26 Kasım 2011
Madrid derbisi!
1997!
Dortmund - Schalke!
Dortmund ile Schalke yani Ruhr derbisi keyiflidir. Her iki kulubün de taraftar sayısı inanılmaz rakamlarda olduğundan dolayı kayda değer en önemli Bundesliga derbisi de budur. Zaten bu bölgenin takımlarının kendi aralarında yaptığı maçların heyecanı ve önemi diğer bütün eyaletlerden daha fazladır. Rostock-St.Pauli'yi bir kenara bırakırsanız kuzeyde bir barış havası içerisinde geçer maçlar.. Burada ise tam anlamıyla savaş..
Schalke: Unnerstall - Uchida, Papadopoulos, Matip, Fuchs - Jones, Holtby - Baumjohann, Raul, Draxler - Huntelaar
Badstuber'in bisiklet ile imtihanı..
Sıradanların en mükemmeli!
Belki de kendi tuttuğum takımda görmek istediğim ilk futbolcu. Kimdir bu çocuk derseniz..
Thomas Müller.
Doğuştan gördüğünüz gibi Bayern'li. Futbolu içgüdüsel olarak biliyor, öyle doğmuş. Kendisi de saha içerisinde nereye ve ne zaman koşması gerektiğini inanırım ki anlatamaz,uygular daha çok. Onu tutmak mümkün değil. Yeni ve herkes tarafından göklere çıkarılan bu Almanya'nın temel direği konumunda. Tüm kombinasyonların vazgeçilmezi. Saha içerisinde TT Arena'daki maçın ieçrisindeki penaltı pozisyonunda da gördüğünüz gibi nerede ne zaman olacağını kimse bilmiyor. Bilinen şudur ki kendisini çok kolay bir şekilde kaybettiriyor, unutturuyor. Golü koklaması bakımından Gerd Müllervari bir içgüdü söz konusu. Dahası atakların oluşumunda o an içgüdüsel olarak bulunduğu konum ve zekasıyla payı çok büyük. Hemen herkes Mesut'un oyun zekasından bahseder ama onu bu konuda da unuturlar.. Maradona'nın onu inanılmazı başarmasına rağmen basın toplantısında tanımayıp kovması, genel görüntünün karikatürize edilmiş halidir sadece.
Onu aslında her yerde unuturlar. Tüm bu başarılarına rağmen asla bir Mesut ya da Götze değildir.
İşte bu yüzden bu oyuncuyu isterdim ben..
Amatörden çıkıp sekiz ay içerisinde Şampiyonlar Ligi finali oynayıp bir yılı doldurmadan dünya kupasında gol krallığına erişen bir adam. Belki o olsaydı Almanya'nın İspanya'ya karşı daha fazla şansı olmaz mıydı? Bugün baktığımda Dünya kupasında atılan neredeyse bütün gollerin içerisinde bu adam var. Oyun zekasının yanında golcülüğü ve çalışkanlığı da inanılmaz. Öyle bir oyuncu ki takım savunmasına yaptığı o inanılmaz katkı bir yana dursun hücuma kattığı çeşitlilik ve çok yönlülüğün doğurduğu çok fazla seçenek oynadığı takıma sınıf atlatıyor.
Başka açıdan doğuştan Bayernli. 2011'de biten sözleşmesi esnasında bugün istesinler 20 yıllık imzayı şu an atarım demiş ve herkesin gündeminde olduğu o kısa dönem içerisinde 2015'e kadar uzatmıştır sözleşmesini. 2009'da 20 yaşında evlenmiş, sakin bir hayatı var. Ne yaparsa yapsın manşetlere çok girmez, isteyeni de çok olmaz, sözleşmesi de bir ömür..
Daha ne istersiniz ki ? En olmadık yerde çalımı atar, şutu çeker, golü atar ve ön oyuncusu olmasına rağmen takımın her daim en çok koşanı, mücadele edeni de Müller'dir. Çizsen yaşını, yeteneğini, karakterini.. Böyle bir oyuncu çıkar ortaya. Götze, Mesut kadar pohpohlanmaz belki ama oynadığı ve oynayacağı her takıma katkısı "en az" bu ikisi kadar olur..
Bayern München'in ve Almanya milli takımının vazgeçilmezi, dünya kupasının da gol kralı olsa da böylesine sıradan kalabilmek inanılmaz..
Mourinho'nun yardımcısı Guardiola!
24 Kasım 2011
Baba & Kız #2
Ribery'nin kızının ismi Hiziya..
İlginç isimleri severim ama her şeyden öncesi kız çocuklarına bayılırım. Lakin bu çocuk başlı başına..
Hiziya Ribery!
Benziyorlar ?
Hakkaten benziyorlar. Cek nikılsın abi ile Huub Stevens..
Mr.Burns ve Martin Kind..
Ronaldo.. Eh işte.
Arsene Wenger ile okul müdürümüz Skinner..
Tupac -Anelka..
Bu nedir arkadaş ya? Şu hayvanı görünce Mourinho'ya benzetecek ya da tersi nasıl mümkün olabilir.? Bu işin başlangıç aşamasını merak ediyorum.. "Dur lan dur aynı Mourinho ?" :)
Schweinsteiger vs Hamann
Schuster Röportajı!
Wenger & Klopp!
Hep bir benzetme yapılır ya.. Bence en çok birbirlerine benzetilmeyi hak eden ikili Wenger ve Klopp'tur.
Dün iki takımın karşılaşmasını izledim ve benzerliklerin ne kadar fazla olduğunu gördüm.
Arsenal ve Dortmund takımında oynayanların yaş ortalaması nedir? Bu oyuncular bu iki kulube gelmeden önce tanıyanların sayısı nedir? Transfer ettiği oyuncuların yaş ortalamasından oynattığı futbolun içeriğine kadar.. Genç, teknik ve kombinasyon futboluna yatkınlık derken Watzke de bu benzerliği kabul ediyor ama ufak bir farkla diyor.. Onlar futbolcularına senelik 100 milyon yatırım yapabiliyor ama biz sadece 40!
O kadar da olsun.. Premiere ligin her kulübü ekonomik açıdan Bundesligadaki hemen her kulübe oyuncu yatırımı konusunda en az 3 katı fark atar.
Dün iyi başladı Dortmund ve fakat Götze ve Bender'in ilk yarı bitmeden sakatlanıp oyundan çıkması işini zorlaştırdı. Song'un muhteşem asisti, RVP'nin formu Arsenal'i galibiyete götürdü. Bir başka sorun ise Dortmund'u burada yenilmez yapan o presin benzeri de Arsenal'deydi. Hülasa Wenger eşleşmelerden galip çıkan taraf olur iken başka açıdan Dortmund'un kendi evinde dört gol atması durumunda kaderi de Arsenal'in yenilmemesine bağlı olacaktır.
Elbette beklentimiz odur ki Klopp'un da Dortmund'da on yıllarca boyunca çalışması.. Şu kesin ki Arsenal'in futbol oynama biçimi ve kulup yönetim şekli nedeniyle Bundesliga şubesi şu durumda Borussia Dortmund..
Philipp Lahm: Der feine Unterschied!
Sonunda geçti elime!
Biraz da teknik adamlara salladığı için Almanya'da daha yayımlanmadan kopardığu fırtına nedeniyle en çok satan spor kitabı ünvanına ulaştı.
Benim için olabilecek en iyi futbol kitabı futbolcunun ya da teknik direktörün yazdığıdır. İster biyografik ister başka başka anıları. Üstelik burada gerçeği de onların kurgulaması gerekmiyor zira o kadar samimi oluyorlar ki futbol dünyasına ait değerleri okuyarak keşfedebilirsiniz..
Kabaca her antrenör benzer idmanları yaptırıyor diyenler bu kitabı okumalıdır zira Lahm Rudi Voller'i, Klinsmann'ı (henüz daha burya gelmedim) öyle bir eleştiriyor ki bu kitabın yayımlanmadan çıkardığı gürültünün nedeni de zaten bu oluyor. Misal kabaca birinde taktik idmanları video analizleri, rakibi inceleme ve pozisyon bilgisinin çalışmaları öyle ayrıntılı çalışılıyor ki anlat anlat bitiremiyor. Diğerinde ne bir rakip analizi ne de içerikli antrenmanlar yaptırıyor ve haliyle gruplardan da çıkamadan geri geliyorlar gibi..
Interview Philipp Lahm und Hamit Altintop
2012 Elemelerindeki Berlin'de oynanacak olan Almanya maçı öncesi Berlin'de yaşayan onbinlerce Türk'ün de olduğu düşünülerek Fedarasyon ortamı yumuşatmak ve barış dolu mesajların verilmesi için Bayern kulubünden Hamit ve Lahm ile röportaj yapmak için izin istiyor ve her ikisi de kabul edince bir röportaj gerçekleştiriliyor. Sonunda bu Berlin'de pek çok yerde gösterime konulacaktır v.s.
Lahm kitabında bir bölümü de buraya ayırmış.
Entegrasyon sorusu aslında ilk Lahm'a Bayern üzerinden soruluyor ve o da bu multi-kulturel biraradalığın nasıl keyif verdiğini Ribery'den başlıyor Mesut'a kadar götürüp pası da Hamit'e veriyor gol atması için. Lakin Hamit benim başladığım yerden gitmiyor ve ben bunları söylememişim gibi çok başka şekilde ele alıyor diye anlatıyor kitabında. Efendim milli takımı kalbiyle insanın seçmesi gerektiğini v.s diye devam ediyor ki bunlara katılmamak mümkün değil ve fakat iş Mesut'a geldiğinde onun Almanya seçimini anlamadığını diye devam eder iken az daha kavga ediyorduk diyor. Elbette bu sahneler makaslanıyor ve fakat iki gün sonra Hamit hepimizin bildiği gibi Süddeutsche Zeitung'a o malum röportajını veriyor.
Nedir derdi ?
"Onlar kariyeri için seçti ama ben kalbimi dinledim bla bla". Adama da sorarlar, sen acaba Almanya'nın gündemini seçiminle bir kez olsun meşgul ettin mi? Ki sen Mesut'un babasının kuşağısın v.s. v.s.
Hamit'in röportajlarında kendisi öne çıkarır ve övgüyü alır iken geride bıraktıkları da hedeftir. İster milli takım maç sonrası "bana bakın ben fitim ama diğerleri" desin.. isterse yine "bana bakın ben kalbimle ama onlar kariyerleri için bla bla " desin. Nagatif enerji, kendisine gelebilecek olan övgüleri görüp diğerlerini zor durumda bırakmak..
Dersiniz ki Almanya'da bu normal. Değil arkadaşım.. Normal değil. Lahm burada onu anlayamadığını ve bu tavrı karşısında çok şaşırdığının altını gayet güzel çiziyor. Dahası Fedarasyon da zaten bu konuşmaları kesip atıyor zira bu normal koşullar altında barış mesajı olması gerekir iken ekstra alaman türklerini Mesut'un üzerine salmak ya da Almanya'yı seçenleri zor durumda bırakmaktır.. ki bırakmıştır da..
Ki bu da benden ona selam olsun, 2008'deki Spiegel'e verdiği röportajdan bir soru ve bir cevap:
SPIEGEL ONLINE: Ihr Bruder hat schon vor einiger Zeit angedeutet, dass er keine richtige Akzeptanz in der Nationalmannschaft spüre, von den Kollegen scherzhaft "der Deutsche" gerufen wurde. Kann die Nicht-Nominierung auch damit zusammenhängen? (halil diyor.. kardeşiniz milli takımlarda kabul edilme sorunu yaşadığını ve arkadaşlarının onu "almancı" diye çağırdığından bahsediyor. Bu performansına ve kadro dışı bırakılmasına etki etmiş olabilir mi?)
Altintop: Halil ist immer fleißig. Das weiß und schätzt Terim. Aber Sie haben Recht. Es gab da einen Wackelkontakt in einem Verbindungskabel zwischen ihm, der Mannschaft und dem Trainer. Deshalb konnte Halil seine Leistung nicht hundertprozentig abrufen.
(Halil her zaman çalışkandır diyor ama neden bu soruya bununla başlıyor anlamış değilim. Terim de bunu biliyor diye devam ediyor.Sonra haklısınız diyor.. antrenörü,arkadaşları ve Halil arasındaki sorunu kabul ediyor, bu yüzden performansının yüzde yüzünü gösteremedi diyor, haklısınız diyor..)
Lahm'ın kitabına ileride daha sonra sık sık değineceğiz.. Hayırlısıyla bir bitirelim..
Basti & Sarah
Kaptan'ın Dönüşü!
Ligde fırtınalar estiren Dortmund'un aksine çeyrek finali garantileyen inişli çıkışlı grafiği ile Bayer Leverkusen oldu. Üstelik bu performansın içerisinde "artık bitti" denilen Michael Ballack'ın rolü de bir hayli fazlaydı. Bild'in maç sonrası verdiği notlarda en iyisi olan 1'i sadece o hak ediyordu gol atmamasına rağmen..
Chelsea ve Valencia'nın olduğu zorlu bir gruba düşmüştü Bayer Leverkusen. Grubuna İspanyol ve İngiliz takımlarını alan Leverkusen'in şansı çok fazla yoktu görünürde ve fakat evinde sürekli kazanarak 9 puanı cebe indirip diğer iki güçlü rakibinin beraberlik ile sahadan ayrılmasının avantajı ile çeyrek finali garantiledi. Üçlü averajda her ikisinden aldığı üç puan ile diğer iki rakibinin birbirinden alamadığu üç puan nedeniyle çeyrek finale adını yazdırdı. Genk'i deplasmanda yenerse grubu da birinci bitirebilir.
Maç öncesi Leverkusen'in önemli oyuncusu Schürrle grip nedeniyle forma giyemedi.Reinartz'ın yerine Ballack ile beraber oynamaz dediği Simon Rolfes'i kaptanın arkasında defansif orta saha oynattı ve Robin Dutt yaptığı değişiklikler ile maçı çevirmeyi bildi. Son saniyede gelen gol ise şans ile geçiştirilemez zira içerisinde bulunduğu her takımı finale taşıyan ve fakat orada da sürekli kaybeden bir karakterin maça inanması da vardır burada: Michael Ballack..
Şampiyonlar Ligi tecrübe ister. İki artı iki dörttür. Sadece Raul'un olması inanın bana Schalke'ye geçen sene yarı final oynattı. Okuduğum bütün kitapların içerisinde oyuncuların hemen hepsinin bu lige verdiği önem çok fazla ve haliyle bizzat kendilerinin yarattığı baskı ile mücadele etmek kolay değil. Sahada onlardan bu sorumluluğu alacak karaktere ihtiyaç duyuyor takımlar.
Michael Ballack oynadığı 100.Avrupa Kupası maçında gol atamasa da sahanın tartışmasız en iyisiydi. Sezon başı ben dahil hemen herkesin sıklıkla eleştirdiği oyuncu performansı arttıkça sessizliğe gömülüp futbolu bırakmayı düşündüğünü dile getirerek kabullenilmiş bir yenilgiyi dışa yansıtır iken bugün zaferin mimarı konumunda..
İster misiniz bir Bayern München - Bayer Leverkusen karşılaşması olsun ve Lahm-Ballack son kozlarını paylaşsın burada?
Oyuna girer girmez Sam'in ortasına kafayı çaktı ki bu Leverkusen'in uyanışı oldu. Bir tarafta Kiessling diğer tarafta Eren.. İkisi de kaliteli, yetenekli merkez forvet ve fakat takımlar şu son devirde tek forvetli sistem üzerinden yürüyor ve her seferinde birinden biri yedek kalıyor. Güzel haber ise Mehmet Scholl'un öngördüğü gibi futbol yine ve yeniden iki forvetli sisteme doğru bir ilerleme de gösteriyor..
Leverkusen de Robin Dutt da Michael Ballack da rahat bir nefes aldı. Bakalım bu serüvende nereye kadar ilerleyebilecekler?
23 Kasım 2011
22 Kasım 2011
Baba & Oğul
3 kez üst üste!
Sportif Direktör!
21 Kasım 2011'de BirGün gazetesinde yayınlanmıştır bu yazı.
Hiddink'i gönderdik. Abdullah Avcı'yı getirdik yerine.
Bir ara Galatasaray yönetimi de çok iyi bir şekilde medya tarafından yönetilirdi. Misal Adnan Polat'ın sevdiği ve inandığı Karl Heinz Feldkamp ile başladı bu serüven. Belki de Polat yönetiminin tam bir bilinç ile seçtiği tek antrenör Kalli'ydi. Sonra eleştiriler başladı "yaşlı" diye.. Hemen gencini getirdiler: Michael Skibbe.. O dönem kariyersizliği gibi yabancılara tanıdığı hoşgörü de eleştirilince yerlilerin kralı Bülent Korkmaz geldi. Her ikisinin de kariyersizliği sorun çıkardığı vakit arkada olan yaşlı eleştirisini de dikkate alıp Rijkaard getirildi.. Hem kariyerli hem de genç.. Sonrasında bizden olmadığı bize uymayan şeyler yaptırdığı eleştirileri olunca hemen herkesin "bizden" diye gördüğü Hagi geldi.. Bir diğerini göremeden yönetim sonunda gitmek zorunda kaldı ama benim aklımda kalan bu yönetimin basında çıkan her türlü eleştiriye göre bir karar alması oldu.
Şimdi Hiddink'i delik deşik ettik. Kariyerine söz edecek konumda olmadığımz bir yana adamı bırakmaya kalksak çelsisidir ajaxıdır havada kapacak görüntüsü olunca yabancılığına takık bir şekilde aldığı para doğrultusunda üzerine gittik.
Gerçekte sorun bu muydu?
Hiddink baraj maçları oynatmasına rağmen bana göre başarısız bir dönemi geride bıraktı. Bugün değil ama 20 yıl sonra bizden çok daha geniş kapsamlı değerlendirme yapacak olanlar muhakkak ki bu dönem futbolunun yetersizliğinden girip şike operasyonu ve motivasyonun azalmasını sağlayan play-off'ları da konuya dair edecektir. Biz bugün kurbanımız Hiddink ile sorunu tespit ettik ve onu değiştirerek hemencecik kurtuluverdik.
Abdullah Avcı doğru isim midir?
Hiddink bu işi senede otuz gün memlekete gelerek yapabiliyordu. Abdullah Avcı da o günkü koşullara göre başarılı olur ya da olmaz ama ondan daha büyük bir sorun var burada. Bugün onun liderliğinde yeni yapılanma sürecine girecek bu ülke. Asıl sorun budur. Hemen her şeyi yeniden farklı isimlerle Abdullah Avcı'nın fikir ve görüşlerine göre düzenleyecekler ve çok değil üst üste üç maçı kaybettiğinde de yeni teknik adamın kellesini almaktan çekinmeyecek bu medya. Avcı gönderilir ve yerine bir başkası gelir iken o yeni yapılanma yine ve yeniden yapılandırılacaktır başka başka isimlerin yönetimi altında. Toplamda gram ilerlemeden yerimizde sayıp yeni yapılanmadan emekli olarak çıkacağız işin içerisinden..
Oysa; Almanya'nın Sammer'i gibi teknik adamın sportif başarısından bağımsız çalışan bir isim bulunsa ve bu yeni yapılanma sürecini milli takımlar teknik direktörü ile uyumlu bir şekilde devam ettirse olmaz mı? Doğrusu bu değil midir?
Sportif direktör neden var ?
Tüm üst düzey liglerde varolan kuluplerin teknik adamdan bağımsız çalışan bir sportif direktörü var. Garip değil mi? Bizde yeni yeni oluyor ama gerçekçi bir şekilde bakarsak kulup başkanının görüş ve önerilerini onaylamaktan öte bir işlevi olmuyor. Neden sportif direktör diye bir kurum var? Bunun varolma nedeni uzun vaadeli programların üç ya da beş maç sonra kovulma riski olan teknik adamların yapamayacağına kanaat getirilmesidir. Kuluplerdeki teknik direktörler kendilerinden en az yedi yıl sonra ortaya çıkacak olan gencecik insanların kaderiyle fazla ilgilenmezler zira buradaki başarı onların kaderini belirlemiyor. Keza yönetimler dahi uzun ömürlü olmadığından alt yapıya yatırım yapacağı paranın on beş katını yabancı bir oyuncuya verip kendi şanını ve şöhretini günlük başarılarla kutsama peşinde.
Biz bu yanlışı hem ulusal takımda ve aynı zamanda kuluplerimizde yapıyoruz. Teknik direktörleri her şeyden sorumlu tutup onlarla yatıp onlarla kalkıyoruz. Oysa kaderi üç ya da beş maç sonunda tamamen değişebilir olan bu adamların uzun vadeli projelere girişmesi mümkün değildir.
Sadece ulusal takımın değil hemen her kulubün bugün gelip yarın gidecek teknik direktörün dışında onu dahi denetleyebilecek olmasının yanı sıra uzun vaadeli alt yapı çalışmalarını yönetecek güçlü bir ismi atamalıdır sportif direktör olarak.. Yönetimler sadece sportif başarısızlıkların değil aynı zamanda alt yapı organizasyonunun sonuçlarının da hesabını soracağı bir kurum yaratabilirse ancak o zaman projeler meyvelerini verebilir. Bugün Abdullah Avcı sportif başarısızlık sonucu gönderilse dahi yerinde kalması gereken, teknik direktörden dahi güçlü bir isim olmalıdır. Başka türlü seneye yine bugün bilmem kaçıncı kez yeni yapılanma dönemi başlayabilir..