31 Mart 2012

Dortmund - Stuttgart 4-4



Dün Misli'ye bu maç hakkında şöyle yorum yapmıştım:


Pozisyon açıdan zengin olacak derken bu kadarını beklemiyorduk..On dakikanın üzerinde olan özetlerini izleyince şok oldum. Maçta 8 gol atılmıştı ve henüz daha ilk golü göremeden yüzde yüzlük dört tane pozisyonun kaçtığına şahit olduk.. Sonrasında Dortmund 2-0'ı yakalamış, dakikalar 70'i gösteriyor ve biliyorsunuz daha altı gol var.

Ve ben bu maçı maalasef izleyemedim. Dün Dergi toplantısı nedeniyle Taksim'e inmek durumunda kaldık ama nereden bilebilirdik bi böyle muhteşem bir karşılaşma olacağını?

2-0'dan gelip Stuttgart 3-2 öne geçiyor, tamam bu işi bitirdi diyorsunuz ama bitmiyor. Dortmund geliyor 4-3 öne geçiyor, ohaa demeye kalmadan uzatmalarda da beraberlik geliyor.

Diğer yandan Dortmund iki puan daha bıraktı ve Bayern bugün kazanırsa aradaki puan farkı üçe inecek ve iki hafta sonra Dortmund ile şampiyonluk maçına çıkacaklar.. bugünden konuşmak gerekirse Şampiyonluk Bayern'e daha yakın. Dortmund'un Gladbach ve ezeli rakibi Schalke ile deplasmanda daha maç yapacağını düşünürsek bugünkü iki puanlık kayıp onları oldukça zor durumda bırakacak.. Yine de iki hafta sonra Bayern'i evinde yenerlerse turu da atarlar gibi geliyor. Hadi bakalım..

30 Mart 2012

Fark



Ronaldo Jr. & İrina Shayk







İrina Shayk Ronaldo'nun oğlu ile beraber maçta.. Kendi oğlu olmadığı halde böylesine bir ilişki kurduğu için inanılmaz sempatik geliyor bana..

Bielsa'nın Gecesi!



İki Alman takımının iki İspanyol takımına karşı olan mücadelesi aynı saatte başlasa da her ikisini de izlemeye çalıştım. Hannover gollü beraberlik demiştim ama son saniyede Atletico gol atarak 2-1 galip gelmeyi başardı ama diğer tarafta olan ise çok başka bir şeydi. Bielsa'nın olduğu yerde her zaman başka hiçbir yerde göremeyeceğiniz farklılıklar vardır. Dünya Kupasında Şili'nin oynadığı futbolun benzerini dahi göremezsiniz. Ben o Arturo Vidal'ın hem sol bek hem sol iç merkez hem de sol açık olarak olabildiğince sıra dışı görevlerle donatılmış olarak çıkardığı doksan dakikayı Leverkusen forması altında binbir çeşit mevkide oynamasına rağmen görememiştim. Brezilya'ya elense de açık yüreklilikle söyleyebilirim ki en farklı ve en dinamik takımı Dünya Kupası'nda Bielsa'nın Şili'siydi. Burada da geleceğin "Bielsa" sı olabilecek yegane teknik adam Tuchel da Dünya Kupası sonrası en çok Şili'den etkilendiğinin üzerinden duruyordu.

İnter'i reddetmiş ve sadece Bask kökenli oyuncuların oynayabildiği Bilbao'ya gelmişti. Messi'yi hediye etseniz kabul etmeyecek dünyadaki tek takımın başına geldi.

Manchester United'i eledi. Ferguson dedi ki ben Avrupa'da daha önce böyle oynayan bir ilk onbir görmedim. Bu başlı başına bir güzellik" Dünyanın en iyi antrenörlerinden birisi olarak anılan Guardiola der ki "Dünyanın en iyi teknik direktörü Bielsa'dır". Nasıl ki Guardiola çok daha başarılı olsa da en azından bugün Mourinho ondan daha iyi bir teknik direktör olarak anılıyorsa aynı şekidle Bielsa'nın diğerleri kadar başarısı olmasa dahi bana göre de dünyanın teknik direktörlük mesleği hakkında en bilirkişi insanoğludur. Daha önceden burada Barça'yı durduran savunma sistemini de işlemiştik..

Schalke ile karşılaştı.. Deplasmanda dört attı ama öncesinde Schalke'nin tam 42 maçını analiz edip oyuncularını buraya hazırladı. Nasıl olmasın ki? Evinde 7 bin maçın videosu olan bir teknik direktörden bahsediyoruz.

Bielsa Futbolu!

Almanlarla ilişkisi başkadır zira antrenmanda kullandığı o plastik rakiplerin adı "Almanlar" dır. Tuchel ile benzerliği çılgınlığının yanı sıra her ikisinin de temel prensibi "pres" tir. Bu yüzden genç, dinamik ve hızlı olduğu kadar mücadele gücü yüksek oyuncuları tercih ederler. Genelde savunma önüne sigorta niyetine serbest bir oyuncu koyar. Ülkemizde Ersun Yanal, Bundesliga'da Hamburg teknik direktörü Thorsten Fink'in denediğini sanırım bu sezon ilk Bielsa denedi. Defansif orta sahasını stoperleştirip kenar beklerini orta sahalaştırarak maç içerisinde duruma göre strateji değiştiriyor. Şili'de ise 2o10 Dünya Kupasında rakibin hücumda dağılımına göre alanda adam fazlalığına erişmek için sıklıkla patenti Van Gaal'a ait olan maç içerisinde üçlü'den dörtlü savunmaya geçişler söz konusudur.Bu yüzden ne zaman 2010 Şili'nin taktiğinden bahsedecek olsa "Van Gaal Sistemi" der Bielsa.. İkisi de dik kafalı, çılgın ve bu işin uzmanları arasında yer alır. Burada ben Van Gaal'in bilirkişiliği üzerine çok fazla cümle kurdum zaten.Bielsa da kuruyor örnek aldığını da sıklıkla şu şekilde belirtmiştir.

"Diğer takımlardan kendime en çok örnek aldığım Louis Van Gaal'ın Ajax'ıdır."

Bielsa'nın futbola bakışı üzerine ayrı karakteri üzerine ayrı ayrı sayfalarca yazı yazılabilir. Şimdilik bu kadar diyoruz ama en yakın zamanda Bilbao üzerinden Bielsa'yı sıkı bir şekilde inceleyeceğiz. Takım çılgın, hoca çılgın ve sonuç bana göre muhteşem. İnter ve diğerleri şimdilik peşinde ama öyle bir karakteri var ki sezon başında olduğu gibi yine reddedip bu güzel takımın başında yıllar yılı kalması dileğiyle.. Antrenör bu işten anladığı vakit inanın bana transferin önemi sanıldığı kadar fazla değil. Biz bunu Favre ile gördük, Slomka ile gördük Bielsa ile resmiyete kavuşturacağız gibi duruyor..

29 Mart 2012

Albiol-Higuain





Podolski'de görürdük 2-3 yıl önce bunlardan. Beyaz tişörte basılmış resimler.. Marlon Brando elbette süper ama sanki Podolski'nin o kadın seçimleri daha güzel gibi gelirdi bana..

Marcelo > Ronaldo + Mesut



Başlık elbette geyik ama videonun içeriğine uygun olsun diye..

Gördüğüm günden beri fikrim değişmemiştir. Aslında Marcelo, herhangi bir Premiere ya da Bundesliga takımının en değerli on numarası da olabilirdi. O Dünyanın en iyi sol bek'i olmayı bilinçli olarak tercih etmiş gibi. Porto'nun misal Leverkusen'in olmadı Fiorentina'nın on numarası pekala olabilirdi lakin dünyanın en iyisi olmak için bek oldu gibi gelir bana.

Onun tekniği videoda da görüldüğü üzere ne Ronaldo'da ne de Mesut'da var.. Madrid takımının bana göre en "teknik" oyuncusudur..

Geçenlerde Twitter'da yazıyordum: Elimde Lahm ve Marcelo varsa kaleci hariç hiçbir oyuncunun yokluğunu hissetmem zira bu ikisini kale hariç nereye koyarsanız koyun ortalama ve bazen ortalama üzeri verim alabilirsiniz. Belki boylarının kısalığından dolayı biraz stoper de olamaz gibi ama çok yönlülüğüne zarar getirmez bu.

Bana göre şu an için dünyanın en güzel ve teknik sol beki Marcelo'dur. Dani Alves ondan daha fazla hücumlara katılır belki ama "kalite" olarak Marcelo daha iyidir derim. Bazen onu o bölgeye sıkışmış vaziyette görmek insanın canını acıtıyor zira aslında saha içerisinde çok daha fazlasını yapabilir gibi..

28 Mart 2012

Marsilya - Bayern Münih 0-2



Bayern tuhaf ve doğrusunu söylemek gerekirse istikrarsız bir performans çizelgesi söz konusu. Dolayısla ne kadar güçlü olursa olsun Marsilya'nın Bayern'i eleme şansı vardı. Deplasmanda 2-0 galip gelse de muhteşem bir oyun da ortaya koymadı. Lakin Marsilya bitmiş.. son 7 resmi maçı kaybetmesi üzerine tribünün yarısı boş yarısı da tepkiliydi. Bu ortamda konsantre olup kendi adına güzel bir sonuç alması mümkün değildi zaten.. Gomez'in golü, Robben'in fişi çekmesi ile hepten işler daha da kötü oldu.

Marsilya maça başlar başlamaz ceza sahasının önüne yuvalanıp kendi sahasında oynadığına aldırmadan savunma düzenini kurup kontra futoluna yöneldi. Bayern delicesine yüklenmedi, yan tarafta Barça'nın bulduğu pozisyonların onda birini bulabildi ama ikisi gol oldu işte. Her şeye rağmen tehlikeli pozisyonları bulan Marsilya da Neuer'e takılınca gitti gülün keten helva..

Sonuca, Marsilya'nın kotra futboluna şaşırmadım ama taraftarının bu kadar önemli bir maçta tepki koymasını biraz yadırgadım her ne kadar taraftar tepki koyacak kadar kötü sonuçlar alsa da döşamps'ın takımı. Bir mucize olmazsa Bayern yarı final'de ve rakibi mucize ihtimali dahi olmayan Apoel'i eleyecek olan Real Madrid.

Şimdi Şampiyonlar Liginin en güçlü takımı tartışmasız Barcelona. Hemen yanında Real Madrid bulunuyor.Bugünkü veya dünkü Bayern'in muhtemel rakibi Real'i elemesi bugün çok zor. Bunun da en büyük nedeni son 30 dakikaya istediği sonuç ile girse dahi topluca defans yapabilecek savunma kurgusundan yoksun olmasıdır. Başka açıdan Alman devi Real ve Barça ikilisinden birisi ile karşılasıya kadar topluca savunma yapıp skoru korumak gibi bir gereksinimi de yok ama bu rakipler karşısında ihtiyacı olan takım savunması Badstuber'in yanına Badstuber'dan daha deneyimli bir defans şefinin eksikliği nedeniyle başarması çok zor. Bugün Dante burada olsa belki her şey çok başka olabilirdi, en azından şansı var derdik.. Schweinsteiger'in yokluğu da keza aynı şekilde savunma organizasyonu ve topun geri kazanımı konusunda sıkıntı yaratıyor ama yüksek ihtimal yarı final maçlarında Alman oyuncu sahada olacak..

Diğer açıdan Bayern'in hücum gücünün nerelere kadar çıkabileceğini kestirmek çok zor. Rib-Rob ikilisi bir yana Mario Gomez'i beğenmemek nankörlüktür, 11.golünü attı adam şampiyonlar liginde. Ribery ve Robben kenarı olduğu vakit bu oyuncuların kenarda ikilenip zor durumda kalmasının önüne geçer, yarattığı tehtit inanılmazdır aslında. Rakibin, kalecinin hülasa karşısındakinin şansı sanılandan çok daha azdır mevzu bahis konu o topları kendisine doğru geldiğinde.. Dolayısla Gomez iki aşağıda incelediğimiz Huntelaar gibi aslında gole giden en basit ve en kolay yoldur. Modern "Gerd Müller" diyebiliriz. Başka açıdan bu oyun tarzına Nistelrooy'un gençliğini getiremiyorsanız daha iyisi yok..

Hülasa Bayern yarı finale kalarak bence potansiyelini sonuna kadar işletti. Bundan sonrası gelirse -çok güzel- gelmezse de sezon sonu sağlam transfere girişilecek. Önce stoper sonra Lahm'ın durumuna göre sol ya da sağ bek ve elbette Gomez olmadığında onu yedekleyecek en az onunu kadar değerli bir forvet.. (Pizarro misal..)

Hülasa Real-Bayern karşılaşmaları da klasiktir, keyifli olacak. Benzer tarz oyun yapıları olan iki eski dost tekrardan kozlarını paylaşacak.. Merak ve keyifle bekleniyor..

Hayatım Futbol #26



26.Sayı Salı günü itibariyle yayına sürüldü.

Hilbert Röportajı bir yana Kıbrıs Türkler'inin futbola dair bakışı var mesela bu sayıda. Diğer taraf bu şekilde öne çıkmış iken orada neler olup bitiyor merak etmez misiniz? Deniz Kalıbçıoğlu'nun kaleminden mutlaka okuyun derim.Nadiren maç yazısı beğenen bir insan olarak gerçekten güzel olmuş diyeceğim Mustafa Demirtaş'ın "Amaçlı Hedefsizler" başlığı ile Beşiktaş analizi söz konusu. Parmamaniac ya da Emre Özcan'ın Galatasaray-Trabzonspor maç yazısı ile İlker Yılmaz'ın Fenerbahçe-Bursa analizi.. keza mutlaka okumalısınız diyebileceğim Salih Demirci'nin "Yoann Gourcuff'un biraz acıklı hikayesi" de aynı şekilde bu sayıda.Uğur Karakullukçu düşen Manisaspor'u analiz ederken Hollanda'dan Fırat Topal Demir Perde'nin unutulmuş efsanelerini yazmaya devam ediyor ve bu sayıda Torpedo Moskova'yı incelemiş.. Kulubün sponsoru tarafından verilen arabayı "Benim Smart'ım bana yetiyor. İkinci bir arabaya ihtiyacım yok" diyerek reddeden Javi Poves'in hikayesini de Çağrı Develioğlu yazdı.

Tüm bunların hepsine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz -------> Hayatım Futbol #26

Haftalık çıkarılan bir dergi. Her sayısı benzer şekilde olması kadar en az bugünkü kadar emek istiyor. Farklılık olsun, bizim gibi "Messi-Ronaldo" nun dışında da yazılacak ayrıntılar var diyerek girişiyoruz ve bir şeyler çıkıyor ortaya ama umarım beğenirsiniz..

Hilbert röportajına gelirsek.. Türkiye'ye geldiğinde hakkındaki ilk uzun analizi "Ekşi Beşiktaş" bloguna yapmıştım. Stuttgart'ı Mario Gomez,Sami Khedira gibi isimlerle beraber şampiyon yapmıştı ama bu kadronun alelade bir ismi değil o zor dönemde son 7 maçta 4 gol atarak şampiyonlukta çok önemli rol oynayan yıldız bir futbolcu konumundaydı. Arkasından Beşiktaş'a gelesiye kadar olan bir düşüş söz konusu ki bu da daha çok tipik bir kanat oyuncusunun değişen modern futbolda forvetleşen kenar oyuncuları karşısındaki olağan yeneilgiydi daha çok. Misal bugünkü Galatasaray'ın 4-4-2'sine koysanız yine asistler ve hatta goller gelir ondan. O dönem Veh, Gomez ve Cacau ile beraber çift forvetli baklava 4-4-2 deniyordu ama sonradan değişti. Şampiyon olan Stuttgart altı ay sonra hocasını gönderecek kadar kötü oynamaya başladı ki bir daha da belini doğrultamadı desek yanlış olmaz.Hülasa milli takıma seçilecek kadar yükselmişti. Sonra buraya geldi ve bek olarak bence ortalamanın üzerine çıkıp iyi bir performans gösterdi.Bu arada MarioGomez o dönemden kalan en samimi arkadaşlarından birisiymiş, çok çok yakın arkadaşı olarak bahsediyordu.


Bu adam çok samimi ama daha da ilginç olanı ise gram kibir yok. Sanki biz daha ünlü, yaşamda ondan daha başarılı işler yapmışçasına az daha havalanıyorduk, o kadar rahat o kadar sıradan.. Beşinci ligin takımının yedek oyuncusunu da gördüm ben, yanına yaklaşamıyorduk vesselam.. İşine saygısı var, yaşadığı ülkeye ve onun kültürüne saygı duyuyor.Tüm bu röportajın içerisinde ilginç bulduğun detayları da şuraya yazayım.

Misal Fernandes'ten çok başka bahsediyor.Yeteneğine ayrı karakterine de ayrı övgü düzüyor ki önemli kısımlarını yayınladık. Fürth'te oynadığı, benim ailemin de bir kısmının orada yaşadığı ortak paydasından biraz Fürth üzerine de muhabbet yaptık. "bilerek çıkmıyorlar" tezime "bana kimse bu maçı yenilin" demedi diyerek çıkışsa da Klopp'un da Mainz döneminde benzer göndermeleri olduğundan filan derken kızıştırdık ortamı biraz.Bu sene çıkacaklarına inanıyor ve hemen ordan Burak Kaplan'a geçince "çok yetenekli" diyordu. Sadece ihtiyacı olan bir kaç maçlık şans ki bu röportajın yapıldığı salı gününden sonra oynanılan maçta Burak ilk onbir çıktı.

Genç oyuncuların yeteri kadar hırsa sahip olmadıklarından şikayet ediyordu ki uzun uzun anlattı.Genç ve yetenekli bir oyuncunun asıl hedefinin profesyonel takımla antrenmana çıkmak değil çok daha büyük olması gerektiği üzerinde duruyor ki pek çok yetenekli Türk futbolcusunun ise hedefi genelde 4 büyüklere kapağı atmak. Böyle olup da yitip giden nice yetenek söz konusu.

Quaresma'dan aslında biraz şikayet ediyor ama diğer yandan da onu anlamaya çalışıyor. Konuşarak bir şekilde onu da değiştirme çabasına girmiş ve sakatlanmadan önce uyumu yakaladığından bahsediyor. Yıldız oyuncunun da özellikle takımdaki arkadaşlarına duyduğu saygıdan da bahsediyor ve varolan sorunu daha çok onun bundan önceki futbol yaşantısının olağan sonucu olarak algılıyor.

En beğendiği futbolcular genelde defansif orta saha olup aklını oyuna sokanlardan oluyor. Haliyle Fernandes'e yine çok ayrı övgü var ama Selçuk'u da çok beğeniyor.Trabzonspor'dan Burak değil de Colman'ı beğenmesi ilginçti keza bir futbolcu dememe rağmen Baroni dışarıda bırakmamak ama aynı zamanda Alex'i de pas geçmek istememesi nedeniyle Fenerbahçe'den iki oyuncu ismi vermesi..

Velhasıl güzel bir adam Roberto Hilber ve ona da söylediğim gibi buradaki analizin girişindeki "Öncelikle, Besiktas'in kimligine ve oyun karakterine uygun bir futbolcudur Roberto Hilbert. Her şeyden öte, onun en önemli özelligi, karakterinin cok düzgün olmasıdır. " cümlesinden dolayı beni yanıltmadığı için çok çok teşekkürler.

26 Mart 2012

Schalke 04 - Bayer Leverkusen 2:0 / Timelapse



90 dakikalık maçı 2.21 saniyede izlemek isteyenler için.. Beğendim.

Yayın gelirleri ne işe yarıyor?



26 Mart 2012 tarihinde bu yazı BirGün gazetesinde yayımlanmıştır.

Türk Futbolu'nu kurtarmak adı altında bir dizi yenilik peydah oldu sezon başında. Bir şeyleri kurtarmak için çok ciddi çalışmalar yapıldı belki ama mevzu bahis konu Türk Futbolu değildi. Bizde her şey yayın ihalesi ile başladı ve onunla devam ediyor. Maçların yayın hakkı ederinin üzerinde bir rakama satılınca o dengesizliği gidermek ülke futbolunun içerisinde yer alan bütün birimlerin temel sorunu oldu. Kulüpler olması gerekenden biraz fazla para geleceğinin bilinci ile çeşitli harcamalar yaparak hayat damarını yayıncı kuruluştan gelecek olan paraya bağladı. Nasıl olmasın ki? Tribünlere gelen insan olmayınca oradan gelir de gelmez. Kombine satamaz.Transfer yapar ama oyuncu satışı bunların içerisinde yoktur. Milyonlarca avronun yayıncı kuruluştan gelmeyecek olması kimileri için kepenk indirmek demektir. Sonuç şu ki; sezon boyunca şike operasyonu içerisinde Kulüpler Birliği'nin gösterdiği tavır aslında kendi yaşamını devam ettirme mücadelesiydi. Burada onlara karşı bir eleştiri getirmiyorum kesinlikle ve şöyle düşünebilirsiniz: Doğruluk, dürüstlük, etik, hukuk, adalet gibi konular can cekişir, yaşamda kalıp kalmama mücadelesi verilirken düşünülmez genelde. Doğrusu nedir tartışılır belki ama yaşadığımız gerçek budur. Milyonlarca insan acaba 'şike oldu mu?' ya da 'x takım düşürülecek mi?' gibi konularla haşır neşir olurken Anadolu kulüplerinin düşündüğü tek konu 'yayıncı kuruluştan paralarımızı alabilecek miyiz?' oldu. İşte bu baskı sonucu federasyon kimi kararlar almak durumunda kaldı. Dahası, yayıncı kuruluşun bu parayı çıkarıp kar yapması için daha başka tavizler de veriyoruz. Bu sezon içerisine hali hazırda bir ay geç başlamış liglerin sonuna Play-Off'ları sıkıştırmak bunlardan sadece birisi.

Yayın ihalesinden daha fazla para almak gerçekten Türk Futbolu'na olumlu yönde katkı mı sağlıyor?

Roberto Hilbert ile hafta içerisinde "Hayatım Futbol“ dergisi adına röportaj yaptım. Bir ay geç başlamışlığın neden olduğu sıkıştırılmış fikstürün üzerine Play-Off'ları eklemenin dışında Türkiye ve Avrupa kupası maçlarının oynanmasının yarattığı durumu özetlerken futbolcu olarak yaşadığı zorluğun dışında bir baba bir eş bir arkadaş olarak da yaşam içerisinde çektiği sıkıntıları anlatıyordu. Biz bu süreç içerisinde futbolcuların hakkını düşünmedik. Tuttuğu takımı desteklemek adına her maç tribünde olmak isteyen insanın maddi ve manevi kayıpları üzerine de kafa yormadık. Daha da önemlisi şike yapılmış mı yapılmamış mı hayati önem taşıyan meseleleri gerekli kurumlar önem verilmesi gereken konular listesinde ikinci sıraya yerleştirdi. Tüm bu gürültü de aslında şike ve teşvikin yasal olarak suç addedilmesi ile UEFA'nın bu konulardaki hasassiyetinden doğdu. Yoksa Kulüpler Birliği ve onun yönetimini belirlediği Fedarasyon'a kalsaydı bu işler "bir şekilde“ çoktan halledilmişti.

Diyorum ki; paranın bu kadar esiri olmuşken kar getirmeyen ve fakat gelecek adına mutlaka yapılması gereken kimi eylemleri bizler nasıl gerçekleştireceğiz? Dahası bu "para“ gerçekten kaliteyi ve başarıyı getiriyor mu?

Avrupa'nın beş büyük liginin en az televizyon geliri olan lig Bundesliga iken ekonomik açıdan en fazla örnek alınan kulüpleri barındıran lig yine Bundesliga. Bir terslik yok mu bunda? İtalya'da kulüplerin yarısı iflasın eşiğine gelmişken Bundesliga'nın neredeyse iki katı TV gelirine sahip. Bayern Münih Almanya'nın devi olmasına rağmen bir sezon içerisinde TV gelirlerinden aldığı pay sadece 24 milyon avro iken misal milyonlarca avro borca batmış rakiplerinden Real Madrid 140, Barcelona 140 ve Manhester United 70 milyon avro alıyor. Ama gelin görün ki Ferguson çok sevdiği Ronaldo'sunu rakam yukarıya fırlayınca satmak zorunda kalıyor. Öbür yanda, Uli Höness Ribery'i 85 milyon avro fiyat biçilmesine rağmen satmayabiliyor. Belki TV gelirleri fazla olmadığı için çift haneli yaşı geçkin kimi yıldızlara diğer Bundesliga kulupleri para akıtamıyor ama diğer bütün liglerin takımlarından daha sağlıklı bir ekonomiye sahip. Tam da bu yüzden kendi yıldızlarını yaratmak gibi bir zorunluluğun ülke futboluna katkısı da söz konusu.

Bir sonraki yayın ihalesi 300 değil 900 milyon dolar olursa kulüplerin alacağı para artacaktır ama bunun geri dönüşümü nasıl olacak? Bu paraya göre kendisine bir düzen kuracak olan kulüplerin para kaynağına bağımlılığı ne düzeyde olacak? Türk Futbolu'nu kim yönetecek? Bu sıcak para sayesinde oyuncu yetiştirip satmak gibi öncelikleri olmayan kulüpler yabancı hakkının sınırsıza dayanması sonucu elinde bonservisi olan sürüyle yabancı oyuncuya sözleşme önerip ligde kalarak bu paranın devamını sağlamaktan öte bir hedefi olur mu diyorsunuz? O ihaleden 900 değil de 100 milyon bir fiyat çıksa gerçekten Türk Futbolu batar mı yoksa herkes işin doğrusunu yapmak zorunda mı kalır?

Huntelaar Röportajı!


Louis Van Gaal'e göre o dünyanın en iyi cezasahası içi golcüsü. Her yanıyla ve her şekilde gol atabilen bir adam. Bugünlerde Mario Gomez ile kıyasa sokuluyor ki ondan daha teknik gollerin adamıdır Huntelaar.. 11Freunde çok güzel bir röportaj yapmış ve buraya kabaca çevirdim. Defans oyuncuları ile ilgili söyledikleri var ki okumalısınız..

-Siz eski moda golcü müsünüz?

Bununla neyi kastediyorsunuz?

-Artık modern golcü oyun kurulmasında aktif rol aldığı gibi savunmaya da yardım ediyor ve oyunun içerisinde oluyor.

Ben oyunun içerisinde olup topu sürekli istiyorum ama sonunda her şey gol atmak için.Eğer bir golcü orta sahada oynarsa kale önünden uzaklaşmış olur.Gücümü savunma yapmak için harcayamam zira o zaman gol atmak için ihtiyacım olduğu gücü bulamayabilirim.Aynı zamanda bu güç kaybı konsantrasyon eksikliğine de yol açar. O top ceza sahasının içerisine geldiğinde ben o kalenin önünde olmalıyım.

.........

"Benim için matematik gibi bir şey. O durumda hesaplıyorum ve sistematik olarak en iyi çözüm yolunu arıyorum. Üç önemli noktaya kilitleniyorum:Rakip oyuncu nerede duruyor? Kaleci nerede? Ve benim pozisyonum nasıl? Bu üçgeni saliseler içerisinde ölçüp biçip kararımı veriyorum.Önemli olan nokta gole giden yol en basit yol olmasıdır.

Son bir kez kaleciye bakmıyor musunuz?

Daha çok onun vücut hareketlerine bakıyorum.Eğer öne çıkacak gibiyse aşırtma için kendimi hazırlıyorum ve yerinde bekliyorsa topu önüme alıp bire bir için zorlarım.Hızlı bir şekilde reaksiyon göstermişse eğer bende hemen şutumu çekiyorum çünkü hareket halinde olduğu için ikinci bir hamle için fazla şansı olmuyor.

Maçlardan önce kalecilerin misal videolarla analiz ederek zayıf ve güçlü yanlarını çalışıyor musunuz?

Pek değil. Frikik ve penaltılarda kalecilerin kimi özelliklerini önceden bilmek işe yarayabilir ama dürüst olmak gerekirse benim için kalede kimin olduğunun çok bir önemi yok. Ben daha çok kendi güçlü yanlarıma konsatre oluyorum.

Defans oyuncuları için de geçerli midir bu?

Evet. Onları da maçlardan önce incelemem. Olması gereken pozisyonda önemli olan benim saha içi konumlanışım. Yapılan kenar ortalarında ben her zaman defans oyuncusunun arkasında olmaya özen gösteriyorum.Bu zamanda oyuncu iki şeyi soracak kendisine: Top nerede, rakibim nerede? İkisini de aynı anda görebilmesi bu şekilde çok zor olur ve ben avantajlı konuma geçerim.

Maç içerisinde defans oyuncuları ile konuşuyor musun?

Hayır. neyden konuşabiliriz ki? Havadan mı?

"Trash Talk" da mı olmuyor?

Hayır, bu enerji kaybına yol açar ki ben o enerjiyi daha başka alanlarda kullanırım.

Rakibinizi güvensizliğe itmek için hiç mi numaranız yok?

Rakibin kendinden emin olmaması daha kötü. O zaman konsantre bir şekilde sizi savunmaya kalkar. Ben daha kendinden emin olsunlar istiyorum ve bu şekilde mutlaka bir boşluk oluşacaktır ve ben de ona küçük bir sürpriz yapabilirim bu şekilde.

Karşınızda oynayan en zeki defans oyuncusu kimdi?

Hmm..

Zor bir soru muydu?

Yani.. Defans oyuncuları genelde çok zeki olmazlar ve zaten zeki olsalar forvet olurlardı.

Gülüyorsunuz..

Anlamıyorum bir türlü. Savunma yapmak çok eğlenceli bir şey değildir ki.

Pek çok oyuncu ile beraber oynadınız. Ajax'ta iken Luis Suarez.. Madrid ve Schalke'de Raul ve Milan'da Ronaldinho.. En iyi anlaştığınız hangisiydi?

Wesley Sneijder.. Ajax'ta Madrid'te beraber oynadık ve Hollanda milli takımında da oynamaya devam ediyoruz.Ben onun nasıl oynadığını biliyorum o da benim koşularımı ve her şeyimi çok iyi biliyor. Uzunca zaman beraber oynadığınızda her kımıldanışınızı dahi önceden bilmek büyük bir avantaj sağlayabiliyor.

l´equip petit!



Berllin 11mm futbol filmleri festivalinde "kısa film" kategorisinde ödül kazananı işte burada. Bir takım gol atamıyor kesinlikle ama futbol bu, inannılmaz keyif alıyorlar. Son maçlarında gol atmayı başarsalar da toplamda 271 gol yiyip 1 gol atıyorlar. İnanılmaz güzel olmuş, mutlaka izleyin..(ekranı büyütün)

25 Mart 2012

Top 10 Gol Mart #87



Bizden iki gol var yine bu hafta. Fernandes ve Alex'in golleri. Oylamada ise Fernandes %28.21(4221 oy) ile birinci durumda ama asıl güzellik bence iki numarada Fernandes'i zorlayan 10 numaralı Dalibor Veselinovic'in attığı gol.

Rklm!



Yakında maçların skor tabelasında da yazar. Messi 4 barça 2 Real Madrid 3

Kazanan Messi ama derbiyi kaybeden barça iken diye devam eder. Farklı bir puanlama, bakış açısı gerek yoksa sonumuz iyi değil bizim bu Messi ile.

1984 - 2012


Loddar Gladbach'ta parladı. 1980'de sürpriz bir şekilde Avrupa Şampiyonası kadrosuna da seçildi. Gerçi o otobüste ağlıyordu bu güzel habere zira kız arkadaşına söz vermiş beraber tatil yapacağına.. Sıklıkla ağlardı, işte bu anlar da o sonrasında ağladığı zamanlardan sadece bir tanesi.

Bayern el sıkışmış, her zamanki gibi oyuncuyla işi bitirmiş, sözleşmeyi çakmıştı. Hala Gladbach'ta oynuyor olsa da hemen herkes seneye Bayern formasını giyeceği biliyordu. Kimse de bu durumu reddetmiyordu zaten ama kaderin garip bir cilvesi olsa gerek 1984 yılında DFB Kupası finalinde Loddar'ın formasını giydiği Gladbach finalde seneye formasını giyeceği Bayern ile karşılaşıyordu.

Maç penaltılara kalmıştı. İşte Loddar tam da bu anda penaltıyı kaçırıp kupayı bir sonraki sezon formasını giyeceği Bayern'in kaldırmasına neden olunca kıyamet koptu ve artık Matthaeus "Judas" olmuştu.



Sene 2012..

Bayern yine Gladbach'ta parlayan bir yıldız ile el sıkışmış, seneye formasını giydirmek üzere her şeyi yapmıştı. Dante artık bir sonraki sezon Bayern forması giyecekti.Gladbach yine kupada ama bu kez yarı finalde Bayern ile eşleşir. Maç yine penaltılara kalır ve orada yine Bayern'in el sıkıştığı futbolcu penaltıyı Loddar gibi dağlara taşlara atar..

Bir gönderme yok, bu devirde günlük başarı önemlidir, gelecekteki takımının senin içerisinde olmadığın başarısını kimse sallamaz ama kader bazen ağını öyle güzel örüyor ki bize anlatmak kalıyor.

Barça'nın Sırrı



..şu antrenmanlar olsa gerek.