27 Mart 2015
Sosyal Medya
"...yazar ya da sanatçı denilen kişinin bireyselliği çok önemli. Sosyal paylaşım ortamları sürekli belirli bir gündemi dayatıyor; her şeyin ortalaması alınıyor, bu durumda da insana nefes alacak bir yer kalmıyor bazen. Bunu kendi adıma sakıncalı buluyorum. Yazardan veya sanatçıdan benim beklediğim farklı şeyler söylemesidir ya da bildiğimiz konularda yeni bakış açıları ile farklı yorumlar getirmesidir. Ancak çok fazla sosyal paylaşım ortamına bakan bir yazarın bu farklılığı yakalayabileceğini sanmıyorum. Çoğunluk belirli bir ortalamada buluşur, ortak noktada bir araya gelir: ortak acılar, ortak sevinçler, ortak öfkeler, ortak ülküler. Bu “ortakta buluşma” sanatçı için varoluşsal bir darboğaza dönüşebilir. Yazarın kendini ortak duygu ve düşünceden koruması gerekir. Başka türlü sıra dışı bir deneyim yaşayamaz, sanatı vasatın söylemine yakınsar."
http://www.bilisimdergisi.org/s174/FLASH/index.html?page=108
Kural Hatası?
Bir derbi maçı oynandı.
Fenerbahçe’yi Beşiktaş yenemedi. Aslında derbinin özeti
budur. Üstelik Gökhan Gönül, Kuyt ve Meireles gibi sistemi derinden etkileyen
üç önemli oyuncusunun yokluğuna ve forvetlerinin formsuzluğuna rağmen yine de
yenilmediler. Hakem kararları ise saha dışı teknik kurallardan ibaret
yanlışlar.. Maçın genel seyrini etkilemiyor. Bu yüzden hakeme karşı aşırı
yüklenmeyi de anlamış değilim. Öyle bir bağrış, çığrış var ki sanırsın Beşiktaş
oynamış, hakem önüne geçmiş.
Yok böyle bir şey.
Öte yandan Slaven Bilic’in hamleleri de bana göre
yerindeydi. Bugün ya da yarın yapacağım geniş Fenerbahçe analizinde bunları
konuşuruz. Bu spor medyasının büyük bir bölümünün Oğuzhan ya da Olcay’ın bomboş
pozisyonda golü atması sonucu çok başka şeyler konuşuyor olacağını biliyor
olmanız önemli. Skora göre her türlü beklentiyi karşılayacak olumlu ya da
olumsuz mesajı vermek için didinen bir grup taraftar soytarısı var bu sektörde.
Amaçları analiz yapmak değil, beklentiyi karşılamak.
Gelelim kural hatası kısmına...
Almanya’nın Özgecan’ı da bir Türk olmuştu. Tuğçe Albayrak. Taciz
edilen kızları korumak isterken tacizciler tarafından öldürülmüştü. Maç öncesi
saygı duruşu da yaptılar, her yerde tepkilerini de gösterdiler. Bunlardan en
anlamlısı ise Frankfurtlu golcü Haris Seferovic’in gol sonrası tişörtüne "Tuğçe
= Medeni cesaret, melek, cesaret, saygı" yazısın göstermesi olmuştu.
Kural her türlü politik mesaja sarı kart diyor. Bu hareketin
karşılığı net sarı karttır.
Hakem kartını çıkartmadı. Hakem Gagelmann insiyatif
kullandı. Ne maç tekrar edildi ne de bu konular konuşuldu.
Hatırlarsanız Eskişehirli genç kardeşimiz Ediz’in ölümü
sonrası benzer bir aksiyonda hakem bizde “kuralı” uygulamış ve kartını
çıkartmıştı.
Avrupa’da örnekleri çoktur. Kendi kendisine durduk yere oyundan çıkanı da
var, ırkçı saldırı sonrası sahayı terk edeni de.. Vereni de var, vermeyeni de
var. Maç tekrar edilmeli diyeni yok ama.
Üstelik taraftar kendi gerçeğiyle yüzleşmeli. Nihayetinde
gerçek şu ki Fenerbahçe bileğinin hakkıyla yendi ve hakem sahada Beşiktaş’ın
önüne engel çıkarmadı.
Olcay atamadı, Oğuzhan atamadı. Hepsi bu.
Yöneticiler bunun peşinden koşabilir, taraftar ise kendi
gerçeğiyle yüzleşmeli.
Final Camp Nou'da
İspanya KRAL Kupası tartışmalar sonucu Barça'nın sahası Camp Nou'da oynanmasına karar verildi. Önce iki takım da Bernabeu olsun dediler ama mümkün olmadı. ..sonra Valencia, Sevilla olsun dediler ama başka çareleri kalmayınca..
Barça ile Athletic Bilbao arasında oynanacak Kral Kupası finalinde hem Bask hem de Katalanların milli marşa ve Kral Felipe'ye karşı ortak bir tepki vermesi çok şaşırtıcı olmaz.
Enteresan bir final olacak..
Rosa Balistreri - Cu ti lu dissi
Sevgilimin altı aylık Napoli macerasından buraya taşıdıklarından bir tanesi.
Ne zorlu bir süreçti öyle?
Premier Lig
Bu sezon Premier Lig’e dair iki önemli haber dikkat çekti.
Avrupa’nın diğer 4 büyük ligi dahi katlayacak şeklinde
yapılan yayın anlaşması. Tam 7 milyar euro tutarındaki gelecek 3 yıllık
anlaşma.
Muazzam değil mi? Peki diğerine geçelim.
Bu sezon Avrupa Ligi ve Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale
kalan tek bir Premier lig takımı yok!
2008 ve 2009 yıllarında yarı finale kalan 4 takımı düşünün.
Bir yılda 4’ü de Premier Lig takımı olurken hemen arkasındaki sene ise yarı finale kalan 4 takımdan 3'ü yine Premier Lig’den olmuştu. Üstelik, 2005-2012 yılları arasında Devler Ligi'nde oynanan 7
finalin içerisinde en az birisi her daim Premier Lig takımı olmuştu.
2013’de çeyrek finale kalan yine tek bir ingiliz takımı olmadığı
zaman “olur böyle şeyler” ya da “tesadüf” denildi. 2015 yılında ise bu tekrar
etti. 3 yıl içerisinde iki kez futbolun iki önemli liginde çeyrek finale tek
bir ingiliz takımının kalmaması ise haklı olarak tartışmalara yol açtı.
Bu sene UEFA’nın açıkladığı “en iyi 11” listesinde ise
sadece “Angel Di Maria” Premier Lig oyuncusu olarak kadroya girdi. Onu da Real
Madrid istemediği için Premier Lig’e gittiği biliniyor.
Avrupa’da sıklıkla dile getirilen bir görüş, en çok para onlarda olsa da en iyi onlar değil. En iyi 11 futbolcu dahi Premier Lig’de forma giymiyor. Dahası bu lige üst düzey futbol insanları gitmek istemiyor. Mesut Özil, Angel Di Maria gibi zorunlu ikinci seçenek bir yana İngiliz takımlarının çok daha yüksek maaş teklif etmesine rağmen Bundesliga'yı seçen Guardiola gibi örnekler..
Kazanılan bu devasa para ise Premier Lig’in Asya ve
Amerika’da popüler oluşuna bağlanıyor.. Dış ülkelerde ligin değeri Bundesliga’nın
içerideki değerine eşit neredeyse.
Yine söylenen şu ki popülerliğün kalıcı olup uzun sürece yayılması zor ve
Şampiyonlar Ligi ile Avrupa Ligi’ni izleyen futbol müşterisi yakın zamanda –eğer
böyle giderse- Premier Lig’e de sırtını dönecektir.
Zeit’da yapılan bir araştırmada ise sert mücadelelerin ligi
olan Premier Lig’in taktiksel zayıflığına vurgu yapılmış. Örnek vermek gerekirse
eğer son yıllarda saha içi popüler olan pek çok ayrıntının –Karşı Pres(Gegenpressing),
Geçiş futbolu, (Umschaltspiel), Topasahip olma(Ballbesitz, Barcelona v.s.)
sahte dokuz(False Nine) İngiltere’ye uğramadığını dile getiriyor. Bu da ligin
en iyi takımının dahi önlem alınabilir, öngörülebilir olduğunu ve nihayetinde
eşleşmelerde “durdurulabilir” düz takımlar olmasının altı çiziliyor..
Cesc Fabreagas’ın 4-4-2’ye verdiği röportajın içeriği de
bunu destekliyordu. İspanya ve İngiliz futbolunu karşılaştıran İspanyol oyuncu
Premier Lig'in hareketliliği, sertliği ve temposunun güzelliğine dikkat
çekerken başta beklerin taktik disiplinden yoksun bir şekilde atılan her uzun
topa karşılık verecek şekilde yerlerini terk ettiğini dile getirirken temponun “bilinçsizce”
yapıldığını, taktiksel içeriğin İspanya futboluna göre çok zayıf kaldığının
altını çiziyordu.
Bu blogu 8 yıl önce yazmaya başladığımda Bayern Münih ve Bundesliga’nın
yakın zamanda Avrupa Futbolu’na damga vuracağını ve başta Serie A olmak üzere
Alman liginin diğer bütün ligleri geçeceğini sıklıkla dile getirirken yine de
Premier Lig’i geçmesi için 20 yıllık bir sürece ihtiyacı olduğunu dile
getirdim.
Yazılan iki farklı makalenin içeriğinden ziyade sonucuna katılmıyorum. Başarısızlığın
popülerliği zayıflatacağını ve Premier Lig’in dış ülkelerde kazandığı paranın düşeceği fikrine
katılıyorum ve fakat Premier Lig’in iç piyasadaki devasa rakamının uluslarası
başarıdan ziyade İngilizlerin tam da Almanlarda olduğu gibi var olan futbol
kültürünün bir getirisi olduğunu, bu olduğu sürece çözümlerin bir şekilde
olacağını biliyorum.
Almanların neden "sürekli" başarılı olduğunu anlamak isterseniz eğer üçüncü lig maçlarına gitmenizi tavsiye ederim. O kasabanın takımına destek veren insanın sahip olduğu futbol kültürü, zeminler, koşullar beş on yılda ne elde edilebilir ne de yok edilebilir.
24 Mart 2015
Milli Takım=Milli Dava ?
Milli takımda “FUTBOL OYNAMAK” adı altında gerçekleştirilen
eyleme çeşitli kutsallıklar atfederek oyundan öte bir milli duygu kazandırma
eylemini hiçbir zaman anlamadım. Milli takıma gelmemeyi savaştan kaçan asker
ihaneti içerisinde adlandırmayı da ancak bu takıma hizmet edenlerin herhangi
bir maddi karşılığı olmadan bunu gerçekleştirdiğinde bir anlamı olacağı
kanısındayım. Milyon eurolar verilerek göreve gelen teknik sorumlunun bunu
talep ederken pazarlığı nasıl yaptığını da merak etmiyor değilim. Görev veren
yetkilininin “Hocam bu milli dava, kaçamazsın, yönet şu takımı yoksa milli
duygularından endişe ederiz” diye bir yaklaşım sergilendiği oldu mu? Olması
mümkün mü? Para karşılığı yapılan bir iş değil midir milli takım teknik
direktörlüğü? Teknik adamların pek çoğu (Daha dün Hamza Hoca) kulüp takımlarını kariyerleri için tercih etmedi mi?
Koşullar ve şartlar uyuşmazsa yine de milli takımda görevi kabul eder mi Fatih Terim? Olmaz ama oldu ya.. Ünal Aysal TFF başkanı oldu. “Görevden kaçmam” der mi.. Hatta diyelim ki TFF başkanı Ünal Aysal çok başarılı bir şekilde giden Terim’i milli takım teknik direktörlüğünden kovdu. HAKSIZ BİR ŞEKİLDE CEZALANDIRILDI. 3 ay sonra çağırdığında gider mi? Bu milli dava, kaçış yok der mi? İki üç bin euro maaşa bunu kabul eder mi? Kulüp takımında daha iyi bir kariyer yapacağına inanan teknik adamın milli takımı reddetmesi görevden kaçmak, vatana ihanet midir? Hangi yıldız teknik direktör Premier Lig'den bir takım ya da Real Madrid'i çalıştırmak yerine milli takımın başına geçmeyi kabul ediyor?
Kabaca ilişkiler ağı içerisinde öyle bir konumda olursunuz ki milli takıma en azından bir süre için veda dahi edebilirsiniz. Her şeye rağmen olması mümkün değildir. Bu benim için de böyledir. Bir futbol maçı galibiyetinin topluma faydasından çok zararının dahi dokunulduğunun sıklıkla teorize edildiği yerde bu vatana ihanet ya da hizmet geyiklerini de "milyon euroların döndüğü TFF sektöründe" bırakalım artık.
Koşullar ve şartlar uyuşmazsa yine de milli takımda görevi kabul eder mi Fatih Terim? Olmaz ama oldu ya.. Ünal Aysal TFF başkanı oldu. “Görevden kaçmam” der mi.. Hatta diyelim ki TFF başkanı Ünal Aysal çok başarılı bir şekilde giden Terim’i milli takım teknik direktörlüğünden kovdu. HAKSIZ BİR ŞEKİLDE CEZALANDIRILDI. 3 ay sonra çağırdığında gider mi? Bu milli dava, kaçış yok der mi? İki üç bin euro maaşa bunu kabul eder mi? Kulüp takımında daha iyi bir kariyer yapacağına inanan teknik adamın milli takımı reddetmesi görevden kaçmak, vatana ihanet midir? Hangi yıldız teknik direktör Premier Lig'den bir takım ya da Real Madrid'i çalıştırmak yerine milli takımın başına geçmeyi kabul ediyor?
Kabaca ilişkiler ağı içerisinde öyle bir konumda olursunuz ki milli takıma en azından bir süre için veda dahi edebilirsiniz. Her şeye rağmen olması mümkün değildir. Bu benim için de böyledir. Bir futbol maçı galibiyetinin topluma faydasından çok zararının dahi dokunulduğunun sıklıkla teorize edildiği yerde bu vatana ihanet ya da hizmet geyiklerini de "milyon euroların döndüğü TFF sektöründe" bırakalım artık.
E durum buysa, milli dava olayı nedir? “BURASI MİLLİ
TAKIM” sloganıyla vatana hizmete denk düşürülme sevdası gerçekçi bir söylem değil. Ben Türkiye adına gol atan fubtolcu olsam kesinlikle bununla gurur duyar, keyif alırdım pek çokları gibi. Lakin hepsi de budur.
Bu futbol. Bir oyun. Güzel bir oyun. Türkiye Milli Takımı
ise farklı bir keyif. Yaptığın ya da yap(a)madığın eylem sonucu bir ülkenin
büyük bir kesiminin duygu dünyasında olumlu ve olumsuz hisler uyandırma imkanı
tanıyor sana. Hepsi bu.
En aptalca olanı ise kişinin kendisinden bihaber yaptığı
eleştirilerdir..
Türkiye’de çalıştığım bir kurumda üst pozisyona geçmek ve
ayda taş çatlasa 500 lira daha fazla kazanmak için 12 yıllık dostum dediği insanın arkasından iş çeviren fanatik 3 senede
yaklaşık 2 milyon euro daha fazla kazanacağı için tuttuğu takımın oyuncusunun takım
değiştirmesini deli gibi eleştiriyordu. 3 kuruşa adam satacak olan insan belki
bana denk gelmiştir ama bu miktar yükseldikçe içerisine giren kalabalığın
rakamının sıfırları da altıyı geçer bu ülkede. Enteresan tarafı miktar
büyüdükçe toplum ieçrisinde de bu sadakatsiz hıyanetlerin doğru olarak kabul
görüşüdür. En çok da bunların arasından "sadakat", "paraya rağmen forma aşkı" gibi
söylemlerin dillendirilmesini ben kişinin en çok kendinde olmayanı başkasına
tavsiye eder analizinin içeriğine bağlıyorum doğrusu.
Ömer Toprak gelmek istememiş. Hakan Çalhanoğlu gelmiş.
Fatih Terim bir hata yaptı. Gökhan Töre olayını küçümseyerek
geçiştirmek istemesi başta Gökhan Töre ve Ömer Toprak olmak üzere bu üç insanın
çok daha fazla acı çekmesine sebebiyet verdi. Eğer doğru bir yönetim
sergilenmiş olsaydı bugün derbide insanlar “Gökhan silah çeksene” diye
bağırıyor olmazdı. Bu olay diğer pek çok gizli saklı kalan skandallar gibi
açığa çıkmış olmazdı. Gökhan Töre’yi sahiplenmesini ben daha çok tribünde
kredisi biten futbolcuyu sahaya sürerek korumaya çalışan teknik direktör
tavrına benzetiyorum. Korumak isterken helak ediyorlar. Dün Selçuk İnan’ın
bugün Emenike’nin olması gereken zamanda yedek kulübesine çekilmeyişi sahada
yaşanılan tepkileri bu futbolculara yaşattılar. Oysa zamanında yapılan DOĞRU müdahale en
başta bu oyuncuları korurdu. Bu
yaşanılanların ilk ortaya çıktığı zaman Gökhan, Hakan ve Ömer ile bir buluşma
gerçekleştirip uzlaşı arayışına “kibir” ve “milli takım burası” saçmalığı nedeniyle
uzak duran Terim’in eseridir bugün üç insanın da yaşadıkları acılar.. Gökhan Töre dahi "koruma adı atında" yanlış yönetim sonucu Terim’in kibrinin cezasını
çekenler arasında yer almıştır.
Evet.. İkincisinde olması gerektiği gibi oyuncuların yanına
giderek Hakan’ı kazandı ama hiçbir suçu olmadığı halde önce basın önünde hedef
gösterip nefret kusup ardından da milli
takıma “haksız bir şekilde” iki oyuncuyu almayarak yaptığı hata sonucu da Ömer’i
kaybetti.
Artık mesele Gökhan ile Ömer’in aynı takımda oynaması değil.
Fatih Terim’in yaptığı haksızlığın hesabını sorma meselesidir. Ömer diyor ki:
Odasına silahlı adam ile dalıp arkadaşının dövülmesine şahit olmak zorunda
bırakılmama rağmen neden ben cezalandırıldım? Bunu soruyor, cevabını istiyor.
Gökhan Töre’yi yetkililer değil bizzat onların krizi yönetememe sonucu toplum ve medya
cezalandırdı. Hakan tüm bu süreçte sadece şansız bir zamanda olmaması gereken
bir mekanda olduğu için olaylara dışarıdan bakıp geçiştirebiliyor, aynı şey
Ömer için geçerli değil.
Girilen oda Ömer’in. Dövülen ve silahla tehdit edilen, esir alınan insan Ömer’in misafiri.
Hocasına lig maçında psikolojisi bozulduğu için oynamayacağını söyleyip
psikolojik hasar almış insan Ömer. Milli
takım öncesi olayı basına duyuran ise Hakan’ın babası. İşin en saçma tarafı da
cezalandırılan “suçsuz” Ömer Toprak’ın olmasıdır.
Ömer bunun hesabını soruyor.
Ömer’i milli takımda görmek isterdim. Fatih Terim’in gizli
özrünü kabul etmesini beklerdim. Yaşanılanlardan Gökhan Töre’nin de çok
çektiğini, cezasını tamamladığına inanmasını isterdim. Lakin her şeyin dışında
o “bir maçlık” cezanın içeriğini sorup bu haksızlığa başkaldırmak istiyorsa da
desteklerim. Gökhan Töre'nin daha da agresif tutum takınıp silahın bu sefer patayacağı korkusuna yenik düşüyorsa, yine anlamak zorundayım. Üstelik bunu yaparken milli takıma futbolcu olarak yapacağı
katkının ne olduğuna bakmadan insani açıdan desteklerim.
Gökhan Töre hata yaptı, cezalandırıldı. Cezasını çekmeye de
devam ediyor. Hakan Çalhanoğlu ölüm korkusunu tattı, annesinin gözyaşlarını
gördü ve üzerine bir maçlık ceza verilerek milli takımla ilişiği kesildi. Şimdi buzlar eridi. Ömer
Toprak her açıdan mağdur oldu, suçsuz yere ceza çekti. Peki tüm bu süreci
yönetirken pek çok hata yapan Terim’in cezası nedir? Ömer Toprak’ın milli
takımda yaşatacağı eksiklik.
Çok az.
Bir başka enteresan olan kısım ise gelmeyeceğini belli eden
Ömer Toprak’ın milli takıma çağrılmasıdır. Yine tüm bu süreç basına
bilgilendirme yapılmadan ilerlediği için olayların içeriğine yüzde yüz vakıf
değiliz. Lakin TFF eğer Ömer’i şikayet ederse oyuncu kendi kulubünde 3 maç
oynamayacak. Benim sorum şudur:
Gelmeyeceğini söyleyen oyuncuya teklif neden yapılır? Hani milli takım rica ile
olmuyordu? Ceza vermek için mi yoksa görüşmede Ömer fikrini tam olarak size
iletmediği için “şansımızı bir deneyelim mi” oldu?
Bir daha üzerinden son kez geçeyim:
Ben, milli takıma hizmet etmek için geldiğim bir yerin
otelinde silahlı bir arkadaş ile odamı basan ve yanımdaki arkadaşımı döven
insan ile aynı ortamda bulunmak istemeyebilirim. Üstelik bu durumda üzerine bir
de ceza yersem iş artık Gökhan ile aynı takımda oynamak değil böylesine
adaletsiz bir tavrı “onamam” anlamına gelen davete de icabet etmem. TFF en
azından suçunu bilip çağrı yapmayı kesip önündeki maçlarda “düzgün” yönetim
sergileme derdinde olmalıdır.
Sevgili Fatih Terim, bir doğru üç yanlışı götürmeyebiliyor bazen.
Di
91 milyon insan bu videoyu izlemiş, müziği dilnlemiş.. Öylesine denk geldi melodinin bağımlısı olan diğer bütün arkadaşlar gibi. Sertab Erener de "söz" adı altında söz yazıp albümüne koymuş filan. Dinlemedim onu, merak bile etmedim.
İnsanı aptallaştıran, hareketsizleştiren ve hafif de ellerini kollarını oynatan bir tınısı mevcut. Sözlerine bakmamakta fayda var.
2011 Eylül'de buraya geldiğim günden bu zamana geçirilen sürecin sonucunda kendimi bulduğum yer işte bu..