24 Mayıs 2012

CND!



Çok yoruldum. Bu sezon yorucuydu ama bir o kadar da keyifliydi. Üç günlüğüne Cunda'ya atıyorum kendimi. Gerçi yetiştirmem gereken iş bir hayli fazla, orada da çalışacağım ama mekan değiştirmek güzeldir. Çok önceden planlamıştım ve sanırım hava pek de güzel olmayacak. Olsun, çok da önemli değil.

Prag'a gittim, Paris'e, Münih'e ,Amsterdam ya da Viyana'ya.. Sadece ikisi bunlardan farklıydı. Prag ve Cunda.. Bu ikisi için farklı hayallerim var. Yaz harici bir zamanda bir ay bu iksinden birisinin herhangi bir otelinde kalıp yazmak.. Benim hayatımın en büyük tutkusu. Üstelik insanların anlamakta zorlandığı şudur ki bu tarz tutkuyla bağımlı olduğum eylemlerin halka yönelik bir sonucu olması da gerekmiyor..



Beni en çok kendime getiren şey budur. Bilmediğin bir yerin bilmediğin bir cafesinde bir kahve içmek..

İşte bu benim tüm yorgunluğumu alır.

Buraya geldiğim günden beri içeride bir yerde ermiş gibi hissediyorum kendimi. İnsanları dinlemiyorum, olağan tavsiyelerini sallamıyorum ve iyi ki de öyle yapmışım diyorum zira inancımı köreltemediler bu sayede. Biliyorum, çok yazmadım ya da yazdıklarımı burada yayımlamadım ama fazlasıyla biriktirdim. Kısaca özet geçmek gerekirse ben kendi hayal ettiğim yerlerde keyifli anlar geçiriyorum. Size tavsiyem şudur ki inanın ve yürüyün.. Çıkan seslere aldırmayın.



..otobüsüm birazdan kalkacak ama hazırlanmak yerine şurada bunları yazıyorum. İnsan değişmiyor belli bir yaştan sonra. Bu yüzden bana dair herhangi bir şey uymadığı zaman sıklıkla kendimi değil o "şeyi" değiştiriyorum. Birincisi artık mümkün değil çünkü. Bu bazen koca bir ülke dahi olabiliyor.. "Gidebilmek" gibi doğuştan sahip olduğum bir gücü arkama aldığım zaman da..

Euro 2012 yazıları orada okuyup değerlendirmeye ve yayınlamaya devam edeceğim..

23 Mayıs 2012

Mario Gomez vs Martin Kaymer


Gomez golfçü abimiz Kaymer'e karşı. İçerik güzel aslında.. Gomez meydan okuyor.. o küçük topu orada deliğe sokmakla olmaz bu işler ehehheeh

Olcay Şahan



Olacağı varmış deriz planlamadan gerçekleşen pek çok olayın sonunda. Olcay Şahan'ın da futbolcu olacağı varmış, zira onun futbola başlaması aslında tamamen abisinin futbola ilgisi sonucu gerçekleşti. Bugün menajerliğini de yapan Osman Şahan Fortuna Düsseldorf'dan davet alıp antrenmanlarına çağrılır. Osman, anne ve babasının yanı sıra küçük kardeşi Olcan'ı da yanına alarak Fortuna'nın antrenmanına gider. Yeşil çimlerin üzerinde "Abi" kendisini göstermek için çabalarken kenarda da Olcay kendi kendisine takılır. Bu saha kenarında takılan Olcay'dan etkilenen Fortuna Düsseldorf'un genç takım menajeri küçük kardeşi direkt takıma alır. Olcay Şahan'ın futbol macerası işte böyle beklenmedik bir şekilde başlar.

Almanya'da gençler üzerine her zaman kapsamlı bir araştırma yapıp keşfettiği yetenekleri bünyesine katan Gladbach Olcay'ı da alır. Sıkı bir çalışma sonrası Olcay ikinci Bundesliga'da Duisburg'a giderek ilk profesyonel sözleşmesini yapar 2008 yılında 21 yaşında.

3 yıllık Duisburg macerasına bakarsak günden güne iyileşen, her yıl bir önceki sezonun üzerine koyarak güzelleşen bir Olcay Şahan portresi görürüz. Son yılında yedi gol ve yedi asist ile pek çok takımın da dikkatini çeker. Burada antrenör Milan Sasic'in ona güvenmesiyle beraber her şey değişir. Duisburg'un sol kenarında gösterdiği performans etkileyicidir.

K'lautern onu bonservisi elinde transfer ettiğinde hemen herkes bu transferin ne kadar güzel olduğuna değinir zira İlicevic'İn gideceğine kesin gözüyle bakan K'lautern taraftarları böylesine yetenekli genç futbolcuyu bonservisi elinde takıma kazandırılmasını sevinçle karşılar. Sezon başı yapılan hazırlık karşılaşmalarda özellikle sırtına geçirdiği on numara mevkisinde güzel performanslar sergilemesi heyecanı daha da arttırır. Kenarda değil de on numara da oynayabilir mi sorusu akıllara gelir. Lakin ligin ilk maçında takımın en kötüsü olarak hayal kırıklığı yaşatır.Akabinde zaman zaman iyi performanslar gösterse de birinci Bundesligadaki ilk yılında istenileni veremez. Bugün 1 milyon avro karşılığı satıldı haberlerine K'lautern taraftarları Olcay'ıın gidişine değil bir milyon rakamına daha çok sevinir. Bundesligadaki ilk sezonu tam anlamıyla bir hayal kırıklığıdır.

Çok kötü bir sezon geçiren K'lautern'de bir yıl oynamış Olcay Şahan'ı ben hiçbir şekilde transfer etmezdim. Lakin üç yıllık bir Duisburg macerası içerisinde yıldızlaşan bir Olcay Şahan daha var.

Nasıl bir futbolcu?

Tuncay Şanlı'ya benzetilir ve çok yanlış değil aslında. Lakin Tuncay'da olup da Olcay'da olmayan çok önemli iki eksiklik söz konusu: Son vuruş becerisi ve kazanma hırsı! Bazen tam da kale önünde gereken soğukkanlılığa sahip değil diye düşünürüm.Bu yüzden gole yakın olmayan kenar oyuncularını ben çok sevmem. Olcay'ı zorlarsanız defansif orta ya da sol bek olarak dahi kullanabilirsiniz ama hızı ve ortalama üzeri tekniği onu kenarlara iteliyor. Duisburg'da geçirdiği çok güzel sezonun büyük bir bölümünde de sol kenarda oynatılmıştır. Asıl yeri bu açıdan bakarsak kenarlardır ve verimli olduğu yer de kenarın solu.

Olcay hızlıdır, kenarda iyidir ve driplingleri de oldukça etkili. En önemli özelliği savaşçı bir futbolcu olup mücadele gücünün üst düzey olmasıdır. O doksan dakikanın sonuna kadar bastırır ve bu açıdan Fatih Terim takımına uygundur. Lakin bireysel yeteneğini bir kenara bırakırsanız mental eksiklik de söz konusu. Kabaca zayıf yönleri nelerdir derseniz; Son vuruş becerisinden yoksun olup kazanma hırsına yeterince sahip olmayışı ve toplamda varolan mental eksiklik..

Onu özel kılan sahada doksan dakika boyunca kanının son damlasına kadar basan, defansif yanı da güçlü kenar oyuncusu olmasına rağmen ortalama üzeri bir tekniğe sahip olmasıdır. Roberto Hilbert'e benzetebilirsiniz ama ondan daha iyi bir tekniğe sahip olması işi farklılaştırıyor.

Nerede oynamalıdır?

Duisburg'da geçirdiği ilk yılında sağ kenar forvet olarak oynasa da çıkış yaptığı son Duisburg sezonunun neredeyse tamamında sol kenarda görev yaptı. Her iki kenarda da oynayabiliyor zira hızlı olması, tekniğinin iyi mücadele gücünün de yüksekliği onu buraya çiviliyor. Lakin bir kenar adamı olarak kaç gol attırmış derseniz en azından Kaiserslautern formasıyla ben hatırlamıyorum böyle bir sahneyi. Kicker'in bu sezon yaptığı analizde en az orta yapan kulüp Kaiserlautern'di.

Tüm bunlara rağmen "ben olsam" onu sol kenarda oynatırdım. Her iki kenarı da rahatlıkla yedekleyebilir. Sol bek olarak da denenilebilir. Terim futboluna yatkınlığı da söz konusu zira kombinasyon futboluna yatkınlığı, istekli ve arzulu yapısıyla bu sezonki Galatasaray'a uygun olsa da Galatasaray'da varolan kenar forvet eksikliğini kapatamayacak oluşunun da altını çizelim.

Teknik direktör etkisi farklılaştırabilir

Kazanma hırsı fazla yok diye bir ayrıntı işlemiştik. Buna mentak eksikliği de ekleyince gazla çalışabilecek bir karakter de ortaya çıkıyor. İşten bu ayıntı Terim ile birleştiğinde farklı bir Olcay Şahan portresi ortaya çıkarabilir.

Olcay, Duisburg'da hocasından fazlasıyla etkilenir ve onun kendisine aşıladığı özgüven sonucu performansında farklılık yarattığının da altını çizer. Bu yüzden Terim bu oyuncuyu alıp bir üst sınıfa çıkarabilir zira Olcay Şahan bugüne kadar olan performansıyla göstermiştir ki Bundesligada ikinci lig için fazla birinci lig için yetersiz.
Bireysel yeteneğine diyecek bir şey yok ama üst sınıf için bunun ötesinde bir gelişim göstermesi gerekir.

Toplamda diyebilirim ki; Galatasaray "çok iyi" bir yedek futbolcu almıştır eğer haberler doğruysa. Fazlası hepimize sürpriz olsun ama beklenti bu olmalıdır.

İyi bir transfer midir ?

Teknik, savaşçı, presçi, kombinasyon futboluna yatkın ve ligi çok kötü geçirmiş bir takımın oyuncusu. Bu yüzden ederinden daha düşük bir fiyata pazarlık yapılmıştır. Evrilip çevrilip bir şeyler olabilir zira dediğim gibi bireysel yeteneği ve kalitesi olan bir futbolcu. Lakin üst düzey ligdeki ilk yılı felaket.. Terim'in olduğu yerde bu gibi futbolcular sıklıkla sınıf atlamıştır zira Terim'in istediği temel özelliklere sahiptir. Kesinlikle GS bu transferden zararlı çıkmaz amma velakin nihayetinde büyük bir yıldız transfer etmiyorsunuz.. Bunu bilirsek belki 1987 doğumlu Olcay'a bir üst aşama için gereken zamanı da verebiliriz..

Mario Balotelli

Sami Khedira & Lena Gercke #3

Euro 2012: DANİMARKA (ŞANSSIZ BAŞLANGIÇ)



Euro 2012'de istedim ki burada insanlar yazsın. Oldu da.. Yazılar gelmeye devam ediyor ama bazen bir paragraf yazıp "abi işte yaptım" diyeninden 25 sayfa yazanına kadar. Yazıları düzeltebilecek kadar vaktim yok. Aynı iki ülke olsa dahi yayınlanması mümkün yazıları yayınlamaya çalışırım. Sonuç itibari ile fazla bilgi kimseye rahatsızlık vermez.

İlk konuğumuz Sezer Mert.

Uslubunu sevdim. Analizin derinliğinin istenilen düzeyde olup olmaması belki tartışılabilir ama kendisini okutabilecek bir üsluba sahip olduğunu söyleyebilirim. Genel bir değerlendirme içerisinde futbola dair çıkarımların da olması güzel. Sıkmadan, kasmadan, "dır'lı dur'lu" cümle kurmadan tam da istediğim tarzda yazılardan bir tanesi. Burası blog.. Buna yakışır bir yazı. Emeğine sağlık..

Yazar: Sezer Mert Mail: sezermert7@gmail.com (twitter adresinde sorun var)



Danimarka ve Avrupa Futbolu… Bu iki kelime yan yana gelince herhalde insanların aklına 1992 Avrupa Şampiyonası gelir. İnsanları futbola bağlayan en önemli yönlerinden birisinin de kanıtı bu turnuvadır. Peki nedir bu yön? Herkesin futbol sahasında eşit olduğu ve her an sürprizlere açık olması… Herhalde insanlara önceden şampiyonayı Danimarka’nın kazanacağını söyleseler tebessüm bile etmezlerdi. Çünkü Danimarka turnuvaya katılma hakkı bile elde edememişti. Peki Danimarka’nın hikayesi nerede başlıyor oraya gelelim. Aslında turnuvaya katılma hakkına sahip olan ülke Yugoslavya idi. Fakat Yugoslavya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı 757 uyarınca kararlaştırılan yaptırımlar sonucu turnuvadan atıldı. Danimarka da apar topar bir takım oluşturarak Yugoslavya yerine turnuvaya dahil oldu. Çoğu takım turnuvanın başlamasına çok zaman olmasına rağmen o psikolojik havaya bürünür. Yani çok önceden odaklanmaya başlarlar. Bu takım kısa bir zamana kadar bırakın turnuvayı futbolu bile düşünmüyorlardı. Daha sonra Fransa ve İngiltere’yi gruplarında saf dışı bırakarak yarı finalde Hollanda’nın rakibi oldular. Bir Danimarkalı olsaydınız takımınızın normalde elemeleri geçemediği bir turnuvada yarı finalde Koeman’lı, Van Basten’li, Rijkaard’lı, Bergkamp’lı ve nice yıldızlara sahip Hollanda’ya elenmelerini fazla kafaya takmazdınız ya da en azından takımınızın performansından son derece memnun kalırdınız. Lakin Danimarka takımı bu başarıyla yetinmedi ve Van Basten’in kaçırdığı penaltıyla finale çıktı. Bu kararlılıkla finalde Almanya’yı yendiler ki Almanlar karşılaşmak isteyeceğiniz en son ekollerdendir.



Teknik Direktör Morten Olsen

Futbolculuk kariyeri başarılarla dolu olan Morten Olsen, 1983 ve 1985 yıllarında ülkesinin en iyi oyuncusu seçilmiş; Anderlect'te 3 lig şampiyonluğunun yanı sıra 1 kez de UEFA Kupası şampiyonluğu yaşamıştır. Orta saha mevkiinde forma giyen Olsen, 102 kez de Danimarka Milli Takımı forması giymiştir.

Danimarka ve Morten Olsen’in yolları Danimarka’nın Euro 2000’de “0” çekmesiyle çakışmıştır. Geldiği ilk senelerde takımını üst düzey şampiyonalara taşıyan Olsen için ortaya çıkan sonuç olumluydu. Takım 2006 (DK) ve 2008 (AŞ) yılındaki müsabakalarda yer alamamasına rağmen federasyon Olsen ile devam kararı aldı. 2010 yılında Dünya Kupası’na tekrar katılan Danimarka gruptan çıkamamasına rağmen ilerisi için ışık verdi. 2012 elemelerine gelirsek Portekiz ve Norveç’in üstünde grubu tamamlayarak göz doldurdular. Aldıkları tek mağlubiyet ise Portekiz deplasmanıydı.

Her zaman kendi vatandaşının teknik direktör olarak hizmet verdiği ülkeleri sevmişimdir ve öne koymuşumdur. Bu yabancı teknik direktör başarılı olamaz demek değildir. Bunun sadece daha avantajlı olacağını düşünüyorum. Bunu düşünmemin de iki sebebi var: 1.si vatanına olan bağlılık. Mesela futbol dışı bir örnek verirsek Duşan Ivkovic gibi Avrupa’nın en önemli koçlarından bir tanesi Sırbistan Basketbol Takımı’nı hiçbir maddi çıkar beklemeyerek çalıştırmaktadır. 2.si ise ülkedeki futbol ve kültürün içinden çıkmak. Bana kalırsa bu adamların istifa sebebi ülkesine destek veremeyecek duruma geldiğini hissetmesidir. Oynattığı futbola gelirsek pek beğendiğimi söyleyemem. Düzenin dışına çok fazla çıkmıyorlar ve fazla temkinli oynuyorlar. Olsen 4-3-3’ten vazgeçmiyor. Göze hoş gelen bir futbolları yok ve sizin kanalı bolca değiştirmenize neden olabilirler. Fakat olumlu yönden bakarsak çok az gol yiyorlar. Çok soğukkanlı olup disiplinlerinden ödün vermiyorlar. Kısacası tipik bir kuzey takımı onlar. Zaten genellikler yetenekli oyuncu sayısından çok fizikli oyuncuya sahipler.



Kaleciler

Kaleyi kulağımıza aşina olmuş bir isme bırakmayı planlıyorlar. Bu isim Thomas Sorensen. Çok uzun süredir milli takım kalesini koruyan Sorensen istikrarlı ve iyi sayılabilecek bir isim. Beni korkutan durum ise Sorensen diğer senelere göre daha maç oynayıp gelecek. Kaleciler için maç oynamak çok önemlidir. Stoke City’de eldiveni Begovic’e kaptırdı ki, ben bir daha kolay kolay Begovic’in önüne geçebileceğine inanmıyorum. Diğer iki kaleci Anders Lindegaard ve Kasper Schmeichel. Anders Lindegaard gerçekten çok önemli kalecilik yeteneklerine sahip genç bir kaleci. Ben bu turnuvada olmasa bile çok yakın zamanda kaleyi teslim alacağına eminim. Ondaki soru işareti ise son dönemi sakat geçirmesi ve tecrübe. Kasper Schmeichel’ ı yazmaya gerek duymuyorum. Her gün o soyada dua etmesini tavsiye etmekten başka bir şey gelmiyor elimden. Forma bulamayacaktır.

Defans

Daniel Agger ve Simon Kjaer stoper ikilisini oluşturacaktır büyük ihtimalle. Bu iki üst düzey stoper kağıt üzerinde çok iyi duruyor. Tehlike ise Agger’in çok sakatlanması. Beklerde Simon Poulsen ve Lars Jacobsen bulunuyor. Burada da kritik nokta Simon Poulsen’in hücumu sevmesi ve Almanya, Hollanda ve Portekiz gibi çok etkili takımlara karşı solunuz otobana dönebilir. Yedek defans oyuncularını genellikle kendi liglerinden seçiyorlar ve çok tanınan isimler değil. Genel olarak oyun yapıları defansif ve Kuzey ülkelerinin defans anlayışının sağlam olması onlar için olumlu.



Orta Saha

Orta sahaları kalıp değiştiren bir mevki şu anda. Gravesen ve Jorgensen gibi iki üst düzey orta saha oyuncusunun takımda misyonları bitti. Jorgensen hala oynuyor ama o eski Jorgensen’den eser yok şimdi. Bana kalırsa Christian Poulsen – William Kvist – Christian Eriksen üçlüsüyle oynarlar. Niki Zimling de plase olsun. Poulsen ve Kvist savunmaya yardımcı ve mücadeleci orta sahalar. Eriksen’e birazdan özel bir parantez açacağım. Bu orta sahanın isim isim olarak baktığımızda kaliteli olduğunu görebiliriz. Fakat üretkenlikte sıkıntı yaşayacağına eminim. Bu üç futbolcudan gruptaki 3 maçta anca 1 gol, 2 asist falan anca bulurlar.

Forvet

Madem demin Gravesen ve Jorgensen’i andık. Bu mevkide de herhalde bir ismi anmadan edemeyiz. Bu kişi Jon Dahl Tomasson. Bitirici vuruşlarıyla ünlü Tomasson’dan boşalan yerde oynayan futbolcu ise onun en güçlü yönüne yaklaşamayacak Nicklas Bendtner. Çok kolay fırsatları harcamasıyla Arsenal taraftarına bunca süre saç baş yolduran Bendtner her şeye rağmen kanatlardaki oyuncuların yanında oldukça iyi kalıyor. Sunderland’de de fena sayılmayacak bir sezon geçirdi. Kanatlara gelirsek Dennis Rommedahl ve Michael Krohn Dehli bulunuyor. Takımın en zayıf yeri kanatlar. Olsen Rommedahl’i Brondby’ye kadar düşmesine ve ilerleyen yaşına rağmen oynattığı için eleştiriliyor. Fakat mevcut opsiyonlarda da onu kesebilecek nitelikte bir oyuncu bulunmuyor. Benim kanaatime göre Mikkelsen ve Junker onlara çok fazla katkı sağlayamaz.



Laudrup'tan fazlası: Christian Eriksen

Eriksen’e özel parantez açmak istedim. Danimarka futbolunun unutamayacağı bir isim var. Aslında iki isim var ama çoğu kardeş futbolcularda olduğu gibi (Şota Arvaledze, Gary Neville, Javier Zannetti, Bülent Korkmaz …) bir tanesi ön plana çıkar. Evet bahsettiğim isim Michael Laudrup. Christian Eriksen daha 1992 doğumlu olmasına rağmen mensubu olduğu ülkenin efsanesi Laudrup’la kıyaslanmaya çoktan başlandı bile. Bu çok büyük bir onur olmasının yanında çok da büyük bir sorumluluk ve baskı getirir. Eriksen bunları aşabilecek yeteneğe sahip. Kuzey ülkelerinden kolay kolay bu kadar yetenekli oyuncu çıkmaz. İnsanlar Eriksen’i ilk izlediğinde beklentilerin çok üstüne çıkmasını biraz da buna bağlıyorum. Arda’nın ilk çıkışına biraz benzetiyorum aslında. İki ayağına da hakim olan Eriksen’in bir artısı da futbolu Ajax, pardon futbolcu fabrikasında öğrenmiş olması. Her dönem çıkardığı oyuncularla efsane olmuş kulüp Suarez gibi isimlerin ayrılışından sonra Ajax yeni prensini belirledi: Eriksen. Daha doğrusu önünü tamamen açmaya karar verdiler. Bunun ödülünü de şampiyon alarak aldılar. Güney Afrika’da da forma bulan genç oyuncu her geçen gün gelişiyor ve en çok ihtiyaç duyduğu tecrübeyi kazanıyor. Günümüz futbolunda Eriksen’in çok farklı bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. Son dönemde genç oyuncular hızı ve atletizmi ile prim yaparken Eriksen oyun zekası ve görüşüyle çok şahsına münhasır bir oyuncu. Çok kısa zamanda Avrupa’da daha büyük bir takıma gitmesini bekliyorum. Kim bilir belki şu anda büyük bir takım sezon sonu için Ajax’la anlaşıp Eriksen’i bağlamıştır bile…



Danimarka ve Euro 2012

Bu başlığı atmamın nedeni Eriksen ve düştükleri ölüm grubu. Eriksen’in takımın çekirdeği olduğu ve alttan gelen jenerasyonla çıkışa geçmesi beklenen Danimarka deyim yerindeyse Euro 2012’de ecel terleri dökecek. Ölüm grubundan da beter bir gruba düştüler. Almanya ve Hollanda’ya diş geçirebilmeleri imkansıza yakın. Üstün defans anlayışı ve disiplinlerine rağmen bu takımın bu favorilerden gol yememesi çok zor. Atmaları daha da zor. Onlar için hedef maçı Portekiz maçı ki onlarla daha önce finallere kalabilmek için boğuşmuşlardı. Gruplarda Portekiz’e gayet iyi işlere atan Danimarka takımı bu sefer daha derli toplu bir Portekiz’e karşı. Portekiz oyun olarak Danimarka’yla çok ters bir takım. Etkili kanat oyuncularına sahip hücum gücü yüksek Portekiz’in savunmanın derinliklerinde ağır yaralara sahip olması onların turnuvaya direk gelememesinin nedeniydi. Ha bir de santrafor eksiği var. Ben maçın Danimarka’nın istediği tempoda geçmesine rağmen gülen tarafın Portekiz olacağın düşünüyorum. Kısacası 3.lükten fazlası onlar için hayal ve 3.lük konusunda da Portekiz’in gerisinde.

Yazdıklarımı birkaç cümleyle kapatmak gerekirse, bu turnuva bu kuradan sonra güzel bir deneyimden fazlası olmayacaktır. Eriksen’in etrafında kurulacak bir yapıyla uzun süre isimlerinden bahsettirebilirler.

22 Mayıs 2012

Yıkıldı..



Son ve belirleyici penaltı sorumluluğunu üzerine aldı mı? aldı.

Ama baskıyı kaldıramadı ki Madrid'de de kaldıramadığını belirtmişti zaten. Üst üste iki zorlu koşullarda o penaltıyı atmak zorunda kalması.. Talihsizlik..

Güzel de vurdu ama direk.. Misal Olic kötü kullandı, Robben keza öyle.

Kalede de Avrupa Şampiyona'sında benzer yıkımı yaşamış özel bir adam vardı.

Sevmem hiç penaltı atışlarını, kim kaçırsa üzülürüm onun için ve bunu başka yazıda uzun uzun anlatmıştım. Hak etmiyor kimse bir penaltıyla bu konuma gelmeyi.

Futbol bu işte..

Schweinsteiger bu moral bozukluğu esnasında Cumhurbaşkanı Gauck'un elini havada bıraktı. Ama Alman siyasetçi bu durumu anlayışla karşılaşıdığını dile getirdi. Schweinsteiger de sonradan özürünü de diledi zaten..

Milliyet Taktik



Madem bugün Rangnick ve Taktik ana konuydu;bir başka güzel Taktik'ten devam edelim.

Uğur Meleke yönetiminde hazırlanıyor. Her Salı ve Cuma günü Milliyet'in ücretsiz iddaa ekidir Taktik.

Biz bunları hazırlarken keyif alıyoruz çok.. Zaten Eksi Sözlük'teki 2005 tarihli Villarreal entrysinden de görebileceğiniz üzere çok uzun zamandır iddaa ile ilgileniyorum zira seviyorum. Son maçım hangi maça kalırsa kalsın taraftarı oluyor, doksan dakika izliyor ve farklı şeyler keşfediyor, keyif alıyorum çok..

Başarı nedir burada bilinmez. 124 kupon yapıp 10 tane tuttu demek midir ya da diğer ayrıntılar mı? Bilmiyorum.

Şunu bilirim ki keyif aldığın bir işi yaparsan keyif verirsin. Blog gibi.. Bunun gibi iddaa ekine maç analizleri yapıp,kuponlar hazırlamak gibi.. Birinci ligler bitti ama bu hafta ikinci ligler de inanılmaz güzel geçti. Başarı oranı yüzde 80'e vuruyor. Birilerine yardımcı olmuştur umarım..

Eksiklikler var ve pek çoğunu biliyoruz. Avrupa Şampiyonası ile beraber bir kısmı düzeltilecek ve yeni ligler başladığında ise çok daha iyi olacak elbette oraya kadar giderse zira bu işe başladığımızda aslında dört haftalıktı her şey.. Ama beğenildi, tutuldu ve devam ediliyor.. Gittiği yere kadar..

İstatistikleri ve neredeyse yanılmadığı kırmızı kart ve penaltı tahminlerine bittiğim Murat Fevzi Tanırlı, arka kapağa taşıdığı maçlarda tutturma oranını alsam yüzde doksana vuracak olan Milliyet editörü kupon tutturma makinası Erkan Ayraç, bu hafta Fransa 1 ve 2'de 21 maçın 16'sını doğru tahmin edip bir de kupon tutturmuş olarak Fransa Ligi'ne hakimiyeti ile ün salan Onur Dinçer.. Bank Asya'da yaptığı uçuk kuponlarda dahi başarı sağlayan Milliyet editörü Levent Kalkan, ingilitere ikinci ligini benim bundesligaya olan hakimiyetimin de ötesinde işleyen Ulaş Gürşat, yaptığı yorumlarda kelime hatası dahi yapmadan bu işin belki de uzmanı konumunda olan Basketbol tahminleriyle pek çoğunuzun tanıdığı Ümit Avcı, Hayatım Futbol ve PcLion bloğundantanıdığınız Uğur Karakullukçu ve daha niceleri bu ekibin içerisinde yer alıyor. Unuttuğum varsa kusura bakmasın ama ekip çok güzel, çok da keyifli gidiyor.

Her türlü eleştiriyi ister mail yoluyla isterseniz de buraya yorumla bırakabilirsiniz..Zira bizde her şey sorgulanır, en iyisine kadar tartışma bitmez hiç..

Badstuber-Hummels



Avrupa şampiyonasında bir aksilik olmazsa eğer tandemi bu ikili oluşturacak. BU iki adamın ortak özellikleri babalarıdır. İki özel baba'nın iki özel yeteneklerle donatılmış oğullarıdır Badstuber ve Hummels.

Her ikisinin de babasının ismi Hermann. Her ikisinin babası da futbolun içerisinde aktif bir şekilde çalışan önemli isimler.(di) 2009'da "oğlu" Bayern Münih ile profesyonel sözleşme imzaladıktan beş hafta sonra kansere yenilen Hermann Badstuber'in kim olduğunu bir aşağıda yer alan posttan anlayabilirsiniz. Hummels'in eski futbolcu babası ise bu sezon 17 yıldır çalıştığı Bayern Münih'in gençlerinde işini bırakıyor.

Bu insanlar çocuklarını güzel ve doğru bir şekilde eğitti. Yeni Almanya içerisine eklemlenebilen bu stoper ikilisinden Badstuber daha çok mental olgunluğu nedeniyle ayakta kalırken Hummels varolan muazzam yeteneğine "mental" ekleme de yaparak "en iyisi" olma hayalini kurabilecek duruma geldi.

Hummels, çok yetenekliydi zaten. Sorun şu ki onu Bayern altyapısında forvet dahi oynattılar. yeteri kadar iyi değerlendirilemedi ve Klopp ondan bir dünya yıldızı yarattı. Çok yetenekli olmasının üzerine "mental" olarak farklı eğitimden geçip artı bir güç kazanınca benim gibi pek çok insan onun hakkında "daha iyisi olamaz" diyebilecek konuma ulaştı.

Badstuber'de ilginç olan nokta ise sol bek oynayarak çıkış yaptı. Çok iyi değildi ama vazgeçilemiyordu bir şekilde ve 2010 Dünya Kupa'sına sol bek olarak katılım göstermeyi başardı ben her ne kadar DK öncesi yaptığım tüm analizlerde bunun yanlış olduğunun üzerinde dursam da.. Löw sonra sol bek olarak bu oyuncuyu kullanmaktan vazgeçti ama geri dönüşü stoper olarak muazzam oldu. Bu yaşında hem Bayern'in hem de millli takımın defansının şefliğini yapıyor. Veletliğinde bilmem kaç tane gol atan orta saha-forvet karışımı bir oyuncuydu. Babası Bayern altyapısında çalışan Hermann Gerland ile yakın arkadaş olmasının ayrıntısını kullanıp onu Bayern akademisine gönderdi. Van Gaal da gelince her şey hızlandı.

Hummels bu konumunda Mertesacker'i dahi geçmesi gerekirken Badstuber'i burada tutan ise tamamen eğitiminin muazzam olmasıdır. Hummels ise varolan yeteneğine baba'sını da karıştırınca bence şu an Avrupa'nın en iyi üç stoperinden birisi durumuna geldi. Demem odur ki Almanya yeteneklerine sadece "biçim" verince bugünlere geldi.

Eğitim şart'mış..

Rangnick hakkında çok şey..


... Bazen günlerce, gecelerce maçları izleyip analiz ediyorduk. Üstelik bu maçlar herhangi bir karşılaşma olabiliyordu. Misal Fulham- West Ham gibi.. Yeter ki biz o karşılaşma içerisinde taktik olarak farklı bir nokta yakalayalım.. (Thomas Tuchel bir dönem Rangnick zamanı Stuttgart'da yaşadıklarını anlatırken)

Tuchel'in mentoru bugün Bayern Münih ve Alman milli takımının defansında oynayan Holger Badstuber'in babası Hermann Badstuber'di. 2009'da kansere yenik düşen bu adamın güzelliğini ve ölümünün kendisinde yarattığı üzüntüyü belirttikten sonra şöyle soru geliyor;

-Hermann Badstuber ve Ralf Rangnick ama aynı zamanda milli takım teknik direktörü Jogi Löw, u21 teknik direktörü Rainer Adrion Freiburg teknik direktörü Robin Dutt hep aynı bölgeden. Ne var burada böyle?

Thomas Tuchel: Belki burasını Hollanda'nın Ajax okuluyla benzeştirebiliriz. Seksenlerin sonu doksanların başında Helmut Gross ve Ralf Rangnick buraya yeni bir sistem kurdu ve tüm bölge buradan etkilendi diyebiliriz. Ben de bu dönemlerde amatör takımlarda burada çalıştım ve fazlasıyla etkilendiğimi söyleyebilirim.

Rangnick kimdir az çok biliyoruz, peki Helmut Gross kimdir? Ralf Rangnick'in mentoru ve her şey aslında inşaat mühendisi olup asıl işi köprü yapmak olan bu adamla başladı. Tutkusu futboldu ama futbol beni hiçbir zaman yönetemedi derken bu alanda kariyer yapma gibi bir düşüncesinin olmadığının da altını çiziyor. Sadece bu adamlar futbola takık halde yaşadılar uzunca bir dönem.. Almanya'nın topun olduğu bölgede alan savunmasını uygulayan ilk teknik direktörüdür. Ben tam türkçesini bulduğuma emin değilim ama size daha güzelini yapıp nedir bu diye soranlara görüntülü açıklama sunuyoruz. Sonrasında ise Rangnick'i anlatan muazzam bir Helmut Gross röportajı...



Savunacağın alanı topa doğru sürekli farklılaştırıyorsun ve topun olduğu bölgede adam fazalalığına ulaşıp baskı kurmak asıl hedef. Şimdi bunu pek çok takım yapıyor ama zamanında bunu Almanya'ya getiren iki isim vardı; Helmut Gross ve Ralf Rangnick.. işte onların hikayesi de aşağıda..


Helmut Gross: 1981'de bir yıl antrenör olarak çalıştıktan sonra kendimi motive etmek için yeni bir şeyler aradım. Alan savunması üzerine düşünmeye başladım. O zamanlar adam adama savunmaya mesafeli duran Gyula Lorant, Ernst Happel, Pal Csernai gibi modern teknik adamlar vardı elbette ama onlar alan savumasının farklı bir şekilde uyguluyordu. Onlar için "alan savunması" futbolcunun bir diğerinin peşinden koşmayarak gücünü ekonomik olarak kullanıp buradan tasarruf etmek demekti. Bu da sadece bazı koşullarda başarıyı getiriyordu.

Neden ?

Helmut Gross: Çünkü bana göre bu alan savunmasında tasarruf edilmiş gücün hızlı bir şekilde yeniden kullanıma sokulması, karşı prese geçip rakibe baskıyı olabildiğince hızlı bir şekilde yeniden yapılması gerektiğini düşünüyordum. Ernst Happel, daha çok Hollanda Milli Takımı'nı kopya ediyordu ama ben bunu yeterli görmüyordum.

-Siz nasıl görüyordunuz?

Helmut Gross: Akıllı bir alan savunmasıyla rakibi uzun ya da kısa pasa zorlayıp hatalı pasa itebilirsiniz. Bence bu devam ettirilmeli ve topa olabildiğince hızlı bir bir şekilde sahip olmak gerekiyordu ve bu şekilde hareketli, topun olduğu bölgede alan savunması fikri doğuyordu. Şu demektir: Rakip hücumunda, oyuncular kendi kalelerinden olabilecek en uzak noktaya gidip topa sahip olan rakip oyuncunun olduğu yerde adam fazlalığına ulaşıp topun doğru bir şekilde kullanılmasına imkan vermemek.. Rakip oyuncu için alanı ve zamanı kısaltarak rakibin doğru aksiyonu gerçekleştirmesini engellemek. İşte bu fikirden yola çıkıp Ralf Rangnick ile ben topun olduğu bölgeye göre değişen hareketli alan savunması fikrini geliştirdik.

-Elbette bunu gece-gündüz Arrigo Sacchi'nin Milan'ını analiz ederek gerçekleştirdiniz..

Helmut Gross: O zamanlar inanılmaz pahalı bir video almıştım, 3 bin mark fiyatıydı. Sorun şu ki hızlı bir şekilde bozuluyordu. Bir ileri bir geri bir ileri bir geri sadırmaya video dayanmıyordu. Sacchi ve onun gibi teknik adamların taktiğini algılayabilmek için ikişer ikişer video almaya başladık..

Rangnick ile dostluğunuz nasıl başladı?

Helmut Gross: Yoğun bir şekilde ilişkide bulunmaya 1986'da başladık. Ralf o zaman 28 yaşındaydı ve Stuttgart'ın amatör takımlarının başına geçirilmişti. O da topun olduğu bölgede alan savunmasından etkilendi ve bunu Stuttgart'ın eğitiminin içerisine sokup hızlı bir şekilde yayılmasını sağladık ve eğitimi için bir program yaptık beraber.. Gençlere ve diğer antrenörlere bunu nasıl anlatabilir ve öğretebilirdik? Retorik ve didaktik olarak bunu nasıl en iyi şekilde nasıl göstermeliydik? O zamanlar kitaplar da yoktu ve biz tüm programı kendimiz hazırladık..

Rangnick'den o zaman böyle büyük bir antrenör olacağını düşünüyor muydunuz?

Helmut Gross: Evet. Uzmanlığı vardı bu alanda. Retorik ve pedagojik yeteneklerinin yanı sıra duygusal zekası ve merakı azmiyle birleşince.. Ralf istisnai bir yeteneğe sahipti ve her şey tamamdı. Onda beni en çok etkileyen şey o dönemde-sonrasında da Hoffenheim'da olduğu gibi- antrenörlük kariyerinde bilinçli olarak iki adım geriye giderek kendisini daha çok geliştirmesi ve bu yeni keşfi insanlara öğretmekten keyif almasıydı.

1990'da Stuttgart'a onu geri çağırdınız..

Helmut Gross: 1989'da Stuttgart'ın gençlerinde çalışmaya başladığımda orada bu bahsettiğimiz detayları kapsayan ve bugün hala uygulanmaya devam eden bir konsept geliştirdik. Bunun devamını da en iyi getirecek antrenör Ralf idi. Yönetimden bir kaç itiraza rağmen onu Stuttgart'ın başına getirdik.

..ve sizin Guru'su olduğunuz bir taktik-grubu oluştu. Yoksa Ramon Adrion, Milli Takım antrenörü Jogi Löw, Freiburg'un başarılı antrenörü Robin Dutt'un buralardan gelmesi ve benzer futbol ideolojisine sahip olması sadece bir tesadüf mü?

Helmut Gross: Yok biz bir şey değiliz. Ben de guru ya da herhangi bir grubun lideri de değilim. Ralf ile ben bu topun olduğu bölgede alan savunmasını uygulamaya geçirdik ve bazı modern ve risksever antrenörler kendilerini buna adapte etmeyi başardılar. Löw'ü Stuttgart zamanından tanırım, Adrion zaten bizim teknik ekibizin içerisinde yer alıyordu ve Robin Dutt'un da fazlasıyla bu konulara meraklı olduğunu biliyorduk..

Uli Höness der ki en iyi taktik değil en iyi oluşturulmuş kadro kazanır..

Helmut Gross: Bu içerikle sıklıkla karşılaşıyorum. Peki silahlarınız eşitse? Aynı güçteyseniz kim kazanacak? Ya da kağıt üzerinde daha zayıf oyunculara sahip olan ne yapacak? Hemen pes edip yenilgiyi kabullenecek midir? Tam da burada taktik onlara daha güçlü kadroyu yenme fırsatını sunar. Taktik elbette futbolun sadece bir yüzü ama çok önemli bir yüzü..

Sonrasında Bayern'in bu cümleye tezat bir şekilde Van Gaal'i aldığından bahseder ve bu röportajı sevgili dostum Fatih Demireli'nin çalıştığı web sitesi Spox'ta gerçekleştirildiğinde henüz Van Gaal ile Bayern yeni anlaşmıştı ve Van Gaal'in ne tür bir alan savunması oynatacağına dair devam eden geyikten sonra..

-Siz özgürce futbolu düşünebilen, Rangnick de futbol profestörü müdür?

Helmut Gross: Futbol profesörü sıfatı bu konuda çok fazla bilgiye sahibi olup bunu diğerlerine de gösterebilecek yeteneğe sahip olduğu için uygundur. Bunun dışında insanlar Ralf'ı biraz yanlış tanıyorlar. O tüm bu analiz yeteneğine rağmen, bilimsel veriler ve gerçeklerin dışında duygularıyla da karar verebilen fazlasıyla duygusal bir adamdır da..

Bir örnek?

Helmut Gross: Kulübe yeni bir oyuncu kazandırma zincirinin son halkası Ralf Rangnick'tir. Bazen bir kaç dakika içerisinde hakkında daha fazla fikir edinmeden o oyuncunun bunu başarıp başaramayacağına karar verir, tamemen hisleriyle bu kararı veriyor. Eğer böyle bir şey gerçekleşirse bu işte büyülü bir andır ve biz Ralf aşık oldu diye düşünürüz. Zira böyle bir karar sonucu oyuncuya okey verirse onu almak için her şeyi yapar ve bu gerçekleştiği zaman o genelde bu oyuncu hakkında yanılmaz.

- Bu duygusal yanı mıdır onun "dik kafalı" olarak algılanmasına sebebiyet veren?

Helmut Gross: Bir noktaya kadar doğru. Eğer karşı argüman yeterince iyiyse onu dinleyip fikrinden vazgeçebilir. Ama karar noktasında hisleriyle doğru diyorsa bir kaç gün o fikrinden caymayabilir.

Eier!


Lan hala açıp açıp izliyorum, manyak gitti penaltıyı kullandı o anda. Helal olsun ki bin kere helal olsun. Robben'e maç içerisinde penaltı kaçırdığı için kızmıyorum daha çok burada da üzerine gidip yeniden çekmemesine ifrit oluyorum. Kroos'a.. O bizim köylü Müller, zorladı Anatoli Timoschuk'u ama yok olmadı, adam atmam dedi penaltıyı, Müller de delirdi. Robben daha çok Gomez'i ikna etti filan.. Lahm ve Schweinsteiger zaten bu konuda eleştiriliyordu ve atmasa linç edilirdi medya tarafından.. Kahn bu ikisinin üzerine bir hayli yüklenmişti ki sonuna kadar da haklıydı..

Effenberg bu yüzden başka. 23 yaşında Dünya Kupası finalinde kimse gitmeyince korkusuzca topu eline alan Breitner belki de gelmiş geçmiş en baba lider futbolcudur bu alemde. Ben futbolcunun taşaklısını severim aga. Şimdi sen bana alınıyorsun bu şekilde ifade ettiğim için ama Luca Toni neden gitti bilir misin sen?

Louis Van Gaal bir gün tartıştığı Toni'ye karşı soyunma odasında yaşına başına bakmadan indiriyor pantolonu aşağıya.. Ellerini de götürüyor o bölgesine.. Bende var diyor, sende de var mı?

Van Gaal da öyledir. Koyar 18'lik genci şampiyonlar ligi finaline.. Kluivert'i hatırlayın, Badstuber'i, Müller'i.. Bunu yapıp arkasından da sonuna kadar savunmaktır. Benzerini burada komik hikaye diye anlatmıştım Trapattoni yapıyor da Taşak'ın almancasını bilmeyip Elber'e almancasını sorma hatasına düşüyor. O da " Eier" yerine tam tersini söyleyince iş geyiğe vuruluyor elbette..

Yüreklisini, cesaretlisini diyoruz.. Finali ne taktik, ne oyuncu ne de başka bir şey; Bu oyuncular kazandırmıştır her daim. Büyük finallerin herhangi birisinde bu cesareti gösterecek bir başka kaleci çıkmaz.

Yaşamda da böyledir bu. En ufak bir baskı karşısında sinen, fikrini söylemekten vazgeçmeyi bırakın fikrini değiştirenler.. Yanar döner insanları sevmem. Herhangi bir fikri savunuyormuş gibi yapanları sevmem. Bir öyle bir böyle olanları, aynı fikirde olsak dahi sevmem. İki söze fikri, zikri ve hatta tüm değerleri değişenleri.. Ona buna yaranmak için her yola gelenleri.. bunlar bir insanı sevmeyi dahi beceremezler. Bu yüzden olsa gerek futbolcunun dahi ahlaklısından çok ahlaksızına tav olmuşumdur. Zira kolay değil ortalama değerlere karşı gelip tepki alacağını göze alarak "düşündüğünü" samimice eylemek.. Burada da durum çok başka değil. O baskı o tepki korkutmuyor, neysem oyum demektir bir bakıma.

Futbolcu söylemleri ünlüdür burada. Möller'in " Madrid mi Milan mı olur bilemem ama kesin İspanya" gafına gülünür ama en babası da Kahn'dan gelmiştir.


.- Eier..

-Takım son dönemde gösterdiği performanstan uzaktaydı bla bla

-Bizim "Eier" e ihtiyacımız var. Biliyorsunuz herhalde bunun ne demek olduğunu?

Bilmeyenlere:

Eier: Taşak..

20 Mayıs 2012

Bayerngiller



Drogba büyük oyuncudur, her açıdan. Bunu bir kenara koyalım.

Robben'e yükleniyor insanlar. Küçük düşünmektir bu. O penaltı atışı esnasında Bayern adına o topu eline almaya cesaret edebilecek bir başka karakter var mıydı? Penaltıyı atması düşünülen Schweinsgteiger, Robben'in kaleye şutu nasıl çektiğini göremedi bile zira sırtı Neuer'e dönük bir şekilde bekledi.

Dortmund ile oynanılan şampiyonluk maçında penaltı kaçırmış, son saniyede de yüzde yüzlük golü atamamış Robben o travmanın ardından Madrid ve kupa finalindeki Dortmund karşılaşmasında penaltıyı yeniden kullanmak üzere topun başına geçip başarılı olmuştu.

Burada olamadı ve her şey bu mudur yani?

Robben olmasa 2010'da Bayern Münih ne şampiyon olabilirdi ne de Şampiyonlar Ligi'nde final oynayabilirdi. Biraz hafıza yetecektir.. O Sorumluluğu alabilme cesaretini gösteren herkesi severim ben. Madara olma ihtimalini göze alanlar, bu ihtimale hiç bulaşmayacak sinik karakterlerin her daim üzerindedir..



O topu eline almak böylesine bir çöküş ihtimalini de göze almaktır, cesaret ister. Robben'de bu fazlasıyla var. Başarılı olup olmamasından önce ele alınan konu bu olması gerekir. Bir kaleci belki de Bayern tarihinin en önemli maçlarının birisi olabilecek yerde penaltı çekecek beş futbolcudan birisi oluyorsa orada ciddi anlamda baskıyı kaldırabilecek futbolcu sayısının azlığı sorunu vardır. Robben'in gücü azalmıştı, bir başkası gelip "ben kullanacağım" deseydi verirdi ama inanın kimse buna cesaret edemedi..



Her ne kadar yediği golde ben hatası var desem de o bu gecenin bir başka kahramanı, Bayern Münih'in gelecekte kupa kaldıracağının da garantisi olmuş bir kalecidir. Hayatında hiçbir maçta penaltı kullanmamış Neuer, final maçında Toni Kroos, Anatoli Timoschuk gibi isimler dururken topun başına geçip penaltı atıyorsa diyecek hiçbir şey yok. O penaltıyı kurtardı, penaltıyı gole çecirdi ve bugün "Kahraman" olarak anılması için geriye kalan sadece Olic ve Schweinsteiger'in penaltıları gole çevirmesiydi.. Bu iki penaltı gol olsa bugün her şey çok başkaydı. Benim için değişmez usta, Neuer büyük kaleci olduğu gibi karakteri de sağlam bir oyuncu. Sıklıkla burada belirtildiği gibi finalleri bu oyuncular aldırır..



Ben gördüklerimi değerlendirir, geleceğe yönelik sıklıkla tahminlerde bulunurum. Yüzden fazla genç yetenek ve onlarca teknik direktör hakkında atıp tuttum. Sadece yetenekleri değil karakter incelemeleri de olmuştur. Kimilerinde on ikiden vurduk kimilerinde de çuvalladık zira gelişimin ne yönde olacağını kestirmek o kadar kolay değil.

Lakin Schweinsteiger "Daha bi lider karakterli oyuncu" derken Lahm'a haksızlık yapmışısız. Madrid & Chelsea maçlarının en iyi oyuncusudur. Sadece burada değil maç kaçırmadan geçirdiği sezonların içerisinde neredeyse sıfır hatayla oynuyor. Bu bölgede benim izlediğim oyuncular arasında dünyada daha iyisi "bence" yok. Madrid'de penaltı kaçırmasına rağmen topun başına yine o geçti. Oyunun içerisinde her hareketi zekiceydi. Ona olan güveni ben pek çok kulübün içerisinde oynayan oyunculardan herhangi birisine duyamadım.. Ribery ile beraber Bayern'in iyileri arasındaydı..



Hakkında hep olumlu cümleler kurduk ama kaçan kupanın bir başka sorumlusu gecenin belki de Bayern adına en kötüsü olan Mario Gomez. O golü kaçırması değil o gol anında elinin ayağının titremesini yadırgıyorum daha çok.. Maalasef 34 yaşındaki senin en iyi futbol yaşında senden bir adım daha önde..



Meslee buradan ayağa kalkıp 2001'de olduğu gibi o hırsı kupaya çevirmektir.

Lan ne şansız takım aga diyor insan. Manchester'i 99'da sahada ezdi ve şans eseri o top girmedi kalenin içerisine ve uzatma dakikalarında iki korner iki gol ile kupayı verdi. Chelsea desen yine aynı ve sonucunda kimileri de Almanlar doksan dakika sonunda kazanan filan diyorlar. Yok abi, bu takım oynuyor diğerleri kupayı kazanıyor aslında..

Bayern Şampiyonlar Ligi'nde oynadığı her takımdan daha üstün bir futbol ortaya koymuştur. Bu Serie A'dan Napoli, Premier Lig şampiyonu Manchester City ya da La Liga şampiyonu Real Madrid olsa da durum değişmemiştir. Futbol olarak diğer liglerin en büyüklerine kök söktürmüş, daha iyi olduğunu kanıtlayarak bu noktaya gelmiş. 120 dakika berabere kalıp penaltılar sonucu da "ikinci" olsa da gönlümüzün bu sezon birincisidir. Zira Barça hariç şu an bu ekipten daha iyisi yok. Madrid bana göre daha iyi diyordum ama iki karşılaşma içerisinde oynanılan toplam 210 dakikada Bayern "daha iyi" olduğunu bana ve diğerlerine göstermiştir.

Tüm Almanya başta başkan Höness olmak üzere Bayernlilere şunu diyor ve sonuna kadar da doğru:

"Siz bunu hak etmediniz.."

..ama futbol da bu.

En büyük Chelsea!



Chelsea Avrupa'nın en büyüğü oldu. 2003'den bu yana en kötü sezonunu yaşadığı dönemde Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırdı. Bu onların "barça" dan kalan hakkıdır ama asıl hikaye diğer tarafta. Üç finali de kaybederek Bayern Münih 2002 Leverkusen'e rakip oldu. Hayal kırıklığını ifade etmek dahi çok zor. Tam da burada Tutunamayanlar'In yazarından bir cümle yerinde olur sanırım:

"Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor.."