22 Ocak 2011

Freiburg Çöktü.!



Ne oluyor lan ? Bu ligin içerisinde teknik adamlık başarısı bir yana karakter olarak en ama en çok sevdiğim iki hoca vardır. Birisi malumunuz Skibbe.. Diğeri ise henüz Türkiye'ye gelip absürd bir mauamele ile karlılaşmadığı için farkında olmadığınız Freiburg teknik direktörü Robin Dutt.. Misal Slomka daha başarılıdır ama ben Dutt'u daha çok severim ve tanısanız siz de keza..

Ve fakat Skibbe gibi Robin Dutt da sakatlıklar konusunda dehşet bir şey yaşıyor. Dün 14 idi ve bugün 15.. Tam 15 oyuncusu yok.. Grip salgını bir yana sakatlıklar derken yuh... Ne gol kralı Cisse ne bizim Ömer Toprak.. Kimse kalmamış takımda. Allahtan devre arası Schalke'den Jendrisek'i aldılar da forvet var ve ona bir şey olsa yedeği hiçbir şekilde yok..

Freiburg yenerdi şu zamanda İlkay'sız Nürnberg'i. 14 olunca her şeye rağmen beraberlik dedim ama 15 olunca artık ne olacağını kestirmek gerçekten güç.. Yine de Freiburg toplamda oyuncuya değil sisteme/teknik adama bağlı bir takım olsa da işleri zor.

Tuchel Taktiği..!



Bahis olayı çok yanıltıcıdır. Burada 9'da 8 de yaptım 9'da 1'de ve fakat Tuchel konusunda bir gün şöyle başarılı bir tahmin gerçekleşti. Geçen devrenin sonlarına doğru Mainz, Leverkusen'e gidiyordu deplasmana.. Sordu arkadaş: Ne olur bu maç ?

İlk yarı berabere biter, ikinci yarı uchel takımı çözer, ortalarına doğru Mainz golü atar, maçı kazanır.

Aynen bu şekilde de gerçekleşti. Biraz yakından takip eden bilir ki özellikle Mainz'ın geriden gelip aldığı maç sayısı çok fazladır. İkinci yarılar onun maçı çevirme zamanıdır. Hatalar yapsa da Tuchel, genele vurduğunuzda maçı ikinci yarı kopartıyor ve bunun nedenlerinden birisine de kavuştuk biz..



Daha önceden de teknik adam kimliği üzerine durduğumuzda değindik. O pedagoji eğitimi görmüş, psikloji okumuş bir adamdır. Gerek oyuncularını motive etme gerekse de belirlediği doğrunun algılanması konusunda uyguladığı kendisine has farklı metodoloji ile fark yaratıyor. Mainz Üniveritesinde Spor Pedagojisi üzerine konuşurken "oyuncularımla konuşmak yerine resimlerle anlatmayı tercih ediyorum" diyordu. Daha kolay anlaşıldığını düşünüyor.

Resimde gördüğünüz Tim Klotz maçın ilk yarısını kameraya alıyor. Yardımcı antrenörü Arno Michels 39.dakikada önemli anlarını Benni Weber'e söylüyor..




O da hızlı bir şekilde kesip biçip devre arasına yetiştiriyor. Hız ve takım çalışması burada önemlidir. Eskiden 15 dakika boyunca konuştuğunu anlatan Tuchel önce oyuncularına dinlenme molası veriyor. Sonrasında kesilmiş sahneler üzerinden söylemek istediğini anlatıyor ve bu şekilde çok daha anlaşılır olduğunu dile getiriyor. Elbette bunu her maç yapmıyor zira o maçın içerisinde kayda değer görüntü bir yarı boyunca oluşmamışsa böyle bir emek harcanmıyor.

Hülasa; mesele sadece çok doğru taktiği keşfetmek değil.. Gerek yeni oyuncu modelinin algısı gerekse de teknoloji yardımıyla maç içerisinde dönüşleri gerçekleştirebilmesidir.

21 Ocak 2011

Adnan Polat ve Leman.!



Tüm bu espriler, yaklaşımlar ve her şey aslında sadece Protestocular ile Provakasyon yapanların karıştırılması sonucu mu ola gelmiştir sevgili Adnan Polat ?

Hayır..

Çok net bir şekilde Galatasaray taraftarı aşağılanmış iken Başkan, Lider olarak Toki Başkanı'nın konuşmasının densizliği üzerinde duracak iken dünyanın en olağan tepkisi olan "yuhlamanın" üzerine söylem geliştirdin. Kendi taraftarının ezilmişliğini derinleştirdin..

Tüm bunlar tamamen Liderlik ile ilintili konulardır.. Elinize yüzünüze bulaştırdığınız futbol başarısızlıkları dahi burada konu değil.. Bir daha üzerinde duralım ki sonrasına ders olsun..

Adnan Polat'ın Geç Kalan Kükremesi.!



Öncelikle Adnan Polat, ilk defa bugün olması gerektiği gibi davrandı. Bu şekilde onu buraya bu noktaya "haklı tepkiler" getirmiştir. Kendisine karşı oluşan protestoların içeriğine baktığınız vakit birbirlerinden oldukça farklı kesimin hemen hemen aynı söylemler içerisinde bulunduğunu görebilirsiniz. Kabul etmekte zorlansa da büyük bir hata yapmıştır. Bu altını çizmek gerekirse bir "Liderlik" hatasıdır. Her ne kadar futbol ve idari yönetim ile ilişkilendirilse de aslında hepsinin dışında Galatasaray kulubünün liderinin sahip olması gereken vasıflarıyla alakalıdır. Aynı şekilde Özhan Canaydın da bu konuda kusurluydu.

Bugün her ne kadar iktidar ve en çok da en şiddetli tepkiyi görmesi gereken Toki Başkan'ına biraz cılız bir ses çıkartsa da toplamda "olması gerektiği gibi " kükremiştir. Bu yüksek ihtimal taraftarları mutlu etmiştir zira bir futbol klubüne taraftar olarak diğerlerinden daha fazla bağımlı olan insanların tüm bu bağlılığın içerisinde yatan "biz en iyisiz, güçlüyüz" söylemidir nerden bakarsanız bakın.. Dolayısla böyle bir niyet ile orada olduğu bilinen insanların başta Toki Başkanı ve sonrasında Başbakan'ın söylemleri karşısında hissedilen ezilmişlik duygusunu derinleştirmek yerine tamir etmeliydi. Geç kaldı, çok da doğru olarak eleştirildi. Bunu başaramadığınız ölçüde klubün içerisindeki idari işlerde görev alabilirsiniz ama asla ve asla bir Lider ve Galatasaray klubünün başkanı olamazsınız.

"Provakatör derken Protestocuları demişim yorgundum ben çok "

İnandırıcı gelmediği gibi tüm bu açıklamaların aslında yuhalayan kesime yönelik çıkarımı olduğu her halinden belliydi. Yalan yok, kıvırmaya çalıştı. Bugün kendisi hakkında dahi protestonun hala ve inatla 300-500 kişi ile sınırlı olduğunu tasavvur edebiliyor. Dolayısla o gün Arenada olan bitenin doğru analizini bugün dahi yapabildiğini sanmıyorum. Bir Galatasaraylının Toki başkanının konuşması esnasında nasıl ezildiğini ve daha da önemlisi sonrasında beklediği o başkan kükremesinin yerine kendi taraftarlarını hedef alan açıklamaları karşısındaki nasıl bir hayal kırıklığı yaşadığını kendiliğinden değil verilen haklı tepkiler sonrası bugün "biraz" algılayabilmiştir. Zira..

TOKİ başkanının özürü artık geçerli değildir. İnatla ve ısrarla o konumda bulunan insanın yaptığı konuşmanın densizliği yerine konuşmayı yapan şahsın Galatasaraylılığı ile affettirilme çabası içerisinde. Daha aynı insan maçın çok sonrasında kimse bana özür dilemesin diyerek Galatasaray Başkanının deyim yerindeyse "pısırık" duruşu nedeniyle yaptığının ne olduğunun farkında bile değildi. Özür bekliyordu. Çaktırmadan bize satmaya çalıştığı düşünce odur ki Bürokrat kimliği özür dilemeye izin vermiyor ama özür bekleyebiliyor ilginç bir şekilde.

Ve hatta şunu da ekleyeyim yeri gelmiş iken..

Burada yazılan ve feysbukta bine yakın insan tarafından paylaşılan blogun okur rekoru kırmasını sağlayan TT Arena ve Protesto yazısı öncesinde basının dahi olaya yaklaşımı daha çok Başbakan'ın mazlumluğuna ilişkin idi. Galatasaray siyasete malzeme edilmiş ve kazanılmış siyasi bir zafer vardı ortada. Gerek Twitter gerekse de diğer sosyal paylaşım alanlarındaki taraftar tepkisinin tepiklediği basından kalemler bir anda yön değiştirip TT Arena'nın içerisindeki Galatasaraylıların ezilmişliği ve Adnan Polat'ın bir Galatasaray klubüne asla yakışmayacak "pısırık" tepkisini işlemeye başladı. Maalasef Galatasaray başkanını kükretmek zorunda bırakan Adnan Polat'ın karakteri değil bu taraftarların elbirliğiyle harekete geçirdiği insanların eleştirileridir. Biz bu açıdan Uğur Meleke, Kanat Atkaya, Banu Yelkovan, Bağış Erten gibi pek çok eleştiri sahibine teşekkürü borç biliriz. Bu insanlardır dönüşümü sağlayan..

Başkan elbette Galatasaray'ın çıkarı uğruna hareket etmelidir ama takımın ruhu dediği taraftar kitlesini ezecek konuşmalar, hayal kırklığına uğratacak açıklamalar yaparsa başta da söylediğimiz gibi klubün içerisinde idari yönetim konusunda istediği her görevi alabilir ama başkan olamaz. Olmamalıdır.

50 bin Galatasaraylı bir yana Sabri Ugan'ın kesmeye çalıştığı o konuşmayı milyonlar dinlemiştir, geri dönüşümü olamaz. BirGün'deki yazının içerisinde bir benzetme ile belirtittiğim gibi TT Arena'da evinde Galatasaraylılar TOKİ başkanı tarafının sözleriyle manen tecavüze uğramıştır. Güner Ümit'in, Mehmet Ali Erbil'in Aleviler'e karşı yaptığı gafın ertesinde öyle başkana telefonda değil kameralar önünde özür dilemesine rağmen geri dönüşümü olmuş mudur ? Üstelik biz Aleviler 25 milyonuz bile diyemiyoruz.. Yapılan hataların arasındaki farktan ziyade bir cezası olması gerekliliği üzerinde durmak gerekir.

Taraftar desteğiyle başa gelmiştir Galatasaray başkanı. Yüzde 92'lik bir taraftar desteğiyle yönetimin başına geçtiğini belirten Adnan Polat aynı şekilde yüzde 92'lik bir kısmının istifasını isterse ne olacaktır peki ? Bizzat kendisinin seçtiği yönetimin içerisindeki insanlarını yaptığı kimi hatalardan dolayı istifasını isteyebiliyorsa eğer bizzat bizim(taraftarların) başa getirdiğimiz başkanın istifasını isteyebilme hakkımız yok mudur ? Ben taraftar istediği için geldim diyen adam taraftar istediği için de gidebilmelidir. TOKİ Başkanının sözleri bir özür ile affedildiği yerde Mehmet Helvacı'nın da eylemleri bir özür ile affedilmeli midir ? Siz de bilirsiniz ki SHİFT+DEL gibi geri dönüşümü olmayan hatalar söz konusudur bu hayatta.

Biz bir Stadyumu yapabilecek güçten yoksun gösterildik. Biz iktidarın gücü olmasaydı şöyle böyle kötü olacak diyerek günlük hayatına ters düşecek şekilde siyasi manevra yapmaya ve en basitinden sevmediğimiz bir adama minnet duymak zorunda kaldık. Biz Başkan tarafından aslında kendisinin dahi farkında olmadığı siyasi bir çıkarın nesnesi olduk. Kendi stadımızın açılış konuşmasında aşağılandık.. Bizlerin protesto ettiği yerde başkanımız çanak tuttu. Bunlar çok ağır yenilgilerdir ve görüyoruz ki Başkan çok fazla idari yönetim konusunda doğruları yapmış olsa da Galatasaraylılık ruhunu algılayabilecek konumdan bir hayli uzaklaşmıştır.

Bu arada gerçekten TOKİ Başkanının o konuşmayı yapma nedeni olarak elli bin kişi önünde heyecanlanmasına inanan oldu mu ? Elli bin GS'lıyı gören bir Galatasaraylı heyecanlanırsa sizce nasıl bir söylem içerisine girer ? Alsında bizzat bu konuşmayı yapanın Galatasaraylılığı size bir şey söylüyor mu ? Ben heyecanlanırım ve saçmalarım ama ne şekilde saçmalayacağımı da Galatasaraylılığım belirler.. Burada TOKİ başkanı saçmalamamıştır, bilinçli bir hamledir.

Adnan Polat'a bundan sonraki süreçte destek de olunur köstek de.. Bunlar insanların çok başka kriterlere göre bakıp değerlendireceği bir konudur. Lakin asla ve asla Taraftara karşı çok büyük bir hata yaptığını untmadan.. Bundan sonrasına "örnek" teşkil etmesi bakımından bu hatanın altı her zaman kalın kalın çizilmesi gerekir.

Son olarak GS, FB, BJK gibi milyonluk kuluplerin başında bulunan insanların buraya çok fazla emek harcadığını belirten ayrıntının üzerinde durmak istiyorum.

Yemiyoruz biz onu.. bilin.! On katı dahi emek verseniz, milyon avro zarar da etseniz böyle bir konumda olmak için yine varınzı yoğunuzu vereceğinizin farkındayız.

Bir ülkenin Başbakanı gibisiniz.. Ülkedeki büyük çoğunluğun istediği o muhteşem güce sahipsiniz. Bunun karşılığında verdiğiniz emek asla ve asla bu konumda olmanın getirdiği tatmini karşılamaz. Her zaman başkanı olduğunuz kulube borçlu olarak yaşayacaksınız.. Aziz Yıldırım da Adnan Polat ya da Yıldırım Demirören de bilsin ki "çok çalışıyoruz biz, ailemizden mahrum kalıyoruz" derken masal okuyorsunuz, herkes bunun farkında. Birileri Adnan Polat'a zamanında GS'ın çağrısına kulak asmamasını da sağlayan İstanbul Belediye Başkanı olmak için cebinden kaç para harcadığını lütfen sorsun.. Bir ara kendisi belirtmişti. Dolayısla ne kadar saat çalıştığınız kaç para harcadığınız değil nasıl bir Başkan olduğunuz mercek altına alınacaktır, biline.!

Protesto Sonrası St.Pauli.!



St.Pauliler burada anlattığımız gibi tepkisini koydu ve peki nasıl bir karşılık buldu ? Başkan'ın açıklaması şudur:

"Her kim ki Freiburg karşılaşmasında kırmızı kurukafa bayrağı taşıdıysa kameralarla tespit edilip galibiyete engel olduğu için bir daha stada alınmayacaktır. O maçın içerisinde taraftarı provake edenleri tek tek..."

Tabi ki böyle bir saçmalık olmadı. Dünyanın hiçbir klubünde kendi taraftarına saldıracak bir klup başkanı bulamazsınız. St.Pauli başka bir kluptur ve taraftarları filan ayrı ama inanın bana iktidar kavramı içerisinde ileride değerlendirmeye alacağımız bu erkin bulaştığı her yer aslında aynıdır. Ve fakat buradaki insanlar her şeye rağmen taraftara rağmen bir eyleme çok da kolay girişemezler. Taraftara karşı eyleme ise sadece Adnan Polat aklı ve zekası ancak... Şimdi protesto sonrası St.Pauli başkanı Stefan Orth neler demiş ona geçelim..



"Sosyal Romantikler" bu konu üzerinde önemle durmuştu hatırlarsanız.

Buraya protesto sonrası klup tarafından bir ihtarname çekildi. Bir daha kadınlar çıplanır çıplanır durursa Susis Show Bar kapı dışarı edilecektir.!



"Takımların ilkonbirini şu markanın sponsorluğunda.." Böyle bir şey Millerntor'da gerçekleşmedi ve "Sosyal Romantikler" bunun böyle kalmasını istiyor.

Başkan: Kalacak..



Sosyal Romantikleri en fazla rahatsız eden konuların başında maç esnasında buradan takip edilerek mesaj gönderip klubün sms yoluyla para kazanma yoluna girilmesiydi. Sosyal Romantikler "Biz o maçı izliyoruz ve bunun daha çok konsantremizi bozmaktan öte bir işlevi yoktur" dedi ki yönetim de hatasın kabul etti. Orada maçtan daha önemli bir olgu yoktur ve maçın kazanılması adına taraftarın konsantresi, desteği önemlidir. Bunu bozacak eylemlerden kaçınılmalıdır.

Yönetim: Hata yaptık, bir daha olmayacak dedi



Gereğinden fazla "Buisiness Seats" var meselesi..

Başkan: Elimizde 200 tane satılmamış "buisiness seats " mevcut diyor ve bunu da yeniden düzenleyip normal koltuk olarak taraftarlara sunuyoruz. Bunlardan başka Loca,Business Seats, VIP v.s. olmayacak, söz.!



Burası neresi ? Burası bir stadyumun içerisinde çocuklar için özel yapılmış belki de dünyadaki stadın içerisindeki tek çocuk yuvası. Stadyuma çocuğunuzla, bebeğinizle geliyorsunuz ve onu buraya bırakıp maçınızı izliyorsunuz.. Böyle bir şey yapıldı ve fakat bu "Kita" Pestalozzi vakfı ile beraber gerçekleştirilen bir proje idi. Sosyal Romantiklerin itirazı ise "PSD Bank" reklamınaydı.

Başkan ne dedi ?

Bu Banka bu vakfa bu projenin gerçekleşmesi esnasında ve daha başka sosyal konularda yardım etmiştir ve bu reklam ilişkisi bizim değil vakfın insiyatifinde gerçekleşmiştir. Sorun olsa da bizi değil bu vakfı bağlar.

Prostesto nasıl yapılır'ı bize göstermelerinin dışında taraftarın protestosu sonrası yönetimin nasıl davranması gerektiğini de birilerine örnek olması dileğiyle..



Ve son söz..

En çok kavga sponsorların seçimi konusunda yaşanıyor. Sosyal Romantikler ve hatta St.Pauli taraftarlarının tamamına yakını seksizm, ırkçılık,Faşizm ve daha pek çok konuyla ilişkin herhangi bir markayı burada görmek istemiyor.

Başkan ne dedi ?

Aranızdan beş kişi seçin ve bize "denetleme kurulu" olarak gönderin. Bizim seçtiklerimizi onlar denetlesinler.. Beraber bu takımı ligde tutar iken hangi markalarla nasıl ve belki de daha da önemlisi ne şekilde sponsor alımı yapacağımızı beraber kararlaştıralım.!

Shinji Okazaki.!



1.73 boy ama işte kafa hakimiyeti için bunun çok da önemli olmadığını size çok iyi anlatan capun oyuncu.

Kagawa'nın başarısının elbette diğerlerini de bu pazara sürükleyecekti ve işte size Stuttgart'ın yeni merkez forveti 1986 doğumlu Okazaki. Danimarka karşısında Honda'nın boş kaleye gol attırdığı eleman.. Bu da Kagawa gibi "Shinji".

Sağ, sol fark etmez ama en çok da kafa..

Stuttgart yaz aylarında "Capun pazarı pek de matah bi şey değil" diye açıklama yapmıştı ama Kagawa sonrası fikrini değiştirdi. Üstelik oyuncu turnuva öncesi bonservis bedeli olmadan bedavaya Stuttgart'a imzayı attı.. Demba Ba da olduğu gibi sağlık testlerinde sorun yaşamazsa turnuva sonrası soluğu burada alacak.

Stuttgart diğerlerinden daha şanslı zira bu pazarı çok iyi tanıyan ve orada çalışmış efsane oyuncuları "Diego" Buchwald'a sahipler.. Okazaki'nin gol atmak için çok fazla şansa ihtiyacı olmadığını belirten Buchwald aynı zamanda forvetin dışında ön alanda her yerde oynayabilecek çok yönlülüğe de sahip diyor..

Kısaca bir capun futbolcular üzerine konuşmak gerekirse çok hızlılar.. Bu hıza "zeka" kattığınız vakit "hesaplanamaz" bir hareketlenme ortaya çıkıyor. İster gol yollarında isterse de Kagawa gibi golün bir önceki adımında durudurulması gerçekten çok zor. Fizik ve uyum kusurlarına karşılık çalışkanlık, hız, disiplin, teknik, uçan depme gibi artıları söz konusu. Bakalım ülkemin bu pazarı algılaması ve harekete geçmesi ne kadar zaman alacaktır zira "ucuz" olma özelliklerini yavaş yavaş yitiriyorlar...

Skibbe ve Stoper Sorunu.!



Yine sezona iyi giremedi ve Hannover karşısında kendi evinde 3-0 yenildi ki sürpriz değil. Hannover'den bana göre çok daha iyi bir takımı var ama öyle bir sorunla karşı karşıya ki.. O demese ben diyecektim " 24 yıllık antrenörlük hayatımda böyle bir şey yaşamadım" diyor ki haklıdır.

Takımın iki as stoperi sakat.. Onun iki yedeği var, onlar da sakat... Hannover'e karşı geçen hafta Amerikalı defansif orta sahadan stoper yaptı ve diğerini de ilk defa Bundesligada oynayan genç Kraus.. Böyle bir tandem ki yenilen gollerde hataları da net bir şekilde ortadadır.

Bitti mi ? Hayır. Bu zorunluluktan dolayı ilk defa bundesliga maçını oynayan Kraus da hafta içi gitti.. Bitti mi ? Yine hayır. Bu bölgeye kupa maçında denediği ve bana göre bu takımın oyun kurucusu ve can damarı olan Pirmin Schwegler de kart cezalısı.. Yunan sol beki koyarsın derseniz o da sakat..

Defansın performansını belirleyen uyum ve birliktelik ancak zamanla olagelen bir durumdur ki bunu en iyi Magath bilir. Skibbe'nin şu durumda geri dörtlüsünün üçü öyle isimler olacak ki ilk defa bir arada oynamış olanından tutun da ilk defa stoper oynayanına kadar..

Chris (süper adamdır) Russ, Maik Franz, Vasoski, Kraus,Schwegler, Tzavellas yok.. Haliyle yarın Hamburg karşısında muhteşem ötesi bir hamle yapmazsa galibiyet şansı da yok arkadaş.. Yaz Hamburg'a galibiyeti.

19 Ocak 2011

Ateş onu çağırıyor.!



Real onu istiyor ve o da Real'i. Lakin Hamburg ve antrenörü Veh bu hafta Schalke'ye deplasmanda galibiyet golünü atmış RVN'u vermek istemiyor. Sonuç itibari ile sözleşmesi onu klube bağlıyor.

Bugünlerde Almanya'da sözleşmenin futbolcular nezdinde ne kadar geçerli olduğu konuşuluyor. Demba Ba klubünün onayı olmaksızın gitmek istedi ve aslında bu çok da zor değil. Zira tüm o milyonlar oyuncu ancak oynadığı zaman bir değeri oluyor. Oyuncuyu küstürerek klupte oynatmanın yararından çok zararı var. Dolayısla tam bu noktada bir sözleşmenin geçerliliği aslında oyuncu ve kulubü açısından ne kadardır ?

Ruud gitmek istese de bu Hamburg'a haksızlık olur zira daha sakatlıklardan yeni kurtulup tam da faydalanacağı bir zamanda onu göndermek nerden baksan adaletsizlik olur. Ama yarım yıllığı 2 milyon olan bu oyuncunun istemsiz bir şekilde takımda kalması ise hem performans sorununa hem de ekonomik zarara neden olabilir.

Futbol yaşamı sonrası Madrid'de yaşamayı planlayan Ruud'u bakalım Madrid alabilecek mi ya da RVN oraya gitmeyi başarabilecek midir ?

18 Ocak 2011

The Long Goodbye.!

19 Ocak'ta Ne Olmuştu?



İnsanın içi sızlıyor, dayanamıyorum ve düşündükçe vuruyorum kendimi imkansızlığa. Bir anlasa diyorum ah bir anlasa insanlar kimi öldürdüğünü ? Katilliğiniz yine bir yana kalsın da nasıl bir yanlış anlamaya güzel bir insanı kurban ettiniz farkında mısınız ki?

Ermeni Soykırımı üzerine okumalar yapar iken tanıdım ben Hrant Dink'i. İlginç geldi bana bu karakter ve neden biliyor musunuz ? Çünkü Ermeni olup da o kimliğin faşizan yanına eleştiri getirebilen benim ülkede gördüğüm tek insandı. Bırakın Türk'e, Türklüğe hakaret etmeyi onu bir Ermeni olarak Ermenilerden koruyordu. Misal ben Hrant Dink sayesinde Ermenistandaki tarihçilerin zamanında müslüman olup da hayatta kalan ermenilerin de "ölü" olarak gösterilme uğraşısı içerisinde olduğunu öğrendim. Bunu ve tüm kaynaklardan damıtılmış ermeni soykırımı üzerine sözlükte yazılan entrynin içerisine henüz o hayatta iken yerleştirmiştim.

Hrant Dink azınlıkların kendi arasından çıkarmakta çok güçlük çektiği ve ülkenin özlemini duyduğu bir karakterdir. Bugün Kürtler arasından bir Hrant Dink'in çıkamamasının acısını yaşıyoruz. Yeri geldiğinde kendi halkının yanlışlarını da doğru bir şekilde ortaya koyacak cesur insanların yokluğudur bitip tükenmeyen savaşın ve akan kanların durmamasının nedeni. Eğilip baktığınız vakit kaldırımın altında bir cesur yürek yatar. Ahmet Kaya gibi aslında Hrant Dink de kendi ulusu tarafından da bu ülke sevgisinden doğmuş sağ duyulu görüş nedeniyle tepki çekmiştir zira ona göre..

..hastalıklı iki uç kutup vardı. Dahası her iki kesimin aşırı uçlarını tedavi edecek olan ne Amerika ne de Fransa diye haykırıyordu aşağıdaki videoda da görebileceğiniz üzere. Biz birbirimizle araya kimseyi sokmadan konuşarak bu sorunu halledebiliriz diyordu sadece. Ölenlerin sayısının muhabbetini yapmayı dahi hoş bulmazdı ve O daha çok kalanlar üzerine mücadele verilmesi taraftarıydı ve tam da bunu yapar iken onu ölüme götürecek olan araştırmanın da içerisine girmiş oldu.

Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen'in ermeni olduğu haberi.

Her şey aslında bununla başladı. Önce bu titiz araştırma sonucu çıkan haberi Agos gazetesinde yayımladı. Akabinde Hürriyet iki hafta sonra manşetine taşır, olaylar hemen hemen Ahmet Kaya'da olduğu gibi gelişir.. Aslında Hrant Dink'in buradaki tek suçu bu haberi yapmaktı. Tehtitler alır, resmi "düzmece" tarih ile sağlanılan birlik adına hoş olmamıştır bu haber. Oysa Atatürk'ün ne kadar güzel bir insan olduğunu belgeleyecek iken kendi dünyası içerisinde yeniden kurguladığı ve adına da çokca kez "kemalizm" diyecek oldukları bu kavram bir bakıma tehtit altındadır.

O " karanlık" bölge bu haber üzerinden Hrant Dink'e saldırmak istemez zira bu "haberin" nedense daha fazla gündemde kalmasını sakıncalı bulurlar. Başka bir şey gerekiyordu onu yargılamak ve halkın vicdanında asmak için.. Çok değil haberin manşet olduğu 13 şubat tarihinden 15 gün sonra muhteşem araştırmacı yazar tarafından sorgulamadan yoksun halkımın hedefine oturtuldu Hrant Dink..

Tarih 28 Şubat 2004. Hrant Dink henüz yaşamın içerisinde dim dik duruyor ve Emin Çölaşan'ın Hürriyet'deki köşesinden bir alıntı:

"İşte size bir başka örnek. İstanbul'da yayınlanan Ermeni AGOS Gazetesi'nde rahmetli Sabiha Gökçen'in Ermeni olduğunu(Borges:Ermeni olsa ne olur ? Hastalıklı zihniyet.!) hiçbir belgeye dayanmadan iddia edebilen Hrant Dink'in, aynı gazetede çıkan 13 Şubat 2004 tarihli yazısının ilk iki cümlesi aynen:

‘Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermenilerin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur. Yeter ki bu mevcudiyetin farkında olunsun.’

Ülkemizde fikir ve ifade özgürlüğü gelişiyor, AB yolunda hızla ilerliyoruz! Her şey serbest, her şey özgür!

İmam nikáhından Arapça yazıya, Türk'ün zehirli kanına kadar...

AB'yi babalarının hayrına istemiyorlar!"

.....

Hrant Dink'in on bölümlük yazı dizisinin birisinden bir cümle kopartılıp halka farklı ya da istedikleri gibi anlaşılması niyetiyle sunulmuş. Önceden şurada işlemiştik yazının içeriğini. Bahsedilen yazar Emin Çölaşan. Araştırmacı gazeteciliğin belki de en önde gideni olarak yurdun içinde hatrı sayılır bir kariyere sahiptir. Orta okul talebesi dahi bu metnin tamamını okuduğunda görecektir ki Hrant Dink ermeni milliyetçilerini eleştirir ve o kimliğin içerisindeki "Türk Nefretini/Zehirini" yok etmeden kurtuluşun olmadığını dile getirir.

Bunu Emin Çölaşan alıntıladığı o cümlenin içerisinde yer aldığı yazı dizisinin tamamını okumadan köşesine taşıyabilme ihtimali nedir ? Peki okuyup da okuma yazma bilen hemen herkesin algılayabileceği gerçeği ıskalama şansı nedir ? Yoktur.. Onun derdi Atatürk'ün manevi kızının Ermeni olup olmamasıyladır zira Türkiye'nin Türk'lere ait olan bir yerinden bize ulaşıyordu.

Tehtitler çok önce başlamıştı. Derin devlet top yekün üzerine gidiyordu zaten. Yeşil denilen şahsiyet eve mektup yazar, oğlunu öldürmekle tehtit eder, resmi devlet büroları "biz sizi anlıyoruz da halk sizi anlamayabilir" diyerek üstü kapalı bir şekilde tehtit eder.. Eder de ederler..

Tüm bunların üzerine bu lise talebesinin rahatlıkla çözümleyeceği içeriği algılayamayan mahkeme onu bilirkişi raporuna rağmen mahkum eder. Mesele üç beş ay hapis cezası değil daha çok isminin geçtiği her yerde hiçbir şekilde hak etmediği Türklüğe hakaretten ceza almış Türk düşmanı yaftasının yapıştırılmasıdır.

Bakın bakalım neler diyor bu "Türklüğe hakaret etmiş" adam ?



Tuhaf mı geliyor yoksa gerçek dışı bir kurgu olarak mı algılanıyor ? Biraz daha geriye gidip "gerçek" olamaz diye okuduğum bir Emin Çölaşan yazısı.

Tarih 11 Haziran 2006. Emin Çölaşan'ın " Kahraman" adlı makalesi. Her tarafı suç olmuş bir devlet makinası nedense onu ziyarete geliyor ve bize "kahraman" diye tanıtıyor Sabah Ketene'yi. Neler yapmış o insandan ziyade bu ülkede yer yer intikamlar nasıl alınıyor bize hiçbir sakınca olmadan gösteriyor.

'Malzemeleri ayrıca gönderip o ülkeye geçtik. Onların turistik yörelerinde birkaç bomba patlattık, oraları da derhal boşaldı. Onların başkentinde, metronun önünde bir patlama oldu ve halk paniğe kapıldı. Sonra dikkat ettiyseniz, o ülkede de çok büyük orman yangınları çıktı. Güzelim ormanlarına yazık oldu. Ama bizi sabote eden yakınımızdaki ülke pabucun pahalı olduğunu ve ne ekerse onu biçeceğini görmüş oldu. Bir daha bu gibi işleri açıktan yapamadılar.'

Yazısının tamamı burada. Bir ülkenin en önemli gazetesinin köşesinden yazarımız cinayetleri, başka ülkenin ormanlarını yaktıklarını kahramanlık edasıyla millete sunuyor. Bir ihtimal PKK olduğu varsayılanların top yekün bombalanmasından tutun da bir başka ülkenin ormanını yakmaya kadar suç teşkil edecek eylemleri "olağan" ve anladığımız kadarıyla "olması gereken" olarak rahatlıkla günlük köşe yazısında işlenebilir iken biz de



diye soruyoruz. Bir cevap alabilir miyiz ? Bilmiyorum, seneye yeniden soracağım.. seneye bir daha, diğer seneye bir daha..

17 Ocak 2011

TT Arena ve Protesto.!



TOKİ başkanının yaptığı terbiyesizliği bir kenara bırakın. Sizce neden konuşmasının içerisinde böyle bir "tepki çekeceği yüzde yüz garanti" içerik oldu ? Amaçsız bir şekilde densizliği nedeniyle mi olduğunu düşünüyorsunuz ? Siz o konumda olan insanın neyi konuşup konuşamayacağını kestiremeyecek kadar absürd bir adam mı olduğunu düşünüyorsunuz ? 10 yaşındaki insan dahi o ahlaka ve analize sahiptir arkadaşlar.. Mesele şudur: Bu muhteşemliği biz yaptık, Galatasaray değil. Bu mabedi Recep Tayyip Erdoğan yaptırdı tek başına.! Elbette bunu söylemenin yolu Galatasaray yönetiminin acziyetinden bahsetmek...Yüzde yüz tepki garantidir dünyanın her yerinde.!

Erdoğan stada girdiğinde ilk soru yine bu mevzu. Mehmet Ali Birand söze bu şekilde giriyor. Başbakan üç kez duran stadyum inşaatını bir şekilde iteledi ve bitirdi.

Kaç gündür konuşulan nedir ?

TT Arena'nın muhteşemliği midir yoksa Recep Tayyip Erdoğan'ın bu stadın yapımı konusunda gösterdiği çaba mıdır ? Ne kadar spora emek vermiş Başbakan olduğu mudur ? Bu nerden bakarsanız bakın siyasi kurnazlığın sonucu oluşmuş olumlu bir tablo değil midir Başbakan adına ?

Kabul etmek gerekirse Recep Tayyip Erdoğan'ın ortası yok. Onun ya çok seversiniz ya da nefret.. Her kesimden insanın geldiği herhangi bir spor organizasyonuna katıldığı vakit orada bulunanların muhtemelen yarısı organize olmaksızın kendiliğinden ona tepki gösterecektir diğer yarısı onu gördüğü için sevincinden ağlayacak durumda olacağı gibi.. Hani alınan sportif başarısızlıklar sonrası kendi başkanını dahi es geçmeyip yuhalarken sahaya sizi şereflendirmek için zahmet edip gelen Ajax'a dahi tepkinin olduğu yerde ülkenin tartışılan isminin tepki almaması mümkün müdür ? Bu kadar başarılı olmuş siyaset adamının bunu görememesine olanak var mıdır ? Yok.. Bugün gitsin herhangi bir yere yine aynı tepkiyi alacaktır. Basketbolda yüzümüz gülerken dahi verdiğimiz tepki ortadadır. Dolayısla Başbakan tüm bunların farkında olarak o stadın içerisine "sinirlenip terk etmek üzere" giriş yaptı ve fakat gayet de geçiştirilebilecek bir tepkiyi bilinçli olarak büyütüp istediğini aldı zira başka türlü bu stadın yapımındaki emeğini milyonlarca kez birilerinden dinlemek durumunda kalmazdık.. Ne kadar sporsever bir başbakan olduğu binlerce kez tekrar edilmek durumunda kalmazdı. " Bu stadı ben yaptırdım, GS'ın bir kuruşu yok" diye ertesi gün yine aynı konuyu konuşmazdı.

Bu gerçekleri dile getirerek stadı gerçek sahibinin üzerine yazdırmak asıl dertleriydi. Toki başkanı kendi başına bu densizliği yapamaz. Başbakan'ın girişinde dahi o emeğine övgüyü bekler durumda olduğunu anlamadınız mı ? Amaç bu stadyum üzerinden Tayyip'in emeğinin altını çizmektir. O söylemlerin o stadın içerisinde tepki çekeceğini bilmiyorlar mıydı ? O tepkiye göre bir plan hazırlanmamış mıydı ? Doğrusunu söylemek gerekirse her şey istedikleri gibi olmadı mı?

Bu stadın yapımından dolayı siyasi bir çıkar elde etme amacıdır. Hiçbir şey olmasaydı dahi tek başına TOKİ başkanı başbakanı göndertecek tepkiyi yaratacaktı. Böyle densizliğin göze alınmasının bir başka açıklaması inanın yok.

Bugün BirGün'e yazdım: Neden Teşekkür edelim ?



Ben ülkenin başbakanından stadyum konusunda yardımcı olmasını değil ülkeyi doğru bir şekilde yönetmesini bekliyorum. Onu gördüğüm her ama her yerde bu yönetim biçiminin karşılığını alacaktır. CHP Galatasaray'a Messi'yi transfer etse de insanlar ona Messi'nin havalimanına geldiği gün dahi yaptığı ya da yapamadığı muhalefetin üzerinden bir değerlendirmede bulunacaktır.

Yol mu yapmış kavşak mı yapıyor ? Bunlar bir devletin yapmak zorunda olduğu görevleri. Münih belediyesi Arena için otobanı çevirdi, dörtlü şerit yaptı, kimse de teşekkür etmedi zira yapmak durumundadır. O ülkenin başbakanı her iki haftada bir elli bin insanın girip çıkacağı güzergahı doğru bir şekilde düzenlemelidir. Neden teşekkür edelim ? Benden aldığı vergi için gelip bana teşekkür ediyor mu ya da üzerinde gittiğimiz yollar için teşekkür mektubumu yazıyoruz devlete ? Ne idüğü belirsizin önde gideni "kızdırdınız başbakanı ve o da size yol yapmayacak" diyerek durumu olağan karşılamasını boşverin bu demokratik bir ülkenin başbakanı değil de Osmanlı'nın padişahı gibi davranmayı haklı gösterecek kadar kayışları koparmış bir şekilde köşe yazısı yazabiliyor.. El insaf arkadaşlar..



Bir Metro istasyonu. Alianz Arena için genişletilmek, yeniden inşa edilmek durumunda kaldı. Bu Münih belediyesinin yapmak zorunda olduğu bir hizmettir. Neden ben bunlar yapıldığı için ayrı bir şekilde minnet duymak zorundayım açıklar mısınız ? Daha da önemlisi bunların Başbakanın keyfi kararı olarak yapılmayacağı korkusuna neden kapılıyorum ki ? Ülkenin zorunlu hizmetini başbakanın keyfine bırakan zihniyet ya da astığım astık kestiğim kestik mentalitesi eleştirilmez de bizden ekstra 'sağolasın paşam sen olmasan var ya" minneti beklenir ? Her an bize kızıp da yapmak zorunda olduğu işleri yapmayabilir korkusu bu ülkede işlerin nasıl yürüdüğünün ve toplamda nasıl yönetildiğimizin bir göstergesi değil midir ?



Alianz Arena dünyanın en modern stadyumlarından bir tanesidir ve toplam maliyeti aslında 286 milyon avrodur. Yaklaşık bir yirmi yıla uzanan ödeme planı içerisinde Bayern München'e faizleriyle beraber 340 milyon avroya patlamıştır. Her sene 15 milyon avro ödeyerek yirmi yıl içerisinde bir stadyuma sahip olacak Bayern Klubü..

Soru şudur: Üç yılda yaklaşık 200 milyon avro sadece transfere yatırabilen bir klubün Alianz Arena fiyatının en az yarısına Arena kadar güzel bir stadyum yapma şansı yok muydu ?

Var ama beceriksizlikler nedeniyle gerçekleşmedi. Peki bu beceriksizliğin faturası bu insanlara kesildi mi ?

TT arena 128 milyon avroya mal olmuştur. Sonradan çıkan ekstra masraflarla beraber kabaca 150 milyon diyelim. Üç yılda 200 milyon avro transfere para yatırabilen bir klubün böyle bir stadyumu devletten bağımsız olarak yıllardır yaptıramamalarının nedenleri nelerdir ? Varsa bir başarısızlık bunun sorumluları cezasını çekmelidir. Eğer bu dev klubün gücü ile böyle bir stadyumu yaptıramıyorsanız bu işbilmemezliktir. Neden bunun cezasını Eski başkanlar ile beraber Adnan Polat ve yönetimine kesmek var iken insanlar bunu bilinçlerine yapılan tecavüz ile ödemek durumunda bırakılıyor ? Acı değil midir bu.. Bir futbol klubüne taraftar olmanın böyle ağır bedeli mi olmak durumundadır ? Her gün lanetlediğini alkışlamak mı gerekir ?



Ülkenin milyonlarca insanı Galatasaraylıdır. Aynı zamanda bu insanların en az yarısı bu resmi gördüğü zaman pek hoş olmuyorlar. Aralarında doğru/yanlış önemsiz suretini gördüğünde sinir krizi geçirecek kadar nefret edenler de mevcut. Bir başka siyasi motifi de bu resmin yerine koyabilirsiniz. Bu stadyumu Galatasaray yönetiminin beceriksizliği sonucunda Apo'nun partisi olarak algıladığınız Barış ve Demokrasi Partisi'nin desteği ile yapıldığını ve normal yaşamının içerisinde her gün küfrettiği bir partiyi Galatasaraylı olmanın bedeli olarak alkışlamak durumunda kaldığını ? Ya da MHP'nin.. Ya da X'in.. Bir halkın algısına böyle bir tecavüzü kimin yapmaya hakkı vardır ? Recep Tayyip Erdoğan siyasi bir karakterdir. Gittiği her yere Stadın yapımında verdiği iki emir ile değil ülkenin yönetimi esnasında yaptıkları ile karşılık görecektir. O halk, insanlar her gün tonlarca nedenden oluşan kızgınlıklarını bir anda unutup başka mı bakması gerekir ? Dürüst olun, mümkün müdür bu ?

Bugün Adnan Polat "İşte benim şaheserime sonunda bitirdim" diyemiyor zira onun ekmeğini yemek isteyen ve tahmin etmediği çok daha büyük bir güç ortaya çıktı. RTE "BU stadı Galatasaray değil ben yaptım". "Stadın yapımında ismi geçenlerin tek kuruş parası bu stadın içerisinde yoktur, ben yaptım"

Bunlar onun daha stadın içerisine giriş yapmadan önce halka belirtmek istediği söylemlerdir. Tepki filan hikayedir yahu. TOKİ'nin başkanını koyarsın anında alırsın tepkiyi sonra da vurun dünyanın en doğal tepkisini veren Galatasaraylılara..

Bugün Galatasaraylı ortaya çıkıp da şöyle muhteşem bir stadımız var artık diyemiyor zira daha anlaşma bile yapılamamış ve yine çok da hazzetmediği birilerinin diğerlerini affedip stadı takımına kiralamasını bekliyor.

Kimileri de RTE'nin stadın içerisinden kovulduğunu düşünerek zafer kazandığını düşünüyor. Böyle bir lider olabilecek en doğal tepkiyi düşenemeyecek kadar apal olabilir mi ? Eylemlerine eleştiri getirebiliriz ama zekasına değil. Burada düşünülmüş ve başarıyla uygulanmış bir plan söz konusu. Son iki güne bakıp da gördüğünüz yazılar nelerdir ? Kim kazanmıştır a dostlar..



Bugün yazdığım yazı BirGün'de manşetten verildi. Bu yüzden bu konuyla ilgili buraya yazamadım. Mail atıp özene bözene eleştiri dolu yazılar yazar iken biraz daha dikkatli olursanız sevinirim. Eleştirdiğiniz için değil onca yazıya rağmen kendimi tanıtamadığımı gördüğüm için üzülüyorum. Neyden kaçındık şimdiye kadar ki böyle hemen herkesin tepki gösterdiği bir konuya yaklaşmaktan kaçınalım ?

Hülasa; nerden baksan gurur diye yazmıştım o günün başında stadı görünce Tivıtıra.. Aslında nerden baksan utanç kaynağı olacağını bilebilir miydim ki ? Ve tüm samimiyetimle kırık dökük Ali Sami Yen'de üç yıl daha oynar adabıyla bir stadyuma "bizim bu.!" diyerek gururlanma sonucunda geçmeyi yeğlerdim kesinlikle.. Sorsaydınız bu şekliyle ben kesinlikle istemezdim.!

16 Ocak 2011

Bring Back FC St. Pauli.!



Önce daha önceden yazdığım "kimlik" yazısını şuradan okumanızı tavsiye ederim.

Kendilerine "Sosyal Romantikler" diyor. Aslında bu isim ilk defa eski başkan Corny Littman ile olan atışmaları esnasında başkan tarafından biraz da küçümseyici bir ifade olarak kullanıldı. "O sosyal romantikler.." St.Pauli'nin asi taraftarları ise bu yakıştırmayı alıp kendilerine isim yaptılar;Bizce böyle adlandırılmakta bir sorun yok dediler..

St.Pauli takımında yaşanılan değişimi şurada yine anlatmıştık

Hafta içi yönetime ultimatom verdi "sosyal romantikler" olarak kendilerini adlandıran grup.. Pek çok sıkıntıları vardı. Onlar bir dönem Bundesligada kalıcı olmak için "biraz" fedakarlık yapabilirlerdi ama bu yönetim sınırları aştı. Planlanmış olanın neredeyse iki katı kadar localar yapıldı. Kimilerinin içerisinde kadınların striptiz yaptığı barlar yerleştirildi. Onlar için çok önemli olan takımın maç öncesi tanıtımı esnasında sponsorlarla beraber sunum gerçekleştirilmeye başlanıldı. Çok fazla "buisiness seats" vardı. Bunların bir kısmının yıkılıp yeniden taraftarlara sunulması gerekiyordu. Tüm bu istekler ve daha fazlası için simgeleri olan kurukafa bayrağını kızgınlıklarının ifadesi olan kırmızaya dönüştürdüler. Yani "Jolly Roger" istekleri gerçekleşinceye kadar artık "Jolly Rouge" olarak kalacaktı.

Yönetim en son seçeneğin baskılar sonucu genel kurulda oylamaya sunulduğunu ama çoğunluğun kararı ile böyle bir şeyin gerçekleşmeyeceğini dile getirir iken bu protestoyu gerektiği kadar önemsemedi. Sesleri çok çıksa da azınlığın bir protestosu olarak değerlendirerek çok büyük bir yanlış yaptılar zira Freiburg maçında görüldü ki tribünlerin üçte ikisi bu protestonun içerisinde yer aldı. Dahası Freiburg karşısında iki kez öne geçmelerine rağmen oyunun belirleyici olan son bölümünde takımlarını yalnız bırakarak mesajını sert bir şekilde verdi Sonucunda kaybettirdiği iki puan ile.. Zira onlar için her ne şartta olursa olsun sportif başarı olacak diye bir kural yok.



Yönetim artık ne kadar ciddi olduklarının biraz geç de olsa farkında vardı maç sonu yapılan açıklamalardan anladığımız kadarıyla. "Bir kısım taraftar" olmadıkllarının da maalasef acı tecrübe sonucu farkına vardılar. Hafta içi verilen ultimatom sonrası oturup onlarla konuşuruz ama tehtivari söylemleri hoş değil derken alaycı yaklaşımlar da söz konusuydu. En çok da sesleri gür çıkan azınlık olarak tanımlamalar tuhaf kaçıyordu. Freiburg karşılaşması ise o meşhur siyahın ne kadarlık kısmı kırmızıya döndüğü açık bir şekilde görüldü.



Taraftar her şartta takımı destekler burada zırvalıktır. Taraftar burada takımın kimliğini korur her şeyden önce. Desteklemek için skorlara değil kimliğe ihtiyac duyuyorlar. Onlar için kimi ödünleri vererek Şampiyonlar Ligini almaktan ziyade belirlenmiş olan kimliği koruyarak bölgesel ligde dahi oynamakta sakınca yoktur.. Başarıya giden her yol mübah değildir ve St.Pauli bir futbol klubünden öte bir şeydir. Bunu çok kulup kendisine yakıştırır ama taraftar profili açısından bakarsak çok azı buna göre eylemler düzenler.. Helal lan hepinize..

Kraft, Rensing ve Bizimkiler.!



Thomas Kraft ilk maçında ilk golün bir bakıma asistini yaptı ve arkasından da penaltıyı bu şekilde kurtardı. Meydan okudu resmen.. Gerçi maç içerisinde penaltı kaçıran Bayern için taraftarları "Kraft olduğu için gol yemedik penaltıdan ama Butt olsaydı penaltıyı da gole çevirirdik" gibi esprili yaklaşımlar sergilese de geçer oy almıştır. Yalnız üzerinde durmak istediğim bu genç yeteneklerin kendilerine olan güveni.. Hırsı.. Neuer gelirse giderim diyor.. Oynayacağım ve Bayern'in bir numarası olacağım filan..

Bir örnek daha vereyim.



Michael Rensing.. Thomas Kraft'dan daha yetenekli olarak lanse edilmişti ama tutmadı Bayern'de.. Ama bir hırsı, kendine güveni var ki inanılmaz. Oynama isteği.. Lehmann'ın transferi dahi Rensing nedeniyle gerçekleşmemiştir zira oynamazsa gidecektir. Boşta olduğu dönemde ingiltereye gitmedi.. Sonrasında Real Madrid istedi Casillas'ın arkasına ama Rensing kabul etmedi. Yedek beklemem artık dedi ve Köln'e geçti Mondragon sonrasına.. Yarın da ilk maçına çıkacak. Hala diyorum çok yetenekli.

Geçelim GS'ın yerli kalecilerine.. Yahu birisi de hırslı olsun.. Birisi de ben bir numara olacağım, kalacağım desin. Sahanın içerisinde görüyorsunuz o korkuyu.. Eksik olan Galatasaray'ın yerlilerinde yetenek değil (Aykut'da yetenek de eksik o ayrı da ) gerek bugün Ufuk Ceylan'da gerekse de geçmişte Orkun'da o kendine güven yok.. Her an bir hata yapabilirim korkusuyla doksan dakikayı tamamlıyorlar.. Biz de onlar da psikolojik gerilim filminin içindeymişiz gibi maçları tamamlıyoruz.

Git bir kurtarış sonrası yumruğunu havaya kaldır, taraftarı coştur.. Ben en iyisiyim filan de.. Normalde tuhaf kaçsa da öyle pısırık bir tutum var ki insan çileden çıkıyor. İnanmazsanız olmaz bu iş. Neuer'e, Kahn'a, Şımaykıl'a bakın.. Duruşundan korkuyorsunuz. Kahn psikolojik olarak forvetlere üstünlük sağlardı.. Çokca forvet görünce korkup topu auta attığını söylerdi filan.. Bizim yerlilerin psikolojisini çözen yetmiş metreden golü düşünüyor... Birileri bu kalecilere güven aşılamalı.. Sorun burada.

Hakan Şükür ve Aynı Nakarat.!



Bıktım yaa.. Yeminle bıktım bu adamın laklaklarından.. Sadece takımın içerisini oymaktan başka bir işlevi olmadı. Safi zarar söylemler.. intikam alma, hesap peşinde koşturma..Bugün itibari ile kendi hesaplarının peşinde koşmaktan şu kadarcık bir Galatasaray sevdası olduğuna inanmıyorum.

En son stadyum programında dinledim ben kendisini ve burada çokca üzerinde durduğum gibi gereğinden fazla yerli-yabancı ayrımını körükleyen açıklamalar yapıyordu. Yabancılar şöyle de yerlilere böyle de.. Niyeti burada analiz yapmak değil zamanında çektiklerini bir başka şekilde dile getirme biçimidir. Oyunculara cebinden para verdiğini, değer görmediğini, onu bunu hep kendisi üzerine çeşitli söylemler başka bir şey değil.

..ki sadece üç yabancının gelip kötü de olsa el üstünde tutulduğu dönem çoktan geride kalmış ve artık onbir kişilik kadronun yarısından fazlasının yabancı ve bir o kadar da dışarıda yedek bekleyen yabancılardan oluşan farklı bir döneme girilmiştir. Analizler geçmişin kısmi doğruları olduğu gibi gereksiz ve takımın içerisini bozmaktan öte bir işlevi yoktur.

Aylar, yıllar sonra Galatasaray TV'de bugün yeniden gördüm ve bilin bakalım neyi dillendiriyordu yine ?

Baros iyi golcüymüş ama kendisine bakmıyormuş derken yabancıların rahatlığı.. Şaşal su ile kafalarını yıkamaları ve yabancıların üç katı maaş alması derken yerlilerin çektiği eziyet.

Arkadaşım nedir derdin senin ? Hagi, Tafarel,Popescu birleşip ağzını burnunu mu kırdı ? Ne yaptılar sana söyle de bilelim yahu.. Hesabını kes de bitsin artık bu çile.. Sen de biz de kurtulalım da olağan yorumlar, başka içerikler ile uğraş dur.

Yabancıya ayrıcalık mı kalmış ? Lincoln'u dövdün soyunma odasında, Misimovic'i şutladın sekiz maç sonunda.. Ne bileyim işine gelmedi mi sözleşmeler donduruluyor, sağa sola gönderiliyor filan.. O dönem mi kalmış ? Hele ki UEFA kupasını kazandıktan sonra burnu büyüyen Galatasaray yerlilerinin içerisinde yabancı hüküm mü sürmüş eziyet mi çekmiş.. Adamlar futblu bırakıyor, oynayamaz hale geliyor buraya geldikten sonra hala daha yerlilere eziyet geyiği bitmiyor.

Son şampiyonluk içerisinde yabancılar yokmuş da bu bir tepkiymiş.. O Gençlerbirliğine son saniyede galibiyet golünü kim attı ?

En son Galatasaray taraftarının Başbakan'a tepkisi sonrası dile getirdiği cümlelere girmek bile istemiyorum zira Hakan Şükür futbolu bıraktıktan sonra kendi hesabının peşine düşmüş ve Galatasaraylılığı benim için bitmiştir. Şu dinsiz halimle onun Saffet Sancaklı dönemi dahil en absürd zamanında bile nikah şahidi Fetullah Gülen olmuş adamı desteklemiş bir insan olarak verdiği hizmetleri kendi adıma fazlasıyla ödedim ben.. Yeter yahu.. Kes hesabını artık.. Nasıl bir hırs, nasıl bir intikam ateşi ile yanıp duruyorsun inan hiç bilmiyorum ama artık kabak tadı verdin be arkadaş..