinize göre estetik bir yargi koyabilirsiniz ama ondan daha iyi bir golcü olmadigini ben bugün cok iyi biliyorum..
Dogdugu kasaba ona stadin ismini bahsetmis.. Sayisiz ödüllere, en iyi yüz, en iyi on en iyi efsane onbir gibi secimlerde hep onun ismi olmustur. Lakin en önemli vurguyu da Franz Beckenbauer yapmistir.
"Bugünkü Bayern Münih'in temelinde onun golleri vardir ve biz onun golleri sayesinde bugünkü konuma ulasabildik. O olmasaydi Bayern Münih efsanesi de olmazdi"
Robben: O Özel Birisi..
" O cok özel birisi ve onun kendisine has basin aciklamalari vardir. Her zaman burada bir sey olur. Bu sekilde ilgiyi ve baskiyi takimin üzerinden cok güzel bir sekilde alir Jose Mourinho. Herhangi bir takimi cok kolay bir sekilde savas makinesine cevirebilir. Mourinho'nun icerisindeki konusmanin cok uzun sürdügü mac hazirligi muhtesemdir ve onun taktik plani her zaman iyidir. Biz Chelsea ile her seyi kazandik, FA Cup, Carling Cup, Super Cup, iki kez Premiere Lig Sampiyonlugu v.s. Sadece Sampiyonlar Ligini alamamistik.."
Robben'in mac öncesi Spiegel'e verdigi güzel röportajin Mourinho sorusuna verdigi cevaptir. Ayni zamanda Van Gaal'in "kibir" olarak algilanan yorumuna karsilik " Onun oyunculari korumasini seviyorum" cevabinin bir baska anlatimidir..
Bayern Defansi.!
Sezon basi Lucio'nun bosta oldugunu ögrenen Mourinho emir verir: Hemen alin.! Lucio Inter'e gider.. Lucio Inter'e degil de misal Galatasaraya gelip kötü bir performans ortaya koysaydi dahi bu Van Gaal'in hata yaptigi gercegini degistirmezdi. Van Buyten ve Demichelis'i toplayip ikiyle carpsaniz dahi Lucio'ya ulasamazsiniz. Leverkusen'den bu yana inanilmaz istikrarli bir performansi vardir. Onca yildir ben Lucio'yu seyrederim, kötü oynadigi mac en fazla ileri ciktigindan dolayi yarattigi bosluktan yedirdigi goldür ki bir ya da iki tanedir sezon icerisinde..
Van Gaal bu blogda verdigim röportajlarinin icerisinde "yasli" Bayern'de dengeyi saglamak icin Lucio gibi yasli futbolcularin gitmesini istemis. Kesinlikle katilmiyorum zira Lucio Van Gaal'in oyunculara yerlerinin garanti olmadigini söylemleriyle hissettirmek ister iken verdigi örnegin icerisinde "Lucio" oldugu icin onca yilin arkasindan brezilyali defans oyuncusu bu "saygisizligi" kabul etmemis ve gitmek istemistir. Yillar yili hava kosullarindan dolayi Italya ya da Ispanya'ya gitme hayalleri kurup da gidemeyen Lucio biraz da bu yaklasimi büyütüp iplerini koparmistir Bayern takimiyla ve fakat istenilseydi kesinlikle kalirdi.
Final maci en önemli kanittir ama sezon basindan bu yana Bayern gol yemeden cok fazla mac kazanamiyor. Manchester'in daha macin basinda üc gole ulasmasi muhtesem bir baskidan dolayi degil ayni zamanda kimse olmadigi icin bir sene önce amatörde oynayan Badstuber'in sol bek oynamak durumunda kalmasi ve tandemin sürekli sakatliklardan dolayi ortalama performansina dahi ulasamamasidir da . Daha da önemlisi sol bek ve tandemin pozisyon bilgisine sahip bir yedegi dahi olmamasidir.
Bu eksiklik ayni zamanda amatör takimdan Contento,Alaba gibi isimlerin yukariya tasinmasina neden olmustur zira tandemin sezon basi yedegi Badstuber sol beke kaydirilmis ve iki defansin olasi sakatliginda yedeksiz bir sekilde sezonu tamamlamistir. Olasi bir sakatlik esnasinda Badstuber tandeme gecer iken 17-18 yasindaki isimler (Contento-Alaba) sol bek oynamak durumunda kalmistir zira Breno'nun da devre arasi kiralanmasi her seyi daha da zorlastirmistir.
Tüm sezon boyunca cekilen sikintilar ortada iken böyle uluslararasi tecrübesi üst seviyede olan, istikrarli bir defansi siz satiyorsaniz ve karsidaki teknik adam bu hatayi muhtesem bir sekilde degerlendiriyorsa galibiyet ya da yenilgi tek basina defans yapmaktan ya da hucum etmekten dolayi degil böyle ayrintilar sonucu da belirleniyor ki ben bu hatayi "kücük" olarak nitelendirmiyorum. Bu gereksiz gollerden dolayi bireysel yetenegi olan oyuncular, iyi oynadiklari maclari kurtarmak durumunda kalip basariyi "takim" olgusundan en azindan görüntüde "bireysel yeteneklere" kaydirmistir, öyle olmasa dahi.. Robben cokca kez takimi degil Van Gaal'in hatasini kapatmistir..