19 Ocak 2014

19 Ocak.



"Sabah saat on buçukta evden ayrıldı diye hatırlıyorum. Her zamanki gibi az da olsa yaptı kahvaltısını. Ayrılırken biraz keyifsizdi. Bir şey takılmıştı kafasına. Öperek yolcu ettim. Üzülme, dedim, çok da önemli değil bu sıkıntılar. Akşama döndüğünde geçer, dedim. Önemli olan varlığımız, gibi bir şeyler söyledim. Böyle bir konuşma oldu aramızda. Sonra o işine gitti. Benim de dua toplantım vardı, oraya gittim. (...) Telefon çaldı. Oğlum, mama nerdesin? Dua et, diyordu. Sesi titriyordu. Dedim oğlum, sen nerdesin, orada kal ki ben geleyim. Kendisine bir şey oldu sandım. Yok bir şey mama, sen dua et... Onun telefonu kapandı, Sera aradı. Mama, babam, dedi. (...) Evdekilere de bağırıyorum. Kimse bana engel olmasın. Agos’a gideceğim. Benimle gelmek isteyen varsa gelsin diye. İki arkadaşımla bindik taksiye. O yol da bir türlü bitmek bilmedi. Gittimse Ararat’la Sera’yı orada gördüm. Orada sarıldım onlara. İnsanoğlu çok garip! O an çocuklarımın boynu bükük artık diye düşündüm. Eziklik, babasızlık, kanatlarının kırılmış olduğu... Böyle düşünceler üşüştü zihnime. Bu düşünceler içinde sarıldım onlara.

Ben gittiğimde eşimi kaldırmışlardı. Kanını gördüm kaldırımın üstünde. Sonra hep üzüldüm, niye uzanıp oraya, yanına yatmadım diye. Sonra hep üzüldüm... Çıkarken Agos’tan, baktım orayı sabunla suyla yıkıyorlar. Temizlemeye çalışıyorlar. Sanki temizlenirmiş gibi. Suyla sabunla temizlenir mi dökülmüş kan?"

   Rakel Dink

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder