8 Aralık 2012

Kaptan!


36 yaşında.. Bırakması gerekiyor geyikleri dönüyor, oyuna sonradan giriyordu geçen sezon..

Zeman'la yeniden doğdu.

Fiorentina'yı 4 golle geçen Roma'nın en iyi oyuncusuydu. Muazzam oynadı, iki kez de fileleri havalandırdı.

Golleri filan umrumda değil ama oyuna koyduğu akıl, verdiği paslar görülesidir. O yaşayan son "on" numaralardan.. 

Bir Roma maçı daha olsun, şu saatte oturur izlerim bir buçuk saat.. O denli de keyifli Zeman'ın futbolu. Her ligde üç zeman olsa futbol çok daha keyifli olur.

Wolfgang Stark: Özür dilerim..


Hakem hatalı bir karar verdi. Dortmund'u tek kelimeyle doğradı diyelim. Penaltı ve kırmızı kart.. Pozisyon ofsayt vesaire, kırmızı yanlış v.s.

Maç sonrası dedi ki:

"O anda öyle gördüm ama maç sonrası gözlemciyle beraber izlediğimde hata yaptığımı fark ettim. Raporumda bunu belirteceğim. Özür dilerim.."

Bitti gitti..

İnsan olduğu sürece hatalar olacaktır ama bunu bu şekilde yaparak mı çabuk kapatırsınız yoksa hakemi konuşturmayarak mı?

Fırat Aydınus da hata yaptı, dünyanın en iyi hakemi de yaptı. 

Bizim ülkede olabileck en yüksek dozajda tartışma devam ediyorsa eğer o zaman bir şeyleri değiştirin. Hakemi konuşturun olmadı görüntülere göre ceza verin ya da kaldırın.

ama değiştirin bir şeyleri.. 

Şampiyonlar Ligi ve Galatasaray!




Şampiyonlar Ligi grup maçları sona erdi. Şöyle bir grup maçları istatistiklerine baktığımda ilginç veriler karşıma çıktı.

Pozisyonları değerlendirme oranı

Arsenal bu konuda başı çekiyor. Kaleye 32 şut çekmiş ve bunlardan 10 gol üretmiş. Pozisyon değerlendirme oranı ise %31.3. Çekilen 31 şutun 21’inde isabet sağlamışlar. Bu da %65.6 isabet oranı ki bir hayli yüksek. 

İkinci sırada ise Chelsea var. 56 şut çekmiş ve bunlardan 16 gol çıkarmış. % 30.2 pozisyonlardan verim alma oranı.  Çekilen 53 şutun ise 32’si kaleyi bulmuş. %60.4 isabet oranı fena değil.

Üçüncü sırada ilginç bir şekilde Cetic Glasgow var. Kaleye 30 şut çekmişler ve buradan 9 gol çıkarmayı başarmışlar. %30.  30 şutun 17’sinde isabet kaydetmişler. Bu da %56.7..
Sonraki sıralama Valencia, Bayern Münih, PSG  diye gidiyor.

GALATASARAY ise..

32 takım arasında bu konuda 29.sıraya denk düşüyor. Galatasaray’dan bu konuda daha kötü Lille, Benfica ve 1 gol 1 puanlı Dinamo Zagreb var.

 Kaleye 68 top göndermiş Galatasaray ve bunlardan sadece 7 gol çıkarabilmiş. Oran %10.3.. Kaleye gönderilen 68 topun sadece 30’u kalenin içerisine gitmiş. İsabet oranı %44.1.. 

Lakin iyi olduğu çok başka bir alan var sarı kırmızılıların..

TOPA SAHİP OLMA

Bir numara kim diye sormak sanırım biraz anlamsız oluyor.

Barcelona maç başına ortalama %70.7 topa sahip olma oranı ile oynamış.  Celtic’deki maçını oranı ise %78. En iyisi bu. 

İkincisi de benim için sürpriz değil. Bayern Münih.. %60.2 topa sahip olma oranı ile oynamış.  Borisov maçı en yükseği ve oranı %65.

Üçüncüsü ise.. 

Galatasaray!

%58.1 topa sahip olma oranı ile grup maçlarını oyamış. En yüksek olduğu maç ise deplasmandaki Cluj maçı. %65! 32 takım arasında topa sahip olma konusunda en iyi üç takımın arasında!

Burada bir duralım.

Son dönemde takımları kabaca bu açıdan ikiye ayrırabiliriz. Bir taraf Barça, Bayern ve onun izinden giden Galatasaray.. Diğer yanda Dortmund, Schalke, Celtic ve geçmiş yıllardaki Hannover v.s. 

Bir taraf topa sahip olup rakibin yerleşmiş savunmasına etkili hücum etme çabasında iken diğer taraf topu bilinçli olarak rakibe verir. İstediği zamanda ve sıklıkla rakip hücum pozisyonunu aldığında topa sahip olup hızlı hücumlar geliştirir.

Bunun doğrusu yok. 

Herhangi birisini iyi bir şekilde uygulayabiliyorsanız başarılı olursunuz.  Yalnız topa sahip olma oranına yatırım yaparsanız kaliteli ve bundan da önemlisi uyumlu bir kadroya sahip olmak durumudasınız. 

 Gruplardan çıkmış Celtic topa sahip olma oranı açısından 32 takım arasında 31.sırada yüzde 39.2 topla oynama oranıyla.. Gruplardan çıkamamış Manchester City ölüm grubunda sonuncu sırada yer aldı ama topa sahip olma oranı açısından 32 takım arasından yüzde 54 oranıyla 6.sırada..   

Topa sahip olma oranı “iyi futbolun göstergesi” değil sadece stratejinizin ne olduğuna dair önemli bir veridir.

İbra & Messi


İbra'cığım sanki hiç bu günler yaşanmamış gibi konuşuyorsun. Yok Messi ödülü almasın v.s. v.s. 

Premier Lig üzerine..


Arkadaş sakalımız yok ki diyeceğim zira az önce taktik üzerine Almanay'nın en saygın web sitelerinden olan Spielverlagerung.de'nin Premier Lig  analizini okuyunca.. Şükür dedim, birisi şunları yazıyor.

Şaşırıyorum bazen..

Premier Lig futbolu diyor ceza sahasından ceza sahasına.  Bu tempolu oyun anlayışı göze hoş gelir -bana çok gelmiyor- amma velakin kusuru büyüktür zira modern futbolun artık kalbi olan orta saha yok. En öneölisi orta saha presi yok ya da kabaca karşı pres yok.  Barça, Dortmund örneğinin temeli o topu kaybettiğiniz andan sonraki ilk beş saniyede yediğiniz prestir. Swansea City gibi istisnalar var. West Brom gibi savunma ile orta saha karışımı yapanlar, gününde olduğunda Arsenal uyguluyor, Manchester United ise  bunu "öğrenme" aşamasında. City ve Chelsea'de böyle bir şey kesinlikle yok diyor sitenin analizcisi.

Bilimsel veri olarak burada  şunu sunmuştuk size;

"Topu geri kazanma şansınızın en fazla olduğu an, topu kaybettiğiniz andan itibaren ilk beş saniye"

Presin önemi büyük bugün büyük başarı yakalayan takımların genelinde. Oysa diyor yine sitenin analizcisi "İngiliz futbolunda Gegenpressing (karı pres) kelimesinin  karşılığı yok. Literatürlerinde böyle bir kelime yok.. İngiltere'de taktikler formasyon ve oyuncu rolleri üzerinden gidiyor..

Fikrimi sorarsanız eğer bu öğrenilmeyecek bir şey değil ki mesele bu değil. Fizik gücü bu kadar yüksek olan takımlar çok daha iyi olabilir lakin orta saha'sız oyunun kaçınılmaz sonucu bu oluyor bir bakıma.

Size daha önceden Almanya'nın geleceğinde merkez forvetin olmadığı üzerinde durmuştum. Klose ve Gomez son ürünler. İleride ön dörtlünün tamamı hareketli olacak ve Reus en uçta messivari oynayacak. Bunun da temel nedeni o oyuncunun da takım presine katkısı, oyunun içerisinde daha fazla olması.. Zira pres ileride başlar modern futbolda.. Sadece tek neden de bu değil. İlerideki aksiyonlar günden güne komplike oluyor ve beceri istiyor artık. Gomez  ya da misal Andy Carroll gibi oyuncular bu aksiyonların içerisine katılım göstermekte zorlanıyorlar..

Daha başka şeyler de söylemiş ama şuradaki yazının içeriğine benzer şeyler..  40 tane Rooney 50 tane Gerrard olsa bu oyun yapısı ile İngiltere'nin bir turnuva kazanması mümkün değil arkadaş..

Bundesliga şu an UEFA'nın son beş yılı baz aldığı o her şeyin belirleyici olduğu sıralamada Premier Lig'in 2.634 puan gerisinde. Yakındır geçmesi..

Topun orta saha olmadan bir oradan bir buraya sürekli gidip gelmesi göz zevkinize iyi gelir belki ama "kalite"  değil. Chelsea  fizikli savunmasıyla Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olsa da bu gerçek değişmez.

La Liga için de şunları söyleyeyim: Geçen sene katıldığımız Yenilsen de Yensen'de programında Barça ve Real'in diğerleriyle açtığı mesafenin ligi kötü etkilediğini ve fakat seviyeyi oldukça yukarıya çıkarmaları, alttaki takımların da hedeflerini büyüttüğünü dile getirmiştim. Bugün dikkatlerden kaçan şu ki La Liga'nın 4 takımı da gruplardan çıktı. Son 11 yılın Şampiyonlar ve Avrupa Ligi olmak üzere 22 kupasının 9'u bu lige gitti. Açık ara önde bu açıdan...

Ha ben Bundesliga'yı değişmem o çok başka..

Weidenfeller meselesi!


Weidenfeller inanılmaz kurtarışlar yaptı son dönemde. Ve Zieler'in çöktüğü, Wiese'nin ikinci kaleci konumuna düştüğü bu durumda Neuer'in arkasından Adler ile beraber Weidenfeller milli takıma seçilmesi gerekiyor. 

Lakin olmaz.. Bence Löw seçmeyecek ama baskı günden güne büyüyor. 

Neden almayacak derseniz eğer..  Sizi eski bir posta gönderiyorum.

Weidenfeller?

Löw bu beyanatları unutmaz ve Neuer olduğu sürece ikinci kaleci baskısı da çok büyük olmaz.. Lakin kesinlikle seçilmeyi hak ediyor, bu çok başka.

İlişkiler



'İnsanlar ilişki içindeyken ay ışığındaki kambur gibidirler; yani sürekli bir yanlarını gösterirler ve hatta herkes, el ve yüz işaretleri yoluyla kendi fizyonomisini, aslında olması gerekeni gösteren ve sadece kendi bireyselliğine göre hesaplandığı için kendisine çok yakışan ve uyan, bu yüzden kesinlikle yanıltıcı bir etkisi olan bir maskeye dönüştürmek için doğuştan gelen bir yeteneğe sahiptir. Yaltaklık etmesi söz konusu olduğu sürece, bu maskeyi takınır.''

                                                       İnsanlar-Arthur Schopenhauer 

Kitaplar


Hikmet Karaman gönderdi bana bu resmi.. Hikayesi şöyle..

Röportaj esnasında Saftig konusunda bir ayrıntıyı paylaşmak için kitabımı çıkardım çantamdan.. O da hemen kitabıma saldırdı. Parasını vereyim, bize ver Orhan dedi. Hocam para almam ama hediye ederim dedim. Olmaz dedi.. Israr ettim, olmaz dedi. Dedim bak hocam Almanya'dan getiriyorum ben bunları, mümkün değil bulamazsın dedim.. Parasını vereyim dedi, hayır dedim. 

Anlaşamadık ama bulamazsınız diye de zorladım.

Bulurum dedi..

Bulmuş, bir de ispatı olarak fotoğrafını yollamış. 

Bu da bir anı. Benden de bir şey aldı, öyle gitti yoluna. Dolayısıyla ilerleyen zamanda çok daha başka olacak, inanıyorum.

Bu arada iki güzel teknik direktörle röportajı ayarladım. Çarşamba ve doğum günüm olan Pazar günü  iki röportaj.. Oldukça güzel olacak, bekleyin, takipte olun..

7 Aralık 2012

Arda-Emre


Son dönemde Arda'nın üzerine fazla gidildiğini düşünüyorum. Çok da önemli olmayan bir basketbol takımı ziyareti farklı şekilde algılanıyor ve her küçük ayrıntıda eleştriliyor. Üzerine bir de giyim üzerinden eleştiri filan getirmek olmaz.. Lakin belki kendisi de soruyordur, sorun nerede diye..Belki buna bir cevap olurum.

O düzleştirilmiş saç üzerinde durmuyor abi. İnan bana yapma bir görüntü, sonradan görme kıvamı var orada. Misal kıvırcık saçlar muazzamdı ama bu düzleştirilmiş hali "sonradan görme" gibi gösteriyor seni. Komik bir görüntü çıkıyor ortaya. Sana bunu çevrendeki "yabancılar" söylemez belki ama seni tanıyanlar da seni kırmak istemiyor anlaşılan.

Güzel olduğunda "çok güzel" tepkisi ne kadar doğalsa böyle "komik" olarak göründüğünde bize "çok absürd" deme hakkını da ver yahu..  Bu tepki sonrası da "saçımı bile eleştiriyor" demek çok manalı değil. 

İnsanlar senin tarzını "beğenmek" zorunda değil.  

Misal ben kıvırcık modeli acaip beğenmiştim.. Sahada 10 numara formayla bant taktığında da karizma olmuştu.

Ama şu görüntü komik.. Reklam komik ötesi bir şey. 10 numara güzel. Sahada duruş yer yer karizma.. Atletico'da oynamadığın zaman takımın performansı düşüyor analizi ne kadar güzel geliyorsa sana şu görüntü acaip komik yorumu da o kadar "olağan" gelmesi lazım. Takmamak gerek, sen kendini iyi hissediyorsan koy götüne.. 

ama komik derim, 
Mesele bunu demem değil, senin bunu takman, dünya meselesi haline getirmen "bak yine beni eleştiriyorlar" geyiğini gütmen..

Emre ise burada kötü çıkmış belki ama genelde iyi giyinir, benim dikkat ettiğim kadarıyla... Toplamda bu fotoğraf karesi de konuşulmaya değer tuhaf bir kare. İkisinin de giyimi burada kötü değil ama o fesler, gözlükler bitirmiş olayı. Bir de Arda'nın saçı.. 

Bonus eyiydi.. 

(hepsi işte bu kadar geyik bunların.. )

Terrygiller


John & Georgie Terry.. 

Bir insan babasına bu kadar da benzemez ki yahu? Bir de ikizi var sanırım "Summer" Velet ikiz kız kardeşinden babasına daha çok benziyor gibi.. 

Mario Gomez


Geçtiğimiz ay mı ondan önceki mi tam hatırlamıyorum. Nihat Doğan teknik direktör olduktan sonra Cengiz Semercioğlu onu programına davet etmiş, ben de onu izliyorum. Ters sorular soruyor, garip bir cevap alıp programının reytingini arttırmak istiyor her program yapan şahıs gibi..

Bunlardan birisi de gey futbolculardı. İşte futbolcuların gey olması nasıldır masıldır..

Lakin  bu konuya geçerken gey futbolculardan örnek veriyor, Mario Gomez açıkladı filan diyor..

Lan dedim ne alaka?

Öyle bir şey açıklanmış olsa yer yerinden oynar burada.

En ufak bir amaya ihtimal vermeden gey futbolcu Mario Gomez diye bahsediyor ki ulusal yayın yapan bir kanal bu sonuçta..

Adamın sevgilisi bu. Şimdi ayrıldılar da aklıma geldi.. bu da üç ay önceki görüntü. 

Gerçi yanı başımızdaki futbolculara gereken saygıyı vermiyoruz, bir başka ülkedeki olunca salla gitsin anasını satayım..

Drogba'nın yüzükleri!




Drogba Şampiyonlar Ligi Kupası'nı kaldırmanın şerefine arkadaşlarına tek tek  bu yüzüklerden armağan etmiş.. Yakalaşık bu "küçük" hediyenin değeri 1 milyon euro. Aslında ben tersini bekliyordum. Drogba'nın arkadaşları toplanıp şöyle güzel bir yüzük hediye edecekler.. altına da şunu yazacaklar..

"Ben olmasam, o olmasa olurdu ama sen olmasan biz böyle bir kupayı rüyamızda bile göremezdik... sağolasın"

zira adam üç kişilik oynadı, beş kişilik koştu ve o kupayı kaldırdı!

Helal sana Yasmin Abla!


Dün gece Galatasaray Ada'sında benden daha iyi bahis kuponu yapan dünyadaki tek kadın olan Lig TV'den sevgili Elif Durgun ile Yasmin Abla'yı dinlemeye gittik..  Onun kuponunu yatırdığım maçların bir karşılığıydı bu konser ona.. 

Başa döneyim.

Yasmin Levy'i ilk defa dinlediğim gün şunu demiştim: Bu kadını canlı dinlemeliyim! Güçlü bir ses, muazzam bir yorum.. Canlı nasıl olurdu?

Kuruçeşme Kahve'sinde Elif'le Gladbach maçını izledikten sonra konser için Ada'ya geçtik. Yarebbi o nasıl ortam öyle? 

Şu resimde gördüğünüz sahnenin hemen önünde koltuklar, beybabalar için özel masa.. Şişe açtırmacalar v.s. Bunun çevresinde ise ayakta insan yığını. Çok garip bir ortam.. Çirkin bir görüntüydü.. Sahnenin en güzel yerindeki o heyecan yerine ellerinde viskiler, önlerinde masa bir grup sessiz insan.. sanırsın Çınar Gazino'sunda assolistin en önündeki masayı tutan beybabalar.. 

Biz Elifle girdik salona. Günde beş kez telefonla konuştuğum sevgili "eski" iş arkadaşım Murat Fevzi Tanırlı'yı görünce ufak bir şok.. hemen arkasından işte bu masaları gördük..

Gözünüzün önüne getirin: Muazzam bir ortam.. Arkada boğaz.. Yasmin Levy sahnede ama o heyecan yok çünkü saçma sapan bir düzen kurmuşlar..

Zerafetine, asaletine bittiğim bu muhteşem kadın çıktı.. Bir şarkı sonra dayanamadı; Geçin şöyle önüme dedi..  Böyle konser salonu olmaz demeye getiren bir kaç açıklayıcı cümle sonrasında kenara sıkışmış ayaktaki heyecanlı kalabalığı bu masaların önüne dizdi.. Konser işte o zaman başladı..

Biz kaldık ama yanımızdaki herkes o koltukların önündeki boşluğa yığılıverdi. Konserin en güzel yeri oldu mu sana en kötüsü? 

 Helal olsun dedik Elif'le.. helal olsun..

Elif şöyle dedi:

"Biz kadını yücelteceğimize, kadın bizi yüceltti"

Haklıydı.

Böylesine gerzek bir düzenleme olabilir mi? Bir konsere insanlar eşlik eder, coşar eder ama kadının önünde bir grup insanın elde viski masa önünde oturan dinleyici..  Yakışmıyordu hiç ve sahnedeki güzellik bunu iki dakikada çözüverdi.

..ufak tefek aksalıklar olsa da ben bir hayalimin üzerine daha çentiği attım.. Güzel de bir gece oldu..



Gerd Müller vs Lionel Messi


Sonuç itibari ile Messi maç başına atılan gol konusunda Müller'i geride bırakamadı. Bu ayrıntı çok fazla önemsenmiyor. Aynı şekilde Klose de yakında Mülller'i geçecek.. Adamın 62 maçta attığı golü 127 maçta henüz Klose atamadı ama rekoru kıracak işte..

Bir de şu var; O zamanın koşulları başkaydı geyiği. İyi de o "başka" olan koşullarda gol atmak kolaysa ya da basitse neden diğerleri de atamamış? Müller ya da Maradona da bugünkü tekniğin yardımıyla bebe yaşta eğitilse nasıl olurdu sorusu da cevap bulamaz. Rekor.. rekordur. 

Bazı kriterler dahil edilebilir. Adam San Marino ile yedi kez karşılaşmış 30 gol atmıştır başka ama dönemin koşulları geçersiz. Rakipler v.s önemlidir ki burada Müller misal Klose'ye fark atar. Zira Almanya'nın en zorlu maçlarında sahne almıştır Gerd Müller.. Dünya Kupası finali iyi bir örnek.. Meksika 70'de 10 golü var ki hepsi oldukça zorlu rakiplere karşı.. 

Messi bugünün en iyisi. Biraz daha ilerlerse sanırım tüm zamanların da en iyisi olabilme şansına sahip. Bu çok başka bir detay..

Bir de Marca'nın iddiası var. Müller'in şu golünü kendi kalesine olarak kayıt ettirmek istiyorlar.. Kararı siz verin..

6 Aralık 2012

Edin Dzeko


Bazen düşünüyorum da Edin'ciğim.. Kız arkadaş seçimin kadar güzel bir kulüp seçseydin kendine hayat belki çok başka gelişecekti senin için.. Hala geç kalmış sayılmazsın bak..

Sr Crnbnr


yok böyle bir şey.. Çocukluğu daha güzelmiş.

Adam markajı!



-Belçika ligi ile Almanya arasında ne gibi farklar var?

Kevin de Bruyne: Orada bana buradan farklı olarak sıklıkla adam markajı verirlerdi. O kadar abartırlardı ki tuvalette bile adam peşimi bırakmazdı.

-Nasıl?

Kevin de Bruyne: Şöyle.  Genk ile play-off'ların ilk maçında  Brugge’a karşı oynuyorduk. Victor Akpala(şimdi Bremen’de takım arkadaşı) anlattı. O dönem Brugge’ün teknik direktörü Christoph Daum du. Oyuncusuna aynen bu şekilde talimat vermiş. “Tuvalete bile gitse peşini bırakmayacaksın”. Ve oyuncu da aynen bunu yaptı! 

3 Aralık 2012

Hikmet Karaman Röportajı



Hikmet Karaman’ı eleştiren sert iki yazı yazdım ben. Gazete ve Blog’da yayınlandı. Açık yüreklilikle söylüyorum ki “sinsilikle” suçladım. En sonuncusu blogda yayınlanınca Hikmet Karaman bana ulaştı ve suçlamaları tek tek yanıtladı. Ben de bunu burada sizlerle paylaşmıştım. Sonrasında ise Gaziantespor ile ilgili gazeteye haber yapacağım zaman kendisinin bilgisine başvurdum. Öyle doluydu ki sıklıkla “İstanbul’a geldiğimde görüşürüz” diyerek sonlandırıyordu telefonu. En sonunda geldi ve görüştük ama bu çok kolay olmadı. Yağmurlu bir gün. Karşıda bir yerde randevulaştık ama Karabük maçını izlemesi gerektiği için öncesinde bitirmemiz gerekiyordu röportajı. Lakin yağmur araya girince bizim buluşmamız maçın başlama saatine denk geldi. Beraber güzel bir masa kurduk, oturduk maçı izliyoruz. Kağıt kalemini çıkardı, notlar tutmaya başladı. Sinan Kaloğlu’na hemen ayrı parantez açtı ve gol sonrası oyuncu hakkında yazdıklarını bana gösterdi. Haklı gururu gözlerden kaçmadı. Gözü çok iyi..

 Futbol üzerine konuşurken futbola dair ilginç bir şey söylediğim zaman hemen not alıyor. “ilginç bir yaklaşım, bunun üzerine düşünmeliyim” diyor. Saftig dönemine dair konuşurken onunla ilgili kısmı yanımdaki kitaptan okurken kitabıma göz dikiyor.  Kendisini geliştirmek için önündeki her fırsatı değerlendirme çabasında ve bu yaşında gelişime aç bir insan.

 Ve biz başladık konuşmaya..





 -Hocam, ne oldu da Almanya’ya gittiniz? 

 Biz öğretmen çocuğuyuz, emekçinin oğluyuz. 1977.. 78..79.. Ortam ülkede herkes için gergindi. Bugün veya geçmişte meclisin içerisinde yer alan arkadaşlarım kahvede okey oynarken biz ülkedeki çatışmanın içerisindeydik. Mahallede gelişen siyasi olaylara da kayıtsız kalamıyor ve aslında teknik direktörlüğün bir diğer biçimini oradaki insanların derdine ortak olup bir anlamda liderlik ederek de  gerçekleştiriyordum. Taşın altına elimizi koyup sorumluluk alıyorduk. Mahalledeki emekçi grubumuza liderlik ediyorduk ama bunun tehlikeli sonuçları da oluyordu. Kız kardeşimin okul gezisi yapacağı zaman dahi endişeleniyorduk başına bir şey gelir diye ve bu yüzden geziye eşlik etmek zorunda kalmıştım onu korumak için.. Değirmendere’de indik ve orada vapuru beklerken karşıt görüşlü insanların saldırısına uğradık. Öyle ki oradan kendimizi dışarı atarken kurşunlar yağıyordu peşimizden. İşte bu kardeşimin de şahit olduğu olay sonrası Annem, babam ve depremde hayatını kaybeden rahmetli teyzem fazlasıyla korktu ve beni hemen Almanya’ya gönderdiler. Hukuk fakültesine yaptırdığım kayıta Berlin Teknik Üniversitesi’nde denklik aldım. Hayat başka şekilde orada başladı.. Zaten ben gittikten kısa bir süre sonra 80 darbesi gerçekleşince ülkenin durumu vahim bir hal aldı ve dönmek mümkün olmadı.

 -Orada Berlin Türkspor’da futbol oynadınız. Mevkiniz neydi ve iyi bir futbolcu muydunuz?

 Orta saha oynuyordum ve yetenekliydim de. Almanya’ya gitmeden Kocaelispor’da başlamıştım futbol oynamaya. A takımına dahi çıktım lakin siyaset her yere bulaşmıştı, burada işimiz zordu. Almanya’ya gittikten sonra Galatasaray beni denedi ve Tarsus İdman Yurdu’na götürdü ama sakatlanınca tekrardan Almanya’ya geri döndüm.

 -Berlin Türkspor’da aslında kayda değer bir başarı elde etmiştiniz..

 Takımı en alt ligden aldık Oberliga’ya oyuncu ve teknik direktör olarak arkadaşlarla beraber çıkardık. Bu gerçekten büyük bir başarıydı. O dönem bırakın üçüncü ligi.. Bölgesel lig dahi yok. Oldukça büyük başarıydı bu. Almanya’da Batı ile Doğu birleşince doğunun Energie Cottbus, Dynamo Dresden ve Magdeburg gibi güçlü takımları bizim lige düştü. Bu takımlarla mücadele ettik. Maçlarımız televizyondan üç dakikalık özet şeklinde gösteriliyordu. Ben bir elimde beş altı kiloluk bir video diğer elimde mini bir televizyon alıp soyunma odasında oyuncuları bu görüntüleri izleterek motive ediyordum. Pazara gidip insanlardan kulübe destek olmasını istiyor ve her bir insandan aldığımız bir iki markları toplayıp oyunculara bu şekilde prim veriyordum.

 -Peki buradan Reinhardt Saftig’in yardımcılığına geçiş nasıl oldu, çok merak ediyorum.

 Her akşam gittiğim sahibinin Türk olduğu bir pizzacı vardı. Yemeğimizi orada yer, kahvemizi orada içer evime giderdim. Sabit müşteriydik. İşte o dönemde Kocaelispor başkanı Sefa Sirmen oraya yemek yemeye geldi ve onunla bu şekilde tanıştık. O da bizim başarılarımıza şahit olunca ileride A lisansını da alınca Kocaelispor’a gelir misin diye o dönemden yoklamaya başladı. Telefonlarımızı verdik ve ayrıldık. Güvenç Kurtar ile Kocaeli’nin o büyük çıkışının hemen sonrasında bir telefon aldım başkandan.

-Teklif mi?

 Hayır. Bana Beckenbauer’i getirebilir misin diyordu. O dönem de Beckenbauer Bayern Münih’e yeni imza atmıştı. Diğer yandan Saftig de Fenerbahçe’ye gitmiş ama imza atmadan dönmüştü. Saftig olabilir mi ona bakıyorduk. ..derken Saftig’i ayarladık ve o da beni sevince diğer Alman yardımcının yanında biz de ona eşlik ederek teknik direktörlük macerasını başlatmış olduk.

 -1994’te yardımcı antrenörlüğe başlayıp 1998’te birinci adam oldunuz. Geçen onca zaman içerisinde 12 farklı takımla toplamda 15 kez sözleşme imzaladınız. Hocam herhangi birisinde iki yıl dahi kalmışlığınız yok. Nedir sorun? 

 Tüm bu kulüplerin başkanlarından bir tanesi dahi çıkıp da Hikmet Hoca ile başarısız olduk diyebilir mi? Sanmıyorum. Sonlardan başlayayım istersen anlatmaya. Manisaspor bana geldiğinde dört hafta sonunda sıfır puan almıştı. Önümüzdeki maçlar ise Trabzonspor, Sivasspor, Kayserispor, Beşiktaş ve Kasımpaşa. Puan sıfır. Sıfır puanlı takım Trabzonspor’u deplasmanda yenerek işe başlıyor ve Sivasspor’un ardından ufak bir kaza yaşasa da Beşiktaş’ı da Kasımpaşa’yı da yeniyor. Dört büyüğün ikisini ilk dört haftada deviriyoruz ve sene sonunda ligi onuncu sırada tamamlıyor. İki yıllık sözleşme istiyorlar ama ben bunu takmıyorum hiç. İzin verin, sistemi oturtayım bir iki sene sonra şampiyonluğa oynayalım diyorum sadece. Sezon başı anlaşıyoruz ve iş liglerin başlamasına bir hafta kala sözleşme imzalama kısmına geldiğinde başkan bu parayı ödeyemeyiz diyor. Oyuncular ve teknik heyet yedi ay parasını alamamışken bir de bunu yaşıyoruz. Mesele burada sadece para değil, ilkesizlik, sistemsizlik ve koşullara göre değişen tavırlar. O sıfır puanlı zamanda üç değil beş verecek şekilde sana geliyorlar ve fakat sen takımı rahat bir zemine oturtunca birden tavırlar değişiyor, işler karışıyor. Orada bıraktım takımı ve hakkımı da helal etmiyorum dedim. Şunun da altını çizeyim, o senenin sonunda Manisaspor ligden düşünce Kenan Yaralı hakkımı teslim etti. En büyük hatam Hikmet Karaman’ı göndermek oldu dedi. Hakkımı veren ilk başkan oldu. Biz yine zorda olan, düşme tehlikesini hisseden bir takımı beklemeye başladık..

 -Gaziantep geldi.. 

 Manisa ile hemen hemen aynı pozisyondaydı ve hatta daha da zordu. Antep sezon içerisinde teknik adam değişikliğine gitmiş ama 22.haftaya gelindiğinde düşme potası ile arasındaki fark 5’e inmiş. 22 haftada 23 puan toplayabilmişler. Biz kalan 11 haftada 21 puan alarak Antep’i 10.culuğa çıkardık. Manisaspor 0 puanla.. Antep sezonun bitimine 11 hafta kala düşme potasının sınırında.. Bu şekilde takımları alıyoruz ama sonunda çok başka sıkıntılardan ceketimi alıp gitmek durumunda kalıyorum. Ankaragücü’nde de her seferinde rest çekip gitmek durumunda kaldım. Başkan gelip işine karışmak istiyor, paralar ödenmiyor.. On maç oynamış sıfır puanlı takımı düşme potasında alıp yukarı çıkarıyorum, son yedi hafta kala benzer tartışmalardan yine gidiyoruz. Başta söylediğini bir daha yineleyeyim; Hiçbir kulüp başkanı Hikmet Hoca başarısızdı diyemez. Bu koşullar altında uzun süreli çalışmak biraz da verebileceğin tavizlerin sınırıyla da ilgili. Sıkıntılar çok..

 -Ne gibi sıkıntılar..

 Genelde maddi sıkıntılar.. Pek çok sorundan bahsedebiliriz ama hemen hepsinin kaynağı budur. Eğer bizim takımın fizik kapasitemiz biraz daha iyi olsaydı Galatasaray’ı rahatlıkla yenerdik.

 -Hocam bunun parayla ne ilgisi var?

 Olmaz mı? Takım kaç aydır parasını alamıyor, oyuncuların eli güçleniyor. Sürekli onlardan fedakârlık beklerken istenilen disiplini sağlamak mümkün mü? Zihinsel olarak maça hazır olmaları mümkün değil. Bir İstanbul BB maçı oynadık, anlatılmaz yaşanır. Öncesinde idare edilen durum ve kazanılan üç puanın içerisinde taktik kelimesi dahi geçmedi. Öyle bir ortam yoktu zaten. Oyunculara antrenörlük değil bu zorlu koşullar altında liderlik etmek durumunda kalıyorum. Bak bu çalıştığım kulübe özel bir durum değil Türk Futbolu’nun temel sorunudur.


 -Del Bosque parasını alamadığı zaman şikayet edip fazlasıyla alıyor. Ferrari keza öyle. Yabancılar alıyor ama yerliler neden sorun yaşıyor? 

 Onlar UEFA kriterlerine göre itirazını UEFA’ya yapabiliyor, biz ise TFF’ye. Eğer bizde de onların hakkı olsa bu ülkede istisnasız bütün kulüpler kapanırdı. Bırak kulüpleri.. Bizim Fedarasyon UEFA kriterlerini yerine getirmediği için düne kadar ceza alıyordu her sene. Üstelik gerekli lisansı alamayan Uganda ile beraber iki ülkeden birisi biz oluyorduk.

TFF Başkanı olsanız ilk yapacağınız eylem ne olurdu?

 Önce kulüplere belirli bir zamanı tanıdıktan sonra banka kredisi almasına/borçlanmasına yasak ya da sınır getirirdim. İlk yapacağım eylem bu olurdu. Borçlanma yetkilerini ellerinden almak!

 -Bu şekilde kulüplerin sağlıklı ekonomiye kavuşacağını, Türk Futbolu’nun kurtulacağını düşünüyor musunuz? 

 Ortada her kulübün azımsanmayacak bir geliri var. Kulüpler bankalardan kredi çekip gelecek olan gelirlerini de teminat olarak gösteriyor. Harcamalar dengesiz bir şekilde yapıldığı vakit uzun süreçte kulüp para almadan kendisini idare etmek durumunda kalıyor. Tüm bu sağlıksız ortam da bu noktada doğuyor. TFF de buna izin veriyor. Dengesiz harcamalar sonrası gelirler borçlara kilitlenirken kulüp para kaynağına muhtaç kalıyor. Ya zengin bir iş adamı ya da belediyeler.. Bu ikisi olmadığında ise durum daha da vahim hale geliyor. Bir iş adamı duruma el koyduğunda ise artık onun futbol aklına göre yönetiliyorsunuz. Para sanılanın aksine oldukça belirleyicidir. İbricic’e bir yandan “para almadan oynamaya devam et” diğer yandan “koşmazsan bak..” diyemezsin. Almeida’ya aylarca para vermeden “saldır, pres yap her şeyini ver” diyemezsin. Muslera’yı motive edemezsin. Ronaldo da aynı şekildedir Madrid’de. Kulüpler kendi başlarına sağlıklı bir şekilde yönetilemediği vakit borçlanma yetkisini elinden alarak onları giderlerine göre harcama yapmaya zorunlu tutmak da çözümün bir parçası olabilir. Avrupa’da da aslında yapılan sadece bu. Lisans alamama tehlikesi onların aklını başına getiriyor. Bu şekilde olduğu vakit oyuncular ve yönetim arasında gidip gelirken sizin karakteriniz de zedeleniyor. Oyuncularla sağlıklı iletişim kuramıyorsunuz. -

Sorun yaşadınız mı bu dönemde oyuncularla?

 Bir maç öncesi sorun takımın taktiği değil de yine paraydı. Oyuncuları toplayıp sordum: Ne düşünüyorsunuz bu para konularında? Oyuncularımdan birisi çıktı ve beni eleştirdi. Biz sizi daha başka tanırdık dedi. Oyuncuların sorunlarına daha ilgili, taşın altına elini koymaktan çekinmeyen. Hakkımızı daha fazla savunmanızı beklerdik dedi. Şaşırdım.

 -Ne dediniz?

 Haklıydı. Pasif kalmıştım son dönemde. Sıklıkla idman yapmama kararı alıyorlardı ve ben her seferinde onları çeşitli sözler vererek vazgeçirtiyordum ama bir noktadan sonra yıpranan sizin oyuncuların gözündeki karakteriniz oluyordu. Bu aslında bu meslekte her şey demektir. Oyuncuma “haklısın” dedikten sonra onların sorunlarına daha fazla ortak olmaya çabaladım. Kulüp iyi niyetli bir şekilde çalışıyordu ama çeşitli sorunlardan dolayı onlar da verdikleri sözleri yerlerine getiremiyordu. Başta sorduğuna geleyim. Ben Manisaspor’u sıfır puanla alıp belirli bir noktaya getirdiğimde yedi ay para almadan çalıştım. Sadece ben değil, oyuncular, herkes.. Antep’de sorun maddi. Keza Elazığ’a gidin sorun aynıdır, gitmeye bile gerek yok. Manisa’da aynı şekilde. Siz kendi maddi koşullarınızı bir yere kadar dert etmezsiniz ama başta oyuncular, yardımcılarınız ve size bağlı insanlar da aynı sorunlarla boğuştuğunuzda yaptığınız şey teknik direktörlük değil sorunlara liderlik etmek.




 -Avrupa’ da maddi imkânları kısıtlı pek çok kulüp altyapılarıyla ayakta kalabiliyor. Freiburg iyi bir örnek. Paraları yok ama başarı mümkün yine de. Bizde de bu olamaz mı?

 Almanya’nın belli başlı altyapısı sağlam kulüplerinden birisidir Freiburg. Burada Ankaraspor’a benzetebilirim ki o madeni de zamanında iyi kullandık. Lakin ben Antep’e kendimden altı oyuncumu verdiğim bir A2 maçında rakipten fark yiyoruz. Maddi koşulların A takıma etkisini anlattım az önce. Onu onla çarp altyapıya ekle. İkincisi sorun parasızlık ya da az bütçe ile başarı kazanma değil, gelirinden fazla harcama yaparak sağlıksız koşullarda antrenörlük yapma meselesi. Benim asıl başarım ya da farklılığım oyunculara gaz vererek sahaya çıkartmak değil analizler sonucu doğru idman metotlarıyla doğru taktiği belirlemek. Benim idmanlarımın rutini yoktur, her hafta içi rakip takım analizine göre değişir. Bazıları bunu olumsuz anlamda da kullanır ama farkı bu şekilde yaratmak isterim, parasızlıkla uğraşıldığı dönemde oyuncuları motive ederek değil.. her ikisini de yapmaya alıştık artık.

 -İşin belki de en acı tarafı tüm bunlardan bağımsız saha içi eleştirisi olsa gerek.. 

 Bir maç öncesi 3 oyuncum idman yapmak istemiyor, son anda maça çıkmak istemiyor. Nelerle uğraşıyoruz arkada bir görsen, eleştirilerin bazılarının ne kadar yersiz kaçtığını görürsün. Maç saatine kadar uğraşılan şey bazen sadece oyuncuyu ikna etmek olabiliyor. Geçmişte öyle maçlara çıktım ki maç öncesi soyunma odasında haftalardır o takımı inceleyip yaptığımız analizler yokmuşçasına “çıkın oynayın” demek zorunda kaldım. Taktik filan konuşacak ortam yoktu, o derece. Bu sadece futbola değil aynı zamanda tüm hafta boyunca en ince ayrıntısına kadar yaptığınız analizlere, çalışmalara yani emeğinize ihanet oluyor ama başka seçeneğiniz olmuyor işte bazen. Bir gün Antep’e beklerim, sadece bir maç öncesi yapılan analizleri, verilen emeği görmen için.. Hepsi çöpe gidebiliyor bazen.


 -Avrupa Futbolu’nu da oldukça yakından takip ediyorsunuz. Sizi bir orada bir o maçta bir bu maçta görüyoruz. 

 En son Juventus-Chelsea maçına binlerce euro bilet parası ödedim son günde gidebildiğim için. Avrupa’nın pek çok ülkesindeki maça bir şeyler öğrenmek için gidiyorum, yerinde izlemek başkadır. Buradan para kazanıyorum ve buraya yatırım yapmakta sakınca görmüyorum. Sadece maç izlemek değil her anlamda futbola yatırım yapmaktan bahsediyorum. Futbol hızlı bir şekilde gelişiyor, kendimizi her zaman yenilemeliyiz. Her maça gidip yerinde görüyorum, bir şeyler öğrenme çabası içerisindeyim. Şu kesin ki insanoğlu her zaman kendisini geliştirebilir, bunun sonu yok. Avrupa basınını da takip ediyorum ve bende önemli değişimlere neden oluyor.



 -Mesela?

 Dortmund teknik direktörü Jürgen Klopp’un sözleşmesini uzatmayan Kagawa’ya olan tavrından çok etkilendim. “Benim de hayalim İngiltere, İspanya” diyordu  ve oyuncunun hayalini gerçekleştirmesi için yaptıklarına saygı duyuyordu. “Onu oynatacağım, merak etmesin” diyordu. Bizim ligimizde sözleşme imzalamadığı için pek çok oyuncu kadro dışı kalıyor. Mesela son maçlarımızda iyi bir şekilde faydalandığımız kaleci Mahmut konuma geldiğinde ona o özgürlüğü verdik biz. Sözleşmesini uzatmamak onun insani hakkı. Mahmut’un bugünkü konumunda Klopp’un da payı var. Bu oynamasına engel teşkil etmemeli. Bu konuda futbolcuları zorlamamalıyız. Oyuncu sözleşme süresince katkı vermek durumunda ama yenilemek zorunda değil. Bu onun özgür tercihi. Biraz düşünürsek bu dayatma aslında insani açıdan da oyunculara büyük haksızlık! Kadro dışı bırakıp forma vermemekten ziyade bu şekilde oynatarak hem adaletli davranmış oluyoruz hem de kulüp bu oyuncudan daha iyi verim alıyor. Klopp’un beyanatının da etkisi olduğunu unutmayalım. Yanlışlar olur, insanlar hata yapar, ben de çok yaptım ama gelişim ve değişim mümkün, her alanda.. teknik, taktik ve hatta insanlık! Sadece inanmam yeterlidir.

 -İnandığınız zaman sonuna kadar gider misiniz? 

 Ezberden gitmiyoruz. Dünyanın belki de en iyi teknik direktörü olan Jose Mourinho’yu dahi maçlarını izlerken eleştirebiliyorum. Onun dahi yanlış yapabileceği bir yerdir futbol dünyası. O yapıyorsa bizler hayli hayli. Hatalar oyunudur futbol ve doğru eleştiri benim en büyük gelişim silahım. Ama eğer inanırsam da herkesi karşıma alacak şekilde onun peşinden de giderim.

 -Aykırı bir fikrin peşinden herkese rağmen gittiğiniz oldu mu peki?

 Zeytinburnuspor’dan tanıdığınız eski futbolcu Kemal Yıldırım benim yardımcımdı. İdmanlarda bunu koyuyorum, inanılmaz oynuyor. Bir bir oyuncuları dizip goller attırıyor, atıyor. 36 yaşında ama takımın en iyisi. Dedim ki; lisansını al, seni oynatacağım. Son yarım saat, on beş dakika da olsa senden katkı alabiliriz. Çok zorladım, sonuna kadar gittim ama oynamak istemedi. Genel geçer doğruları da bir tarafa koyup inandığım zaman marjinal fikirleri de yeşertmeye çabalayıp sorumluluk almaktan çekinmem.. Bugün 36 yaşındaki oyuncuyu oynatmak olur yarın 15 yaşındaki sahaya koymak, diğer gün daha başka..

-Beğendiğiniz teknik direktörler? 

Elbette Fatih Terim, Mustafa Denizli, Şenol Güneş.. bu isimlerin olmadığı bir liste tuhaf kaçar, doğru olmaz  ama bunları dışarıda bırakırsak Ertuğrul Sağlam’ı beğeniyorum. Ne olursa olsun, o bir Anadolu Kulubü ile Şampiyon olmayı başardı. Üstelik istikrarlı bir çizgisi de var. Daha genç.. Kendisini geliştirmeye devam ederse geleceği çok parlak.. Başarılı bir teknik direktör.!  Keza Ersun Yanal..çok iyi! Analizcileri daha çok seviyorum.

 -Mesela.. 

Bak Benitez çok iyi analizcidir ama iyi bir teknik direktör değil. Başka alanlarda zayıf. Hiddink çok iyidir.. Lucescu bu konuda çok iyidir. Lucien Favre keza aynı şekilde.. Bunlar zaman zaman başarılı sonuçlar almayabilir zira sonuca etki eden çok başka faktörler de var ama analiz konusunda çok iyiler.

 Beğendiğiniz yerli bir oyuncu.. (uzun süre düşünür..)

Bak görüyor musun Orhan, ilk başta aklıma gelen isim yok. Bizde komple, eksiksiz oyuncu çok az.. Yetenekleriyle oynuyorlar ama mental açıdan eksik tarafını tamamlayamıyorlar. Arda’yı beğeniyorum çok ama bunun dışında son günlerde beğendiğim isim Beşiktaş’lı Oğuzhan Özyakup. Geleceği çok iyi onun.

-.. teknik direktörlüğe dönersek, sizin yolunuz biraz daha zorlu oldu sanırım

Bu ülkede eski yıldız bir futbolcu değilsen bu meslekte işin çok daha zor. Bu senin mesleğin için de geçerli.  Diğerlerinin başarısını bekleyen, başarılı olmasını bekleyen kitleye sahip iken biz çok daha başka. Zorla kapıdan içeri giriyoruz. Ersun Yanal zorla kabul ettirdi, Mesut Bakkal öyle.. Ben öyle. eksi puanla başlıyorsun.

-Sportif direktör eksikliğini çekiyor musunuz?

Olmaz mı. Urfa'da maç oynadık sahası iyi diye. Sahamız kapatıldı, bir maç ceza yedik. Masrafını ödedik v.s. Burada bir sportif direktör olsa iş çok başka olur. Dikkat edersen bu şekilde yönetilen kulüpler var ve başkanın ismini duymadığın ve sadece sportif diretörün öne çıktığı yerde çok doğru işler oluyor. Transerden para kazanıyorlar v.s

Örnek?

Kayserispor.. Recep Mamur'un ismini kaç kez duydun? Belki de en önemli ayrıntı başkan kendisinin önüne geçen bir isimden rahatsızlık duymuyor.

Sportif direktör meselesi üzerinde çok durmuştum ama gelişimi zaman alacak gibi..

Orhan teknik direktör dediğin en iyisi dahil altı maç üst üste kaybederse gider.  Kulüpler uzun vadeli planlar yapmak zorundadır, teknik direktör bunu yapamaz. Transfer çalışmaları bu işin sadece bir parçası.  Oyuncuları artık Avrupa kulüpleri bir iki yıl izleyip alıyor, bu şekilde fazla para da vermiyorlar. Bunun tam adı profesyonel yönetimdir aslında ama öncesinde bahsettiğim pek çok sorun nedeniyle bu gerçekleşemiyor. Umarım ilerleyen yıllarda olacak ama önce sağlıklı ekonomi..

Teşekkürler hocam.