14 Ocak 2012

Kısa kısa Bayern Hikayeleri!


Norbert Nachtweih ile iddiaya giren Uli Höness. Peki nesine? Sigarayı bırakmasına. Beş bin mark alacak eğer Norbert 1988 yazındaki anlaşma gereği bir yıl boyunca sigara içmezse.. 1982-89 arası 202 kez Bayern formasını giymiş Nachtweih sigarayı bırakıp kilo alıp ilk onbirdeki yerini kaybetme pahasına kazanıyor iddiayı.. Bence Uli Höness her açıdan zararlı çıkmıştır bu işten. Beş bin markı gitti, oyuncusunun performansı da düştü ama ilginç bir iddia olduğu kesin..


iddia demişken.. Loddar ve Klinsi iki azılı düşman. İkisi de Avrupa kariyeri sonrası Bayern'de buluşuyorlar ama birbirlerinden deyim yerindeyse nefret ediyorlar. Hele ki Loddarın günlüğü yayınlandığında bunun boyutunu daha iyi anlıyorsunuz. Ve evet yine bir iddia.. Uli Höness ile Loddar iddiaya giriyor, nesine ? Bu sefer kazanan 10 bin mark alacak.. Eğer Jürgen Klinsmann o dönemde 15 golü atarsa Loddar 1o bin mark verecek ve atamazsa da Uli Höness.. Son maça kadar kazanan Loddar abimizdi ve fakat Gladbach karşısında golü atan Klinsmann toplamda 15 gole ulaşarak Matheyusu on bin mark zarara uğratmayı başarıyor..



Beckenbauer 1977-88 arası buradaki arkadaşı Diana Sandmann ile beraberdi ve fakat benim anladığım kadarıyla kayın pederi ile arası çok iyi değildi. Zira.. Diana'nın babası ağır hasta. Tam bir haftadır komada ve Beckenbauer ziyaretine gidiyor. O bir haftadır komada olan adam Beckenbauer'i görünce komadan çıkıp konuşuyor ve söylediği de şu oluyor:

"Leck mich am Arsch, der Beckanbauer"(çevirmeyeyim daha iyi)



Derler hep.. Birazcıcık disiplin olsaydı dünyanın en iyi futbolcusu olurdu bilmem kaç kez. Bremen zamanı aynen Romario gibi idmana gitmez ve ne zaman işte şu sayıda golün altına inerim ancak o zamana her gün antrenmana giderim filan derdi. Sigara tiryakiliğine, kavgalarına filan girmiyorum. Yarım iş günüyle bugün başardıklarını gerçekleştirdi. tam anlamıyla Sergen'in Almanya versiyonu. Efendim Mario Basler dişçide randevum var diyerek 70 km ötede bir yeri söylüyor ki antrenmandan kaçacak.. Elbette tam da orada poker masasının başına oturmuş, keyif çatıyor. Dönüş yolunda arabası yolda kalınca Loddar'ı arıyor ve her ikisi birden antrenmana geç kalıyor.



Jens Jeremies'i hatırlarsınız sanırım. 2006 Bayern'in başında Magath var ve Şampiyonlar Ligi eleme maçında Milan'a karşı oynuyorlar. Magath nasıl oynamalıyız diye soruyor ve Jeremies de şaka yapıyor. "Her zaman olduğu gibi on kişi arkada kalacağız ve ileride bir zaman Ballack golü atacak" Eh herkes gülüyor tabii.. Magath da "tamam öyle yapalım" diyor ve Jeremies kadro dışı, Bayern 1-4 yeniliyor ve eleniyor..

Lan şaka yapılacak adam mıdır Magath ? Cık cık cık..


Abedi Pele.. Adam Afrika'da yüzyılın en iyi futbolcular listesinde üçüncü olmuş ve tam da bu zamanlarda Torino'dan Münih'e son büyük transferini gerçekleştiriyor. En azından Pele imzayı Bayern Münih'e attığını düşünüyor lakin ne zaman ki Almanya'ya geliyor işte o zaman anlıyor imza attığı Münih Bayern değil onun ezeli rakibi 1860.. Eskiden Bundesliga çok popüler değildi de bu kadar da değil yani.. İki yıl oynuyor burada, 50 maça çıkıp 2 gol anca atıyor, motivasyon yok tabi adamda.. Kandırıldı mı biraz ilgisiz mi bu işlerle onu çok anlamadım bak...

Mogwai - Take me somewhere nice


"..Birazdan kara bulutlar kalkacak üstümüzden. Bir rüzgar dağıtacak hepsini ve birden sanki bir meteor hızla havayı delip üzerine doğru gelecek. Yavaşça büyüyecek gözünde, ama sen yine göğü ve göğün tek bir noktadan yere düşen güneş ışığını izleyeceksin. Çimenler oynaşacak rüzgarla, dünyanın sonu gelecek sanacaksın ama rüzgar tersine seni düşündüklerinin kıyısına bırakacak.."

Taşın taşın nereye kadar ?



la bıktım yeminle..

Dört ay olmuş ülkeye geleli, ev taşıyorum yine. Ha buraya geldiğimde bu belliydi ama artık bıkmışım taşınmaların her türlüsünden.. Sevgili de geliyor, yaşam da biraz başkalaşacak.. Umuyorum ki güzelleşecek ama benim taşınmaya tahammülüm kalmadı. Göçe göçe ilerliyorum ve artık gerçekten bir dur demek istiyorum. İki mahalle öteye gidiyorum ama çilesi büyük arkadaş..

Neyse ki bu sefer şehir değil mahalle değiştiriyorum ama dedim ya ona bile tahammülüm kalmadı desem yeridir..Kaçıncı evim kaçıncı göçüş bu bilemedim ama sanırım ve maalasef son değil. Minumum bir yıl aynı yerde kalma dileğiyle hayırlı olsun diyorum kendime..

Uğur Meleke ile Sohbet!



Bak arkadaşım ben sana söyleyeyim; Ali Ece ve Uğur Meleke.Yazarlık kısmını -beğenirsin ya da beğenmezsin- bir tarafa bırak. Spor basınında takip ettiğinizde aklınıza düşen o güzel görüntüyü bire bir üzerinde taşıyan iki insan. Ben ya da bugünkü arkadaşlarım bugün var yarın belki yok, ama bu insanlar her daim olacaktır, siz de farkını görün diye yazıyorum. Aslında içerisinde bulunduğum bütünden çıktığım vakit size son iki yıldan bugüne dair yaşanılan büyük hayal kırıklıkları ve sürprizleri arka arkaya yazacağım ama bugün her şeyi tüm çıplaklığıyla anlatamıyoruz maalasef. Bize hangi zaman diliminde hangi koşullar altında nasıl dokunduklarını, nasıl baktıklarını daha güzel daha iyi bir şekilde dile getirmek gerekir.

Öylelerini gördüm ki konuşurken nerden cesaret edip de o samimiyeti kurup absürd şekilde hitap ettiğini anlamadığım adama kafayı çakacaktım ilk tanışmamda. Şöyle saniye kaldı, o kadar sinir bozucuydu kimileri.. O denli sinir bozucu, kibirli ve yukarıdan bakan bir algı ki kendileri dahi farkında değildir, inanın. Dolayısla insan Uğur Meleke'nin sadece bugün değil üç dört yıl önceye de dayanan tavrını ve insanlığını görünce şaşırıyor, başkalaşıyor.Ki bizler eylemlerini, yazılarını yeri gelmiş eleştirmiş, yer gelmiş övmüşüzdür de. Yalan olmasın güzelliğe ve iyiliğe de inancı artıyor.

Bizim çıkardığımız hayatım futbol dergisini okumuş ve geçenlerde de köşesine de taşımıştı. Bire bir ilişki kurduğunuzda sizi şok edecek kadar "insani duruşunu" bir kenara bırakın on beş sayı çıkarmış bir futbol dergisinin bir anlamda yaşam mücadelesine ufak bir yardımı esirgememesi ve dahası buna ihtiyacımız olduğunu düşünerek hareket etmesi takdire şayan. Biz bu desteği çok daha yakın ilişkiler kurduğumuz pek çok güzel insandan alamadık.Söz ve eylem farkı sandığınızdan çok daha fazla.Dahası gelecek adına derginin içeriğine dair üretilen fikirler açısından bir "akıl" almak adına buluşma ayarladık. Sağolsun, kırmadı ve randevu verdi. Tam da zamanında gelip çok hoş bir muhabbet sonrası elinden gelen bütün yardımı yaptı. Sadece biz değil siz de gitseniz elinden gelen ne varsa yapacaktır, emin olun. Yıllar önce bu blogda konu ettiğimde söylemiştim, gidin isimsiz bir şekilde mail atın karşılık alacaksınız eğer gerçekten onunla ilişki kurmak istemişseniz..

Blog yazarlığı başkadır. Ahkam keserim burada ben. Atıp tutarım, en güzeli en iyisi en bilmem nesi benim yazdığımdır ve hatta burada herkes benden sonra gelir, bu işin bana göre raconu da budur. Benim günlüğümdür bir bakıma. Lakin toplamda spor basını olarak ben ve hatta biz bana göre çok bir şey değiliz. Burada iyi ve kötü olarak andığım herkes emek açısından bizden çok daha fazlasını vermiştir, yanlarına yaklaşıp bu açıdan kıyas bile yapmam. En çok eleştirdiğiniz ismin dahi verdiği emeğin yanında bizler neyiz ki? Ama insan istiyor ki azıcık da ayaklarınız yere bassın.

..bugün iyi bir konumda olup da insan kalabilmiş çok nadir olan kesimden Uğur Meleke'yi konu ettim. Bu da sözüm olsun bir gün de mallarını şuraya dizeceğim ki bu yazarların değerini daha iyi bilesiniz diye.

Çok güzel bir gündü ve sevgili Uğur Meleke'ye çok içten teşekkürler..

13 Ocak 2012

Galatasaray'ın Xherdan Shaqiri Hamlesi!



Galatasaray'ın teklifi olduğu resmi olarak da onandı Basel tarafından. Dolayısla üzerine iki kelam etmek gerekir.

Ben bir kaç maçını izledim. Çok uzun zamandır tanıyorum aslında ama kaç maçını izlediniz derseniz onu bulmaz. İlk haberini okuduğumda bir kaç yıl önce çıkış yaptığı vakit geleceğin Roberto Carlos'u olarak addedildi. Bugün ise hem Ribery hem Robben'i yedekleyecek geleceğin yıldızı olarak görülüyor. Bayern Münih'in ilgisi ismini duyduğum ilk günden bu yana vardı. Bu haftaki sportbild'de ise Bayern adına alınacaklar listesinin yine bir numarasında Shaqiri'nin ismi geçiyor. Buradan bir not vermek gerekirse milli takım hocası Hitzfeld onu Bayern'e önerir iken tek kusurunun en azındna bugün için yeteri kadar efektif olamaması olarak bahsediyor. Bunun dışında çok iyi bir oyuncu olduğunun üzerinde duruyor.

Gerek Man U gerekse de Bayern isminden dolayı çok fazla şans tanımadım ama bugün Basel gazetelerinde okuduğum Shaqiri Galatasaray içerikli haberden sonra da umutlandık.. Nijmegen maçından sonra konuşan Shaqiri şöyle buyurmuş:

"Türkiye Süper Liginde oynayacağımı hiç düşünmezdim aslında ama Galatasaray herşeyin dışında büyük bir kulüp" Dahası Türkiye Süper Ligini de takip ettiğini söyleyen Shaqiri, Fatih Terim hayranlığı bir yana Galatasaray'ın yeni oyunculara yatırım yaptığından da bahsediyor. Şampiyonlar Ligi şansından dolayı da Galatasaray'ın iyi bir geçiş aşaması olacağına da inanmış. O geçiş aşaması değil opsiyon olarak belirtmiş ama ben bu şekilde yorumluyorum.

Türkiye'deki 10 milyon haberlerine de değinen gazete bonservisin 10 milyonun aşağısında olduğunukulüp yöneticisi Bernhard Haeusler'in demecine dayandırıyor. Heusler'in bugün yutupa düşen açıklamalarından da anlaşıldığı üzere Galatasaray'ın teklifini doğrularken sportif olarak gerileme içerisinde bulunmak istemiyor ve Shaqiri'yi en azından "sözde" satmaya pek niyetli olmadığını belirtiyor ama bu gazete yalan yazmıyorsa eğer Shaqiri Galatasaray'a sıcak bakıyor..

Düzen bozulur mu?

Ben Galatasaray'ın transfere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum özellikle gelecek sezon adına. Lakin ikinci devre de ekleme yapılacak olsa dahi bu kesinlikle büyük paralar verip direkt oynatma zorunluluğu duymayacağınız isim olması gerekir diye düşünüyordum. Shaqiri ve benzeri bir oyuncu gelirse en azından altı yabancıdan birisi yedeğe düşecek ve bu dahi dengeleri bozacaktır. Kosecki dönemini bilenler ilk yarı mutheşem performans sonrası üstelik ligimize gelen nadir kaliteli isimlerden olan Kosecki'ye rağmen nasıl baş aşağı gittiğini çok iyi hatırlıyordur. Diğer bir açıdan ise Fatih Terim'in bugüne kadar yaptığı bütün yabancı transferler arasında belki de en heyecan verici olanıdır zira potansiyeli inanılmaz ve yaşı da 20.. Hani yıldız olmuş değil yıldız yapacağız diyerek alınacak.. Eğer transfer edilirse belki de üzerinden büyük paralar dahi kazanabileceğiniz isim..

Sonrasını bilemeyiz ve onca tecrübe sonrası burada kesin konuşmak çok zor. Lakin öncesinde bu oyuncuyu üstelik 10 milyonun altında bir rakama Galatasaray'a kazandırmak nerden bakarsanız bakın büyük başarıdır. Hadi bakalım diyoruz..

Bir güzel adam daha gitti..




Metin Oktay gibi oyunculuğuna şahit olamadık.. Tanımıyorduk çok iyi? Hayır. Ama bu isimler Türk Futbolunun simgesel bazda iyiliğini, güzelliğini, mertliğini, dürüstlüğünü temsil ediyorlardı. İnsan ister istemez üzülüyor..

Futbolla o kadar çok içli dışlı olmanın bir getirisi olarak "Lefter" ismi hiç oynarken görmediğiniz halde ne kadar dibinize gelmiş, böyle bir haberi duyduğunuzda kendinizin dahi şaşırdığı o tuhaf duyguda keşfediyorsunuz.. Resimden devam edelim.. Fenerbahçeli Lefter Küçükandonyadis'i güzel Galatasaray'lı Coşkun Çelik'in kaleminden okumak gerekir..

"Hasta babasına ilaç alabilmek için 200 lira karşılığında Fenerbahçe'ye transfer oldu ve 1946 yılında sarı lacivertli formayı sırtına geçirdi Lefter Küçükandonyadis.

1925 yılında Büyük Ada'da dünyaya gelen Lefter, mahalle aralarında başladığı futbola ilk resmi adımını Taksimspor'da attı. O yaşta bile Beykozspor ile Taksimspor arasındaki transfer kavgasının öznesi oldu. Yaşı büyütüldü, Taksimspor'da lisansı çıkarıldı ve 2 yıl burada oynadı. "

TMB Panyee FC



Masal gibi duruyor ama gerçek bir futbol hikayesi.

1986 yılında Dünya Kupasında Maradona'dan etkilenen Tayland'ın güneyinde yer alan adadaki çocukların futbol sevdası. Bu gençler bir balıkçı kasabasında çevredekilerin dalga geçmesine aldırmadan bir futbol statı inşa edip turnuvalara katılıyor. 2004'den bu yana şampiyon oluyorlar. Filmin sonundaki karedekiler gerçekten bu başarıyı yakalayan insan topluluğu.

Burada futbol sevdasının yanı sıra dikkat çekici bir başka ayrıntı hedefe giderken önünüze çıkan engeli aştığınız anda o artık engel olmaktan çıkıp size avantaj sağlayacaken önemli özelliğiniz olmasıdır. Her konuda böyledir.

Gitarı yoktu arkadaşın, tellerle perde arası yakalaşık iki metre olan babasının yaptığı gitarla antrenman ede ede inanılmaz bir seviyeye gelmişti. normal bir gitarla hızı Paco De Lucia'ya yaklaşıyordu angara zamanlarımda..

Sıklıkla bu örneği yaşarız.. Filmlere de yeterince konu olduğundan uzatmayayım, güzel bir film..

" ..ağlatan gol "



" Senegal maçında bir gol attım. Bunda alışılmamış bir şey yoktu. Ama kafama takılan bir şey oldu. Top kaleciyi geçip ağlara takıldığında kaleci başladı hüngür hüngür ağlamaya. Duygusal olarak o denli etkilenmişti ki çalıştırıcısı onu sahadan çıkarmak zorunda kaldı.Dünya çapında bir kalecinin yıkım nedeni olduğumu düşünüyordum. Buna rağmen onun tepkisini biraz kantarın topuzunu fazla kaçırmak diye yorumlamıştım. Maçtan sonra soyunma odasında kalecinin yanına gidip bunun sadece bir oyun olduğunu söyleyerek onu yatıştırmaya çalıştım.Söylediğim lafların hiçbirini dinlemiyor gibiydi. Daha sonra adamın bu işe çok üzüldüğünü duydum. Meğer arkadaşlarıyla iddiaya girmiş. "Hıh! Pele kendisini iyi oyuncu mu sanıyor? Sizinle onun bana gol atamayacağı üzerine bahse girerim. Başka bir Santos oyuncusu olabilir ama Pele bana gol atamaz." demiş. O zaman onu teskin etmenin bir anlamı olmadığını anlatım...."

12 Ocak 2012

Jıohann Cruyff & Sepp Maier



şakacılar sizi.. Bu resmin özelliği şudur ki yüksek ihtimal 7 kasım 1978 Johann Cruyff'un ilk jubile maçında gerçekleşiyor..(tahminen öyle) Ve fakat arkadaşlar o jubilenin sonu çok iyi bitmiyor.. -------->7 Kasım 1978

Raiden Hummels!

Futbolun Forrest Gump'ı!



off off ..

Bir kaç yerde gördüm de görmemezlikten geldim bu hikayeyi. Okluyunca öldüm gülmekten..

Carlos Henrique vasat bir futbolcu adayıydı. Amacı şudur: Tek bir maç bile yapmadan ünlü bir futbolcu yaşamı sürmek. Gelsin paralar, partiler v.s. Mümkün müdür bu? Pek çok ünlü brezilya kulübünde forma giymesine rağmen bu "ünlü" sahtekar golcü yaşamında sadece Fransa'da 30 maç yapmak zorunda kaldı ki tek bir golü dahi yok.. Peki bu futbolcu olmayan insanoğlu Botafago, Fluminese,Vasco da Gama,Amerika, Bangu ve son olarak da Palmeiras formalarını nasıl giydi?

1963 doğumlu.

16 yaşında iken topla bir şeyler yapabiliyor. Botafago'nun alt yapısına giriyor, fiziği var hızlı ama hepsi de bu. Fakir bir aileden geliyor ve amacı güzel bir yaşam sürmek. Bir şekilde buradan Meksika'nın Puebla takımına gidiyor. Oraya gidip gelmesi bundan sonraki yaşamını belirleyen en önemli etken. Orada partilere, gece yaşamına dalıyor ve futbolu bırakıyor ama futbolcu olmayı bırakamıyor bir türlü. Ekmeğini yemek istiyor ve amacı tek bir maç bile yapmadan futbolcu olarak kalmak..

Partilerde Carlos Alberto, Ricardo Rocha,Renato Gaucho gibi ünlü oyuncularla tanışıyor Brezilya'da ve onların da yardımı ile futbola çok fazla yeteneği olmamasına rağmen o kulüpten bu kulube geziyor. Sosyal ilişkileri bir hayli iyi olan oyuncu en büyük yardımı Renato Gaucho'dan alıyor "büyük yetenek" olarak bahsettiriyor kendisinden. İlk transferini de tanıştığı oyuncunun büyük transferinin yanında bonus misali "genç yetenek" olarak gerçekleştiriyor. 16 yaşında Meksika'ya gidişi burada yeterli oluyor bir şekilde.

O dönem internet yok yutup yok wikipedia yok.. Gazetelerdeki bilgi kirliliği vesaire almış başını gidiyor. Bu şekilde başlayan kariyerinden sonra gittiği her kulube çeşit çeşit numara çekiyor.

İlk sözleşmesini 3 aylık yapıyor, denenecek.. Takıma girer girmez hemen sakatım diyerek kenara çekiliyor ve sözleşmesi gereği bir kaç aylık parayı indiriyor cebe. Hoca sonunda onu görmek istediği ilk antrnemanda da yeniden sakatlanıyor.Takımdan ayrı düz koşu yaptığı sıralarda ingilizce bilmemesine rağmen elindeki oyuncak cep telefonuyla yanına arkadaşları ve hocası geldiği vakit bağıra çağıra çeşitli avrupa kulupleriyle görüşüyormuş gibi yapıyor. Masör sonunda onun telefonda kimseyle görüşmediğini çakıyor.Henüz yeni takımı ile sözleşme imzalamadan takım değiştiriyor ya da parayla gazetelere çeşitli haberler yaptırıyor.



Brezilya'da oynamaya sadece bir kere çok yaklaşıyor.

Kadro sıkıntısı çekildiği bir dönemde Bangu'da Coritibia'ya karşı yedekten de olsa giriyor maç kadrosuna yeteneğimiz. Tam maça girmek üzere iken maça girmemek için taraftarla kapışıp atılıyor. Başkana onun şerefini korumak için kavga ettim yalanını da sıkınca bundan etkilenen başkan hediye olarak "yetenekli oyuncunun" sözleşmesini uzatıyor!

Romario ile filan dahi arkadaş oluyor ki bugün ona futbolun Forrest Gump'ı diyor büyük golcü. En güzeli ise CV'sini de kendisi kafasına göre yazıyor, abartıyor da abartıyor.. Misal şöyle bir yalan var. 1984'de Libertadores kupasını kazanmış İndepediente kadrosunda yer almış.



Kadro bu. Peki burada Carlos Henrique'yi görüyor musunuz ? Elbette hayır. Peki olmadığını iddia edebilir misiniz? Mübarekler hepsi Carlos Henrique gibi ve bu arkadaş bu benzerliklerden çok güzel bir şekilde yararlanıyor.

Brezilya'dan çıkıp Fransa'ya transfer oluyor ve bu ülkede tek bir maç dahi yapmadan bunu başarıyor. Lakin işte zurnanın zırt dediği yer de burası zira modern teknikler sonucu ben sakatım yalanı burada çok fazla işlemiyor. 30 maç yapmak zorunda kalıyor büyük golcümüz ama tek bir gol dahi atamıyor.. Rivayet odur ki antrenmana çıktığında kendisini izlemek için gelenlere bütün topları bilinçli olarak atmış ve taraftarlar geri vermediği için doksan dakika koşmak zorunda kalmış tüm takım. Bir şekilde yine yırtmış paçayı.. Yüzlerce hikaye var böyle. En son brezilya'da bir show programında hepsini detaylı bir şekilde anlatmış.

böyle böyle 20 yıllık bir kariyerin sonunda Brezilya'da onca takıma gidip tek bir resmi maç yapmadan kariyerini 39 yaşında Fransa'da sonlandırıyor!

Hikaye'yi üç farklı yerde okudum.. Hepsinde farklı ayrıntılar söz konusu ama gerçeği bu videoda.



Benim hemen aklıma haliyle Dominic İorfa geldi.



Ağır siklet Schweinsteiger!



Almanların sevilecek bir tarafı varsa o da kendilerine karşı bakışı son derece objektif olması. Dürüst bir millet ve yaygarayı, atıp tutmayı sevmez. Arkasında koca futbol geçmişine rağmen uzunca bir dönem bizim dünya çapında futbolcumuz yok diye sızlandılar. Ne ise onu ortaya koyuyorlar. Yokluk zamanında Ballack'a filan biraz manipülasyon olmadı değil ama o kadarcık da olsun diyoruz..

Kicker her devre arası ve sonunda tüm mevkileri Bundesliga içerisinde kategorilerdirir. En başa "dünya çapında" der.. Çok az futbolcu buraya girer. Misal bu bölgenin gediklisi Ribery, Lahm bu sefer giremedi. Sadece Bastian Schweinsteiger'i bu konuma layık görüp değerlendirdi. Bundesliga içerisinde ağır siklet oyuncu bugün sadece Bastian Schweinsteiger.. Diğerleri "uluslarları" kıvamında.. Sonra da düştükçe düşüyor seviye ve fakat bu ikisinde dahi çok fazla futbolcu yoktur. Ben Ribery,Lahm ve bir de Neuer'i burada "dünya çapında" kısmına eklerdim ama Kicker yetkilileri öyle düşünmüyor..

M.Ö!



Amcamgillere yengemgillere geldim meldim diyon da maşallahın var.. hiphapçı gençten nerelere geldin. Böyle ani değişimi ben Emre Belözoğlu'nda görmüştüm. Adam İtalya'ya gidince giyim konusunda felaket bir değişime uğradı "olumlu" anlamda.. Bugün hala iyi giyinen üç beş Türk futbolcusu içerisindedir Emre.. Mesut'un da geleceği bu açıdan parlak da burada biraz..

Büyük Hatip!



İnanın ben bu dünyayı anlamıyorum.

Birini diğerine kırdırmak için onca oyun, plan ve para saçıyor gücü elinde bulunduran kesim. Efendim binbir türlü zahmete giriyor kaos yaratmak için. Bir yeri vurmak, savaş açmak için onca teatral şovlar, ölümler filan..

Ne gerek var bunca masrafa, zahmete?

3. Dünya savaşı mı istiyorsun?

Erdoğan Bayraktar'ı ülkenin Başbakan'ı yaparsın, bir kaç ülkeye konuşma yapması için gönderirsin ve geldiğinde üçüncü dünya savaşın hazırdır. Asya'dan Avrupa'ya kadar birbirine kırdırır, geçirir yeminle. Üstelik öyle muazzam bir planın parçası olur ki kimse bilinçli olarak böyle yapıyor gibi bir kaygıya dahi kapılmaz.

Şaka gibi derler ya..

Şimdilik böyle anlamlandıramadığımız bir insanın olabilecek en kışkırtıcı ve anlamsız saçmalıklarını Galatasaray,Fenerbahçe ve hatta Trabzonsporlular olarak çekiyoruz, daha kötüsü de olabilirdi..

Büyük geçmiş olsun hepimize.. Çok başka bir bakanlık verilseydi ne olurdu halimiz? Misal Dışişleri Bakalınlığı..oy anam oy.. Çok büyük tehlike atlatmışız, haberimiz yok..

11 Ocak 2012

Pele kırmızı görürse!



" Maç sırasında hakem Guillermo "Chato" Velazquez gol olmayan bir pozisyonda golü verdi. Bu bir dostluk maçı olabilirdi ama her iki takım da maç için ciddi bir mücadele içindeydi ve haksız muameleye tabi olduğumuz düşüncesi bizi öfkelendirmeye yetiyordu. Takım arkadaşım Lima, Chato'nun kararına itiraz etmeye gitti.Hakem biraz garip bir karakterdeymiş ki az sonra Lima'yı fiziksel olarak tehtit etmeye başladı ve sonunda onu sahadan attı. Büyük bir haksızlıktı.Ben de çok kızdım.Chato'ya yaklaşıp Lima'nın bıraktığı yerden tartışmayı sürdürdüm. Bu kez de beni sahadan attı.

Asıl şoku yaşayan ben miydim, yoksa kalabalık mı ben emin değilim.Hakem herkesi sahadan atabilir, ama herhalde bu, herkesin izlemeye geldiği kişi olmamalıydı. Tabii stadyum çılgına döndü.Taraftarlar, yastıklar, kağıtlar ve ellerine geçirdikleri diğer çerçöpü fırlatıp atmaya başladı.Takımların saha kenarında oturduğu yer çevresinde kaos yaşanıyordu.Düzinelerce görevli ve polis ellerinde coplarla Chato'yu korumak için sahaya indi.Stadyum Chato'nun tutumunun hesabının sorulmasını istiyordu. Kalabalık "pele " "pele"diye slogan atıyordu.Beni görmek için para ödemişlerdi ve hakemin günlerini mahvetmesini istemiyorlardı. Bunun tek çözümü Chato'nun kendisinin beklenmedik bir şekilde saha dışına çıkarılmasıydı. Hakemin gönderilmesiyle sahaya geri geldim.Tabii bu karardan hakem Chato dışında herkes memnundu"

DİA 15 VOTE!



" 15 Kasım 1982 tarihinde Socrates ve arkadaşları, Brezilya'daki dikta rejiminin yıkılması umudunu taşıdıkları genel seçimler öncesi, sırtlarında “DİA 15 VOTE” yani “15'inde Seçime” yazılı formalarla sahaya çıktılar."

Kürtçe Müzik!



Anaakım medya "ortam müsait" değil ve "şehit cenazelerinin geldiği bir ortamda Kürtçe şarkı söylenmez" gerekçeleriyle televizyon programlarında kürtçe şarkı söylenmesini engellenmeye devam ediyor
diye bir haber okuyorum. devamı şöyle..

Nilüfer Akbal 2010'da yapmış kasedini. Metin Kemal Kahraman'ın "türkçe alt yazısından da" anlaşılacağı gibi Fadime isimli bir aşk şarkısına klip çekmiş ve fakat bu aşk şarkısı Türk halkının hassasiyetlerine takılmış, Kral TV'nin red cevabının içeriğinden anlaşıldığı üzere.

Bunlar olağan da beni şaşırtan ise diğerleri..

Beyaz, Okan Bayülgen..

Bunlar farklı, insani ve başka bakıyor diyorsun ama ikisinden çıkan da yukarıdaki Kral TV tavrından farksız. Beyaz direkt "programımda kürtçe müzik çalınamaz" diyerek noktayı koyup alkışı alır iken Okan Bayülgen Nilüfer Akbal'ı programıma çıkarırım ama Türkçe şarkı söylerse diyerek şart koşuyor.. Hoş onu da yapamıyor sonrasında. Seni seviyoruz ama ah şu kürtçe diyorlar.. Nilüfer'in cevabı da güzel..

"Benim dilimi sevmeyen beni sevmeyi nasıl başarır ki? "

İki post aşağıda bir yazı var. Oradan devam edeyim ben.. Bir bakarsın usta hemen herkes kürtçe müzik yayınlar, programlarda ve her yerde çalınır olur. Ahmet Kaya'nın çok kısa süre içerisinde legalleştirilmesi gibi.. Görüntüde bu değişim yaşanır ama içerideki o katılık baki kalır her daim.. Geçenlerde sevdiğim bir arkadaşımın "arabaya yaklaşan polisi görünce Ahmet Kaya'nın sesini kısıyorum " diyor ki hak vermemek mümkün değil. Ama tüm bu "moda rüzgarı" esmeden de Kürtçe diliyle müzik yapanları programınıza çıkarmak neden bu kadar zor? Bir dil, bir türkü bu. Ülkenin bilmem kaç milyonu da izliyor senin programını.. neden? Tepki alırım korkusu, çoğunluğa şirin gözükme sevdası..

Dün sanırım okudum oyunculuğuna büyük saygı duyduğum Haluk Bilginer "28 Şubat yargılanmalıdır" demiş. Sevgili Haluk abimizin marjinalliği de Okan Bayülgen kadar.. Maçası sıkıyorsa bunu on yıl önce dile getirseydi ya? Güç el değiştirmiş, doğru dahi olsa "yalakalık" olarak algılanacak bu çıkışın bugün anlamı nedir ki?

aynı noktadan hareket ederek...

O günler gelecek.. Bir dil, bir şarkı bir türkü "zararlı" görülemeyecek, tüm bu olup biten çirkinliklerle bağdaşmayacak ve o zaman Okan Bayülgen maalasef hala program yapıp Kürtçe rak gruplarını çıkaracak "bakın bakın bakın" diyerek.. Bugün Haluk Bilginer'e söylediğimizi o gün de bugün de ona yeniden söyleyeceğiz..

"..komik olmayalım arkadaşım, korkaklığımızı, pısırıklığımızı açık etmeyelim"

Where's Xavi's Ballon D'or ?



ahahah izlemeyen kaldı mı bilmiyorum ama muhteşem bir video ve çavi sevgisiydi bu.. Gerçekten Messi haketse de Messi'de dahi olmayan Avrupa Şampiyonu,Dünya Şampiyonu gibi etkiketlere de sahip bu muhteşem futbolcunun "en iyi" ödülünü alamaması gerçekten talihsizlik.. Başka bir şey değil..

İstatistikler!



Geçen üç sayı önce Sportbild Bundesliga istatistiklerini yayımlamıştı. Futbolun gelişimi adına önemli verilerdi aslında. Misal ortaların azaldığından bahsediyordu. Son beş yıla baktığınızda kenar ortaları günden güne azalıyor. Gerçi bu sene geçen sene ile aynı oranda ama on yıla vurursanız çok ciddi bir azalma söz konusu. Nedeni de basit.. Dünya Kupası sonrası hemen her takımın benimsediği 4-2-3-1 ve onların içerdiği kenar forvetleri.

Düşünebiliyor musunz Bayern gibi golcü bir takımın Robben'in yokluğunda sağ kenarın sorumluluğu alan Thomas Müller'in orta yaparak attırdığı tek bir gol dahi yok. Artık çizgiye inip orta yapmak yerine ters ayakla içeriye dalanların dönemi. Ve bunun doğal sonucu olarak son altı yıl içerisinde kafa golleri de her sene biraz da az olmak üzere azalmış.

Bunun dışındaki diğer önemli istatistiki veri ise uzaktan çekilen şutların azaldığı ve bu şutlar sonucu bulunan gollerin son beş yılda inanılmaz bir ivme kaybettiğidir. Bunun iki nedeni var bana göre; Birincisi eski tip on numaraların futbolda günden güne yok olması. İkincisi ise teknik direktörlerin geçmişe göre ön alan kurgusu adına daha detaylı çalışma yapması nedeniyle sıklıkla başarı şansı biraz da rastlantıya bağlı uzaktan çekilen şutların fazla tercih edilmediğidir.

Duran top organizasyonlarının önemi ne kadar derseniz yüzde 30 derim. Son altı yılın ortalaması alındığında Bundesligada gollerin yüzde otuzu duran top organizasyonu sonucu gerçekleşmiş. Elbette kornerler ve frikikler kadar taçlar da bu istatistiğe dahil edilmiş.

Kazanan takım değişir mi değişmez mi? Geçtiğimiz devre 24 kez kazanan takım onbirini değiştirmeden sahaya çıkmış ve sadece sekiz galibiyet almış (%33.3). 11 yenilgi(%45.8) 1 de beraberlik..

Son olarak bir başka klişe penaltıyı yaptıran onu kullanmamalı mıdır? Bu devre boyunca beş kez penaltı yaptıran penaltıyı çekmiş ve başarı yüzde yüz.. Hepsi golü bulmuş.

İstatistikler mini etek Sarah Brandner ne giyse yakışır diyerek konuyu kapatıyoruz.

10 Ocak 2012

Ribery Şakası!



Hazırlık karşılaşmasında yarım saatte beş gol attı Takashi abim. Yalnız burada dikkat çeken Ribery şakacılığı.. arkadaş hala bu geyikler yapılıyor mu? Foto çekilirken tavşan mavşan.. doksanlı yıllara döndüm sayesinde..

Çatıya çıkıp kapıdan çıkan Kahn'ın kafasına kovayla su boşaltmak, ıslamak filan güzeldi de ordan buraya düşme be abi.. Bakın şöyle eskiden neler neler yapmış..

Bekleniyor!



Listeye sondan giriş yapmış gurbetçi topçu.

Son dönem gurbetçilerden belki de geleceği en parlak olan oyuncu Emre Can. Heynckes "onun yeteneğinden kuşku duymuyoruz ama öğrenmesi gereken çok şey var" diyor. Doğrudur ama öğreneceğine ve gelişeceğine de inancımız tam.

Neden Emre Can diğerlerinden farklı derseniz şöyle diyebilirim:

1- Karakter açısından futbola fazlasıyla uygun.. Çok yetenek gördüm ama pek çoğunun arka planı çok kötüydü. Genç kaptan yeteneği kadar olgun tavırlarıyla da diğerlerinden ayrılıyor.

2-Orta saha oynayabildiği gibi stoper de oynuyor. Komple ve çok yönlü bir oyuncu tanımına uygun.Pozisyon bilgisi, taktik anlayış gibi konularda kendisini geliştirirse önü fazlasıyla açıktır.

3-Eğer Bayern'de kiralık gitmeden kendisini gösterir, kadroya girerse piyasaya zirveden adım atıp kendisini tanıtacaktır.

4-Bölgesinde oynayan oyunculardan Bayern "tam anlamıyla" memnun değil. Gustavo ve Timoschuk yerleri garanti olan "genç" oyuncu değil. Dolayısla önümüzdeki aylarda ya da yıllarda çıkış yaparsa Bayern'de kalabilme şansı mevcut ki bu onun geleceği açısından oldukça önemli.

5- Modern futbol artık Emre Can'ları istiyor ve biz de.. Dolayısla bekliyoruz...

Kambek!



Herkesin her yerde konuştuğunu bir de buraya alarak insanlara zulum etmek istemiyorum ama hakkaten çok başka oldu bu adamın geri dönüşündeki ilk maçta attığı gol.. O girdiğinde maçı izlemeye başladım ve tam da ona yakışır bir golle geri döndü ki inanılmazdı! Sevinci de görülmeye değerdi..

Pikue & Şakira



Ne manyak bir çift oldu bunlar arkadaş yaa.. Yakışıyorlar birbirlerine desem tuhaf olur zira dünyanın en alakasız iki insanı bir araya gelmiş gibi sanki ama işte du bakam.. Allah sonunu hayır etsin ne diyim...

Erkin Koray - Cemalim



1974 yılında şu kıyafetler, uzun saç ve TRT..

Bugün yapamazsın bunu. 74 Türkiye'sinde bunu başarmak ne kadar zordu bilemiyorum ama bugün kolay değil böyle aykırı bir yaşam sürmek.

Değişiyoruz. Temelsiz bir şekilde kabullenişin en olağan dışavurumu olarak bazen çok kısa süre içerisinde değişiyor, farklılaşıyor çok şey ama gelişiyoruz anlamını taşımıyor bu değişim.

Murat Belge, muhafazakar bir toplum değil Türkiye diyor bugün Neşe Düzel'e verdiği röportajın içerisinde.. Tutuculuk temelinde toplumu ele alıp bu değerlendirmeyi yapıyor ki haklıdır zira yüz yıldır herhangi bir şeyi gereğinden fazla tutamamış, çok fazla evrim geçirmiş, değişmiş.Bu açıdan bakarsanız "olumlu" bir özellik midir değişime açık olmak?

Üstten gelen bir yönlendirme olmuş her daim. Bazen zorla, bazen göz boyamayla ve bazen de iki dizi ile toplumun normları alt üst olmuş bu ülkede. Sürekli değişim, başkalaşım ve görüntüde kabulleniş kısa süre içerisinde gerçeğe yerini bırakmış.

Toplum mühendisliğine az birazcık köylü kurnazlığı kafasını eklersen her türlü kimliği biçebiliriz buraya ama tek bir şartla; neyi bina ederseniz edin bir rüzgarla yıkılıp gidecektir. Özeniyoruz ve ancak bu kadar tutabiliyor.

2004'de gittim ben. 7 yıl 7 ay sonra geldiğimde gördüğüm farklılığı başka şekilde anlamlandıramadım.

9 Ocak 2012

Küçük Hoffe!



Hoffenheim da Man U ya da Barça gibi 13 yaşında "Wonderkid" transfer etti. Eleştiriler burada da vardı ve fakat bu biraz daha başka. Hoffenheim'lı Hamile ablamız "küçük Hoffe içeride" diyor ama daha da güzeli onun altında yazan..

"Ben Bayern München'e asla gitmeyeceğim.."

Höness olsa kesin burada da "hepsi öyle derler ama biz istediğimiz zaman işler değişir" filan gibi bir şeyler söylerdi.

Messi'nin ilk sözleşmesi!




tarih 14 aralık 2000. Doğum günüme iki gün varmış. Şimdi ne alaka diyeceksiniz ama gerçekten de alakası yok zira mevzu Messi'nin ilk sözleşmesi.

"Barcelona’s Pompeia Tennis Club" de oturuyor Messi, babası, avukatı ve Carlos Rexach.. Henüz tam bir fikir birliğine varılmamış ve Babası sözleşme imzalanmazsa oğlunu uçağa bindirip Arjantin'e geri dönmekle tehtit ediyor.

Benim önceden okuduğum haberin içeriğinde durum aslında şöyle gelişiyordu..

Messi'yi alt yapı antrenörü Rexach Eylül 2000'de getiriyor. Çelimsiz olmasından dolayı genelde bankta oturtuyor, oynatmıyor, babası da delleniyor. Aralık ayında artık iş sona yaklaşılıyor. Sürekli yedek bekleyen Messi'yi sonunda bir maçın ikinci yarısı oyuna alan Rexach gördükleri karşısında şok yaşıyor zira beş gol birden atıyor bizim Messi.. Hemen bu maçın sonrasında yanındakilerden beyaz bir kağıt istiyor Rexach.. Onlar da burunlarını sildikleri beyaz bir mendil getiriyor, onun üzerine de sözleşme imzalanıyor "sembolik" olarak.. Hemen arkasından da resmi sözleşme yapılıyor v.s.

Sonuç şu ki Messi'nin ilk sözleşmesi beyaz bir mendilin üzerine yapılıyor.. Benim anladığım adam artık sahada ne görmüşse işi yarına bile bırakmak istememiş..

O tarihten sonra her yıl 30 gol barajını aşan Messi en sonunda B takımıyla 30 maçta 37 gol atınca "gel sıkıysa a takımında at "demişler. Sıkmamış.. atmış.. atmış atmış..

Milletin "yorumcu" vekili Hakan Şükür..!



Yorumculuğunu iki kere izledim ve beğendim. Yerli-yabancı ayrımını bir kenara bırakmış gibi duruyor ki Şansal Büyüka'yı dahi susturarak iyi bir perfromans sonrası Fernandes'in gece gezmelerine konuyu getirmesine izin vermedi. Bunun dışında cesur ve daha da önemlisi farklı şeyler söylüyor zira ben son dönemde izleyici tepkisi nedeniyle hiçbir şey söyleyemeyen yorumculardan fazlasıyla sıkıldım. Dahası..

..tartışılması gereken Hakan Şükür'ün yorumcu olması değil neden milletvekili olduğudur. O muazzam tecrübe sonucu futbola katkısı yorumcu olarak dahi milletvekilliğinden daha fazla olur. Elbette yıllarca bu ülkenin futbolunun içerisinde yer almış ve pek çok sorunun farkındalığına sahip Hakan Şükür'ün devletin desteğini arkasına alıp muhteşem projeler gerçekleştirsin isterdik ama bu da çok mümkün gibi durmuyor.

Neden "milletvekili" oldun diye sorası geliyor insanın.

O paraya ihtiyacı olmadığı kesin. Milletvekilliğinin getireceği şan şöhrete de ihtiyacı yok. Oraya çıkıp içerisinde yetiştiği futbola dair muazzam projeler gerçekleştirecek gibi de durmuyor. Neden milletvekili olmak istediğini ben anlamadım ve sanırım kendisi de anlamamış olacak ki asıl yapması gereken işin ucundan tutmaya başlamış. Es keza bir projesi ya da futbola dair yeni bir şeyler gerçekleştirmek istese milletvekili olmasına bile gerek yok, bağlantıları sağlamdı zaten.. Neydi derdi anlamadım ama futbolun içerisinde tekrardan girmesine sevindim..Yine de buna izin veren Başbakanı da anlamış değilim zira Hakan Şükür'ün bu sıkışık lig fikstüründe işi yorumculuk olanların dahi yorulduğu, maçları izlemeye vakit bulamadığı bir ortamda bu işi yapmasına olanak sağlaması toplum nezdinde milletvekilliğinin "oturduğun yerden hiçbir şey yapmadan para kazanan" algısını derinleştirmelerine izin vermesi ilginç zira..

...yorumculuk kolay bir iş gibi gözükebilir ama aldığı vakit inanılmaz! Hele ki bugünkü Türkiye Süper Ligini yorumlamak çok ağır bir iş ve çok fazla zaman istiyor. Her gün onca maçı izleyip İstanbul-Ankara arası üç gün boyunca gidip gelerek bu işi kotarabilirsin ama karşılığında milletvekilliğinin toplumdaki "otur para kazan bi bok yapma" algısını derinleştirirsin. Gerçi lig dediğin bizde dört büyüklerin dört maçı olsa da bugün bu dahi zor.

Ha zaten biliyorduk da milletin vekilliğinin nasıl bir iş olduğunu ama yine de gözümüze gözümüze sokmanın da gereği yoktu..

"çok yönlülük"



Toni Kroos küçük takımların çok büyük on numarası olabilirdi eğer bir dönüşüm geçirmeseydi. Löw onu ofansif alandaki tüm yetkinliğine rağmen Ancelotti'nin Pirlo'ya yaptığı gibi defansif orta sahaya dönüştürdü. Lakin fark şudur ki bu oyuncular orijini olan on numara pozisyonunu da maç içerisinde durum ve koşullar gereği yeniden oynamak durumunda kalıyorlar. Dolayısla dizilimi ve onun gerektirdiği oyun anlayışını saha içerisinde sorunsuz bir şekilde dönüştürülmesinin nedeni konumunda. 4-2-3-1 ile 4-1-4-1 arasında gidip gelebiliyorsunuz Toni Kroos'un varlığıyla. Teknik ve aynı zamanda savunma yapabildiği için değil her iki bölgenin pozisyon bilgisine sahip olarak yetiştirildiği için bu gerçekleşebiliyor. Schalke'de orijini yine on numara olan Lewis Holtby ile bu zaman zaman uygulanıyor.

Artık 4-4-2'den 4-2-3-1'e geçiş ya da farklı bir "moda dizilim" yerine maç içi sistem ve taktiği durum ve koşullara göre "oyuncu değiştirmeden" gerçekleştirmek günün modası. Gladbach sıklıkla bu sene maç içerisinde geride bekleyen kontra takımı 4-4-2 oynadığı gibi ileride basan 4-2-3-1'le atak oynayan takım da olabilmiştir. Dizilim bir yana felsefe farklılaşabiliyor. Bu da ancak Toni Kroos gibi çok yönlü oyuncularla mümkün. Barça kadar bunu abartacak eğitimli futbolcu ve felsefeniz yoktur belki ama bugün şöyle bir baktığınızda Mancini'den Favre'ye kadar "mikro taktikler" artık "moda" diyebiliriz.


Hamburg yeni teknik adamı Thorsten Fink ile yenilgi yüzü görmedi. Bu senenin ne kadar moda teknik hamlesi varsa mübarek hepsini gerçekleştirdi ve Uli Höness'in futbolculuğunda "geleceğin bayern teknik adamı" olarak onu hazırlamasının boşa olmadığını tüm dünyaya Basel ve Hamburg performansı ile gösterdi. En kilit oyuncusu Rincon'dur..

4-2-3-1'in iki defansif orta sahası Rincon ve Kaçar. Bu iki çok yönlü oyuncu nedeniyle oyuncu değiştirmeden maç içerisinde pek çok farklı sisteme geçiş yapar. Rincon sıklıkla iki stoperin arasına girer ve merkezi geçilmez kılar. Eğer skoru korumak istiyorsa beklerle beraber beşli defans söz konusudur ve fakat daha ofansif olmak istiyorsa üçlü defansa geçiş yapıp iki bekini de ileri çıkarır.. Rincon'un yanındaki Kacar ise Jansen ve Gökhan'ın çizgisine gider.. Rincon geriye gelir iken beş oyuncu ileriye doğru hamle yapar.. Kacar, Kroos gibi ofansif orta saha olur, takım üçlü defansa döner ve Rincon stoperleşir.


"Peki senin tam olarak rolün ne?

Ben de bilmiyorum! Orta saha oynadım, kanatta oynadım, sahte dokuz numara olarak oynadım.. Açıkcası oynamadığım yer kalmadı."

Üstelik Fabreagas bu mevkilerin hemen hepsini tek bir maç içerisinde oynadı. Mourinho'nun beş yıl önceki bir röportajının içerisindeydi geleceğin futbolcusunun olmazsa olmazı çok yönlü olmasıdır içeriği. Bu saha dışındaki teknik adam rolünü daha da önemli hale getiriyor. Daha da önemlisi şudur ki altyapılarda verilmesi gereken eğitimin temel noktası iki ayağını kullanma, çok yönlülük üzerine olmasıdır. Almanya'nın devrim diye altta başlattığı eğitimin temel noktası da burasıdır. Reus'un mevkisi nedir bilen var mıdır? Götze önde nerede oynar? Bir de bunların hem defans hem ofans olanı var Toni Kroos gibi.. Ön alan oyuncuların yaptığı defans ya da Mats Hummels'de olduğu gibi tersi de mümkün. Dortmund sene başında oyunu stoperiyle kuruyordu ki oyun kurucu stoperlerden de bahsedebiliriz..

Elbette Barça bunu yirmi yıl önce başlattı o çok başka..

David Ginola



Haftanın golleri Ocak #1


-Orijinali burada - Best Goals

Büyük liglerde maç olmadığından güzel gol bulmakta sıkıntı çekmişler.

Gekas Samsunspor'da!



Salı akşamı yayına giren Hayatım Futbol dergisine Gekas'ı yazdık. Kısaca burada değerlendirmek gerekirse; Eski futbolun beleşçi diye tabir edilen golcülerinden. Egoist, golü düşünür ve golün dışında da yoktur. Dolayısla gol attıkça yaşar, golleriyle varolur ya da yok olup gider. Kafası, koşusu her şeyi gol içindir. Bu konuda bence beceriklidir. Takım savunmasını zayıflatır, yeni modern futbol bu tarz golcüleri siliyor ama Samsunspor'a yararı olacaktır ve tahmini 6-8 gol atar ligin ikinci yarısında..