8 Eylül 2011

45 Yıllık Dostluk!



(Uli Höness bir dönem Paul Breitner ile birlikte kaldığı odasını Che'nin bakışı altında toplar iken..)

"En derin dostluklar, genellikle şans eseri gerçekleşen buluşmalardan doğarmış." -
Shichinin no samurai
(1954)

1966 Sonbaharı.. Bayern altyapısında oynayan Paul Breitner 15 ve Baden Wütenberg eyaletinin seçmelerinden gelen Uli Höness ise 14 yaşında. Her ikisi de Güney Almanya genç milli takımı seçmelerine davet edilir ve tam da burada kader onları buluşturur. Birbirlerini önceden tanıyanlar beraber bir odaya geçer iken birbirlerini tanımayan bu iki insan en sona kalır.. Kader bu ya, işte zorunlu olarak ilk birliktelik "hey siz ikiniz.. beraber şu odaya geçin" demesiyle başlar.

Yurtta oda arkadaşı olurlar..

"4 yıl boyunca (1966-1970) beraber aynı milli takımda oynadık ve aynı odayı paylaştık. Bazen çok uzun yolculukların olduğu başka ülkelerde maçlara giderdik.. Bir keresinde Danimarkadaki milli maç için yaptığımız tren yolculuğu 28 saat sürmüştü" der Breitner ve bu zamanlar da kaynaştık en çok diye de belirtir. Topluca gidilen maçların dönüşü yalnız olurduk ve Breitner arkadaşının memleketi Ulm'da kalır geçerdi evine ve böylece ailesini de tanıdığını, bir kardeş kadar yakın olduğunu belirtir henüz daha beraber Bayern'e geçiş yapmadan önce..

Karşılaştığımız ilk saniyeden itibaren birbirimize ısındık, sevdik der Breitner. Öyle ki tamamen birbirlerine zıt ilgi alanları olan iki insan.Höness tam da benim zıttımda durur misal finansal konulara eğilir, parayla ilgili ne varsa onun üzerinde dururdu diye anlatırdı. Onun ekonomiye düşkünlüğü okuduğu okul kadar geçmişin anılarında da saklıdır.


34 Mark! diyordu ARD'de çekilen belgeselde çocukluğunda mağazanın vitrininde görüp de çok sevdiği futbol topuna olan uzaklığı anlatırken.. Babasının mesleği Kasaplık olsa da dükkan ile evin içiçe geçmesi nedeniyle ailecek çalışır ve ailecek günün muhasebesini beraber yapardık derken bazen on mark eksik çıkardı diyor.. Tüm aile o koca evi talan ederdi onu bulmak için ve onun futbol topu yaklaşık 3.5 on mark değerinde. Tüm yaz çalıştım ve sonunda aldım diyor. Tutku nesnesi ile arasındaki meseledir para sadece..

Breitner üç yılın sonunda Real Madrid dönüşü Bayern'e bonservisinin yüksekliği nedeniyle dönemez ve milyoner sponsora sahip Eintracht Braunschweig'e gider.. Bayern almak istese de bilir ki Höness kulubünün o dönem parası yoktur, borcu çoktur. Futbol topu gibi yine arasında para vardır ve o henüz daha futbolcu iken kulubüne ekstra gelir yaratır. Bayern formasına kendi memletindeki kamyon üreticisinin reklamının alınmasına aracı olur iken tek bir şart koyar: Buradan gelecek para çok sevdiği arkadaşının Bayern'e dönmesi için bonservisine ödenecek.. Gerçekten de buradan alınan ilk taksit 600 bin mark Braunschweig'e ödenir ve iki dost tekrardan aynı takımda karşılaşır..



Breitner ise sosyal alanlara ilgisi olan, okumayı seven, felsefeye düşkün her türlü otorite karşıtı isyankar bir adam ve fakat sanıldığı gibi komünist ya da maoist değildi. Eleştirilmekten korkmaz ve toplumun ortalamasının dayattığı fikirleri sorgulamadan çoğunluğun baskısı nedeniyle asla kabul etmezdi. O dönem Marx okur,Lenin okur Mao'ya göz kırpar, bu düşünürlerin pek çok fikrine destek verir, çeşitli sosyal içerikli gruplarla takılır, kafası nereye göre esiyorsa her şeyi yapardı. Breitner'dan daha solcu daha aktivist futbolcular vardı ama kapıları kapatınca ancak kitaplarının başlarına geçerdi. Breitner'i farklı kılan solculuğu, felsefeye olan düşkünlüğü değil yaşamını her türlü baskıya karşı çekinmeden gözler önünde yaşayabilecek güçlü karakteri olmasıdır. Keza o sakallarının kesiminden reklama malzeme olmasından tutun o dönemin -bugünün değil- Real Madrid'ine transfer olması dahi yine o güçlü karakterin bir eylemidir. Bu adam Bayern kulubünün teknik direktöründen başkanına kadar her şeyi değiştirip yeni baştan kurgulanmasında en önemli rolü oynayan tarihin gördüğü en büyük lider futbolculardan birisidir. 70'li yıllarda eline Marx almayan adam azdır ve fakat Breitner gibi yapan çok az insan vardır..



Höness aklını konuşturur, parayı bulur onu Bayern'e getirir. Breitner liderliğini konuşturur, başkanı devirir, teknik adamı değiştirir ve Höness'in de Nürnberg'de futbolculuğu bırakacağı noktada Bayern'in başına-başlarda itiraz etse de- menajer olarak gelmesine olanak sağlar. Eni sonu tekrardan o yaşam başlar..



Bayern Münih 1978/79 sezonunda dördüncü olur Breitner geldiğinde.. Öyle ki ondan önceki sezon da 12.. 6 yıl olmuş şampiyonluk yok , başarı yok.. Müller,Beckenbauer Amerikalara gitmiş. Birisi sahada diğeri masa başında Bayern'i yeniden yukarıya çıkarmak istiyorlar ama işleri çok zor. 30 yıllık menajerlik hayatının en zor günleri olarak bu sürecin üzerinden geçiyor Höness.. Bugün dünyanın en azından futboldan para kazanan kulupler arasında ekonomisi en iyi olan konumunda iken o gün milyonlarca mark borç içerisindeydi kulubün başına menajer olarak geçtiğinde..



Sonuç işte budur. 1974'den sonra ilk şampiyonluk gelir 1980'de.. 1981'de yine yeniden.

Bugüne gelen sürecin başlangıç noktasıdır. O dönemlerde Gladbach da hatrı sayılı başarılar kaznamıştır ama bugün "geçmişin efsanesi" konumunda.. Oysa burası o gün bu başarıyı içeride ve dışarıda yaşatanların hala görevde olduğu birliktelik devamını sağlıyor. Bugün Breitner'in yanında kupaya sarılan Rummenigge şirketin müdür.. Höness başkan, Breitner danışman.. Belki bu yüzden dışarıdan pek anlaşılamasa da "dostluk" ve "ilişkiler" kokan bir kuluptür Bayern.. Sakat oyuncusuna sözleşme imzalatır, zamanında formasını giymiş bir oyuncunun yaptığı kazadan sonra kimsesiz kaldığı ortamda Höness evine alır, Gerd Müller için inanılmaz mücadele verirler v.s..



Bir tesadüf eseri 1966'da başlar bu dostluk. Beraber Avrupa Şampiyonu, Dünya Şampiyonu, Bundesliga Şampiyonu, Şampion kulupler kupası v.s. her şeyi alırlar. Bir yerde kırılır.. Breitner futbolu bırakmadan Singapurdaki dostluk maçının devre arasında bu "dostluk" bozulur. Menajer olarak ilk defa soyunma odasına giren Höness bir dakikalık süren bir azarlama tonuyla oradakileri ve Breitner'a çıkışır, küserler.. Tam 10 yıl boyunca her ikisi de gurur yapar, konuşmaz basit bir tartışma sonucunda..

Her şeye rağmen yine de hiçbir şey olmamış gibi devam edenleri tasvip etmiyorum bu hayatta. Büyük dostlukların kırgınlıkları da büyük olur. 10 yıl sonra şans eser havaalanında karşılaşırlar ve inanmayacaksınız ama aynı anda birbirlerine koşarlar, sarılırlar rahat bi on yıllık özlem giderilir. Hemen ertesi güne eşlerinin de olduğu bir buluşma ayarlanır ve kaldığı yerden devam eder.. 45 yıllık dostluk biraz da böyledir.


Mesut Çirkin?



1- Mesut Özil taraftarıyım. Çirkin mirkin yakıştırması hoş değil. 2- Kafam yeteri kadar atık vaziyette ve bir şeylerle eğlenme derdindeyim. 3- Resimleri 11 freunde'den arakladım ama top 5'ini değiştirip kendime göre hazırladım ve yorumlar zaten bizden..

Mesut'a merceği yaklaştırırsan belki hoş olmayan kareler filan ortaya çıkar ama gerek maç içerisinde gerekse de uzaktan baktığında gayet de karizması var. Çirkin futbolcu nasıl olur ben size az biraz göstereyim.



15 - Roland Twrydy

Çok mu kötü ? değil ve kınıyoruz bu adamı listeye alanı zira amatör liglerin ötesine çok geçememiştir kendisi. Ha nedir? Altına yazılan "öldürücü gülüşü olan adam" beni öldürmüştür o çok başka.. 10 üzerinden 6'yı alır yani nedir ki? Öyle bir soyadıyla yaşam geçirmiş zaten adam daha ne yük bindiriyorsun üzerine..



14- Alfred Schön

SV Waldhof Mannheim'ın teeee 1.Lige çıktığı zamanlardı.. O döneme göre aslında ortalama tipik bir alman.. 10 üzerinden 5'i bulur zorlarsan da futbolcudan başka her şey olurmuş. Başta film yıldızı ama bu biraz duygusu eksik olan filmler tabi..


13 - Herbert Hein

Bu güzel işte. Köln'ün şampiyon olduğu zamanlardaki savunmacısı. Sonrasında Weisweiler olsun Çaykovski abimiz olsun yanlarında yardımcı teknik direktörlük yapsa da sonunu getiremedi. En azından Şampiyonluğu tatmış güzel bir abi de bir yerden hatırladım hatırlıyorum modundayım.. Yeşilçam'ın kötü adamlarından birisine benzetiyorum ama çıkartamadım şimdilik.. Mesut mu dedin sen..



12- Edmund Stöhr

Nerede futbol oynamış bir fikrim yok ve fakat herhangi bir başarı kazanamadığına yüzde yüz eminim. Baştan kaybetmeye mahkum.. Şöyle gelse karşıdan hemen biraları kaparım mesela, anlat abi derim.. anlat..


11- Markus Feinbier

1988'de Leverkusen'in UEFA kupasını kazandığı kadronun içerisindeydi. Lakin sonrasında yaşadığı düşüş büyük ve sürekli ikinci liglerde filan gezindi durdu. Derginin bir numarası buydu.. Yüzünün biçimine en uygunsuz saç traşı bu olsa gerek.. beş saniyeden fazla bakarsınız içinizi tedirgin eden bir korkuyu hissedeceksiniz. O dönem çekilecek bir filmde katil rolünü bu arkadaşa verirsiniz ve muhtemelen filmin ilk ölecek insanı da bir üst karedeki arkadaş olurdu.


10 Rainer Scholz

Şöyle bir şey sorayım: Sizce Scholz'un futboldaki mevkisi nedir? Doğru bildiniz, adam adama saunmadaki en önemli adam tutuculardandır kendisi. Alfred Schön ile beraber Waldhof Mannheim'in birinci lige çıkaranlardan ve uzun süre Hannover'de forma giydi. Her şeye rağmen bir semaptikliği var, yok değil..



9-Klaus Kösling

Köln'ün bir zamanlar savunmasında kısa bir dönem forma giymiş oyuncu. Taa Weisweiler zamanından.. Gerçekten birisini tutup savunma yapabildiğine inanasası gelmiyor insanın ki o zamanlarda stoperlerin hele ki Almanya'da oyun açma şu bu görevleri de yok..



8-Matthias Liebers

Leipzig efsanelerinden..



7-Ralf Regenbogen

Bize bir şey anlatmaya çalışıyor ama anlatamıyormuş gibi sanki. Adamı sahada bakışlarıyla uyuşturur..



6-Rafael Sanchez

İsmine bakarsak İspanyol tipine bakarsak az biraz bizden diyebilceğiniz ve fakat saçlarına baktığınız zaman tamamen kaybolup gidebileceğiniz bir orta saha. 1963 doğumludur ama 40'ı geçene kadar oynamıştır bir yerlerde.


5-Ulrich Bittcher

Üzerinde Dortmund forması olsa da Gelsenkirchen doğumlu ve Schalke'den Dortmund'a geçenler arasındadır kendisi. Maçlardan fırsat bulduğunda antrenörden izinsiz kaçıp yeşilçamda gizli gizli rol kestiği de söylenir.


4- Uwe Wassmer

Bir meydan okuma?

Garip de bir hikayesi var. Fena da bir golcü değildi Schalke'ye geldiğinde.. Sezon boyunca 10 gol atmasına rağmen Aarau'ya transfer oldu zira adamın geçirdiği 12 ay içerisinde Schalke 4 kez başkanını 3 kez de teknik adamını değiştirdi. Bildiğin kaçtı gitti.. Oysa nadir bulunanlardandı..



3- Guido Hoffmann

Gladbach'tır filan oynadı da Feldkamp'ın 1991'deki K'lautern'in şampiyon kadrosu içerisindeydi. Unutmak mümkün mü?


2 Josef Stabel

Saygılar abi..

Yok yorum yapamazsın bu adama. Ansızın kapın çalar, kala kalırsın öyle sonra. K'lautern kalecisiydi gol de atılmazdı saygıdan.. Hürmetler abi..



1- Mario Basler!

Almanya'nın en yetenekli ve en arsız futbolcusunun şu hali benim bir numaramdır, unutulmaz. Sonra diyorlar ki milli takımda orda burda sigara tiryakisi.. Konuşmak kolay tabi..

7 Eylül 2011

Kendi kendisini oyuna sokan adam!



23 Haziran 1973..

Günter Netzer..

Az önce Breitner ile olan Madrid geyiklerini dinledim ki çok keyifliydi. Ama bu işte o Real Madrid'e gitmeden önce yaptığı son maç..

Takımın başındaki tam bir efsane olan antrenör Hennes Weisweiler ve Real Madrid'e imza attığı öğrenilen sarışın melek Günter Netzer.. Hoca oyuncusunu ihanet ile suçluyor bir bakıma ve en önemli maçta yedek oturtuyor.. Neden? Çünkü Real Madrid'e imza attı..

Netzer'in son maçı..

İlk yarı 1-0 öne geçse de Köln feci geliyor ve daha yarı sonlanmadan beraberlik sağlanıyor. Taraftarlar ilk yarı boyunca Netzer diye bağırıyor, ilk yarı sonunda da hoca onu oyuna almak istiyor ama işte.. Gururu kırılan Netzer de bunu kabul etmiyor. Maç uzatmalara gittiğinde oyuncular bu sefer Netzer'i girmesi için ikna eder iken sonunda Netzer kendi kendisini oyuna sokuyor, hoca sadece Netzer'in oyuna girişini izliyor.. Ölmüş bitmişlerden bir tanesini kenara çekip sahaya giriyor ve topla ikinci buluşmasında ise kupayı getiren golü atıyor Gladbach formasıyla çıktığı son maçında.. O dönemin devid bekımı abimiz.. Çok da güzel ve geyik Madrid anıları vardır onlar da yakında burada olur..

Kahn ve Scholl!


Mehmet Scholl'un deyimiyle 13 yıl boyunca yanında oturan ve bazen inanmazsanız ama bana selam da verir dediği Kahn ile olan garip ilişkisi..

Mehmet Scholl'a sorulan iki soru:

-Siz neyden korkarsınız?

Mehmet Scholl: Savaş ve Oliver Kahn!

Diğeri ise daha güzel..

-Profesyonel futbolcu olmanın karşığı var mıdır gerçekten ?

Mehmet Scholl: Bunun karşılığını aldığınız zamanlar oluyor misal Oliver Kahn'ı duşta kendisini sabunlarken gördüğünüz zaman..

Aşk mı Futbol mu?



Geçen Liga Total'de izledim. Şöyle bir soru gelmişti:

-Başkanlık mı daha güzel yoksa 30 yılda pek çok başarı kazandığınız menajerlik mi?

- En iyisi futbolcu olmaktı..

27 yaşında futbolu bırakmış bir adamın hüznü vardı bu cevabın arkasında. Gerçi o kısa zaman içerisinde Avrupa Şampiyonluğundan Dünya Şampiyonluğuna ve ligde yaşadığı şampiyonluklara kadar her kupayı sığdırmıştı ama yine de erken bırakmak durumunda kaldı..

Şimdi sene 1969 .. Uli Höness'e gelen soru şudur:

-Aşk mı Futbol mu ? Hangisini seçerdiniz?

-Futbol'u..

Maximillian Popp'un Fenerbahçe Haberi!



Birden bu genç çocuğun yaptığı habere sarılıp çevirisini Hürriyet'e dahi koydular. Kimdir Maximillian Popp ?

2007 Ekiminden bu yana İstanbul'da Uluslararası Hukuk ve Politika okuyan bir öğrenci. Bugün 25 yaşında ve daha yeni geldi İstanbul'dan.. Başarılı bir gazeteci olma yolunda emin adımlarla gidiyor. Mardin'e kadar gitmişliği, Kürtleri tanıtmışlığı oradaki havayı burada okuyuculara güzel bir şekilde aksettirmişliği mevcut ama hepsi de o.. Biz ona ne verdiysek onun algıladığı ve buraya taşıdığı o işte..

Geçtiğimiz günlerde gazeteye yaptığı analiz İstanbul'da oturan bir stajer gazetecinin o bölge halkından algıladığı gerçeği kabaca yansıtmak. Ben bunu büyütmediğim gibi UEFA'nın buradaki görüntüye bakıp Fenerbahçe'yi suçlu bulmasını ya da buraya yönelmesini de büyütmüyorum. Bunların hiçbirisi gerçeğe yaklaşamıyor daha çok bu soruşturmanın yarattığı görüntünün analizleri. Daha önceden hem gazeteye hem bloga yazdığım yazının temeli de bu görüntünün doğuracağı sonuçlara ilişkin belirlenecek stratejinin ne olduğuna ilişkin görüşlerdi. Burada Fenerbahçe toplamda suçsuz dahi olsa stratejik hata yapmıştır şüpheli sahışlarıyla kurumsal ilişkilerini kesmeyerek..

UEFA devletin resmi yargı organları ile ilişkiye girip bir sonuç çıkarır iken gazeteci halkın arasına karışıp oradan bir sonuca varıyor.

Gerek UEFA gerek Spiegel'in gazetecisi buraya geldiğinde bizim ona verdiğimiz görüntüyü algılayacaktır. Peki gerçek nedir?

Gerçek ise tartışılmalı, araştırılmalı ve üzerine gidilerek şekillendirilmelidir.

Galatasaray'lıyım. Bugün geriye doğru 30 yıllık süreçte varolan tüm pisliğin sadece Fenerbahçe yapmış gibi bir algının yaratılmasından rahatsızlık duyuyorum. Gerçeğin de bu olmadığına inanıyorum. En azından adil değil..Zamanında oyuncuların kaçırılıp transferlerin edildiği, maç yayınlarının çok fazla olmadığı her türlü pisliğin olageldiği dönemde her kulubün bir parçası olduğu bu kirli futbolun sadece Fenerbahçe'nin cezalandırılarak temizleme çabası da hiç adil değil. Kulupleri burada birbirlerinden ayırt etmek mümkün değil zira diğer türlü Samsunspor eski başkanı İsmail Uyanık'ın da belirttiği gibi "başarılı bir başkan olmak" çok da kolay değildi. Yönetici kadrosuna girebilme şartı en azından eskiden bu gibi konularda işbilir insanlar olmasıydı. "Bu gibi konular" bu toplumun bir parçasıydı, futbolunun koşullarının doğurduğu bir sonuçtu.

Şike'nin gerçekte bir eyleme dönüşüp futbolu zedelemesi kimsenin umrunda değil. Bunun Fenerbahçelisi Galatasaraylısı yok ülkenin umrunda değil. Kulupler birliğinden fedarasyona kadar içselleştirilmiş bir suçtan bahsediyoruz.. Düşünülen tek konu para, ekonomi v.s.

Buradaki görüntü UEFA'yı da yanıltır Spiegel'in öğrenci muhabirini de.. Futbolsever olarak Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe'nin ceza alması karşılığında ben resmi net kanıtlar görmek istiyorum. Tutuklu yargılama ve yargı süreci dış basını, UEFA'yı farklı şekilde düşünmeye itebilir belki ama Ergenokon sanıklarından yola çıkıp bugün pek çok masumun dahi yargılanabildiği, tutuklu olarak ayları, yılları içeride geçirebildiğini bilen insanlar olarak kanıtları net bir şekilde isteme hakkımız var. Böyle olmuştur diyemiyorum ama ihtimali göz önünde bulundurarak bir tarafı suçlu olarak da addedemiyoruz.

Darbe girişimi ve Şike yapılıyor iddiası ortaklaşalığı!

Her ikisinin de herhangi bir kanıta ihtiyaç duymadan toplum algısında kesin kes gerçekleşen suçlar olarak yer edindiğini çok iyi biliyoruz. Bu iki iddiaya dayanarak bu ülkeden kimi içeri alırsanız alın hemen herkes "demek bunlarmış yapanlar" diyerek soruşturmaya ilk etapta destek vereceklerdir ki öyle de oldu. Lakin toplumun algısında çoktan yer etmiş bu suçların suçlularını belirleme konusunda iktidarın kendi çıkarını düşünerek hareket etmeyeceğinin garantisini kimse veremez.. Dolayısla bir yanımız "şike yapılıyor bu ülkede" diğer yanımız da yargının "bazen" bağımsız olamadığı konusunda aynı derecede emin.. Ve zaten tüm mesele bu ikisinin çarpışmasıdır zira iki tarafa olan güvensizlik ancak diğer tarafı aklıyor, suçsuz addediyor. "Kesin Aziz Yıldırım'ı siyasi bir çıkar adına tutukladılar" söylemi temelde diğer tarafın "Kesin şike yaparken yakalandı" iddiasıyla aynıdır. Aralarında en ufak bir fark yok, sadece inanıyorsunuz ya da güveniyorsunuz bir şekilde ve kanıtınız daha çok diğerinin güvensizliği üzerinden belirleniyor.

Misal "Suçu işleyen Fenerbahçe'yi kendi çıkarı doğrultusunda hedefe oturtmak da ihtimaller arasındadır ama bunu gündeme getireni bulamazsınız zira herkes diğerinden yola çıkıp gerçeğe ulaşma peşinde.

Fenerbahçelilerin büyük bir kısmı bu şike operasyonunun siyasi bir eylem olduğuna inanmak istemesini yadırgamıyorum ama bazı gazetecilerin Fenerbahçe'nin de üzerinden geçip tek başına zamanında kurduğu ilişkiler dolayısla Aziz Yıldırım fanatikliği çevresinde olayı ele alışını da anlıyorum ama tasvip etmiyorum. Zira şüpheli olan şahsiyetlerin sürekli yanında bulunan eşinin, çocuğunun dahi neyi yapıp yapmadığını bilebilecek durumda olmamasına rağmen dışarıdan basit bir taraftar olarak yüzde yüz bir güven duyup sadece işine gelen ayrıntılardan yola çıkıp sürekli eksik bütünlerle kurumdan ziyade kişileri temizleme çabasının niyeti hoş değil.

Basında milyon tane haber çıkıyor. Birisi diğerini öldürse ve bu yüzde yüz bir gerçek olarak kalsa dahi bu haberin içeriğine dair on bin tane yalan haber de söz konusu olabilir. Bu yalan haberlerin kolajlarından bir bütün yapıp katil yok demek de en az bu haberlerden yola çıkıp "kesin suçlu x'dir" demek kadar yanlış.

Yarım kalan bir yazı bu zira devamınında sunulabilecek, tüm bu çetrefelli olayların doğru bir şekilde sonlanabilmesi için önerebileceğim bir yol yok. Beni de yanlış anlamasın kimse. Net bir sahtekarlık olmadığı ama olmayacağının da garantisinin olamadığı bir durumun içerisinde herhangi bir şeye inanabilmem mümkün değil. Bir yazı yazdım ve bu da gerçeğin ne olduğundan ziyade görüntünün neyi doğurabileceği üzerineydi. Buradan dahi her iki taraftan da pek çok mail aldım ve bir tanesi dahi olumlu değildi yazı hakkında.. Bu mailler devam edecektir ama ben sadece inandığımı ve gördüğümden çıkardığım sonucu yazmaya devam edeceğim işime gelsin ya da gelmesin..

6 Eylül 2011

Aristide Bance Samsunspor'da!



Ben Bance'ı çok beğenirdim. Gerek Bundesligaya Mainz'ın çıktığı sezon gerekse de Tuchel ile birinci Bundesligadaki performansı inanılmazdı. Öyle oldu ki tam en tepedeyken hiç beklenmedik bir anda Bance transferin son günlerinde Al Ahli kulubüne geçiş yaptı. Bu transferi bugün dahi anlayabilmiş değilim ben. 25 yaşında bir futbolcu tam da Bundesligada yıldızının parladığı bir dönemde sportif olarak böyle bir geri adımı neden attı, bilinmiyor.

Bugün ise 1984 doğumlu 1.92 boy.. Atletik ve teknik, golcü içgüdüsüne sahip klas bir oyuncu. Mainz hiçbir zaman onun gidişini istemedi ama iki ana faktör burada bana göre önemli rol oynadı:

1- Almanların yoğun idman temposu onun sorunlu bacağının sürekli sorun çıkarmasına, sakatlanmasına yol açıyordu. Antrenman temposu daha az olan ligde daha fazla kazanıp daha fazla maç yapabileceğini düşünerek böyle bir karar alıp buradan gitti. Kalitesi açık ve net söylüyorum ki Premiere Lig'e dahi yeterdi ki onu isteyen Blackburn oldukça uzun bir uğraş vermişti transferi için.. Bu yüzden bir yıllık kiralayarak alma modeli burada çok yerinde olmuş zira dizinin ona ne kadar oynama izni vereceği biraz da belirsiz.. Keza disipline edilmesi de çok kolay olmayan bir kişiliğe sahip..

2. Eşinin Almanya'da kalmak istememesi de aynı şekilde bu anlamsız transfere neden olarak gösterildi. Ne kadar inandırıcı orasını bilemiyorum. Kabaca eşi diyorum zira ailevi sorunları bir hayli fazlaydı..

Her ne kadar Mainz tarihinin bonservisinden para kazandığı Zidan sonrası (6.2 mily) en pahalı oyuncusu olsa da gerek onun boşluğundan dolayı transfere para harcanması gerekse de bu bonservisin yüzde ellisinin Ukrayna takımına gitmesi bonservisinden para kazanıldığı için satıldı gerekçesini ortadan kaldırıyor.

Bunları bir kenara bırakırsak güzel oyuncudur..

Aristide Bance Fildişi Sahili doğumludur. İç savaş sırasında ailesiyle beraber Burkino Faso'ya göç etmek durumunda kalmış ve bu yüzden de milli takım tercihini bu şekilde kullanmıştır. Önce Belçika'ya(Lokeren) sonra Ukrayna'ya gider iken ikinci Bundesligada Kickers Offenbach'a kiralanmış ve 800 bin avro karşılığı da Mainz tarafından satın alınmıştır. Elbette bu fiyatın düşüklüğü Al Ahli'ye satışından elde edilen gelirin yarısını Melaurg Doneztk'e vermek durumunda kaldı.


O boyuna göre fazlasıyla teknik ve kafası da iyi çalışır. Kontra futboluna yatkın olduğu kadar kalabalık savunma arasında gole ulaşabilecek yetkinliğe de sahip bir merkez forvet de olabilir. Hülasa Mainz ile geçirdiği birisi ikinci Bundesligada olmak üzere iki yıl oldukça başarılıdır. Buradan tam anlamıyla kendisini kanıtladığı bir dönemde ayrıldı dolayısla hakkında olumsuz fikrim çok fazla yoktur. Üzerinde durulması gereken nokta futbolcu olarak kalitesi değil sertliğin olduğu yerde lige ne kadar uygun bir fiziğe sahiptir? Dizinin durumu nedir? Kaç maç çıkaracaktır bir sezonda.. Onca para verdiği kulubü onu neden bırakmak istiyor v.s.

Ayın golünü atmış, yılın golüne de aday olmuştur şuradan izleyebilirsiniz Berlin'e gönderdiği muhteşem voleyi.. Estetik goller atar zira teknik ve futbol becerisi, yeteneği bir hayli fazladır.

Diğer ayrıntılar:

#Aruna Dindane'nın eniştesidir.

# Akılda kalan Bance hatıralarına gelirsek Maik Franz'ın delirttiği bir başka oyuncudur. Maç sonu kendisine ırkçı saldırı gerçekleştirdiğini dahi iddia etmiş, maçın içerisinde orta parmağını gösterdiğinden dolayı disiplin kurulu tarafından cezalandırılmıştır. Keza bir Stuttgart maçında ise Lehmann'ın hiç de gereği yok iken onun üzerine gidip pozisyonsuz durumda penaltı aldırması unutulmazdır. Mainz bu şekilde beraberliği sağlamış ve puanı kapmıştır.

#Bance sokak ortasında elinde bir yaşında bile olmayan bebeği olan kadını dövdüğü için hakkında soruşturma açılmıştır. Sonradan bu kadının onun eski sevgilisi olduğu ve çocuğun da babası olduğunu, aralarında sık sık bu tartışmaların yaşandığını v.s. dile getirilse ve bir süre sonra kadın davasını çekse de hemen herkesin gördüğü bu kadına dayak olayı ona yapışıp kalmıştır. Her anlamda kötü bir karakteri olduğu sıklıkla dile getirilir.

#Saç traşına ayrı bir önem verir. Ne demek istediğimi yakın zaman içerisinde anlayacaksınz zaten. Berberi her şeyidir.

#Antrenmanda dışarı attığı topu almak istemez diğerlerinin aksine. Tuchel üç hafta boyunca dışarı giden tüm topları Bance'a aldırtır. Kurallarla sorunu vardır ve biraz buna uyumluymuş gibi gösterse dahi bir gün en olmadık tuhaf çıkışı gerçekleltirebilecek saatli bir bomba gibidir.

#2.Bundesligada 42 maçta 18 gol.. 1.Bundesligada 30 maçta 10 gol.. Oynadığı takımlar ölçüsünde bu oran bir hayli iyidir. Son yıl ne yaptı bir fikrim yok..

Özet: Futbolcuğuna kimse bir şey diyemez ama diğer faktörler bunun önüne geçebilir. Çok çok iyi yönetilmesi gereken oyuncudur. Kalitesi ise rahatlıkla bir Premiere Kulubüne yetecek düzeyde..

Samsunspor'a hayırlı olsun efendim.

4 Eylül 2011

Barça'nın sorunu nedir?



Arkadaş anlamıyorum ve gerçekten de anlamak çok güç. Böyle bir kulubün neden ekonomik sorunu olur? Misak bu konuda bana göre tartışmasız dünyanın en iyisi konumundaki Bayern Münih ile bir kıyas yapalım..

Yeteri kadar taraftarı mu yok ?

Barça 100 bin kişiye oynuyor Bayern 70 bini bulamıyor. Dünyanın dışında da marketing olarak Barça daha iyi durumda olması gerekir.

Yeteri kadar başarısı ?

Bir Şampiyonlar Ligine girebilmenin dışında onu kazanmanın getireceği maddi kazanç nedir biliyorsunuz. Barça üst üste Guardiola ile topluyor kupaları.. Bayern 10 yıl önce aldı en son Kupasını. Burada muhteşem bir gelir farkı olması gerekir.

TV Geliri..

En komiği de bu olsa gerek. Barça 140 milyon alıyor Bayern şampiyon olursa ancak 24.5 milyon.. Aradaki farkı görebiliyor musunuz?

Öz kaynak, yetiştirme..

Direkt konuyu kapatmak gerekir.Barça'nın ilk onbir futbolcusunun en az sekizi kendisinin yetiştirdiği idi..

Transfer ?

Az önce okuduğum bir blog yazısı Barça'nın borcunu buraya dayandırmış. İşte İbrahimoviç'leri Henry'leri pahalı alıp neredeyse bedavaya ya da değerinden çok ucuza bırakmasını konu etmiş. İhtiyacı olmadığı halde misal Krkic varken Villa'ya 40 Thiago'ya yer açamazken Fabreagas'a keza.. Ya da Mascherano'dur diye saymış durmuş..

İyi de Bayern de 24 Ribery'e 30 Mario Gomez'e 15 Gustavo 11 Timoschuk filan baya bi verdi. Bu mudur fark..

Benim aklıma gelen diğer bir ihtimal ise Barça bu kupaları kazanmadan banka borcu çok fazlaydı. Bayern ile arasındaki büyük uçurumu borçların faizlerine ödediği para yaratıyor. Bir de doğuştan kafası paraya çalışan Uli Höness'in becerisi ayrı tabi..

Tüm bu açıklamalara rağmen daha iyi bilen, daha ayrıntılı bilgi sahibi olan varsa bunları bizlerle paylaşmaktan çekinmesin lütfen..

Yardım edin.. Reklamını da yapın!



Per Mertesacker sadece faulsüz oynayıp oyunu çok iyi okuyan yetenekli bir defans oyuncusu değil aynı zamanda yardımsever güzel bir insan. Eski okulundan eski kulubüne kadar yardıma ihtiyacı olan hemen herkese elini uzatıyor.

Pek çok futbolcunun vakfı vardır ama Mertesacker'i tanıyanlar onun samimiyeti konusunda şüphe duymuyor.

Yılda 30 bin avro vererek finanse ettiği "spor bir fırsattır" yardım kuruluşu ile yüzde 85'i göçmen çocukları olan kesime yardım ediyor. Bu çocuklar haftada iki kez pedagoji eğitimi almış antrenörler tarafından çalıştırılıyor. Eski okuluna oraya buraya sürekli.. Biz onu bu ülkeye kazandırdık ama o da bize bunu fazlasıyla geri ödedi diyor çocukluğunu geçirdiği her bir kurum..

Mesele şu ki ülkemizde de pek çok futbolcu yardım ediyor bir yerlere. Pek çoğu bunu açıklamıyor zira buradan bir reklam elde etme düşüncesi nedeniyle rahatsız edilmek istenmiyor ki hak veriyorum hepsine ama ben bunun da reklamının yapılması taraftarıyım. Diğerlerine örnek olsun, en kötü reklamınız da bu olsun. Sizin bu yardımlarınızı görerek büyüyecek genç kitle var. Onlar da böyle böyle kendisinin dışında kalan kitleye yardım eli uzatması gerketiğini algılayacak. Bence sorun yok en çok hanginiz yardım ediyor yarışması dahi açılabilir.. Kazananın hem reklamını yaparım hem de takdir etmekten geri durmam.. Yapın, yeter ki bir yerlere bir şekilde uzatın elinizi..

O Penaltı anı..



Beni Kazakistan karşısındaki oyun delirtmedi aslında. Gerek futbolumuzun bugünkü durumu gerekse de bu gibi rakiplere karşı ezelden beri zorlanıyor oluşumuz bu gibi performansları olağanlaştırdı. Bizler Almanya'dan Hollanda'dan dörder puan alıp orta sıra takımlara(Belçika,Finlandiya) ieçride dışarıda yenilerek baraj maçları oynayıp turnuvalara katılım gösterdik ve orada da yarı finaller gördük v.s.

Lakin bu penaltı atılmadan önce delirdim. Arda orta sahada arkası dönük, diğerleri topa bakamıyor..YAhu dakika kaç, karşıdaki takım kim? O penaltının dönüşümü yok mudur? Almanya'da yetişmiş Gökhan Töre hariç o noktada bizden oyuncu yok yahu? Olsa o penaltının dönüşümü gole çevrilemez miydi ki? Burak'ı gören onun atamayacağına çoktan inanç getirmişti bile..

Oyunculara da değil sadece. Artık birazcıcık az eleştirin yahu. Bu oyuncuları bu konuma deli gibi sağını solunu her şeyini eleştirerek bizler getirdik, ben dahil.. İsmail geçen isyan ediyordu baskıdan.. Futbol birazcıcık futbol için seyredilsin, olmadıysa nedir yani. Tivıtırdayım.. O son saniyede gol gelince haliyle seviniyorsunuz deli gibi.. yahu o golün sevincini yazdığımda eleştiri alıyorum, yuh yaa.. Biraz sevinin ya da o heyecanı yaşayın. Kahn Almanya maçı sonrası özetleri izlediğinde "Süper süper maç " diyerek heyecana girdi siz o kadarına bile giremeden bala atılmış gol de şu da bu da..

Ve yine aynı Kahn son günlerde sürekli alman basınında tartışılan konuyu "lider futbocu" ile gündeme getirdi. işte biraz da bu noktanın üzerinde duruyor aslında. Almanya gibi takımlar da böyle sorunlar yoktur böyle takımlar karşısında ve fakat kendilerinden güçlü misal İspanya ya da Brezilya olduğu vakit tam da bu gibi noktada sazı eline alacak, herkesi kaldıracak güven verecek oyuncu eksikliğini çekiyor. Güzek futbolcularla yarı finale kadar gelirsiniz ama ondan sonrası ya dışarıdaki teknik adam ya da içeride minumum bir futbolcu bu ağırlığı kaldırabilmeli.Artık iş bir noktaya geldiğinde yetenek, taktik ya da oyun disiplini değil o maçı kaldırmak. Barça'lı futbolcularla Messi hakkında konuşur iken hemen herkes onun en büyük özelliği olarak neyi söylüyor biliyor musunuz?

En zorlu anda en zor maçı dahi öyle rahat ve almanların deyimiyle "locker" oynuyor ki inanamıyorsunuz. Üzerinde en ufak bir baskı yokmuşçasına.. Messi'yi bu konuda diğer bütün barçalılardan ayırıyorlar barçada oynamışgillerin çeşitli röportajlarında.

Arda Turan ise her yerde kral olup sonuca gidip de finallerde lanetlenmişcesine sahada olan Ballack gibi.. Pek çok maçın içerisinde en ala sorumluluğu alıp kendine güvenini sonuna kadar götüren insan misal derbilerde ya da bu gibi durumlarda o da bitiyor.Şükür ki Kazakistan maçında sahadaydı yeteneği değil de karakterinin sertliği maçı aldırdı bize. Daha da ileriye taşıması baskı ile daha iyi bir şekilde mücadele edebilmelidir. varsa bir umut onda yoksa işimiz zor..

Löw:2010 Kırılma noktasıydı..



Güzel güzel anlatıyor Bild'e her şeyi. Önündeki şampiyonada favori görülemeyeceğini zira futbolun çok hızlı bir şekilde değiştiğini.. Galibiyetlerin kendisini tatmin etmediğini ve her zaman daha da iyi olmak içim mücadele verilmesi gerekliliğini v.s..

Potansiyelin bu kadar fazla olması ve kadronun genişliği, seçeneklerin çokluğu hakkındaki kelamı önemlidir. Tüm bu ürünler ağır bir özkaynak çalışmasının sonuçlarıdır elbette diyor ama biraz da 2010 Dünya Kupası zira..

Orada gençlerin performansı sonrası kuluplerimiz dışarıdan yaşlı yabancı almak yerine Götze,Draxler,Schürrle,Reus gibi kendi özkaynak üretimine güvenmeyi öğrendi. Yetiştirmek işin sadece bir parçası ve asıl önemlisi bu gençlere şans verebilmek.. 2010 Dünya Kupası kulupleri bu şekilde yönlendirmiştir diyerek noktayı koydu. Güzel de oldu, darısı başımıza..

Almanya finallerde.!



Adamlar 8'de 8 yaptılar. Finalleri garantiledi.

Bu kuralar çekildiği günü çok iyi hatırlıyorum ben. Sergen'in Rıdvan'ın onun bunun yorumlarını. Bir Mehmet Demirkol'u dışarıda bırakırsak hemen hepsi "Almanya'da kim" diyerek kuralara giriş yaptılar. Lider olmalıyız v.s.Bu adamlar 40 yıldır Avrupa ya da Dünya kupası turnuvasına bir kez olsun gidememezlik yapmadan buraya gelmelerine rağmen biz "kim onlar dedik".. Bırakın girişi henüz Almanya herhangi bir Dünya Kupasında gruplardan çıkamamak gibi bir durumu dahi yaşamış değil. Bu biraz da Hiddink seçiminden memnun olmayan kesimin olası başarısızlığına şimdiden pusu kurmaktı..

Yanlış anlaşılmasın, ben 96-2000 Galatasaray çocuğuyum. Her takımı sahaya yenmek için çıkılacağını ve buna inanarak maça başlayanlardanım ve fakat bizde öyle absürd değerlendirmeler oluyor ki çıldırmamak mümkün değil. Aynı durum İspanya için de geçerliydi. Bülent Timurlenk yazmıştı sanırım ilk kuralar çekildiğinde.. Şansızlık diz boyuydu zira turnuvada coşan, yükselişe geçen hangi takımsa hep biz onu çektik.. Bu takımlar da Almanya'dır İspanya'dır beraberliği olmadan en hızlı bir şekilde liderliği garantileyecek gruplardan çıkan takımlardı. Nitekim Almanya da bunlardan birisiydi. Şimdi isim isim hangi yorumların yapıldığına değinmeyeceğim ama o güne şöyle bir gidin ve bugünkü duruma da bakın bakalım bu ülkenin spor adamlarının değerlendirmesi nasıl oluyor..