26 Kasım 2011

Madrid derbisi!



Bir başka güzel derbi de bu akşam budur. Real Madrid-Atletico Madrid..

Nurive Hamit de oynarsa bu derbide Türkler maça damgasını sahadaki varlığıyla dahi vuracaktır. Bir yanda Mesut,Nuri,Hamit diğer yanda Arda..

Nerden bakarsan bak keyifli bir doksan dakika.. İple çekiyoruz.. Maçlar da bugün şansıma çok güzel sıralanmış..

bugünkü Programım şöyle:

14:00 Bundesliga II konferans (internet)

16:30: Dortmund Schalke(TRT haber)

19:00 Galatasaray - Sivasspor (Lig TV)

21: Real Madrid- Atletico Madrid(NTV Spor)

1997!


1997 yılı aslında Ruhr bölgesinin en verimli ve şaşalı dönemiydi. Birbirlerine 40 km uzaklıkta olan iki takım iki avrupa kupası kaldırmıştı. Schalke bugün de takımın başında bulunan Huub Stevens ile UEFA kupasını kaldırır iken Dortmund finalde Juventus'u eleyerek Hitzfeld ile şampiyonlar ligi şampiyonu oluyordu.. İki kupa da bu derbinin iki tarafına gitmişti. Bir sonraki sezonun ilk devresinde karşı karşıya gelen Schalke ve Dortmund maçını efsane konumuna getiren ise maçın uzatma dakikalarında atılan gol... İzleyin, görün..

Dortmund - Schalke!



Dortmund ile Schalke yani Ruhr derbisi keyiflidir. Her iki kulubün de taraftar sayısı inanılmaz rakamlarda olduğundan dolayı kayda değer en önemli Bundesliga derbisi de budur. Zaten bu bölgenin takımlarının kendi aralarında yaptığı maçların heyecanı ve önemi diğer bütün eyaletlerden daha fazladır. Rostock-St.Pauli'yi bir kenara bırakırsanız kuzeyde bir barış havası içerisinde geçer maçlar.. Burada ise tam anlamıyla savaş..

Dünya futbol tarihi içerisinde hak ettiği saygınlığı derbisel bazda edinememesinin temel sebebi aynı anda uzun süre zirvede yer almayı başaramadılar. Juventus-Torino ya da Bayern München - 1860 München'den farkı da taraftarların başarıdan bağımsız takımlarını destekleyerek büyük kulüp olma özelliğini sürdürmeyi başarmalarıdır.

Schalke'nin güzel zamanlarında Dortmund yoktu ya da tersi. Ki Schalke 80'li yılların asansör takımlarındandır nazi döneminin daimi şampiyonu olduğu gibi.. Dortmund da tersi işte..


Artık her iki takım da güçlü ve Bundesliganın zirvesinde yer alıyorlar. Dolayısla maçları daha bir heyecanlı daha bi güzel.. Dün Schalke şampiyonlar liginde yarı final oynar iken bugün de Dortmund bu ligde top oynuyor. Bugün birisi ikinci diğeri üçüncü.. Dahası yatırımlarını iyi yapıp geleceğe doğru daha emin adımlarla yürüyorlar ve bu çıkışlarını devam ettirebilirlerse keyif artar ama burası Bundesliga. Bayern harici her kulüp her an düşme potasında kendisini bulabilir.. Şimdilik hazır zirvede yer alıyorlar iken tadını çıkaralım derbinin..

16:30'da!

Dortmund: Weidenfeller - Piszczek, Felipe Santana, Hummels, Schmelzer - Leitner, Kehl - M. Götze (Perisic), Kagawa, Großkreutz - Lewandowski

Schalke: Unnerstall - Uchida, Papadopoulos, Matip, Fuchs - Jones, Holtby - Baumjohann, Raul, Draxler - Huntelaar

Bugünkü maçta ne olur derseniz beraberlik derim.. 1-1!

Badstuber'in bisiklet ile imtihanı..


Müller kopuyor elbette ama gülmemek mümkün mü yaa.. benim önümde gerçekleşecek şu olay.. affetmem!

Sıradanların en mükemmeli!



Belki de kendi tuttuğum takımda görmek istediğim ilk futbolcu. Kimdir bu çocuk derseniz..

Thomas Müller.

Doğuştan gördüğünüz gibi Bayern'li. Futbolu içgüdüsel olarak biliyor, öyle doğmuş. Kendisi de saha içerisinde nereye ve ne zaman koşması gerektiğini inanırım ki anlatamaz,uygular daha çok. Onu tutmak mümkün değil. Yeni ve herkes tarafından göklere çıkarılan bu Almanya'nın temel direği konumunda. Tüm kombinasyonların vazgeçilmezi. Saha içerisinde TT Arena'daki maçın ieçrisindeki penaltı pozisyonunda da gördüğünüz gibi nerede ne zaman olacağını kimse bilmiyor. Bilinen şudur ki kendisini çok kolay bir şekilde kaybettiriyor, unutturuyor. Golü koklaması bakımından Gerd Müllervari bir içgüdü söz konusu. Dahası atakların oluşumunda o an içgüdüsel olarak bulunduğu konum ve zekasıyla payı çok büyük. Hemen herkes Mesut'un oyun zekasından bahseder ama onu bu konuda da unuturlar.. Maradona'nın onu inanılmazı başarmasına rağmen basın toplantısında tanımayıp kovması, genel görüntünün karikatürize edilmiş halidir sadece.

Onu aslında her yerde unuturlar. Tüm bu başarılarına rağmen asla bir Mesut ya da Götze değildir.

İşte bu yüzden bu oyuncuyu isterdim ben..

Amatörden çıkıp sekiz ay içerisinde Şampiyonlar Ligi finali oynayıp bir yılı doldurmadan dünya kupasında gol krallığına erişen bir adam. Belki o olsaydı Almanya'nın İspanya'ya karşı daha fazla şansı olmaz mıydı? Bugün baktığımda Dünya kupasında atılan neredeyse bütün gollerin içerisinde bu adam var. Oyun zekasının yanında golcülüğü ve çalışkanlığı da inanılmaz. Öyle bir oyuncu ki takım savunmasına yaptığı o inanılmaz katkı bir yana dursun hücuma kattığı çeşitlilik ve çok yönlülüğün doğurduğu çok fazla seçenek oynadığı takıma sınıf atlatıyor.

Başka açıdan doğuştan Bayernli. 2011'de biten sözleşmesi esnasında bugün istesinler 20 yıllık imzayı şu an atarım demiş ve herkesin gündeminde olduğu o kısa dönem içerisinde 2015'e kadar uzatmıştır sözleşmesini. 2009'da 20 yaşında evlenmiş, sakin bir hayatı var. Ne yaparsa yapsın manşetlere çok girmez, isteyeni de çok olmaz, sözleşmesi de bir ömür..

Daha ne istersiniz ki ? En olmadık yerde çalımı atar, şutu çeker, golü atar ve ön oyuncusu olmasına rağmen takımın her daim en çok koşanı, mücadele edeni de Müller'dir. Çizsen yaşını, yeteneğini, karakterini.. Böyle bir oyuncu çıkar ortaya. Götze, Mesut kadar pohpohlanmaz belki ama oynadığı ve oynayacağı her takıma katkısı "en az" bu ikisi kadar olur..



Bayern München'in ve Almanya milli takımının vazgeçilmezi, dünya kupasının da gol kralı olsa da böylesine sıradan kalabilmek inanılmaz..

Mourinho'nun yardımcısı Guardiola!



Az önce okuduğum haberin özeti şuydu:

Frank Rijkaard'ı gönderen Barça'nın o ara dönemde teknik direktör adayları arasında Mourinho da varmış. O dönem ikinci başkan olan Marc İngla çok ciddi değildik belki ama danışmanı ile beraber bir görüşme oldu diyor. O görüşme içerisinde efendim Mourinho kendisini harika bir şekilde sunmuş ve 4-3-3'ü nasıl geliştirmek istediğini PowerPoint sunumuyla ayrıntılarıyla anlatmış.Dahası yardımcı adayları da şöyle: Guardiola, Luis Enrique, Sergi Barjuanve Albert Chapi Ferrer..

İşler biraz başka ilerlese Mourinho teknik direktör ve Guardiola da yardımcı antrenör olabilirmiş.

İngla'ya göre Mourinho'nun olmamasının nedeni medya ile olan ilişkisinde bir değişikliğe gitmeyeceğinde ısrar etmesi olmuş. Mourinho eskiden nasılsa ileride de öyle olacak diye belirtmiş ve bu sanırım seçimi kolaylaştırmış.

Bugün diyorum ki olabilecek en iyi şekilde olmuş her şey bu iki isim adına.

Hem Mourinho kendisini teknik direktör olarak tüm dünyaya ispatlayabilecek gelişim içerisine girdi hem de Guardiola belki de dünyanın en iyi kariyerine sahip iki üç teknik adamdan birisi oldu.

Güzel oldu böyle..

24 Kasım 2011

Baba & Kız #2



Ribery'nin kızının ismi Hiziya..

İlginç isimleri severim ama her şeyden öncesi kız çocuklarına bayılırım. Lakin bu çocuk başlı başına..

Hiziya Ribery!

Benziyorlar ?



Hakkaten benziyorlar. Cek nikılsın abi ile Huub Stevens..




Mr.Burns ve Martin Kind..



Ronaldo.. Eh işte.




Arsene Wenger ile okul müdürümüz Skinner..



Tupac -Anelka..



Bu nedir arkadaş ya? Şu hayvanı görünce Mourinho'ya benzetecek ya da tersi nasıl mümkün olabilir.? Bu işin başlangıç aşamasını merak ediyorum.. "Dur lan dur aynı Mourinho ?" :)

Schweinsteiger vs Hamann


İkisi de Bayern'de oynuyor: Birisi futbol diğeri basketbol.. Ama Schweinsteiger burada da işi bitiriyor.

Boris Becker vardı böyle. Çocukluğunda hem futbola hem de tenise aynı derecede yetenekliymiş. Bayern fanatiğidir o da.. Tenis'i seçmiş. iyi ki Tenis diyoruz bugün. Schweinsteiger de böyle. Pek çok spora yetenekli.. Görüldüğü üzere burada da fena değil..

Schuster Röportajı!



-Antrenör olarak disiplinsiz oyunculara karşı nasıl tavır alıyorsunuz?

Bu onların hangi özellikler taşıdığına, yeteneğine bağlı.Madrid'de mesela örnek olarak Guti'yi alabiliriz. Ben onun "sefa pezevengi" olduğunu biliyordum ama futbol olarak katkısı da çok fazlaydı.Bu yüzden benim takımımda yerinin garanti olduğu konusunda ona söz verdim.

-Başaracağına olan güveninizin kaynağı nedir?

Guti'nin ona olan güvenimin karşılığını geri vereceğine inanmıştım.Onun mentalitesini tolere edebiliyordum ki 30 yaşında olan bir adamı değiştirmeye çabalamak da çok anlamlı değil.Başlarda kendisine karşı duyulan bu güven duygusu karşısında ne yapacağını bilemez haldeydi.Süper Kupa'da onu oynattım ve Guti artık 60'lı dakikalara geldiğinde çıkarılmaya alışmıştı. değişiklik olacağını gördüğünde hemen kenara geldi ama "Guti sen çıkmıyorsun sahaya dön" dediğimde de sersemledi.

-Siz de aslında futbolculuk zamanında partiboy değildiniz.

Yok değildim çünkü ben çok erken yaşta evlendim. 23 yaşımda iken üç tane çocuğum vardı.Yine de Guti gibi oyuncuların da olacağını, onlara biraz özgürlük verilmesi gerektiğinin farkındaydım.

................

11Freunde Bernd Schuster ile çok uzun ve fakat bir o kadar da keyifli bir röportaj yapmış. Guti olan kısım ilgi çekiciydi ama diğer detaylar da güzel aslında.

Sırf canı sıkılıyor diye antrenörlük diploması almış. Aynı şekilde o dönemlerde misal Motor ehliyeti de aldım hiçbir zaman motorsiklet sürmeyeceğimi bile bile diyor. Maçtan kaçısının arkasında antrenörünün ona olan oyununu anlatıyor. Aslında Barça değil de Bayern'e gitmek istediğini amma velakin Köln'ün koyduğu 3.5 milyon marklık bonservis bedelinin çok fazla olması nedeniyle önce Amerika diyor ve burada vize sorunu çıkınca da Barça... Sonrasında milli takım sürecini ve Bundesligadaki imajı filan derken konu Maradona'ya da geliyor..



-Sizin oynadığınız en güçlü takım hangisiydi?

1988 ile 1990 arası Real Madrid. Her mevkisi ileriye doğru oynayabiliyordu. Butrageno, Martin Vasquez, Hugo Sanchez.Ben o takımın defansif kısmıydım, bu size bir şeyleri anlatır sanırım.

-Diego Marado ile beraber oynadığınız Barcelona ?

Sadece biz ikimiz büyük başarılar için yeterli değildik. İnsanlar ikimizin verkaça girip orta sahayı geçip tek başımıza gol atabileceğimizi düşünüyorlardı ama futbol bu kadar basit değil. Diego elbette inanılmaz bir oyuncuydu ve benim de etkim söz konusuydu ama geride kalanlar büyük bir takım olmak için yeterli değildi.

-Maradona ile beraber oynamak nasıldı?

Bu aşırtma ya da bu pas nasıl bana geliyor diye beni sorgulamaya götüren çok nadir futbolculardan birisiydi. Ben önde boşa koşu gerçekleştirir iken o pas bir şekilde yoktan yaratılıp önüme düşerdi ki bu çok güzel bir duyguydu.

-Özel hayatta nasıl anlaşırdınız ?

Mükemmel ve hatta biz aynı odayı paylaşırdık onunla. Lakin yaşam biçimimiz ateş ve su kadar birbirlerine zıttı. Ben saat on dedi mi ışıkları söndürürdüm o yatakta oturur "bernardo, şimdi ben ne yapacağım, uykum yok benim" derdi ve diğerlerinin odasına gider, sabaha karşı 3-4 gibi gelirdi.

-Onu disipline etme çabanız oldu mu?

O bir Arjantinli, Alman değil. Bunun üzerine biz çok konuştuk. "Diego, sen de Alman'ın yüzde 30 disiplini olsaydı sana kimse bir şey yapamazdı." Onun ayağında top varsa iki saat boyunca yorulmak nedir bilmeden oynayabilir ama kondisyon çalışması ona en büyük cezaydı.


Uzun uzun iki bölümde işlenilen röportajın içerisinde Madrid harici deneyimleri konuşulmuyor.Sorular daha çok futbolculuk dönemi ve genel Schuster imajı üzerinden gidiyor. Lakin bir yerde Türkiye ve Ukrayna konu ediliyor. Bir daha asla tercüman ile ilişki kurarak çalışmak istemediğini söylüyor. Ben bunu rusya deneyimi sonrası Michel Laudrup'un röportajında da buraya aktarmıştım. "Rusya'da çalışman demiyorum, dilini bilmediğim ülkede çalışmam" demişti. ileride tekrardan bu konuya değineceğiz..

Wenger & Klopp!



Hep bir benzetme yapılır ya.. Bence en çok birbirlerine benzetilmeyi hak eden ikili Wenger ve Klopp'tur.

Dün iki takımın karşılaşmasını izledim ve benzerliklerin ne kadar fazla olduğunu gördüm.

Arsenal ve Dortmund takımında oynayanların yaş ortalaması nedir? Bu oyuncular bu iki kulube gelmeden önce tanıyanların sayısı nedir? Transfer ettiği oyuncuların yaş ortalamasından oynattığı futbolun içeriğine kadar.. Genç, teknik ve kombinasyon futboluna yatkınlık derken Watzke de bu benzerliği kabul ediyor ama ufak bir farkla diyor.. Onlar futbolcularına senelik 100 milyon yatırım yapabiliyor ama biz sadece 40!

O kadar da olsun.. Premiere ligin her kulübü ekonomik açıdan Bundesligadaki hemen her kulübe oyuncu yatırımı konusunda en az 3 katı fark atar.

Dün iyi başladı Dortmund ve fakat Götze ve Bender'in ilk yarı bitmeden sakatlanıp oyundan çıkması işini zorlaştırdı. Song'un muhteşem asisti, RVP'nin formu Arsenal'i galibiyete götürdü. Bir başka sorun ise Dortmund'u burada yenilmez yapan o presin benzeri de Arsenal'deydi. Hülasa Wenger eşleşmelerden galip çıkan taraf olur iken başka açıdan Dortmund'un kendi evinde dört gol atması durumunda kaderi de Arsenal'in yenilmemesine bağlı olacaktır.

Elbette beklentimiz odur ki Klopp'un da Dortmund'da on yıllarca boyunca çalışması.. Şu kesin ki Arsenal'in futbol oynama biçimi ve kulup yönetim şekli nedeniyle Bundesliga şubesi şu durumda Borussia Dortmund..

Philipp Lahm: Der feine Unterschied!


Sonunda geçti elime!

Biraz da teknik adamlara salladığı için Almanya'da daha yayımlanmadan kopardığu fırtına nedeniyle en çok satan spor kitabı ünvanına ulaştı.

Benim için olabilecek en iyi futbol kitabı futbolcunun ya da teknik direktörün yazdığıdır. İster biyografik ister başka başka anıları. Üstelik burada gerçeği de onların kurgulaması gerekmiyor zira o kadar samimi oluyorlar ki futbol dünyasına ait değerleri okuyarak keşfedebilirsiniz..

Kabaca her antrenör benzer idmanları yaptırıyor diyenler bu kitabı okumalıdır zira Lahm Rudi Voller'i, Klinsmann'ı (henüz daha burya gelmedim) öyle bir eleştiriyor ki bu kitabın yayımlanmadan çıkardığı gürültünün nedeni de zaten bu oluyor. Misal kabaca birinde taktik idmanları video analizleri, rakibi inceleme ve pozisyon bilgisinin çalışmaları öyle ayrıntılı çalışılıyor ki anlat anlat bitiremiyor. Diğerinde ne bir rakip analizi ne de içerikli antrenmanlar yaptırıyor ve haliyle gruplardan da çıkamadan geri geliyorlar gibi..

Keyifli olanı ise.. Lahm ile olan Sabri'nin mücadelesi. Lahm genelde bizim takımdan Hamit hariç iki ismi ezberlemiş anladığım kadarıyla. Semih ve Sabri. Diğerlerini anlatırken "Türke" ama bu isimleri ise unutmuyor ki nasıl unutsun?


" Artık Türkler baskı yapamıyordu ve iki takım da önemli pozisyon bulamıyordu.

ve 86.dakika gelir..

Türkler atağa kalktı. Birazdan yapacağım hatanın başlangıcında ceza sahasına kadar gelen Türklerin ortanın sağından gelen hücumcusuna hiçbir şekilde müdahale edilmemesi sonucu benim ceza alanını rakibe kapatmak üzere yerimi terk edip rakip oyuncunun üzerine doğru hamle yaptım.Kenar artık bensiz savunulmak durumundaydı.Türkler o gece gününde olan Sabri Sarıoğluna oynadı ve işte şimdi ben baskı altındayım. Küçük bir depar ile hemen topun arkasından Sabri'ye doğru ilerledim. Tam aut çizgisinin orada iken topu orta yapacakmışçasına sola çekti ama yapmadı, vücudunu kullanıp topu tuttu. O karambolde topu almak için hamle yapar iken o topu solumdan kendisi sağımdan geçip çizgiye indi ve Semih'e ortalad..top Lehman'ı geçip gol oldu.

Lehmann pek iyi görünmüyordu golde ama ben ondan daha kötü görünüyordum.Bire birde her zaman ikili mücadeleyi kaybedebilirsiniz ama böyle bir maçta tam da böylesi bir zamanda olması çok kötü oldu.Her ne kadar oraya gelesiye kadar pek çok hata olsa da Sabri'nin benim üzerimden yaptığı o güzel asistinde payım hepsinden fazlaydı, gol benim yüzümden yenildi. Herkes de bunu gördü.

Tam bu anda kendimden utandım..Yere çöktüm, kollarımı havaya kaldım ve çimlere dik dik baktım.. Daha yeni kesilmiş çimler, üzerinde delikler, krampon çivilerinin koparttığı çimler.

Bu sinir ve kızgınlığın beni nasıl yeniden kaldırdığına şahit oldum ve yapılan hatamı düzeltme şansına sahip olabileceğimi hatırladım.

3 dakika sonra o şansı yakalayacaktım..."

O değil de ilkokuldayen Osmanlı'nın ilerleme ve duraklama dönemine kadar Tarih derslerini can kulağıyla dinler, sonra sallamazdım. Burada da durum değişmiyor, buraya kadar olan kısım güzel, gerisini zaten biliyoruz değil mi?:)

Interview Philipp Lahm und Hamit Altintop

Lahm kitabında buraki röportajı da anlatır. Burada gördüğünüz kesilmiş sahnelerdir.

2012 Elemelerindeki Berlin'de oynanacak olan Almanya maçı öncesi Berlin'de yaşayan onbinlerce Türk'ün de olduğu düşünülerek Fedarasyon ortamı yumuşatmak ve barış dolu mesajların verilmesi için Bayern kulubünden Hamit ve Lahm ile röportaj yapmak için izin istiyor ve her ikisi de kabul edince bir röportaj gerçekleştiriliyor. Sonunda bu Berlin'de pek çok yerde gösterime konulacaktır v.s.

Lahm kitabında bir bölümü de buraya ayırmış.

Entegrasyon sorusu aslında ilk Lahm'a Bayern üzerinden soruluyor ve o da bu multi-kulturel biraradalığın nasıl keyif verdiğini Ribery'den başlıyor Mesut'a kadar götürüp pası da Hamit'e veriyor gol atması için. Lakin Hamit benim başladığım yerden gitmiyor ve ben bunları söylememişim gibi çok başka şekilde ele alıyor diye anlatıyor kitabında. Efendim milli takımı kalbiyle insanın seçmesi gerektiğini v.s diye devam ediyor ki bunlara katılmamak mümkün değil ve fakat iş Mesut'a geldiğinde onun Almanya seçimini anlamadığını diye devam eder iken az daha kavga ediyorduk diyor. Elbette bu sahneler makaslanıyor ve fakat iki gün sonra Hamit hepimizin bildiği gibi Süddeutsche Zeitung'a o malum röportajını veriyor.

Nedir derdi ?

"Onlar kariyeri için seçti ama ben kalbimi dinledim bla bla". Adama da sorarlar, sen acaba Almanya'nın gündemini seçiminle bir kez olsun meşgul ettin mi? Ki sen Mesut'un babasının kuşağısın v.s. v.s.

Hamit'in röportajlarında kendisi öne çıkarır ve övgüyü alır iken geride bıraktıkları da hedeftir. İster milli takım maç sonrası "bana bakın ben fitim ama diğerleri" desin.. isterse yine "bana bakın ben kalbimle ama onlar kariyerleri için bla bla " desin. Nagatif enerji, kendisine gelebilecek olan övgüleri görüp diğerlerini zor durumda bırakmak..

Dersiniz ki Almanya'da bu normal. Değil arkadaşım.. Normal değil. Lahm burada onu anlayamadığını ve bu tavrı karşısında çok şaşırdığının altını gayet güzel çiziyor. Dahası Fedarasyon da zaten bu konuşmaları kesip atıyor zira bu normal koşullar altında barış mesajı olması gerekir iken ekstra alaman türklerini Mesut'un üzerine salmak ya da Almanya'yı seçenleri zor durumda bırakmaktır.. ki bırakmıştır da..

Ki bu da benden ona selam olsun, 2008'deki Spiegel'e verdiği röportajdan bir soru ve bir cevap:

SPIEGEL ONLINE: Ihr Bruder hat schon vor einiger Zeit angedeutet, dass er keine richtige Akzeptanz in der Nationalmannschaft spüre, von den Kollegen scherzhaft "der Deutsche" gerufen wurde. Kann die Nicht-Nominierung auch damit zusammenhängen? (halil diyor.. kardeşiniz milli takımlarda kabul edilme sorunu yaşadığını ve arkadaşlarının onu "almancı" diye çağırdığından bahsediyor. Bu performansına ve kadro dışı bırakılmasına etki etmiş olabilir mi?)

Altintop: Halil ist immer fleißig. Das weiß und schätzt Terim. Aber Sie haben Recht. Es gab da einen Wackelkontakt in einem Verbindungskabel zwischen ihm, der Mannschaft und dem Trainer. Deshalb konnte Halil seine Leistung nicht hundertprozentig abrufen.

(Halil her zaman çalışkandır diyor ama neden bu soruya bununla başlıyor anlamış değilim. Terim de bunu biliyor diye devam ediyor.Sonra haklısınız diyor.. antrenörü,arkadaşları ve Halil arasındaki sorunu kabul ediyor, bu yüzden performansının yüzde yüzünü gösteremedi diyor, haklısınız diyor..)

Lahm'ın kitabına ileride daha sonra sık sık değineceğiz.. Hayırlısıyla bir bitirelim..

Basti & Sarah



Şimdi burada duruşu, tavrı ve giyim kuşamı nedeniyle Basti'ye bir benzetme yapacağım ama ayıp olacak gibi.. Sarah her zamanki Sarah..

Kaptan'ın Dönüşü!



Ligde fırtınalar estiren Dortmund'un aksine çeyrek finali garantileyen inişli çıkışlı grafiği ile Bayer Leverkusen oldu. Üstelik bu performansın içerisinde "artık bitti" denilen Michael Ballack'ın rolü de bir hayli fazlaydı. Bild'in maç sonrası verdiği notlarda en iyisi olan 1'i sadece o hak ediyordu gol atmamasına rağmen..

Chelsea ve Valencia'nın olduğu zorlu bir gruba düşmüştü Bayer Leverkusen. Grubuna İspanyol ve İngiliz takımlarını alan Leverkusen'in şansı çok fazla yoktu görünürde ve fakat evinde sürekli kazanarak 9 puanı cebe indirip diğer iki güçlü rakibinin beraberlik ile sahadan ayrılmasının avantajı ile çeyrek finali garantiledi. Üçlü averajda her ikisinden aldığı üç puan ile diğer iki rakibinin birbirinden alamadığu üç puan nedeniyle çeyrek finale adını yazdırdı. Genk'i deplasmanda yenerse grubu da birinci bitirebilir.

Maç öncesi Leverkusen'in önemli oyuncusu Schürrle grip nedeniyle forma giyemedi.Reinartz'ın yerine Ballack ile beraber oynamaz dediği Simon Rolfes'i kaptanın arkasında defansif orta saha oynattı ve Robin Dutt yaptığı değişiklikler ile maçı çevirmeyi bildi. Son saniyede gelen gol ise şans ile geçiştirilemez zira içerisinde bulunduğu her takımı finale taşıyan ve fakat orada da sürekli kaybeden bir karakterin maça inanması da vardır burada: Michael Ballack..

Şampiyonlar Ligi tecrübe ister. İki artı iki dörttür. Sadece Raul'un olması inanın bana Schalke'ye geçen sene yarı final oynattı. Okuduğum bütün kitapların içerisinde oyuncuların hemen hepsinin bu lige verdiği önem çok fazla ve haliyle bizzat kendilerinin yarattığı baskı ile mücadele etmek kolay değil. Sahada onlardan bu sorumluluğu alacak karaktere ihtiyaç duyuyor takımlar.

Michael Ballack oynadığı 100.Avrupa Kupası maçında gol atamasa da sahanın tartışmasız en iyisiydi. Sezon başı ben dahil hemen herkesin sıklıkla eleştirdiği oyuncu performansı arttıkça sessizliğe gömülüp futbolu bırakmayı düşündüğünü dile getirerek kabullenilmiş bir yenilgiyi dışa yansıtır iken bugün zaferin mimarı konumunda..

İster misiniz bir Bayern München - Bayer Leverkusen karşılaşması olsun ve Lahm-Ballack son kozlarını paylaşsın burada?



Oyuna girer girmez Sam'in ortasına kafayı çaktı ki bu Leverkusen'in uyanışı oldu. Bir tarafta Kiessling diğer tarafta Eren.. İkisi de kaliteli, yetenekli merkez forvet ve fakat takımlar şu son devirde tek forvetli sistem üzerinden yürüyor ve her seferinde birinden biri yedek kalıyor. Güzel haber ise Mehmet Scholl'un öngördüğü gibi futbol yine ve yeniden iki forvetli sisteme doğru bir ilerleme de gösteriyor..

Leverkusen de Robin Dutt da Michael Ballack da rahat bir nefes aldı. Bakalım bu serüvende nereye kadar ilerleyebilecekler?

23 Kasım 2011

Baba & Kız



Umarım kavuşmuşsundur çocuğuna sevgili Robert Enke..

Yok böyle tatlı bir çocuk..

Sarah..



Melek olmuş. Oysa biz zaten biliyorduk.. Melek gibi kız demiyor muyduk?

22 Kasım 2011

Baba & Oğul



Etkileyici bulduğumu söylemeliyim. Jose Mourinho'nun çocuğuna bakışı.. Adamın kendisi yeterince karizma iken oğlu da ondan geri kalacak gibi değil.

Oğlul Mario en son CD Canillas'da kalecilik yapıyordu. Eh dedesi de kaleci olduğundan Mourinho bu duruma sevinmiş olmalı..

3 kez üst üste!



Bu bir ilk.. Klopp ve takımı başardı. Bayern'i ligde üç kez üst üste ilk defa yenmeyi başardı. üstelik üçünde de bileğinin hakkıyla..

Klopp bunu nasıl başardı?

Rakibin üstün olduğunu kabul etti her şeyden önce. Maç öncesi onları kendi seviyemize çekmemiz gerekiyor diye beyanatı da var. Normal koşulların dışına çıkıp farklı bir Dortmund çıkardı sahaya. Diziliş 4-4-1-1 vari bir şeydi. Ortadan forvete biraz Kagawa yakındı sadece. Geride kaldılar, hızlı hücumlara güvenip topu rakibine verdi. Bayern'e topu vermeden kazanmak en azından bu ligde mümkün değil. Topu verdi ve fakat alanı vermedi. Geriye yaslandı ve başta Bender olmak üzere doksan dakika boyunca öyle bir koştu ki bu takm toplamda Bayern'e 10 km fark attı. Her iki tehlikeli kenarı minumum iki ve bazen de üç kişiyle kapattı.

İlk yarıda Lahm-Badstuber-Boateng arasında yapılan paslar Dortmund'un tüm takımınn kendi arasında yaptığı paslardan daha fazlaydı. Bu geride seçeneksiz kalmış Bayern'i olabilecek en güzel şekilde tasvir eden bir istatistik..

Bayern'de ise iki önemli değişiklik söz konusuydu. Schweinsteiger nedeniyle yerleri değişen oyuncular ve Robben'in takıma dönüşü. Ben bunu Schweinsteiger sakatlandığı gün 20 gün önce işlemiştim. Robben sağa gider, Müller merkeze ve Kroos da orta sahaya çekilir diye.. Bu değişim Bayern'i seçeneksizliğe götürmüştür. Neden derseniz..

Ribery genelde dikine gidip çizgiye inme sevdası taşısa da Lahm ve ön merkezde oynadığı vakit Kroos ile beraber sıklıkla kombinasyona girer, hücumda çeşitlilik sağlardı. her şeye rağmen birinci seçeneği ileriye doğru gitmek olduğundan ikili ve üçlü sıkıştırmalarda da Hoffenheim maçında olduğu gibi çaresiz kalırdı lakin Müller ise Alman milli takımının dahi tüm kombinasyonlarında yer alan ve bu alanda tartışmasız en iyisi olandır. Çalım atıp çizgiye inebilir, verkaça girip içeriye girebilir, merkeze dripling yapar. Denge bozucu olarak muhteşem bir oyuncu. Merkeze çekilmesi gücünü eksiltir iken Kroos'a uzak kalıp Robben'in tek seçenekli oyunu da Ribery ile birleşince durdurulması daha kolay bir hücum hattı yarattı Bayern'de.. Dortmund eğer normal oyununu oynasaydı belki tarihi fark yiyecek iken şu durumda hakkıyla yenilmekten öteye gidemedi.

Maçın ilginç olan diğer istatistiği de Dortmund'un rakibinden iki kat fazla faul yapması, daha fazla agresif bir oyun sergilemesidir ki Heynckes mağlubiyetin temel nedeni olarak burayı işaret ediyordu: Yeterince agresif olamadık..

Bunun dışında Dortmund'un son dönemde aldığı galibiyetler içerisinde payı çok fazla olan oyuncu şaşıracaksınız belki ama Mats Hummels. Açık ara bu ligin tartışmasız en iyi stoperi. Komple bir oyuncu. Hücum aksiyonlarına stoper olarak yaptığı katkı inanılmaz. Hızlı, pasör, oyun açıcı ve bazen de golcü. Oyunun en az iki defansif orta saha kadar kurulmasında etkisi var ve genelde bu takımın Nuri'den sonra temel direği olmuş, topla en çok buluşan oyuncusu konumunda.. Muhteşem oynadı yine.

Galibiyet biçimi nedeniyle daha çok Jürgen Klopp'un. Maça göre farklı diziliş, oyun stratejisi ve yaptırdığı savunma ile alkışı hak ediyor. Arsenal karşısında da başarılar..

Lige renk geldi, güzel oldu..

Sportif Direktör!



21 Kasım 2011'de BirGün gazetesinde yayınlanmıştır bu yazı.


Hiddink'i gönderdik. Abdullah Avcı'yı getirdik yerine.

Bir ara Galatasaray yönetimi de çok iyi bir şekilde medya tarafından yönetilirdi. Misal Adnan Polat'ın sevdiği ve inandığı Karl Heinz Feldkamp ile başladı bu serüven. Belki de Polat yönetiminin tam bir bilinç ile seçtiği tek antrenör Kalli'ydi. Sonra eleştiriler başladı "yaşlı" diye.. Hemen gencini getirdiler: Michael Skibbe.. O dönem kariyersizliği gibi yabancılara tanıdığı hoşgörü de eleştirilince yerlilerin kralı Bülent Korkmaz geldi. Her ikisinin de kariyersizliği sorun çıkardığı vakit arkada olan yaşlı eleştirisini de dikkate alıp Rijkaard getirildi.. Hem kariyerli hem de genç.. Sonrasında bizden olmadığı bize uymayan şeyler yaptırdığı eleştirileri olunca hemen herkesin "bizden" diye gördüğü Hagi geldi.. Bir diğerini göremeden yönetim sonunda gitmek zorunda kaldı ama benim aklımda kalan bu yönetimin basında çıkan her türlü eleştiriye göre bir karar alması oldu.

Şimdi Hiddink'i delik deşik ettik. Kariyerine söz edecek konumda olmadığımz bir yana adamı bırakmaya kalksak çelsisidir ajaxıdır havada kapacak görüntüsü olunca yabancılığına takık bir şekilde aldığı para doğrultusunda üzerine gittik.

Gerçekte sorun bu muydu?

Hiddink baraj maçları oynatmasına rağmen bana göre başarısız bir dönemi geride bıraktı. Bugün değil ama 20 yıl sonra bizden çok daha geniş kapsamlı değerlendirme yapacak olanlar muhakkak ki bu dönem futbolunun yetersizliğinden girip şike operasyonu ve motivasyonun azalmasını sağlayan play-off'ları da konuya dair edecektir. Biz bugün kurbanımız Hiddink ile sorunu tespit ettik ve onu değiştirerek hemencecik kurtuluverdik.

Abdullah Avcı doğru isim midir?

Hiddink bu işi senede otuz gün memlekete gelerek yapabiliyordu. Abdullah Avcı da o günkü koşullara göre başarılı olur ya da olmaz ama ondan daha büyük bir sorun var burada. Bugün onun liderliğinde yeni yapılanma sürecine girecek bu ülke. Asıl sorun budur. Hemen her şeyi yeniden farklı isimlerle Abdullah Avcı'nın fikir ve görüşlerine göre düzenleyecekler ve çok değil üst üste üç maçı kaybettiğinde de yeni teknik adamın kellesini almaktan çekinmeyecek bu medya. Avcı gönderilir ve yerine bir başkası gelir iken o yeni yapılanma yine ve yeniden yapılandırılacaktır başka başka isimlerin yönetimi altında. Toplamda gram ilerlemeden yerimizde sayıp yeni yapılanmadan emekli olarak çıkacağız işin içerisinden..

Oysa; Almanya'nın Sammer'i gibi teknik adamın sportif başarısından bağımsız çalışan bir isim bulunsa ve bu yeni yapılanma sürecini milli takımlar teknik direktörü ile uyumlu bir şekilde devam ettirse olmaz mı? Doğrusu bu değil midir?

Sportif direktör neden var ?

Tüm üst düzey liglerde varolan kuluplerin teknik adamdan bağımsız çalışan bir sportif direktörü var. Garip değil mi? Bizde yeni yeni oluyor ama gerçekçi bir şekilde bakarsak kulup başkanının görüş ve önerilerini onaylamaktan öte bir işlevi olmuyor. Neden sportif direktör diye bir kurum var? Bunun varolma nedeni uzun vaadeli programların üç ya da beş maç sonra kovulma riski olan teknik adamların yapamayacağına kanaat getirilmesidir. Kuluplerdeki teknik direktörler kendilerinden en az yedi yıl sonra ortaya çıkacak olan gencecik insanların kaderiyle fazla ilgilenmezler zira buradaki başarı onların kaderini belirlemiyor. Keza yönetimler dahi uzun ömürlü olmadığından alt yapıya yatırım yapacağı paranın on beş katını yabancı bir oyuncuya verip kendi şanını ve şöhretini günlük başarılarla kutsama peşinde.

Biz bu yanlışı hem ulusal takımda ve aynı zamanda kuluplerimizde yapıyoruz. Teknik direktörleri her şeyden sorumlu tutup onlarla yatıp onlarla kalkıyoruz. Oysa kaderi üç ya da beş maç sonunda tamamen değişebilir olan bu adamların uzun vadeli projelere girişmesi mümkün değildir.

Sadece ulusal takımın değil hemen her kulubün bugün gelip yarın gidecek teknik direktörün dışında onu dahi denetleyebilecek olmasının yanı sıra uzun vaadeli alt yapı çalışmalarını yönetecek güçlü bir ismi atamalıdır sportif direktör olarak.. Yönetimler sadece sportif başarısızlıkların değil aynı zamanda alt yapı organizasyonunun sonuçlarının da hesabını soracağı bir kurum yaratabilirse ancak o zaman projeler meyvelerini verebilir. Bugün Abdullah Avcı sportif başarısızlık sonucu gönderilse dahi yerinde kalması gereken, teknik direktörden dahi güçlü bir isim olmalıdır. Başka türlü seneye yine bugün bilmem kaçıncı kez yeni yapılanma dönemi başlayabilir..

21 Kasım 2011

Yanıldığım teknik direktör:Michael Oenning!




Michael Oenning hakkında hep iyi şeyler söyledim. Yanıldım. Gerçekten çok kötü bir teknik direktör olmasına rağmen İkinci Bundesligadaki Nürnberg performansı nedeniyle baş tacı yaptım. Bunu da buraya yazıyorum ki dışarıdan bakan insanların teknik adam değerlendirmesi konusunda ne kadar şansı olabileceğini bir kenarda tutalım.

Magath'ın Wolfsburg ile şampiyon olduğu sezon. Bir sene öncesine gidelim.

Nürnberg bana göre bir hata yaptı ve çok zor koşullarda başarılı olmuş Hans Meyer'in görevine son verip hiç mi hiç beğenmediğim Thomas Von Heesen'i kurtarıcı olarak atadı. Ne oldu?

Bu teknik adam ile Nürnberg düştü. İnat etti ve yine bu beceriksiz adam ile yine yedinci haftaya kadar galibiyet yüzü göremeden ilerledi. Sonunda da kovdu. Kimi getirdi? En son Bochum'da U19 hocası, İlkay Gündoğan'ı yukarıya çıkarmış olan Michael Oenning'i.

İkinci Bundesligaya çok kötü başlayan takım birden coştu. Mintal da işin içerisine girince tutabilene aşkolsun.. İlkay'ı filan da buraya getirdi ve aldığı başarılı sonuçlar ve iyi futbol sonrası bir üst lige çıktı ki kötü başlamasına rağmen bunu başarması mucize gibi bir şeydi.İzliyorduk da maçlarını.. Değişim ve gelişim inanılmazdı.

Dedim çok iyi teknik adam.. Bir yanımız da Nürnberg'li olduğundan yerel medyadan da takip ediyoruz filan.. Çok iyi çoook..

Sonra birinci Bundesligada Nürnberg'i batırdı. Hamburg'da Veh'in yardımcısı olmayı kabul etmesi dahi ilginç gelmişti. Yine diyorum ama.. Veh'i sevmem ama Oenning çok ama çok iyi..

Peki ben neden yanıldım? Özellikle çok yakından antrenmanları takip etmiş insanlar onu öyle bir anlatıyor ki.. Kötü ne demek, daha kötüsünü görmemişler. Hamburg'da en son oyuncuların hiç birisi bu teknik adamı takmıyor en son gelip ilk giden v.s. v.s.

Peki Nürnberg başarısı.?

Tüm bu yanılgının sebebi arkadaşım Türk yardımcı teknik adam Erdinç Sözer nedeniyledir. TRT Spor'da program yapar iken telefonla bağlanmış, sohbet edebilmiştik bu güzel adamla. Hikaye nedir derseniz..


Bekım'ın kitabını okursanız Alex Ferguson kadar onun yardımcılarını da değerlendirdiğini, başarıyı giden ve gelen yardımcı teknik adamlara bağladığını görürsünüz. Almanya'nın tartışmasız en iyi yardımcı teknik direktörü Peter Hermann.. Leverkusen'de 1989'dan
2008'e kadar çalıştı. Kulubün giden ve gelen teknik direktörlere rağmen süreklilik arz eden oyununda onun katkısı inanılmazdı. Ne zaman ki Leverkusen Skibbe'yi gönderip yerine Labbadia'yı alır o zaman Hermann'ın işine son verilir zira bugün Stuttgart'ın başında bulunan Bruno Labbadia nereye giderse gitsin yanına Türk yardımcısı Erdinç Sözer'i de beraberinde götürüyor. Bir anda işsiz kalan eski toprak Peter Hermann Gladbach'ın teklifini reddedip Nürnberg'de Michael Oenning'in yardımcısı olur.

Nürnberg'de Oenning'i yerden yere vuran bir yazının içerisinde o sene başarılan birinci Bundesligaya çıkış bileti tamamen bu adamın eseri olduğunun altı çizlir. Özellikle Michael Oenning gibi birinci teknik adam olduktan sonra Veh'in yardımcılığını dahi yapmaktan çekinmeyen, bilene danışan ve egosu olmayan bir adam olunca Hermann'ın etkisi daha da arttı. İkinci Bundesliga'ya takımı çıkardı ve Labaddia Leverkusen'de o sezon sonu gönderilip Heynckes gelince Leverkusen'e geçti ve Oenning de bir kaç maç sonra istifa edecek sonuçları aldı.

Peter Hermann o dönemin Leverkusen teknik direktörü ile iyi bir işbirliği içerisinde olunca aynı şekilde Bayern München'e de geçiş yaptı. Bugün Bayern München'in başarısının altında onun da imzası en az Heynckes kadar vardır kesinlikle..

Michael Oenning de aslında kötü bir teknik direktör. Yardımcılığını yaptığı hocaların hemen hepsi çuvalladı. Dick Advocaat, Klaus Augenthaler, Holger Fach v.s. Peter Hermann etkisi bugün dahi Bayern'de kendisini göstermektedir.

Lucien Favre'nin Gladbach'ı!


Ligin en detaycı, analizci hocalarının başında geliyor. Takımına ait ne kadar istatistik varsa kafasında.. İki takım arası bir kursa gider, mutlaka bir yönde kendisini geliştirir. Hertha Berlin ile şampiyonluk yarışına ortak oldu ve Gladbach'ı sonunculuktan alıp birinciliğe oturttu 180 gün içerisinde.. Onu diğerlerinden farklı kılan defansif stratejisini Hayatımfutbol dergisi'nin yarın akşam vakti çıkacak olan sayısına yazdık ve fakat hücum konusu ise tek başına Reus ile geçiştirilemeyecek kadar farklılık ve güzellik arzediyor.

Onun takımına gol atma çok zor ve fakat bir de mesele onlar topa sahip olduğunda başlıyor. Bireysel yeteneklerden bağımsız otomatizme bağlanmış oyunlar söz konusu. Şöyle buyrun lütfen..

Eboue ve Yabancı Madde!


Sevgili Rıdvan Dilmen, Eboue'nin evine gittiğinde bu görüntüler sonucu utanması gerektiğini işliyor kalın kalın.. "kendisini yere atmış" Meselesi burada oyuncu. Yüklen dur..

Eyw.

Kendisini yok yere yere atması gibi tutumlar eleştirilebilir ve fakat asıl konu bu mudur burada? Şu atılan yabancı maddeler ve oyuncunun buradan kaçısı maç anında da yeteri kadar sinir bozucu bir şekilde işlenmiş iken neden burada sorun taraftar değil de oyuncudur?

Oysa geçen hafta başkaydı.

Rıdvan Dilmen tüm ülkenin gözleri önünde ana avrat küfür eden Volkan Demirel ya da Emre Belözoğlu için bu deyimleri kullandı mı? Sıkı sıkı eleştirdi mi? Tam da bu anda "bu stadı yapanları yuhalayanlar" diyerek taraftara yüklendi mi? Bakın bakalım bir de şuna..


Neden yüklendi burada taraftara? Alkış protestosunda bulunduğu için.. Belki bizim duyamadığımız ama onun duyduğu küfür vardır, bilemem.

Futbolcuyu koruyorsan -ki buna destek de verebilirim- her yerde koru. İki çayını içmediğin, telefonla görüşmediğin, merhaba demediğin Lincoln'leri, Eboue'leri taraftara yem ederken bunları da koruma. Burada oyuncuya yükleniyorsan diğer tarafta da yüklen elbette.. Ama lütfen on gün içerisinde iki farklı tutum sergilenmesin.

Eboue eve gitse oturur seyreder, ulan der izler.. Peki Emre ve Volkan eve gidip de şu küfürleri tüm ülkenin gözleri önünde söylediğini görse utanması gerekir mi? Yabancı teknik adam, yabancı oyuncu olunca oy anam oy tutmayın küçük enişteyi..

Kasım Top 10! #2


Marcelinho'yu tekrardan görmek güzeldi. Favorim ise spikerin de katkısıyla Juan Manuel Olivera..

Şemsiyeli koruma!



Bu derbiyi şurada incelemiştik.. Burada ise Dennis Daube korner kullanabilmesi için iki şemsiye onu korumak durumunda. Peki diğer kareler?


Rostock'lular St.Pauli'ye dair ne varsa yakma peşinde iken..


Tahrik ağırdı..


Sahaya muzlar atılıyor ki niye atıldığını da biliyorsunuz..


Eh topla topla bitmiyor, yedek kaleci görev başında..


Deplasmanda da inanılmazdı St.Pauli..



Hülasa ölü-yaralı yoktu. Oyun durdu, kırmızı kart çıktı ve goller vardı. Sonunda St.Pauli 3-1 kazandı ki Mahir Sağlık son iki golü atarak kahramanlaşıyordu..

20 Kasım 2011

Gol"cü"süzlük!



4.29: Beşiktaş karşılaşmasında Elmander bir boşluk yakaladı ve solunda rakibi olmadan ileriye doğru koşu gerçekleştirdi. Top demarke vaziyette olan Melo'nun önündeydi. Melo öyle bir pas attı ki bu atak ve aslında Beşiktaş'ın yerleşim hatası yaptığı bu pozisyon değerlendirilemedi.

Buna benzer pek çok örnek verebilirim. Burada atılacak olan klas bir pas size golü getirir. Genelde on numaraların becereceği iştir ama yer yer Melo'nun Hakan Balta'ya çıkardığı gibi diğer oyuncular da bunu becerir ama ortalaması çok düşüktür. Galatasaray merkezden derinlemesine delici paslar atacak orta sahadan yoksundur. İki düz merkez orta saha ile Terim'in takımı oynuyor ve önünde Engin Baytar olmadığı zaman harakiri yaparcasına Sabri ile oynama çabasına giriyor. Dolayısla rakip defans yerinde olduğu vakit Galatasaray gole ulaşması merkezden "çok kolay" değil.

Ofansif yaratıcı on numara zorunluluk değil. Farklı farklı sistemler de söz konusu. Özellikle elinizde Melo-Selçuk merkezi varsa kenar aksiyonları ile beraber farklı hücumlar gerçekleştirilebilir. Ama bu oyuncu grubu ile bu da mümkün değil. Neden? Galatasaray'ın ilk yirmi dakika içerisinde gerçekleştirdiği iki pozisyon ile devam edelim.

Sol kenarda Engin Baytar önündeki boş oyuncuya atmak ya da ceza sahası içerisinde bekleyen Elmander'e atmak yerine sağdan ceza sahasına giren Kazım'a gönderiyor. Demarke vaziyette önüne gelen topa vuruyor ama gol olmuyor. Bir kaç dakika sonra Kazım içeriye Engin'i kaçırıyor ve fakat yine gol gelmiyor.

Gelmez. Nedenini ben size rakamlarla anlatmaya çalışayım. İki kenar oyuncumuzu incelersek:

Albert Riera: 286 maçta 35 gol atmış. 8 maçta 1 gol ancak..

Kazım Richards: 253 maçta 28 gol.. 9 maçta 1 gol..

Selçuk İnan: 204 maçta 18 gol.. 11 maçta 1 gol.

Felipe Melo: 235 maçta 24 gol.. 9 maçta 1 gol.

Engin Baytar: 139 maçta 15 gol.. 9 maçta 1 gol.

Orta saha ve kenarların durumu budur. Forvet olan Elmander her ne kadar 2.5 maçta bir gol atmış olsa da farklı bir orta saha ile beraber bu oran değişebilir, daha yukarıya çıkarılabilirdi. Ve fakat bugün Galatasaray'ın pozisyon bulma sorunu bir yana gol atma konusunda buradaki tablodan farklı bir görüntü çizmesi mümkün değil. İşte bu yüzden Podolski'nin transferi çok ama çok önemliydi. Çok daha iyi bir futbolcu olduğu için değil daha çok dış forvet özelliklerine sahip olması onu farklı kılıyordu. Bu yüzden devre arasında yukarıdaki orta sahalardan gol atma becerisi bakımından aman aman farklı olmayan Hamit'den ziyade Olicvari bir oyuncu takıma girmesi gerekir. Özellikle günden güne organize olabilen, daha çok pozisyon yaratma konusunda gelişim gösteren bu oyuncular kenar forvetin devreye girmesi ile beraber defansın dengesini daha kolay bozabilir, daha çok gol atılabilir. Sezon başından bu yana ben hep aynı kelamları ettim durdum ve bugün ortaya çıkan tablo çok farklı değil.

Fatih Terim'in takımı geride durabilir, orta saha gücüyle baskın da oynayabilir ama maçı kazanacak golleri atma konusunda her daim sıkıntı yaşayacaktır.

Yanlış hamle Eboue:

Semih'in yukarı çıkıp Ceyhun ve Servet'in kenarda beklediği yerde Ujfalusi rahatlıkla sağ beke geçebilirdi. Sabri o bölgenin vazgeçilmezidir. Üstelik Sabri başka bir bölgede de bu şekilde oynayamaz. Tam da buraya yapılan Eboue transferi yapılamayan ofansif orta saha ve dış forvet takviyesizliği nedeniyle yanlış bir hamle gibi duruyor

Devre arasında:

Golcü değil ama gole yönelik forvet harici ikinci bir oyuncu alınmalıdır. Gol ya da ortalamanın üzeri olması gereken asist ortalaması da burada belirleyicidir. Bu vesileyle Elmander çok daha skorer olacak iken denge bozucu bir oyuncu ile baskı daha fazla golü getirir.