15 Ocak 2011

Kraft Değişimi.!



Günlerdir Alman Medyası Van Gaal'in Butt yerine kaleyi genç yetenek Thomas Kraft'a bırakmasını tartışıyor. Neden bu kadar büyütüldü inanın bilmiyorum. Yöneticiler bile işin içerisine karıştı ki son anda doğru açıklamayı yaptı Rummenigge.. Çaykovski'den bu yana biz teknik adamın teknik kararlarına karışmayız..

Bir değişim var ama bu kaleci değişiminden ya da Neuer'in alınmasına karşı duruştan öte bir şey. Bayern transfer politikasını değiştirdi ve uzun vadede bu Bundesliga için güzel bir şey.

Van Gaal öncesi Bayern her daim rakiplerinin iyi oyuncularını alırdı ama bugün hem bu geçmişe göre çok zor hem de Van Gaal genç yetenekleri ortaya çıkararak özkaynak kullanımında devrim yapıyor Müller'le, Badstuber'le..

Olması gereken neydi ? Bayern misal Dortmund'dan Nuri'yi, Schalke'den Neuer'i, Bremen'den Özil ve Khedira'yı alıp hem güçlenecek ve aynı zamanda rakiplerini de çökertecekti dönemin şampiyonlar ligi finali oynayan Leverkusen'inden Ballack, Ze Roberto, Lucio'yu alarak yaptığı gibi.. Bremen'in her parlayan oyuncusuna el attığı gibi.. Bugün bunu yapmıyor ve maddi açıdan kara geçip alman futbolunun gelişimine yardımcı olur iken farkında olmadan ligin diğer büyük takımlarının da büyük takım olarak kalmasını sağlıyor..

Thomas Kraft ise 22 yaşında yetenekli ve hırslı bir kaleci. Futbolcu olmak için okulunu da bırakıp her şeyini Bayern'e verdi. Şimdi çok önemli bir fırsatı yakalamış durumda. Neuer gelirse giderim diye resti çekmişti ama artık Neuer ya da bir başka kalecinin gelip gelmeyeceğini kendisi belirleyecek.!

Umalım ki Neuer Schalke'de, Nuri Dortmund'da kalır.. Kraft da geleceğin güzel kalecisi.. İlk sınavını bugün verecektir Wolfsburg karşısında.. Bol şans..

Yasin Öztekin ve Cenk Tosun.!



Geçen Yasin Öztekin'in transfer haberini okudum ve hatta dün golünü de attı. Geç kaldık biraz ama hemen söylemek isterim ki üzerinde durulması gereken bir yetenek olduğunu düşünüyorum. Geçen sene Klopp onu birinci takıma hazırlar iken hemen herkes bir yeteneğin yukarı çıkmasını bekliyordu aslında. Gerek Schmelzer/Greusskreutz'un formu gerekse de takımın üst düzey performansının değişikliğe izin vermediği ortam onu Dortmund dışına yolladı. Hali hazırda Dortmund'un alt takımında en çok maç yapan oyuncu olsa gerek zira 23 yaşını da çoktan geride bıraktı.. Artık çıkması gerekiyordu o Türkiye Süper Ligi'ni tercih etti..

Bir gurbetçi aldığınız vakit aslında daha çok sormanız gereken soru gelişimini ne kadar tamamladığıdır. Yasin için artık futbol oynama zamanı gelmiştir. Klopp'un bir ara çok fazla üzerinde durduğu ismi doğru bir şekilde Gençlerbirliği transfer etti. Eski Bochum'lu hocasının dilinden de konuşacağı için başarılı olacağını düşünüyorum.

Bugün Aachen maçının öncesinde Eric Meijers, oyuncusu Bilal Çubukçu hakkında konuşuyordu. Kariyerini ortaya koyar iken Türkiye kısmını aynı zamanda gelişiminine ket vurulduğu zaman dilimi olarak anlatıyordu ki sorun aslen budur.

Mehmet Demirkol bunun üzerinde her zaman durur ve ayrı bir önem atfeder bu noktaya. Biz oyuncuları daha çok geriletiyoruz. Mesut'ların yeteneğine sahibiz ama onları Avrupa'nın devlerinde oynayabilecek şekilde hazırlayamıyoruz. Potansiyelinin çok çok azına razı oluyoruz bir bakıma. Arda Turan'ın Manchester United'da oynamayaz oluşunun nedeni yeteneği değil eğitimidir. Cristiano Ronaldo, Nasri'nin bugün üst düzey takımlarda oynaması yeteneğinden çok erken yaşta o yeteneği gerekli eğitim ile hazır hale getirebilmesidir. Modern futbolda bir gerçek varsa o da büyük takımların büyük topçuların olmazsa olmazı doğru eğitim almış futbolcudur. Yeteneksizini görebilirsiniz ama başına buyruğu zor..

Galatasaray Cenk Tosun ile ilgileniyor, aldı alacak gibi. Her iki ayağını da kullanan ve genç milli takımlarda boy göstermeye başlamış yetenekli bir oyuncu aslında. Tuchel de onu Mainz'a istiyor. Şimdi bu oyuncu Mainz'a giderse nasıl olur ya da Galatasaray sonrası ne şekilde.. ?

Yorumcu Olmanın Dayanılmaz Hafifliği.!



"Bekara karı boşamak kolaydır" derler ya.. Aslında yorumculuk ile teknik adamlık arasındaki en kalın çizgiyi bu özdeyiş çeker.

" X'i çıkar Y'yi koy" dersin masa başında ve bu çok kolaydır. Rıdvan Dilmen için.. Mehmet Demirkol ya da X blog yazarı keza benim ya da sokaktaki insan için. Talimatı anında veririz hemen şunu çıkarsın, bunu yerleştirsin.

Ülkedeki elli milyon bunu der..

Bugün masa başında taraftar olduğunuz klubün takımından yaptığınız bir onbir ile her gün idman yaptırıp bire bir görüşerek iletişimde bulunduğunuz oyuncu grubuyla vakit geçiren bir teknik adam olarak yapacağınız onbir birbirlerinden oldukça farklı olacaktır.

Sadece bu yüzden dahi çok iyi bir futbol yorumcusu eşit değildir çok iyi bir teknik direktöre.

Tersine çevirelim bunu..

Yorumcular iletişim halinde olduğu insanlara karşı ne kadar objektif olabiliyorlar ? Rıdvan Dilmen'in Aykut Kocaman yorumu bizim beklediğimiz ölçüde mi gerçekleşir ? Arda Turan'ın yorumları olması gerektiği gibi midir arada bir halini hatrını sorduğu kimi spor yazarlarında ?

Bir Jo.. Bir Lincoln ya da Kazım Kazım.. Meira.. Quaresma.. Hülasa kendileriyle yakın uzak ilişkide bulunmayan oyuncuları kolay bir şekilde asıp biçerler iken aynı sertliği arada bir telefonlaştığı, iki çay içtikleri oyunculara da gösterebiliyorlar mıdır ? Hakan Ünsal, Skibbe'yi eleştirdiği gibi Bülent Korkmaz'ı eleştirebilmiş midir ? Elbette Altan Tanrıkulu gibi işi abartanına zor rastlarsınız ama biraz dikkatli bir şekilde inceleyip yapılan analizleri uzun süreç içerisinde değerlendirirseniz bunları çok iyi görebilirsiniz..

Yine bu kusura en az teknik adam kadar sahip olan yorumcular bir başkasından kusursuz olmalarını istiyorlar aslında. Kendilerinin yapamadığını ya da sahip olmadığı iş ahlakını bir başkasından bekliyorlar da diyebiliriz.

Teknik adamı dinlediğiniz zaman öyle ayrıntılar veriyor ki size e yani diyorsunuz en eleştirdiğiniz noktada dahi. Van Buyten'ın babası kalp krizi geçirmiş, özel hayatı sorunlu ve daha tonla ayrıntı söz konusu düşen performansının arkasından.. Rakitic'in evine hırsız girdiği günden bu yana evinde uyuyamadığını ve psikolojik destek alıp taşınmasına rağmen bir türlü huzura eremediğini de bilmiyoruz eleştirir iken ve fakat sahada canını dişine takmadığı zaman 'ey hocaa değiştir ' diyoruz..

Aynı şekilde sıradan bir futbol yorumcusu da dışarıdan bakıp Emre Belözoğlu'nu sertçe eleştirebilir iken onunla iletişime geçip bizzat herkesin eleştirdiği konuda futbolcunun nasıl bir savaş verdiğini ve toplamda çirkefliğini ortaya çıkaran aşırı motivasyonu kaybolduğunda performansını kötü etkilediğini ve birinden birini seçerek çaresizliğini size sunduğunda sesiniz çıkamıyor. Onu sadece arkadaşlığı neticesinde kayırmak için değil anladığı için sesi diğerlerine oranla çok daha az çıkıyor.. Ve fakat geride onlarca futbolcuyu takır takır kesmekten imtina etmiyor onları hiç dinlemeden..

Bir yerde o insanların arasına karışmadan teorik düzlemde fikir yürütme konusunda başarılı olsanız dahi bu sizi asla ve asla teknik adam yapamaz. Teknik adamların gösterdiği bir bakıma bu zaafiyet aslında aynı şekilde yorumcularda da vardır

Louis Van Gaal'in belki de futbol adamlığının yanında en önemli artısı bildiği doğruyu uygulamaktan çekinmeyecek gizli bir acımasızlığa sahip karakteridir. Hagi'nin yaptığını sen, ben yapamayız ama bu şekilde kendi teknik adamlığının olmazsa olmazı olan o mücadeleyi oyuncularına çok daha kolay bir şekilde yaptırabiliyor. Bir oyuncuyu sildi defterden ve fakat bir yıl boyunca yüksek performans alabilecek şekilde kendisini dinlettirebilecektir artık.. Ben buradan korkuyorum oyuncu oradan nasıl korkmasın da sahada mücadele etmesin gibi..Hagi'nin oyuncu ile yüz yüze görüşmekten kaçınmasını dahi bu şekilde okumak gerekir. Kendi doğrusu için acımasız olmak zorunda olduğunun farkında ama kolay değil. Adnan Sezgin yoluyla bunu başarıyor, yüz yüze zor.. Hagi Misimovic'in dediği gibi korkak değil insancıl sadece.. Yapamıyor.

Siz de ben de yapamıyoruz aslında ama teknik adamdan hep bekleriz bu çok başka.

Rijkaard belki de bu acımasızlığa sahip olmadığı için yer yer 'bu meslek için fazla iyi' cümlelerine özne olmuştur. Ronaldinho'yu kestiği dönemi çok iyi bilrim ve bu aslında aylar önce gerçekleşmesi gerekirdi.

Velhasıl tek başına futbolu bilmek bu mesleği icra etmek için yeterli değildir. Bu yüzden acımasızlık boyutunda yer yer dürüst ve bazen de pragmatist olmayı başarabilenlerin(Magath,Van Gaal) yanı sıra öğretmenler(Van Gaal, Şenol Güneş), psikoloji eğitimi alanlar (Tuchel) oyuncularına karşı dürüst olup onların gözünde her daim iyi kalmayı başarabilenler (Mourinho, Klopp) futbolun teknik yönünün dışında onları başarıya götüren etkenlerdir.

Bu insanlar futbolu yorumlayabilmenin ötesinde oyuncuları kendi yorum biçimlerinin başarı kazanması için olması gereken noktaya getirebilecek insan ilişkileri konusunda uzmanlığa sahip olmaları gerekir.

Yorumcuların teorik olarak diyelim ki doğru bir şekilde çizdiği planın altyapısını oluşturabilecek yetkinliği olana teknik adam diyoruz. A'nın yerine B'yi oynatmanın sonucunda 25 kişi arasında 25 farklı sorun çıkabiliyor. Tüm bunların tecrübesine sahip olduğu için yer yer ortalama futbol bilgisiyle eski futbolcu yıllarca teknik adamlık görevinde bulunabilmiştir.

Ve evet bekara karı boşamak, bize de onu yap, bunu yapma demek doğrusunu söylemek gerekirse çok kolaydır.

#Rıdvan Dilmen, futbol yorumculuğunun bir bakıma simgesi olduğu için fotoğrafı kullanılmıştır.

Julian Draxler.!



Schalke'nin Belek kampı boyunca konuştuğu oyuncu genç yetenek Draxler. Bu arada laf aramızda Magath Belek kampında tesislere hayran olmuş durumda.. Öyle ki çok önemli Hamburg maçının bir gün öncesinden gelerek büyük bir risk almış durumda.. O kampın yıldızına gelirsek..

20 Ekim 1993 doğumlu. Bugün ekranlarda oynarsa eğer Bundesliganın en genç oyuncusu olacağını söylediler ama Nuri Şahin'i geçme şansı benim hesaplamalarıma göre yok. Nuri Bundesligada forma giyen ve aynı zamanda gol atan en genç oyuncu konumunda. Formayı giydiğinde 16 yıl 335 günlük idi.. Draxler bugün 17 yıl 4 aylık filan..

Ofansif ön oyuncusu. Yarın ilkonbir başlarsa Farfan'ın parsellediği sağ kenar kesilmez olduğundan muhtemelen Jurado yerine sol ön oynayacaktır. 17 milyonluk adamı keserse nerden baksan olay olur..

Şimdiden oyuncuyu seyretmek için sabırsızlanıyoruz efendim.

14 Ocak 2011

Mesut Özil.!



Bugün Avrupa Futbolunun zirvesinde olan adamın bir defansif orta saha olan Ballack'ın sakatlığı nedeniyle Almanya milli takımına seçildiğini düşünen ve bu nedenle öne çıktığını sanan yazar aynı zamanda Alex'lerin olmaması gerektiğine kanaat getirip o neslin tükendiğinden de bahsedebiliyor, olağan değil midir ? Ballack ve Mesut dünya kupası öncesi çok önemli grup maçında beraber oynamışlar filan önemsiz bunlar. İlgi, alaka daha çok Avrupa futbolunun kendisine değil kulaktan duyma genel geçer doğrulara..

Avrupa ligine bu kadar ilgisiz olup da bu ligin değerlerine avrupalılardan bile fazla değer atfedene ben kısaca modern olduğunu düşünen türk spor yazarı ya da kısaca Altan Tanrıkulu diyebilirsiniz.

Dün seyrettim yine Mesut'u. Uzatmadan ve kesinlikle pozitif ayrımcılık gütmeden şunu diyebilirim ki milyarlık kadronun içerisinde en izlenesi futbolcu olmuştur. Kaka, Ronaldo dahil o bir başka artık.. Yakında beni Real Madridliler de onaylayacaktır.

Bir gün medyada yer alan geçmiş Mesut haberlerinden bir derleme yapmak dileğiyle görüşme üzere efendim.

Aykut Kocaman ve Diğerleri.!



Christoph Daum 2003/04 sezonunda Fenerbahçe'nin başına gelir gelmez 76 puanla takımı şampiyon yaptı. İkinci sezonunda ise 80 puanla üst üste ikinci kez şampiyon yapar iken takımın tarihinde ilk olan üst üste üç kez şampiyon olmayı ise olaylı geçen son denizlispor maçında galip gelemeyerek başaramadı. İkinci oldu..

2009/2010 sezonunda ise son maçta alacağı galibiyet ile Şampiyon olacak iken Tranzonspor'u yenemeyerek aynı şekilde yine ikinci kez ikinci oldu.

Fenerbahçe'de geçirdiği dört sezon boyunca iki kez şampiyon olup kalan iki sezonda da son maçında rakibini yenemeyerek Şampiyonluğu elde edemeyip ikinci oldu. Onun oynadığı hiçbir sezon Fenerbahçe lige erken bir şekilde havlu atmadı ve son ana kadar Şampiyonluk yarışının içerisinde oldu. Asla bir üçünçülük ya da yarıştan erken kopma yaşanmamıştır. Sonunda neredeyse tekme tokat kovuldu.

Temmuz 2006'da Zico Fenerbahçe takımının başına getirildi. İlk sezonunda şampiyonluk yaşadı. İkinci sezonunda şampiyonluğu son altı hafta yenilmeyen Galatasaray'a kaybeder iken aynı sezon içerisinde Şampiyonlar liginde bir Türk takımına gruplarda en çok puan kazandıran hoca olması bir yana Fenerbahçe tarihinin en başarılı Avrupa derecesi olan Şampiyonlar ligi Çeyrek finalini takımı gördü. Belki de en unutulmaz olanı kendi adıma İnter gibi avrupa devine Kadıköy'de top göstermemesidir. Ezerek bir devi yenmenin gururunu yaşatmıştır Fenerbahçelilere..

İki yıl içerisinde bir elde edilen bir Şampiyonluk ve kıl payı kaçan şampiyonluk sonrası ikinci olur iken muazzam avrupa başarısına dahil bakılmaksızın kovuldu.
Oynadığı 68 lig maçında 42 galibiyet 17 beraberlik ve sadece 9 yenilgi gördü takımı.



Aykut Kocaman Daum'un teknik direktör olduğu vakit sportif direktör olarak Fenerbahçe klubünde çalışmaya başladı. Görevinin önemli bir kısmı altında bulunması gereken teknik direktörün başarılı olması için gereken koşulları hazırlamak olan Kocaman'ın teknik adamlığa geçişi bana göre etik açıdan yüzde yüz kusurludur. Ben kendi karakterime başkan ve tüm yönetim de ısrar etse kalıcı olarak bu görevi kabul etmeyi asla yakıştıramam ve fakat Aykut Kocaman için bu hiçbir şekilde sorun olmadı ve başarısından sorumlu olduğu Daum sonrası takımın başına geçti.

Niang,Stoch,Dia ve sonrasında Yobo gibi önemli ve pahalı isimleri transfer etti. Şampiyonlar Ligine giremedi. Nerden baksanız Fenerbahçe klubü adına 15 milyon euro bir zarar söz konusuydu ki prestij kaybına değinmiyoruz hiç.. Hemen arkasından Avrupa Ligine kalması için geçmesi gereken turu da kaybedince olabilecek en erken bir şekilde Avrupa'ya veda etti. Ligde inişli çıkışlı bir grafik sergiler iken liderin dokuz puan gerisinde üçüncü sırada devreyi bitirdi. Türkiye Kupasına ise gruplardan çıkamayarak veda etti. Lig hariç girdiği her yarıştan olabilecek en erken bir şekilde kopmak durumunda kaldı takımı..

Aykut Kocaman, Zico gibi dilini, futbolunu ve daha doğrusu hiçbir şeyini bilmediği bir ülkenin bir takımının başına geçmedi.. Sportif direktörlük görevi altında bir yıldır çok yakın takip ettiği klubün teknik adamı oldu. Sezonun başında takımın başına geçmesi bir yana gerekli gördüğü transferleri yapmak ve takımı kendi sistemine göre kurmak için oldukça uzun bir zamanı vardı.

Zico Avrupa'da tarih yazsa Daum üst üste galibiyet ve şampiyonluk rekorları ile uğraşıp dursa da bir Aykut Kocaman desteği görememiştir.

Tüm bu olumsuz tabloya rağmen bugüne kadar oynattığı futbolun içerisinde geleceğe dair umut görülüyorsa genç teknik adamın destek görmesi taraftarıyım. Bunun kararını Fenerbahçenin her maçını izleyen herkes kendi çapında verebilir.

Lakin bir insan da çıkıp bu ülkede yerlilere şans tanınmıyor geyiğine girerse levyeyi kaptığım gibi uçağa atlar gelirim. Bu şansı bir Aykut bir de Mourinho elde edebilir ancak.. Birincisini görsek de ikincisinden kuşkuluyum.



Selçuk Yula beni kandırmıyorsa Fenerbahçe'nin Türkiye Kupasında oynadığı üç maçın sonucunda sıfır çekmesinin bir başka ayrıntısı üçünde de Alex'in olmayışıdır. Aykut Kocaman ve Alex değil; Aykut Kocaman'ın Avrupaya bakıp kendisine biçtiği modern teknik adam kimliği ile Türkiye koşullarının bir çatışmasıdır bu. Gece gündüz Avrupa'nın göbeğinde bulunan ligleri talip eden bizler kadar Avrupa'da ne olup bittiğini algılayamamış üç beş yazarın da gazlaması sonucu bu noktaya varmıştır. Oysa Avrupa'da tarih yazmış, Milan'ından Dortmund'una kadar nice devleri yenmiş Galatasaray örneğine baksa..

Hakan Şükür'ün sıradan bir italyan takımında dahi sıradan futbolcu olması Galatasaray ve Milli takım ile büyük başarılara imza atmasına engel mi teşkil etti ? Hagi'nin Avrupa'da dişe dokunur bir başarı gösterememesi Galatasaray ile Avrupa'yı sallamasına engel olabildi mi ? Anelka'nın Chelsea'de Dünyanın en iyi forvetleri arasına girmesi Fenerbahçe'de üstelik derbi maçında yedek oturmasına engel olabildi mi ?

Zico'nun Alex ile Avrupa'nın devi olan İnter'i eze eze yendiği Alex'li kadronun yapabildiklerine bir göz atabilseydi belki her şey başka olurdu.

Alex'in başına gelenler yakın zaman içerisinde Beşiktaş'ın da Querasma ile gelecektir. İnter ve Barça'da yapamadığı için sanki onlarla aynı koşullara sahipmişisiz gibi.. Sanki Barça'yı yeniden yaratan Rijkaard burada aynı başarıyı gösterebilmiş gibi.. sanki aynı koşullara sahip olduğumuz için aynı doğruların üzerinde duracakmışız gibi absürd analizlerin bir sonucudur hepsi.

Hülasa; Geçmişinde önemli bir teknik adam başarısı bulunmayan Aykut Kocaman bir dönem Fenerbahçe'de başarılı futbolcu olmasından dolayı olabilecek en iyi seviyede klubün içerisinde çeşitli görevlerde bulunmuştur. Sportif Direktörlük görevinden Teknik Direktörlüğe üstelik ne ilginçtir ki "karakterli adam" sıfatıyla geçebilecek yegane insan olmuştur. Buna rağmen tablo yukarıdadır.. Her şeye rağmen;

..güveniyorsanız şimdi desteklemeniz gerekir.. İnandıysanız şimdi arkasında olmanız gerekir. En başından bu yana olmayacak diyenleri ayrı tutarak destek vermenin tam da zamanıdır. Çünkü ben Skibbe'de, Lincoln'da, bunu yaptım. Futbolunda bir umut varsa skorlar bu kısa süre içerisinde değersizdir ve zaman sizi haklı çıkarır.. Varsa eğer..

I was there..



Sadece zamandır gün geçtikçe gücünü ikiye katlayan demiş düşünengillerden bir tanesi. Daha dün sevgili Flying Dutchman'ın blogunda bu konserin heyecanını yaşar iken bugün konser tarihi ile bugün arasında iki koca yıl var.. Şu görüntüleri görünce biraz bocaladım, böyle özleyecek kadar uzağa ne zaman gitti ki ? İnanılmaz geliyor bana tüm bu akışın bu denli sessiz ve hızlı bir şekilde ilerlemesi.

Ben hep Prag ve Paris ikilisine takık vaziyette yaşadım Ankara'da ve Ankara'lı bir insan ile Almanyada iletişime geçtim yüzünü dahi görmeden. O bu sefer bırakın yüzünü ismini dahi bilmediğim arkadaşlarıyla Ankara'dan ben buradan yola koyulup çocukluğumun başkenti Prag'a geçiş yaptık. Belki de o güzel konser anına haksızlık etmek gibi olmasın ama tüm bu maceranın en keyifli yanı o başlangıç noktasından Prag'a kadar olan süredir.

Sonrası sonraya..

13 Ocak 2011

En güzel 5 Gol.!



1- Sidney Sam.!

11Freunde dergisi Hamit'in o güzel golü ve diğer adayların dışında da güzel goller olduğunu söyleyip on güzel golü daha sıralamış. Ben ne yaptım ? Bunlardan beşini de ben seçip bunlar da benim top 5'im dedim.. Hatta listenin içerisinde bir tanıdık da mevcut ama 11Freunde'nin seçimlerinin de ötesinde sezonun bana göre en güzel golü Sidney Sam'in attığıdır ki bu oyuncunun her iki golünden birisi jenerikliktir. Asla ve asla tesadüf, ayağı oturdu şansa gibi yorumlar olmasın lütfen.. İzleyin ve izlettirin; Sidney Sam..



2- Andrea Pirlo.!

Şimdi uzaktan şutlar bazen girer ama bunu Pirlo bu şekilde atarsa başka bir anlamı vardır demektir. O kadar uzaktan hazırlığını yaparken bir alt videodaki Robben gibi topun şiddetini ve alacağı fasoyu da ayarlıyor. Son derece bilinçli bir şekilde doksana takılmış muazzam ve unutulmaz bir goldür.. Mesafenin uzaklığı kadar onu ölçüp biçip yollaması da değerini belirlemiştir. Yoksa oturdu mu Barış Özbek de atar böyle de..



3-Arjen Robben.!

Bir an düşününce bunu bir üste almam gerektiğine karar verdim ama yorgunum şimdi. Neden Pirlo'nun golünden daha iyi olduğunu açıklayayım. Hemen hemen aynı gerekçeler burada da mevcut. Robben golü anlatır iken teknik ile gücün karışımı bir şut çektiğini ve öyle ince ayar söz konusuydu ki biraz fazla sert vursam dışarı değil taca gitmesi bile olası diyordu.. Havada bekleyiş sürecinin ardından tam kıvamından tam da istediği yere üstelik voleyle oturtması takdire değer.. Bizler az çok oynadık ve biliriz ki o top ayağımıza o şekilde oturması bile mucizevi bir şeydir...



4- Ricardo Quaresma.!

Onu düşünmek bile ona özgü bir şey.. Ayağında sektirip en uç köşeye o noktadan gönderebilmek.. Şutun kendisine hakim olmaktır yukarıda bahsi geçen golleri diğerlerinden farklı kılan.. 11Freunde'nin seçtikleri arasında orta sahadan atılmış gol de vardı ve fakat öyle bir şey ki defans yapar iken adam gol atmış.. Dışarıdan estetik gelir ama bana değil.. Gol dediğin böyle atılır.!



5- Maicon.!

Bunu anlatırken belki biraz da diğerleri ile arasındaki farka değinmek gerekir. Maicon'un önündeki oyuncuda topu kurtarışı çok güzel ve fakat topa son anda ileriye biraz da bilinçsizce şut çeker görüntüsü mevcut. Estetik açıdan belki çok fark yoktur ama bence Quaresma'nın golü ile aynı kategoride bile değildir.. ha yine de güzel bir gol ki biz de Nasri yerine onu listeye aldık..

Güzel.!

Ricardo Quaresma.!



Quaresma'ya bakarak bu basını analiz edebilirsiniz.

Ben pek çok maç yazısını okudum bugün.. Sahada gördüğümü yazıya dökebilen yok. İki önemli detay var.

Olumlu açıdan bakarsanız oyuncu inanılmazı başarıyor. Bir oyuncu geçişi var ki dünya üzerinde tüm liglerin içerisindeki futbolcular arasında ilk ona girer.. O denli yetenek bana göre. Başka açıdan dün Manisaspor karşısında olduğu gibi beş kişiyi geçip sıfıra indiğinde en azından bu maç özelinde bir yetersizliği ya da ciddiyetsizliği söz konusu son noktada.. Bu maç özelinde diyorum zira öncesinde çektiği şutları, attığı golleri biliyoruz.

Olumlu ve olumsuz olmak kaydıyla iki özellik.. Hani kaptırdığı iki topun peşinden koşturup geri almasını filan da önemsemiyorum.

Bakın neler yazılıyor ?

Ciddiyetsizliği, bencilliği hülasa kötülüğü.. Yetenekli ama diye başlayan tonla cümle. Yahu adam beş kişiyi aynı anda geçip sıfıra indi. Az mı bu ? O harcadığı, bencil olduğu pozisyon zaten onun yaratımı. Bunun dışında dün kötü günündeydi ama yazılan ya da çizilen kadar değil.

Siz hayatınızda futbol oynadınız mı ? Oynasanız dahi Quaresma'yı anlamayabilirsiniz. Zira Almanya'da oynayan Robben, Ribery dahil bir futbolcu bu kadar kolay adam geçemez. Böyle kolay her önündekini geçebilen adamın bu seçeneğe diğerlerinden daha bağımlı olması olağan değil midir ? Messi gibi çok küçük yaşlarda eğitilmezse olağanı budur..

Cristiano Ronaldo dahi bu kadar kolay adam geçemiyor ama çok etkili şutları var. Real Madrid maçlarına bakın.. Mübarek ilk on maçta milyon şut çekti. Çünkü şutu iyi ve girebilme ihtimali fazla ve ona bağımlı olması olağan.. Mourinho'nun onun şut özgürlüğünü kısıtlamasını dahi istedim ama bugün görüyoruz sonuç nedir..

Daha iyi olabilir ama sizin iki tane pozisyona takık olduğunuz kadar da kötü değil. Varolan bencilliği ya da o kimi yanlış seçimleri o beş kişiyi geçtiği anı, çizgiye inerken ki irakipleri ipe dizişi, estetiği "yetenekli ama" diye tanıtılamaz.. "Yetenekli ama" nın ötesi bir durum var burada.

Yorumlarda fark ettiğim gerçek şu ki hemen herkes İnter ve Barça geçmişlerinden dolayı kusurlu olarak görüyor ve keza Simao da aynı nedenlerden dolayı çok başka. Hatırlatmak gerekirse Hagi de ne Madrid de ne Barcelona da dikiş tutturabildi ama burada o takımlara meydan okudu.. Keza Alex'in değil İnter-Barça Parma da dahi oynayamaması gibi..

Hıncal Uluç Hagi için çok insan tribüne giderdi ama bir başkası için gitmezdi diye saydırır durur ya.. Beni ne kadar adamdan sayarsınız bilmem de Quaresma için Beşiktaş kupa maçını seyrediyorum arkadaşım.. İmkanım olsa onun için İnönü'ye de giderdim..

Böyle biline..

Carlos Eduardo..!



Carlos Eduardo Hoffenheim'da oynar iken benim çok beğendiğim yeteneklerin başında gelirdi. O dönemin takım arkadaşı olan Selim Teber onun için gösterdiği performansın çok daha iyisini yapabilir diyordu idmanlardaki görüntüsü sonrası.. 20 milyon euro karşılığı Rubin Kazan'a gitti.

Futbol oynasın diye gönderdik o gitti kendisine keleş aldı gerçeğinden ama..

Altı maça yetişebildi iki de gol attı ve Şampiyonlar ligine eleme oynayarak tekrardan girebilme şansına sahip takımı.. Gökdeniz'in de artık takım arkadaşı.




Kazan Rusya'da sadece Tataristan'ın değil aynı zamanda Müslümanların da başkenti konumunda. Rusya ligindeki tarihi bile çok yeni bu şehrin takımının.. Harcadıkları paranın haliyle haddi yok ama bir hesabı olmalı ki kısa zamanda Şampiyonluklar filan elde etti.. Dahası Şampiyonlar Liginde Barça'nın belalısı olan belki de tek takım olma şerefine eristi.



Rusya'daki ismi Eduarda.. 3 milyon üzeri net para alıyor. Biraz isteksizlik ya da hedefsizlik görürdüm hep. Sanki istese Man U'da oynar ama o azmi yok gibi. Hoffenheim'ın düşüşünün nedenini herkesin aksine o dönem yaşanan İbisevic'in sakatlığına değil de çok yanlış bir seçim olan hazırlık karşılaşmasında Hamburg'da Olic ile tekme tokat kavga sonrası yitirdiği Eduardo'ya bağlarım.. Eduardo'nun beş maçlık cezasının sadece ikisi belki o dönem resmi lig maçını kapsıyordu ama sonrasında aldığı kırmızının iki değil beş maçlık olmasını sağlayarak hepten çökertti Hoffenheim'ı...

Brezilya milli takımında da oynamış ve oynayacak olan bu oyuncunun her şeye rağmen ben bir transfer daha yapacağını düşünüyorum..

Adnan Polat ve Futbol Yönetimi.!



Üzülerek belirtmeliyim ki bizzat kendisinin profesyonellik anlayışının çarpık olması nedeniyle başarılı olduğu kimi ekonomik durumlar olsa da en yakın zaman içerisinde futboldan elini çekmesi gerekir. Haliyle başkanlığı da bırakması..

Aslında Avrupa'nın top beş liginin herhangi bir klubünden bahsediyor olsaydık o zaman futboldan elini çekerek de başkan kalması mümkün olurdu. Hem iyi olduğunu düşündüğümüz ekonomik atılımlarına devam ederdi ve aynı zamanda futbola da dokunmazdı. Burada varolan yönetim biçimiyle böyle bir şey mümkün değil ve bu yüzden milyar euro kar da getirse yakın zamanda onun yönetimi futbolda başarı dahi kazansa uzun vadede Galatasaray'a zararı olacak bir başkandır. Zira o henüz başarısızlığının nedenlerinin dahi farkında değil.. Tüm bu olup bitenden "ben mi çıkıp gol atayım" diyerek tüm yükü sanki kendisi onları klubün başına getirmemiş gibi teknik adamlara atarak sıyrılabildiğini düşünebilmesidir işin en acı tarafı..

Duayendir odur budur ilgilenmiyorum ama lütfen şakşakçılık yapacak olanların dışında adam gibi yürekli bir gazeteci çıkıp da doğru soruları sorsun. Sinan Engin ve Lig TV'deki muhabbet rezalet idi.. Yalakalık öyle bir noktaya varmıştı ki başkanım üstelik başkanım diye diye Adnan Polat'a söz bırakmadan onun yerine onu savunma girişimleri de mevcuttu. Diğerleri de önünü iliklemelerden başkanlara adam gibi soru sormayı beceremediler..

Biz bir daha anlatalım ki belki okuyan birileri ona bunları da sorabilir bir dahaki sefere.



Feldkamp ile başlayalım.

Çok iyi biliyoruz ki Adnan Polat'ın Feldkamp aşkı bir başkaydı. Canaydın döneminin son yılında her şeyi kendisinin yönettiğini belirtmişti zaten. Ailecek de görüşürler büyük başarılar kazanmış Feldkamp ile.. Lakin futboldan kopalı onca yıl olmuş ve aynı zamanda çağdaş bir teknik direktörlüğün çok uzağında bir isim. Olağan bir futbol aklı bir ihtimal danışman olarak alabilir ama yetmişini devirmesinin dışında çağın uzağında yönetim ve bir disiplin fanatiğini takımın başına getirmek bir sorumluluk almak demektir. Bir ihtimal böyle bir adamı ancak onu çok iyi tanıyan ve idare edebileceğine kesinlikle güvenebilen birisi alır. 14 yıl teknik adamlık yapmamış 73 yaşında bir adamı takımın başına getirme kısmı neden es geçilir ?

Şimdi burada futboldan kopmuş ve kopmadığı zamanlarda dahi çok başka bir teknik adam anlayışı olan Kalli'yi takımın başına getirmesini kimse tartışmıyor. Lincoln döktürüyordu ilk maçlarında ama birden o ceza geldi.. Onu bırakın istifa etmesini Adnan Polat'dan dinleyelim(aklımda kaldığı kadar şunları demiştir)

"O dönemler Feldkamp'in gideceği yönünde basında çok fazla haber yapılıyordu ve ben takımla toplantı yapıp Feldkamp'ın kalacağını onlara bizzat söylemek istedim. Futbolcular üzerindeki otoritesini korumak istedim.. Adnan Sezgin'e de bunu Feldkamp'a haber vermesini ilettim ve fakat sonra Feldkamp kendisinden izinsiz toplantı yapıldığı için istifa etmek istedi. Adnan Sezgin'e döndüm "Unuttum ben haber vermeyi " dedi. Feldkamp gitti bir daha gelmedi.. "

Bu nedir ? Modern bir klubün yönetiminde böyle bir şey yaşanır mı ? Keza bir daha bakalım Hakan Şükür & Lincoln cezasına... Feldkamp'ın istifa gerekçesine ve özellikle zamanlamasına.. Haftalar kala şampiyonluk yarışının zirve yaptığı noktada..

Kararlar mı ilginç yoksa ilginç bir kararın çıkmaması mı tuhaf kaçardı? Tüm bu tuhaflığın Galatasaray klubünde yaşanmasının asıl gerekçesi 73 yaşında ve 14 yıl uzak kalmış bir teknik adama bugünkü Galatasaray'ı teslim eden futbol aklı değil midir ?

Feldkamp her şeye rağmen başarılı da olabilirdi. Kusurları olsa da ona göre hareket edecek bir başkan ya da yönetim olmalıydı. 20 yıllık tanıdığı insanı dahi idare edemeyeceksen biz neyden bahsediyoruz ki burada ?

En basitinden böyle bir adamın eline Lincoln verilmez yahu.. Ayıptır günahtır her ikisine de.. Bu akıl neden sorgulanmıyor.

20 yıllık arkadaşım diyor ve sonrasında karısına telefon açıyor tekrardan klubün başına dönebilmesi için.. Nasıl bir arkadaşlık bu ? Cevat Güler böyle başarılı bir grafik çizmese ya da hemen sonrasındaki Gençlerbirliği maçının içerisinde Lincoln son saniyede o galibiyet golünü atmasa arkadaşım dediği Feldkamp bir klubün şampiyonluğuna mal olmayacak mıydı ? Dahası Fenerbahçe'nin şampiyon olması sonucu Zico gitmez ve ezeli rakibin de Aragones dönemini de yaşamazdı.. oy anam oy..

Konu sonrasında gelen teknik adam Skibbe ve hemen tek cümle ile hesabı kesiliyor: Yumuşakbaşlı, otoritesiz..

Teknik adamından habersiz yardımcılarını görevden alıyorsun.. Basın onu bizzat senin muhteşem hamlelerin nedeniyle kovuldu kovulacak konumuna getirdikten sonra oyuncular ona sahip çıkmak zorunda kalıyor sahanın içerisinde gol sonrası Arda'nın Skibbe'ye koşup kolunu yukarı çıkarması gibi eylemlerle.. Peki bu sağlıksız ortamın yaratıcısı kimdir ? Otoritenin önemini algılayıp Feldkamp için oyuncularla toplantı yapan adam burada neden otoritesizlik üzerine ekstra eylem yapıyor ?

Sonra Alman hocanın kamp yaptırmadığından ve otoritesinin olmadığı için yumuşak başlı oluşunun zararlarından bahsediyor. E sen yıkmadın mı o otoriteyi canım başkanım ? Bir de Skibbe gittikten sonraki footballvsfashion.com adresinden okuduğumuz çok ama çok önemli röportajına bakalım..



Şunu demek istiyorum: Galatasaray yönetimi uluslararası isimlerle çalışırak, iyi isimler transfer ederek ‘Uluslarası’ olmaya çalışıyor. Ama bu formülün tutmasına olanak yok.
...

Bu kadar arkadaşça davranmanın otorite boşluğu yarattığını düşünmüyor musun? En azıdan Türk futbolcularla?

Hayır! Ben böyleyim. Sırf ‘otorite prim yapar’ diye kendimi değiştiremem. Değiştirmedim de. Uzun vadede olması gereken bu. Ben kamp yapmıyordum. Kamp son derece sıkıcı bir olay. Bu eleştiriliyordu. Ama bir futbolcu ertesi gün maçı varsa gece çıkmaması, erken yatması gerektiğini kendisi bilmeli. Bunu bir hoca istediği için değil, bilinçli olarak kendisi yapmalı. Eğitim derken kastettiklerimden biri de bu işte...

Galatasaray yönetimiyle ilgili sorunun var mı?

Beklentilerini daha önce anlamış olmayı isterdim. Haldun Üstünel ve Adnan Sezgin’in yetkilerinin hangi konularda olduğunu ancak 2 ay sonra anlayabildim. Bana baştan bilgi verilmedi mesela. Bir de ben bazı şeylerin temelden değişmesi gerektiğini savunuyordum. Ama bana ‘bunlar değişmez’ diyorlardı.

Ne gibi?

Mesela futbolcuların komple bir eğitim alması gibi. İsim vermek istemiyorum ama şu futbolcuyu şöyle yapmalıyız dediğim zaman ‘hayır, o değişmez, o öğrenmez, uğraşma’ diye karşılık alıyordum. Oysa ki emek harcamak, o futbolcuları birer birey yapmak lazım. Ben onlara inanıyordum. Ama tabii böyle bir değişim zaman ister ve yönetim bu zamanı vermek istemiyordu. Biraz da şöyle düşünüyorum. Futbolcuların kendi kararlarını otoritelere bırakmaları, fikirlerini açıkça ifade edememeleri bu sistemin işine yarıyor. O zaman yöneticiler de ön plana çıkıyor önem kazanıyor, gündem onların etrafında oluşuyor. Halbuki normalde Türkiye hariç hiçbir yerde başkanların ismi bilinmez. Bu kamuoyu onların da işine yaradığı için sistemi değiştirmek ve ‘uluslararası’ olmak istemiyorlar.



Yok derdim Lincoln'un kendisi değil habercilik ve gazeticilik anlayışıdır.

Adnan Polat Lig TV'ye çıkıyor, NTV spor'a konuşuyor Ali Kırca ve Mehmet Ali Birand "sözde" sorguya çekiyor filan.. Lakin bir insan da dönemin en formda ve en önemli oyuncusuna bir yöneticinin soyunma odasına girerek üzerine saldırması hakkında bir soru yöneltemiyor.. Hani biz ne yaptık diyorlar ya ? Neden bir insan bu konunun üzerine gitmez.. Şu Bundesliga'da Farfan'ın Demba ba'nın Rafinha'nın milyon kez yaptığını bir kez yapınca ortalığı ayağa kaldırırsınız gazeteciliğiniz gereği ve fakat bir oyuncuya kendi yöneticisi soyunma odasına girip saldırıyor ve hiçbir yerde bu başkana sorulamıyor.! Arda Turan'a kapıyı gösterdiniz ve altı ay sonra on numara kaptanlık.. bu nasıl oluyor diye soramadıkları gibi..

O güzel röportajdan devam edelim biz..

Peki Lincoln? Sonuçta o da ‘uluslarası’ bir futbolcu ama uyum sağlamayadı... Tabii seninle çalışırken en iyi performansını almayı başardın, bu nasıl oldu?

Lincoln özel bir futbolcu. Bir kere ona yapıştırılan etiketiler doğru değil. Hiç gece hayatı yok mesela. Ağzına içki sürmez ayrıca. Ama çok yetenekli bir futbolcu ve bu yeteneğine övgü bekliyor. Onu bu konuda serbest bıraktığınızda, yeteneğini takdir ettiğinizi belirtip bunun ona sorumluluk yüklediğini anlattığınızda o da size tam karşılığını vermeye çalışıyor. Bazı maçlarda bunu yapamadı. Ama en azından elinden geleni yaptı. Ben onu Eintracht Frankfurt için de bu yüzden istedim. Ama tabii kötü ünü kulübün soğuk bakmasına yol açıyor. O da zaten futbola küsmüş durumda. 2-3 gün önce konuştum. Keyif almadığını, futbol oynamak istemediğini söylüyor. Birkaç gün içinde baba olacak... Belki onun için yeni bir dönem başlar...



Rijkaard kovulur buradan yarın Liverpool'da başlar.. Skibbe gider gitmez birden fazla Bundesliga takımı kapısını çaldı ki anında kapağı attı Frankfurt'a.. Lincoln ülkesinde bir takıma gidip huzuru bulur filan.. Lakin en çok haksızlık Bülent Korkmaz'a yapılmıştır ve ne hikmetse ismi bile anılmıyor. Sanki böyle bir dönem ülkede yaşanmadı. Getirilmesi sadece Galatasaray'a değil aynı zamanda Bülent Korkmaz'ın kendisine de çok büyük zarar vermemiş midir ? Adam Kayseri Erciyes, Gençlerbirliği derken özveriyle teknik adamlık konusunda ilerlemek için çalışır iken Galatasaray ve sonrası " kötü teknik direktör" olarak etiketlendirildi.. O takımın başına geldiğinde pek çok karar önceden verilmişti bile.. Oyuncular istediklerini çok rahat bir şekilde yönetilememezlikten dolayı aldılar.

Oysa onu getirmek hangi güzel futbol aklın meyvesiydi ki ? Kötü veya iyi olduğunu dahi tartışabilir misiniz altı aylık kaos yönetimi sonrası ? Bunlar hata değil midir ? Kendi değerini değersizleştirmek bir yana UEFA kupasında almanya liginde dökülen Bremen'in (11.ciydi) final oynadığı yerde üstelik Fenerbahçe stadındaki ikinci UEFA finali de kaçmamış mıdır ? Hamburg sonrası yine deplasman değil de evimizde oynayacağımız rakip Bremen ve sonrası Şaktar ile Fenerbahçe stadında final değil miydi ? Bu Galatasaraylılar için nasıl bir anlam teşkil ederdi haberiniz var mıdır ? Kaçmasının nedeni Skibbe'nin otoritesizliği midir yönetimin çapsızlığı mıdır ?



Skibbe'nin teknik adamlığını ben ölçemem diyor. Ki ben soruyorum bunu ölçebilecek yetkilinin klupte bulunmaması ile profesyonel yönetimin birbirleri bağdaşması mümkün müdür ? Adnan Sezgin kararları almıyor ve sadece alınan kararları uyguluyor ve fakat Adnan Polat ise Rİjkaard,Skibbe hakkında karar verebilecek yetkinlikte değil. ne oluyor arkadaşım burada ?

Milyon kez dile getirdik.. Ali Kırca ve Mehmet Ali Birand tam bu noktada bu soruyu soramıyor.. Siz anlayamayacaksınız eğer kim anlamalı ya da anlayacak birileri yönetse futbolu fena olmaz mı? Adnan Sezgin bu kararları veremez diyor peki kim veriyor ve ne kadar anlıyor bu işten ?

Ortada kabak gibi duran başarısızlığı sahiplenebilecek tek insanoğlu yok.

Anlamadığınız halde kovulma kararını nasıl veriyor onu da anlatıyor başkanımız.. Adnan Polat sadece futbolculara aşırı serbestlik tanındığından dolayı ipi kaçan florya ortamını analiz edip Skibbe'yi gönderdiğini söylüyor bir bakıma.. Diyelim ki doğru bir tespit.. Burası Almanya, İngiltere değil ve gelecek hoca da biraz sert olmalıdır değil mi ?

Kimi getiriyor ?

Rijkaard'ı... Onca güzel atılımın yanında radyolardan atışmalara kadar ilerlemiş Eto'o ve Ronaldinho kavgasının asıl nedeni olarak gösterilen ve yumuşakbaşlılığı bir bakıma gönderilme nedeni olan Frank Rijkaard'ı..

Nasıl bir futbol aklıdır bu ? Kısaca şunu diyorlar. Biz çok ünlü olduğu için tuttuk getirdik başka da bir şey bilmeyiz derken o da yumuşakbaşlı çıktı, şansızlık.!!

Dahası.. Rijkaard ile bir yılı beraber geçirmişsin. İyi-kötü bir analiz yapıp sezon sonu değerlendirmesi yapar ortalama bir futbol klubü yöneticisi.. Adnan Polat bu değerlendirmeyi yapıp yeni sezona iki yıllık sözleşmeyi imzalamasa da Rijkaard ile giriyor. Sekiz maç sonunda da kovuyor.

bu nedir ?

Doğru analizi yapamamayı alışkanlık haline getirmiş bir yönetimin varlığıdır. Skorlara, sonuçlara, basına, oyuncularına göre hareket ediyor ve fakat o skorları değiştirecek futbolcuların yönetimi konusunda çuvalladıkları ayrıntısı ise hiç konu edilmez..



Galatasaraylılar çok yanlış yere tepki gösteriyorlar. Adnan Sezgin bir sportif direktör değildir. Adnan Sezgin teknik adamı belirleyemez, alınacak oyuncuyu seçemez. Adnan Polat ve ekibinin verdiği kararları uygulayan bir adam.. Ya Adnan Polat göz göre göre milyon kez yalan söylüyor ya da Adnan Sezgin Sawyer misali kendi isteklerini başkana sanki o karar vermiş gibi düşündürecek kadar kurnaz bir adam.. Bu iki ihtimali dışarıda bırakırsak asıl mesele Galatasaray'ın futboluyla ilgilenecek ve doğru kararları alacak bir insanın olmayışıdır. İş vakti futbola yetmeyen Polat'a kalınca sonuç budur. O futbola ait kararları veren adam Skibbe'den ve Rijkaard'dan anlamadığını dile getirebiliyor ki katılıyorum da bu anlamsızlığın üzerinde durulmamasını anlamıyorum.

Lincoln'un dövülmesi olayındaki ayrıntı ve Skibbe'nin röportajındaki bölüm çok çok önemlidir. Lincoln'un Bülent Korkmaz'a çıkışı sonrası Adnan Sezgin sırtını sıvazlıyor, Haldun Üstünel üzerine yürüyor. Kim neyi nasıl karar veriyor Skibbe de iki ay sonra ancak anlayabildim dese de yok böyle bir şey.. karman çorman yönetim söz konusu..

Adnan Polat, Adnan Sezgin'i değiştirsin diyor ama Polat muhteşem bir manevra ile Sezgin'in karar alıcı olmadığını söylüyor ve ekonomik başarının, TT Arena'nın başarısını sportif başarısızlık ile beraber geçiştirme derdinde.

Hülasa Galatasaray delegeleri ve insanları Sezgin'in değiştirilmesini değil futbol yönetiminin kendi başına özerk olmasını istemelidir tam anlamıyla sadece burada olan başarızılığın hesabının doğru düzgün bir şekilde kesilebilmesi için. Ne sportif başarının Süren yönetiminde olduğu gibi ekonomik başarısızlığın devamını sağlamalı ne de Polat yönetiminde olduğu gibi ekonomik atılımların doğru olması yanlış sportif yönetimin devamını sağlamalıdır. İkisi birbirlerinden ayrılmalı ki yanlış ilelebet süremesin, zamanında önlem alınabilsin başındaki isimlerin değiştirilmesi yoluyla.. Lakin bu profesyonellik bize çok geliyor.

Mesele Sezgin değil budur.!



Teknik adamlığını daha sonra uzun uzun analiz edeceğimiz ve fakat oyuncu olarak kutsalımız olan Hagi'nin önünde Adnan Polat'ın yanlışlarını sıralayalım okumaya üşenenler için:

* Dönemin formda bir teknik adamı olan Eric Gerets'in yirmi yıllık aşkı Feldkamp aşkına gereksiz ve zamansız yere gönderilmesi. Marsilya ile sonrasında yaşadıklarının çok daha iyisini Galatasaray ile yaşayabilirdi. İnamato'larla şampiyon olan Lincoln'lerle çoşabilirdi. Futbol akılsızlığı.

- 1934 doğumlu (o dönem 73 yaşında) ve 14 yıl bir takım çalıştırmamış teknik adama takımı bir yıllığına dahi olsa emanet etmek. Disiplin fanatiği olup her takımın yıldız oyuncusunu tribüne gönderen zihniyetin eline Lincoln'ün verilmesi.

-20 yıllık arkadaşını tanımayarak ondan habersiz oyuncularla toplantı yapmak. Adnan Sezgin'in bu önemli haberi zamanında yetiştiremediği için klubü şampiyonluk yarışında teknik adamsız bırakacak kadar arkadaşını tanımayan.. Arkadaş olamayan. Tanıyorsa da yine bu zihniyetin takımın başında olması..

-Skibbe'nin üzeri basında çıkan yorumlar nedeniyle erken bir şekilde çizilmesi ve tazminat ödememek için otoritesini derinden sarsacak şekilde yardımcılarını kendisinden habersiz görevinden alması. bu haliyle takımın başında devam etmesine göz yumup en iyi zamanında bizzat yıkıp geçtiği otoritesi sonucu gelen disiplinsizlik nedeniyle takımdan kovması.

-Lincoln'e takımın en iyi top oynadığı dönemde kaptanlık verip yerlilerin hedefi haline getirmesi. Arda Turan'ın tepkisi sonrası ona sınırını göstermesi değil; o kararın tam da aksi yönünde altı ay sonra hareket ederek kendi otoritesini zedelemesi.

-Taraftar zihniyetini(Haldun Üstünel) klubün soyunma odasına sokması. En iyi oyuncusunu en iyi zamanında oynayamaz hale getirilmesi.

-Geleceğin çok da güzel kaptanı olacak Arda Turan'a zamansız kaptanlık verilip onun futbol dışında kalan her şeye odaklanmasını sağlaması. Gelişimine ket vurması..

- Basının olduğu gibi futbolcuların da isteğine göre hareket edip Bülent Korkmaz'ı takımın başına getirmesi. Aynı şekilde ona süre vermeden göndermesi.

-Yumuşakbaşlı diye gönderdiği Skibbe'den sonra çok daha yumuşakbaşlısını arayıp takımın başına getirmesi. Teknik adam gönderme ve getirme kriterlerinin futbol harici kıstaslara dayandırması.(Algılayabildiklerinin sadece futbol dışı konular olmasından ileri gelir )

-Rijkaard ve tüm Türkiye iki yönlü ama on numaravari bir oyuncu için bas bas bağırır iken bu transferin bir türlü gerçekleşememesi.

-Sezon sonunda gönderme şansı bulduğu Rijkaard'ın sözleşmesini uzatma fikrinin yanı sıra koca yazı bu teknik adamın altında sezona hazırlayıp tam da onun istediği oyuncuyu takıma kazandırdıktan çok kısa süre sonra kovma kararının alınması.

-.Futbol konusunda bilirkişi olmamasından dolayı yüzyıllık klubün her kararını başına mucize olursa en fazla üç yıl olmazsa iki ay için geçecek olan teknik adamlara bırakması. Değerlerin teknik adamların kendi geleceği ve yararı adına erozyona uğratılmasına seyirci kalınması.

-15-16 maç sonucunda eksilerde averajı 30 yıllık ömründe görmemiş bana ve Galatasaraylılara tüm bu kepazeliği "o yumuşabaşlıydı e oda otoritesi yoktu" diyerek iki cümle ile geçiştirebildiğini sanması.. Sonra ne kadar yanıldığını ASY'nin kapanışında görmek durumunda kalması..

- Sürekli olarak " futbola vaktim çok olamadı" demesinin yanında futbolu yönetecek kimsenin klupte olmaması.. Adnan Sezgin görev adamıysa kararları alan kimdir sorusunun cevabının muallak olması.. Az olan vaktinde mi 30 milyonu üzen/sevindiren kararları aldın başkan ?

-Kabaca ekonomik idare ve futbolun yönetiminin birbirlerinden ayrılmaması ve birbirlerinin yerine ikame edilerek birinin başarısının diğerinin başarısızlığının devamına sebebiyet vermesinin sağlanması.. Kısaca: Amatörlük.!

....

12 Ocak 2011

ucbuyuk.com.!



Bizim sözlükçüler yapmış. Takımla ilgili bilgileri kolay bir şekilde alabileceğiniz yer ama tasarımı da oldukça keyifli olmuş. Bir bakın derim ben zira bazen ufak tefek bilgileri bulmak için deliriyorsanız size de iyi geleceltir. Taraftarı olduğunuz klubün sayfasına girdiğinizde her bilgiye çok güzel bir tasarım eşliğinde kavuşuyorsunuz.. Bir bakın derim..

http://www.ucbuyuk.com/

Dzeko Transferi ve Bundesliga.!



Bir futbolcunun elli maçını seyrettiysem hakkında oluşmuş olan fikrim konusunda geri dönüşüm çok zordur benim. Lincoln'culuğun nedeni de burada yatar biraz.

Bundesligada 30 milyon edecek iki tane forvet vardır ve bunu ben aylardır söylerim hep:

Mario Gomez, Edin Dzeko.

Sistem büyütür, takım formdadır o şöyledir bu böyledir. Boşverin.

Mario Gomez ve Edin Dzeko bundesliganın son iki yılında tüm koşullarından bağımsız 30 milyon edecek iki oyuncudur. Yaşı, yeteneği ve karakterini de ekleyerek bunu söyleyebiliyorum.

Dzeko söz konusu olduğunda sistem, diziliş gibi tartışmalara da giremezsiniz. Ceza sahasının sağından ve solundan olmak üzere her köşesinden golü atabildiği gibi oynama noktasını da belirleyebilecek oyun zekasına sahiptir. Dışarıya da çekebilirsiniz gerekirse.. Dolayısla her şekilde oynar lakin son dönem içerisinde karakterine dair soru işaretleri oluşmuştur.

Ola ki çok istediği bir şey gerçekleşmezse isyan noktasında hiç beklenmedik eylemler gerçekleştirebilir. Ve umuyoruz ki gittiği klubün Wolfsburg değil de her an bir 30 milyon daha verip kendisinin yerine oyuncu alabilecek Manchester City olduğunun farkına varır..

Mancini şöyle buyurmuş:

" Bundesligada kendisini kanıtlayan Premiere Lig için yeterince güçlüdür "

Rosicky, De Jong, Hleb, Jerome Boateng, Berbatov filan tamam da.. 34 Milyon ki Bundesliga rekorudur bu.. Büyük beklentiler eşliğinde farklı bir değerlendirmesi olacaktır diğerlerinden.Diper rekorlara bakmak gerek..

Misal Bundesliganın ya da Hoeness'in Premiere Lig ve Manchester'a attığı en güzel kazık Owen Hargreaves'dır. 24,5 milyon euro. O dönem dış transfer rekorudur ve 3 yıl boyunca isteyen Ferguson'a tam da zamanında vermiştir oyuncusunu Bayern zira bir daha kendisine gelemedi sakatlıklardan.. Keza onu geçen Diego'dur ki aynı şekilde geri geldi Bundesliga'ya. İç transfer rekoru Gomez oldu ki bugünlerde değeri anlaşılıyor. Dzeko hepsini geride bırakıp iç-dış demeden en pahalı oyuncu satışının zirvesine yerleşti.

Dürüst olmam gerekirse Bundesliga'dan beğendiğim bir oyuncu gidince üzülüyorum. Gözümün önünden gidiyor ki izlenesi golleri atan adamdı Dzeko. Premiere Lig takımları artık buraya yöneliyor. Adler için anlaştı diyorlar.. (24,5'â serbest kalır maddesinden yararlanıp) Kagawa'yı da Ferguson alacakmış..(18 milyon) Subotiç'i 20'ye vermemişti Dortmund.. (gururla anlatır Watzke) Demba Ba gitti gidecek West Ham United'a..

Mesele biraz da bu oluyor artık. Bremen'in Tottenham kadar çekiciliği var mıdır ? Leverkusen Liverpool kıyası komik oluyor. Schalke Arsenal'den daha çekici değil. Dortmund Chelsea'ye ne kadar karşı koyabilir ?

Ligin kaderi öyle bir yere geldi ki Bayern harici üst sınıfa ait olan bir dev çıkarmak durumunda yoksa işleri zor..

Bu arada Magath'ın gitmesine neden olan Wolfsburg yönetiminin isyanını bir daha hatırlatmak fayda var Şampiyon olacağı sezonun devre arasında dokuzuncu durumda iken.. Zira tam da bu isyan noktasında Magath şampiyonluk yürüyüşüne geçmeden Schalke ile anlaşmıştır.Şöyle demişti futbolbilmez Wolfsburg yöneticileri:

'onca para verdik dokuzuncu durumdayız hala.. Neler oluyor Herr Magath ?'

Olan şu:

4 milyona aldılar Dzeko'yu ve 34'e satıyorlar.. Şamiyonluğun ve onun getirisi Şampiyonlar Ligi parasının üzerine 30 milyon kar yapıyorsun..

Erken öten horoz Magath'ını kaybedermiş.

11 Ocak 2011

Hoşçakal.!

Sylvie Van der Vaart.!



Feyk midir ? Bilmiyorum, Bild kendisine sormuş ve şu cevabı almıştır

" 3-4 gün bu trikleri çalıştım ve bir daha böyle kusursuz yapabilir miyim bilmiyorum " gibi bir cevabı var.

Feyk midir değil midir bilemem ama izlemesi güzel.

Messi Ödülü Nasıl Kazandı ?



ilk defa bir Dünya Kupası sonrası dünyanın en iyi futbolcusu ödülü o kupayı kazanan takımın içerisinden çıkmadı. Gerek Şampiyonlar Liginde gerekse de Arjantin milli takımında İniesta ve Xavi'siz sonuca gidememesine rağmen ödülü alması başta kendisini ve sonrasında pek çok otoritenin tepkisini çekti.

Şu kesin ki Dünya Kupası bu seçimleri etkiliyor. Senenin tamamından ziyade orada yukarıya çıkanlar seçimlerde daha öne çıkıyor. Buna rağmen Messi'nin ödülü alması ise biraz başka. En iyi üç dediğiniz zaman aslında birinciye biraz hesap kitap yapıyorsunuz ama ikinci için Messi'nin adının çıkması biraz da şartlı refleks gibi bir şey.. Toplamda 272 insan bunu gerçekleştirince sonuç biraz şaşırtıcı olabiliyor..

Toplamda 136 ülkenin teknik adamı ve kaptanı ilk üç oyuncu ve teknik adamı seçti. Birinci sırada olan beş puan alır iken ikinci sırada seçilmiş olan üç ve son sıradaki ise bir puan.. İki yeknik adamın Messi'yi ikinciye koyması birincilikten öteye geçiriyor.. Forlan ve Sneijder aslında Messi'nin önünü dahi açmıştır zira Güney Amerika biraz böyle. Bu şekilde puanlamanın yapıldığı yerde oyların yüzde 22,65'i Messi'ye gitmiş. 17,36'sı İniesta ve 16,48'i ise Xavi.

Güney Amerika'ya baktığınızda Forlan'ı Avrupaya göz attığınızda ise Sneijder'i üstelik çokca kez bir numarada görebilirsiniz ama toplama baktığınızda bu üçü bu şekilde zirveyi almıştır. Bild 50 ülkenin teknik adamlarının ve kaptanlarının seçimlerini vermiş ve ben ilginç bulduğum seçimleri paylaşayım dedim. Emre Belözoğlu ile başlamak istiyorum. En iyi üç oyuncusu:

1- İker Casillas

2 Mesut Özil

3-Carles Puyol

Teknik adam konusunda ise başa Löw'ü koymuş ve sonra Mourinho, Wenger.. Mesut seçimi ilginç geldi aslında..



Diğer ilginç bulduğum seçim ise İspanya kaptanı İker Casillas'ın ilk üçü:

1-Arjen Robben

2- Wesley Sneijder

3-Christiano Ronaldo

Teknik adam konusunda ise kimi seçtiyse listede yok. İkinci sırada Louis Van Gaal ve sonrasında da Bert Van Marwijk

Christiano Ronaldo'nun ise ilk üçünde Messi haliyle yok ve fakat ezeli rakibi Barca'nın oyuncusunu da bir numarasına yerleştirmiş.

1- Xavi

2-Casillas

3-Wesley Sneijder

Dahası en iyi teknik adam kategorisine ise bir numaraya Alex Ferguson'u koymuş. İkinci sıraya Ancelotti'yi koyar iken son sırada da Löw.. Mourinho yok..



Misal Mesut Özil Dünya Kupası haricinde ne yapmıştır bilen var mıdır ki ? Xavi geçenlerde Dünya Kupası öncesi tanımıyordum diyor.. Yer yer eurovision seçimleri gibi. Emre Mesut Özil'i ikinci sıraya koymuş ve bizim Lucas Neill de keza Türk basınından etkilenip aynı şekilde ikinci sıraya yerleştirmiş. Wolfsburg'un Hasebe'si keza Petrov ile beraber Mesut'u üçüncü sıraya yerleştirmiş. Nedenlerini anlayabiliyorsunuz en azından bir kısmını.. Osieck dahi buradaki günlerin hatrına Mesut'u ilk üçün içerisine almış.! Anlayamadığım ise Mesut'u birinci sıraya koyan tek insan evladı olan Kamboçya teknik direktörü Hoon Tae Lee'dir..

Residencia La Masia.!



FİFA aslında burasını ödüllendirdi. La Masia bugün futbolun zirvesine yerleşti. Barcelona ve İspanya ile beraber kazanılabilecek ne varsa hepsini topladı. Haliyle burası hakkında daha ayrıntılı bilgilere ulaşıyoruz ve benim takıldığım nokta oradaki yasaklar.. Geleceğin yıldızlarının küpe takması, piercing ve saçını uzatması yasaklanmış. E peki resimde de görüldüğü üzere Puyol?

Onun saçları uzun değil çok diye bir açıklama gelse şaşırmam.!

"Wonderkid" Freddy Adu



2 Haziran 1989 Gana doğumlu pek çoğunuzun "Büyük yetenek" olarak ismini duyduğunuz Freddy Adu.. Annesi 1997 yılında yeşil kart çekilişine katılıp da kazanangillerden..Amerika'ya geliyorlar. Asıl piyango burada vuruyor zira oğul Freddy çok erken yaşta futbol piyasasında fırtına estiriyor..

Henüz daha 13 yaşında iken u 17 milli takımında oynamaya başlıyor. 14 yaşında ise U 20... 15'te ise US-Profiliga Major League Soccer.. 16 yaşına geldiğinde de USA milli takımında boy gösteriyor.

Daha 13 yaşında iken Amerika'da milyon dolarlık reklam anlaşması yapıyor ve onun geleceğin büyük futbolcusu olacağından kimsenin şüphesi yoktur. David Letterman'ın koltuğuna dahi oturmuş, adına şarkılar, besteler yapılmış oy anam oy..

O dönem hatırlarsınız ki başta Manchester United -ki burada denendi de- İnter, juventus,Dortmund,Leverkusen... İnter'in teklifini misal Yeboah ile beraber büyümüş olan annesi geri çevirmiştir. Herkes oyuncunun peşindeydi ama o büyük çıkışı yapmak için soluğu Benfica'da aldı.

Olmadı.. Takımı onu iki kere kiraladı, Monaco'ya filan da gitti ama hep yedek klubesi ile tribün arasında bir yerde oldu. Daha bu yazıyı okuduğunuz ilk satırlarda düşündüğünüzü diğerleri de hesap etti.. Acaba sorun yaşında mıydı ? Doğum yeri Gana ve doğum tarihlerine çok da güvenemezsiniz..

" Sports Illustrated " doğduğu yere iki tane özel dedektif gönderdi herhangi bir tuhaflık var mıdır doğumunda diye ama bir şey bulamadı.

Peki şimdi Adu nerede ?



Türkiye'de.. Belek'te. En son Yunan takımı Aris'e 18 aylığına kiralanmıştı ve şimdi onu Alman ikinci Bundesligada düşme korkusunu yaşayan FC Ingolstadt deniyor. Uzun zamandır oynamamış futbolcunun kimi yeteneklerini görebilmişler ama yine de şüpheyle bakıyorlar. Karar henüz verilmedi ama olumlu olursa ikinci Bundesligada bir ihtimal Ingolstadt'ı düşmekten kurtarır..

Oyuncu henüz 22 yaşında ve böyle bir düşüşü bu yaşta çok az insan yaşamıştır.

10 Ocak 2011

St.Pauli Şakası.!



Hamburg efsane statüsüne yerleşmiş futbolcusu Uwe Seeler'in ayağının heykelini diker.. Şehrin diğer yakasının takımı St.Pauli'nin taraftarları ise efsaneye biraz renk katar..

FİFA BALLON D'OR.!



Kardeşler arasında ayrım yapmak doğru olmaz ama ben onların kendi aralarındaki ilişkiye de hasta oldum. Xavi ödül öncesi 11Freunde'ye verdiği röportajın içerisinde "Ben alamazsam Messi alsın zira o en iyisi' diyor ve şöyle devam ediyor " Bizim ikimizin kazanma ihtimalini doğuran Arjantin'in dünya kupasında çeyrek finalde elenmesi ve bizim kazanmamız. Diğer türlü onun üzerinden ödül alma şansımız yoktur "

Ödüllerde temel kıstas toplam yeteneğin dışında o yıl içerisinde gösterilen performans olmalıdır. Nuri Şahin misal Ribery ve Robben'den daha iyi değildir ama Alman futbolcu ve teknik adamlar onu devrenin en iyi oyuncusu seçtiler. Böyle bir şey bu. Xavi İniesta ikilisi Messi olmadan da Avrupa ve Dünya Şampiyonu oldular.. Daha ödül alması için neyi kazanmaları gerekiyor ?

Messi'ye kusur bulabilirsiniz.. Diğer ikisine zor.

Diyelim ki takım oyunu ve Messi Arjantin'de yalnız ama İspanya'da takımın geri kalanı beraber oynuyor. Bir de şuna bakmak gerekir: İniesta'nın sakat olduğu aylarda Barça ne yapmış ?

Mourinho Barça'yı yenebildiği o maçın içerisinde eksik olan Messi değil İniesta.. Xavi-İniesta'lı takımı Mourinho dahil kimse durduramamıştır.

Final maçının golünü atan kim ? İniesta..

Bence Xavi ve İniesta arasında ayrım yapmak günah olduğu için korkup Messi'ye ödülü verdiler. Görevliler, Seçmen kitle, futbolcular ve herkes tam o noktaya geldiğinde çıldırma noktasındaydılar..

-eee ben Xavi-İniesta diyorum.

-Bir kişi seçeceksiniz..

-Xavi-İniesta dedim ya. Rıdvan'a sorun bir kişi bunlar.

-Xavi mi İniesta mı ?

-Xavi.. yok iniesta.. yok yok Xavi.. Kardeş sen Messi yaz Messi..

O hak etti mi ? Diğer ikisine göre daha az olsa da aksini iddia etmek de çok zor. Sevimli de çok..



O değil de Christiano Ronaldo'nun yüzünde oluşan ifadeden memnuniyetsizliğini görebilirsiniz. En çok da bu yüzden çok büyük oyuncu olarak kalacaktır.. O Hırs..

Duymak İstemiyorum.!




O güne kadar yaşadığı yaşamın içerisinde edindiği bir alışkanlığıdır aslında bir insanın diğerine konuşmak için yaklaşması.

Kabaca bir şey anlatır karşınızda duran insan. Siz onu anlamak için dinlersiniz. Konunun hemen başında önemsiz bir sinirlenme anını anlatırken aslında mevzuya konu olan karşı tarafın eylemine dair uzun bir açıklama getirmek istersiniz ama bu mümkün değildir zira o bunun üzerinde durmaz ve bu ayrıntı asıl meselesi değildir onun. Yalnız hemen her şey tam da onun üzerine bina edilir anlatışın içerisinde. Konsantreniz kaybolur, dinleme iştahınız gider ama başınızı sallamaya devam edersiniz.. Sıkılırsın, kaçıp gitmek istersin ama esir düşmüssündür bir kere.. Hikayenin sonu ise aslında başından bellidir çokca zaman. Kendimi o beklediği tepki anına hazırlamaya çalışırım.


Başlarda direttiğim de oldu ve derdimi karşı tarafa anlatabildiğim sandığım zamanlar da.. Yalnız tam da burada henüz konuşmaya başlamadan önce anlatmak istediğine aşık olmuş tutkulu insanın bilinçli kavrayışsızlığını keşfettim. Çare yok aslında ve istediği noktaya gelesiye kadar onun istediği bir şekilde dinlemekten başka seçenek de yok.Daha da kötüsü konuyu o şekilde takip edip üzerine bir yorum getirmek durumundasınız herhangi bir yerindeki ayrıntının içerisine dahil olmadığı.. Toplamda neyin ne olduğu ya da "gerçek" önemli olmamıştır insanlar arasındaki diyalogların içerisinde.. O vurulduğu nokta ile vurmak ister seni. Şaşkınlığıyla şaşırtmak. Ne konuştuğu değil;Size neyi iletmek istediği önemlidir. Herhangi bir noktasındaki fikriniz değil istediği yerde tepkinizdir onu size getiren.

Genelde böyle olur ama bazen başka.. Misal diyelim ki aşık oldu tanıdığımız ortak bir arkadaşa.

Kızın eylediği en ufak bir ediminin yorumunu dahi o sıkıcı ve hiçbir zaman bakmak istemediği ayrıntılı anlatış biçimi ile dinlemek ister ve hatta sizi ayrıntıdan ayrıntıya koşturur durur zira burada gerçek önemlidir onun için.. Sizin içinse sıkıcı..

Ankarada'ki ev arkadaşım başlarda bana evden çıkmadan önce nasıl göründüğünü sorardı. Kadınlar.. Dürüst ol diye de eklerdi beni çok iyi tanımadan önce. Sonraları bu ekstra uyarının çok gereksiz olduğunu anlayacaktı maalasef. Tarzını da çok beğenmediğimden genelde cevaplarım hep olumsuzdu ama bazen beğendiğim de olurdu.. Sonra bana sormamaya başladı ve daha çok yüzde doksan olumlu cevabı alacağı diğer ev arkadaşıma yöneldi. Lakin ne zaman iş görüşmesi gibi görünümün önemli olduğunu düşündüğü yerlere gitse dışarıda bile olsam beni mutlaka görmesi gerektiğini söyler ve sadece benim fikrimi dinlerdi. Şöyle bir bakıp fikrimi dile getiresiye kadar olan zaman içerisinde milyon kez 'harikasın, çok güzel' diyen ev arkadaşımı elleriyle susturur iken gözü kulağı benim ağzımdan çıkacak kelimelerdeydi. Kötü dediğim anda hemen değiştirir, yenisine koyulurdu. Moda ikonu olduğum için değil bir kişinin dahi olsa gerçek fikrini önemsediği için..

Siz de takdir edersiniz ki kıyafetin ölüm kalım meselesi olduğu gün sayısı yine çok fazla değildir ve sabah görüşmelerimiz kırk yılda bir olurdu bu konu üzerine. Buna benim ne kadar ihtiyaç duyduğum önemli değil daha çok insanların neye ihtiyaç duyduğudur mesele..

Başlarda böyle değildi.

O zamanlar insanların beni sevmesine nedendir bilmem çok fazla önem verirdim ve gerçekler ya da düşündüğümü söylemek yerine daha çok neyi duymak istiyorlar üzerine kafa patlatırdım ki devamlı ilişelim ve genelde onikiden tuttururdum. Alıştılar sonra ve İzmit'den Ankaraya yaşadığı aşk acısını unutturabileceğim hissi ile gelenler dahi oldu. Onları bir yalana inandırabilme becerim aynı zamanda muhteşem bir teselli kaynağı haline gelmeme neden oldu.

İnsanlarla konuşmak on beş yıl boyunca yurtlarda yaptığım bir işti. Tehlikeli insanlar da mevcuttu ve çocuk yaşta karşı tarafın neyi istediğini algılayabilmem konusu hayati önem taşıdığından belki ordan kalma bir yetenek diyordum zira herkes geliyordu konuşmak için..

"İnsanlar unutma ve avunma ararlar; bilgi değil."

Bu karşı tarafın inanmak istediğini keşfederek içten ve gerçekçi bir şekilde yalan söyleyebilme yeteneğim hala mevcut ama ben uzun zamandır karşımda birisi olsun istemiyorum. Bunun için yaptığım tek şey dürüst olmak zira gerçeğin acılığı herkesi kovuyor başımdan. Katlanılmaz bir şey.. Dostoyevski'nin romanlarının içerisinde geçen diyalogların bu yüzyılda yaşanma ihtimalinin çok fazla olmadığını biliyorum artık.

Bir zaman sonra yalan söyleyememeye başladım ki çok kötü bir özelliktir. Sizi ahlaksız yapar, sizi çekilmez yapar, sizi kötü yapar, düşüncesiz yapar... Hülasa sizi yalnız bırakır..

Yalnızlık'ı eskiden içerisinde bulunduğum insan yığınından neredeyse taban tabana zıt bir hayat yaşamamın kaçınılmaz sonucu olarak görüyordum. Kapalı bir yerde ömrümü tükettim ve yaşadığım bu istisnai koşullarıne aynı kelimelerden farklı düşünceler üretilmesine neden olduğunu düşünüyordum. Sonuç itibari ile işittiğiniz bir kelime, gördüğünüz bir resim sonrası aklınıza düşenlerin belirleyicisi geçmişiniz.. Korkutucu olduğu kadar olağan bir şeydi yalnızlık..

..ve fakat bugün artık bilinçli bir tercih olmuş durumda. Bir zaman insanlarla beraber gülüyorsam on zaman katlanamıyorum.. Yorduldum da biraz ve hatta Metin Üstündağ'ı da anarsak eğer değil birileri..

bazı

kendim

bile

kendime

kalabalık

geliyorum.

Noat Samisa ile Muhabbet.!



Sadece Bülent Timurlenk okurdum o zamanlar.. Aceto Balsamico blogundan girdim onun yazdığı yere.. Benim de seyrettiğim bir maçı öyle bir anlatmıştı ki inanamadım. Hayır o an için yeni bir bakış açısı yoktu belki ama maçın içerisinde olup biten her şeyi ifade etme biçimi inanılmazdı. Sonrasında farklı fikirler ve ayrıntılar eşliğinde pek çok yazısını okudum ama her seferinde içerdiği o özgün fikir kadar onu kelimelere yediriş biçimine de ayrı bir hayranlık besledik..

Taaa ki kendi blogumu yazasıya kadar.!

Canımı sıkmaya başladı sonra. Ben kendi çapımda yazıp çizen bir adamım ki blog yazma özgürlüğünü sonuna kadar kullanıyorum. Kelimeler özensiz seçilmiş olur ya da onlarca imla hatası filan.. Giriş-gelişme-sonuç genelde ütopik kavramlardır burada. Herkes olağan karşılardı ama sonra eleştiriler yükseldi, nasıl olmasın ki ? Bir Noat'ı okuyor adam sonra benim yazılara dadanıyor.. "olmamış bu, şurada şu eksik". Onu okuyanlar lütfen beni okumasınlar dedimse de dinletemedim kendimi. "Başka Bundesliga yazan yok abi git başka lig yaz sen o zaman" dediler..

Canımı sıktı. Gittim mail attım " ..arkadaşım biraz daha özensiz yazar mısın lütfen postlarını.. biz de insanız yaaa burada blog yazmaya çalışıyoruz.. İnsan bencil olmamalı bu kadar ve diğerlerini de düşünmelidir biraz " diye eleştirel bir yaklaşımdı.

"Tamam abi bakarız " dedi ama elinden başka türlüsü gelmiyor zira o Noat Samisa.. Aklınızda en ufak bir ama bıraktırmadan konusunu işler. Sonuna kadar gider ve siz onu okur iken para vermediğiniz için hırsızlık yapıyor duygusuna dahi kapılırsınız.. İşte bu adamla biraz muhabbet ettik...




-Noat abi Burcun nedir senin ? Başak burcu musun sen ? Bu mükemelliyetçiliğin nereden geliyor ?

Başak değil, yengeç burcuyum. Burcuma ve kişiliğime yansımasına dair bundan fazlasını da bilmiyorum, zaten mükemmeliyetçiden ziyade ayrıntıcı desek daha iyi. Odama girseniz mesela, mükemmellikten eser bulamazsınız. Çok parçalı ve dağınıktır.

Yahu yazı mı yazıyorsun ansiklopedi mi bilemiyorum. Bir virgül unut, bir şey açıklanmasın bir nokta eksik kalsın.. yok.! Senden sonra aynı adam beni de okuyor, hiç onun yaşayacağı gel-gitleri, depresyonu düşünmüyor musun ?

Noktalama işaretleri bir nevi refleks olmuş artık, ta okul gazetesi günlerinden kalma. İnternet bu açıdan çok özgür olsa da mevcut görüntü için ek bir çaba sarfetmiyorum. Yazdıklarım da kendi notlarımın toparlanması şeklinde oluyor. Yani okuyan adamın aklına takılan soruyu ben zaten kendime sormuş oluyorum. Okuyan adam da talep eden olduğuna göre bir seçim yapıyordur, kimsenin depresyona girdiğini sanmam.

Kadınlar ? Orada da mükemmel'i arar mısın yoksa bir şekilde kalbini çalana mükemmel mi dersin ?

Dediğim gibi, mükemmelliyetçilik yok. Bir şekilde rayına gireni ya da yolunda gideni kabullenmeyi tercih ederim. Bunun ilk adımı da herhangi bir şey olabilir, parçalar birleştikçe belki birbirimizi mükemmelleştiririz diye umuyorum.

Kurallarına sıkı sıkıya bağlı bir karakter görüyorum buradan ve şunu da merak ediyorum: Aşk bunu ne kadar bozabilmiştir ? Aşık olduğunda verdiğin en büyük taviz nedir ? Ya da var mı böyle bir şey ?

Gözlem ne kadar doğru bilmiyorum ama belki şu olabilir, kendi iyiliği için birinden vazgeçtiğim olmuştu.

Ne dinlersin demiyorum neyi dinledin o tutkuyla bir kadına bağlı olduğun dönemde ? Hangi şarkı o tutkulu günlerinde seni çok fazla kendisine çekti ?

Moğollar'dan Yolum Seninle. Her zaman dinlerken özel şeyler hissetmişimdir.




Beraber olacağın insanın futbola olan ilgisi senin için bir kriter midir ? Böyle tutkuyla bağlı olduğumuz bir meşgalenin bize hissettirecekleri tüm o duygulanımlarından uzakta yaşayan bir insan ile gerçekte ne kadar ilişebiliriz ?

Değildir, hatta pek ilgili olmasa daha iyi. Futbol ortak noktası sayesinde tanıştığım biriyle ortak futbol kafasını bulmak epey zor oluyor, denedim ve vazgeçtim. Belki kendisinin de benzer bir takıntısı olursa durumu kanıksıyor ve bir ihtimal uzun süre birlikte ve uyumlu kalmak mümkün olabiliyor diye düşünüyorum.

Bir denge olduğunu düşünürsek onca güzelliği n olduğu yerde futbolun hayatına olumsuz etkileri nelerdir ?

Mutlaka bir şeyleri kaçırıyoruz, orası kesin. Bazen anlamsızlaştığı da oluyor, ama bu bir keyif. En başından alırsak da bu bir seçim.

Ben Bundesligayı en iyisi olduğu için değil; gelmişini geçmişine az çok hakim olmamdan dolayı en çok keyif aldığım lig olduğu için izliyorum. Senin Ada Futboluna olan düşkünlüğünün nedeni nedir ? En iyisi olduğunu düşündüğün için bilinçli bir seçim mi yoksa nedir ?

Lisedeyken interneti kullanmak benim için çok kolaydı. İngilizce öğrenimine yardımcı olsun diye arada BBC okuyordum, fakat ister istemez gözler football sekmesine kayıyordu. Bu okumaları bir çıkış noktası sayarım, ligin arka planını okumak maçlar için ayrı bir heyecan kaynağı oluyordu. Yıllar geçtikçe bu okumaların yoğunluğu ve yayınlanan maçların sayısı arttı, sonra kitaplar, tanıştığım bazı özel insanlar ile merak katlandı. Biraz da harala-gürele futbolu seviyorum hani, bunun da etkisini gözardı edemem.

Ayırmak çok zor biliyorum ama bugün Premiere Ligin içerisinde en beğendiğin teknik adam ile seyretmesi en keyifli futbolcu ? Birden fazla olursa sorun olmaz.. Aynı şekilde daha çok gözünün önünde olmasını istediğin başka liglerden oyuncu-teknik adam ? Ben seviniyorum Bundesligaya bir yıldız geldiğinde çünkü maçlar çakışıyor vakit yok ve daha fazla seyredebileceğim için..

Alex Ferguson'u ve Arsene Wenger'i artık tarih kutsadı, bu ikisini sadece adlarını anarak geçiyorum. Geri kalanlardan David Moyes benim bir numaramdır. Futbolcu olarak ise isim çok, ama birini seçmek gerekirse bu adam Fernando Torres'tir; formda hali tabii, şimdiki değil. Sıradışı adamlardan Joey Barton ve Scott Parker'ı da ayrıca eklemek isterim. Diğer liglerden Andre Villas-Boas'ı, Unai Emery'i, Stale Solbakken'i ve Ralf Rangnick'i ayırıyorum, keza diğer genç Alman Hoca'lar da Premier League'e gelsin isterim. Bir de Marcelo Bielsa ve Arrigo Sacchi bir proje üzerine geri dönerlerse hiç fena olmaz.

Maddi imkanlarının yanı sıra koşulları da gözeterek Türk takımlarına oradan önerebileceğin futbolcular kimlerdir ? Misal Almeida ve Simao değil de oradan kimleri alabilirdi Beşiktaş ? Culio değil de GS'a kim gelebilirdi gibi..

Pek göz önünde olmayanlardan seçenek çok, ama kelepirlerden bahsetsem daha iyi. Santrafor olarak Santa Cruz uygundu, tabii illa ki bir santraforun alınacağını varsayıyorum. Simon Davies ve Clint Dempsey de şartlar uyuştuğunda Türkiye'ye geleceğini düşündüğüm özel oyunculardır. Niko Krancjar geçen yıldan beri çok uygun bir seçenek, biraz mesaiyle olabilirdi sanki. Scott Parker'ın hep daha fazlasını hakettiğine inanmışımdır, cazip bir teklif aklını çelebilirdi.



İnönü'de beraber seninle maç seyrettik ve orada biraz İbrahim Üzülmez'e haksızlık yaptığını düşündüm dürüst olmak gerekirse.. Beşiktaş'ın içerisinde özel bir yeri hak etmiyor mu ve son dönemde oynadığı futbol yeterince iyi değil midir ?

İbrahim Üzülmez'in jübilesinde ağlayabilirim, o derece özel bir adamdır. Şifo Mehmet'ten sonra (belki bir de İlhan Mansız) Beşiktaş'ın yegane bayrak adamıdır. Fakat konuyu biraz rasyonel ele aldığımızda İbrahim'in uzunca bir süredir hakettiğinden fazla değer gördüğünü düşünüyorum. Çalışkanlığı ve hırsı her genç futbolcuya rol model olmalı, lakin oyunu çokça yetersiz kalmıştır. Hala yaşıyla tezat oluşturan ağır işler yapabilse de geçen zamanda çok maç bilirim ki Üzülmez'in hatalarıyla kaybedilmiştir. Ama pozitif ayrımcılık bunları gözden uzak tuttu, aynısı Toraman için de geçerli. Bu oyuncular savaşıyor ve savaş terimleriyle onurlandırılıyorlar. Evet, bu tip oyuncular gerekli, ben de seviyorum ama futbol oynamak savaşmak değil.

Başkan olsan Aykut Kocaman'a ne kadar süre verirdin ? İzlediğin kadarıyla gelecek açısından umut veren bir teknik adam mıdır ?

Ortam açısından değerlendirirsek en az 1 yıl verirdim, ki bu zamanı Aziz Yıldırım da verecek gibi görünüyor. Sonucunda şampiyonluk beklemezdim, zira eldeki takım zamanla daha fazlasını yapabilir. Aykut Hoca'nın elinde nitelikli ve atletik bir kadro var, futbola dair fikirleri gerçekten özel; ama maçlara baktığımızda ve muadilleriyle karşılaştırdığımızda ilk devre itibariyle uygulamada apaçık sorunlar, gariplikler var. Bunları sezon sonunda bir kez daha değerlendirmek lazım. Gerçi ortada beklenen başarı yokken mevcut durumu ele alan kişi başkan oldukça Galatasaray'vari durumlar oluşabiliyor. Yine de Aykut Kocaman'ın yetkilerinin fazlalılığı bir bakıma sürecin devamını da kendi insiyatifine bırakması açısından umut verici. Yerli antrenörlerin bir şeyler başarma ihtimalini önemsemek lazım.

Ben Hagi'nin Feldkamp gibi eski model bir teknik adam olduğunu düşünür iken Türkiye Süper Ligine de uygun olduğunu düşünyorum en az Alex'in Fenerbahçe'yi futbolcu Hagi'nin de o dönemki GS'ı tamamladığı gibi.. Bu koşulların kendisine ait Avrupa'dan farklı bir doğrusu olduğu gerçeği yok mudur ? Futbol tarihimiz de ülkenin siyasal tarihine benziyor bir bakıma.. Üstten hazırlıksız bir şekilde belirlenmiş Batı'nın iyi'lerini yerleştirmeye çabalıyoruz gibi.. Bir yanlış yok mudur burada ? Ne düşünürsün bu konu hakkında ?

Avrupa'nın da kendi içinde farklılıkları var, ülkemizdeki futbol üzerine birtakım karşılaştırmalar yaparken sanki bunu gözden kaçırıyoruz. Aralarında yalnızca Kuzey Denizi'nin dar bir bölümü bulunan İngiltere ve Hollanda çok iyi örnektir mesela. 74'e kadar DK'larda esamesi okunmayan Hollanda birden dünyayı değiştirmiştir, futbolun ana vatanı İngiltere ise 66'dan önce ve sonra her turnuvaya favori çıkıp, hepsinde aynı şekilde kaybediyor. Ya da Heysel öncesi İngiliz takımları her açıdan en başarılı iken birden her şeyin değişmesi ve sonradan bir kez daha değişmesi gibi pek çok örnek verilebilir. Önce şunları belirlememiz gerektiğini düşünüyorum: Biz, kimin dengiyiz? Birilerini örnek alacaksak, bu kim olabilir?

Bunun ülkenin dünya siyasetindeki yeriyle de futbola harcanan parayla da insanların spor yapmalarının kolaylığıyla da, her şeyle alakası var ve bu çözümlemeler sonucunda mutlaka ortaya bir şeyler çıkacaktır. Yoksa futbol konusunda da erken Cumhuriyet dönemi ve sonrasındaki Batı'cı Aydın tipolojisinden öteye gidemiyoruz. Hem fikir, hem de uygulama olarak eğretiyiz. Sadece idareciler değil, hepimiz. Geçen 30 yılda futbol üzerinden önemli bir aşama kaydedilse de bu yanlışların futbol üzerinden doğrulanması artık mümkün değil. Futbolun tabanına indikçe, orada olan-biteni gördükçe bunu kanıksıyorsunuz. Fakat şartları iyileştirmek mümkün.

Yöneticileri ve ortamın sakilliğini bir kenarda bekletirsek, bu ligin iyi ya da kötü bir karakteri var. Bunu reddederek kısa zamanda bir değişim yaratamazsınız. Bu mümkün değil, bunu hedef koymak da hayal tacirliği. Varolan üzerinden farklılık yaratmanız lazım ki, bunu yaparken kullanacağınız oyuncular o lanetlediğiniz futbol ortamının mahsulleri. Herkes çaba sarfetmek, özveri göstermek zorunda.

Diyalektiğin içeriğinde bir dal kıpırtısının o büyük değişimin nedeni olabileceği üzerine.. Yaptığımız en küçük eylemin dahi o büyük değişimin içerisinde olabilme ihtimali gibi.. Bu yüzden kaç kişi okuduğuna bakmaksızın yazıp duruyorum ben. Don Kişot gibiyim bazen. Yazarak her şeyi kökünden değiştirme isteği değil ihtimali olması benim motivasyonumdur. Sen neden blog yazıyorsun ? Etkisinin ne olduğunu düşünüyorsun ?

Başlarda her şey farklıydı elbette, ama şimdi bu sorunun sayısız açılımı olabilir. Ben kendim için yazıyordum, artık daha bi' kendim için yazıyorum. Okunmak elbette önemlidir, fakat bir noktadan sonra toplama mutlaka bakıyorsunuz ve kazanımların hit'lerden çok daha değerli olduğunu görüyorsunuz. Başkalarından çok kendimin yazma sürecinde bir şeyler kazandığını görüyorum. Ya da tam tersi, çok okunanın eleştirisi bir noktadan sonra ''aslında x takım daha iyiydi'' şeklinde tezahür eden kazananı yerme ya da popülere yönelik karşıtlık olabiliyor. Her ikisi de bana göre anlamsız. Yazılan yazı bir nevi izlenen maçların, yapılan okumaların damıtılmış hali oluyor ve ben bundan keyif alıyorum. Anı, kaynak niteliği de var. Benzer fikriyata sahip insanlarla tanışmış olmak da kaymağı, hepimize afiyet olsun.

Hepimiz en az 40 tane blog okuyoruz. Sıralama yap demek istemiyorum ama bu işe biraz daha fazla emek harcayanları motive etmek için güzel bulduğun bir kaç blogu sıralar mısın ? Bazılarının keşfedilmeye ya da senin ilgine ihtiyacı var (Borges, Aceto Balsamico, Ekşibeşiktaş, FD,Tardini, Lambuja,PCLion gibileri dışarıda bırakarak lütfen)

Uzun Paslar Blog sivriliyor, kimsenin yapmadığını yaptığını düşünüyorum. Mutlaka bunu kendisi de biliyordur. Klasik Futbol'da keza görmezden gelinemeyecek önemli bir emek var. Beşiktaş içinse mutlaka Cartalete.

Aynı şekilde Blog'larda okuduğun ve senin için çok önemli bir post var mıdır akılda kalan ?

Euro 2008 zamanındaki pek çok postun şevk ve heyecan açısından çok etkisi olmuştur. Okuduklarıma dair hafızam çok iyi değildir, ana fikrini hatırladığım çok yazı var ama başlıkları hatırlayamadığımdan şu an hiçbirini anamıyorum. Sahipleri kusura bakmayınız.



Bu sorular klişe olsa da yazarların tanıtımı açısından oldukça önemlidir. Bize iki tane yerli ve yabancı olmak üzere futbol kitabı önerir misin ?

Futbolun Bukalemunları yakın zamanda çıkan özel bir kitap. Kazım Kazım gibiler üzerine yazılmış önemli bir kaynak, muazzam bir emek. Fatih Uraz'ın Kaleciyi Vurun'u çok iyi bir anı kitabı. Yabancı kitaplardan ise ülkemizde çokça klişeler üzerinden konuşulan iki konuya ilişkin kitapları önermek isterim. İlki Brilliant Orange, Hollanda futbolu üzerine. Diğeri ise Morbo, El Clasico üzerine yazılmış özel bir eser. Eksantrik futbol dininin kutsal kitabı Inverting the Pyramid ayrı tabii.

Biz Bundesliga üzerine yazıyoruz ve haliyle biraz buraya yönelik.. Belki uzaksın buraya ama yine de hangi takım sana buradan sempatik gözüküyor ?

Bu sezon Dortmund elbette, her şeyi yıkarak geliyorlar. Sezonun geri kalanında en fazla on Bundesliga maçını bir saatten fazla izlemişimdir, ama heyecan verici olduklarını görmek için özetler de yetebiliyor. Sezon başı için ise Mainz, senden de okumuştuk. Pres güçleri zayıflamadan evvel muhteşemdiler. İlham vericiydiler.

Gurbetçilerinin çok ciddi bir potansiyeli var ama bir açıdan da benim bu konuda 'doğru nedir' diye düşündüğüm farklı bir sorun ortaya çıkıyor. İleride hak edene göre değerlendirme yapıldığında ilkonbir oyuncusunun on tanesinin Bundesliga veya diğer liglerin gurbetçilerinden oluşursa bir adaletsizlik olmaz mı ? Başarı için bu gerekiyorsa yapılmalı mıdır ? Onların iki tane milli takımı seçme şansı var iken buradakilerin sadece bir tane.. Bir yerde Dünya Kupasını kaldırsa dahi bu gurbetçilerden oluşmuş milli takım, temsil sorunu yok mu yine de ?

Ben Avrupa'daki Türkiye pasaportu sahibi her oyuncunun takip edilmesi taraftarıyım, bu konuda geçmişte çok ciddi bir eksiklik vardı. Şimdi bu sorun büyük ölçüde giderildi, Hiddink bizzat ilgileniyor. Fakat bahsettiğin gibi, ''milli takım'' dediğimiz şey halen Dünya Savaşları öncesi ve Soğuk Savaş günlerinden kalan ''bir milletin güç gösterisi'' midir? Radikal biçimde kan bağı mıdır, nedir bunun anlamı; hele ki dünya bu kadar iç içe geçmişken. Ben tüm bu tartışma başlıklarında yerellik taraftarıyım. Bu her konuda böyle, futbol ve taraftarlık da dahil. Bana dokunan bir şey olmadıktan sonra tutku ya da peşinden gitme durumu bana anlamlı gelmiyor. Gurbetçi futbolculara dokunan şeyler mutlaka var, ama bunun önemi nedir? Bu kısmı epey muğlak ve göreceli. Empati kurduğumda seçimimin Mesut gibi olacağını düşünüyorum, ama mesela iyi bir santrafor olsaydım belki de sırf bu sebepten Türkiye'yi tercih edebilirdim. Seçimler bu şekilde olursa kimileri elden kaçacak, ama bazı piyangolar da bize vuracaktır. İlgilenilen oyuncu mutlaka eksiği fazlayı tartıp, kararını verir. Önemli olan şu ki, gurbetçilerle bu denli yakında ilgilenirken bir yandan da ülkemizdeki futbolcuların koşullarını iyileştirme çabası olmalı. Aksi halde katılıyorum. Eşitsizlik oluşur ve salt bireyci yaklaşımla ''en iyi olan oynar'' konumuna geliriz ki, bu fikir genele yönelik bir kabul olduğu anda yıkımdır, kabul edilemez.

Ben Bundesligaya bakıp kimi doğruların burada da olmasını istedim. Şans o ya; bir kaçı gerçekleşti. Her takımın maçlarının canlı yayımlanması, kısmen sportif direktör kavramının daha çok cümlelerin içerisinde yer alması v.s. Premiere Lige bakıp da burada eksik gördüğün acil futbol doğrusu nedir ? Futbola ait herhangi bir doğru ?

Bu soru birkaç yıl evvel sorulmuş olsa çok sayıda doğrudan bahsedebilirdim, ama Premier League'in örnek alınacak vasıfları gitgide erozyona uğruyor. Yine de en iyi ve en acil olanı zeminler olabilir. Gerekirse federasyon kendisi uzman ithal etmeli ve bizim kulüplere yaptırım uygulanmalı.

Bu doğruların daha hızlı bir şekilde eyleme dökülmesi açısından çok okunan bir gazetenin içerisinde köşen olmasını ister misin ? Bir kaç teklifin olduğunu ve buna hazır olmadığını duyduk senin;) Olmaz olmaz da olur da büyük gazeteler sana teklif getirse ne dersin ?

Konuyu doğruların hızlı şekilde eyleme dökülmesi şeklinde ele alırsak, bunun gazeteler ya da basın üzerinden gerçekleşeceğini sanmıyorum. Benim yazdıklarımın daha çok kişi tarafından okunması kısa ve orta vadede pek bir şeye etki edeceğini sanmıyorum, bu yüzden geri çevirdiğim teklifler olduğu doğru. Mecralarına layık görenlere teşekkür ediyorum, ama blog yazarken ''yazdıklarımı daha fazla insan okusun'' fikrini en öne koymuyorum.

Bir kere Türkiye'de ana akım futbol tartışmaları, yazını normatif ve ben bunu şiddetle reddediyorum. ''Böyle olması gerekir ya da Batı'da böyle'' minvalinden fikirleri ve yazıları anlamsız buluyorum. Olan-bitenin gerçeği nedir, buna dair habercilik mahsulü bilgi ve içine yazarın birikiminin girdiği köşe yazılarını okumaktan hoşlanıyorum. Habercilik ise bambaşka, o bir meslek. Böyle bir şey olursa ancak amaca yönelik olur ve bunun ulviyetinden söz edebiliriz. Diğer yandan ben blog yazıyorum, bunu keyfim için yapıyorum ve hayatımın geri kalanında uğraşlarım var. Her blog yazarının sanki terfi beklercesine medyada yer almayı istediği savı benim açımdan doğru değil, medyanın bu bakış açısıyla bize yaklaşımı çok rahatsız edici. Özellikle büyük kuruluşların bakışı tamamen sömürü üzerine. Benim futbol üzerinden kendimi gerçekleştirmem ve başkalarını etkilemem mümkün olacaksa bu belki bir gün FIFA hakemi ya da Mourinho, Sacchi değilse bile sıradan bir takımın yardımcı antrenörü ya da ekip içindeki biri olduğumda olabilir. Uzun vadede elbette. Ha, eğer bugün kendisi ya da kurumu için bedeli karşılığında yazmamı isteyen olursa da bunu reddedecek değilim.

Okuduğun yazarlar blogunun köşesinde var zaten. Birisini ayır onlardan.. Bu adam çok başka, tam da benim için yazıyor sanki dediğin var mı ?

Kesinlikle Jonathan Wilson. Kendisiyle mürşit-mürid ilişkimiz var, ben de bundan çok hoşnutum. Yerlilerden de Rıdvan Dilmen önemli bir boşluğu dolduruyor, artılarıyla ve eksileriyle.

Futbol dışı yazarlar ? Alper Canıgüz'ü keşfettim sayende.. Güzel ama dürüst olmak gerekirse henüz muhteşem kitabını yazmamış bir yazar gibi duruyor Alper Kamu'ya rağmen.. Türkler'e de ayrı bir paragraf açarak kimleri okuduğunda kıskandın ?

Ben de kendisi için ''çağdaşları arasında sivrilen özel biri'' demiştim, eminim ki çok daha iyilerini yazacaktır. Sait Faik'i ve Oğuz Atay'ı çok kıskanırım, onlar gibi anlatabilmek isterdim.

Çok iyi yazdığı için değil ya da çok değerli olduğu için de değil ama Tutunamayanlar ben de Borges gibi kırılma noktasına neden olmuştur. Dostoyevski'lerle beraber birleştirdiğimde beni değiştirmiştir. Kendime karşı daha dürüst yaklaşmama neden olmuşlardır. İnsanın kendi kendisiyle de dürüst bir şekilde hesaplaşabileceğini göstermiş ve etkisi çok fazla olmuştur. Hangi yazar ya da onun bir eseri büyük çaplı değişim geçirmene neden olmuştur ?

Çok kişiye garip gelse de Hemingway'in İhtiyar Balıkçı ve Deniz'i vaktiyle zihnimde travmalara yol açmıştı. Bir de George Orwell'ın 1984'ünü okuyup 30 sayfalık bir distopya yazmışlığım vardır. Gerçi hikayenin en sonunda T.C. Devlet Başkanı kendisini Anıtkabir'de yakarak intihar ediyordu ama, beni sadece roman okumaktan vazgeçirmesi adına önemli sayırım.

Vaktimiz daralıyor ve ben hemen Kore'ye geçmek istiyorum. Asya sinemasına ilgini başlarda anlayabiliyordum ve aslında Kim ki Duk hayranı olarak olağan da karşılıyordum lakin sen bu Kore'nin güneyinde yer alan ülkenin sinemasına değil futbolundan diline kadar ayrı bir ilgi ile yaklaşıyorsun. Bütün halinde Kore vatandaşlığını hak edecek kadar ilgi alaka mevcut. Nedir temeli ve nasıl başladı çok merak ediyorum..

Ben de bunu kendime sorduğumda kesin bir milat belirleyemiyorum. Galiba 2002 Dünya Kupası demek en iyisi. Bunun sonradan ağırlıkla sinema ve televizyon üzerinden bir gelişimi oldu. Ortada tarih boyunca eşsiz dramlar yaşayan izole bir halk var ve içerisinde bulundukları, anlattıkları her hikaye çok ilgi çekici. Bir ucunu tutunca ister istemez sonuna kadar gidiyorsunuz.

Asya sinemasından olmamak kaydıyla en beğendiğin film nedir abi ? Birden fazla da olabilir.. Klişe soru ama merak ediyorum, kusura bakmayasın sorular için.

Asya Sineması'ndan olmasın diyorsan geriye hayatım boyunca izlediğim filmlerin anca kırkta biri kalıyor. :) Belki Prestige'in adını verebilirim. Bir de sıradışılığıyla Los Cronocrimes.

Bir gün St.Pauli'nin sportif direktörü olarak uyandım. Başkan da Flying Dutchman. Uğur genç takımın başında.. Seni ve Tardini Büfe'yi de Türkiyeden teknik adam olarak getiriyorum. Alper Öcal'da klubün şirketinin müdürü.. Aceto Balsamico da sonradan gelip parasıyla klubün hisselerinin yüzde ellibirini alan milyarder oluyor.. Bu nasıl rüya demeden önce bu takım sence iş yapar mı abi ?

Adı geçenler Euro 2008 zamanında sayıları 10'u geçmeyen blog camiasının ilk elemanları olduğundan ''St. Pauli'de kolej havası'' manşetleriyle işe başlarız. Her akşam yemek, sohbet, muhabbet derken başlarda herkes işine iştiyakla sarılır. Uğur'un ''X isimli genç topçu süper, A takıma çıkartıp oynatın'' sözleri sürekli kulak arkası edileceğinden önce teknik ekibin üstüyle altı arasında soğukluk başlar. Sonra Tardini'yle benim aramda mağlup durumda olduğumuz bir maçın devre arasında yapılacak hamleye ilişkin tartışma patlak verir, zaten takım oynadığı altı hazırlık maçını kaybetmiş, ilk üç lig maçında da sıfır çekmiştir. Patron bizim hatrımıza bir süredir tribün tepkisini sineye çekiyordur. Alper Öcal'ın dayanamayıp soyunma odasını basmasıyla işler karışır. FD ise o sıralar çoktan masasını toplamış, evindeki bilgisayarın başında çöküş hikayesini Bild için yazıyordur zaten. Sonunda St. Pauli tribünleri sahaya iner. Hepimiz bir arabaya doluşup Almanya'nın kuzeyinden yıldırım hızıyla kaçıp senin eski muhite sığınırız. :)

Son olarak.. Ben misal senin yazdığın bloga henüz blog yazmaz iken ve Eduardo Arsenal'da oynadığı zamanlarda Eduardo ile ilgili bir yorum bırakmıştım.. Böyle tanışmıştık. BorgesBlog ile olan ilk temasını hatırlıyor musun ?

Gerçekten hatırlamıyorum. Muhtemelen karşıt fikirde olduğum bir konudur ama, bunu tahmin edebiliyorum.