Bu sezon Premier Lig’e dair iki önemli haber dikkat çekti.
Avrupa’nın diğer 4 büyük ligi dahi katlayacak şeklinde
yapılan yayın anlaşması. Tam 7 milyar euro tutarındaki gelecek 3 yıllık
anlaşma.
Muazzam değil mi? Peki diğerine geçelim.
Bu sezon Avrupa Ligi ve Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale
kalan tek bir Premier lig takımı yok!
2008 ve 2009 yıllarında yarı finale kalan 4 takımı düşünün.
Bir yılda 4’ü de Premier Lig takımı olurken hemen arkasındaki sene ise yarı finale kalan 4 takımdan 3'ü yine Premier Lig’den olmuştu. Üstelik, 2005-2012 yılları arasında Devler Ligi'nde oynanan 7
finalin içerisinde en az birisi her daim Premier Lig takımı olmuştu.
2013’de çeyrek finale kalan yine tek bir ingiliz takımı olmadığı
zaman “olur böyle şeyler” ya da “tesadüf” denildi. 2015 yılında ise bu tekrar
etti. 3 yıl içerisinde iki kez futbolun iki önemli liginde çeyrek finale tek
bir ingiliz takımının kalmaması ise haklı olarak tartışmalara yol açtı.
Bu sene UEFA’nın açıkladığı “en iyi 11” listesinde ise
sadece “Angel Di Maria” Premier Lig oyuncusu olarak kadroya girdi. Onu da Real
Madrid istemediği için Premier Lig’e gittiği biliniyor.
Avrupa’da sıklıkla dile getirilen bir görüş, en çok para onlarda olsa da en iyi onlar değil. En iyi 11 futbolcu dahi Premier Lig’de forma giymiyor. Dahası bu lige üst düzey futbol insanları gitmek istemiyor. Mesut Özil, Angel Di Maria gibi zorunlu ikinci seçenek bir yana İngiliz takımlarının çok daha yüksek maaş teklif etmesine rağmen Bundesliga'yı seçen Guardiola gibi örnekler..
Kazanılan bu devasa para ise Premier Lig’in Asya ve
Amerika’da popüler oluşuna bağlanıyor.. Dış ülkelerde ligin değeri Bundesliga’nın
içerideki değerine eşit neredeyse.
Yine söylenen şu ki popülerliğün kalıcı olup uzun sürece yayılması zor ve
Şampiyonlar Ligi ile Avrupa Ligi’ni izleyen futbol müşterisi yakın zamanda –eğer
böyle giderse- Premier Lig’e de sırtını dönecektir.
Zeit’da yapılan bir araştırmada ise sert mücadelelerin ligi
olan Premier Lig’in taktiksel zayıflığına vurgu yapılmış. Örnek vermek gerekirse
eğer son yıllarda saha içi popüler olan pek çok ayrıntının –Karşı Pres(Gegenpressing),
Geçiş futbolu, (Umschaltspiel), Topasahip olma(Ballbesitz, Barcelona v.s.)
sahte dokuz(False Nine) İngiltere’ye uğramadığını dile getiriyor. Bu da ligin
en iyi takımının dahi önlem alınabilir, öngörülebilir olduğunu ve nihayetinde
eşleşmelerde “durdurulabilir” düz takımlar olmasının altı çiziliyor..
Cesc Fabreagas’ın 4-4-2’ye verdiği röportajın içeriği de
bunu destekliyordu. İspanya ve İngiliz futbolunu karşılaştıran İspanyol oyuncu
Premier Lig'in hareketliliği, sertliği ve temposunun güzelliğine dikkat
çekerken başta beklerin taktik disiplinden yoksun bir şekilde atılan her uzun
topa karşılık verecek şekilde yerlerini terk ettiğini dile getirirken temponun “bilinçsizce”
yapıldığını, taktiksel içeriğin İspanya futboluna göre çok zayıf kaldığının
altını çiziyordu.
Bu blogu 8 yıl önce yazmaya başladığımda Bayern Münih ve Bundesliga’nın
yakın zamanda Avrupa Futbolu’na damga vuracağını ve başta Serie A olmak üzere
Alman liginin diğer bütün ligleri geçeceğini sıklıkla dile getirirken yine de
Premier Lig’i geçmesi için 20 yıllık bir sürece ihtiyacı olduğunu dile
getirdim.
Yazılan iki farklı makalenin içeriğinden ziyade sonucuna katılmıyorum. Başarısızlığın
popülerliği zayıflatacağını ve Premier Lig’in dış ülkelerde kazandığı paranın düşeceği fikrine
katılıyorum ve fakat Premier Lig’in iç piyasadaki devasa rakamının uluslarası
başarıdan ziyade İngilizlerin tam da Almanlarda olduğu gibi var olan futbol
kültürünün bir getirisi olduğunu, bu olduğu sürece çözümlerin bir şekilde
olacağını biliyorum.
Almanların neden "sürekli" başarılı olduğunu anlamak isterseniz eğer üçüncü lig maçlarına gitmenizi tavsiye ederim. O kasabanın takımına destek veren insanın sahip olduğu futbol kültürü, zeminler, koşullar beş on yılda ne elde edilebilir ne de yok edilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder