Hikmet Karaman’ı eleştiren sert iki yazı yazdım ben. Gazete ve Blog’da yayınlandı. Açık yüreklilikle söylüyorum ki “sinsilikle” suçladım. En sonuncusu blogda yayınlanınca Hikmet Karaman bana ulaştı ve suçlamaları tek tek yanıtladı. Ben de bunu burada sizlerle paylaşmıştım. Sonrasında ise Gaziantespor ile ilgili gazeteye haber yapacağım zaman kendisinin bilgisine başvurdum. Öyle doluydu ki sıklıkla “İstanbul’a geldiğimde görüşürüz” diyerek sonlandırıyordu telefonu. En sonunda geldi ve görüştük ama bu çok kolay olmadı.
Yağmurlu bir gün. Karşıda bir yerde randevulaştık ama Karabük maçını izlemesi gerektiği için öncesinde bitirmemiz gerekiyordu röportajı. Lakin yağmur araya girince bizim buluşmamız maçın başlama saatine denk geldi. Beraber güzel bir masa kurduk, oturduk maçı izliyoruz. Kağıt kalemini çıkardı, notlar tutmaya başladı. Sinan Kaloğlu’na hemen ayrı parantez açtı ve gol sonrası oyuncu hakkında yazdıklarını bana gösterdi. Haklı gururu gözlerden kaçmadı. Gözü çok iyi..
Futbol üzerine konuşurken futbola dair ilginç bir şey söylediğim zaman hemen not alıyor. “ilginç bir yaklaşım, bunun üzerine düşünmeliyim” diyor. Saftig dönemine dair konuşurken onunla ilgili kısmı yanımdaki kitaptan okurken kitabıma göz dikiyor. Kendisini geliştirmek için önündeki her fırsatı değerlendirme çabasında ve bu yaşında gelişime aç bir insan.
Ve biz başladık konuşmaya..
-Hocam, ne oldu da Almanya’ya gittiniz?
Biz öğretmen çocuğuyuz, emekçinin oğluyuz. 1977.. 78..79.. Ortam ülkede herkes için gergindi. Bugün veya geçmişte meclisin içerisinde yer alan arkadaşlarım kahvede okey oynarken biz ülkedeki çatışmanın içerisindeydik. Mahallede gelişen siyasi olaylara da kayıtsız kalamıyor ve aslında teknik direktörlüğün bir diğer biçimini oradaki insanların derdine ortak olup bir anlamda liderlik ederek de gerçekleştiriyordum. Taşın altına elimizi koyup sorumluluk alıyorduk. Mahalledeki emekçi grubumuza liderlik ediyorduk ama bunun tehlikeli sonuçları da oluyordu. Kız kardeşimin okul gezisi yapacağı zaman dahi endişeleniyorduk başına bir şey gelir diye ve bu yüzden geziye eşlik etmek zorunda kalmıştım onu korumak için.. Değirmendere’de indik ve orada vapuru beklerken karşıt görüşlü insanların saldırısına uğradık. Öyle ki oradan kendimizi dışarı atarken kurşunlar yağıyordu peşimizden. İşte bu kardeşimin de şahit olduğu olay sonrası Annem, babam ve depremde hayatını kaybeden rahmetli teyzem fazlasıyla korktu ve beni hemen Almanya’ya gönderdiler. Hukuk fakültesine yaptırdığım kayıta Berlin Teknik Üniversitesi’nde denklik aldım. Hayat başka şekilde orada başladı.. Zaten ben gittikten kısa bir süre sonra 80 darbesi gerçekleşince ülkenin durumu vahim bir hal aldı ve dönmek mümkün olmadı.
-Orada Berlin Türkspor’da futbol oynadınız. Mevkiniz neydi ve iyi bir futbolcu muydunuz?
Orta saha oynuyordum ve yetenekliydim de. Almanya’ya gitmeden Kocaelispor’da başlamıştım futbol oynamaya. A takımına dahi çıktım lakin siyaset her yere bulaşmıştı, burada işimiz zordu. Almanya’ya gittikten sonra Galatasaray beni denedi ve Tarsus İdman Yurdu’na götürdü ama sakatlanınca tekrardan Almanya’ya geri döndüm.
-Berlin Türkspor’da aslında kayda değer bir başarı elde etmiştiniz..
Takımı en alt ligden aldık Oberliga’ya oyuncu ve teknik direktör olarak arkadaşlarla beraber çıkardık. Bu gerçekten büyük bir başarıydı. O dönem bırakın üçüncü ligi.. Bölgesel lig dahi yok. Oldukça büyük başarıydı bu. Almanya’da Batı ile Doğu birleşince doğunun Energie Cottbus, Dynamo Dresden ve Magdeburg gibi güçlü takımları bizim lige düştü. Bu takımlarla mücadele ettik. Maçlarımız televizyondan üç dakikalık özet şeklinde gösteriliyordu. Ben bir elimde beş altı kiloluk bir video diğer elimde mini bir televizyon alıp soyunma odasında oyuncuları bu görüntüleri izleterek motive ediyordum. Pazara gidip insanlardan kulübe destek olmasını istiyor ve her bir insandan aldığımız bir iki markları toplayıp oyunculara bu şekilde prim veriyordum.
-Peki buradan Reinhardt Saftig’in yardımcılığına geçiş nasıl oldu, çok merak ediyorum.
Her akşam gittiğim sahibinin Türk olduğu bir pizzacı vardı. Yemeğimizi orada yer, kahvemizi orada içer evime giderdim. Sabit müşteriydik. İşte o dönemde Kocaelispor başkanı Sefa Sirmen oraya yemek yemeye geldi ve onunla bu şekilde tanıştık. O da bizim başarılarımıza şahit olunca ileride A lisansını da alınca Kocaelispor’a gelir misin diye o dönemden yoklamaya başladı. Telefonlarımızı verdik ve ayrıldık. Güvenç Kurtar ile Kocaeli’nin o büyük çıkışının hemen sonrasında bir telefon aldım başkandan.
-Teklif mi?
Hayır. Bana Beckenbauer’i getirebilir misin diyordu. O dönem de Beckenbauer Bayern Münih’e yeni imza atmıştı. Diğer yandan Saftig de Fenerbahçe’ye gitmiş ama imza atmadan dönmüştü. Saftig olabilir mi ona bakıyorduk. ..derken Saftig’i ayarladık ve o da beni sevince diğer Alman yardımcının yanında biz de ona eşlik ederek teknik direktörlük macerasını başlatmış olduk.
-
1994’te yardımcı antrenörlüğe başlayıp 1998’te birinci adam oldunuz. Geçen onca zaman içerisinde 12 farklı takımla toplamda 15 kez sözleşme imzaladınız. Hocam herhangi birisinde iki yıl dahi kalmışlığınız yok. Nedir sorun?
Tüm bu kulüplerin başkanlarından bir tanesi dahi çıkıp da Hikmet Hoca ile başarısız olduk diyebilir mi? Sanmıyorum. Sonlardan başlayayım istersen anlatmaya. Manisaspor bana geldiğinde dört hafta sonunda sıfır puan almıştı. Önümüzdeki maçlar ise Trabzonspor, Sivasspor, Kayserispor, Beşiktaş ve Kasımpaşa. Puan sıfır. Sıfır puanlı takım Trabzonspor’u deplasmanda yenerek işe başlıyor ve Sivasspor’un ardından ufak bir kaza yaşasa da Beşiktaş’ı da Kasımpaşa’yı da yeniyor. Dört büyüğün ikisini ilk dört haftada deviriyoruz ve sene sonunda ligi onuncu sırada tamamlıyor. İki yıllık sözleşme istiyorlar ama ben bunu takmıyorum hiç. İzin verin, sistemi oturtayım bir iki sene sonra şampiyonluğa oynayalım diyorum sadece. Sezon başı anlaşıyoruz ve iş liglerin başlamasına bir hafta kala sözleşme imzalama kısmına geldiğinde başkan bu parayı ödeyemeyiz diyor. Oyuncular ve teknik heyet yedi ay parasını alamamışken bir de bunu yaşıyoruz. Mesele burada sadece para değil, ilkesizlik, sistemsizlik ve koşullara göre değişen tavırlar. O sıfır puanlı zamanda üç değil beş verecek şekilde sana geliyorlar ve fakat sen takımı rahat bir zemine oturtunca birden tavırlar değişiyor, işler karışıyor. Orada bıraktım takımı ve hakkımı da helal etmiyorum dedim. Şunun da altını çizeyim, o senenin sonunda Manisaspor ligden düşünce Kenan Yaralı hakkımı teslim etti. En büyük hatam Hikmet Karaman’ı göndermek oldu dedi. Hakkımı veren ilk başkan oldu. Biz yine zorda olan, düşme tehlikesini hisseden bir takımı beklemeye başladık..
-Gaziantep geldi..
Manisa ile hemen hemen aynı pozisyondaydı ve hatta daha da zordu. Antep sezon içerisinde teknik adam değişikliğine gitmiş ama 22.haftaya gelindiğinde düşme potası ile arasındaki fark 5’e inmiş. 22 haftada 23 puan toplayabilmişler. Biz kalan 11 haftada 21 puan alarak Antep’i 10.culuğa çıkardık. Manisaspor 0 puanla.. Antep sezonun bitimine 11 hafta kala düşme potasının sınırında.. Bu şekilde takımları alıyoruz ama sonunda çok başka sıkıntılardan ceketimi alıp gitmek durumunda kalıyorum. Ankaragücü’nde de her seferinde rest çekip gitmek durumunda kaldım. Başkan gelip işine karışmak istiyor, paralar ödenmiyor.. On maç oynamış sıfır puanlı takımı düşme potasında alıp yukarı çıkarıyorum, son yedi hafta kala benzer tartışmalardan yine gidiyoruz. Başta söylediğini bir daha yineleyeyim; Hiçbir kulüp başkanı Hikmet Hoca başarısızdı diyemez. Bu koşullar altında uzun süreli çalışmak biraz da verebileceğin tavizlerin sınırıyla da ilgili. Sıkıntılar çok..
-Ne gibi sıkıntılar..
Genelde maddi sıkıntılar.. Pek çok sorundan bahsedebiliriz ama hemen hepsinin kaynağı budur. Eğer bizim takımın fizik kapasitemiz biraz daha iyi olsaydı Galatasaray’ı rahatlıkla yenerdik.
-Hocam bunun parayla ne ilgisi var?
Olmaz mı? Takım kaç aydır parasını alamıyor, oyuncuların eli güçleniyor. Sürekli onlardan fedakârlık beklerken istenilen disiplini sağlamak mümkün mü? Zihinsel olarak maça hazır olmaları mümkün değil. Bir İstanbul BB maçı oynadık, anlatılmaz yaşanır. Öncesinde idare edilen durum ve kazanılan üç puanın içerisinde taktik kelimesi dahi geçmedi. Öyle bir ortam yoktu zaten. Oyunculara antrenörlük değil bu zorlu koşullar altında liderlik etmek durumunda kalıyorum. Bak bu çalıştığım kulübe özel bir durum değil Türk Futbolu’nun temel sorunudur.
-Del Bosque parasını alamadığı zaman şikayet edip fazlasıyla alıyor. Ferrari keza öyle. Yabancılar alıyor ama yerliler neden sorun yaşıyor?
Onlar UEFA kriterlerine göre itirazını UEFA’ya yapabiliyor, biz ise TFF’ye. Eğer bizde de onların hakkı olsa bu ülkede istisnasız bütün kulüpler kapanırdı. Bırak kulüpleri.. Bizim Fedarasyon UEFA kriterlerini yerine getirmediği için düne kadar ceza alıyordu her sene. Üstelik gerekli lisansı alamayan Uganda ile beraber iki ülkeden birisi biz oluyorduk.
TFF Başkanı olsanız ilk yapacağınız eylem ne olurdu?
Önce kulüplere belirli bir zamanı tanıdıktan sonra banka kredisi almasına/borçlanmasına yasak ya da sınır getirirdim. İlk yapacağım eylem bu olurdu. Borçlanma yetkilerini ellerinden almak!
-
Bu şekilde kulüplerin sağlıklı ekonomiye kavuşacağını, Türk Futbolu’nun kurtulacağını düşünüyor musunuz?
Ortada her kulübün azımsanmayacak bir geliri var. Kulüpler bankalardan kredi çekip gelecek olan gelirlerini de teminat olarak gösteriyor. Harcamalar dengesiz bir şekilde yapıldığı vakit uzun süreçte kulüp para almadan kendisini idare etmek durumunda kalıyor. Tüm bu sağlıksız ortam da bu noktada doğuyor. TFF de buna izin veriyor. Dengesiz harcamalar sonrası gelirler borçlara kilitlenirken kulüp para kaynağına muhtaç kalıyor. Ya zengin bir iş adamı ya da belediyeler.. Bu ikisi olmadığında ise durum daha da vahim hale geliyor. Bir iş adamı duruma el koyduğunda ise artık onun futbol aklına göre yönetiliyorsunuz. Para sanılanın aksine oldukça belirleyicidir. İbricic’e bir yandan “para almadan oynamaya devam et” diğer yandan “koşmazsan bak..” diyemezsin. Almeida’ya aylarca para vermeden “saldır, pres yap her şeyini ver” diyemezsin. Muslera’yı motive edemezsin. Ronaldo da aynı şekildedir Madrid’de. Kulüpler kendi başlarına sağlıklı bir şekilde yönetilemediği vakit borçlanma yetkisini elinden alarak onları giderlerine göre harcama yapmaya zorunlu tutmak da çözümün bir parçası olabilir. Avrupa’da da aslında yapılan sadece bu. Lisans alamama tehlikesi onların aklını başına getiriyor. Bu şekilde olduğu vakit oyuncular ve yönetim arasında gidip gelirken sizin karakteriniz de zedeleniyor. Oyuncularla sağlıklı iletişim kuramıyorsunuz.
-
Sorun yaşadınız mı bu dönemde oyuncularla?
Bir maç öncesi sorun takımın taktiği değil de yine paraydı. Oyuncuları toplayıp sordum: Ne düşünüyorsunuz bu para konularında? Oyuncularımdan birisi çıktı ve beni eleştirdi. Biz sizi daha başka tanırdık dedi. Oyuncuların sorunlarına daha ilgili, taşın altına elini koymaktan çekinmeyen. Hakkımızı daha fazla savunmanızı beklerdik dedi. Şaşırdım.
-
Ne dediniz?
Haklıydı. Pasif kalmıştım son dönemde. Sıklıkla idman yapmama kararı alıyorlardı ve ben her seferinde onları çeşitli sözler vererek vazgeçirtiyordum ama bir noktadan sonra yıpranan sizin oyuncuların gözündeki karakteriniz oluyordu. Bu aslında bu meslekte her şey demektir. Oyuncuma “haklısın” dedikten sonra onların sorunlarına daha fazla ortak olmaya çabaladım. Kulüp iyi niyetli bir şekilde çalışıyordu ama çeşitli sorunlardan dolayı onlar da verdikleri sözleri yerlerine getiremiyordu. Başta sorduğuna geleyim. Ben Manisaspor’u sıfır puanla alıp belirli bir noktaya getirdiğimde yedi ay para almadan çalıştım. Sadece ben değil, oyuncular, herkes.. Antep’de sorun maddi. Keza Elazığ’a gidin sorun aynıdır, gitmeye bile gerek yok. Manisa’da aynı şekilde. Siz kendi maddi koşullarınızı bir yere kadar dert etmezsiniz ama başta oyuncular, yardımcılarınız ve size bağlı insanlar da aynı sorunlarla boğuştuğunuzda yaptığınız şey teknik direktörlük değil sorunlara liderlik etmek.
-
Avrupa’ da maddi imkânları kısıtlı pek çok kulüp altyapılarıyla ayakta kalabiliyor. Freiburg iyi bir örnek. Paraları yok ama başarı mümkün yine de. Bizde de bu olamaz mı?
Almanya’nın belli başlı altyapısı sağlam kulüplerinden birisidir Freiburg. Burada Ankaraspor’a benzetebilirim ki o madeni de zamanında iyi kullandık. Lakin ben Antep’e kendimden altı oyuncumu verdiğim bir A2 maçında rakipten fark yiyoruz. Maddi koşulların A takıma etkisini anlattım az önce. Onu onla çarp altyapıya ekle. İkincisi sorun parasızlık ya da az bütçe ile başarı kazanma değil, gelirinden fazla harcama yaparak sağlıksız koşullarda antrenörlük yapma meselesi. Benim asıl başarım ya da farklılığım oyunculara gaz vererek sahaya çıkartmak değil analizler sonucu doğru idman metotlarıyla doğru taktiği belirlemek. Benim idmanlarımın rutini yoktur, her hafta içi rakip takım analizine göre değişir. Bazıları bunu olumsuz anlamda da kullanır ama farkı bu şekilde yaratmak isterim, parasızlıkla uğraşıldığı dönemde oyuncuları motive ederek değil.. her ikisini de yapmaya alıştık artık.
-
İşin belki de en acı tarafı tüm bunlardan bağımsız saha içi eleştirisi olsa gerek..
Bir maç öncesi 3 oyuncum idman yapmak istemiyor, son anda maça çıkmak istemiyor. Nelerle uğraşıyoruz arkada bir görsen, eleştirilerin bazılarının ne kadar yersiz kaçtığını görürsün. Maç saatine kadar uğraşılan şey bazen sadece oyuncuyu ikna etmek olabiliyor. Geçmişte öyle maçlara çıktım ki maç öncesi soyunma odasında haftalardır o takımı inceleyip yaptığımız analizler yokmuşçasına “çıkın oynayın” demek zorunda kaldım. Taktik filan konuşacak ortam yoktu, o derece. Bu sadece futbola değil aynı zamanda tüm hafta boyunca en ince ayrıntısına kadar yaptığınız analizlere, çalışmalara yani emeğinize ihanet oluyor ama başka seçeneğiniz olmuyor işte bazen. Bir gün Antep’e beklerim, sadece bir maç öncesi yapılan analizleri, verilen emeği görmen için.. Hepsi çöpe gidebiliyor bazen.
-
Avrupa Futbolu’nu da oldukça yakından takip ediyorsunuz. Sizi bir orada bir o maçta bir bu maçta görüyoruz.
En son Juventus-Chelsea maçına binlerce euro bilet parası ödedim son günde gidebildiğim için. Avrupa’nın pek çok ülkesindeki maça bir şeyler öğrenmek için gidiyorum, yerinde izlemek başkadır. Buradan para kazanıyorum ve buraya yatırım yapmakta sakınca görmüyorum. Sadece maç izlemek değil her anlamda futbola yatırım yapmaktan bahsediyorum. Futbol hızlı bir şekilde gelişiyor, kendimizi her zaman yenilemeliyiz. Her maça gidip yerinde görüyorum, bir şeyler öğrenme çabası içerisindeyim. Şu kesin ki insanoğlu her zaman kendisini geliştirebilir, bunun sonu yok. Avrupa basınını da takip ediyorum ve bende önemli değişimlere neden oluyor.
-
Mesela?
Dortmund teknik direktörü Jürgen Klopp’un sözleşmesini uzatmayan Kagawa’ya olan tavrından çok etkilendim. “Benim de hayalim İngiltere, İspanya” diyordu ve oyuncunun hayalini gerçekleştirmesi için yaptıklarına saygı duyuyordu. “Onu oynatacağım, merak etmesin” diyordu.
Bizim ligimizde sözleşme imzalamadığı için pek çok oyuncu kadro dışı kalıyor. Mesela son maçlarımızda iyi bir şekilde faydalandığımız kaleci Mahmut konuma geldiğinde ona o özgürlüğü verdik biz. Sözleşmesini uzatmamak onun insani hakkı. Mahmut’un bugünkü konumunda Klopp’un da payı var. Bu oynamasına engel teşkil etmemeli. Bu konuda futbolcuları zorlamamalıyız. Oyuncu sözleşme süresince katkı vermek durumunda ama yenilemek zorunda değil. Bu onun özgür tercihi. Biraz düşünürsek bu dayatma aslında insani açıdan da oyunculara büyük haksızlık! Kadro dışı bırakıp forma vermemekten ziyade bu şekilde oynatarak hem adaletli davranmış oluyoruz hem de kulüp bu oyuncudan daha iyi verim alıyor. Klopp’un beyanatının da etkisi olduğunu unutmayalım. Yanlışlar olur, insanlar hata yapar, ben de çok yaptım ama gelişim ve değişim mümkün, her alanda.. teknik, taktik ve hatta insanlık! Sadece inanmam yeterlidir.
-
İnandığınız zaman sonuna kadar gider misiniz?
Ezberden gitmiyoruz. Dünyanın belki de en iyi teknik direktörü olan Jose Mourinho’yu dahi maçlarını izlerken eleştirebiliyorum. Onun dahi yanlış yapabileceği bir yerdir futbol dünyası. O yapıyorsa bizler hayli hayli. Hatalar oyunudur futbol ve doğru eleştiri benim en büyük gelişim silahım. Ama eğer inanırsam da herkesi karşıma alacak şekilde onun peşinden de giderim.
-
Aykırı bir fikrin peşinden herkese rağmen gittiğiniz oldu mu peki?
Zeytinburnuspor’dan tanıdığınız eski futbolcu Kemal Yıldırım benim yardımcımdı. İdmanlarda bunu koyuyorum, inanılmaz oynuyor. Bir bir oyuncuları dizip goller attırıyor, atıyor. 36 yaşında ama takımın en iyisi. Dedim ki; lisansını al, seni oynatacağım. Son yarım saat, on beş dakika da olsa senden katkı alabiliriz. Çok zorladım, sonuna kadar gittim ama oynamak istemedi. Genel geçer doğruları da bir tarafa koyup inandığım zaman marjinal fikirleri de yeşertmeye çabalayıp sorumluluk almaktan çekinmem.. Bugün 36 yaşındaki oyuncuyu oynatmak olur yarın 15 yaşındaki sahaya koymak, diğer gün daha başka..
-
Beğendiğiniz teknik direktörler?
Elbette Fatih Terim, Mustafa Denizli, Şenol Güneş.. bu isimlerin olmadığı bir liste tuhaf kaçar, doğru olmaz ama bunları dışarıda bırakırsak Ertuğrul Sağlam’ı beğeniyorum. Ne olursa olsun, o bir Anadolu Kulubü ile Şampiyon olmayı başardı. Üstelik istikrarlı bir çizgisi de var. Daha genç.. Kendisini geliştirmeye devam ederse geleceği çok parlak.. Başarılı bir teknik direktör.! Keza Ersun Yanal..çok iyi! Analizcileri daha çok seviyorum.
-Mesela..
Bak Benitez çok iyi analizcidir ama iyi bir teknik direktör değil. Başka alanlarda zayıf. Hiddink çok iyidir.. Lucescu bu konuda çok iyidir. Lucien Favre keza aynı şekilde.. Bunlar zaman zaman başarılı sonuçlar almayabilir zira sonuca etki eden çok başka faktörler de var ama analiz konusunda çok iyiler.
Beğendiğiniz yerli bir oyuncu..
(uzun süre düşünür..)
Bak görüyor musun Orhan, ilk başta aklıma gelen isim yok. Bizde komple, eksiksiz oyuncu çok az.. Yetenekleriyle oynuyorlar ama mental açıdan eksik tarafını tamamlayamıyorlar. Arda’yı beğeniyorum çok ama bunun dışında son günlerde beğendiğim isim Beşiktaş’lı Oğuzhan Özyakup. Geleceği çok iyi onun.
-.. teknik direktörlüğe dönersek, sizin yolunuz biraz daha zorlu oldu sanırım
Bu ülkede eski yıldız bir futbolcu değilsen bu meslekte işin çok daha zor. Bu senin mesleğin için de geçerli. Diğerlerinin başarısını bekleyen, başarılı olmasını bekleyen kitleye sahip iken biz çok daha başka. Zorla kapıdan içeri giriyoruz. Ersun Yanal zorla kabul ettirdi, Mesut Bakkal öyle.. Ben öyle. eksi puanla başlıyorsun.
-Sportif direktör eksikliğini çekiyor musunuz?
Olmaz mı. Urfa'da maç oynadık sahası iyi diye. Sahamız kapatıldı, bir maç ceza yedik. Masrafını ödedik v.s. Burada bir sportif direktör olsa iş çok başka olur. Dikkat edersen bu şekilde yönetilen kulüpler var ve başkanın ismini duymadığın ve sadece sportif diretörün öne çıktığı yerde çok doğru işler oluyor. Transerden para kazanıyorlar v.s
Örnek?
Kayserispor.. Recep Mamur'un ismini kaç kez duydun? Belki de en önemli ayrıntı başkan kendisinin önüne geçen bir isimden rahatsızlık duymuyor.
Sportif direktör meselesi üzerinde çok durmuştum ama gelişimi zaman alacak gibi..
Orhan teknik direktör dediğin en iyisi dahil altı maç üst üste kaybederse gider. Kulüpler uzun vadeli planlar yapmak zorundadır, teknik direktör bunu yapamaz. Transfer çalışmaları bu işin sadece bir parçası. Oyuncuları artık Avrupa kulüpleri bir iki yıl izleyip alıyor, bu şekilde fazla para da vermiyorlar. Bunun tam adı profesyonel yönetimdir aslında ama öncesinde bahsettiğim pek çok sorun nedeniyle bu gerçekleşemiyor. Umarım ilerleyen yıllarda olacak ama önce sağlıklı ekonomi..
Teşekkürler hocam.