5 Kasım 2011

Ferguson Farkı!



Alex Ferguson'un 25.Yılı.. Şuradan başlamakta yarar var.

Ben size onun farklılığını David Beckham'ın üzerinden, kitabından anlatayım.

Özet geçmek gerekirse David Beckham Londra doğumlu bir Manchester fanatiğidir. Dedesi Spurs'a gönül vermiş ve bu yüzden hem evden uzaklaşmaması adına hem de babası nedeniyle annesi de hali hazırda seçmelerine katıldığı Tottenham'da kalmasını istiyor, babası ise zaten bir Mark Hughes ve Manchester fanatiği bir adam.. David'in fanatikliği de buradan geliyor ve öyle ki Tottenham antrenmanlarına Manchester formasıyla gidecek kadar.. 13 yaşına geldiğinde onu Manchester temsilcisi Malcom Fidgeon onu izleyip davet ediyor, evde fırtına kopuyor, bekımın en büyük hayaliydi bu.
.......................................................................

"...Manchester'a gittim.Manchester'da bir kaç gün ya da bir hafta boyunca kalmak, sabahtan akşama kadar futbol konuşmak çok hoşuma gidiyordu. iyi bir izlenim bırakmak için her şeyi yapıyor ve elimden geldiği kadar çok çalışıyordum. Sonunda benimle bir sözleşme imzalamak istediklerini söylediler. Bir akşam bizim evde telefon çaldı ve telefonu babam açtı.Bir iki dakika sonra yüzünde sanki duyduklarına inanamıyormuş gibi bir ifadeyle içeri geldi.Elbette bu benim olduğu kadar onun da hayaliydi.

"Arayan Alex Ferguson'du."

Bütün sesler kesildi.

"Seninle tanışmış olmaktan memnun olduklarını, yeteneğinin olduğunu ve karakterinin senin,benim ve annenin eseri olduğunu söylemek için aramış."

dahası da vardı.

"Senin tam bir Manchester United'in aradığı tipte bir çocuk olduğunu söyledi."

Kariyerimin şekillenmesinde en önemli etken olan adamla ilk temasım böyle oldu.. "
(Benim Hikayem, David Beckham, Syf 32)
................................................................................
Beckham 13 yaşında iken henüz kararını vermemişti. Tottenham ve Manchester.. Her ikisi de onu sözleşme için çağırıyor ama nasıl bir sözleşme? Kim ne kadar değer veriyor, nasıl bakıyor? Tottenham aslında en olağanıydı zira şehir değiştirmeyecek efendim hali hazırda seçmelerine katılmış, antrenmanlarına gidiyor ama diğer tarafta da Manchester.. Tottenham'ın o zaman başında bulunan isim Terry Venables ile Barça gezisinde tanışmıştı da.. Lineker, Venables ile beraber fotoğraf da çektirmişlerdi. Ferguson da aramıştı, sonrasında da yakın ilgi göstermişti. İkisi arasındaki farkı şöyle anlatıyor David Beckham..



".... O zamanlar Tottenham'ın menajeri olan ve İspanya'dan gelmiş olan Terry Vanables'le benim ve babamın buluşması bana kafamdaki soru işaretlerini arttırmış gibi geldi. John Moncur bizi Terry'nin ofisine götürdü.Sahneyi hala gözümde canlandırabiliyorum: Terry yere kraker ya da fıstık gibi bir şeyler düşürmüş ve almak için koltuğundan halının üzerine eğilmiş, onları toplamaya çalışıyordu. Kafasını kaldırıp bana baktı:

"Eee John, bu genç çocuk hakkında bana neler söyleyeceksin ?"

Beni barcelona'dan hatırlamamasına kafamı takmadım, ona sanki yüzyıllar önce gibi gelmiş olmalıydı. Bir kaç yıldır Spurs'de çalışıyor olduğum halde menajerin benim kim olduğumu gerçekten bilmediği hissine kapıldım.Manchester'a gittiğim zamanları düşünmekten kendimi alamadım.Alex Ferguson beni gayet iyi tanıyordu. Onların anne babalarını, erkek ve kız kardeşlerini tanıyordu. Bu bana geleceğim için önemli bir şeymiş gibi geldi.United'da her zaman kendinizi ailenin bir parçası gibi hisserdiniz.

Spurs bize altı yıllık gerçekten çok cömert bir teklifte bulundu. İki yıl okul takımında, iki yıl altyapıda, sonra iki yıl da profesyonel olarak oynamak üzere.Birden aklıma bir düşünce geldi: 18 yaşıma geldiğimde bir Porsche kullanıyor olabilirdim!

"Ee David,Tottenham'la sözleşme imzalamak ister misin?" diye sordu Terry sonunda.

Babam bana baktı.Hiçbir zaman benim adıma karar vermezdi. Derin bir nefes aldım:

"Düşünmek istiyorum, Bay Vanables."


2 Mayıs 1988 günüydü ve benim on üçüncü doğum günümdü. United Wimbledon'da oynayacağı maç için Manchester'daydı ve Alex Ferguson da bizi bekliyordu.

" Merhaba David.."

Bu adam beni biliyordu. Ben de onu biliyordum. Ve ona güveniyordum.Annem ve Babam da öyle.Üzerimde bu görüşme için özel olarak aldığım spor ceketi vardı ve United da bana kırmızı bir kulüp kravatı verdi., günün geri kalanında da bu kravatı taktım.As takımı oyuncularının maçtan önce yemeklerini yedikleri salonda öğle yemeği yedik, hatta bir doğum günü pastası bile vardı. Ama canım pek bir şey yemek istemiyordu.Saat 17:30'da maçtan sonra Bay Ferguson'un ofisine gittik. Alex Ferguson odasında kulupte altyapıdan sorumlu Les Kerschaw'la birlikteydi. Malcolm Fidgeon da oradaydı. Her şey çok basitti.United benimle sözleşme imzalamak istiyrodu ve patron da teklifi yaptı.

"iki, iki ve iki yıllık bir sözleşme yapmak istiyoruz "

(buradaki ayrıntı Spurs'un sözleşmesinden eksiği olmamasıdır)

O anda başka bir dünyadaymış gibi görünen babama baktım.Bu anı benden bile uzun zamandır bekliyordu. Alex'in az önce söylediklerini tam olarak anlayamadığını görebiliyordum. Ama ben duymak istediklerini duyduğumdan emindim.: İki, iki ve iki, White Heart Lane'de bana yapılan teklifteki gibi toplam altı yıl.Detayları beklemeye ihtiyacım yoktu.

"İmzalamak istiyorum"

Ve işte o zaman dolmakalem çıktı.Ne kadar sürmüştü? Bir dakika mı? Fark etmez.Bu sözleri söylemek için on yıl boyunca beklemiştim.(Benim Hikayem, David Beckham, Syf 37-38)
.................................................................

Manchester'a çağrıldığında David ile ilgileniyor ferguson diğer her çocukla olduğu gibi. Orada David ona dolmakalem hediye ediyor ve Ferguson da ona şöyle diyordu:

"David, bunu saklayacağım ve sözleşmeni bununla imzalayacağım"

işte sözleşme anında çıkan dolmakalem budur..

Sorry!



Çok yakın iki arkadaş.. Birbirleri ile karşılaştıkları vakit maç öncesi bunlar Ferguson'un bürosunda çay içerler, artık bu ayine dönmüş durumda. Daha geçen oynanılan Manchester derbisine de yine Hitzfeld gitmiş ve yine maç öncesi çaylar gelmiş. Her zaman çay değil diyor.. Akşamları buluştuklarında da kırmızı şarap her ikisinin de tutkusu.

1997'de Dortmund ile Ferguson'u eledi Hitzfeld. 1999'da da grup maçlarında beraberliklerle ayrıldılar ama tam anlamıyla dost oldukları zaman 1999 Şampiyonlar Ligi finalinin gecesiydi. 2001'de de o malum gecenin intikamını Bayern her iki maçta da Manchester'i yenerek almaya çabalıyordu ama oyuncuların sıklıkla belirttiği gibi ne Manchester'i elemek ne de Şampiyonlar Ligini almak o acıyı unutturuyordu.

Bayern için inanılmaz acıydı o gece. Beckham dahi sonradan bu finali izlediğinde Bayern'lilerin yüzündeki acı ifadeden çok etkilendiğinden bahsediyor..

Maçı biliyorsunuz. Bayern golü buldu ve doksan dakika boyunca bastırdı, pozisyon vermeden rakibine yüklendi, direkten döndü topları ve son dakikada iki korner ile Man U fişi çekti.

Hitzfeld anlatıyor..

"Maç sonunda o basın toplatısını bitirmiş, ben de diğer taraftan Nou Camp'ın o ince dar yolunda ilerliyorduk. O bana ben ona doğru.. Karşılaştığımızda konuşmadan birbirimize baktık. Bana kollarını açıp sarıldı ve "Sorry" dedi. İşte bu uzun süreli gerçek bir dostluğun başlangıcı oldu"

"Bayern bizim için tehlikeli bir rakip "



Tam Alman bir gazeteci gibi manşeti çaktım posta. Oysa umrumda bile değil bu demeçler zira Alman medyasıyla röportaj yapanın klişe demeçleri. Gerçi Ronaldo buranın futboluna o kadar uzak demeçler verdi ki Xavi ve Messi ile anlıyoruz ki Bundesliga sadece Ronaldo için uzak..

Bild röportaj yapmış Messi ile.. Barça harici bir kulupte oynamayı düşünür müsünüz sorusuna çok net yanıt veriyor. Yaşamım boyunca burada oynamak üzere hayatımı planlıyorum. Ancak kendimi bu kulup için yeterli görmez ya da kulup beni istemediğinde başka bir takımı düşünebilirim diyor ki sorunun içerisine para da girse Messi için bir şey ifade etmiyor bu ayrıntı. Kısa ama güzel sorular sorulmuş.

- Siz sadece dünyanın en iyilerinden birisi olarak değil aynı zamanda en zekisi olarak da anılıyorsunuz. Zeka antrenman ederek kazanılabilir bir şey midir ki?

Zeki olmak nedir ? Doğru kararları alabilen insanlara zeki diyoruz. Unutulmamalıdır ki ben saha içerisinde doğru noktada olup doğru hamleyi yapmak için her gün çalışıyorum.

(Burada aslında zeki işlerin yapılmasında çalışmanın önemine vurgu yapıyor ki çok da doğrudur bu)
-Performansınızı nasıl ölçüyorsunuz ?

Oynadığım her maçın sonrasında o doksan dakikayı bir daha izliyorum yanlışlarımı bulmak adına.. Sonrasında da Guardiola'yla performansım hakkında konuşuyoruz.

-Tam anlamıyla Dünya yıldızı konumundasınız. Futbolun dışında bir isteğiniz var mıdır?

Elbette.. bazı anlar oluyor ki sokakta sıradan bir insan gibi gözetilmeden dolaşmak istiyorum..

4 Kasım 2011

Lucien Favre..



O Bundesligaya ayak basmadan İsviçre'nin tozunu atıp geldi. Kazandığı iki şampiyonluk bir yane iki kez yılın antrenörü seçilmesi.. Hertha Berlin ile şampiyonluk mücadelesi verecek kadar başarılı oldu. Son sezonunda takımıyla beraber dibe vurdu. Belki onu diğerlerinden farklı kılan 13 yıl aralıksız çalışmanın sonucunda ara verdiği zaman kurslara gidip kendisini geliştirmesi. Antrenörlüğünü, yabancı dilini.. Arkasından tüm Almanya'nın çoktan düşürdüğü ligin son sırasında yer alan Mönchengladbach'ı kümede tutması bir yana aradan geçen 180 gün içerisinde ligin zirvesine çıkarması üstelik transfer filan da yapmadan..

Detaycı.

Sportbild'e verdiği röportajın içerisinde muhabir onu ters köşeye yatırmak istiyor ama bakın nasıl sonuçlanıyor..

-Sizin için analizci ve detaycı derler.. Küçük bir test yapalım. Bu sezon takımınız yakaladığı pozisyonların yüzde kaçını değerlendiremedi ?

-80. Bu oran çok fazla.. Yakaladığımız pozisyonların toplam sayısı 57. Sadece Bayern bizden daha fazla..

Etkileyici değil mi?

Akabinde hangi teknik adamı daha yakından takip edip neyi nasıl yaptığını yakından görmek istersiniz gibi bir soruya verdiği cevap ise Guardiola. 1993 yılında 15 gün Johann Cruyff'ün yanında staj yapmış, çok fazla etkilenmiş. Onu en çok etkileyen hocaların başında da Almanya'nın ve aslında bizlerin de çok tanımadığı Lorient teknik direktörü Christian Gourcuff. Küçük bir şehir ve kulup ama onun orada yaptığı antrenmanlar inanılmaz diye devam ediyor.

İlginç gelen bir başka nokta ise İsviçre'de çalışır iken video analizlerini eşi ile beraber yaparlarmış. Burada elbette bu işi profesyoneller yapıyor diye devam ediyor.

Reus Hakkında ?

"Bugüne kadar çalıştığım futbolcular arasında en iyisi. Ofansı iyi olduğu kadar defansı da güzel. Onun kafası çok hızlı çalışıyor, her şey burada başlayıp bitiyor. Onun belki de en önemli özelliği futboldan anlıyor olmasıdır. Potansiyeli çok ama çok fazla. Uzun süre burada kalmasını istiyorum ama elbette karar verecek olan odur, ben sadece teknik direktörüm. İnsanlar onun burada kalmak istediğini henüz algılayabilmiş değil.Yine de zaman ileride bize neyi gösterir onu bilemem. Şu anki durumda gelişimi için en iyi kulup burası.."

Hafta sonu eski takımı Berlin'ın karşısına çıkacak. Nerden baksan onun için özel bir karşılaşma..

Lucien Favre ve Mirko Slomka'nın takımları (Gladbach ve Hannover) teknik adamın kurguladığı ve başardıklarıdır. Bu iki takım da transfer yapmadan yönettiği takımlara sınıf atlatmayı başarabildi. Özellikle defansif stratejileri bence yakından takip edilip kopya edilesidir..

Neden her zaman o ?



O bildiğimiz organizasyon bu sene de Balotelli'yi hedefe koymuş. Edenbridge'de düzenlenilen festivale yaklaşık 10-15 bin arası katılım var. Bu Balotelli figürünün boyu yaklaşık 10 metre.. Benzetebilmişler mi ?


Hemen hemen aynısı diyebiliriz. Biraz daha yakından bakarsak "Süper Mario" sapkası da görülecektir.



Geçen sene de Wayne Rooney'nin üstelik 15 metre boyutunda karikatürize etmişlerdi.

3 Kasım 2011

"Bu senin için oğlum"



Yaşlanıyor muyum nedir böyle ? Sonradan doğru olmadığı yanlış tercümenin kurbanı olduğu açıklansa da Carvalhal yazısı etkilemişti beni. Yanlış olduğuna çok sevindim. Bugün TRT Spor'da Arda Turan'ın kaza yaptığı "son dakika" şeklinde yayını kesip girince o haberin içeriğini beklerken çekilen ızdırap çok kötüydü.. TRT ne olur bir daha bunu yapma, ailesi var, bizden çok sevenleri var, olacak iş değil bu. Lütfen.. Arda ve Carvalhal'da şanslıydım ama burada kurtuluş yok işte..

Doncaster Rovers - Middlesbrough maçı.. Doncaster'li oyuncu Billy Sharp'ın iki gün önce iki günlük çocuğu ölüyor. Doncaster'da menajer tanıdık bir isim:Dean Saunders.. Normal koşullarda oynamaması gerekir iken oyuncu bizzat Saunders'a gidip oynamak ve oğlu için gol atmak istediğini söyledi, ne yapabilirdim ki diyor Saunders..

25 yaşındaki Sharp maça çıkıyor Middlesbrough karşısında muhteşem bir vole ile golünü atıp formasını kaldırıyor yukarı doğru

"Bu senin içindi oğlum "

Normal koşullarda bilirsiniz ki bu dünyanın belki de en üzücü gol sevincinin karşılığı sarı karttır ama hakem burada dünyanın en güzel yanlışını yapıp kartına dokunmuyor bile..

Üstelik attığı gol öyle muhteşem bir vole ki kesinlikle oğlunun bunda bir payı var.. Şuradan izleyebilirsiniz golü.

Velhasıl futbol bu işte..

Schweinsteiger: 4-6 Hafta arası yok!



Bu muhteşem takımın pek çok oyuncusunu alsanız da değişen bir şey olmayacaktı ama bu isim Schweinsteiger olunca Bayern'in işi artık kolay değil. Oyunun merkezindeki adamı çekip alıyorsun ki en olmayacak adam sakatlandı.. Ameliyat olacak ve kısaca 2011 yılı Bastian için sona erdi..

Yerine kimi monte edebilir ?

Gustavo ve Timoschuk'un beraber oynaması ilk etapta düşünebilir ama ben David Alaba'nın burada devreye gireceğini düşünüyorum.Bir başka seçenek ise Robben'in dönüşü sonrası Kroos'un milli takımda olduğu gibi geriye çekilip Müller'in merkeze yerleştirilmesi sonrası kenara da Robben..

Ne olursa olsun mükemmele yakın olan bu takımın bu şekilde kan kaybetmesi hoş olmadı. Napoli'yi yendiler ama bu gece daha fazlasını kaybetti Bayern..

Gomez Rekorları!




Gomez 30 milyona transfer olduğunda bu blogun transfer haberi postunda çok fazla tartışma yalandı bunun üzerine. İnsanlara nedense onun çok ama gerçekten çok iyi bir golcü olduğunu anlatamadım. Bunun başlıca nedeni Stuttgart performansından -bugünlerden daha iyiydi- habersiz kalan Türk taraftarların Avusturya karşısında kaçırdığı golle onu hatırlamalarıydı.

İki futbolcu 30 milyon ve üzeri eder dedim yıllarca. Dzeko ve Mario Gomez..

Gomez asıl çıkışını Stuttgart'da yaptı. Buradaki performansına daha yeni yeni ulaşıyor. Belki Bayern'de daha skorer ama orada daha yetenek isteyen golleri atıyordu. Sağ,sol ceza sahasının dışı ya da içi farketmiyordu ona.. Bugünkü Reus gibi pozisyon olmadan gole kavuşabilecek beceriyi gösteriyordu sahada ama Gladbach'ın yetenekli gencinden farkı dokuz numaraya dair ne varsa onda vardı. Kafa,pres, sezgi, takipçilik, son vuruş becerisi, her iki ayağını kullanma v.s..

Bugün 17.resmi maçında 19.golünü attı. Napoli'yi tek başına dağıtır iken kaçırdıklarını da buraya eklediğinizde muazzam bir maç çıkardı.

Bu adam golleri atar iken Şampiyonlar Ligi, Milli takım ve Bundesliga ayrımını yapmıyor. Almanya analizinde de belirttiğim gibi Gomez bu, atıyor, durduramıyorsun..

Şampiyonlar Liginde bugün 17.golünü attı. Michael Ballack'a ait olan 16 gollük rekoru da tarihe gömdü. Almanların bu ligde en fazla gol atan oyuncusu artık Mario Gomez! Yine bu ligde ikinci kez hattrick yaptı ve bu da Almanlar içerisinde bunu başaran tek oyuncu yapıyor onu.

194 Bundesliga maçında 113 gol.. 29 şampiyonlar ligi maçında 17 gol.. 21 DFB Kupası maçında 19 gol.. 12 Avrupa Şampiyonası eleme maçında 8 gol.. 14 UEFA kupası maçında 8 gol.. 23 Dostluk maçında 14 gol..

Demem o ki yüzde 50'nin altına düştüğü hiçbir kategori yok.. Tam da istediğim tarzda bir golcü zira dokuz numara olduğu gibi modernleşen futbolun dışında kalamayacak kadar oyunun ieçrisinde.. Allah daha daha...


Bunu da 11Freunde yakalamış.Bayern'in Napoli'ye attığı ikinci gol tam bir Bundesliga logosu gibi..

2 Kasım 2011

Süper Mario!



Yetenek değil mi ? daha 1992 doğumlu olmasına rağmen Arsenal 40 milyon verdi ve daha da ötesi bu kabul edilmedi. Siz düşünün gerisini..

Nedir onu özel yapan?

Yetenekli, bu kesin. Sokak futbolcusu tanımına uysa da sokakta futbol oynamadı. Neredeyse 15 yaşından bu yana her yaş kategorisinde birbirlerinden farklı teknik adam ile çalıştı. Öyle ki o sokak futboluna ona yakın teknik adam üzerine şekil vermek için çaba harcadı.

Bugüne kadar 36 pozisyon hazırladı. Ligin en iyisi iken bu oran Götze'nin kırmızı karttan dolayı iki maç oynamasına rağmen bu sayıya ulaştığını belirtelim. Dahası oynamadığı iki maçta da Dortmund puan kaybetti. Bitti mi ?

Almanya'nın en çalışkan oyuncusu Müller'dir. (Schürrle de inanılmazdır) Ve Thomas Müller maç başına 10.9 km koşar. Peki Götze ? 11,7 km! Dahası ofansif bir oyuncu olması ve o bölgede oynamasına rağmen ikili mücadele kazanma oranı yüzde 46!! (yine Müller yüzde 43) Gerek Mesut gerekse de David Beckham çocukluğunda kendilerinden büyük insanlarla maç yapmasının avantajını gördüklerini çok kere söylediler. Götze için de bu geçerli. 17 yaşında Bundesligada oynamaya başladı ve çok öncesinde başladı kendisinden yaşça ve fiziksel olarak çok daha gelişmiş insanlarla oynamaya..

Bir anda, çok kısa bir süre içerisinde Mario Götze fırtınası esti. Geçen senenin başında burada işlenildiğinde tek bir allahın kulu (almanlar dahi) isminden bi haberdi. Özellikle Brezilya maçı inanılmaz bir övgü korosu başladı. Götze diyor ki artık beni minumum iki kişi tutuyor, herkes çok daha sert giriyor v.s. Bu sene onun için yeni bir sınav.. Buradan da çıkarsa işte büyük futbolcu olacak yolun yarısını da aştı.

Transfer olacak mı ?

Bayern'e gitmem demiyor, bilemem diyor. Olabilir diyor ama daha gelişmesi gerektiğini ve eğer "Dortmund ilk dörtdün içerisinde olursa" burada kalacağından bahsediyor. Yani transfer olması için koşullar ancak onu şampiyonlar liginden ayırırsa ancak.. Barcelona,Real Madrid,Arsenal,Man U, Man City gibi takımlara gidebilir.. Büyük söz etmiyor, her şey her an olabilir diyerek de transfere pencere açıyor aslında..

Geleceğinden ziyade geçmişi çok güzel bu oyuncunun.. Dolayısla yolu açık ve karakteri de futbola oldukça uygun. Birilerinin yönlendirmesine gerek yok zira bebe yaşından bu yana spora ait ne varsa hemen hemen bütün tavsiyeler ona verilmiştir, tam anlamıyla yeni neslin en yetenkli futbolcusu konumunda.. Hayırlısı!

Benim ve Beckham'ın Hikayesi!



Babam Ted, yerel Orman ve Bölge Ligi'nde yer alan Kingfischer takımında oynardı. Biz de annem Sandra, ablam Lynne ve o zamanlar daha bebek olan kardeşim Joanne'le birlikte onu seyretmeye giderdik. Babam, Mark Hughes gibi oynayan ama ondan daha sert bir santrafordu. Leyton Orient takımının seçmelerine katılmış ve bir kaç yıl da Finchley Wingate takımında yarı profesyonel olarak oynamıştı. Sürekli ofsayta düşse de iyi bir oyuncuydu. (Ofsayt kuralını öğrenmem bir hayli zamanımı almıştı; Babamınsa bu kuralı öğrendiğini hiç sanmıyorum) onu izlemekten büyük zevk alırdım.Oyundaki her şeyden zevk alırdım ve futbol oynamanın onun için çok şey ifade ettiğini bilirdim.Bana koçluk yapmaya vakit ayırmak için düzenli olarak futbol oynamayı bıraktığını söylediği zaman sekiz ya da dokuz yaşındaydım ama daha sonra bu konuda hiç konuşmadıysa da bu fedakarlığın onun için ne anlama geldiğini çok iyi anlamıştım("benim hikayem", David Beckham, Sayfa 17,)



Babamı futbol oynarken hiç görmedim çünkü o Almanya'da ben Türkiye'de yaşıyordum. Anlatırlardı onun nasıl adam geçtiğini.. Misal beş tane adamı geçip yerinden bir santim dahi kıpırmadığından sık sık bahsedilirdi. Yusuf Şimşek misali yürürken değil dururken adam geçen, yetenekli ama takıma faydası çok da fazla olmayan futbolcu olarak tarif edilirdi. Almanya'da da oturduğu kasabanın futbol takımına girmiş ama ben onu yeşil çimlerin üzerinde bir kez olsun göremedim. Takımla çekilmiş fotolarını gördüm albümlerde sadece..Açıkça söylemek gerekirse çocukluğumda en çok merak ettiğim konuların başında bu geliyordu. Bazen garajdan arabasını almaya doğru giderken bizim topumuz önüne düşerdi ve ayak içi bir plase atardı, o bilmezdi ama ben o topun tekrar onun önüne düşmesi için neler neler vermezdim ?



Yedi yaşımdan beri babam beni evimizin yakınında bulunan North Circular Road'un oradaki Wadham Lodge adlı yerde Kingfisher takımının hafta içi akşamları yapılan antrenmanlarına götürürdü.. ..dahası serbest vuruşları burada öğrendim ben.Herkes işini bitirip sosyal kulube gittikten sonra, yalnız başıma ceza alanın hemen dışında durup kaleye şut çekerdim.Top kale direklerine her isabet ettirişimde babamdan 50 peni fazla harçlık alırdım.Bir de babam sırtımı sıvazlardı ki bu en az harçlık kadar önemliydi.



Erbendorf beş bin kişilik bir köy. Türklerin kaldığı birbirlerine yapışık fabrikanın tam karşısında annemim ve o zamanlar babamın da çalıştığı fabrikaya ait apartmanlar vardı. Önünden geçen yolun biraz ilerisinin sağında kasabanın maç yaptığı fileleri olan kaleleri çok büyük bir çim saha vardı. İki kale direği arası biz çift kale maç yapardık, o derece büyük gelirdi. Kasabanın takımı orada antrenman yapardı. Yazları geldiğimde lisansım olmamasına rağmen onlarla beraber idman yapmama izin vermişlerdi, hafta içi iki gün. Bunun için yaşıyordum ben tüm haftayı lakin yalnız başıma. Babam futbol oynamamdan nefret ederdi. Dokuz aydır beni görmemesinin verdiği yabancılıkla ilk başlarda yasaklayamadı ama sonrasında terlememi bahane ederek her şeyim olan antrenmanlara gitmem yasaklanmıştı. Ben her şeye rağmen gizli gizli gider ve eve gelmeden elinde havlularıyla ablalar beni beklerdi zira ne yaparsam yapayım terlemekten kurtulamıyor ve her seferinde yakayı ele veriyorduk..



"Bir keresinde , topu benden almak için birisi ayaklarıma dalmıştı ve babam da bundan hiç hoşlanmamıştı ama her zaman olduğu gibi ikili mücadelelerde yere düştüğümde ayağa kalkıp oyuna devam etmemi söylemişti. Ara sıra böyle sertliklere maruz kalabileceğimi hatırlatarak beni uyarmayı da ihmal etmemişti.Eğer bütün akşam ortada dolanıp gördüğü bütün oyunculara bana sert girmemelerini söylerse orada bulunmamın hiçbir anlamı kalmazdı.."(syf 18)

"..formalarımzı yıkayan, bizi arabalarla oradan oraya götüren,bizimle birlikte seyahatlere çıkan ya da para toplayan ailelerimiz de bu işin içerisindeydi.Takım altı yıl boyunca birlikteydi ki bu ailelerimizin de o kadar zaman birlikte olması anlamına geliyordu.. ..takıma para toplamak için aileler akşam yemekleri ve cuma dansları organize ederlerdi.Antrenmanlara beni babam götürdüğü halde, kuaför olan annem de bana ve futboluma en az babam kadar zaman ayırmıştır.Araba kullanabilen tek anne oydu ve eğer bir yere minübüsle gidilecekse araba kullanma işi hep ona kalırdı.Babam işte olduğu zamanlar olmam gereken zamanda ve doğru çantanın içindeki doğru eşyalarla birlikte yanımda annem olurdu " (syf 24)





Yurtta vakit çoktu ben buna bağlıyorum. Sadece sıradan birgünün içerisinde dört-beş maç olurdu en az.. Babamdan gelen yetenek de söz konusu, mümkün. Lakin oynadığım "D gençler" de açık ara en iyisiydim. Öyle ki o topsuz antrenman sonrası yapılan çift kale maçında karşı takımın tamamını geçip minyatür kalelere golleri atıyordum ve beni bir kez olsun babam izlemedi. Diğerlerinin babalarından da yanlışlıkla birisi diğerini geçtiğinden ya da çocuğun ayağına top oturduğunda çıkan bravo sesleri hocanın düdüğünü dahi bastırıyordu. Nedendir bilmem futbolu çok seven babamın bir kez olsun beni izlemesini o kadar istiyordum ki iki bilemedin üç antrenmanı feda ederdim bunun için ama mümkün değildi. Sadece bir kez geldi o da antrenman bitişine denk geldi. Antrenörle konuşup beni bir daha almamasını söylemiş, eve geldiğinde bana bunu söyledi ve umarsızca antrenörün "oğlunuz çok yetenekli, yapmayın ne olur " diye söylediğini de ekliyordu. Bağırdım.. Öyle bir bağırdım ki benim hatırladığım ilk ve son tokatı yemem dahi beni durdurmadı. Garip gelecek ama böyle kızdığım zaman gözüm kararıyor ve tüm korkularım gidiyor birden, çocuk yaşımda üzerine gidiyordum babamın ve bağıra bağıra şunu söylüyordum " Gideceğim oraya ve sen karışamazsın!!!" Artık ağlamanın da verdiği güçle onu deyim yerdeyse korkutmuştum, şaşırıyordu sanırım bu gibi durumlara ama o hali hazırda o dönemlerde bir oğlan çocuğu babalığına da pek alışkın değildi. İki ablam ve anneme pek benzemediğim kesindi..



" oynumdaki bütün güçlü yönler babamın bana 20 yıl önce parkta öğrettikleridir"



"..futbola olan bütün yeteneğim ve ilgim babamın kafasında ben doğmadan önce kendi yaşayamadıklarından oluşan oğul profilinin gerçekleşmesi adına beni altı yaşında gönderdiği yatılı okulun içerisinde allahın her günü futbol oynamak zorunda kalmamın sonucu oluşmuştur"



Annem ve babam futbolu ne kadar sevdiğimi biliyorlardı. Eğer bir şekilde maç yapma fırsatı çıkarsa benim oynayabilmem için ellerinden geleni yapıyorlardı.Maç da olsa koçun gözetiminde bir çalışma da olsa elime geçen fırsatı kullanıyordum.Bütün özel futbol okullarına gidiyordum.



Futbolu ne kadar sevdiğimi o günün sonunda yaşanılan tartışma sonucunda iyice öğrenmişlerdi. Sabah gidip akşam gelen insanların beni kurallarına boyun eğdirme şansı çok fazla yoktu. Sadece yapabildiği tek şey gücü olduğu halde bana forma,krampon gibi şeyleri almamakla sınırlı kalıyordu.Maçlarda oynamadığım için forma sorun değildi de kramponsuz tek insan olarak yine de antrenmanlara gidiyordum ama lisansım olmadığı için hafta sonu yapılan maçlardan uzak duruyordum. Öyle acı veriyordu ki asla ve asla onları izlemezdim. Bir Cumartesi günü babamın konuştuğu teknik direktörümüz evimize geldi. İki yaş büyük kategori olan "C Gençler" için yapılacak maça eksik oyuncu nedeniyle beni oynatmak istiyordu üstelik lisansım olmadan.. Babam önce krampon almam, formasını almam filan dedi ama ablama yalvar yakar ne olursa olsun geleceğimi hocaya bir şekilde anlattım. Bizzat teknik direktör bana krampon, forma v.s. her şeyi temin edeceğini söyleyerek cumartesi maça beklediğini iletti.

Hayatımda oynadığım ilk ve tek resmi maçtır. Maça hazırlanmak için kendimi çok fazla yıpratmamın yanı sıra duyduğum heyecan bir şekilde beni saha içerisinde görünmez kıldı. Her şeye rağmen sol koridorda bir kaç adamı dizip çizgiden yüzde yüzlük bir gol pozisyonu hazırlasam da bunun dışında sahada yoktum. Heyecandan önümü göremiyordum ki.. Başta fizik olarak ezildim onların arasında ama yine de doksan dakikayı çıkardım. Çok az topla buluşmama rağmen öyle yoruldum ki bu koşmaktan mıdır heyecandan mı bilemiyorum. Beklediğim gibi olmadı belki ama o heyecan, o forma ile maça çıkma, kenarda bekleyen anne-babalardan oluşan hatrı sayılı kalabalık.. O pozisyon içerisinde hemen herkesin alkışlaması, heyecan belirtileri.. tek tek hafızaya kazındı.

Babam haliyle gelmedi. Kenarda tanıdığım bir kaç insanın her şeye rağmen o pozisyonu babama anlatmasını bekliyordum. Anlatılsa dahi bunu ben yine bilmeyecektim ama anlatıldığını düşünerek kiralık formayı, kramponu verip evin yolunu tuttum..

1 Kasım 2011

Skibbe ve Eskişehir!


Bild üç günlüğüne onun yanında bulunmuş, gözlemlerini de aktarmış. 650 bin nüfuslu 70 bin öğrencili Eskişehir'i de kısaca tanıtmış ve onlar da almanlara bugünkü sayısında bu bilgileri aktarmış.


Frankfurt'da bir milyon alır iken burada iki buçuk milyon net aldığı ayrıntısı önemli. Elbette düzenli bir şekilde ödeme yapılmıyor ve Haziran ayından bu yana çalışmasına rağmen daha ilk maaşını yeni alıyor Herr Skibbe.

Alman milli takımı, Dortmund,Leverkusen derken paraya ihtiyacı olmadığını ve buraya para için gelmediğini de belirtiliyor. O yeterince para kazanmış.. Burasını kariyerinde bir düşüş olarak görmüyor ama olursa tekrardan çalışmak istediği yer Bundesliga. Frankfurt'da galibiyet sonrası gönderilmesini ve o gittikten sonra takımın ligden düşmesini hala kaldırabilmiş değil. O günlerde başkanın doğru mu yanlış mı karar verdiği bugün ortadadır diyor.



İstasyonda karşılamış muhabirleri ve şehri gezdirmiş onlara. "Odunpazarı" gittikleri yer.. Şehirden ve insanlardan güzel bir şekilde bahsediyor ama şunu da ekliyor: Tüm bu güzellikler ancak siz başarılı olduğunuz zaman gerçekleşir yoksa her şey başka olur..



Tesislerden övgüyle bahsediyor, antrenman sahalarından v.s. Pek çok oyuncusu gibi kendisi de burada kalıyormuş. Kantini ve onun güzel yemeklerinden dekren İstanbul yolunda iken otobanların daha da iyileştirildiğine kadar çeşitli ayrıntılar..İlahiyat Camii'sine de götürmüş, gezdirmiş.

Peki Es es'de başarılı mı ?

Takımı lige iyi başladı ama bireysel hatalardan o kadar çok gol yedi ki bu iskeletin oluşmasını geçiktirdi. Nadarevic, Diego ve kaleci İvesa'nın durduk yere, hiç gereği yok iken yedirdiği goller bir yana topa sahip olduğu zaman diliminde defansif orta sahaların basit oynama özürlüsü olarak kaptırdığı toplar da eklenince yer yer hak etmediği mağlubiyetleri yaşadı.

Bunların dışında artık oturması gereken takım henüz o takım kimliğine dahi girebilmiş değil. Alper Potuk'un çevresine konuşlandıracağı orta saha konusunda kararsız. Keza forvet konusunda tam anlamıyla bir seçim yapabilmiş değil. Alper-Veysel-Kamara vazgeçilmez üçlü. Bunlara İvesa-Dede-Diego-Sezgin'i de ekleyebiliriz. Nadarevic'in gelmesi sorunların da başlangıcı oldu ama Diego ile şimdilik iyi bir ikili oluşturmuş gibi duruyor, benim her ikisinin ağırlığının sorun yaratacağını düşünsem dahi.. Çözülmesi gereken mesele her iki kenarın da oyuncusunun netleşmemesi ve elbette merkez forvet ile beraber Kamara'nın saha içi rolü.

Es-es hakkında bir kaç maç sonra detaylı bir analiz yapılacak ve umuyorum Skibbe kovulmadan bunu başarabiliriz.. Gelişme var bu takımda ve fakat yeterli değil.

"Dedeme sözüm vardı "




Bu da benden.. Bizim gibi. annesi ve babası yerine dedesi ve ninesi tarafından büyütülmüşgillerden.

Köln'de doğdu ve orada büyüdü Gökhan.. TRT Spor'da program yaptığımız zaman onun röportajını yayımladık. Neden Türkiye milli takımın seçtin sorusuna bana göre verilebielcek en güzel cevabı verdi:

"Çünkü bu ölüm döşeğinde yatan dedemin benden son isteğiydi. Onu mutlu etmek için.."

Gökhan'ın sol kolunun altında dövme var ve orada da yazan şudur: Sabri.. Dedesinin ismi!

Hep şey derdim ben.. Bu dünyada kimse benim dedemi sevdiğim kadar çok bir başkası dedesini sevemez! Bilmiyorum ama yanılıyor olabilirim sanırım. Dedesi vefat ettiğinde Gökhan daha 12 yaşındaymış. O gün bugündür onun peşinde bir bakıma..

Hem K'lautern performansı hem de bu tavrıyla ona olan bakışım fazlasıyla değişti. Gurbetçilerden Nuri'nin yeri bende ayrıdır Mesut'un olduğu gibi ama her ikisinin de tahtını sallayabilir..

Samsundaki mezarlıpa gidip dedesini ziyaret eden bu adam koluna dedesinin ismini dövme yaptırmış, var mı daha ötesi ?

Gökhan Töre!



Gökhan Töre çok kaliteli bir futbolcu. Sanırım bu konuda hemen herkes fikir birliğine varmıştır. Tek kelimeyle yeteneği tartışılmaz. K'lautern karşısında ise daha başka şeyler gördüm.

Misal baskı karşısında teslim olmayan bir karaktere sahip. Bu büyük değil "çok" büyük futbolcu olmak için çok çok önemli bir özellik. Mesut Özil de aynı şekilde her türlü baskıya karşı serin kanlılığını koruyan sakin bir yapısı var. Bu oyuncular varolan performanslarını en olması gereken yerde de gösterebiliyorlar. Hemen herkesin ellerinin ayaklarının titrediği, olayların akışına kendisini kaptırıp sahada gezindiği noktada bu futbolcular gerekeni yaparlar.

Hamburg Rajkovic'in kırmızısı ile bir anda oyundan düştü. Teknik maçı kazandıracağınıa inandığınız o heyecanı ters tepti ve oyuncuları sahada gerginliğe itti. Bir tek kişi etkilenmedi: Gökhan Töre.. Çok ama gerçekten çok iyi oynadı ve atılan tek golün de ortasını yaptı.

Top ayağına yapışıyor, hızlı, seri ve olması gerektiği noktada topu da ayağından çıkarıyor, oyun zekası çok iyi. Kendi gücünün sınırlarının farkında olarak hareket ediyor. Fink kırmızı sonrası onu bir bölüm merkez orta saha oynattı ve açıkcası dağılan takımı biraz olsun topladı. Tam olarak bölgesi nedir, onu henüz çözebilmiş değilim ama sanırım Robbenvarı etkinlilikte bir sağ kenar/dış forvet olabilir..

Almanya bana göre bu sefer yanıldı. İlkay iyi, yetenekli bir futbolcu ama Gökhan Töre ve Mehmet Ekici'den herhangi birisi ile onu değişmem, mesele bu.. Hiddink ileride hakkını vereceğiniz çok ama çok güzel iş çıkarttı zira bu hafta Ömer Toprak da müthiş oynadı.. Eski takımı Freiburg'u tek başına durdurdu. K'lautern'deki Olcay hariç bizimkiler iyiydi bu hafta..

31 Ekim 2011

Götür anam götür..



Sarah hanım kızımız Nürnberg maçında patatızları mideye indirir iken.. Sevgilisi Schweini de hayatının maçlarından birini oynuyor, golünü atıyordu. Ne alaka ama işte bir şeklde bağlamak gerekiyordu.

Genelde benim karşılaştığım hatunlar bu patatızlardan kaçınır, kilo alcaz filan geyiğine girer. Burada gördüğünüz üzere yeniyor bu meret.. Yeminle dünyanın en lezzetli.. Ve bir o kadar da zararlı! Lezzet ve zarar doğru orantıda ilerler zaten.. Ha diyorsan ki neden saçmalıyorsun abi sen böyle hemen diyim: Maksat Sarah fotosu olsun laf olsun torba...

Kısa kısa Bundesliga!


Skorer defansif oyuncular!

Bu hafta Bundesligada Schaefer, Prödl, Piszczek, Kobiashvili, Pogatetz, Bungert ve Serdar gol attı. 7 defans oyuncusu.. Rekor.. Pierre De Wit, Emanuel Pogatetz ve Slavomir Peszko ise ilk resmi bundesliga golü atan oyuncular..


Pizarro ve Bremen!

1-0 yenik duruma düşmesine rağmen dördüncü kez galip gelmeyi başardı. Geçen iki sezonun toplamında ancak bu sayıya ulaşabilmişlerdi ve bu sene 11 hafta içerisinde.. Tersden bakarsak Mainz dokuz maçtır galip gelemiyor ve sadece ilk iki hafta üst üste kazanmayı başardı lakin buna rağmen Tuchel'in takımı tam yedi kez maçların içerisinde 1-0 öne geçmesine rağmen dördünü kaybetti.
Pizarro ise Bremen'in son attığı 12 golün de içerisinde var. yedi tanesini kendisi attı dördümü de hazırladı. Toplamda 150.golünü attı ki hali hazırda Bundesliga tarihinin en fazla gol atan "yabancı" oyuncusu konumunda. Bayern'de oynamadığı zamanlar bir yana Premiere Ligde geçirdiği sezon olmasa bu sayı çok daha fazla olurdu kuşkusuz..


Bayern ve korkunç istatistikleri!

İlk hafta evinde kaybetti. İşte o gün bugündür evinde yenilmiyor ve yakaladığı seri korkunç.. Gladbach maçı sonrası evinde oynadığı 8 maçta 33 gol atıp " 0" gol yedi. Yuh.. Sezonun ilk altı haftasında yirmi üç gol attı ki bunu daha önce hiçbir döneminde başaramamıştı.

Daha korkuncu ise Mario Gomez..

Bayern adına oynadığı 71 karşılaşmada 50.golünü attı. Gerd Müller dahi 71 maçta ancak 43 tane atabilmişti..


Raffael..

Dördüncü golünü attı bu sezon. O attığı zaman Berlin hiç kaybetmedi. Blogu ilk yazmaya başladığımda genç yetenek diye burada işlemiştik ki hakkını veriyor. İnanılmaz soğuk kanlı ve iş bitirici. On numara..


Schalke rüzgarı!

Schalke yeni hocası Stevens ile oynadığı altı resmi maçın beşini kazandı. Dahası şu 11 karşılaşmada aldığı galibiyet sayısı geçen sezonun ikinci devresinden bile fazla! Takım şu an çok formda ama özellikle Klaas-Jan Huntelaar.. Oynadığı 19 resmi maçın içerisinde bu sezon 21 gol attı! Kafa, vole, sağ, sol.. Tam bir golcü ki tarifi zor bugünlerde..


Kendisine geldi!

Dortmund neden bu sene kötü diyenlere ben hep aynı cevabı verdim: Nuri'sizlik ya da kısaca İlkay! Klopp çekti sonunda İlkay'ı kulubeye ve onun yerine Kehl olmadı Leitner (laytner diye okunur arkadaşım, letner ne ?) yerleştirdi. Sonuç şöyle bir şey: Köln karşısında 27 atak girişimi.. Bu hafta da kaleye gönderilen 20 şut.. İnanılmaz! Puan kaybetse dahi geçen senenin Dortmund'una doğru bir gidiş söz konusu. Bu hafta Stuttgart deplasmanında attıkları gol onların tarihteki deplasman golleri içerisinde 1000.golüydü..


Reus ve Gladbach!

Hamburg evinde hiç kazanamadı ve Gladbach da evinde hiç kaybetmedi! Reus son dönemin en gözde yeteneği konumunda. Milli takıma ısınıyor, Bayern istiyor ama o geçen sene 15 milyon verilmesine rağmen (sözleşmesine göre serbest kalıyordu) gitmek istemedi ve Gladbach'ta kaldı.. düşmekten son anda kurtardığı takımında.. Bu sezon ise eğer böyle devam ederse kalması imkansız. Robben-Ribery'den minumum birisinin her daim sakat olduğu yere muazzam uyar.. İşte o zaman Bayern tam anlamıyla durdurulmaz ve bunun farkında olan yönetim de bu çocuğun peşinde.. Hayırlısı..

30 Ekim 2011

Organize goller!



1- Bayern München - Mario Gomez

Başlama düdüğü ile beraber 98 saniye içerisinde 15.kez topla buluşulmasında golü buldu. Bayern birbiri ardına 8 pas yaptı. Stoperrlikten kalan boş vakitlerde duran top kullanıcısı olan Badstuber'in kendi yarı sahasının solundan rakip ceza sahasının sağ kenarında bekleyen Schweinsteiger'e milimetrik pası atarak Gomez'e gol Schweinsteiger'e de asist yaptırıyordu. Gomez'in müthiş kafası, Schweinsteiger'in ortası ya da birbiri ardına yapılan paslardan ziyade Badstuber'in bu oyun görüşü ve becerisi inanılmazdı. Diyagonal pası öyle abartıyor ki bunun aynısından bir kere daha yapıyor videonun altıncı dakikasında.. Yine Video'nun 7.30'unda atılan bir Badstuber ara pası golü getiriyor..


2- Borussia Mönchengladbach - Marco Reus

Mönchengladbach kalecisi önündeki sağ stoperine topu uzatır. (Video 5.20) Stoperi iki adım ilerisindeki defansif orta sahasına iletir ve işte bu oyuncu da sol açık bölgesine o muhteşem uzun topu atar. Arango kendisine gelen bu topu bekletmeden Reus'a aktarır ve günün kahramanı genç yetenek de gole ulaşmakta zorlanmaz. Kaleden gole 4 pas!


3- Stuttgart - Serdar Taşçı

Sol koridorda bir frikik kazanır Stuttgart. (Video 2.32) Topun başına Hajnal geçer ve Harnik de barajın içerisinde konuşlanır.Hajnal topa doğru gider iken Harnik barajdan çıkıp ters yöne doğru koşusunu gerçekleştirir iken top tam da onun uzak kale direğinin dibine geldiğinde önüne aktarılır.Harnik'in vuruşu direkte patlasa da dönüşünde Serdar Taşçı tamamlar. Rakibin kendisini bunalttığı anda muhteşem bir frikik organizasyonu ile öne geçer Stuttgart.


4- Wolfsburg - Hertha Berlin Raffael

Kaleci topu burada sol stoperine verir.(video 1.53) Oyuncu bekletmeden önündeki orta sahaya iletir ve o da gelir gelmez Lasaggo'ya ulaştırır. Genç yetenek tek pas ile kaleciden kendisine kadar gelen topu Raffael ile buluşturulur. Üç topta kendi kalesinden rakip kaleye geçen Berlin golü Raffael ile bulur iken bu organizasyon kaleden başlayıp üç adımda tek pas ile gerçekleşir, seyri dahi keyiflidir.

Deniz Naki!






St.Pauli'nin Pascal Nouma'sı!

İki haftadır atıyor. Sonunda kendisine geldi Deniz Naki.. Taraftarlarca çok sevilen ama gel gör ki takım içerisinde disiplinsizlikleri nedeniyle sık sık sorun yaşayan Deniz Naki sonunda doğru yolu bulmuş gibi.. En azından biz öyle umuyoruz..