25 Haziran 2015

Transfer Taraftarları ve Hamza Hamzaoğlu





Son 10 yılı baz alarak(Yarısını Türkiye’de yarısını Almanya’da yaşadım) Türkiye ve Almanya’daki futbol medyası ve taraftarlık konusunu işleyen bir yazı yazmam gerektiğini düşünürüm. Her ne kadar bu memleketteki taraftarlık bağının benzeri olmayan eşsiz bir alaka olduğunu düşünsem dahi mevzu bahis konu bilinçli tavır ve takımı yönlendirme söz konusu olduğunda aradaki fark çok büyük. Futbol medyası ise Türk Futbolu’nu etkileyecek ölçüde “çok kötü” olduğunu belirtmekte fayda var. (Daha sonra ayrıntılarıyla)

Ülkemizde transfer taraftarı söz konusu. Enteresandır yazın transfer döneminde bu insanlar peydah olur. Ortalama bir futbol ülkesinde yaz aylarında eğer iki büyük turnuvadan birisi yoksa futbolseverleri görmek çok mümkün olmaz iken bizdeki en yüksek gazete satışı, forumların patlaması ve sosyal medyada futbol konuşan insan sayısı bu mevsimde oluşur. Geçtiğimiz sezon bir Tuchel gelecekti dedikodusu çıktı, yarebbi aramayan insan kalmadı beni. O nasıl heyecan, nasıl bir ilgi merak. Blogda yıllar önce yazdığım yazıya günlük 30 bin insan geliverdi bir an. En iyi zamanında bile bu ilgi oluşmamıştı. Bir futbolcunun adı anılmaya görsün, bilmediğim bir sürü taraftar peydah oluveriyor bir anda. Bu insanları sezon içerisinde göremiyoruz, yazın görevini yapıp yorumlarını ve tepkilerini dile getirip ortadan kayboluyorlar. Nihayetinde taraftar en yüksek tepki noktasında ses çıkarır ve transfer ancak bu insanların taraftarlığını aktif ediyor. Aynı oyuncunun sezon içerisinde oynadığı futbola ilgisi çok yoktur. Takımın hangi bölgesine transfer ihtiyacı olduğundan tutun da kadro planlamasına kadar pek çok konuda düşünmek istemezler. Koşullar ne olursa olsun yeni “yıldız” transfer şarttır. Bir açıdan hakları var ve kulüp yöneticiliğinde her sezon en az “bir” yıldız oyuncuyu takımlar kadroya katmak zorundadır diyebiliriz. Takım tüm kupaları toplasa dahi büyük takımlar bir yeni isimle sezona girmesi gerekir taraftarları için. Lakin fazlası ve uygunsuz oluşu takımınızı kötü etkiler, zarardır.

Galatasaray’da da yine böyle bir beklenti var. Oysa sarı kırmızılıların sorunu son yıllarda yıldız yabancı konusunda doğru isimleri takıma katması. Şöyle ki yıllar önce aldığınız ve her biri 3 milyon euro garanti paraya oynayan yerli-yabancı yıldızlarınız duruyor. Zaten son 4 yılda 3 şampiyonluk iki kez de şampiyonlar ligi’nde üst tura çıkarmış kadro ister istemez kendisini “başarı” nedeniyle korur. Bu da şişkinliğe sebebiyet verir. Şampiyonluğun şöyle bir dezavantajı da vardır; Primler ve yükselen maaşlar. Burak’lar, Melo’lar, Muslera’lar, Sneijder’lar’ın külfetli oluşlarına rağmen hepsi maaşına zam yaptı.

Sneijder, Melo, Muslera, Burak, Selçuk. Hamit’i de ekleyin: Ortalaması 3 milyon euro garanti para olan 6 futbolcu. Siz hesap edin: Pandev ve Dzemailli 2.4milyon euro oynamadan “garanti para” aldı. Chedjou da bu sınıfa ait. Umut’lar, Telles’ler, Olcan’lar, Semih’ler hepsi 1.5  milyon euronun üzerinde garanti para alıyor.  Bayern’i bir kenara koyarsanız Almanlar oyuncularına yüksek maaş vermez ama alıancak olan puan ve kazanılacak kupaya göre devasa prim verirler. “Puan primi” diye bir şey orada yakında Türkiye’de de olmasını beklediğim.

topladığınızda ortaya devasa bir yük çıkıyor. Galatasaray’ın bu sezon bu yükü kaldırması başlı başına bir başarı hikayesidir. Daha gerçek analiz ise şampiyonluklar ve Devler Ligi geliri bugün Galatasaray’ı ayakta tuttu. Hikayenin sonu çok kötü bitebilirdi. Ünal Aysal başarısızlığı da burada. Bu para borcu ve onun faizini düşürmek yerine yerinde saydırdı. Daha da önemli olan tehlike UEFA’dan önümüzdeki yıllarda lisans almaya devam etmesi ve bu henüz geçmiş değil.

Sabri’nin maaşı pek ala 200-300 bin euro daha aşağı çekilebilirdi ve fakat hiç oynamayan Dzemaili, Pandev, Tarık’ların 2 milyona yaklaşan garanti parasının yanında menajerlik ücreti dahil 20 yıllık Galatasaray emekçisine 1.6 milyon verilmesi hataların en zararsız olanıdır. “Bilinçli bir taraftar” olsaydı sezon başı Sabri’nin kadro dışı kalmasını protesto eder, bu kararı gözden geçirtip kulübün yaklaşık 40 MİLYON LİRA zara uğramasının önüne geçilirdi. (Tarık’lar, Veysel’ler, Salih Dursun’lar alınmazdı). üstelik hatırlatmakta fayda var, üst üste iki yenilgi sonrası Eboue'yi kesip Sabri'yi beke yerleştirip 4 maç üst üste galibiyet alarak ŞL'ne direkt giden teknik direktör de Roberto Mancini'ydi. Nihayetinde Sabri konusu ve yanlış algı ilk cümleye götürür bizi: Bu ülkede futbol medyası çok kötü. En iyilerinin dahi en iyi yaptığı iş yönetici eleştirisi. Bu yüzden futbol cahili pek çok  insan düzgün cümle kurabildikleri ölçüde spor medyasında yer alabiliyorlar (Ben de bunlardan birisiyim)

Hamza Hoca ile yaptığım röportajı okursanız eğer bu gibi konularda gerekirse kendi kariyerini nasıl riske edeceğini ayrıntılı bir şekilde görebilirsiniz.

Hamza Hoca demişken.. Röportaj yaptın ondan tutuyorsun diyorlar.

Arkadaşım ben Bülent Korkmaz ile de röportaj yaptım. Hakkında teknik adamlığına dair tek iyi bir kelamım oldu mu?(Gönderildiği Kayseri Erciyes’te haksızlığa uğradığını düşündüm, tek olumlu düşünce bu)  Fuat Çapa ile büyük hevesler duyarak röportaj yaptım ve Hamza Hoca’dan iyi olmasın şahane bir karakter, cenazesi vardı ama röportajı iptal etmedi, onca yolu tepti geldi. Peki geleceğine dair olumlu bir şeyler söyledim mi? (Geleceği olur Fuat Hoca’nın ama bu ülkede değil). Üstelik Rize maçında Hamza Hoca’yı koridorda  görür görmez “Hocam beni hatırladınız mı, röportaj yapmıştım sizinle dedim”.. “Hangi gazete.. ismin neydi?” dedi. Sonra hatırladı elbette ve kısa süre bir muhabbet ettik. Hepsi de budur. Bir hayran-teknik direktör ilişkisi kabaca.

Ben Hamza Hoca’ya Süper Lig’e çıktığı ilk maçın hemen ardından yaptığı yorum sonrası deyim yerindeyse hayran kaldım ve takibe başladım. Son dakika golüyle 1-0 kazandığı maç sonrası takımının kötü oynadığını, böyle giderse ligde kalmalarının zor olduğunu belirten realist bir açıklama ve rakibin hakkını teslim eden bir anlayış. Sonrası da uzun. Emre Çolak’ın oynamasını “dikine pas “ ile açıklaması, Telles’in iyi olduğunu ve fakat final paslarında sıkıntı olmasından dolayı çalışması gerekliliğinden tutun da Sabri ısrarından Yasin iyileştirmesine kadar futbola dair konularda yüzde 80 uyumlu olduğum bir teknik direktör. Bırakın tanışıklığı, iyi adam olmasını. Futbolun teknik analiz kısmında en çok beğendiğim hocaların başında gelir. Tek büyük eleştirim oyuncu değişikliği konusundaki tedirgin ruh haliydi, onu da son maçlarda aştı.

Sevgili Galatasaraylılar.. Yukarıda tanışıklığımı ve arkadaşlık seviyemi yazdıktan sonra (Bir hayranı olarak görür en fazla beni) doğru anlaşılacağını düşünerek yazıyorum bunları: Hamza Hamzaoğlu Galatasaray için bir şans olmakla beraber belki de her anlamda kutuplaşmış olan taraftarlarda birlik sağlayacak tek insandır. YA da en büyük birliği ancak Hamza Hoca başarır.

Neden? Madde madde yazayım..

1-Oynattığı futbol her zaman keyif verir zira topun şişirilmesine karşı durur, geriden bütün risklere rağmen pasla çıkılması onun sisteminin en çekici kılan kısmıdır. Lucescu-Terim zıtlığını bir bünyede birleştirecek futbol keyfini size sunar. Puanları toplayabildiği gibi bunu seyir zevki olacak şekilde yapmayı da başarır.

3-Ölüyü diriltir. Şenol Güneş’in farklı bir versiyonudur. Teknik direktör becerisine sahiptir. Bilal Kısa onun eseridir Yasin gibi.  75 bin euroya mal edilen ve milyon euroya satılan Niasse iyi bir örnektir. Bunun açıklaması oyuncuyu geliştirir, yoktan yıldız yaratır. Güray ve Uğur Demirok keza aynı şekilde. Bu becerisini Galatasaray’da sergilemesi kulübün ekonomisine çok ciddi katkı yapar. Yasin’i  adam edip bir Podolski katkısını Yasin parasına çıkartması gibi. Podolski gelse de Galatasaray en fazla iki kupayı alabilirdi arkadaşım.

4- Çok iyi bir insan olmakla beraber disiplinli ve ilkeli  tavrı mevcut. Sürekli oynattığı genç yetenek Anıl Taşdemir’den tek bir anda vazgeçtiği gibi Emre Çolak’ı da kadro dışı bırakır. Herkese konumuna göre tavır alır.

5-Mütevazıdır. Fatih Terim gibi inanılmazları başarmasına rağmen antipati toplayacak şekilde hareket etmez. Seversiniz yahu, ortadadır adamın ruh hali.

6- Asla yerli-yabancı ayrımı yapmaz.

7- Dindarlar ayrı sever, herhangi bir dine inanmak istemeyenler ise rahatsız olmaz. Bakış açısı evrensel olmakla beraber fazlasıyla entelektüeldir. Röportajıma detaylı bir şekilde bakmanız yeterlidir.

Akhşisar'da konuşurken ona milli takım ve Galatasaray hedefinin olup olmadığımı sorduğumda şöyle bir düşündü, durdu ve dedi ki:

Ben bu oyunun kendisinden keyif alıyorum. Benim için Eyüpspor da Akhisar da keyif açısından eşittir. Elbette büyük hedefleri olan takımları çalıştırmak isterim ama her şeye rağmen değil. Bahsettiğim ilkeler doğrultusunda yukarı çıkarsam kesinlikle milli takım ve Galatasaray’ı da çalıştırmak isterim

Ne güzel adammış ki bana söylediği iki hedefi de tutturdu. Allah yolunu açık etsin.. Galatasaraylılar da yıldız transferi olarak Hamza Hoca’ya baksın, futbolun tüm olumlu bileşenlerini içerisinde barındıran çok karakterli ve becerikli bir insan var. Üstelik gram tepki sonrası beş kuruş para almadan da çekip gidecek asalete de sahip..

Bana yönelttiğiniz eleştiriler için   de iki kelam edeyim: Telefon listem teknik direktör ve futbolcu açısından  kabarık ve fakat ben o insanları iş gereği olmadığı sürece asla aramam. Birileri beni  arıyorsa ancak ben müdahil olurum. Öte yandan yarın yanlış taktik ve seçimi nedeniyle de rahatlıkla Hamza Hoca’yı burada eleştireceğimi de göreceksiniz zaten. Bunu da lütfen böyle bilin.

Dip Not: Kadro yapılanması hakkında fikrim nedir? Peki. Bana göre GS'ın sol bek, kenar forvet büyük transferi olamsı gerekir. Alternatif santrfor, defansif orta saha ve stoper de yedeklenmelidir. Güray Vural'ı ben transferin birinci ismi yapardım zira hem sol bek hem de sağ açıkta inanılmaz işleri yapan bir isim. Niasse da kenar forvet tiplesime iyi bir örnek ama beklentim sonradan girip katkı yapması şeklinde.