24 Şubat 2011
Gitmek/Dönmek.!
Gurbete kaçacağım dedim artık sonunda. Elimin altında doğduğum andan beri bulunan seçeneği sonunda işaretledim. E ne olacaktı ya ? Size her yaz üç ay bambaşka bir yaşamın gösterisi düzenli olarak on beş yıldır sunulur iken buna ne kadar kayıtsız kalabilirdiniz.? Daha önemli olan ayrıntı ise orasını görerek/bilerek yaşadığınız yerdeki sorunların üzerinden geçip gidebilmek ne kadar mümkün? Üstelik o yaşamın içerisinde çok sevdiğiniz iki ablanız, iki erkek kardeş ve bir adet anne, bir adet baba bulunuyor iken? Nesnelerin çekiciliği size dokunmadıkları ölçüde nasıl fazlalaşır haberiniz var mıdır ki ? Basit bir aile kahvaltısı, yeğeninizin size dayı ya da kardeşinizin abi diye hitap etmesinin nasıl bir anlama geldiğini algılayabilmeniz mümkün müdür? Yaşadığınız her türlü sorunla memleketin içerisinde baş etmek zor değil ve fakat onların olmadığı bir yaşama hayır demek nereye kadar ? İleride doğacak bir çocuğunuza kurduğunuz yaşamın içerisinde dede,babaanne, amca, hala gibi kavramları ona uzak tutmanın sorumluluğunu almak kolay olmadı zira ben bizzat kendim biliyorum o ilişkilerin dışında yaşamın nasıl göründüğünü. Köyümde aranırım, kapıma polis dayanır, saçımdan, küpemden, düşündüklerimden dolayı devletin polisi bile beni korumak istemez ya da bizzat onlardan korunma gereği duyar iken dayanamadım artık.. Devamında olan milyon tane satırın sonunda ben artık kararımı vermiştim.
Havaalanındaydım.
Geride yirmi dört yıl iki ay uzunluğunda bir masal bıraktım.Elimde valizlerin olduğu arabayı sürer iken şöyle bir geriye dönüp kısa bir bakış atmaya bile korktum o an.. Sanki bir kez arkaya baksam bir daha başımı buraya çeviremeyecekmişim gibi hissettim ve o anda geriye dönmeden sürekli ileriye doğru adımımı atmaya karar verdim. Buradakilerin algısını ve aklını kavrayabiliyordum ve tam da bu yüzden kendimi hiç olmadığım kadar tuhaf hissediyordum. Bir milyar çinlinin arasında kalan Norveçli gibi bir şey.. Saçlarım belime kadar uzun, kulakta bir eyfel kulesi küpesi ve hepsinden önemlisi de kurduğum cümlelerin içeriğinin misal beni karşılamaya gelen ablam için dahi sıkıcı bir filmin anlaşılması güç olan konusu olması gibi. Tüm bu farklılığı insanın sülalesinin yüzde doksan sekizinin yaşadığı bir yerde hissetmesi alışılmadık olabilir ama sanırım hayatın bana sürekli yaptığı cilvesinin trajik öğeler barındırıyor olmasına kendimi bildim bileli alışığım. Elimde olsa her bulduğu fırsatta nanik yapan o hayatın ağzının ortasına bir tane yapıştıracağım ve fakat tecrübeyle sabittir ki onun eli benimkinden çok daha ağır. Artık hayatla,onlarla ve bunlarla kavga etmemek için de bulunduğum yerin aksine doğru koşturmaya başlayıp buraya gelmemiş miydim ki ?
O anda yaşam kısaca benim için: 5 yıl Balıkesir köy 13 yıl İzmir yurt ve 6 yıl Ankara öğrencilik kısımlarından oluşuyordu ve ben artık hepsini geride bıraktmıştım. Hepsini derken o evrensel kümenin içerdiklerini doğru bir şekilde hesaplayamadığımı da henüz bilmiyordum. Neyden vazgeçtiğinizi ancak tamamen oradan uzaklaşınca algılayabiliyorsunuz zira orasının içerdiği milyar tane güzelliğe bilinciniz oluşmaya başladığından bu yana sahip olduğunuz için hafızanıza ayırt edici özellik olarak kazınmamış. Ancak tam anlamıyla kaybettikten sonra algılıyorsunuz o zamana kadar sahip olup da artık ondan yoksun kaldığınızı.. Yaşadığınız memleketi terk ederken sıklıkla gözden kaçan nokta ve sorun hep budur.
Biz böyle anlaşmamıştık aslında dersiniz sıklıkla..
Yatağımı bıraktım. Bu anlaşmanın içerisinde vardı. Yatağımın içerisinde olduğu ve yurt hayatı boyunca hiç sahip olamadığım odamı,kitaplarımı, sığınağımı. O odanın olduğu güzel evimi. O evin içerisinde kavga-döğüş altı yıl beraber yaşadığım arkadaşlarımı. Evin hemen altında gelir gelmez kırmızı soft winston'u hazır tutan bakkalımı.. Oradan aşağıya doğru iner iken işinin gücünün arasından kafasını çıkarıp selam çakan esnafımı.. Memlekete bir daha gitme nedeni olacak kadar eksikliğini hissettiğim berberimi.. Otobüs bekler iken otobüsü erken bir şekilde durağa çekmek adına sigara yakmaya kalktığım zaman unuttuğum ateşi aldığım yoldan herhangi bir vatandaşı ya da onunla iletişime geçerken ki rahatlığımı.. Ana dilimi.. Ehliyetimi, komşumu,aşkımı, mahallemi, cine 5 seyrettiğim kahvehanaleri, deli gibi eğlendiğim barlarımı, içerisinde garip malzemeler bulunmayan yarım ekmek " Ankara" dönerini.. Çorbacılarını.. Kaosunu.. Alman diskosunda elimde içki sağa sola mal mal bakınırken aklıma düşen kızları tavlamak için gösterdiğim gayret sonucu elde ettiğim onca acı tecrübemi. Akşamları eve toplanan sakaryanın emekçi müzisyenleri ile kurulan rakı sofrasının içerdiği o eşi benzeri olmaz muhabbeti. Tek bir kelime etmeden yaşanılan karışık hislerin arkadaşların tarafından gerçekçi bir şekilde anlaşılmasının verdiği hafifliği. Kızılaydaki eylemlerin içerisinde oynanılan Hemşin'i ve en çok da nereye gidersem gideyim önüme konulan ince belli bardakta sunulan o çayı..
Çemberin dışında doğmuşum bir kere. Etnik kimlik, köyden şehre göç ve sonra aklıma düşen kelimelerden türettiğim düşüncelerin ülke içerisindeki yalnızlığı. Nerden baksan çemberin dışındaydık ve içeride kalanların aksine herhangi bir noktada kendine bir yoldaş bulmanın zorluğu.. Yanlızlık, yalnızlığı doğurdu hep. Dinlediğin müzik ya da kılık kıyafet de hayat biçiminize göre gelişip değişti ve çok uzun bir zaman dilimi içerisinde her bir parçasını büyük emekler vererek oluşturduğum dünyamı ancak kurabilmiş iken bırakıp gitmenin ardından o bütünü sağlamanın yorgunluğu hissettim elimde valizlerin olduğu arabayla beni bekleyenlere doğru yürür iken.. Ben artık doğrusunu söylemek gerekirse oyun dışı kalmak istemiyordum ve neyse ona göre her konuda taviz vermeye de hazırdım. Usanmıştım. Daha başlamadan yenilgiyi kabul ettim. Yeter ki sırıtmayayımdı ve hatta içerinizdeki en sıradanı ben olayımdı.. Dilini, sokağını, kültürünü ve her bir parçasına aşina olduğum yerde bu denli zorluk yaşamış iken burada tekrardan hemen her yerde marjinal azınlığın içerisinde yeni bir dünya kuramam.. İsmail YK da dinlerim, gaza da basarım, saçlarımı öyle de yaparım böyle de diyerek iki gün kalıp gideceğim Nürnberg'den Münih’e geçmeden önce uzun saçlarım ve top sakalımın artık yola benimle beraber devam etmeyeceğine karar verdim. Bu yetecek sanmıştım o anda.. Bu kadar kolay olmazdı ama bu kadar da azimliydim yeni yaşamın ortalama insanına dönüşme konusunda.
Girdim yeni sınıfıma ve hemen ortalamayı almak için şöyle bir bakındım etrafıma.
32 kişiydik 32 milletten. Dil kursundaki ilk sınıfımın içeriği buydu. Adını zor yazdığım, ismini ilk defa duyduğum ve aslında duysam da içimden gizli gizli yok lan böyle memleket yiyorlar bizi dediğim yerlerden insanlar toplaşmışlar bir sınıfa. Zamanında sıkıcı derslerin içerisinde ezberlediğim ülke başkentleri tek tek karşıma çıktı. Brezilya, Bosna Hersek, Venezuella,Meksika ve son olarak Burkino Faso'dan gelen askerleri biraz daha kendime yakın buldum.Artık ne kadar yakınsak..
Burger King'in içerisinde Brezilyalı kız arkadaşımla yemek yerken herkesin bize baktığını fark ettim zira ben ingilizce anlayabiliyor ve konuşamıyor iken o Almanca anlayabiliyor ve fakat ingilizce konuşabiliyordu. O ingilizce ve ben onun anlayabileceği ölçüde kırık dökük Almanca konuşarak anlaşıyorduk ki o dönem içerisinde onca saçmalığın yaşandığı yerde bana en "olağan" gelen ilişki biçimi insanlara fazlasıyla garip geliyordu. Diğer taraftan buraya universite okumak için benim gibi gelenler ise ülkede gördüğüm anda kaçmak için yırtındığım tipolojilerden oluşuyordu. Onlardan kaçış yoktu, ülkeyi de terk etseniz yine gelir sizi bulurdu.iyi ki de bulmuşlardı aslında.
Yaşadığımız ülkenin diline hakim olduğunuz vakit entegre olmak çok daha kolay olacak yanılgısı da mevcut. Dillerini anlamanız ancak farklılığınızı daha kalın bir şekilde çizmenize yardım ediyor sadece.
Her şey anlatıldığı gibiydi burada. Evime giren çıkan kızların sayısı misal komşumu ilgilendirmiyordu. Siyaset ya da felsefe hakkında konuşur iken Marx’ın adını andığım vakit karşıda duran insan size bebek katili terorist gibi bakmıyordu ve bu yetmezmiş gibi daha çok saygı duyuyordu. Düşük bir aylık maaş ile hayal ettiğiniz her şeye kavuşabilme imkanınız vardı. Ankara’da istisnasız her ayın sonunda kirayı nasıl öderiz düşüncesi ile baş başa kalır iken on beş gün önce yedinci yılını doldurduğum Almanya’da böyle bir şeyi hiç yaşamadım. Hak Hukuk Adalet Saygı Sevgi insanlık ve daha pek çok şey gerçekten de burada vardı ve fakat tüm bunlar aslındavar olan yaşamınızı sorunsuz yaşayabilmeniz içindi. Unutulan şuydu ki bana göre burada insanlar ya da ben yaşamıyordum. Daha da kötüsü yirmi dört yılın sonunda bambaşka dünyanın yeni doğan bebeğinin içerisinde durmaktan başka katılım gösteremediği o dünyanın olağan yaşamına kavuşması ne kadar zaman istiyordu?
Sahip olduğunuz yaşamınıza buradaki imkanları ekleyerek bambaşka hayeller kuruyorsunuz ama inanın bana hep eksik.. O yaşamınızı kaldırıp atın ve sadece imkanlara kavuşabilmeyi düşünün.. Buradan gecenin bir vakti arabaya atlayıp Prag’a geçip Radiohead’i canlı canlı dinleyebilmek muhteşem bir durumun belirtisi iken yolculuğu tamamlayabilmelisiniz zira dönüşünüzde bunu paylaşabileceğiniz tek “BİR” insanın dahi olamayışının acısı es geçilemez. Bu tecrübeler sizin yaşamın içerisinde verdiğiniz anlamları yerinden kaydırıyor farkında dahi olmadan. Lanetle andığınız ülkenizin sorunları ve ona dair her şey birden bambaşka anlamlara kavuşuyor ve santim santim tutarsızlaşıyorsunuz. Bürokratik bir işlemde geçtiğiniz kuyruğun uzunluğunu düşünüp isyan eder iken bir süre sonra o bekleme esnasında önünüzdeki ya da arkanızdaki ile muhabbet edebilme ihtimalini aklınıza getirip başka bakıyorsunuz lanetlediğiniz eyleme.. Ne kadar garip, biçimsiz binalar var der iken o kaos, o dünya gözünüze öyle estetik geliyor ki İstanbulu her ziyaret edişimde imrenerek bakıyorum dünyanın en düzensiz yapılarına, sokaklarına.. Güzel dediğiniz şey yerinde durmuyor, değişiyor zira yok öyle bir şey..
" Nesnelerin çekiciliği, bize dokunmadıkları ölçüdedir. Hayat hiçbir zaman güzel değildir; güzel olan, hayat üzerine yapılmış betimlemelerdir sadece. Özellikle, şiirin ışığı bu görünüşleri aydınlatıp ışıttığı zaman ve yaşamanın ne olduğunu bilmediğimiz gençlik yıllarında kavrarız bunu. "
Mümkün değil artık.. Hikayeyi ters yüz etmekten başka bir anlamı olmaz sanırım. Uzun uzun anlatmaya çalışılan da sanırım budur. Eksikliğini çektiğiniz şeye içerisinde yaşadığınız hayatın içinde sahip olma çabasına girin ve fakat onların olduğu bir yere zıplamayın, sürprizi çok.. Yine de bir kıyas yapacak olsam oranın kaosu/içeriği buranın monotonluğunu/düzenini döver..
Bunları bilmeme rağmen bir gün geri döneceğimi de çok iyi biliyorum.. Bu yüzden sadece kendim için yazıyorum, kişişel tarihime not düşülsün, tutarsızlıklarıma bir yenisi daha eklenilsin diye ilerleyen zaman içerisinde..
güzel adam.
YanıtlaSilNicedir yazmamıştın. Böylece anlamış olduk bu uzun sessizliğin nedenini. Eline sağlık Borges...
YanıtlaSilbiliyor musun ne zamandir ben de bunu sorguluyorum. Acaba sorun ben de mi? ben mi adapte olamiyorum diyorum kendi kendime ki burda yanlarnda yasadigim cok guzel bir ailem var, arkadaslarim var (ya da oyle gozukuyor) dil problemim nerdeyse olmadi ancak hep bisey eksik, hep bisey eksik..
YanıtlaSilGiderken 'bi daha ne donecem' deyisimi hatirliyorum annanem'in 'cabuk bitir de gel' temennisi uzerine... :)
Neden geldim diye soruyorum simdi de kendime? Deger miydi? Belki de diyorum en azindan bunu farkettigim icin degdi, elimdekilerin onemini, icime nasil isledigini gormeme yaradigi icin degdi.
son olarak cok uzatmadan; oranın kaosu/içeriği buranın monotonluğunu/düzenini döver! muthis bir kiyaslama olmus:)
yazin icin tekrar tekrar aklina ruhuna saglik, belki de kendi kendime cok net ifade edemedigim duygulari onume koydugun icin tesekkur ederim..
kanada'dan selamlar..
"...Tek bir kelime etmeden yaşanılan karışık hislerin arkadaşların tarafından gerçekçi bir şekilde anlaşılmasının verdiği hafiflik."
YanıtlaSileline sağlık borges...
dediğin gibi "hep bişeyler eksik"...
G Ö R Ü L M Ü Ş T Ü R
YanıtlaSil:)
Bloglar kapanıyor.
YanıtlaSilBloglar Digitürk'ün şikayeti üzerine kapanıyor.
YanıtlaSilKendine iyi bak.