1964/65 Şampiyon Klupler Kupası'na 31 takım katıldı. 30 Şampiyon ve bir önceki sezon finalde kupayı kaldıran İnter.. Finale kadar olan bölümde içeride ve dışarıda iki maç yapılır, gol farkı eşitse üçüncü maç yapılır, uzatma oynanır ve o da olmazsa artık kuraya kalır iş. Nereye kadar uzatılabilir ki? Geçenlerde Kemal Sunal'ın ölüm yıl dönümünde ustanın filmlerini anarken aklıma geldi, size de kısaca anlatayım dedim.. Konumuz işte bu zamanda Köln ve Liverpool arasında oynanılan çeyrek final karşılaşması.
10 Şubat 1965'te oynanan ilk maç golsüz berabere bitiyor. Rövanş da aynı şekidle golsüz berabere bitnce üçüncü bir maç oynanmak durumunda kalıyor. Liverpool ilk yarı bitmeden iki farklı öne geçse de Köln 50'ye gelmeden durumu 2-2'ye getiriyor.
Üçüncü maç da berabere bitince uzatmaya geçiliyor. Yarım saatlik uzatma da aynı şekilde golsüz berabere kalınca iş artık yazı-turaya kalıyor.
Her iki takım da seçimlerini yapıyor.. Hakem atıyor parayı yukarıya ve sizce ne oluyor? İzleyelim.
Para dik bir şekilde duruyor. Üç maç+uzatma+kura'da eştlik söz konusu ve ikincisinde ise Liverpool turu geçiyor..
Spiegel'in güzel bir servisi var, geçmişindeki bütün sayıları sayfa sayfa okuyabiliyorsunuz. Geçenlerde gözüme çarptı Breitner ve Schuster gerginliğine dair bir detay..
Schuster sevmezdi Breitner'ı. Hak veriyorum zira o tam anlamıyla Bayern'in ve milli takımın patronuydu. Kendisinin dışında kalanlar için durum çok iç açıcı değildi. Bu duruma üstelik 21 yaşında karşı gelmek çok kolay değil, karısının bunda büyük payı olsa da tam bir Schusterlik vakka. Spiegel milli takım varyasyoları içerisinde Schuster'i de ekleyince ispanyadan mektup yazmış. Kaba hatlarıyla şöyle bir şey
" Orada Breitner'in oyuncağı olacağıma İspanya'da kral olurum"
içeriği oldukça ilginçti.
" Breitner dönüşü sonrası Derwall ile ilk konuşmasını hatırlıyorum.. "Bizim ikimizin de hedefi aynı. Dünya Kupasını kazanmak" Onun hedefi buymuş, peki yanındakilerim? Çanta taşımak ? Onunla beraber koşmak?
... Ben onun istediği gibi defansı süpüreceğim, arkasını kollayacağım. Yok, ben onun çim makinesi değilim. Onu yapacağıma gider Barcelonada nasıl istiyorsam öyle oynar, gollerimi de atarım.!
"..Hamburg'da bir Avusturya maçı öncesi Derwall geldi ve kendi aranızda konuşup rolleri paylaşın dedi. Breitner eline bir tanesinin adının Schuster olduğu bir kaç tane kibrit çöpü alıp ordan burdan oklar çıkarıyordu ki kabaca benim de neyi nasıl yapmam gerektiğini gösteriyordu. Ben kendi bildiğim gibi oynadım ve Breitner'in pek de hoşuna gitmeyen güzel kritikler aldım maç sonrası..."
"..Onun kankası Rummenigge benim olgunlaşamadığımdan bahsediyor sürekli. Breitner da karımın sürekli işe karışıyor olmasından rahatsızmış. O olgunlaşamadığı dediği adamın bugün ikinci çocuğu oldu ve karım için de bugünlerde milli takım konusu birinci değil gündeminin bininci sırasında ancak yer alır."
"..tekrarlıyorum: Benimle dünya şampiyonu olursunz ya da olmazsınız, umrumda değil. Artık beni dünya kupası konularıyla bunaltmayın. Karımı da bu işin dışında bırakın. Benim sürekli onun fikirlerine önem akıllıca bir tavır.. Breitner da karısını dinlese iyi olur"
daha saydırıyor da saydırıyor.. sonlara doğru..
"Ben dünya çapında oyuncu olan Breitner'a karşı değilim ama o da futbolu kendisi icat etmiş gibi davranmasın. Dünya kupasından bir ya da iki hafta önce ayağı kırılsa, sakatlık geçirse ne olacak? Elbette bunu istemem, ben bunu kimse için istemem ama sadece tek bir oyuncuya bağlı milli takım böyle bir durumda turnuvaya hiç katılmasa daha iyi.."
Sonradan arkadaş filan da oldular ama uzunca bir süre bu milli takımda olma ya da olmama üzerinden kapıştılar..
Bir gün Porto'nun yenileceğini iddia ettiler lig maçında. CSKA maçı vardı önlerinde ve şampiyonluğu neredeyse garantilemişti. Deplasmana gideceklerdi pazartesi ve perşembe de CSKA maçı vardı. Yüksek ihtimal as oyuncularını saklayacak gibi bir yanılgıdan yola çıkıp 10 oranındaki yenilgiye oynamamı tavsiye ettiler ve ben de ettim.. Oynayanlar da olduğu için pazartesi günü Porto'nun maçını açıp doksan dakika izledim..
Galatasaray'ın UEFA kupasını aldığı dönemdeki takımına benziyordu ve hatta daha iyisiydi. O gün maçın sonunda yenilmedikleri gibi herhangi bir takımın bu Porto'yu yenmesinin çok zor olacağını da o gün hissettim. Makina düzeninde sürekli yine yeniden atakların çok hızlı ve organize bir şekilde geliştiği bu takıma hayran kaldım ama bugün Avrupa Ligi finalini oynayan bu takımın ve rakibinin iki hocasının inanılmaz güzel hikayesini okuyunca sizinle paylaşayım dedim.. Futbol bazen bu hikayelerle böyle güzel.!
Sezon 1993/94 sezonu.. Porto'nun başındaki isim Boby Robson ve asistanı aynı zamanda tercümanı da Jose Mourinho.. Bremen şampiyon olmuş ve şampiyonlar ligindeki rakibi de Porto. Maç öncesi herkes şaşkın zira Robson hiç oynatmadığı Domingos Paciencia'yı ilk onbire koymuş. 35 bin taraftar ve basın şaşkın iken tek bir isim şaşırmıyor bu oyuncunun maç kadrosunda olmasına: 16 yaşındaki Porto fanatiği Andre Villas-Boas.! O dönemde dahi taktiklerle kafayı bozmuş bu genç planının işlediğini görür ve ellerini ovuşturup beklemeye başlamıştır.
Neydi planı ?
Porto'nun efsane teknik adamı Robson'un oturduğu yerde bir başka porto fanatiği genç bir çocuk oturur. Taktiklerle kafayı bozmuştur ve o bir Domingos Paciencia hastasıdır. O zamanki idolü bugün Avrupa Liginin finalinde karşılaştığı takımın hocasıdır. Bremen maçı öncesi neden Paciencia'nın oynaması gerektiğini tüm detaylarıyla çizer ve kağıda döker analizini. Koşu yollarından nerede ne yapması gerektiğine kadar ve komşusu Porto'nun hocası Robson'a mektupla bunları iletir.. Mister neden Paciencia oynamıyor ? ile başlar mektubu ve 'Şu yüzden oynamalıdır' diyerek 1.74'lük merkez forvetin uzun bremen defansı içerisinde driplingleri ve hızıyla nasıl etkili olacağını etkili bir şekilde anlatır. Mourinho ve Robson 16 yaşındaki Boas'ın bu analizinin yer aldığı mektuptan etkilenir ve çok nadir yaptığı bir şeyi yapar: Paciencia'yı Bremen maçında ilk on bir başlatır..
ne olur ?
Maçı 3-2 Porto kazanır ve Avrupa Ligindeki rakibinin hocası olan Paciencia onun özverisi sonucu şöyle bir gol atar.
Boby Robson öyle etkilenir ki bu çocuktan hemen Porto'nun teknik ekibinde ona bir yer açar ve Mourinho ile İnter'e kadar giden macerası da bu şekilde başlar..
Bir maç bu kadar insanın hayatında önemli bir yer teşkil ediyorsa yeri ve zamanı geldiğinde.. O maç doğası gereği sadece maç olarak kalamaz. Bu yıllar boyunca kimi ekonomik çıkarlar adına dinin kullanılmasını es geçmek gibi bir şey.. Futbol milyarlarca insanı etkilediği sürece isteseniz de sadece futbol olarak kalamaz. Bu sadece iyi niyetli bir dileğinizdir. Birileri her Barça maçında Franco demeyi bırakmalıdır belki ama siz de artık 'barçanın parası var ya' ya da 'Futbol sadece futboldur bu ülkede' saçmalığına bizi bulaştırmayın..
Bırakın artık bu geyikleri de size az önce okuduğum güzel hikayeyi anlatayım. Futbol bakın bazen nasıl futbol olmaktan çıkıyor.
Yukarıdaki fotoğrafın içerisindeki yazıyı görüyor musunuz ? Hikayeyi algılayabilmeniz için 'nicht' kelimesinin o cümleyi olumsuzlaştırdığını bilmelisiniz sadece..
1987'de Almanya'da sayım vardır. Devlet o dönemin Almanya'sında kaç kişinin yaşadığını bilmek ve neye ihtiyaçları olduğunu da anlamak için sayıma gidiyor. Bir sayım işte. Buna karşı duran bir kesim var. Bu sayımı protesto etmek istiyorlar.. Sayılmak nerden baksan kötü bir şey:)
Stadın içerisinde görevli olan Erich Rüttel aynı zamanda şehri seçime hazırlamak adına devlet tarafından da görevlendirilmiş durumda.
Aynı gün Almanya'da Dortmund'un o zamanki adıyla Westfallen stadında Dortmund Hamburg maçı var. Protestocular güzel bir şekilde sahaya girip geceden stadın zeminine şunu yazıyorlar:
'BOYKOTTIERT UND SABOTIERT DIE VOLKSZÄHLUNG' (Sayımı boykot ve sabote ediyoruz)
Maçın oynanacağı günün sabahı stadın sorumlu müdürü bu arkadaşı çağırıp yukarıdaki protestoyu içeren yazıyı gösteriyor..
Gözlerine inanamıyor Rüttel ve maça bir gün kala ne yapacağını şaşırıyor. Silseler de boyası gitmiyor bir türlü ve normal koşullar altında buna izin vermemesi ve biletlerin tamamının satıldığı yerde maçı iptal ettirmesi gerekiyor. Bunu görseler iki açıdan da sorumlu olduğundan baya bir sıkıntı yaşayacak ve bir çözüm yolu arıyor..
Sizce ne yapıyor ?
Yukarısına 'Bundespraesident' yazıp aşağısına da 'nicht' (etmiyor) ekliyor. O yazı oluyor 'Cumhurbaşkanımız seçimi sabote ve boykot etmiyor' Bunun için dönemin Fedaral Almanya Cumhurbaşkanı Richard von Weizsäcker'den özel izin dahi alıyor. Fotoya dikkatlice baktığınızda üstteki ve alttaki kelimenin biraz farklı olduğunu da görebilirsiniz..
:))))
11Freunde hikayelerindendir..
Sonrasında polise gidip koruma dahi istiyor ve hatta bir kaç kez rahatsız ediliyor ama muhteşem bir çözüm değil midir ?
1970 Dünya kupası Almanya-İtalya yarı final maçı için hep 'yüzyılın maçı' tanımlaması kullanılır. Bize uzak geliyor o zamanın futbolu ve yaşanılanların heyecanı.. Ben eski maçları izlemeyi severim ama bu futbol merakı olduğu kadar bugün Alman futbolunu yöneten isimlerin 'futbolculuğuna' duyulan bir merak da işin içerisinde.. Overath'ı görüyorsun ya da her gün yorumlarıyla karşında duran Netzer'e bakıyorsun, Schalkenin başındaki Magath'ın nasıl futbolcu olduğu ilgini çekiyor.. Uli Hoeness ile Beckenbauer'in futbolculukları ayrı bir merak konusu..
Çeşitli nedenlerden dolayı izlediğim eski maçlardan en güzel dediğim 1970 değil de daha çok 1982 Dünya Kupası Fransa-Almanya yarı final karşılaşmasıdır. Schumacher'in Battiston'a yaptığı korkunç faul'ü bir kenara bırakırsak maçın kendisi unutulmazdır. 1-1 biten normal süre sonunda uzatmalara taşınır maç ve o uzatmalarda Tresor ve Giresse ile iki farklı öne geçen Fransa skoru koruyamaz.. Hazır olmayan Rummenigge kurtarıcı olarak girmek zorunda kalır ve farkı bire indirdiği gibi müthiş de bir performans gösterir.. Burada Klaus Fischer'in rövaşatası da unutulmazdır Almanların Hakan Şükür'ü olan Hrubesch'in yükselişi kadar..
Ve fakat benim en çok etkilendiğim kare ise tepedeki.. Schumacher'in penaltıları kurtarmasındaki en önemli motivasyon ülkesini finale taşımak değil de Stielike'nin penaltıyı kaçırdığı andaki üzüntüsüne şahit olmasıdır. O kadar insanlığı olanın o faulu nasıl yaptığı sorusu da gelebilir elbette..
o penaltı kaçırılış anındaki Stielike üzüntüsü kayda değer en önemli andır bana göre.!
Ben bunu aklıma getirir getirir hala gülerim aslında.. Hikayesi burada işlenilmişti ama bir daha özet geçelim.
Hollanda efsanesi Johann Cruyff Ajax ile jubile maçına Bayern Münih'i davet ediyor. Eh böyle efsaneye yakışır bir klup. Bayern Breitner,Rummenigge filan tam kadro geliyor ve fakat havaalanında başlıyor çok şey.. Hollandalıların almanlara olan takıntısı mı derseniz yoksa o dönem varolan Bayern Münih'e karşı gıcıklık mı bilinmez.. Kontrolde baya bi çekiyor Bayern ve sonrasında hep ikinci sınıf muamele... Hem çağırıyorlar hem ilgilenmiyorlar muhabbeti var. Dahası pek çok hakarete maruz kalıyor takım ki 'Nazi Domuzları' da bunlardan birisidir..
Geldiğine pişman ediyorlar Bayern'i.. İkinci sınıf oteller filan..
Jubile maçı öncesi çıldıran Bayern takımı sağlam bir karşı atağa geçiyor. Onu da bu sefer o jubile maçına çıkan Simon Tahamata'dan dinleyelim.
"Benim için bu maçta oynamak büyük bir onurdu. Kariyerimin başlarındaydım ve daha henüz 2 yıl önce Ajax'a transfer olmuştum. O zamanın Avrupanın en iyi oyuncularıyla beraber oynamak benim için çok önemliydi. Bu maçın bir parçası olacağım için de seviniyordum zira Johann böyle güzel bir vedayı da hak ediyordu. Normal koşullarda bir jubile maçı 5-5 ya da 6-6 biterdi ve Johann da üç gol atardı ama daha maçın başında Bayern düşmanca saldırmaya başladı. Biz sadece birazcıcık futbol oynamak için sahaya çıktık ama Bayern fanatik derecesinde oynuyordu. Sonrasında havaalanında filan kendilerini kötü hissetmelerini sağlayan davranışlar sergilenmiş diye duyduk ama bu konuda ben bir yargı koyamam. Öyle olsa dahi bu maç bu kadar ciddiye alınmamalıydı.
Johann Cruyff gibi büyük bir ismi 8-0 lık mağlubiyet ile uğurlamamalıydık.. Onun bir gol atmasına bile izin vermediler ve ben bunu anlamıyorum. Maç sonrası birbirimize bakıp 'ne oluyor yahu' diye sorduk. Johann'ın reaksiyonunu çok iyi hatırlamıyorum ama çok kızmış olmalı çünkü yenilginin her türlüsü onu sinirlendirirdi. Kaybetmeyi hiç sevmezdi. Sonrasında bir kaç bira içip parti yaptık ama gerçek bir kutlama olamadı maalasef.."
O gün bugündür bir daha Hollanda takımı jubile için Alman takımlarını çağırmıyor..
Herkes Breitner'in ne kadar "cool" oldugunu bilir. Bu penalti karari verildigi vakit kimse topa yanasmaz iken 23 yasina bile basmamis genc Paul Breitner, topu alir, noktanin üzerine koyar ve atisi gerceklestirir.. Overath, sonradan Breitner topun basina gecmeseydi bizzat kendisinin gidip Breitner'a penaltiyi atmasini isteyecekmis.. Bati Almanya takiminin penalticisi mac öncesi belirlenmemis ve bu konumda atmaya istekli cok fazla oyuncu da yokmus.. Müller, Bayern zamani kacirdigi bir kac penalti sonrasi bir daha penalti atmaamya yeminliymis, yine de herkes onun atmasini umuyormus ama faul sonrasi Müller öyle kötü bakmis ki kimse ona "atar misin" diye sormaya bile cesaret edememis..
Cok insan su durumda penaltiyi atmak istemiyor ve ben bunu anlayisla karsiliyorum..
Simdi sunu sormak gerekir: 94'de Italya takiminda penaltilari kim atmis, biliyor musunuz ? Arsivciler haric pek cogunuz icin cevap: Hayir. Kim kacirmis desem herkes bilir ama..
Breitner diyor ki: Ben o penaltiyi gole cevirmeme ragmen o macin kahramani degilim ve fakat bir de kacirdigimi düsünün ?
Burada bir dengesizlik var. Penaltiyi atmak üzerine topun basina gectiginde atisi gole cevirdiginiz zaman siradan bir olay olur iken kacirdiginiz vakit "Hain" olma ihtimaliniz bir hayli yüksek.. Bu durumda normal kosullar altinda bu riske cok insan girmek istemez..
Ben de olsam, girmeyebilirim..
Dünya Kupasi Finalinin penalti atisinin futbolcuda yarattigi baskinin boyutunun anlasilmasi üzerine "cool" Breitner'in bu anlari hatirlamadigini ve ancak TV görüntüleri esliginde bir seyler söyleyebildigini hatirlatayim.
"Cunku nerede neyi yaptigimi düsünürsem o baskinin altindan kalkamayabilirdim. O kadar cok o anin disina cikmisim ki bugün o iki dakika hafizamdan silinmis "
Yok artik daha fazla okuyamayacagim ben zira is temel fikrasinin gercekligini dahi gölgede birakacak sekilde ilerliyor.
Mussolini italyasinda gerceklesen ve süpriz olmayan bir sekilde italya'nin kazandigi 1934 Dünya Kupasi üzerine türlü türlü rivayetler vardir ve fakat her yerde ayni seyi okuyunca bu rivayet olmaktan cikti lakin cok güzel bir komedi filmi konusudur..
Isvecli hakem Ivan Eklind.. Mussolini emrini vermis ve her kim ki italya'yi finale tasir, o hakem final macini yönetecektir.
Pek cok geyik vardir lakin en güzeli yari final maci Italya-Avusturya..
Yazilanlara filan inanamiyorsunuz yahu.. Italya'nin golü ve italyanlarin kaleciye yaptiklari faul , engelleme ve buna ragmen verilen golleri filan gectim, söyle bir anektod her yerde geciyor.
Avusturyali oyuncu Karl Zischek bir sekilde orta yapiyor, tam Italyanlara gol olarak cizgiyi gececek iken birisi yükselip kafayla topu cikariyor.
Sorun su ki bu müdafa oyuncusu italyan degil macin isvecli hakemi Ivan Eklind.. Libero hakem diye geciyor pek cok yerde.. Dehset faulleri,gecersiz golleri gectim, sene 1934 de olsa bu nedir yahu ?
Ispanya belki Almanya karsisinda turnuvalarda daha az galip gelmistir ama o takimin galibiyetleri belirleyici olmustur her zaman. Agir yenilgiler tattirmistir bir bakima.. 1984'de son saniyede gelen Maceda golü Derwall'in isine son verilmesi anlamina gelir iken 2008 finalindeki galibiyet de Almanlari kupadan etmistir gibi..
1966 ise ilk Dünya Kupasi karsilasmasidir iki ülkenin. Grup maclarinin sonuncusunda turnuvanin gizli favorisi karsisinda Almanya, Ispanya'yi 2-1 yenerek grup lideri olur iken Ispanya, Arjantin'in arkasindan ücüncü olup Dünya Kupasina veda ediyordu. Buradaki Almanlarin attigi ilk gol, unutulmazdir.
Golü atan Emmerich aslinda kadroya son anda Dortmund ile muhtesem bir sezon gecirdikten sonra girmistir. Kupa Galipleri Kupasini Dortmund alir iken Emmerich 14 gol atiyordu. Bundesliga sezonunun icerisinde otuzun üzerinde gol atan nadir futbolculardan olur iken oynadigi 183 Bundesliga macinda 115 gol gibi inanilmaz bir oran yakalamayi da basarmistir. Kadroya son anda girse de ilk iki grup macinda Helmut Schön onu klubede oturttu. Albert Brülls'ün sakatligi nedeniyle Ispanya ile oynanilacak olan ölüm-kalim macina ilkonbir cikti ve bes kez giydigi milli formayla kendisini ölümsüzlesiren o golü atip Almanya'yi finale tasiyan isimlerden olmustur..
Son yillara baktiginiz vakit Almanya-Arjantin digerlerinden kendisini ayiracak derecede hikayesi bol maclari düzenli araliklarla oynamaya devam ettigini görüyoruz. Bugün sadece Dünya Kupasi tarihinde altinci kez karsilacak bu iki dev futbol ülkesinin maclarinin icerisinde iki Dünya Kupasi Finalini de barindiriyor. Biz en basa dönelim..
1958 Isvec Dünya Kupasinda Arjantin ile ayni gruba düser Bati Almanya ve ilk duello bu sekilde gerceklesir.
O dönemin Arjantin'i kapali kutu. Dünya futbolunca cok fazla taninmiyor zira en son Dünya Kupasini 24 yil önce oynamis. Son üc turnuvayi da boykottan dolayi katilim gösterilememis. Daha da önemli sorunu bir yil önce 1957'de kaldirdigi Copa America kadrosunun önemli isimleri Serie A'da oynuyor ve Dünya Kupasi icin izin alinamamistir.. Dönem baska, futbol baska Arjantin hepsinden cok baska..
Macin hemen ücüncü dakikasinda Arjantin Omar Corbatta'nin golüyle öne gecer. Imdi, Almanya'nin 54 sampiyon kadrosunun iki önemli ismi vardi. Fritz Walter -ki o dönem 38 yasinda -ve diger ismi, galibiyet golünü atan Helmut Rahn.. Rahn, zincirleme trafik kazasina neden olur ve iki hafta hapishanede kalir. Turnuva öncesi ancak affedilmistir ve bu maca da agirligini koyar. Iki gol atar ve ileride Efsane olacak olan dönemin genc yildizi Uwe Seeler'in de fileleri havalandirmasiyla Almanya, Arjantin'i ilk karsilasmasinda 3-1 yenip grubu birinci bitirir; Rakibi sonunculuga demir atar iken..
Gecmis maclarin hikayesi keyifli ve ögreticidir. Bugün Schweinsteiger'in yukari cikardigi tansiyon 2006'da da cok farkli degildi. Daha da ötesi 1958'de de durum ayniydi. Arjantin'in hocasi almanalrin oldukca sert oynadigi bu mac sonrasi söyle der:
"Benim takimim böyle sertlige(vahsilige) alisik degildi.."
ve bazi seyler hicbir sekilde degismiyor. Bild, bugün neyse o gün de odur..
62'yi pas gecip 66'da tekrar karsilasiyorlar.. Bu sefer B grubunda ve yine grup maclarinda savasiyorlar. Oynamiyorlar, savasiyorlar.. Ilk macin genc yildizi Uwe Seeler aradan gecen sekiz yil sonra takimin kaptani olarak sahaya cikar.. Malmö'de 33 bin kisi vardi lakin Birmingham'da Villa Park'ta 51 bin kisi maci izler..
Maci Arjantin 22-11 kazanir. En azindan golü olmayan ve haliyle berabere biten bu macin asil savasi fauller üzerineydi. Sekiz yil önceki mesele unutulmamis olacak ki tarihin en sert maclarindan birine tanik olur izleyiciler.. 33 Faul calinandir ve aslinda o kadar cok sertlik olur ve calinmayan fauller ile öyle bir karsilasma olur ki FIFA bir sonraki dünya kupasina Sari-Kirmizi kartlari devreye sokar zira bu macin icerisinde Hakemin bir oyuncuyu disari atmasi oldukca uzun bir zaman almistir. Cesitli tarsismalar ve itirazlar esliginde Arjantinli oyuncunun sahayi terketmesi yaklasik bes dakikayi bulunca 70'de Sari-Kirmizi kartlar dogmus..
3.Karsilasma ise 1986 Dünya Kupasi finali.. Maradona'nin her seyi belirledigi turnuvanin son ayagi.. Almanyada o dönem topla cok hizli oldugu icin dillerden düsmeyen Loddar'in Maradonayi durdurma imtihani.. Aslinda öncesine gitmek gerekir. 82'de dönemin yildizlarinin Almanya Milli takiminda oynamayi reddetmesi üzerine mini dünya kupasina Loddar'i götürür Derwall.. Brezilya karsisinda Zico'yu durduramaz ama Arjantin ile oynanilan ve ilk defa canli canli gördügü Maradona'yi sahadan siler Lothar Matthaeus.. 4 yil sonra ise Beckenbauer ayni görevi yine Lothar Mattheaus'a verir.. Mesele budur biraz bu Dünya Kupasinda.. Maradona'yi durdurmak.. Bunu becerir ama Almanyanin cok hizli olmasiyla biraz da ünlü olmus Matthaeus'un Maradona tanimi da bugün bile onun icin dile getirilir..
"Ben hizliydim.. Ama o topla, benim topsuz halimden daha hizliydi.."
Maradona, Belcika ve Ingiltere macindaki gibi degildir ama yine de final pasini veren oyuncudur. Lothar onu durdurmus lakin Arjantin yine de kupayi kazanmistir. Tarih tekerrürden ibaret gibi bir durum da söz konusu. 2002'deki Kahn gibi burada da Schumacher turnuvanin en iyi kalecisi konumunda lakin buradaki görüntü 2002'nin bir benzeri.. Schumacher'in ilk golde bosa cikisi beklenilmeyendir..
..tam bu noktada alman spikerin "Toni tut topu.. hayir" söylemi sonrasinda popüler tepkiler arasina girmistir.. Maradona'nin enfes pasinda Jorge Burruchaga golü atiyor. Maradona anilarinda santrada Burruchaga'ya "Hadi, onlar yoruldular, sen ileriye dogru kos ve bitirelim sunlarin isini" dedigini de yazar.. Tam da böyle olmustur, Arjantin de Almanya'yi yenip Dünya Kupasini kaldirmistir..
4.kez yine Dünya Kupasi finalinde karsilasir iki futbol devi ülke. Lakin bu sefer isler biraz baskadir..
Loddar-Maradona, 82'de ilk defa karsilasti ve Matthaeus Maradona'yi tutmak zorunda kaldi. Oldukca da basarili oldu.. 86 ise yine Maradona markaji ile gündeme geldi. Lakin simdi Matthaeus Maradona'dan en azindan bu turnuvada daha tehlikeli bir isim oldu. Turnuvanin basindan sonuna güzel bir performans ortaya koydu. Artik Maradona'yi bir baskasi tutacakti ve O da ..
Guido Buchwald.. Öyle güzel marke etti ki Stuttgartli oyuncu 90 sonrasi Bundesligada "Diego" olarak anilmaya basladi. Lakabi finalde bitirdigi Maradonanin ön ismi oldu Buchwald'in.. Benim izledigim ilk Dünya Kupasiydi ve belki bu yüzden cok sey bugünkü konumuna gelmistir de diyebiliriz..
Almanya bu turnuvanin en iyisiydi. Arjantin'in buraya gelmesi dahi cok da "hakki" degildi. Özellikle Dunga-Careca'li Brezilya karsisinda onca direk sonrasi gelen Arjantin golüne sükretmeliler.. Finale Italya'yi gecip aralarinda Caniggia'nin da oldugu dört oyuncusundan mahrum geldiler. Sahanin hakimi almanlardi.. Ikinci yari 36 dakika sonra ancak Bodo Ilgner'e top gelmsitir ki o da Jurgen Kohler'in geri pasidir. Buradaki penalti konusulur ama maci izleyen herkes finalin ve hatta Kupanin hakkinin Almanya oldugu konusunda hemfikirdir..
Aslinda Almanlarin penalticisi Lothar Matthaeus'tur. Lakin devre arasi ayakkabisini degistiren Lothar batil inanclari geregi sorumluluk almak istemez. Kaledeki kalecinin de o dünya kupasinda yedekten cikip Penalti katili olmasinin da bu batil inancinda etkisi var mi bilinmez lakin Brehme cok dogru bir secim idi. Loddar penaltiyi Hami gibi kullanir, kalecinin üzerine abanir ve bu gibi oyuncularin kacirma sansi sanilanin aksine oldukca yüksektir. Brehme, kaleci dogru köseyi tutsa dahi sansi olmayacak teknik bir atisla Almanya'yi 86'in aksine Arjantin karsisinda öne gecirir ve Dünya Kupasini havaya kaldirir..
2006'daki Ceyrek final macinda ise Arjantinli olarak delirdigimi cok iyi hatirliyorum. Bir teknik direktör elleriyle maci verir mi ? Arjantin teknik adami Jose Pekerman bunu basarmistir. Messi'yi turnuva boyunca yedek oturtmasi bir yana bu macin icerisinde Arjantin'in her seyi olan, her türlü organizasyonu saglayan saha ici sefi Riquelme'yi almasinin ardindan Crespo'yu da kenara cekince Ayala'nin golüyle öne gecen Arjantin karsisinda Klose'nin bu golü kacinilmaz olmustur. Ayni zamanda Arjantin kalecisi Abbondanzieri'nin sakatlanip cikmasi ve yerine Leo Franco'nun girmesiyle degisiklik hakkinin kalmamasi, bu iki hamle sonrasi Pekerman'i caresiz birakmistir ama sonuc ya da skor ne olursa olsun bu takimin icerisinde Riquelme cikarilmamaliydi.. Arjantin'in her mevkisini yasatan, her yere topu tasiyan ve de basindan bu yana cok güzel oynayan oyuncunun cikisi bu macin kilit noktasidir. Mac 1-1 biter ve penaltilara kalir..
Daha sonra Hertha Berlin'e gelip Mertesacker'den özür dilemisti Cufre bu tekmesi icin. Schweinsteiger bu görüntüleri unutamiyor ve pek haksiz degil. Lakin bugünkü tavirlari konusundaki yorumlari da cok "etik" degil. Rakibini asagilayacak derecede hos olmayan analizler sundu basin toplatisinda.. Bugünkü rakibi ama ayni zamanda takim arkadasi da "Adam degilsin" minvalinden cikisti Schweinsteiger'e.. Burada Mertesacker'in intikamini almaya calisan Frings de yari final macindan oldu..
1958'De Arjantin hocasi sertlikten yakiniyordu ve böyle vahsilige aliskin degil benim oyuncularim diyordu mac sonrasi.. 90'da Maradona penalti nedeniyle mafyavari suclamalari yapiyordu.. 2006'da bu görüntüler esliginde uzun süren tartismalar ve kavgalar.. Bugün daha mac baslamadan alevlendi ortalik..
Almanya-Arjantin, bir baska acidan "klasik" olmaya dogru yol aliyor. Yarin da bir sekilde olay cikarsa artik bu maclar baska türlü gelisecektir..
Tansiyon yükselse de her bakimdan cok keyifli bir mac bizi bekler.
Bu final macinda ise Almanlar macin basinda Haller ile 1-0 önce gecer. Hurst beraberligi yakaladiktan sonra 78.dakikada Peters Ingilizleri 2-1 öne gecirir. Her sey böyle bitecek der iken son dakikada Weber'in golü maci uzatmaya götürür ve aslinda cok sey de bu uzatma dakikalarinda Hurst'un sutu sonrasi verilen gol karari ile baslar.. Bugün bile goldü degildi tartismasi devam eder iken o gün Hakem bu golü gecerli sayar ve Ingiltere arkasindan buldugu ikinci gol ile maci 4-2 kazanir.. Ama tüm mesele o ücüncü goldür zira Almanya acilir ve son golü biraz da galibiyet icin her göze almassi sonucu yemistir..
66 finalinde atilan bu gol ve sonrasinda cikan ve bugüne kadar süren tartismalar, Ingiltere-Almanya macini biraz daha baska yapar artik.. Henüz Almanya'nin Ingiltere karsisinda o dönem tek bir galibiyeti dahi yoktur ve final macinda bu gol sonrasi yine kaybederler.. Yillar sonra Beckenbauer buradaki tartismali pozisyon icin gol degildi der ama ingilizlerin bu gol olmasa dahi turu hak ettiklerinin üzerinde durur.. iki yil sonra Hannover'de oynanilan karsilasmada Beckenbauer'in 82.dakikada attigi gol sonrasi gelen 1-0'lik galibiyet tarihte Almanya'nin Ingiltere karsisinda aldigi ilk zaferdir.. Ve fakat asil zafer ise 1970 Dünya Kupasinda gelecektir..
Almanya, Bayern Münih ile yeni bir jenarasyon yakalar.. Sepp Maier, Gerd Müller ve Beckenbauer vardir artik.. 70 Dünya Kupasi Ceyrek finali ayni zamanda 66'nin rövansidir. Gerd Müller ve Uwe Seeler gibi iki efsanenin forvetinde top kosturdugu Almanya ilk yari ve ikinci yarida yedigi goller sonrasi son yarim saate 2-0 yenik girer.. 68.dakikada Beckenbauer'in önündeki adami gecip uzak köseye biraktigi sut ile farki bire indirir ve bu aslinda tarihsel degisimin kirilma noktasidir diyebiliriz.. Öncesinde oynadigi 12 karsilasmada aldiklari iki beraberlik haric hep yenilmistir Almanlar.. Gecmis ile bugüne uzanan sürec arasina bir cizgi cekilir artik.. Almanlar bastirir.. Resimde görülen Hakan Sükür'ün Macaristan'a attigi gole benzer bir sekilde Hamburg efsanesi Uwe Seeler kafasinin arkasiyla attigi gol 82.dakikada önce beraberligi getirir..
...ve Bombaci uzatma dakikalarinda Ingiltere'nin fisini, attigi sayisiz gol arasindan en sevdigim diye etiketledigi bu gol ile ceker.. 2-0 geriden gelip 3-2'lik galibiyet 66 sonrasi genc Almanyaya ilac gibi gelir.. Ve fakat hala tartisilan o final macinin cizgiyi gecip gecmedigi bilinmeyen golüdür..
Dünya Kupasindan devam edersek 1990 Italya Dünya Kupasi yari final maci unutulmazdir. Brehme'nin golüne son ceyrekte Lineker'in cevabi maci önce uzatmalara sonra da penaltilara götürür.. Pearce'in penaltisini kurtaran Ilgner, Waddle'in kacirmasi sonrasi zafer turur attirir Almanlara.. Öyle bir galibiyettir ki bu tarihinde hic Penalti atislari sonrasi turu gecememis Ingilizler ve en azindan Dünya Kupasi tarihinde penalti atislari sonrasi hic kaybetmemis Almanya'nin bu olagan zaferi oyunu farkli bir boyuta tasir.. Bugün mactan cok konusulan olasi penalti atislaridir.. Neden ingilizeri yeneriz temali konularin basinda "penalti atislarina kalirsa geceriz" diyerek bilimsel kanit gibi Almanlarin zafer söylemleri gelistirmesinde bugünün de payi oldukca fazladir.
Avrupa Sampiyonalarinda ise ilk karsilasma 1972'de gerceklesir. Gruplardan cikan takimlar ceyrek final oynamaya hak kazanirlar. Lakin ceyrek final maclari iki turlu olur. Ingilteredeki macta Almanya Beckenbauer,Netzer,Hoeness,Müller'li kadroyla 3-1 kazanir iken kendi evindeki golsüz beraberlik final maclarina Almanya'yi götürür.. Bu 3-1'lik galibiyet Wembley'deki Almanyanin ilk zaferidir. Belcika'da yapilan Avrupa Sampiyonasi son dört takima ev sahipligi yapar sadece.. Almanya, ceyrek finalinde Ingiltere'yi 70 Dünya Kupasindan hemen sonra Avrupa Sampiyonasinda da eler ve nefreti biraz daha körükler.. 66-70-72 Almanya-Ingiltere maclarinin klasiklestiren zaman sürecidir..
1996 Avrupa Sampiyonasi yar fiinal maci.. Yine iki takim. Yine yari final.. Yine 90'da oldugu gibi penaltilar.. Ilk bes penaltida sorun yasanmaz iken sonrasinda Southgate'in penaltiyi kacirmasi sonrasi herkesin gözü Möller'in penaltisindadir. O da penaltiyi gole cevirdikten sonra tarihe iste bu pozuyla gecer..
1966'dan sonra en sasali Ingiltere zaferi budur. 2000 yilinda Avrupa Sampiyonasinda ayni gruba düserler ve burada ingiltere kazanir lakin ikisi de üst tura cikamazlar.. 2002 öncesi ise Almanya'nin kendi evinde Ingiltere karsisinda aldigi galibiyet en azindan son yetmis yilin en agir yenilgisi olarak tarihe gecer.. Bu ingilizlerin yakin zamanda bakip bakip "yapabiliriz" diyebilecegi, güc alip sahaya cikabilecegi son ciddi örnegidir. Bu mac sonrasi iki mac daha yapmislardir ve Londrada Almanya, Berlinde de Ingiltere ayni skorla galip gelirler: 2-1..
Almanya Ingiltere ile toplamda 32 mac yapar.. 10 galibiyet 6 beraberlik ve 15 yenilgi alir bu maclarda. 37 gol atar 66 tane yer.. ve bu 33. Karsilasma nerden baksan güzel bir mac olacaktir.!
Efsanedir arkadaslar bu.. Klinsmann, 1997 yilinin mayis ayinda oyundan 80.dakikada o zamanki Bayern Münih teknik direktörü Trapattoni tarafindan cikartilir. Klinsmann öyle sinirlidir ki trappiye yagdirir agzina ne gelirse ve resimde gördügünüz reklam panosuna öyle bir tekme atar ki sonrasinda sakatlanir.. Efsane olmustur bu.. Peki bu teknik direktörünü asagilayan davranis sonrasi sizce ne olmustur ?
a:) Uli Hoeness, teknik direktörüne yapilan bu saygisizligin hesabini her saygin klubün yöneticisinin yapmasi gerektigi gibi sormus, soyunma odasina girmis, yavas bir sekilde Klinsmann'a yaklasip "gel kulagina loddar hakkindaki son dedikoduyu söyleyecegim, valla" deyip kendisine savunmasizca yaklasan Klinsmann'a kafayi gömmüstür. Klubün degerleri bu sekilde korunur cunku.!
b:) Hoeness önce yasina sonra fizigine bakip Klinsmann'i alt edemeyeceginn farkinda olarak azili düsmani Loddar'a gitmis, su Klinsmann'i soyunma odasinda kistirsak mi demistir.. Loddar, ben de bu boy, sen de bu göbekle bu is olmaz, Beckenbauer de gelirse olur demis ama sonra korkmuslar, vazgecmisler..
c:) Teknik direktörüne yaptigi bu saygisizligi icine yediremeyen Hoeness, Klinsmann'in da fiziginden korkarak Carsten Jancker'i üc yillik sözlesme karsiligi Klinsmann'i dövmeye ikna etmis. Lakin arkadaslik baglari kuvvetli olan Jancker sözlesmeye imzayi atar atmaz caymis cunku cok yüklü bir tazminat eklettirmis, dedikodulara göre yüzde onbesini de Klinsmann'a vermis.. bastan beri bir planmis, birbirlerine hitap ederken Ramiz dayi, Ezel gibi garip hitaplar da edinmisler.. Onlar da biliyormus ki klubün degerlerine saydirirsan soyunma odasinda kistirilirsin.!
Bu gol önemlidir. 1974 Dünya Kupasinda ilk ve son kez olmak üzere Dogu ve Bati Almanya karsilasir.. 1-0 ile sürpriz bir sekilde Dogu, Bati'yi yener. Kaptanlar yazisinda tam bu zamanda Beckenbauer'in kendisini gösterdigini ve takimi ayaga kaldirdigini belirtmistik. Öyle bir zaman ki tüm Alman gazeteleri Bati Almanya oyuncularina saldiriyor ve herkes cökmüs bir vaziyette gelen siddetli saldirilari kendi mesrebince savurma gayreti icerisinde.. Takimin tam bu bitmis halinden yukari cikip Dünya Kupasini almasinda siklikla Beckenbauer'in payindan bahsedilir ve fakat isin bir de bilinmeyen bir boyutu var.. Sepp Maier anlatiyor o gece ve sonrasinda yasanilanlari...
" O gece Helmut Schön olmadan tüm takim oturduk, konustuk. O kadar süre bir arada kalinca herkes her seyi söyleyebilme hakkini kendisinde görüyor. Ictik, birbirimize bagirdik, cagirdik.. Tam o anda Uli Hoeness ile benim aklima bir fikir geldi. Neden simdi eslerimizin yanina gitmiyoruz ki ? Biz onlari o gece mutlaka görmek istiyorduk.. Kadinlarimiz bizden yaklasik 100 km ötede bir hotelde kaliyorlardi. 1974 yilinda Kizil Ordu Fraksiyonu aktif idi. Polisler ve onlarin kurtlarinin gözetimi altindaydik, 24 saat kontrol adina her yer aydinlikti.. Kacmak icin cok kötü bir zamandi aslinda..
Biz tanidigimiz bir güvenlik memuruna Hamburg'a gitmek istedigimizi ve bir arabaya ihtiyacimiz oldugunu söyledik.. Adam söyle bir bize tuhaf bir sekilde bakti ve yardim edemeyecegini söyledi. Siz icmissiniz baya ve bu sekilde araba süremezsiniz dedi. Bizi bu cevap pek tatmin etmedigi icin sonrasinda ekledi " Tamam o zaman, ben götüreyim sizi.."
Ve fakat memur arkadas öyle yavas sürüyordu ki bizim o kadar vaktimiz yoktu. Ben sonunda dayanamadim, cekil kenara, ben sürecegim deyip o iyi adami arkaya gönderdim ve Uli Hoeness ile ben önde yolculuga devam ettik..
Hotele üc km kala kirmizida isikta gectim zira frenler tutmuyordu artik.. Durmam gerekecegi zaman yüz metre önceden frene basiyordum ve daha cok el frenini kullaniyordum. Neredeyse sabah olmustu ve sabaha karsi 5'te biz otele gelebildik. Orada bizi eslerimizle beraber Uli'nin bir kac arkadasi bekliyordu ve biz hanimlarimizi haftalardir görmüyorduk, amacimiz sadece bir kac saat onlarla oturup konusmakti..
Barda oturur muhabbet eder iken bizi Kölner Express gazetesinden Karlheinz Mrazek gördü. Onu görür görmez burada olanlar hakkinda tek satir yazmamasi üzerine konustuk ve biraz da tehtit ettik, yazarsa onu dövecegimizi söyledik. Bir sey yazmadi ama biz zaten Dünya Sampiyonu olmustuk ve ondan sonra aslinda cok seye izin cikiyor haliyle.. Mrazek ile o günden sonra sürekli görüstük ve bugün dahi kendisiyle iletisim halindeyim..
Biz Hotelde oturur iken güvenlik memuru da frenleri yaptirmak icin tamirhane tarzi bir yer ariyordu ama o saatte hicbirisi haliyle acik degildi ve biz o bozuk frenlerle geri dönmek zorunda kaldik. Elbette bu geri dönüs yolculugunda yine en büyük yardimcim el freniydi. Kaldigimiz otele bir kac kilometre kala ben arkaya gectim ve araba otelin kapisindan gecer iken Uli ile battaniyenin altina saklandik, kimse bizi yakalayamadi.
Hizli bir sekilde giyinip saat tam 10'da yani zamaninda antreman sahasinda olduk. Benim sag elim el freninden dolayi yanmis ve kabarciklar cikmisti. Helmut Schön bu durumu hemen farketti ve bana ne oldugunu sordu. Hafif sakatligim var dedim ve yerimi yedekkaleciye birakip biraz mola verdim.."
Dünya Kupasinin oldugu yilin en sevdigim tarafi sürekli olarak gecmis Dünya Kupasi maclarini yutuplarda filan bulamayacaginiz ölcüde genis özetlerinin televizyonlarda verilmesidir. Müller yazisini yazdiktan sonra Gerd Müller'in önemli goller attigi 1970ve 1974 Dünya Kupasi maclarini izlemem bir tesadüf olsa gerek.. Müller'in Bayern Münih'e transfer olmasinda keza Maier ve Beckenbauer hikayelerinde oldugu gibi sans faktörünün önemi oldukca fazla.. Insanin bazen gercekten bu hayatta büyük basarilar icin bazen sansa da ihtiyaci oldugunu düsünüyorum artik. Oysa yirmili yaslarda rastlanti dediginiz vakit onu nedenselligin karmasik isleyisini bilmememizden baska bir sey degildir diye tanimlayip kestirip atardim ama artik öyle degil..
Hemen herkes Bernd Hölzenbein ve 1974 Dünya Kupasi finalindeki yaptirdigi penalti konusundaki spekülasyonlari bilir oysa daha da dikkat cekici bir ayrinti da Almanlarin Kupasi olarak da cevrilebilecek olan Frankfurt'un finalde Borussia Mönchengladbach'i devirerek kazandigi 1979/80 UEFA kupasidir. Bugün 420 Bundesliga macinda attigi 160 gol ile Frankfurt tarihinin en golcü ismi olan Holzenbein'in belki de en ilginc sayilayacak olan tecrübesini finalinde Gladbach'i devirerek ulastigi UEFA kupasinin ikinci tur macinda yasamistir zira..
..Dinamo Bükres evindeki maci 2-0 yenmistir. Almanyadaki ikinci macin 89.dakikasinda skor 1-0 Frankfurt lehinedir ve fakat böyle bitecek olsaydi Frankfurt UEFA kupasini kaldiramazdi. Peki ne oldu ? Maci uzatmaya götürüp Dinamo Bükres'in sonrasinda elenmesini saglayacak olup Frankfurt'a UEFA kupasini getirecek yolu acan golü anlamamiz icin birinci paragrafa geri dönmek gerekir..
Bir oyuncunun gecmisinde St.Pauli klubü oldugu zaman onu arastirmanizi tavsiye ederim size zira alisik olmadiginiz farkli futbolcu tipolojileri ile karsilasmaniz mümkündür. 1950 dogumlu Walter Frosch futbolseverlerin dikkatini "futboluyla" cekememis, 1974-79 zamani birinci ve ikinci Bundesligada top kosturmus ortalama futboluyla efsane olmus bir defans oyuncusudur. En önemli özelligi günde 3 paket sigara icerek profesyonel futbol yasamini sürdürmüs olmasidir. Kaiserslautern klubünde de bir hayli zaman geciren Frosch'u özellikle St.pauliler sahiplenmis, klubün efsaneleri arasina sokmustur zira oradaki taraftar profilinin gerek efsane anlayisi gerekse de futbola/yasama bakisi biraz baskadir.. Kanser nedeniyle 5 kez ameliyat olan Frosch bugün sigarayi birakmak zorunda kalmistir.. "Bir sigaraya en güzel kadini tercih ederim" sözüyle ona olan özlemini dile getirir iken 1990 yilinda St.Pauli'nin emektar kalecisinin jubile macinin devre arasinda verdigi röportaja bakarak ne kadar dogru söyledigini ya da günde gercekten kendisinin dedigi gibi 3 paket sigara icip icmedigini görebilirsiniz sanirim...
(Video: Hakemin övgü sözlerinin disinda corabinin altinda zulalanmis sigara paketi soruluyor.. oyuna sonradan girdigi icin yanina almak zorunda oldugunu belirtiyor sevgili Walter Frsoch.. O kisa degistirilesiye kadar olan sürde dahi sigarasiz yapamadigini cikarabiliriz buradan..)
ilk hocasi Kaiserslautern takiminda Bayern Münih ve Alman milli takimini da calistiracak olan Erich Ribbeck Frosch icin söyle demistir: "Eger Frosch ayik ise üst seviyede futbol oynayabilir" Bu beyanatiyla onun futboluna ve alkol bagimliligina da dikkati ceker iken anlatilan o cok bilindik hikayeye göre durum pek öyle degil.Cok önemli Schalke maci öncesi Frosch yunanlarla bir iki bira cakmaya bara gider.. Ki St.Pauliler'in pankartlarina tasidigi efsane olmus beyanati da zaten sudur "Benim en büyük rakibim barlardir". Yunan barinda bir iki bira derken gelenler , gidenler olur ve Frosch gecenin ücünde kendisini 10 Litre bira ugruna 400 metrelik yarisin icerisinde bulmustur. Elbette kazanan ve o gün hepsini icen odur lakin ertesi gün mac öncesi kipkirmizi gözlerle Ribbeck'in karsisina uykusuz ve sarhos bir sekilde cikan sevgili Frosch gözlerinin kirmiziligini konjonktivit nedeniyle oldugunu öne sürererek durumu idare eder.. Ribbeck onu her seye ragmen kadroya dahil eder. Macta ise dönemin milli futbolcusu golcü Erwin Kremers'i savunmak durumunda kalir ve bunu sorunsuz bir sekilde yaparak Ribbeck'i ve herkesi oldukca sasirtir. Breitner'in da herkesi icirip maca cikardigi zaman herkesin sahada sürünürken bir tek Breitner'in ayik olup bes yildizli bir performans gösterdigi söylenirdi hep..
Ikinci Bundesligada 1976/77 sezonunda St.Pauli formasi altinda 37 macta 27 sari kart görerek Alman Fedarasyonun her dört(bugün bes) sari kart gören oyuncunun bir mac oynamama cezasini getirmesine neden olmustur. Icki-Sigara nedeniyle futbolu bir yere kadar oynayabilen Frosch yine de Derwall tarafindan Alman B milli takimina secilmis ve fakat buna sevgili Frosch'un verdigi red cevabi da unutulmazdir kesinlikle..
"Bir Walter Frosch ancak A milli takimina ya da Dünyanin en iyileri arasina secilebilir"
"..bizim ilk sampiyonlugumuz 1972 senesinde geldi. Gercekten o sezon büyük bir cekisme yasandi ve son maca kaldi her sey. Schalke ile son hafta karsilasacaktik ki Schalke bizim sadece bir puan arkamizda ikinciydi. Biz cok iyiydik ve 5-1 kazanarak Sampiyon olduk.. Sonrasinda öyle büyük konusmalar filan olmadi ki sevmem zaten bu gibi seyleri ama oyuncular olarak kendi aramizda kutladik bu sampiyonlugu.. Deli gibi ickiye vurduk kendimizi.. ama ertesi günü arkadaslik maci icin Iran'a ucacagimiz hep aklimizdaydi.
Normal sartlar altinda ucak saat onda kalkacakti. Gec kaldik. 1 saat.. 2 saat.. derken 1o saat oldu. Bosver, bir sey olmaz, icmeye devam dedik.. Ucus nasil olsa istanbul üzerinden olacak ve sabaha karsi 6'da ancak Tahran'da olabilecektik. Hicbir sekilde dinlenme firsati olmadan, 40 derece sicaklikta icimizdeki alkol henüz kendisini disari atamadan ilk macimiza ciktik..
..haliyle 8 dakikada 3 gol yedik ki birinci golü inanin bugün bile hatirlamiyorum.. Sonra Beckenbauer geldi ve böyle bir sonucun utancini uzun süre yasayabilecegimizi bize hatirlatti. O andan sonra biz kendimize geldik ve maci 5-3 kazandik.."
Dönem itibari ile Hakan Sükürümüzü biraz da zorla yollamisiz Serie A'ya.. O dönemlerde böyle bir transfer hayal dahi edilemezdi. Ülkeden disariya hele ki Serie A'ya futbolcu göndermek.. huh.. Nasil takip ediyoruz ama nasil.. Su resimdeki gözlüklü cocuk da o Hakan Sükür'ün Torino takiminda oynadigi dönemdeki kaptani.. Sükür'ün o formsuz günlerinin bir numarali nedeni, hedef adam.. Cocuklugumun nefretini kazanmistir kendisi.. Pas vermez, ayrimcilik yapar, Sükürümüzü dislardi... Futbolla ve Hakan Sükürle nasil bütünlesmissem o dönem nefret ediyorduk bu adamdan nefret.. Ah bi Rizitelli olmasa cosacakti kralimiz.. Öyle inanmistik, öyle sevmistik Hakan Sükür'ü ve öyle nefret etmistik Rizitelli'den.. Torino'da iken o kornerden gelen topa Sükür'ün kafayi vurdugu zaman kalecinin de beceriksizligi nedeniyle iceriye giren o gole olan sevincimizin milyonda birini inter'de iken Seedorf'un pasinda muhtesem bir sekilde Milan aglarina gönderdigi zaman yasayamadik.. Bu sey gibi biraz..
Cocukken cok da tanimadiginiz bir hatunun bir bakisina öyle asik olursunuz ki.. Büyüdügünüzde her sekilde icini disini bildiginiz nice hatuna o sevginin milyonda birini dahi veremezsiniz.. zira is biraz da öznede biter.. Nesnelerin anlamlari, önemi cok da önemli degildir toplamda.. Hakan Sükür iyi , bu gözlüklü adam kötü adamdi. Bu kadar da basitti aslinda her sey..
1987/88 döneminde Köln'ün sportif direktörü olur Lattek.. Ilk hafta macinda Köln Kaiserslautern ile oynar iken Lattek bu resimde gördügünüz mavi kazagi üzerine gecirir ve mac 1-1 berabere biter.. Der ki Lattek, Köln yenilesiye kadar ben bu kazak ile gelecegim maclara.. Aslinda bir cok insanda vardir bu davranis bicimi. Lakin Lattek gibi kariyeri inanilmaz basarilarla dolu olan bir adamin böyle düsünmesi ilginc geldi.. Ne var ki tuttu mu tutuyor bu totemler ve Köln arkadaslar tam 14 hafta yenilmiyor.. 14 hafta Lattek bu mavi kazagiyla maclara geliyor. Aslinda benim de var böyle totemlerim.. Ne zaman geceleri böyle cok kahve icsem uyuyamayacagima inanirim.. Sonra ne zaman sinav öncesi vur patlasin cal oynasin yapsam kesin o sinavi gecemem filan.. Lan acaba dogru olmasin sakin diye ona yakin sinav öncesi bunu denemisimdir.. bizim totemler böyle de Gary Lineker abininkiler de söyle seylermis:
Mac öncesi isinirken gol atmazmis kalelere zira bosa harcamak istemezmis gollerini. Sayiyla "gol" veriyorlar sanki mac basina gibi.. Sonra devre arasi eger gol atamamissa mutlaka formasini degistirirmis, ola ki devre bitmeden gol atmis, ancak o zaman üzerindeki formayla maca devam edermis.. Uzun süre gol atamadigi vakit kadinlarin bunalima girdiginde yaptigi gibi kuaföre gidermis.. Lineker'in basarisi ortadayken bi düsünmek gerek..
Simdi Bordo'nun basinda olan Hakan Sükür'lü inter takiminda da oynayan sevgili Blanc misal Barthez'in kelini öpermis maca cikmadan önce.. Arjantin teknik direktörü Carlos Bilardo sürekli ayni kravati takti 86 Meksiko'daki ilk mactan taaa ki 90 finalinde Almanya'ya kaybedesiye kadar.. Bu zihniyet dönemin Arjantini düsünürsek aslinda ne yaparsa yapsin üst üste oynadigi basarili maclar sonrasinda mac öncesi herhangi bir eylemini varolan basarisina eklemleyecek, basarisinin bir nedeni sayacakti bir sekilde.. Öyle de oldu.. Misal 86 Meksiko dünya kupasindaki ilk macta oyuncusundan dis macunu istemis ve bu eylemde nedendir bilmem bir keramet görmüs olacak ki finale kadar devam ettirmis.. Tanri'nin elinin ardinda yatan aslinda oyuncudan alinan dis macunlarinin gücüdür bir bakima.. Arjantin yendikce garibim her seferinde birinden dismacunu dilenmek zorunda kalmis.. Buraya kadar olanini bir nebze olsun anliyorum. Basari öncesi yapilmis herhangi bir eylemi basarinin nedeni olarak görüyorlar. Cok calismak, antrenman etmek, düzenli bir sekilde yasamak oldugu gibi mactan önce yapilmis herhangi baska bir eylem de o basarinin nedeni olabilir pekala.. Ve fakat altmisli yillarda ingiliz milli takiminin oyuncusu Nobby Stiler her mac öncesi zeytinyagi ile ellerini ,vucudunu ovarmis.. Gerci adamlar tarihlerindeki tek dünya kupasini da bu dönemde bu oyuncuyla aldilar lakin nasil aklina geldi böyle bir eylem ? Lan lan lan buldum ben.. eger zeytin yagiyla bi yerleri ovarsam kesin basarili oluruz, isin sirri olin de iki kere rafine mi dedi ne yapti bilemedim.. Nasil gelir insan o noktaya ?
Dikkat ederseniz biraz soguk yaklasiyorum bu totem olayina.. Zira bu totemci grubu ben cok sevmem. Bir Galatasaray macinda rakip takim cok tehlikeli bir sekilde atak gerceklestirdigi esnada pek de tanismadigim yilisik herifin teki heyecandan deyim yerindeyse resmen beni dövdü.. Hayir hayir diye gözlerini kapatip bana gecirdi dumbuzlari.. Vurdu, kirdi bakamadi ve maalasef o atak gol olmadi.. Maalasef diyorum zira adamin totemi ceza sahasina giren her atakta tekme tokat bana girmek oldu.. Adam rakip her ceza alaninda girmeye basladiginda üzerime cullaniyor ,totem yapiyorum diyor.. Sadece tehlikeli akinlarda olsa neyse bizim ceza sahasina her gelme girisimlerinde bana girisiyor.. Bir oldu bir sey demedim, iki oldu macin heyecanindan hissetmedim dumbuzlarini ki daracik yerde on bes kisiyiz ayni anda ayaklariyla dahi bana vuruyor.. Maci da hatirlamiyorum ama penalti oldugu bir pozisyonda artik maci filan biraktim ben sana da totemine de diyerekten.. Tanimadigim insanin durduk yere kirkyillik ahbabmiscasina muhabbet etmesinden bile hazzetmeyen bana sen her atakta totem adina gecir.. Sonra neden sinirleniyorsun..
Her pozisyonda "bak bak kesin simdi su olacak "diye cümle kurup mac izleyeni bir de totemcileri sevmem.. bu ikisi genelde ayni grubun üyeleridir..
Müzik yelpazesi dediginiz vakit nedendir bilmem Sezen Cumhur Önal'dan hemen sonra bu sarki gelir benim aklima. Zaten bu sarkiyi baska bir yerde dinlemis de degilim. Bizim o dönem imkanlarimiz gercekten kisitliydi. Televizyon seyredebildigimiz zaman dahi sinirliydi. Avrupa'dan futbol, Müzik Yelpazesi ve NBA Action yakalarsam kacirmadigim programlardi.. Sezen Cumhur Önal ile belki cok kisi dalga gecer, cikolata renkli sanatci tasvirini alaya alir filan ama ben yapamiyorum bunu, tapiyorduk adama.. Bugün bile derim, sagolsun, varolsun..
Ben mi bu sarkiyi cok sevmistim yoksa her seferinde bunu dinledigim icin bir zaman sonra kulak asina mi olmustu bilmiyorum ama bekliyordum bunu artik.. Sezen abi ise bize baska baska sarkilar dinletebilen tek programin sunucusuydu ki bir süre sonra sunusundan hangi sarkinin gelebilecegini hemen bilir olduk.. yaklasik yirmi tane sarkiyi iki yil boyunca sunup durdu baska acidan..
Yaz aylarinda baska sarkilari kesfederdim ve fakat bunlari ülke icerisinde hicbir sekilde duyamazdik.. henüz kendime Walkmann alamadigim ve karisik kaset cekemedigim dönemlerdir. Cok siki birkontrol ve disiplin altindaydik ki zar zor su programlari ancak seyrediyorduk.. Simdi benim ve bu dönemin cocuklarinin Sam Brown'u sevmeme, ona tapmama, bakip bakip ic gecirmeme sansi var midir ? Mümkün mü böyle bir sey.. Secim dediginiz sey bizim icin toplamda Mory Kante'nin Yeke ke'siyle Sam Brown'un Stop'u arasinda bir seydi.. Ya öyle olmadi böyle'dir. arasi yok, A ya da B. Formel mantigin henüz gecerliligini en azindan bizim üzerimizde yitirmedigi zaman dilimleridir.. Her türlü deney üzerimizde mümkündü ve acilmamis kutu gibiydik, ne verirsen onu alirdik cunku yerimiz coktu bizim.. Koca bir hafizaya üc klipten ve asagida da görülecegi gibi üc dakikalik özet görüntülerden calabildigimiz bir kac futbolcuyu yayiyorduk.. Simdi benim yirmi milyon kareye böldügüm hafizada futbolun yeri her seye ragmen ne kadaridir ya da müzigin, sarkilarin.. dolayisla tutku tarif edilemez bicimdeydi.. Günümüz veletlerin böyle bir seceneksizligi ve tutkusu olamiyor haliyle..
Avrupa'dan futbol da vardi.. Maradona'yi beklerdik gol atti mi yine diye, Kubilay Türkyilmaz, Avrupada üstelik o dönemin en iyi ligi olan Serie A'da oynayan tek türk ismi olan futbolcuydu ve bir de Anders Limpar..
Bizim defans ve hatta gol atamayan futbolcuyu sevme sansimizin olmadigi zamanlardi.. Bir ihtimal süper kurtarislari yapan kalecilere ilgi duyabilirdik o üc dakikalik görüntülerde ama kahramanlarimizin büyük bir kismi muhtesem gollerin adamiydilar.. Misal Limpar'in da videoda görülen o muazzam asirtmasidir yakin takibe aldiran.. Sonrasi önemli degil, ne kadar basari gösterdigi.. Iste sevdigimiz futbolcu oydu.. Andreas Möller sonraki dönemimin yildizidir.. Bir zaman sonra yavas yavas farkina vardigim ve fakat tasvip etmedigim karakteri beni ondan sogutmamistir.. Limpar, belki de yabanci olarak "aha bu benim adamim" dedigim ilk futbolcuydu.. Müzikteki New Kids on The Block'un Step by Step'i gibi lakin burada mesafe cok acilmamistir ilerleyen zamanlarda..
Bir baska ilginc nokta sanirim sudur. O dönem seyrettigim ilk NBA action programinda haftanin ya da ayin caylagi ya da bir seyi Michael Jordan'di. Acaip sevdik de yalniz degildik bu konuda.. Herkes sevince biraktik.. Bu da ilginc.. Daha sonra biraz da o dönem oynadigimiz pozisyon itibari ile yakin iliski kurdugumuz John Stockton yerini aldi Michael Jordan'in.. Ve o müthis Utah-Chicago final maclarinda biz hep Utah'liydik.. 8 yildir öyleydi finale cikinca da öyle oldu ama sanirim ülkede o dönem Utah'i destekleyen tek insanogluyduk.. Bu dönemi biraz daha iyi tasvir etmek gerekirse Detroit-Portland finallerinin dönemidir(Portland'i tutuyorduk) .. Isah Thomas,Drexler filan.. Oyuncu secimi ve ona olan tutku bir sekilde karakter cizmekle esdeger bir durumdu. Farkli olma hissiyati ya da pek cok etken söz konusu bu secimlerde belki ama onlara olan tutku ise tarif edilemez bicimdeydi..
Söyle bir baktigim vakit Futbol konusunda degisim cok buyuk ölcüde olmadi. Ben hala yari Arsenalli ve düne kadar Stockton'dan dolayi Utah'li bugün de Okur'dan dolayi..
Son olarak su kesindir ki o dönem futbola, futbolcuya, müzige olan tutku su zaman ile kiyasa sokulamayacak ölcüde cok cok fazlaydi.. Yukarida da deginildigi gibi baska bir seyimiz yoktu. Alan genisti. Cok büyük yer kapliyorlardi.
Misal baska acidan benim kadar yetenekli, benim kadar futbola ilgisi olan kardesime bana verilmeyen "futbolcu olma" sansi da verilse de benim kadar ilgili dahi olsa futbola bagli kalamadi, pesinden kosamadi cunku zordu.. Play Station'u var, Bilgisayari var, Cep telefonu var, onu var bunu var ve futbola cok da zamani olamiyor.. Bizim günde yaptigimiz sekiz mac ve bekledigimiz cuma aksamlarinin vazgecilmez programlari Müzik Yelpazesi ve Avrupa'dan futbol o dönemki yasamin tamamini kapliyordu.. Belki bu yüzden belki de baska baska nedenlerden böyle kazinmis hafizaya , silinmiyor..
Ben yillar sonra dinlemis olmama ragmen neden sözlerini hala ezbere biliyorum, onu düsünüyorum. All That She Wants.! Digerlerinden farki neydi diye bakiyoruz söyle bi.. Asagi yukari informer zaman dilimleri.. Diskoya yas tutmuyor, kacak giriyoruz alamanyalarda.. Bu sarki her yerde. Bugün üst üste cok dinledim ve siradan bir pop sarkisi ile arasinda ne gibi farklar var baktim, bulamadim.. Her yeri sarmisti bu sarkinin melodisi diye belirtmeme gerek yok sanirim.. 15 yillik sarki olsa da on bes yasindaki insan dahi anasinin karninda yeteri kadar dinlemistir anadolunun ücra bir kösesinde dünyaya gelse dahi.. Öyle etkiliydi, öyle de bikmisim bugün bile sonuna kadar tahammül edemedim. Arkasindan cikardiklari Signs daha güzeldi, onu dinledim, bunu da size biraktim..
Biraz daha eskiye gidelim.. Toplamda bir evrim ve dönüsüm söz konusudur.. Hem yerli ve ayni zamanda yabanci müzik konusunda degisim sürecleri filan vardir.. Isin yabancisi iste budur ve ne kadar garip olursa olsun Emrah'in boynu bükükleri kasedini bekleyen cocuktan daha az ivmeli bir degisim gecirmisimdir mevzubahis konus yabanci müzik oldugu zaman.. Simdi böyle bir ayrim bile komik kaciyor. Ilk dinledigim müzik grubu belki de dinledigim ilk yabanci sarkidir Step by Step..
Ilkokul siralarinda yanimdaki velet ile bu grubun hayranlari arasindaydik. Hayir o da erkek benim gibi. Yok sinifdaki kizlarin gözüne girmek icin böyle dangaliklar pesinde kosmadik basbaya hayraniydik.. Donnie vardi Mark Wahlberg'in abisidir, en cok onu severdim. Yanimdaki insanoglu da joe'yu.. Yok abi cinsel tercihlerimiz filan da normalde öyle ekstrem bir durum yasanmadi ama iste önemi büyüktür bu grubun.. Arkasindan Take That cikti yas biraz daha ilerlemis olmasina ragmen o gruba hayran olmadik ama müziklerini dinlemisimdir ki ordan cikan Robie Williams vardir hala piyasada.. Misal cikis parcalari "Pray" ya da karda kista cektikleri klip ile biraz daha anlamli olmus sarki "Babe" filan listemde olan sarkilardir.. Liste yapip kasetciye gidip karisik kaset cektigimiz .. dedim de vay.. Yaslanmak iste budur baska bir sey degil.
Baska acidan baska sansimiz yoktu aslinda. Ilk defa yedi-sekiz yaslarinda Almanya'ya gitmisim yaz tatilinde.. MTV denen kanal daha Almanya ile beraber üc ülkede filan yayimlaniyor sadece.. Onun her cuma yayimladigi TOP 20'si her seyi belirliyordu.. Hani bir tarafta Janis Joplin diger yanda Take That yoktu.. Ve benim almanyada dinledigim müzikler yaklasik alti-yedi ay sonra ülkeye ayak basiyordu.. mesele de bunlardan ibaretti.. En az MTV top 20'si kadar unutulmaz olan bir baska program daha vardi mesela.. Müzik Yelpazesi ve Sezen Cumhur Önal.. Avrupa'dan Futbol bir derim Müzik Yelpazesi iki. Ufkumuzu genisleten seyler bunlardi o dönem ve ordan cikanlar da yarina kalsin..