3 Eylül 2010

Mutluluk Algısı.!




Tüm bu ismim üzerinde dönen tartışmaların içerisinde hiç etkilenmedim dersem yalan söylemiş olurum. Üzerinize doğru savrulmuş onca kelimeden elbet birisi gelip arkadan çelme takıp sizi yere düşürüyor. Yine yürür gideriz ama biraz da hafif sekerek..

Öznenin ben olmadığım yerde dahi insanların diğerlerinin çektiği herhangi bir sıkıntıya ya da acıya bakış açısının yamukluğu dikkatimi çekti. Yani iş öyle çığrığından çıkmış ki dile getirilmesi gereken minumum acı aslında kimsenin düşünüp de acı çekmediği Afrikada bugün açlıktan ölme seviyesindeki çocuklar olarak belirlenmiş ve bu bana çok doğru gelmez. Bir insanın çektiği acının şiddetini belirleyen tek başına her insanın farklı şekilde etkileneceği durumun kendisi değildir daha çok insanın yaşanılan ile kendisi arasında kurduğu ilişkidir. Burada açığa çıkan hissiyatı kavrayabilmek için çokca zaman empati aracına binip olan biten ile kendinizden doğanı algılıyorsunuz ve karşıdaki insana ulaşamıyorsunuz aslında.

İki insan düşünün ve her ikisinin de çekilen acıların sonunda intihar ettiğini.. Bu iki insanın ne şiddette bir acı sonucunda yaşamlarını sona erdirmek istediğinin bir ölçümü olabilir mi ki ? Daha doğrusu empati ile bu acıları gerçekten ölçebileceğinizi mi düşünüyorsunuz ? Birisi savaşta annesinin hamile göbeğinin kesilmesine şahitlik etmek zorunda kaldıktan sonra yaşamına kıyar iken diğeri ise annesinin 'oğlum senden bir şey olmaz' diye azarlaması sonrası olsun.. Ki bu ikisi de yaşanmıştır.

Sonuç ortada ise yaşanılanların ortalama insandaki algısı neyi değiştirir? Genelde herhangi bir durumdan değil onu yaşayanın kendisinden, insandan yola çıkmanızı tavsiye ederim ve bu yüzden eşiniz, dostunuz, sevgiliniz ya da arkadaşınız ile sağlıklı iletişimin muhattabı onu tanıma becerinizdir.

O insanın yaşamını algılamadan annesiyle olan ilişkisinin onun üzerindeki ağırlığını hissetmeden lan ben burada ekmek bulamıyorum sen anandan işittiğin azardan mı bahsediyorsun diyeceksiniz ? Hangisine saygı duyarsınızı değil insanların sıkıntısının ya da mutluluğunun şiddetinin ne olduğunu ve hatta böyle bir şeyin olup olmadığını empati yaparak her zaman algılayamacağınızı söylüyorum..

Yaşadıklarına bakarak yaşanılanların ne olduğunu kavrayamayabilirsiniz ki hemen hepsi Endonezyadaki pek çok çocuğun çektiği acıdan daha az 'acı' olsa da hayat Aristo'nun düz mantığına göre biçimlenmiyor çokca.

Annem'e yıllardır anlatmaya çalışıyorum ve o hala daha ülkedeki haber programlarının içeriğinden yola çıkıp Almanya'ya ayak basarak ne kadar şanslı ve daha da kötüsü mutlu olduğumu düşünüyor. Oysa ben birazını anlatsam onu ağlama duvarına döndürebileceğim yurt hayatımın içerisinde dahi belki daha mutluydum, annem bunu bilebilir mi ki ? Onu ağlatanın oradaki dört duvar arasına sıkışmış çocuğa dokunamadığını ve aslında ağlayanın kendi çocukluğu olduğunu ben ona anlatabilir miyim ?

Bu şekilde yaklaşımın içine gömdürdüğü insan sayısı oldukça fazladır maalasef ve ben bu konuyu çok önceleri çok daha rahat hissedip burada yazı yazabildiğim zamanlar da şu şekilde dile getirmiştim.

Okuduklarımdan değil de yaşadıklarımdan öğrendiklerim var.

Seni sadece mutlu değil aynı zamanda memnun da eden varolan koşullarının geçmişe göre biraz daha iyi olmasıdır. O "Biraz daha iyi koşullara" sahip bir dünyada dünyaya gelen insanlar ise senin gibi mutlu ve memnun yine olmayacaktır çünkü seni mutlu ya da tatmin eden bir önceki zaman diliminde yaşadığın kötü koşulların sana yaşattığı mutsuzluklardır. Bu mutsuzluklarının sonucunda ancak bir şeyler seni mutlu eder. Açık bir şekilde söylemek gerekirse mutluluk bana göre mutsuzluktan doğan bir sanrıdır.

Çizin en güzel yaşamın resmini ve orada bir insanı dünyaya getirin. Tüm bu geçmişten bağımsız insan orada ne mutlu bir hayat yaşayacaktır ne de sandığınız gibi senden başka bir insan olacaktır.

Yaşamda gördüğünüz her türlü olumsuzluğu gidermeye çalışın ama bunu o koşullarda yaşam sürenler için yapın sadece. Çünkü sadece onun içerisinde yer alan insanın mutlu olma şansı vardır. Balıkesir - Akhisar yolunu dedem gibi bir gece boyunca yürümek yerine otobüse biniyor oluşum beni hiç mutlu etmedi. O yolu yürümeyen otobüsün varlığına da sevinemez. Dahası o yolu her seferinde yürümek zorunda bırakılanın otobüse binen insandan daha mutlu bir hayat yaşamış olma ihtimali de vardır.

Sizlerden çok başka koşullarda dünyaya gelen ve sizin bugün sahip olduğunuz sorunların hiçbirisine sahip olmayan insanların kendi koşulları içerisinde ne ilginçtir ki en az sizin kadar mutsuz olma ya da şikayet etme ve gerekirse tüm bu koşulların ona biçtiği yaşamdan vazgeçme hakları dahi vardır

v.s. diye gider bu yazı da aklıma ne geldi bak.

Hiç unutmam burasını okuyan insan sayısı bir elin parmakları kadarıydı ve ben böyle çok yazardım. Haliyle çok fazla yorum gelmediğinden sanki bir başka dünyanın çok çok olan insanları vardı karşımda ve tüm bu yazılanları sonuna kadar benim anlatmak istediğim gibi anlıyor gibi gelirdi. O duyguyu çok özledim.. Yazarken dahi insan bir başka hissediyordu..

Reklamdan parayı daha sonra götürürüm diyerek bir kaç gün dinlenelim, o eski günlere doğru yol alalım.

2 Eylül 2010

Khedira: Benim ingilizcem öyle iyi ki..



Aslında Khedira Stuttgarter Nachrichten'e konuşmuş ordan Bild bölük pörçük bir şekilde almış vesaire gitmiş.. Daha sonra başka yere sadece iki kelimesi taşınmış. Ben size hızlı bir şekilde Khedira ile yapılmış röportajın orijinalini çevireyim. Yerel bir gazete ve elbette geniş ve tam bölümünü internet sitesine koymazlar.. Olduğu kadarıyla:

"Real bir bakıma problemsiz bir takım. Oyuncular isimlerinden bağımsız bir şekilde hareket ederler ve biz kendi aramızda çok gülüyoruz."

-Mourinho sizi eleştirdi. İkinizin de(Mesut) söylenilenleri anlamada problem çektinizi ve ingilizce dahi bilmediğinizi belirterek sosyal yaşamınızın hiç olmadığından bahsetti.

Ben antrenöre itiraz etmiyorum ama iki-üç haftadır oradayım sadece. Benim ingilizcem verilen taktikleri yüzde yüz anlayacak kadar iyi ve hatta ispanyolca dahi biraz biraz anlıyorum ama hızlı bir şekilde bu dili öğrenmem gerek. Şimdilik haftada üç saat ispanyolca dersi alıyorum..

.Takım içerisine girişiniz nasıl oldu ?

Real'de yeni gelen herkes bir konuşma yapmak durumunda ve ben tüm takım yemek yer iken almanca bir kaç kelime söyledim.

-Ve sizi kimse anlamadı ?

Herkes beni pür dikkat dinledi ve sonunda alkışkadılar. Sanırım söylediklerim çok da kötü şeyler olmasa gerek..

Almanca yetmediği zaman size kim yardım ediyor ?

Xabi Alonso sorunsuz ingilizce konuşabiliyor. Diarra - ki benim orta sahada rakibimdir- bana ispanyol futbolunun temel özelliklerini anlattı. Bu önemlidir: Dünya starlarından oluşan bir takımız ama insanlık burada ölmedi. Chr,stiano Ronaldo dahi bana pek çok tavsiyede bulundu.
........

Nasıl ki oyuncuların genel durumunu anlatma adına ve onları basın karşısında koruyup özünde yardım etmek için Mourinho varolan durumu açıklar iken 'ingilizce bile bilmiyorlar' diyerek hafif de bir eleştirel yaklaşım getirmişse aslında bu satırların sonundaki 'Christiano Ronaldo dahi' ile Khedira da aynı şeyi yapmış oluyor. Ronaldo yardım edemez mi ya da 'o dahi' ile belirtilen nedir orasını çok çözemedim..Gerek bu çıkışı gerekse de söylemleri oldukça şaşırtıcı geldi bana. Başarılı olur ya da olamaz bu çok başka ve fakat bu çocuk bu süperstarlar arasında ezilmeyecek bu kesin.. Niyetiniz iyi olsa dahi dili kullanma biçimi önemlidir bunu da her ikisine birileri söylemelidir.

" Herkes sizden en iyi performansı bekliyor ama zaten ben buraya buraya takım içerisinde liderlik rolünü (Führungsrolle) üstlenmek için geldim"

#Führungsrolle: Takım içerisinde bulunduğu mevkinin has adamıdır. orasını yönetir. Almanyada misal defansı Mertesacker, orta sahayı Schweinsteiger yönetir gibi. Diğerlerinden sorumlu olur ve burada bu deyim çok sık kullanılır. Michael Fink de aynı şekilde Lider oyuncudur dediğim zaman çok yanlış anlaşılmıştı. Oynadığı bölgenin sorumluluklarını en iyi bilen ve diğerlerini de verilen taktiğe göre hareket ettirendir.

Nereye geldim lan ben ?.!



Jurado'ya hemen vermişler o Magath'ın çook tartışılan ağırlık toplarını.. 'Schalke'nin teklifi geri çevrilemezdi' diyen Jurado o paranın hakkını sonuna kadar ödeyeceğinin farkında değildi sanırım..

"Ben daha geçen pazartesi Gijon'a karşı maç yaptım. ilk antrenman için bu çok fazla.."

diyor:))

Raul'a sormuşlardı nasıl antrenmanlar filan diye.. O da garibim ' Valla böylesini İspanya'da hiç görmedim ama acaip fit yapıyor adamı ve bu bize gerekli' diyerek profesyonel yaklaşım sergilemişti ama çocuklar zamanla alışıyor insan.. Hatta bizim Misimovic gibi tekrardan o topları istersiniz yeni form durumunuz sonrası..



Bu da beleşe getirdikleri Plestan..

'İnanılmaza sert antrenmanlar.!!! bu Fransada olduğundan çok başka.!'

Kolay gelsin hepinize.!

2010: Jürgen Klopp'un Dortmund'u.!



Pek çok bakımdan bugün geldiği noktadan baktığımızda ülkemizde örnek alınmasını sağlayacak bir geçmişe sahiptir Dortmund klubü. Burası düne kadar paranın har vurulup harman savrulduğu bir yerdi. Belki Leverkusen'in hediye ettiği bir Şampiyonluk görse de bu ekonomik savruculuğun bedelini uzun yıllar orta sıralara demir atarak ödemek durumunda kaldı. Sacchi'nin de üzerinde durduğu gibi tüm başarılardan soyutlanmış olarak klubün sağlıklı bir ekonomisi olmadığı sürece hangi teknik adamın ya da hangi oyuncunun buraya gelmesi önemli değil; Hemen hepsi niteliklerinden bağımsız bir şekilde başarısız olmaya mahkumdur.

Bir yerde durdu Dortmund. Baştan aşağı yenilenmeye ve farklı politikalar izlemeye başladı. Eskiden olduğu gibi milyon eurolar verip transfer yapmak yerine oldukça makul fiyatlara kimsenin tanımadığı oyunculara yöneldi. Bu iyileşme sürecinde Magath'ı da istediler ama onun gelmesi sıfırdan başladıkları yeni dönemin bütün insanlarını devre dışı bırakacağı için mümkün olmadı. Watzke-Zorc ikilisine eklemenebilecek isim olarak Klopp gibi Almanyanın en umut vaad eden teknik adamını getirip Voltranı oluşturdular..

Düşünebiliyor musunuz Dortmundlularla konuştuğum zaman Şampiyon olduğu dönemden utanç duyuyorlar. O dönem harcanılan paraların ve koşulların ne kadar kötü olduğundan bahsediyorlar. Bugünkü beş milyonu geçmeyen transferler ile başlayan yeni dönemin tam da zıttında oturan o günleri 'kara günler' olarak adlandırıyorlar..

Velhasıl çalışma, değişim, istikrar, belirlenen politikalar ve her şey ürünlerini vermeye başladı. Bir klup sağlıksız bir ekonomi doğrultusunda ilkesiz bir şekilde yönetilirse; İçerisinde bulunduğu her şeyi yer, bitirir.

Silgi gibi sildikçe silinir kendisi de..

Artık bu yeni dönem Dortmund benim için geçen senelerde Leverkusen ve Hoffenheim futbolunu oynamasını umut ettiğim ve üzerine bu açıdan diğerlerinden daha fazla eğileceğim güzel futbolun adresidir.

Kadrosunda bulundurduğu 31 futbolucunun yaş ortalaması olan 24.3 onu Bundesliganın ikinci en genç takım yapıyor ama sahaya sürdüğü ilkonbirin ortalaması Dortmund'un Bundesliganın en genç takımı olarak diğerlerinden ayırıyor. Son çıkardığı ilk onbirin ortalaması 23,7. Defans ikilisi 21 yaşlarında iki genç (Subotic-Hummels) Ön üçlüsü 20 yaş ortalaması.. Dahası takımın kaptanı Kehl her an (maalasef) sakatlanabilir ve 30 yaşındaki oyuncunun yerine girecek 21 yaşındaki Bender ile hepten bir gençler ordusuna dönüşecek..

Dahası..

Bugün Subotic,Hummels,Barrios,Kuba,Kagawa gibi oyuncular ortalama 3 milyona transfer edilmiş iken misal Subotic'in transfermarkt değeri 15 Milyon euro olsa da 20-25 gibi rakamların teklif edildiğini biliyoruz ve keza Hummels de benzer değere sahip. Çok başarılı bir transfer çalışması söz konusu. Barrios çift haneli rakama ulaştı ve Kagawa 21 yaşında ve çok beğendiğim bu oyuncu Japonya ikinci liginden alınmadır. Takımın piyasa değer en yüksek oyuncusu Subotiç de zamanında burada değindiğimiz gibi ikinci ligin en pahalı transferiydi ki 3 milyon civarıdır ödedikleri rakam.. Toplamda 15 milyon verip 60 milyon alabilecek konuma ulaştılar..

Velhasıl geleceğin takımı yavaş yavaş kuruyorlar ve bu kadronun sonu doksanlı yıllara onları geri döndürecektir.

Takımın Önemli İsimleri:



Nuri Şahin

Maske ile dahi oynamak durumunda. Almanya için Dünya Kupasında Schweinsteiger neyse Dortmund için Nuri Şahin aynı anlamı taşıyor. Aslında normal koşullar altında buraya takım kaptanı çok sevilen Sebastian Kehl'i alırdım ve fakat sakatlıkları ve sakatlanma ihtimali onun takımın kilit ismi olmasını engelliyor. Başka açıdan kenarları çok sağlam çalışan dortmund klubünde o golün iki önceki adımı oluyor genelde. Defansif ikiliden birisi olduğu gibi orta sahada bir pasör ve oyun kurucu kimliği var. Takımın temel direğidir. Yavas yavas Dortmund demek Nuri Şahin'e doğru gidiyor..

Bizzat kendisinin de üzerinde durduğu gibi geliştirmek zorunda olduğu pasörlüğüdür. Ve artık direkt olarak gole dönğştürücü kimliğine çıkartmasıdır. Nuri Şahin'in abartısız bir şekilde belirtmek gerekirse mevkisinin dünyadaki en iyisi olması için daha fazla yeteneğe değil sadece daha fazla çalışmaya ihtiyacı var. Bu genç yaşında parlamış, en iyisi olmus, en gelecek vaad eden konumunda en genç golü atan ve büyük klupler tarafından istenilen oyuncu gibi her konuma ulaştıktan sonra yere çakılmış, yurt dışına gidip oynayıp geldikten sonra araya evlilik de sıkıştırmış ve tekrardan yükselmiştir.

Ve arkadaşlar..

100 Bundesliga maçını çoktan geçmiş 21 yaşındaki bu oyuncu Dortmund'un lideridir. Genç kadro oluşturmak ve her zaman bunların tecrübesizliği sorun iken Dortmund klubü aslında sanıldığı kadar genç değil onunla..



Shinji Kagawa

Japonya ikinci liginden 350 bin dolara alındı. İlk iki maçta ilkonbir başladı ve bu senenin en pahalı transferi 4,5 milyon euro karşılığı alınan Lewandowski'yi yedeğe attı. Değeri 350 bin euro diye Klopp ona başka bakmadı zira hazırlık maçlarında çoştu.. Forvet arkası oynuyor ama o üçlünün her bölgesinde rahatlıkla oynayabilir. Teknik ve çalışlan bir oyuncu. Oralardan gelen insanların her daim fiziksel sıkıntıları olmuştur ki Kagawa'da da bu aynı şekilde ama çalışarak kapatabileceğine inanıyor. Diyor ki çalışan insan her şeyi becerebilir. Tek ufak bir sıkıntı belki şu soruya verdiği cevabın içerisinde olabilir. Almanya'daki ilk izlenimleri olarak sessiz ve kendi halinde insanlar olarak belirttikten sonra:

Bild: başka ?

Kagawa: Güzel kadınlar.! Bu kadar sarışını hayatım boyunca bir arada hiç görmedim.!



Lucas Barrios

Ben bu gibi oyuncuları sever ve takımımda görmek isterim. En çok misal Nistelrooy.. Cezasahaiçi golcülerini dışarıda seyretmekten değil kendi takımımda isterim çünkü bu oyuncular bir ve bazen iki atamazsa üçüncüyü mutaka.. istatistik yapıyor golleri olsa da bence içgüdüsel olarak orada bulunma durumu küçümsenecek bir şey değil. Algılanamadığı ve tüm yetenek vuruş anında yapılan estetiğe göre belirlendiği için hakkı da yenen insanlardır çokca.. Gerd Müller gibi hayvani bir istatistik yapılmadığı sürece çokca değerinin altında karşılık görürler.. Onun atacağı minumum goller bellidir ama formda olduğu vakit hem kendisini hem de Nuri Şahin'i ve haliyle takımı yukarıya taşıyacak önemli ismidir..



Taktik

Klopp geçen sene lige çok kötü başladı. İlk 7 hafta sonunda 15.olunca 4-2-3-1'e geçti ve her şey birden yerine oturdu. Arkasından 12 hafta yenilmeden üst üste maçlar oynadı ve sonunda Nuri'nin kaçırdığı penaltı ve yenilen ofsayt gol ile istediklerini elde edemese de geleceğe umut dağıttı. Spox lig öncesi kısa bir analiz yapıp bunu öngörmüştü. Taktik doğrudur ama Kuba'nın sakatlığı oraya geçen hafta ilk golünü de atan 18 yaşındaki genç yetenek Gotze'yi yerleştirdi. Akabinde Lewandowski yerine de Kagawa..

4-2-3-1.!

Neredeyse takımların yüzde 60'ı bu dizilişle sahaya çıkıyor ama bu oyun felsefelerinin aynı olacağını anlamına gelmez. Galatasaray Skibbe ile bunu oynadığı vakit oyun kurucu Lincoln idi. burada ve misal Almanya'da oyun kurucular defansif orta sahadır. Hollanda'da işeri tersine çeviren öndeki Sneijder'in geri gelip yer yer 4-3-3 oynatacak şeklinde oyun kurucu olmasıdır. Bana göre hücum kalitesini ve oyun felsefesini belirleyen arkadaki ikilinin ne kadar ofansif olduğudur. Dolayısla hem Kehl hem de Nuri ofansif 'DMC'lerdir. Ofansif oldukları sürece de defans konusunda sorun da yaşıyorlar. Leverkusen maçının kaybedilmesinin temelinde savunma konusunda sorunlu olması yatar.

Mario Götze'yi burada işlemiştik ve ben çok beğenirim. Lakin genel bakış içerisinde takımın savunma-ofans dengesi oturmak durumundadır ve burada Kuba'nın varlığı biraz daha işleri rayına oturtacaktır. Aynı şekilde Nuri'nin bu formu Kehl yerine Bender'i daha 'mantıklı' kılsa da öyle bir yetenek ve oyuncudur ki Dortmundlular tapar o adama.. Sakat olmadığı sürece oynamak durumundadır..

Toplamda bu yapısı ile futbol oynamak isteyen ve oldukça hücum yönü kuvvetli bir 'Genç' takımdır..



Teknik Adam: Jürgen Klopp

Önce buradan Mourinho'nun röportajını ve arkasından buradaki Klopp postuna bir göz atın. Pek çok insan tek başına taktik zekanın futbola yeteceğine inanır. Sahada onbir robot oynatırsanız bu mümkündür ve diğer türlü insan faktörü olduğu sürece şu yukarıdaki ilişki de önemli rol oynar başarının içerisinde..

Rinus Michels'i bilmeyen yoktur. Taktiksel zekasını FİFA 1999 yılında yüzyılın en iyisi olarak ödüllendirmiştir ama bakın bakalım Schumacher, Bonhof ya da Littbarski ne diyor bu güzel hoca hakkında ?

Klopp hali hazırda bu işi bilimsel olarak algılayıp spor akademisini bitirmiştir. Mainz ile yaptıkları ortada ve o kadar sevilir ki bu bazen çok şeyi tek başına değiştirir. İlişki kurar oyuncularıyla.. her maç sonrası her oyuncu teknik adamından bir mail alır o günkü performansı ve istatistikleri ile ilgili.. 'koşmak' önemlidir ve koşturur, mücadele ettirir yani. Ne zaman ki istatistikler karşı taraftan daha az koştuğunu gösterir işte teknik adamın kara yüzü ortaya çıkar. Paraguay'ı Dünya Kupasında zorlu yapan ve bu kadar koşturan eklenti iki tane Dortmund forvetinin burada hiç yapmadıkları mücadeleyi Klopp ile rutine çevirmesidir..

Bana göre alışılmadık başarılara sahip hocaların 'bir şeyi' diğerlerinden farklıdır. Gerekli olan her yönden minumum yeteneğinin dışında bir nokta onu ileriye belki en uca götürür. Mourinho'da Taktiksel Zeka Fatih Terim'de Motivasyon vesaire.. Klopp'da bu 'dürüstlük' ve 'çalışkanlık'tır.

Prekazi Röportajı.!



Röportajı Sevgili Cem Kurel yapmış ve mutlaka okunmalıdır. Gerekirse özür dilenmelidir.

Rijkaard CD'leri izlemiş ve Jovanovic'i beğenmiş. Bunu Adnan Polat söyledi. Bana futbolcunun fiyatını sordu. Ben de kendisine "Ben menajer değilim, para konuşmam ama sizin için öğrenirim" diye yanıt verdim. Sonra öğrenip aradım Başkan'ı, bonservisinin 1 milyon Euro olduğunu, Jovanovic'in de 50 bin Euro aylık istediğini söyledim. Başkan da "tamam" dedi ve Eskişehirspor maçından sonra yine aradı. Ve bizi İstanbul'a çağırdı.

....
"Ben Galatasaray taraftarıyım, Galatasaray'a da Türk halkına da kırgın olamam. Hayatımın en güzel günleriydi Türkiye'de yaşadığım dönemler. Ama Adnan Polat beni arayıp özür dilemeli!"

1 Eylül 2010

O Bize Bir Şeyler Anlatmak İstiyor.!



Son günde çılğınlığa varan transfer hamlelerinin olduğu yerde O sessizce olup biteni izliyor. Ligde rakipleri olan misal Schalke 35 Milyon euro ya da Wolfsburg 39 milyon euro Hamburg 15 milyon ve Bremen 14 Milyon euro harcama yapar iken normal koşullar altında tüm bunların toplamından fazla harcama yapan ve hepsinin toplamından daha fazla gücü olan Bayern München ise bizzat Van Gaal'in isteği doğrultusunda sezona tek kuruş harcama yapmadan giriyor.

Ben Dünyanın en ucuz teknik adamıyım ya da 'çok kazandıran' bir insanım derken ne demek istediğini algılamak için bugün dünya futbol piyasasında dolaşan yıldızlara bakmak yeterli olacaktır.

O teknik adamlığı oyunculara bulunduğu seviyeden bir basamak yukarı çıkarma işi olarak da görüyor.

Geçen sezon Magath başarılı olsa da oynattığı kötü futbolun açıklaması olarak bizim Bayern gibi 70 milyon verip oyuncu alma gibi lüksümüz yok dedi. Bu dengesiz yarışa ancak bu şekilde ortak olabiliyoruz gibi açıklama yaptı ki haklıydı..

Şimdi durum biraz tersine döndü. Jurado,Huntelaar, Raul gibi oyuncuları kadrosuna katan Schalke'nin bu sezon göstereceği performans sonrası bahanesi yok.

Özellikle sol bek ve hatta Stoper konusunda yeni transfer yerine 'oyuncu yetiştirme' seçeneğini tıklayan Van Gaal her şekilde başarının çok başka yere bağlı olduğunu ispat etme derdinde. Bana göre riskli olsa da bu hamle takdir edilmelidir.

Löw: Kaptan Ballack.!



Löw az önce sonunda açıkladı. Alman Milli Takımının kaptanı Ballack'tır.

Aslında olağan bir sonuç zira Ballack'ın kaptanlığı yetersiz olduğu için değil sakat olup takımdan ayrı kalmak zorunda kalışının ardından alındı ve geri dönme ihtimalinin olduğu yerde devam edeceğini açıkladı.

Tartışmanın bu konuma gelmesinde Lahm'ın kendi isteğiyle bu görevi bırakmayacağını açıklaması yatar. Bu aynı zamanda Ballack'ın kaptanlığına karşı bir oyuncu grubunun varlığına işaret eder. Öncesinde de Bierhoff aracılığıyla kendisini ifade eden bu grubun Ballack tarzı saha içerisinde azarlanmayı kaldıramadığını ve liderliğin çok başka şekilde olması gerektiği de dile getirilmişti. Bierhoff "bazı" oyuncuların çocuk gibi azarlanamayacağının üzerinde durur iken belirli bir eğitimi almış futbolculara bu şekilde davranılmamalıdır derken Lahm da bu grubun içerisinde bulunuyordu.

Velhasıl bugün verilen bu karar Almanya Milli Takımının saha içerisinde nasıl yönetileceğinin bir seçimidir daha çok..

Löw ilerisi Lahm olsa da bugün Ballack dedi.

33 yaşında Milli takım ömrü oldukça kısa olup bugün dahi bitebilir durumda olan Ballack'ın yeniden kaptanlığa seçilmesi iki futbolcudan birisinden yana seçim yapmaktan öte bu gibi futbolcuların üstlendiği liderlik biçimine bugün dahi ihtiyac duyulacağını gösteriyor.

Olmasını istediğim değil olan durumu özetlemek gerekirse eğer;

Özellikle Dünya Kupasındaki İspanya ve Gana maçı incelenmelidir. Gana maçının sonucundan korkarsın (İlk defa DK gruplarından çıkamama) ya da İspanyanın futbolundan. Birisi kazanılmış olsa dahi varolan kötü performansların nedeni mental eksikliktir. Oynamadan kaybetmek ya da sahada ne yapacağını bilemeyen oyuncuların grubunun varlığını mercek altına almaktır. Bu maçların içerisine ben Şampiyonlar Ligi final maçını da eklerim. Özellikle İspanya ve İnter maçları sonrası hem teknik adamların ve aynı zamanda oyuncuların 'Gereğinden fazla korktuk' açıklamaları sanırım durumu anlatır. İşin Türkçesi saha içi ve dışında maçın kazanılacağına ilişkin inanç taşıyan ve onu diğerlerine aktaran tek bir insanın dahi olmamasıdır.

2008 Almanyası bugünkü gibi güçlü değildi ve buna rağmen o dönemin Avrupa Şampiyonu olmuş İspanyası 2010 Dünya Kupasını kaldırmış olanından daha formda bir takımdı.

2008 Finali ve 2010 DK yarı finali maçları ortadadır. Daha güçlü bir rakibe karşı potansiyelinin üzerine çıkarılmış Almanya'nın oynadığı ile daha güçsüz bir İspanya karşısında İspanya'nın dahi korkabildiği bir yerde potansiyelinin aşağısına çekilmiş Almanya. Aradaki farklardan birisi de burada Ballack'tır. İki maçın da içerisinde olan Schweinsteiger de Bayern'den arkadaşı Lahm'a rağmen bunu dile getirmekten çekinmiyor.

Oyuncuların röportajları bunları çok iyi dile getirir. Nasıl inanç getirdiklerine ve nereye bakıp öylesine değil de o topu alacağım diye mücadeleye giriştiklerine.. Üç yılda iki Şampiyonlar Ligi finali oynamış oyuncunun Effenberg tanımı bunu anlatır. Galatasaray'ın UEFA kupası kadrosu da kendilerinin yönetim anlaşmazlıklarının hesaplarını kesmediği tek bir gün olursa size Terim ve Hagi'nin bu zaferlerdeki etkisinin ne olduklarını anlatabilirler.

Toplamda potansiyelini kimi korkulardan ve mental eksikliklerden dolayı ortaya koyamamış bir Almanya'nın bu korkuları ve sorumluluğu bazen tek başına üzerine alacak bir lidere bugün dahi ihtiyac duyuyor. Ballack bugün var yarın yok ama ileride son yüzyıldır olduğu gibi her zaman mental açıdan güçlü bir lidere ihtiyaç vardır. Bunun tarzı eskiden olduğu gibi 'aşağılayıcı' olmak durumunda değil ama Şampiyonlar Ligi finalinden sonra 'Biraz fazla korktuk' diyen Lahm gibi kendisini dahi inanmakta zorluk çeker iken sahadaki diğer oyuncuyu etkilemekten aciz de olmamalıdır. Yeni dönem ise bu ikisinin karışımı olmalıdır.

Liderler 'yetersiz' olduğu vakit uzun süreçte sorunlar çıkar. Yeterliliği hem saha içi performansı hem de karakter açıdan ele alınır. Saha içerisinde müthiş işker çıkartan Loddar Almanya' ya döndüğünde benzer sorunları yaşadı. Loddar-Klinsmann ya da Loddar-Helmer. Loddar'ın karşısındaki insan genelde aklı başında olurdu ama olmaması mümkün müdür ki ? Ballack için de aynı şeyler söz konusu. Podolski, Lahm v.s.. Yeterli değil.

Ama bugün daha iyisi yok ve Almanya'nın kendi içerisinden daha çok Lahm kadar Ballack çıkarması için bir bakıma birbirlerine kırdırıyorlar zira ikisinin karışımı gerek.. Birisine tamamen 'evet' diyemiyorlar..

31 Ağustos 2010

Lddr-Hns.!



En sevdiğim karelerdendir.. Olan durumu bazen bir fotoğraf karesi özetler..

Zvjezdan "zwetschge" Misimovic.!



Misimovic tanınmayan bir oyuncu değil. Beşiktaş Wolfsburg ya da Türkiye-Bosna maçlarından biliniyor ki en kötü geçen Bayern maçını hemen herkes izlemiştir. Nesli tükenen tipik çok güzel bir on numara. Oyun kurucu. Öldürücü pasları vardır ve geçen sene Mesut ile beraber Bundesliganın en çok gollük pasını veren adam. Şampiyon olduğu sezon ligin asist kralıydı..

Onun top ile yapabildiklerinden çok oyun zekası öyle iyiydi ki amatör takımdan hocası Gerland arkadaşları ona ayak uydurmakta güçlük çekiyor diyerek aradaki farkı ortaya koyuyordu..Özellikle Wolfsburg takımında gösterdiği gelişme tembelliğinden dolayı harcadığı yıllar sonrası Magath otoriştesi ile kendisine gelmesi mi yoksa Grafite ve Dzeko gibi onu anlayacak oyuncular ile buluşması mı net karar verebilmiş değilim. Milli takımda da benzer performansı sergiler iken Dzeko faktörü orada da olduğundan ayrımı göremiyoruz.. Bu gibi oyuncuları yücelten forvet performansıdır. Bugün Nonda o golü atsaydı belki hala Lincoln bu takımda olacaktı gibi.. Mesut, Sırbistan maçında kötü oynamamasına rağmen ismi anılmadı ve fakat aslında iki tane muhteşem pası Podolski atamamıştır. Keza Yaser o golleri atsa yine Lincoln belki.. On numaranın kaderidir forvete bağlı oluşu..

Magath sonrası Grafite'de çok ciddi bir düşüş gözlemlenir iken Dzeko formunu korumaya devam etmiş ve Misimovic ise asist kralı olamasa da başta da bahsettiğimiz gibi geçen senenin en fazla gollük pasını veren iki oyuncudan birisi olmuştur.. Şampiyon olduğu sezon benim içimden geçen soruyu Spox muhabiri sormuştur:

Spox: Veh, sizin başarılı olduğunuz Magath ve Gerland gibi hocalara göre daha yumuşak ve onlar kadar sert değil. Sizin gibilerin arkanızdan biraz itekleyecek bu gibi antrenörlere ihtiyacı yok mudur ?

Misimovic: Bu teknik adamların yönetiminde başarılı olduğum doğrudur ama artık ben ne yapmam gerektiğini bilecek konumdayım. Ben ne istediğimi artık çok iyi biliyorum ve birilerinin teşviğine kesinlikle ihtiyacım yok lakin her teknik adamdan mutlaka bir şeyler öğrenirsiniz..

Transferin zamanlaması oyuncunun gelişimi göz önüne alındığında oldukça güzel. Daha erken yaşta değil tam da bu zaman olmalıydı. Bayern altyapısında oynasa da o dönem tembelliği ve sorumsuzluğu ile bilinirdi daha çok.. O zamanki antrenörü Gerland 80 kilonun altına düşse her şeyi yapabilecek bir oyuncu olarak tanımlardı(1.80 boyunda ve 85 kilo çekiyordu) ve bu açıdan Bochum ve Nürnberg gibi düşmeye oynayan ve hatta Bochum ile ikinci lige düşüp çıkması onun kendisinin de söylediği gibi bugünkü konumuna getiren önemli tecrübeler olmuştur. Sorumluluk almayı ve profesyonel futbol hayatını bana bu takımlar öğretti der ve verdiği demeçlerden de bunu görürüz.. Sadece fiziği ile değil olgunlaşan karakteri ile de çabuk yere düşmeyen bir oyuncudur. Nürnberg ile ligden düşüp ardından Wolfsburg ile de şampiyonluk yaşadıktan sonra insan ister istemez olgunlaşıyor ve eski hocası bugün Hamburg'un başında bulunan Armin Veh bugüne kadar gördüğüm en sağlam karakterli futbolcu Misimovictir diyerek oyuncunun mental yönüne de dikkat çekmiştir.



Neden Klubünden Ayrıldı ?

Her şey aslında mart ayında başladı. Çok net bir şekilde Magath ile çalışmak isterim dedi ve beyanatı Bild'e konu olunca Misimovic'in gitmek istediği söylentileri çıktı. O gün bugündür de Misimovic- Schalke dedikodusu bitmek bilmedi. Taraftarlar onun yer yer mücadelesiz oyunu karşısında tepki gösterdi. 'Zaten gitmek istiyor işte bu yüzden oynamıyor" diye sitem edilse de rakamlar aksini söylüyordu. Ligde 10 gol 15 asist ile oynar iken kupada 2 maç 2 gol 1 asist gibi durum söz konusuydu. Dahası Grafite'nin bariz bir düşüşü söz konusu iken Misimovic için bu geçerli değildi ama gereğinden fazla dürüst olması ve politik cevaplara yeltenmemesinin üzerine Şampiyon olduğu sezona göre başarısız geçen dönemde taraftarlarla araları açıldı. Bu dönemde oynanılan bir maçta kendisine yüklenen taraftardan birine küfür ile karşılık verip orta parmağını da göstermişliği vardır.

Karakter ve gitme kararı vermesine ilişkin bir başka detay istemediği antrenör olduğu vakit milli takımı dahi bırakabilmesidir.

DK eleminasyon karşılaşmalarınin ikinci maçında Portekiz karşısında sakatlığı nedeniyle oynamamış ve Miroslaw Blaszevic ise bunun üzerine aşırı sağçılar tarafından Misimovic'in tehtit edildiğini ve bu yüzden 'bilinçli' olarak sakat geyiğine oynamadığını söyleyerek ortamı germiştir. Misimovic'in kendisine de ilk maçta tamamen kendisini maça vermediğini ve 'satılmış' olduğunu dile getiren teknik adama ise tavır almakta gecikmez. Zwetschge röntgenlerini dahi gazeteye gösterse de bu tartışma bitmemiş ve sonunda hocasın sağlam cephe almıştır. 'O takımın başında olduğu sürece ben milli takımda yokum' dedikten sonra Blaszevic " Misimovic'in kalması benden daha önemlidir' diyerek istifasını basıp Saffet Susic'in göreve gelmesine olanak sağlamıştır..

Seyircilerle Schalke isteği ile başlayan sürtüşme bitmemiş ve gitmek istediğini daha mart ayında Hoeness'e bildirmiş, bonservisinin belirlenmesini istemiştir. Sezon başı 2013'e kadar kontratım var ve bunu dolduracağım der iken yurt dışında misal memleketinizde oynamak ister misiniz sorusuna ise ülkemde değil belki ama kesinlikle evet diyordu. Onun Almanya doğumlu olduğunu hatırlatır ve bir yurt dışı oynama sevdasının bulunduğunun da altını çizelim.

Schalke olmayınca yurt dışı deneyimi olarak Galatasaray ona cazip gelmiştir.



Lincoln-Misimovic Farkı ?

Çok benzer iki oyuncu..Lincoln daha spektakular hareketleri yapar ve fakat Misimovic sahada daha dik durur Lincoln'e göre. Türkiye geçmişini bir kenara bırakırsanız her ikisi de Bundesligada sağlam frikikler çakmıştır ama Misimovic biraz daha iyi frikik atar diyebiliriz ve aynı zamanda daha golcüdür de.. Lincoln daha çalımcıdır ve belki biraz daha efektiftir. Misimovic daha pasçıdır. Lincoln kısa mesafede paslarla halı saha misali topunu oynar iken Misimovic sahayı Lincoln'e göre çok daha geniş açıdan ele alıp kullanır. Pasörlük açısından hem Elano'luk hem de Lincoln'luk yapabilir.

Bugün için bu kıyası çok iyi yapabiliyorum ve kesinlikle Misimovic bu Galatasaray'ın oyuncuları arasında kendisini ezdirmeyecek futbolcudur.. Wolfsburg şampiyonlugu sonrası demeçlerinden dolayı burada ele almıştık bu gelişimini.. Lincoln önemsemez çok şeyi ama Misimovic doğrucu davuttur. Son dönemdeki Misimovic röportajlarını okur iken soruyu soran insanın bu transfer konusunda ilk defa Misimovic'in direkt konuşmak yerine politik cevaplar verdiğinin üzerinde duruyordu.. Lincoln ise çoklukla konuşmayı gereksiz bir eylem olarak görür ki buradaki en büyük hatalarından birisi idi.

Her ikisinin de doğuştan gelen 'öldürücü' pas yeteneği vardır. Sahayı öyle tarıyorlar ve öyle noktaları keşfediyorlar ki topu tam da olması gereken yere gönderdiğine mi bakarsınız yoksa orasını nasıl keşfettiğine mi hep bir ikilem içerisinde övgüleri düzersiniz.. Üçüncü gözü vardır yakıştırması sık sık bu iki oyuncu için de yapılırdı. Bu öğrenilemez, yetenektir.Her ikisine de Magath göz koymuştur.

Lakin ikisi de tembeldir ve ikisi de aslında koşmaktan nefret ederler. Saha içerisinde Misimovic'in koşmamasını zaman zaman Wolfsburg taraftarı da sorun yapmıştır. Dahası bu koşmama eylemi ile isteksiz olma durumu yan yana konulup taraftarlar ile oyuncuların arasının açılması her ikisinde de görülen bir durumdur.Yine onu en iyi tanıyan Gerland şöyle demişti:

'Bu çocuk topla her şeyi yapar ve ben ona saha içerisinde koşmasının dışında her şeyi öğrettim'

Elbette ben tartışmasız bir şekilde Lincoln'u daha çok beğenirim.



Sisteme Uyar mı ?

Hiç kusura bakmayın ama bugün Galatasayın oturmuş bir sistemi olmadığından Keita gibi gelen oyuncunun yetenekleri konusunda takıma yapacağı katkıyı konuşuyoruz. Misimoviç şu takıma her türlü katkıyı sağlar ve dahası gün geçtikçe küfürlerimize yenilerini kazandıran oyunculara da güzellik getirecektir ve hepsi Sabri gibi aslında ne güzel oyuncuymus konumuna gelecektir. Misimovic'in koşmadığı yerde Barış ve onun girmediği ikili mücadelelerde de Cana gibi oyuncular bir adım daha öne çıkacaktır. Cana'nın değerinin anlaşılmasını sağlayacak bir oyuncu aldık. Daimi ve ezeli sorun olan topun önbölgeye taşınması sorunu da Misimovic'e rağmen devam edebilir.

Çok ama çok kabaca 4-3-3'ten Rijkaard hiç vazgeçmiyor lakin orta üçlünün nitelikleri her zaman farklı olmuştur. Üç tane defansif orta sahadan üç tane merkez orta sahasına ve iki defansif bir on numara gibi çok çeşitli oyun yapıları ortaya koyulmuştur. Dolayısla şimdi elimize çok net bir 10 numara oynayan oyuncu geçmiştir. Benim beklentim iki defansif orta sahalı bir 4-3(2-1)-3 dizilimidir. Öndeki üçlüye yakın ve fakat on numara pozisyonuna da uzak olmayan bir dizilim. Bu açıdan yaklaşırsak Elano bu durumda öndeki üçlünün içerisinde olacaktır.Lincoln ile farkını ortaya koyar iken geniş alanı sever diye not düştük. Orta saha ile hücümün arası açılsa dahi etkiliğiğini koruyabilecek niteliktedir.

Elano ile ikisini birden orta üçlünün içerisinde 4-3(1-2)-3 şeklinde bir yapıda oynama ihtimali ise ancak öne koyacağınız kenar adamlarının Kewell-Pino yerine Arda-Serdar olması halinde takım savunmasında sorun teşkil etmeyecek şeklinde mümkün olabilir ki oldukça düşük bir ihtimal olarak görüyorum.

Ezeli ve ebedi sorun olan topun ön bölgeye taşınması konusunda problem onsuz çözülürse öndeki üçlünün Ronaldinho misali kenar adamı olara da iş yapabilir ki sol kenara denk düşer bu durumda. Orada oynayabilir lakin gerek topu taşıma problemi gerekse de o bölgenin hele ki sol tarafın adaylarının çok fazla olması nedeniyle denenmeyeceğini düşünüyorum. Beklentim ve umudum birinci seçenektir.. Zira oyuncu..

..Frikikleri ve duran top organizasyonlarına kadar tipik bir on numaradır. Bu görevi sahada alırsa başarıyla gerçekleştirecektir.

Bir denge sağlayıcı unsur olmasını ben umuyorum. Barış'ın Sarp'ın hücüm mu edelim defans mı yapalım ikileminden her ikisini de layıgıyla yapamadığından dolayı takım savunmasında da ciddi sorunların açılmasına neden olduğunu düşünüyorum ve bu açıdan olumlu katkısı da mevcut iken bugüne kadar varolan stoper ikilisinden kaleciye kadar olan sorunların Misimovic ile bir ilintisi yok.. Bunlar çözülmedi ve sahaya tüm bu yukarıda saydıklarıma rağmen koşmayan bir oyuncu daha geldi, unutulmasın.



Sakat filan olmasın abi ?

Daha geçen maçın ikinci yarısı girdi ve dahası buraya gelmeden önce performansı şu şekildedir.

Geçen sezon 34 maçlık lig maratonunun 31'inde forma giymiş ve o sezon Avrupa Kupası, Lig Kupası ve Milli takım ile toplam 49 maça çıkmıştır.

Şampiyon olduğu sene ise 34 maçın 33'ünde forma giymiştir. Her şey dahil toplamda ise bir sezon içerisinde 57 maça çıkmıştır.

Üç yıl öncesi ise 34 maçın 28'inde forma giymiş ve toplamda ise 50 maça çıkmıştır.

Son üç sezonun ortalaması ise 52 maçtır. Eğer buraya gelip bu oyuncu sakatlanır ise gerçekten sorun öyle veya böyle bizdedir arkadaşlar..



Galatasaray takımında başarılı olur mu ?

Bilemem. Eğer mevzu bahis takım Galatasaray ve Bundesliga oyuncusu ilişkisi olursa bana sormayın. Bugüne kadar yaptığım tahminler (Lincoln,Meira) tutmadı. Bilemezsiniz ki ? Karakteri ile takımın lideri olur ya da takımın lideri ile kanka olur ya da bir yönetici gelir dövmeye kalkar.. Biz izleyiciler olarak tüm bunlardan bihaber yorumlar yapıyoruz. Birinci Bundesliga geçmişi olan insanlarla muhabbet eden bir eniştem var ve anlattıkları inanılmaz. Röportajlar acaip keyifli gelir bana ve tüm bunların içerisinde sahaya bakışım da farklılaşıyor. Tek başına takım, taktik ya da disiplin, yetenek v.s belirleyici olmuyor. Barcelona takımında ikidir oyuncular yönetime çıkıp 'biz bu oyuncuyu istemiyoruz' diyorlar.. Bunu yapmayan oyuncular da var ve geldiklerinde orasını ona zindan eden..

Ama bir şeyi biliyorum. Başarı ve form durumu oyuncuya kalkan olur. Kewell o performansı gösterdiği gün o takımın lideri olmuştur. Sahada seyirci bunu üstelik Arda karşısında belirlemiştir. Oynamayan kim olursa olsun şansı yoktur melek kalpli insan olsa dahi.. Bu yüzden ilk maçında yapacakları dahi sonrasını belirleyecektir. Her şey bazen biraz da şans..

Buradaki geçmişi bir şeyi belirlemiyor ? Misimoviç takımını şampiyon yaptı ve ligin önünde iki tane gol krallığında çekişen oyuncunun olduğu yerde MVP olmuştur. Her ikisinden de daha değerliydi takımı adına.. Ama bilinmez. Lincoln altı yıl oynadı ama zirve noktası buraya gelmeden önceki iki sezonudur. Kırmızı kartı şampiyonluğa mal olduğu gibi varlığı da yedincilikten şampiyonlar ligi çeyrek finalidir bir bakıma.. Bunlar maalasef burası için bir kriter oluşturmuyor..

Ama şunu ekleyelim: Lincoln'dan farkı karakteri oldukça serttir. Brezilyalı değil Bosnalıdır ve sanırım bizim yerlilerle iyi bir ilişki içerisinde olacaktır. Arda da kötü kaka çocuk değildir ve yeri geldiğinde bir başkasının varlığını çekilmez kılan egosu aynı zamanda da onun bugün burada varolma sebebidir. Lider karakterli Türk oyuncularının belki de en önemli sorunu uluslararası kariyere turnuvalara katılamayıp Avrupa kupalarında başarı sağlayamadığımızdan dolayı sahip olmadıkları zaman onlardan yeterli saygıyı görmemelidir. Bunun gibi ufak bir tehlike olsa da ben uyum konusunda kültürel yakınlıktan dolayı sorun olmayacağını düşünüyorum..

Gel Misi Misi..



Gelir gelmez o ayrı ama bu kadar tuhaflaşan bir transfer görmedim.. Bir gün geldi diyorlar diğer gün kaldı. Alman basını da Türk basının kaynak alıp net ifadeler kullanıyor ve arkasından kendisini yalanlıyor. Dahası burası Türkiye'deki geldi haberlerini bir gün sonra veriri iken aynı zamanda o anda Türk basını yerine çok baska bir ismi getirmiş oluyor. Geliyor'a filan inanmasak da adamlar çözmüş işi 'imzaladı' diye haber geçiyorlar.. İki basını da takip eden bizler ise hepten..

Bugün bu transfer gerçekleşmesin daha çok Misimovic gelmeyeceği için değiş devre arası da aynı geyiklerin devam edeceğinden korkuyoruz..

Godot'yu bu kadar bekleseydik o kesin gelirdi..

Şükür ki bu transferin de bir kapanış tarihi var yoksa..

30 Ağustos 2010

Best German Soccer Goals.!



38: Burgsmüller'in aşırtmasına bittim.Oradaki biliçli pisburun faso önemli.

36: Bernd Schuster'in muhteşem golünden ziyade fiziği dikkat çekici.

35: Uli Hoeness-Gerd Müller birlikteliğinin belki daha güzel golü bugün hala devam ediyor oluşudur.

33: Hep derim Almanların Romario'sudur Basler. Dehşet yeteneğin yanında sigara,içki v.s.

31: Netzer'in frikiğini mutlaka ama mutlaka izlemeli her insan..

29:Klaus Fischer ve rövaşatalarından bir tanesi belki en güzeli.

27: benim Top 10'uma girerdi.

26: Burada organizasyonun muhteşemliğinden ziyade Gerd Müller'in gerçek anlamda değerini gösteren bir gol olması önemli. Neden o kadar çok gol attının bir bakıma cevabıdır.

25:Loddar topla o kadar hızlıydı ki cok sık dile getirilirdi ve fakat bu kadar hızlı adamın Maradona'yı tutma görevini sık sık üstlendikten sonra bir tanımı vardı:

'Maradona'nın top sürerkenki hızı benim topsuz süratimden bile daha hızlıydı.'

23: Şutu cekip gol atmaya öyle inanmış ki.. Topun gol olmaktan başka şansı yokmuş orada.

21: Böyle oturur ayağa çokça ama çok az topun tam da kalenin en güzel yerine gittiğine şahit olunur.

20: Beckenbauer-Hoeness birlikteliğinden doğan bir frikik golü ve en az Bayern München kadar başarılı bir sonucu..

15: Sıradan bir vole görüntüsünde olsa da iyi izleyin derim ben.

13: Gerd Müller'in yeteneğini algılayamayanlar için gelsin.

12:İlginç.. iyi izleyin zira tuhaf bir vuruş tekniği.

11: Klaus Fischer ü40'da maça çıkar. Sizce orada nasıl bir gol atar ?




10: Honda daha güzelini atıyor.

8:unutamadığı goldür. Okacha madara etmiştir Kahn'ı.

7: Bernd Schuster hayranlarına gelsin.

6: Daniel Simmes ve hikayesini de yazmıştık burada. maalasef bu gol ile sınırlı kaldı çok şey..

2: İlk hafızaya kaydedilen gollerden..

1: Yüzyılın golü derler ama ben daha iyilerinin aynı isim tarafından atıldığını bilirim.

Sonuç.!



Uğur da şurada bir şeyler yazmış. Onu da okuyun. Herkesin bir derdi varmış ya da bu konu tartışılmayı bekliyormuş.. Sabahlara kadar profesyonel ruh amatör iş diye tartışabilirsiniz. Beni hiçbir şekilde bunlar ilgilendirmiyor. Kemikleşmiş yılların medyasını değiştirmek gibi bir uçuk fantezilerim de yok ama yazılan her satır mutaka bir etki yaratıyordur bu çok başka. Ben bu tartışmayı olabilecek en klişe geyikler ile köşe yazan arkadaşa cevap vermek için de başlatmadım. BirGün gazetesi yazar mısın diye gelmeden önce buraya hayvani boyutta bir yazı döşeyecektim ama ilişkilerimin yeni başladığı kuruma yönlendirilme ihtimali olduğundan erteledim ve o gün 'evet yazarım ben' dediğim zaman bunu da teklifi ileten arkadaşa not düştüm. İleride bu tartışmayı yapacağım ve lütfen üzerinize alınmayın zira mesele bizzat benim arkadaşıma aynı işi yaptırıp ücretlendirir iken bana daha ağırını 'teklif' edip karşılığında ismimi duyurmasıyla yetinmemi bekleyen gazetelerin web sitesinden uluslararası dergilerin web sitelerine, haber portallarına kadar olan kurumlara yöneliktir.

Dahası şu tartışma ile beraber beni arayan, hakkı yenen onca insanı da tanıdık. Ben bu işin içerisinde yıllarını vermiş ve kimileri o spor dalının ismini zikrettiğiniz vakit akla gelen ilk isim olmasına rağmen yaşadıklarını dinlediğim zaman 'Yuh' dedim.. Tuttum hepsini içeren bir yazı yazdım ama özel bilgiler ifşa edildiğinden dolayı da tek tek sordum.. Kime sorsam 'beni çıkar abi' dedi. İsmini zikretmeden imlediklerim dahi telefon açıp 'beni çıkar' dedi. Bir aşağıda gubidik kalan bir yazı çıktı sonunda..

Neden ?

Çünkü sayıca çok olmalarına rağmen topu topu beş tane kurum vardır hayatlarının bundan sonrasının geçimini sağlayacak olan.. Bugün orada çalışmıyor olsa da yarın orada çalışabilir olma ihtimali bir hayli fazla. Çoluğu var çocuğu var ve onların istekleri.. Yine de şunu sormak gerekir: Eli kalem tutan bu insanlar kendi emeklerinin sömürüsünü dile getirip bunun üzerinde durmazsa peki kim duracak ? Kimden bunu bekliyorsunuz ? Risk olsa dahi..

Nihayetinde bir kıyas yapmak gerekirse Alman spor kanalının spor programına gidip kalabalığın arasında alkış tuttuğum için bana ödenilen 'katılım' payını ülkemde benzer spor programının 'düzenli' yorumcusuna dahi ödenmiyor ihtiyac duyulmazsa..

Bundan sonra tüm bu tartışmaların sonunda anlamanız gereken şunlardır:

Bloga yazılan her yazıyı sonuna kadar kullanın. Sormayın bile.. Onu orada o şekilde bulundurmanız bana ekstra bir iş yaptırmıyor. İsmimi bile yazmayanları gördüm lakin sesimi çıkarmadım. Sadece bir kez başka bir bloga yazdığım yazının arkasından ismimi geçirmediği için değil yazdığım başka bir blogun adını anmadığı için(ekşibeşiktaş'a yazılan Hilbert Analizi) üzerinde durdum. Bunun dışında buraya yazılmış olanın telifi melifi beni ilgilendirmiyor. Söylüyorum da alın,çalın çırpın lakin..

Bana gelip hiç tanımadığım bir insan benden düzenli bir şekilde çalıştığı gazetenin web sitesine, haber portallarına, dergiye ya da onun web sitesine ekstra emek sarfedip bir iş çıkarmamı istiyorsa ve bunun ardından 'ismin duyulur hem' diye bitirip onlar için yapacağım işe en ufak bir karşılık ödemeden benim bunu kabul etmemi bekliyorlarsa hayatları boyunca işitmediği küfürler o güzel insanları bekliyordur hemen hatırlatayım.

Blog yazan her insanın aynı tavrı sergilemesi karşısında bu emek sömürücü kesimin buradan ekmek yemesini engellerdik belki ama örgütlenmenin en 'kaka' gösterildiği bu toplumda maalasef uçuk bir hayal. Bugün hoşunuza giden (benim gitti) ileride canınızı acıtacaktır ve onların bu can atıcı tavrını biraz da bizim kendi emeğimize bizzat kendimizin verdiği değerin çok fazla olmaması oluşturuyor.

Ama odun kırın ama üç cümle çeviri yapın. Bir emeğin varsa karşılığı olsun. Üç kuruş ya da bazen 'bizim verecek gücümüz yok' ve fakat olsun bir değeri.

"Benim" tartışmam burada bitti. Sizin bu emek sömürüsünün dışında medya eleştirileri başka yerde devam edebilir ki hak verirseniz aynı şeylerin tekrarına gerek yok.