25 Aralık 2014

Hazırlık Maçı Şikesi




Son dönemin gündem maddesi olan Almanların kendi stajer hakemlerini gelişim için Türkiye’deki hazırlık maçlarına göndermesi ve sonrasında gelişen olayların içeriğini ben size anlatayım zira geçtiğimiz sezon bunun haberini yaptığım için az biraz daha bilgiliyim.

Tüm bu olaylara sebebiyet veren Rubin Kazan’ın 19 ve 25 ocak 2014 tarihlerinde Alman ikinci lig takımları olan Paderborn ve Dynamo Dresden ile yaptıkları maçlarda yaşanılanlardır. İki maçı da bir Şampiyonlar Ligi takımı olan favori Rubin Kazan kaybeder ve fakat kurgu basit bir taraf bahsinden çok daha fazlasıdır.

İkinci maç 25 Ocak 2014’de Paderborn ile Rubin Kazan arasında oynanır.

Maç Belek hazırlık kampında bir otelin tesisinde gerçekleşir. Ücra bir yerde tuhaf ayrıntılarla bezenmiş bir maç öncesi programı Almanları huzursuz yapar. Rubin güçlü olan taraf ve maçın favorisidir. Paderborn ise sürpriz takım.  Rubin Kazan takımı maçın ilk yarısında golü atan taraf olur. Devreye 1-0 Ruslar önde girer. İkinci yarı ise Paderborn iyi olan taraf olur ve beraberliği yakalar. 85 dakika aslında olağan bir maç seyrinde gelişir her şey ve fakat sonra iş çığrığından çıkar. 

Maçın 92. Dakikasında iki oyuncu hava topuna çıkar ve hakem anlamsız bir şekilde Paderborn lehine penaltı verir.Bu yorum takımı lehine penaltı çalınmasına rağmen Paderborn menajerine aittir.  Almanlar golü uzatma dakikasında penaltıdan atarak 2-1 kazanır. Rubin Kazan’ı hem Dresden hem de Paderborn kısa aralıklarla yapılan maçlarda yener ve fakat bu pek çok şüpheyi de beraberinde getirir.

Paderborn menajeri Michael Born ortada garip şeylerin döndüğünün farkına varır ve  Almanya Kulüpler Birliği CEO’su Dirk Meyer-Bosse’yi şüphesi konusunda bilgilendirir ve o da Bochum savcılığına bu bilgiyi aktarır. Bochum’daki o ünlü bahis şikesi savcısı Friedhelm Althans da gerekli araştırmayı yaptıktan sonra UEFA’yı bilgilendirir zira bu maça 85.dakikadan sonra Padeborn’ün gol atacağına devasa bir para yatırılmış olup aynı zamanda ilk yarı Rubin ikinci yarı Paderborn kazanıra da ciddi miktarda para yatırılmıştır.

Canlı bahiste devasa bir miktar “Paderborn” gol atara yatırım yapılmasının ardından 4 dakika sonra garip penaltı kararı ve golü atan takım Paderborn’u rahatsız eder.

O dönem Spiegel’den Bild’e kadar bu her yerde haber olmuştur zaten..


Şubat 2014’de Sportbild bu olayı detaylı bir şekilde inceler. Hakemleri mercek altına alır ve fark eder ki maç yöneten hakem en fazla gençler takımını yönetebilecek seviyede olan isimlerdir.

Geçen sezon Şubat ayında bu ve benzeri durumların önüne geçilmesi için Almanya kendi hakemlerini devre arası kamplarına göndereceğine dair Sport Bild haber yaptı. BU haftaki haberin içerisinde de geçen seneki haberi koydu. Bunun da nedeni uluslararası şike mafyası Türkiye’de kirli işler çeviriyor ve Türkiye Federasyonu da isimsiz, klasmansız hakemleri bu maçlara vererek bu mafyanın işine kolaylık sağlıyor. Bu maçta Paderborn gol atar bahsine en çok yatırım Slovenya’da yapılmış. Rubin Kazan’ın Dresden’e kaybettiği ilk maça kadrosunda olmayan 8 isimsiz oyuncuya yer vermesi ve ikinci şike maçında da ismi geçmesi soruşturma açılmasına yetti.

Gerçek budur.

Fakat Almanlar hakem gönderme işini ise başka bir kılıfa sokarak denediler. Üçüncü lig maçlarını yöneten genç hakemlerin Türkiye’de maç yöneterek gelişmesi için Türkiye Federasyonuna başvurdu. Sportbild’in sadece yazı kurgusunda farklılık yaparak farklı şekilde sunmasıyla Türkiye Futbol Federasyonu’nun desteklediği diye sunduğu aslında budur. Alman genç hakemlerinin Türkiye hazırlık maçlarında gelişmesi için görev alması.

Lakin Almanların amacı bu değildir. Geçen seneden bu yana Antalya’daki hazırlık maçlarında yaşanan şike olayının önüne geçmektir. Bunu iki şekilde yapabilirlerdi

1-     Türkiye Futbol Federasyonu’na bu maçların hakem tayininde farklılık gözeterek klasman hakemlerini atamasını istemek
2-     Kendi hakemlerini kendi takımlarının maçlarına yollamak.

İkinci şıkkı işaret ederken bunu elbette “Sizin hakemler şike yapıyor” diyerek değil de bizim genç hakemlerin gelişmesi için sizin orada maç yönetsin şeklinde yaptı.


Sportbild’in bu hafta yayınlanan sayısındaki konuya ilişkin haberde Türkiye Futbol Federasyonu destekliyor cümlesi geçse de bir önceki paragrafta yer alan “Genç hakemleri geliştirmek için hazırlık maçlarına gönderiyor” içeriğine ilişkin bir yorum olarak da algılanabileceği için kınama ya da özür beklemek çok anlamsız. TFF desteği Alman genç hakemlere vermiştir de yazı kurgusunda sportbild bunu hazırlık maçlarındaki şikenin önlenmesi algısını yaratacak şekilde oynama yapmıştır.


Öte yandan ben bu haberi yaptığım zaman hakem isimlerini de vermiştim. Onlardan bazıları Bahadır Bulut, Derya Çetintaş gibi isimler olmuştu. Bu hakemler TFF sitesinde İl Hakemi olarak geçiyor. Araştırmaya buradan başlamakta fayda vardır.

Keza Bahadır Bulut'un 2-2'lik inanılmaz bir penaltı performansı gösterdiği Bielefeld-İnter Bakir maçı da aynı şekilde soruşturma altına alıntı.

Edit: Sonrasında yaptığım araştırma sonucu bu hakemler bu maçlarda izinsiz bir şekilde görev almış ve bunun cezası da 15 gün hak mahrumiyeti olmuş!!

Daha sonra bu hakemler hakkında TFF'nin sitesinde şu ceza haberi sanırım her şeyi anlatıyor:
4 Nisan 2014'de..

 Amatör Futbol Disiplin Kurulu'nun 03.04.2014 Tarih ve 90 Sayılı Toplantısında almış olduğu kararlar aşağıda belirtilmiştir.

4- Derya ÇETİNTAŞ (İl hakemi) 25.01.2014 tarihinde oynanan SC Paderborn-FC Rubin Kazan ve DSC Arminia Bielefeld-İnter Bakir özel müsabakasında, izinsiz müsabakada görev almak suretiyle talimatlara aykırı davranışta bulunmaktan 15 gün hak mahrumiyeti cezası verilmesine, (tedbir tarihi : 17.03.2014)

5- Bahadır BULUT (İl hakemi) 25.01.2014 tarihinde oynanan SC Paderborn-FC Rubin Kazan ve DSC Arminia Bielefeld-İnter Bakir özel müsabakasında, izinsiz müsabakada görev almak suretiyle talimatlara aykırı davranışta bulunmaktan 15 gün hak mahrumiyeti cezası verilmesine, (tedbir tarihi : 17.03.2014)

10 Aralık 2014

Turnusol



Artık futbol konuşmak için insan seçer oldum. 

Hali hazırda çok sevdiğim maçı mümkün mertebe yalnız izlemek için mücadele veririm. Maç arkadaşım benim çok azdır. O güzel isimleri de veririm başka bir zaman.

Galatasaray ya da futbol.. Her kim ki bu ülke koşullarında son bir yıllık performans baz alınarak "Sabri yaa abi" diye konuya girer hemen ben de girerim "ne olacak lan bu ülkenin hali.. Böyle giderse sonumuz kötü" diye... Konuyu değiştirim.

Siz orta yapmasına ya da yapamamsına takılıyorsunuz ben diyorum ki adam artık orta yapmıyor, pas atıyor. Diyagonal oynuyor, kenardaki en doğru şıkkı işaretliyor. 

Kaç kez bindiriyor ve buna rağmen savunmada ne kadar açık veriyor? 

Üstelik yedek kalsa sesi çıkmaz, 4-0 lık maçta oyuna 80'de girse son maçıymış gibi mücadele eder. 

Galatasaray'ın çevresinde bir "akıl" Sabri konusunda doğru bilgileri verseydi bugün borç hanesinden 15 milyon euro silinmişti. Üstelik bu kadar 4lü skorlar da oluşmazdı. 

Fatih Terim kovulduğunda sayfalarca yazdım. Ünal Aysal'ın "kurumsallaşma" geyiğine kanmayın zira koca kulüğte kurumsallığın ilk adımı olan futbol aklı belirlenmemiştir. Samimi olsaydı eğer ilk gün söylediğini Terim'in gittiği gün hayata geçirir ve bundan sonra Galatasaray'ın futbolunu "şu adam" yönetecek diyerek bu konuda işbilir bir eski futbolcuyu başa getirirdi. 

Gerçekten futboldan anlayan bir isim kulübün içerisinde olsaydı sadece basit, küçük bir Sabri doğrusu ile 15 milyon euro uçup gitmezdi bugün kiraladıkların ve takımda olan zarar oyuncularn bonservis ve yıllık ücretlerine..

Gerçekten futboldan anlayan bir insan olsaydı devre arası Bayern Münih'in bile 20 milyonluk bir harcama yapmadığının farkında olarak transfer manyağı yapılmazdı ki o devre arasında alınıp da fayda görmüş oyuncu henüz yok.. 

Mancini'nin raporu diyenleri de hiçbir şekilde anlamadım. Geçen sezonun çıkışa geçmiş Galatasaray'ında Sabri'ye Mancini neden görev verdi? Bir sağ bir sol bek olarak oynattı. Sol bek olarak oynadığı zaman dahi Drogba'ya nice harika paslar çıkardı, dikkat edin orta yapmadı.  Yaptığı orta Mancini döneminin sonlarında hatırlayın, galibiyeti getirdi. Mancini neden iki bekte kullanmaktan çekinmediği bir adam hakkında olumsuz rapor yazsın ki? 

Sabri'li Galatasaray bu sezon ligde 5 kupada  1 maç oynadı. 5 galibiyet aldı. 

Sabri çok çok çok iyi bir bek değil belki ama kadro ortalamasını Melo-Sneijder seviyesine çıkarsan da sırıtmazdı.



Haris Seferovic!



Haris Seferovic Dortmund maçında gol attıktan sonra Tuğçe'ye özel bu tişörtü kameralara gösterdi. Onun isteği bu kahraman Türk kızına dikkatleri çekmekti. Normal koşullarda "sarı kart" olan bu davranışı da hakemler görmezden geldi.

Türkiye'de ölen futbolcu arkadaşını anmak için benzer jestler yapanlar sarı kart gördü. Kuralları insanlar uygular, duruma ve koşullara göre esneklik gösterilebilir!

Şimdi bu çok konuşulan tişörtü geleneksellelmiş olan çocuklar için bağış yapılan bir kampanyada(Ein Herz für Kinder) açık arttırmayla satacak..

Sadece bu da değil.. 

Futbolla hiçbir iligisi olmasa da Tuğçe için Bayern Münih kulübü Bayer Leverkusen maçı öncesi saygı duruşunda bulundu geçtiğimiz hafta..


Nihayetinde Seferovic istediğini elde etti ve spor sektörününün gözlerini de Tuğçe'ye çevrilmesine olanak verdi. 

22 yaşında bir gezgin o! Frankfurt onun 7.kulübü.. Oldukça başarılı bir sezon geçiriyor ve umarım böyle devam eder!


29 Kasım 2014

251.315!



Bayern München dünyanın en büyük kulübü oldu.

İlk defa geliri yarm milyar euronun üzerine çıktı. Üstelik 16.5 milyon euro da kar yaparak.

Daha da önemlisi o çok konuşulan bankadaki hazır parası da tam 405 milyon euro!

Bu dev kulüp İstese bankalardan tek kuruş kredi çekmeden 4 tane 100 milyon euroluk transfer yapar ve bunların hepsini peşin ödeyebilir!

Ne demek istediğimi anlayabiliyor musunuz?

Pek çok rakam var, hepsi inanılmaz ama bunlardan birisi bizim ülke futbolu ve Fenerbahçe'nin son dönem yapmak istediği ile ilgili.

Üye sayısı!


Son 12 ay içerisinde 233.427 olan üye sayısı 251.315' artatak rekor kırdı. Bu gelişmeyle beraber Barça'dan sonra Benfica'yı da geçerek dünyanın en büyük kulübü olmayı başardı. En fazla üye sayısına sahip kulüp Bayern München oldu.

Çeyrek milyon üyeye sahip..

Fenerbahçe'nin  1 milyon üye projesine bu açıdan da bakmak gerekir. Muhtemelen bu projeye ilerleyen zamanda diğer büyük kulüpler de katılacaktır.



Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'ın Avrupa'daki rakiplerine karşı çok ciddi bir avantajı var.

Almanya'da doğan her çocuk önce kasabasının takımını tutar. Sonra o kasabanın bağlı bulunduğu şehrin takımını..  Dünyanın en büyüğü olan Bayern München'in taraftar sayısı Almanya içerisinde milyon barajını zor geçer. Nürnberg, Augsburg gibi birinci Bundesliga kulüplerinin  İngolstadt, 1860 München, Fürth gibi ikinci Bundesliga kulüplerinin olduğu Bavyera  eyaletinin nüfusu İstanbul kadar yok.  Dahası Kuzey Almanya'da Bayern München taraftarından çok Bayern nefreti bulursunuz. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'ın Avrupa'nın dev kulüplerine karşı ellerinde olan tek avantaj aslında üye sayısı olmalıydı. 70 milyonluk ülkenin en az yarısı üç büyük kulüp taraftarı. Bunu paraya ve güce çevirme düşüncesi "temelde" doğrudur.  Bu avantaj kullanılmalıdır, üzerinde pek çok proje gerçekleştirilmelidir. Bu doğrudan yola çıkılmalıdır.

Peki bu büyük resimde doğru olan projenin eksik olan kısmı nedir?

70 milyonluk futbol ülkesi derken gerçekte futbolcu adayı olarak 10 milyonu bile bulmayan nüfusa sahip olduğumuzu nasıl görmüyorsak, burada da durum budur. Almanya'da her çocuk "yetenekli midir" taramasına girer iken 70 milyonluk futbol ülkesinin inanın bana sadece 7-8 milyonu taramadan geçer. Biz gerçekte 10 milyonluk bir futbol ülkesiyiz. Koşullarımız sadece nüfusumuzun kabaca 7'de birine göz atma ve futbolcu olma şansını tanıyor.

20 milyonluk şehirde 3 büyüklerin EN AZ 1.5 milyon taraftarı var olduğunu düşünelim. Bu rakam dahi Münih'in toplam nüfusundan fazladır. Yukarıda bahsedilen temel doğrudan hareket edersek eğer her büyük kulübümüzün tüm maçları tek bir kişinin dahi eksik olmadığı dolu statlarda oynanması gerekmiyor mu?

Formaları, kaşkolları taraftar sayısıyla doğru orantılı şekilde Avrupa'daki tüm devlerden daha fazla satması gerekmiyor mu?

Bayern Müchnen'in 10 yıldır stadında TEK BİR KİŞİ dahi eksik olmadan maçlar oynanırken bizde durum neden böylesine vahim?

Taraftar ayrımı yapılmalıdır. Taraftarlık kültürü de masaya yatırılmalıdır. Mahalle arasında, okulda, üniversitede takımına en ufak bir maddi kazanç sağlamadan destekeyen  kabalıkla her maç stada gidip formasını alıp çeşitli organizasyonlara katılım gerçekleştiren taraftar farkını ortaya koymalıyız. İşte bu açıdan bakıp kaç tane Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray taraftarı gerçekte vardır diye hesap kitap yapılmalıdır.

İstanbul'da yaşayıp da hayatı boyunca tuttuğu takımın maçına gitmemiş en az yarım milyon Fenerbahçe, yarım milyon Beşiktaş, yarım milyon GS taraftarı varsa eğer.. Sizce ülke çapında kaç kişi bin lirayı geçen maliyetlerle sevdiği kulübün üyesi olmak için çaba sarfeder..

Nihayetinde Fenerbahçe projesi bir gelişim ve büyümeyi vadeder ve oldukça mantıklıdır. Zarar ıyoktur, mutlaka bir ölçekte büyümeyi de sağlar. Büyük resimde doğru bir hamledir ama beklentileri biraz da bu gerçeğe göre belirlemeliyiz.

Gerçekten üç büyük kulüp bu avantajını maddi ve manevi büyüklüğe çevirmek istiyorsa elbirliğiyle memleketteki futbol kültürüne katkı yapmak adına ortak adımlar atmalıdır. Tüm bu kaostan tek başına sıyrılmak mümkün değil, bunu hepsinin anlamaları gerekiyor.

Bayern München kulübü yayın ihalesinde havuzdan çıkarsa Sat 1'in araştırmasına göre senelik kazancı 200 milyon euro olacak şekilde alıcı bulabiliyor. Bugün bunu hiç düşünmediler ve yıllık kazancı şampiyon olurlarsa eğer her şey dahil maksimum 36.5 miylon euro! Onları büyüten ülkedeki gelişmiş futbol kültürünün bir parçası olmasıdır.

28 Kasım 2014

Winner-Looser


Winner.. "Kazanan" diyor yani.. Kaybedenin bir fazla denemiş olanı.

Kaybede kaybede kazanacaksınız diyor.. denemekten asla vazgeçmeyin diyor. En son kazandığınızda diyor geçmişte pek çok kaybediş geçmişiniz olacaktır diyor. "Kaybeden" den "Kazananın" farkı diyor sadece diğerinin bir fazla denemiş, pes etmemiş olması diyor..

da diyor...

.


.
Tam bu dönemde aşık olduğunuzda o kıza hava attığınızı sandığınız zamanlar vardır. Ben mesela bu yaşlarda delicesine aşık olduğum kızı gördüğüm zaman tam da onun önünden geçecek şekilde çılgınlar gibi koşardım. Büyük bir gururla..

Hiç unutmam, yine o oyunu oynuyorduk. Bir  sınıf ikiye bölünmüş ve karşılıklı düz çizgi çekmişti. Her grup yanındaki ile kenetlenerek sıkı bir hat oluşturup karşı gruptan bir ismi çağırarak hızlıca koşmasını ve o hattı delip geçmesi için teklif yapardı. Geçerse o gruptan bir kişi alıp karşıya götürür, geçemezse o gruba katılırdı..

Aklımda kaldığıyla böyle bir oyundu.

Benim ismim de çağrıldı sonunda.. Hedef belli: Nilay'ın olduğu yere girip tam onun elleriyle yanındakini tuttuğu noktadan geçip kirişi kırmak, Nilay'ı da kendi grubumuza kazandırmak.

Koştum ağa.. Öyle hızlı, öyle kendini bilmez bir şekilde koştum ki hattı geçip karşıdaki duvara toslayıp kafamı kırdım. Oyun yarıda kesildi, her şey kafadan akan kanlarla son buldu İzmir Fatih Kolleji, 1988, 89 zamanları..

Reus & Aubameyang


Fenerbahçe on Tour



Harika..

Sevgili @Ygtylmz aracılığıyla izledim.

Engin Ardıç & Perran Kutman


Enteresan bir çift.

20 Kasım 1978 tarihli bir TV dergisinin kapağında yeşilçamın unutulmaz yıldızları arasında yer alan Perran Kutman ile sıfat takmakta zorlandığım Engin Ardıç'ın nişanlanıyoruz haberi.

Hüseyin Kutman'dan boşanan Perran Kutman ikinci evliliği ile arasına bu ilişkiyi sıkıştırmış. Perran Kutman'ın yaşam öyküsü olağan seyrinde gidiyor ama Engin Ardıç'ın nerede ve ne zaman karşınıza çıkacağını kestiremiyorsunuz. Kah Oğuz Atay'ın yaşam öyküsünde onun çok da okunmayan Tutunamayanlar'ı okuyup da yazarı görmek için gelen genç edebiyatçılar arasında çıkıyor kah Perran Kutman ile nişanlı olmuş genç metin yazarı..


TürkNostalji.com'un haberlesştirdiği bu ilişkide dikkat çeken bir başka detay ise Engin Ardıç'ın yıllar sonra ilişkiye bakış açısını yansıttığı alıntı. 

Akşam'dan Şebnem İyinam'a Perran Kutman'la niçin ayrıldıklarını şöyle anlatmış: "Perran'ın iki kocasının arasında ben varım. 1978, 79 yılları arasında... Bir süre birlikte olduk, nişanlandık, evlenmeyi düşündük. İyi ki de evlenmemişiz, çünkü mümkün değildi. Ben o tarihte metin yazarlığı yapıyordum. Sabah dokuz, akşam altı. Benim işten çıkıp eve geldiğim saatte, o hazırlanıp işe gidiyordu. Gerçi hiç aynı çatı altında yaşamadık, ikimiz de ailelerimizin evinde kalıyorduk. Perran tiyatro artı gazino yapıyor, işi sabaha doğru bitiyordu. Gidip alayım, yanında olayım dedim, ama saatler taban tabana zıttı. İkincisi, ben ayda 10 bin lira kazanıyordum, o yedi bin 500 lira kazanıyordu. Sonra Perran, gecede 25 bin lira kazanmaya başladı. Ben hala 10 bin lira. Bu durumda yürümezdi o iş, mümkün değil"...

Peki Perran Kutman tarafı ayrılığı nasıl yorumlamış?


Sonra adam neden böyle.. E yani..

Hamza Hamzaoğlu Tercihi



Benim hikayem Hamza Hoca ile ilkokul yıllarında başlar. Buradaki kimi yazılara da konu olan okulun şöförü Emin Abi ile olan ilişkisi, okula gelmesi ve sonrasında benim Akhisar'a röportaj için yolculuk etmeme kadar ilerleyen bir süreç.

Mancini gider gitmez ilk attığım tweet sezon başında takıma Hamza Hamzaoğlu'nun getirilmesi gerektiğiydi. Üstelik bugüne göre çok daha doğru bir hamle olurdu zira Hamza Hoca sistem inşa eder, pratik çözümlerden, kaos yöneticiliğinden öte. Sezon başı takımın başına getirilmesi gerekir, arası değil.

Sonra Tuchel dediler.. Çok iyi olur dedim.

Sonra Prandelli oldu, ne yalan söyleyeyim: Çok sevindim.. Çok doğru bir karar olarak alkışladım ellerim patlayasıya kadar. Prandelli'nin asli sorunu İtalyanca dışında bir dil bilmemesi ve teknik olarak yeterliliğini saha içerisine yansıtacak iletişim araçlarından yoksun olmasıdır. Buradan sonra gittiği yerde başarı sağlayacağını düşünüyorum.

Yalnız ilk tercihimin Hamza Hoca olmasının sebebi ise tercüman kullanmayacak bir teknik direktörün yüksek başarı için kaçınılmaz olduğunu düşünmemdir. Eğer bir kulübün sportif yönetiminde yer alsaydım çok istisnai durumlar hariç yerli teknik adamdan vazgeçmezdim her ne kadar memlekette yerli teknik direktör kıtlığı yaşansa da.. Her ne kadar hayran olduğum teknik direktör sayısının yok denecek kadar az olsa da.

Sezon başı Hamza Hamzaoğlu tercihi ne kadar doğruysa bugün "pratik çözümlerin" başrolde olduğu kaos ortamında Hamza hoca tercihi de o kadar yanlış. En azından altı aylık süreç için Hikmet Karaman şıkkı da dikkate alınmalıydı zira Hikmet Hoca'nın uzmanlaştığı alan bu kaos ortamlarından en iyi sonucu çıkarmasıdır. Üzüntüm hem bu sezonun kaybı ihtimali hem de Hamza Hoca'nın yanlış bir zamanda takımın başına geçerek bir ömür kalabileceği noktadan hızlı bir şekilde uzaklaşmasıdır.

Hamza Hamzaoğlu uzun süreçte yine de doğru hamle ve fakat eksik.. Hakan Şükür de gelmelidir sportif/futbol direktörü olarak. Ben Galatasaray'ın en büyük ve doğru hamlesinin Hakan Şükür'ün sportif direktör olarak profesyonel bir adımın atılması olacağını düşünüyorum.

İkisi hem iyi anlaşır, hem iyi dosttur hem de Galatasaray'ın uzun zamandır eksik olan futbol aklı Hakan Şükür ile doldurulmalıdır.

Lütfen kişisel kin ve nefretleri bir kenara bırakarak yaklaşım gösterin bu fikirlere.

Akhisar'ı lig sonuncusu olarak ziyaret edip geldiğimde geleceğin "Galatasaray teknik direktörü" dediğim zaman kıs kıs gülenler, oha diyenler, abartıyorsun yaklaşımları..

"Prandelli iyi bir teknik direktördür, koşullar gereği ise Hamza Hamzaoğlu doğru tercihtir".

Nasıl ki Lucien Favre Basel'de inanılmazları başarsa da hiçbir zaman Tottenham'ın aday teknik direktörleri arasında yer almıyorsa.. Nasıl ki Galli bir hoca için Bundesliga hiçbir zaman söz konusu değilse ya da Güney Amerika başarısı sizi o dilin konuşulduğu İspanya hariç Avrupa'ya taşıyamıyorsa.. aynı şekilde Prandelli İtalya takımları için doğru Hamza Hamzaoğlu da Galatasaray için olması gerekendir. (Bu konuyla ilgili daha uzun yazı buradadır tıklayın)

27 Kasım 2014

Biz nerede yanlış yapıyoruz?


Cesare Prandelli yakın zamanda iyi bir takımda başarılar elde eder. Biz de bugünleri unutup teknik direktöre gereken değeri vermedik diye mızmızlanırız. 

Biz nerede yanlış yapıyoruz?

Çok değil sadece birkaç ay önce Roberto Mancini hakkında yapılan yorumlara göz atmakta fayda var.  “Formsuz” ve “Başarısız” nitelemeleri Avrupa’nın en iyi teknik direktörleri için dahi kullanılır ve fakat bizde öyle mi? “Adam teknik direktör değil”. “O hocaysa ben de x’im” ve daha neler neler.. Bunları bizzat hayatını futbol yazarak kazanan insanlar dile getirdi.

Ne oldu peki?

Dünyanın en saygın on kulübü içerisinde yer alan İnter kendisine teknik direktör olarak Roberto Mancini’yi seçti. Şu an “hoca değil” denilen isim İnter’in başında.

İşin enteresan tarafı ise burada yaptığı hamlelerin zaman zaman gerçekten problemli olmasıdır.

Cesare Prandelli.

Prandelli bugün olduğu gibi “başarısız” olabilir, formsuz ya da koşullara uyum sağlamakta zorluk çekebilir ama iyi bir teknik direktördür.  Daha birkaç ay önce ESPN Dünya’nın en iyi 20 teknik direktörü sıralamasında 17. Sıraya yerleştirdi. Guardiola’larla, Mourinho’larla, Ancelottilerle aynı listenin içerisinde yer aldı. İyi ya da kötü olmasını belirleyenTürkiye Süper Ligi’nin herhangi bir takımında geçirdiği üç ya da dört aylık süreç  olmuyor.

Öte yandan haklısınız, devasa büyük hatalar yaptı ve gerçekten de burada “başarısız” olduğunun altını çizebiliriz. Başarısız ne demek, ligde lider olduğu zaman dahi tek bir iyi maçı olmadan bu ülkeyi terk etti dersek kimse yanlış yapmaz.

Örnekler çoğaltılabilir.

Dünya futbol otoritelerinin “iyi” olarak belgelediği teknik direktörler bu yakada neden başarısız performanslar gösteriyor. İnanın bana bunun cevabı ülkenin futbol zihniyeti ya da anlayışı değil ya da sadece “bu” olamaz.

Peki nedir sorun?

Size de bazı ayrıntılar garip gelmiyor mu? Neden hiç Galli ya da İskoç teknik direktör Bundesliga’da çalışmıyor ya da İsviçre ve Avusturya liglerinde başarı kazanmış teknik direktörler Premier Lig’de iş bulamıyor?

Neden Güney Amerika’dan geçiş Premiler Lig ve Bundesliga’ya olmazken La Liga sürekli buradan besleniyor..

Neden Guardiola 6 ay içerisinde Almanca öğrenmek zorunda kaldı? Bakın bu bir tercih değil zorunluluktur. Almanya’da “Almanca” bilmeyen hiçbir teknik direktör iş bulamaz. En son örneği altı ay içerisinde kovulan Steve McClaren’dir ki o da yılların “tek” istisnadır.

Daha geçen gün Jürgen Klopp’un röportajındaki o cümlenin sırrı nedir:

“Ben Bundesliga hariç sadece Premier Lig kulüplerinde görev alabilirim çünkü Almanca’nın yanında sadece İngilizce konuşabiliyorum.

Peki bu Mourinho’ya sorulan “Bundesliga’da takım çalıştırır mısınız” sorusuna verilen cevap neyi işaret ediyor?

“Çalıştırmak isterim ama şu an mümkün değil çünkü Almanca bilmiyorum”

Modern futbolda takımların gücü birbirlerine yakın. Tercüman kullanmak teknik direktör performansını yüzde otuz azaltır. Hiçbir takım bu eksikliği giderecek farkı yaratacak bir teknik direktör olduğuna inanmıyor.

Uganda'ya giden bir Alman fark yaratabilir ama Mourinho dahi dil bilmediği ülkede sıradanlaşır.  

Prandelli'nin çok önemli ve değerli bir teknik direktör olduğunu belirtmeden hemen önce Galatasaray'ın Mancini sonrası yerli ve gelecek vaad eden bir teknik direktörle anlaşması gerektiğini dile getirmiştim.



Mancini kötü bir teknik direktör değildir.  Nitelikli olması her koşulda başarılı olmasını şart koşmuyor. Bir gün dilini konuşamadığınız yabancı bir ülkeye gittiğiniz takdirde beni ve Avrupa'nın büyük liglerinin "dil bilmeyen çalışamaz" prensibini çok daha iyi anlayacaksınız...

Nitelikli yerli teknik direktörün yeter sayıda olmaması elbette büyük bir sorun. Lakin orta karar bir yerli teknik direktör dahi  buraya geldiği takdirde performansının en az yüzde 30'unu kaybedecek olan "yabancı" teknik direktörden daha başarılı olma ihtimali fazladır. Zira futbolda geçmişe göre takımlar ve ligler arası farklar azalmış, yüzde 30 gibi büyük bir farkı kaldırabilecek ortam kalmamıştır.  En iyi teknik direktör 100'se Türkiye'deki ortalama bir teknik direktör de 75'dir. Bu ciddi bir farktır elbette ve fakat tek başına "yabancı dil" ve "tercüman" aracılığı ile konuşma zorunluluğu bu farkın da üzerinde bir eksikliğe neden oluyor.

Türkiye Süper Ligi'nin son dönem şampiyonluk yarışı veren takımların hepsi yerli antrenörlerdir. "yerli" olarak burada üç ya da daha fazla yıl futbol oynamış eski futbolcuların da girmesi gerekirdi eğer ki diğer ülkelerde olduğu gibi buradaki yabancılar da burada kaldığı zaman bu dili öğrenme hevesi içerisinde olsaydı..

Mancini gittiği zaman dile getirmiştim "Yerli şart. Tek adayım Hamza Hamzaoğlu". 

Zira ben Jürgen Klopp'un elinden almancasını alırsam hocanın yüzde 50'sini çöpe atmış olurum. Bu yüzden takımlarımız artık yerli antrenörlere doğru bir yönelim içerisinde olması gerekiyor. En azından birilerine şans verme zamanı geldi de geçiyor.


20 Kasım 2014

K.




"Tramvayın birinde dikiliyorum; bu dünyada, bu kentte ve ailem içindeki yerim konusunda düpedüz bir kararsızlık içindeyim. Herhangi bir konuda haklı olarak ne gibi istekler öne sürebileceğimi bile söyleyebilecek durumda değilim. Bu tramvayda böylece dikilip kayışlardan birine tutunmamı, kendimi bu tramvaya taşıtmamı, insanların tramvaylar önünden kenara çekilmelerini ya da vitrinler önünde kımıldamadan durmalarını asla savunamam; hem kimsenin böyle bir şey istediği yok benden; hem isterse ne değişir"

F.Kafka

Sakin..




Sakinleştirici..

Bir yerden başlamak gerek. Her ne kadar bu ülkede yazmak fazlasıyla tehlikeli bir iş olsa da.

Çok daha güçlü bir Bayern Münih geliyor



Kaç yıldır buraya yazıyorum. Bir noktadan sonra durdum. Yazılanların keyfini sürüyorum aslında. Mesela 2010 yılında parlayacak yetenekleri yazmış etmiştik.. Yanıldıklarımız oldu, aralarından parlayanların olduğu gibi..

Bayern Münih konusunda çok yazdım. Bunun da en önemli nedeni memlekette var olan "Şımarık zengin çocuğu Bayern" algısının dışında bu kulübün çok önemli işler yaptığını ve geleceğe belki de "TEK BAŞINA" damga vuracağı gerçeğiydi. Bu uğurda stadın borcu da önemliydi. Planlananın çok öncesinde ortağı 1860'ın ayrılmasına rağmen gerçekleşeceğini defalarca yazdık ve Bayern işte o zaman coşacak diye de ekledik..

Beklenen oldu.

Bayern Münih Allianz Arena'nın borcunu plananan süreden 16 YIL erken ödedi.  2005 yılında ödenmesi gereken 346 milyon euro borcu 25 yıla yaydılar. 2014'de ise tamamen ödediler. Artık stad Bayern Münih'in malı. Devlet yardımı olmadan muazzam bir stat yapıp çok kısa süre içerisinde de ödemeyi başardılar. Şimdi senede 30 milyon artık transfere daha fazla para ayırabilecekler.. 

Bahsedilen kulubün tek bir kuruş borcu olmaması bir yana kasasında tuttuğu yüklü miktar hazır parasıyla nam salmış diyara. Hoeness'in dediği gibi diğer büyük rakipleri transfer içn bankaların kredi bölümüne Bayern ise vezneye gider. 


Nihayetinde geçen sezon yarım milyar euro barajını aşarak 528 milyon euro gelir elde eden Bayern Münih 16.5 milyon euro da yıl sonunda kar ettiğini açıkladı. Bunun yanı sıra stadın ödemelerinin de sonlandığını Rummenigge müjdeledi.

Avrupa.. Artık Bayern çok daha güçlü bir şekilde geliyor, haberiniz olsun.

16 Kasım 2014

Neden başarısız olduk?




Maç sonrası açıklamalarında “Hamit Altıntop” kendimizi kandırmayalım dedi. Bizim seviyemizi görün dediler. Gelin görün ki bugünkü gazetelere de baktığımız vakit kendimizi kandırmaya devam ettiğimizi rahatlıkla söyleyebilirim. “Milli takım yetersizliği” altında “kötü teknik direktör performansı” yok ediliyor. Öyle bir algı manipülasyonu ki maalesef artık tartışmalar gerçeklik tabanındn kaymış durumda. Oyuncu formsuzlukları bahane edilerek “oyun olarak geride kalmışlığımız” hasır altı ediliyor.  Gerçete var olan başarısızlığın ana unsuru görmezden geliniyor. Devşirmelere ihtiyaç duyulmasına kadar gitti iş..  Bütün suç oyuncu kalitesi olarak görüldüğü için.. O konu en azından Çek ve İzlanda gibi takımları yenmek için gündeme getirilmez. Daha büyük hedefler için düşünülmelidir.

Elbette Brezilya ayarında değiliz ama gündem bu mu gerçekten? Bizim İzlanda’yı ya da evimizde Çek Cumhuriyetine karşı üst üste iki mağlubiyet almamızın nedeni Brezilya ayarında olmayışımız mı?  En iyi dönemimizde bile iki kere üst üste yenildiğimiz takım. Mevzu bahis konu Brezilya ile aramızdaki fark olmadı hiçbir zaman. Bu ülkede aklı başında hiçbir futbolsever de Türkiye’den Brezilya’yı yenmesini beklemedi. Son dönem var olan sorun da hiçbir zaman Brezilya’yı yenecek kadar güçlü bir kadronun mevcudiyeti de olmadı. Peki Çek Cumhuriyeti ve İzlanda’nın farkı nedir bizden? Oyuncu kalitesi derseniz gülerler adama..

İzlanda ve Çek Cumhuriyeti “Teknik direktör “ takımlarıdır

Üst üste içeride ve dışarıda yenildiğimiz İzlanda’nın  “teknik direktör takımları” olduğunun altını çizmek gerekir. Bu ülkeler “Altın Jenerasyonunu” (kısmen İzlanda için söylenebilir belki) yakaladı analizi  çok doğru olmaz.  İzlanda’nın “Altın jenarasyonunu” yakalamış hali dahi Türkiye’nin oyuncu kalitesinin  gerisindedir. Sigurddson ve Sigthorsson’u çıkardığınız vakit en yüksek market değeri 3 milyon oluyor geride kalan oyuncuların en değerlisinin.. İzlanda bir yıldızlar topluluğu değil “doğru oyun ve taktik” ile başarı kazanmış “kolej takımı” hüviyetindedir.  Türkiye İzlanda’ya karşı “taktiksel içerik” konusunda yenik düşmüş ve oyuncu gücüne değil teknik direktörüne yenilmiştir.

Vicrotia Plsen ile inanılmazları başarmış Pavel Vrba başarısıdır Çek Cumhuriyeti’nin ayrıntısı. Kimdir Çeklerin en değerli oyuncusu? Artık yedeğe çekilmiş kaleci Peter Cech. Sonrasında bize golü atan ve Beşiktaş’ta sezon başından bu yana yedek kalmış Sivok ikinci en değerli oyuncusu. Biz neyi tartışıyoruz böyle? 

Letonya’ya hiç değinmiyorum. Şu üç maçın sonrasında Türkiye’nin altyapı ve oyuncu kalitesi konusunda tartışma yaşamasının tek nedeni  gerçek suçlunun Fatih Terim başarısızlığı olduğunu kabul etmekte yaşadığımız sıkıntı. Hak vermek gerekir, daha dün iki kez üst üste şampiyon olup ŞL'nde başarı kazanan hocaya "kötü performans" sergiliyorsun demek zor ama gerçek de maalesef budur.

Fatih Terim performansı tartışılır mı?

Terim Türkiye Futbolu söz konusu olduğunda bu memlekette en  büyük katkıyı vermiş önemli bir futbol adamı. Yalnız tarih efsane statüsüne ulaşmış başarılı teknik adamların  kendisini yenilemedikleri ya da yeteri kadar konsantre olamadıkları takdirde ağır başarısızlıklar aldığını  gösteren örneklerle dolu. Orta sıra takım olan Wolfsburg’u şampiyon yapan, iki yıl üst üste Bayern Münih ile duble yapıp tarihe geçen Magath’ı bugün Bundesliga’da hiçbir kulüp istemiyor, Daum dün üç büyüklerin peşinden koştuğu bugün ise Bursaspor'un bile istemediği bir adam.  Keza 4 yıl üst üste şampiyon olan Fatih Terim’in başarılı geçen İtalya macerasının hemen ardından Galatasaray’a ikinci gelişinde yaşattıkları da ortadadır.

Milli Takım Futbol Direktörlüğü

Bir yandan Türkiye’de futbolun gelişmesi için nice atılımın peşinde koşan Terim aynı zamanda takımı yönetmekle meşgul. Kafası bu kadar dolu adamın hata yapması kaçınılmaz değil mi? Hakan-Töre-Ömer olayında en büyük sorumlu Terim’in bu konuya yeteri kadar önem göstermemesidir. Gerek İzlanda-Çek Cumhuriyeti başarısızlıkları gerekse de milli takımın en formda oyuncularını(Hakan Çalhanoğlu)  kaybederek daha da güçsüzleştiren Fatih Terim başarısızlığıdır bugün tartışılması gereken.

Yanlış tartışma


Bugünün konusu altyapı ya da üst yapı değil. Senin ülkenin iki büyük takımında düne kadar “yedek” bekleyen iki stoper ile sana karşı galip gelmiş takımların “kadro gücünden” bahsetmek doğru değil. Fatih Terim “yetkin” bir adamdır. Başarı potansiyeline sahiptir ama belki başarısızlığa götürecek daha başka etkenler vardır? Bugün masaya yatırılması gereken konu bu olması gerekmiyor mu? Türkiye iki maçta da “teknik” mağlubiyetler almıştır. Oyuncu performansları söz konusu olduğunda milli takım oyuncu havuzu düşünülürse en azından bu takımlar için en fazla “yanlış seçim” ya da “yanlış kadro kurulmuş” diyebiliriz ama oynatma zorunluluğumuz olan Arda dışında bir oyuncu bulunmamaktadır. O bile “bence” tartışılır.. Altyapı ve oyuncu kalitesi formda bir Almanya ya da Brezilya karşısında mağlubiyetler alıyorsa.. Belçika’yı neden yenemiyorsak ancak masaya yatırılmalıdır. Çek Cumhuriyeti ya da İzlanda gibi ilk 11’inde bir ya da iki yıldız oyuncu bulunduran ortalama kadro gücüne sahip ülkeleri taktiksel açıdan yenik düşüp yenemiyor ve tarihin gördüğü en kötü takımlarından birisi olan Letonya’ya karşı puan kaybediliyorsa burada sorun “seviyemiz” değil var olan oyunculara doğru taktik ve içerikle sahaya sürmeyen teknik direktör Fatih Terim’dir. Gerçek maalesef budur. 

Bence bugün Kazakistan'ı farklı mağlup edecek Türkiye. Sorunlardan en azından "konsantrasyon" kısmı giderilmiş ve düne kadar çok eleştirilen bu milli takım bugün başarılı sonuç alacaktır. 

1 Kasım 2014

Adalet


Adaletin er ya da geç tecelli edeceğine inananlardan mısınız? İster ilahi deyin ister doğal, bu dünya içerisinde adalet bir şekilde sağlanıyor.

Sabri konusunda çok yazdım. Bir Umut.. bir Sabri.. Hakkı yenen adamlar hakkında yazıp duruyoruz ha bire.

Ama nedir mesele biliyor musunuz? Sabri'nin suçsuz ya da haklı olması değil. Bu 3 ay onun son dönemde iyi oynamasına rağmen bir türlü görülemeyen, görülmek istenmeyen performansını ortaya çıkartması açısından önemlidir.

O çok dalga geçtiğiniz Sabri'nin yerine toplam maliyeti 10 milyon euro'yu geçen iki adam da dolduramadı.

O "nasıl oynuyo bu takımda anlamıyorum yaa" diyen futbol aklınıza bir şaplak atmaktır Sabri'nin yokluğu.  Aysal yönetiminin "karizmaya" verdiği önem ile beraber "futbol aklının yitikliğine" bir kanıttır böylesine yararlı bir oyuncudan vazgeçme saflığı. Selçuk görüntüde çok daha şık durdu ama cenazene Sabri geliyor işte..

Varlığı demiyorum zira bu adam son dönemde orta açmaz, içeri bakar pas verirdi. Kimse görmedi. Sağ ayaklı olmasına rağmen Mancini döneminde sol kenardan Drogba'ya gelişi güzel değil pek çok kez pas verircesine asist yapmasına rağmen kimseye beğendiremedi kendini.

Gökhan Gönül ne kadar kötü oynarsa oynasın hep "iyi" olarak nasıl ki hafızalarda kalacaksa Sabri de hep kötü olarak kalmıştır pek çoğunun hafızasında. Oysa oyunu izleyen adam onun bindirmelerini, önündeki açık oyuncusunu muazzam bir şekilde çalıştırmasını görürdü. Yapmadınız, görmediniz, bakmadınız..

Bunun cezasıdır onun yokluğu ve çekilen sıkıntı. Sabri'nin bugün varlığının yarattığı ortamdan ziyade yokluğunda çekilen ızdırap onun performansına göz kapayanlara haktır.

Eskiden Bülent yerine Hagi olsun isterdim kaptan ya da çok daha önce Hakan Şükür.. Sonra Selçuk olsun dedim... Bugün sorsanız en karizma adam gözümde Sabri'dir. En çok da "ağır abi" rolünde birileri gibi üçlü çektirmekten vazgeçniyor ya... Helal olsun.. Helal.

29 Ekim 2014

Philipp Lahm: Kimse formamı istemedi



Almanya'nın en kariyerli futbolcusu. Kulüpler ve uluslarası düzeyde kazanmadığı kupa kalmadı.  İster savunmanın soluna koyun ister sağına; her zaman iyi değil "çok iyi"  oynar.  Guardiola bir adım ileri giderek 30 yaşında onu orta sahanın merkezine koydu, değişen bir şey olmadı. Lahm'ı diğerlerinden ayıran en önemli ayrıntı ise istikrar. O futbol kariyeri boyunca oynadığ maçların çok büyük bir kısmında "çok iyi" oynamayı başarmış efsane bir oyuncu. Manchester United ve Real Madrid gibi dev kulüplerinin teklifini  reddetti. 30 yaşında da alternatifinin dahi olmadığı bir zamanda milli takımı bıraktı. Gelin görün ki Lahm'ın Dünya Kupası Finali'nde Arjantin'e karşı giydiği forması evinde asılı duruyor zira kimse onun formasın istememiş. Süddeutsche Zeitung'a verdiği röportajda formasını maç sonunda kimsenin istemediğini dile getiriyor.


Lahm'ı diğerlerinden ayıran bir başka önemli özelliği ise Ballack, Effenberg gibi "ağır abilerin" yaşattığı "tek lider" kültürüne karşı verdiği mücadeleydi. Bir takımda tek bir insanın bütün sorumluluğu üzerine almasının doğru olmadığını dile getirirken gençlerin bireysel olarak var olmasına karşı yapılmış bir tehdit olduğundan da bahsediyordu. Geçen zaman içerisinde ise yetenekli gençlerin sorumsuzluğu karşısında bir adım geriye atmış gibi gözüküyor. Zira Philipp Lahm der ki "Çok yetenekli gençlerimiz var. Bazen onların kale direklerini taşımasının gerektiğini düşünüyorum".

Milli Takım'ı özlüyor musunuz sorusuna verdiği cevap ise ilginçti. "Şampiyonada ben tatilde olacağım ve eşimiin bana saat tam 7'de mutfak açıldığında orada olma zorunluluğum olmadığını anlatması gerekecek".

Bıkkınlığın bir başka şekilde ifade edilmesi..

22 Ekim 2014

Dortmund'un Şifreleri




Dortmund İstanbul’da ve bir kaç saat sonra maç başlayacak.

Dikkat edilmesi gereken noktalara kısaca değindim.İş-güç ve talihsizlikler sonucu 15 dakikada yazmak zorunda kaldım ama ne demek istediğim anlaşılacaktır diye umuyorum.

DORTMUND PRESİ

Tipik 4-4-2 presi. Santrforları ile on numaraları önde rakibin iki stoperine basar. Burada kilit nokta rakibin oyunu kenarlardan kurmasına zorlamaktır. Rakibin merkez opsiyonlarını(Melo-Selçuk) iyi bir şekilde kapatır. İşte ne oluyorsa o top çizgiye doğru oyun kurmak adına açıldığında oluyor. Karınca yuvası gibi çizgide beke oyun kurmak için atılmış topun başına üşüşürler ve işte tipik Dortmund golü de burada kazanılan top sonrası gelir.  Çizgide muazzam pres yapan Dortmundlulular topu ele geçirir geçirmez sıklıkla Reus yoluyla sonuca giderler. Real Madrid maçlarını hatırlayanlara bu anlatılanlar yabancı gelmez. Kenar beklere “bilinçli” olarak boşluk bırakır. Semih-Chedjou oyunu kenarlardan kurma aşamasında son derece dikkatli olmalılar ve bu oyunda Telles ve Tarık kenarlarının topu kaybetmemesi hayati önem taşır. O prese bir çözüm bulmak ise Prandelli’nin işi.
Zira Dortmund’un karşısındaki rakip hücum etmek üzere yerleşim alır ve fazlasıyla geniş alan bırakır.  O topu kazanır kazanmaz öyle hızlı hücum yapar ki rakip topu ağlarda gördüğünde topu kaybettiğinin ancak farkına varır.

Çözüm: Kenar beklerin seçimi önemli.  Orta sahaların oyun kurma aşamasında beklere opsiyon sağlama açısından dikkatli ve hareketli  davranmalılar.





GEGENPRESSİNG

Dün basın toplantısında da da dile getirdi Jürgen Klopp. Eskisi kadar iyi yapamıyorlar. Nedir  bu dersek son kez bir daha açıklayayım. Klopp der ki “Saha içinde en iyi yönetmen(play maker) gegenpressing dir. Ne yapacağınıza burası karar verir.  Hücum zamanını gegenpressing belirler. O da topu kaybettikten sonra yeniden kazanılan anın hemen sonrasıdır. Rakip tam topu kazandım diyerek konsantrasyonunu kaybettiği anda gerçekleşir. Üstelik o zamana kadar topu kazanmak için ordan oraya koşturan rakibin düzeni de bozulmuştur. Aslında rakibin topu kazandığı zamanın bir başka ifadesi düzeninin en bozuk olduğu zaman dilimidir. Üç pasla kaleye giderken kim ne yapacağını şaşırır.

Çözüm: Savunma dörtlüsü ve orta ikili kalabalık ve birbirlerine yakın bir şekilde kompakt bir bütün oluşturup geride çakılı kalmalıdır. Dortmund’a alan vermekle maçı kaybetmek aynı anlama gelir. Topu da geniş alanı da Dortmund’a vermek hem sorunu giderir hem de galibiyete giden yolun şifresidir.




SOKRATİS VE HUMMELS KAFALARI

İki stoperin kafa hakimiyeti oldukça iyi. Bu hem Dortmund’a yapılacak olan hücumun şeklini belirler ama aynı zamanda Reus-İlkay ortalarında dikkat edilmesi gereken iki oyuncuyu da işaret eder. Duran top organizasyonunda Hummels-Sokratis’e önlem alınmalı, alan savunulurken bu adamlara da bakılmalıdır. Öte yandan hücumlar da mümkün mertebe merkezden delinecek şekilde gelirştirilmeli ve kenar ortalarından aman aman medet umulmamalıdır. Hücumda topu yere indirmek ve savunmada bu iki oyuncuya dikkat etmek..



REUS’E ÖNLEM NASIL ALINIR?

Dar alanda muazzam çözümler bulur. Onu sürekli ikilemekten başka çıkar yol yoktur. Eğer kenarlar Reus-Mhkitaryan olacaksa mutlak suretle içeriye yönelecek olan bu ikilinin durdurulması için Köln maçı kopya edilebilir. Bek oyuncuları stoperlere yaklaşarak oyuncuların “içeri doğru kıvrılma” seçeneğine dikkat edebilir, defansif orta sahaların da yardımıyla diğerlerinden izole edilerek etkisizleştirilebilir. Galatasaray’ın sağ beki ile sağ iç oyuncusunun organizasyonu önemlidir.

FRİKİKLER

Reus iyi frikik atar. Aubameyang hepsinden iyidir. İlkay da aynı şekilde. Bu üç oyuncuya da kolay gol izni vermemek için faullere de dikkat etmek gerekir.

DORTMUND’UN ŞİFRESİ

-Topu Dortmund’a verin. Aksiyon değil reaksiyon üzerine kurulu bir takımdır. Eğer Dortmund çakılı savunmaya hücum ederse iyi olmayan savunması hızlı hücumlarda sorun yaşayacaktır. Köln maçının gösterdiği en bariz zayıflığı ise Dortmund’un geri dönüşleridir. Ortalaması 121 km olan takım Köln maçında 115 km koştu.  Belki bireysel hatalar(Weidenfeller, Hummels) konsantrasyon ile kısmen giderilir ve fakat fizik gücü eskisine oranla bu derece düşük olan takım kısa sürede eski gücüne kavuşamaz.

-Hummels kusursuz bir stoper. Muazzam bir pasör. Lakin formsuz. Dikine muhteşem paslar çıkarabildiği gibi çok yanlış paslar da atıyor. Bu olası yanlış paslar üzerine hücum kurgulamak zorundadır Galatasaray. Bu açıdan Sneijder-Burak ya da Selçuk-Burak çok önemli roller alabilir. Kapılan topun Sneijder üzerinden hali hazırda yerini terk etmiş olan Hummels’in olmadığı o boşluğa göndermek önemlidir.

-Köln normal koşullarda Ujah ile sahaya çıkar.  İyi bir forvettir. Lakin Dortmund karşısına ise Simon Zoller ile çıktı. Hücum presi oldukça iyi olan Zoller  Kehl’e baskı kurdu, orta sahaları ise İlkay’a. Eğer maçı bir daha izleme şansınız varsa 61. Dakikada Dortmund’un oyun kuramadığını ve Köln presi karşısında çaresiz kaldığını görürsünüz. Bu açıdan ben strateji açısından Umut ile başlardım. Köln’ü kopya edeceksek Umut’un orta sahaya yardımı ve Melo’nun İlkay’ı kontrol etmesiyle oyun kurmasını ve Dortmund’un yaratıcılığını elinden almış olursunuz.. Bu sıkışık dönemde kapılacak topla yapılacak hücum ise kolay gol bulma şansını size verir.

-Çizgi savunma, oyunu önde oynama çabası Dortmund’a yarar. Savunmayı derinde kurup olası top kayıplarında dahi “hazırlıklı” olarak Dortmund’u karşılaşmak en azından verilecek olan pozisyonun yüzdesini düşürür. Muslera da bugün iyi olmak zorundadır. Hesap edilemeyen olgu Dortmund’un tam o çıkarken kaptırdığınız topun üzerine sayısız kez hücum planı gerçekleştirmiş ve bu konuda uzman olduğudur. Hücum pres kaçınılmaz olsa da  oyunu rakip yarı sahada oynama çabası çok riskli olacaktır. Geride ve derinde savunmayı kurup topu Dortmund'a vererek kısmen onları durdurabilirsiniz..

16 Ekim 2014

Süleyman Koç Röportajı




Süleyman Koç'un Sportbild'e verdiği röportaj... Kimi  ufak düzeltmeler ve değişiklikler daha ayrıntılı bilgi sunmak ve daha iyi anlatım için gerekliydi. 


-Sevgili Süleyman Koç,  2011’de cezaevine girdiniz. Şimdi ise birinci Bundesliga’da top koşturuyorsunuz. Bu masalsı bir hikaye değil midir?

Elbette. En sonunda hayat bana da güldü diyebilirim zira binlerce insanın başına bu olay gelir belki ama onlardan sadece birisi böyle bir geri dönüş gerçekleştirebilir. Babam benimle gurur duyuyor ve annem de artık yeniden gülmeye başladı.. Ailem kederden ziyade mutluluktan göz yaşı döktüğü zaman ben de inanılmaz mutlu oluyorum.

Berlin’de katiller ve tecavüzcülerin de yer aldığı hapishaneden eski kulübünüz Babelsberg’in sizi yeniden topluma kazandırma şansı vermesi nedeniyle erken bir şekilde çıktınız. Akabinde Padeborn size transfer teklifinde bulundu. Bu başarıda payı olan bu kurumlara ne kadar minnettarsınız?

Bu sanki size birileri yeni bir hayat sunmuş gibi bir şey.  Ben onlara sadece teşekkür etmek değil aynı zamanda iyi performans göstererek bana sundukları bu fırsatın hakkını da vermek istiyorum.

O günlerde Bundesliga’da top koşturacağınızı hayal ettiniz mi?

-Hayır! Çocukluğumda dürüst olmak gerekirse sadece koşabiliyordum.  17-18 yaşlarında ise topla ilişkim yine çok iyi değildi. Futbolcu olarak çok özel bir yeteneğe sahip değildim. Ben Berlin seçmelerine bile girememiştim. Ama benim hikayem gösteriyor ki..

..İnsan azimle çalışarak hayallerine kavuşabilir?

Evet! Bugün bazıları geliyor ve şunu diyor: “Çocukluğumuzda ben A takımında oynarken sen B takımında oynuyordun Süleyman!”. Ben de şunu diyorum: Sen bugün benzinlikte çalışıyorsun ben ise Bundesliga’da oynuyorum! Geçmişte benden çok daha yetenekli oyuncular vardı takımda. Onlar var olan yeteneklerini sahada sergileme ve üzerine koyma konusunda sorun yaşarken ben adım adım çok çalışıp kendimi geliştirerek ilerledim.  Bugün geldiğim noktaya ulaşmak için çok çalıştım. 

Devam edin lütfen..

Cezaevinden çıktığımda 106 kiloydum. Hapishanede her gün kilo alıyordum ve en sonunda dışarı çıktığımda bir boksöre benziyordum. İçeride sadece ağırlık çalışabilirme şansımız vardı. Başka şekilde antrenman yapma imkanım yoktu..Elbette bununla beraber her gün yarım kilo makarna yemek zorunda kalınca kaçınılmaz sona doğru ilerledim.

Çok kötü koşullar..

Belki..  ama ben her gün kendime köprü altlarında aç ve susuz geceyi geçirmek zorunda kalan evsizlerin olduğunu söyledim. Belki ben bir hücre içerisinde yaşamak zorundaydım ama en azından karnımı doyurabiliyordum. O insanların böyle bir şansı yok. Bu basit gerçekler beni mental olarak diri tuttu.

Yaklaşık 1 yıl içeride kaldıktan sonra dışarı çıktığınızda neler oldu?

Özgürce dolaşabilmenin tadını aldıktan sonra hemen antrenmanlara başladım. Uzun bir süre içeride kalmıştım ve vücut bu yeni antrenman stiline alışmakta güçlük çekti. Artık bu antrenman tarzı benim vücuduma yabancıydı. Çok derin acılar çektim bu dönemde. Her antrenman sonrası ağrılarımın şiddetinden gözümden yaşlar geliyordu. Uyku problemleri başladı ve sürekli antrenman yapmam da mümkün değildi. En nihayetinde baktım ki olacak gibi değil futbolu bırakıp kendime iş aramaya başladım.

Ve sonra..?

Babam geldi ve futbola olan yeteneğimi öylece kenara atamayacağımı söyledi. Cezaevinden şartlı tahliye ile çıktığımda zaten Babelsberg bana teklif sunmuştu. Takım doktoru iğnelerle antrenman sonrası çekilen acıları katlanılabilir seviyeye çekti. Bu zamandan sonra üç ay içerisinde 89 kiloya kadar zayıfladım. Şimdi ise 79 kiloyum

Cezaevi sonrasında yaşamınızda ne gibi değişiklikler oldu?

Artık daha azimli, kararlı ve ne istediğini direkt olarak ortaya koyan bir insan oldum. Eskiden her şeye “evet” diyen bir karaktere sahiptim. Cezaevinde psikoloğumla geçen süreç özgüven konusunda kendimi geliştirmeme imkan tanıdı.  "Hayır"  diyebilmeyi öğrendim ki bu benim karakterimin en zayıf unsuruydu.

Bunu daha ayrıntılı bir şekilde açıklayabilir misiniz?

Naiv bir karakter yapısına sahiptim. Herkesle her şeyi yapma mecburiyeti hissediyordum çünkü çevremin bana “korkak” demesini ya da insanlar üzülsün  istemiyordum. Doğrusunu söylemek gerekirse çevrenin etkisi bana kötü yansıdı ama bunlar geride kaldı.

Cezaevindeki psikolog yardımının bugünkü başarında kilit rol oynadığını düşünüyor musun?

Evet! Bir süre tedavi gördükten sonra istemediğim bir şey olduğunda “Hey ben bunu yapmak istemiyorum” diyebildiğimi gördüm ve çok faydalı olduğunu hemen anladım. Artık hayır diyebiliyordum. Yalnız başka kilit noktalar da var.

Nedir?

Cezaevine düştüğünüzde size yardım etmek isteyen çok insanın olmayacağını görürsünüz. Anneniz ve babanızın dışında yanınızda gerçek anlamda çok fazla insan olmaz. Bu tecrübe bu açıdan beni bilinçlendirdi.  Çok fazla insana ihtiyacınız olmaz yalnızda gerçek bir arkadaşa sahip olmanız yeterlidir. O da benim babamdı!

Babanızla çok sık görüşüyor musunuz?

Ne zaman boş vaktim olsa babamın Berlin’deki cafesine gider oradaki çocuklara hikayemi anlatırım.

Ne anlatıyorsunuz çocuklara?

Çocuklara idol olarak kendilerine doğru figürleri seçmelerinin öneminden bahsediyorum.  Çocukluğumda legal yollarla kazanılmadığı ortada olan parası çok insanlara bakıp “İşte bu benim adamım” diyordum. Hataydı. Çocuklara tek bir anda köprü altında annesiz, babasız, parasız bir şekilde kalmaktan memnun olur musunuz diye soruyorum.  Böyle bir ihtimali hartırlatıyorum. Onlar da hayır diyor elbette.

Çevrenizi değiştirdiniz mi?

Eski arkadaşlarla görüşüyorum ama her zaman değil. Onlara şunu diyorum: Eğer işiniz var ve düzgün bir şekilde çalışıyorsanız her zaman benimle iletişim kurabilirsiniz lakin işsiz güçsüz ve çalışmak için mücadele etmeyip de yanlışa doğru yelken açacaksanz  benimle iletişiminiz olamaz.

Yaşamınız hakkında oldukça şeffaf davranıp her şeyi içtenlikle konuşabiliyorsunuz. Neden?


Çünkü bunlardan dolayı utanmıyorum. Yaptığımın cezasını çektim ve sonrasında başardıklarımla da gurur duyuyorum

Süleyman Koç


Süleyman Koç iyi bir insan.  Daha doğru tanımla önüne sunulan iyiye ulaşmak için son gücüyle mücadele etmiş agresif bir yaşam insanı.  Diyeceksiniz ki küçük kumarhanelerin oyun makinalarındaki paraları soymak uğruna orada çalışan bir garsonun kafasını kül tablasıyla vurarak ağır hasar oluşturmuş bir çetenin üyesi nasıl iyi olabilir?  İyi olmak isteyip de bunu başaramamış bir insan da diyebiliriz. Birilerine haksızlık yaptı, masumların canını acıttı ve bedelini ödedi. Niyeti ortaya koyarak onun yaptığı suçu hafifletmek derdinde değilim ama şu kesin ki içerisinde var olduğu en küçük topluluk olan ailenin belirlediği ahlak yasalarıdır belki de onu uçurumun dibine götüren. Bir yaş küçük kardeşi isyankar olurken Süleyman sahanın içerisinde ve dışında elinden gelenin en iyisini yapma gayretinde bulundu sadece. Söyleneni yapmakla mükellef bir yaşam içerisinde “hayır” kelimesini de yıllar sonra cezaevi psikologundan öğrenmesi aslında bir “baba başarısızlığı” olarak da geçer kayıtlara.. 


Almanya’nın bana göre tartışmasız en zeki insanı olan İmmanuel Kant’ın ahlaka dair söylemlerine kulak vermek gerekir. “İçeriği belirlenmiş, aklı dışarıda bırakan her türlü ahlak yasası geçersizdir”. İlla ki bir misal verilecekse hemen belirtelim “yalan söylemek kötüdür/günahtır” insan aklını dışarıda bırakan bir emirdir. Oysa bazen “yalan söyleyerek” hayatlar kurtarır insanlar.  Keza bir insanı öldürerek binlercesini de kurtarabileceğiniz gibi. Eylemin doğuracağı sonuçları akıl süzgecinden geçirerek ancak etik bir değere kavuşturabilirsiniz. Niyet de burada fazlasıyla önemlidir. Soygun yaparak da “kahraman” olunabilir aynı zamanda. Polisin hazırladığı raporun içerisindeki rakama göre 7 soygun yerinden elde edilen hasılat 22 bin euro olmasına rağmen bu paradan tek kuruş almayan Süleyman miktara da şaşırır cezaevine girmeden önce.

Süleyman Koç otoriter bir Türk ailesinin en büyük çocuğudur. Hayatta başarıyı söyleneni yaparak elde eder. Tanrı vergisi bir yeteneği yoktur Süleymen Koç’un. Misal kardeşi Sedat futbol söz konusu olduğunda daha yeteneklidir ama Süleyman’ın ifadesine göre antrenmanları ciddiye almadığı için ömrü olmaz futbol sahalarında. Paderborn ile birinci Bundesliga’ya çıktığında mahallesinde ona takılan olur “Sen çocukluğumuzda B takımında oynarken ben A takımındaydım” der. Onun cevabı da şıktır “Fakat ben bugün birinci Bundesliga’da oynarken sen benzinlikte çalışıyorsun”. Gerçekten de Berlin seçmelerine dahi seçilemeyecek derecede silik bir futbol geçmişi olmasına rağmen geldiği nokta inanılmaz. Çalışmanın, azmin futbol dünyasında yarattığı farka en önemli örnektir.


Kardeşi Sedat sürekli olarak kriminal suçlara bulaştığı için otoriter baba onu evden kovar. Süleyman Koç’un  hapis yatmaktan intiharı düşünmeye kadar geçirdiği bu ağır süreçlerin asli nedeni kardeşini koruma güdüsüdür. Ve bu yaşanılanlara rağmen şunu der hikayenin sonunda “Ne yapsaydım, onu sokaklarda bir başına mı bıraksaydım”? Ki soygun çetesine de bu soruyla dahil olur . “Sen kardeşinin iyiliğini istemiyor musun? Ona yardım etmek istemiyor musun?” Yaptıklarının hata olduğunu kabul ederken çektiği cezayı da sonuna kadar hak ettiğini söyler. Öyle ki o gün polisler onu tutukladığı zaman cezasını ağırlaştıracak kimi gerçekleri dahi polise söylemekten çekinmez. “Siz yazmamışsınız ama ben birinci soygunda da vardım, diğerlerinde de.. hepsinde”.

Kardeşi Sedat evden kovulurken Berlin Türkiyemspor ile hazırlık maçı yapan üçüncü lig takımı Babelsberg  bu takımdan Süleyman’ı keşfeder. “Berlin Türkiyemspor’da biz 35 kişiye oynuyorduk ve bunların hepsi de oyuncuların ailesiydi. Babelsberg’e transfer olunca gerçek bir maça çıktığımı algıladım” diyecektir ve yaşamı da değişir. Aylık maaşı 2 bin euro. Galibiyet primi 1000 euro ve beraberlikte de 300 euro alır. Kendi evine taşınır, ehliyetini alır, 11 bin euroya Toyota Yaris alacak kadar da kazanıyordur artık. Türkiye u21 ile görüşmeler yapılmış, ikinci Bundesliga takımı İngolstadt da onu yakın takibe almıştır. İşte tam bu süreçte bir odalık bir eve taşınan ve tüm masraflarını abinin karşıladığı Sedat ve onun uyuşturucu müptelası iki arkadaşı her şeyi temelinden sarsacak gelişmeleri başlatır.

Evden atılan kardeşinin arkadaşları soluğu Süleyman’ın evinde alır.  Sabah antrenmana giderken gelen çocuklar akşam antrenman dönüşü evi terk eder. Burada tuhaf ve garip şeylerin döndüğünün farkında olup rahatsız olan Süleyman “Hayır gidin sizi istemiyorum” diyemez.  O hayırları babasına demez, antrenörüne demez, kardeşinin arkadaşlarına demez. Bir süre sonra ehliyeti ve arabası olduğu için kardeşinin içerisinde olduğu soygun çetesi Süleyman’ı da içeriye çekmek için “kardeş” kozunu kullanır ve her şey böyle başlar. Süleyman’ın tek şartı “kimseye zarar gelmeyecekse ancak olur” der. Soygun çetesinin şoförlüğüne atanır. Daha da kötüsü bu çetenin eylemlerini bu sezon 

Gençlerbirliği’ne transfer olan takımdaki diğer Türk arkadaşı Guido Koçer’e de anlatır. “Ne olur ben de bu çeteye girmek istiyorum, hasılattan para dahi istemiyorum” diyerek bir soyguna yancı olarak katılır. Arkasından gelişen olaylar ise bu hafta sportbild dergisine verdiği röportajda anlatır.


GÖKHAN TÖRE VE SÜLEYMAN KOÇ

Geçtiğimiz günlerin gündemi Gökhan Töre oldu. Süleyman'a göre çok daha hafif bir suç işlemiş olan Gökhan'ın linç edildiği konuşuldu. Gerek Fatih Terim'in savunmasında gerekse de Gökhan Töre'yi koruma amaçlı olan yaklaşımlarda eksik olan bir ayrıntı var. Bugün daha ayrıntılı bir şekilde olayın ayrıntıları anlatıldı. Şuradan okuyabilirsiniz.  Şu altbaşlıklar önemli:

-Töre hikayesinde mağdur olan Ömer Toprak ve Hakan Çalhanoğlu'dur. Öyle ki çok sağlam kaynaktan alınan bilgi doğrultusunda olay yaşandıktan sonra Ömer'in lig maçında antrenöründen psikolojisi bozulduğu için affını istemiş. Burada Gökhan'ın linç edilmesi değil diğerlerinin gerçekci bir şekilde ne yaşadığı üzerinde durulmadığıdır konu. Hakan'ın babası da olayı ebediyete kadar sürdürme sevdalısı olmadığını ve Terim'in ilgisini beklediğini söyler. Bunun diğer bir anlamı oğlunun yaşayacağı ikinci bir senaryonun olmaması için garanti istemektir. Zira bu senaryonun bir milim ağır olanı o silahın tetiğinin çekilmesidir. 

-Süleyman Koç yaptığının cezasını 3 yıl 9 ay ceza alarak çekmiştir. 1 yıl içeride yatmış ve kalan sürede de her akşam ben buradayım demek zorunda kalmıştır görevlilere. Bu yüzden takımıyla beraber devre arası kampında Türkiye'ye dahi gidemedi. Bunun ötesinde röportajda da anlaşılacağı gibi psikolojik tedavi görmüştür. Eğer Gökhan Töre olayı gerek Beşiktaş kulübü yetkilileri gerekse de Türkiye Milli Takım yetkilileri tarafından ciddiyetle yaklaşılsaydı belki yine "KIZ MESELESİ" olan ikinci bir silahlı vaka yaşanmayabilirdi.  21 yaşındaki çocuğa suç yüklemektense onun böyle bir sorunu olmasına rağmen gerekli müdahaleyi yapmayan kelli felli adamlardır suçlanan...

-O kurşun sekti. Gökhan'ın minumum zararla atlatacağı bölgesine saplandı. Ama bilin ki o kurşunun vebali ilk olaydan haberi olup da bunun üzerine ciddiyetle yaklaşmayan, olayları hasır altı ettiğinde kulübe-milli takıma hizmet ettiğini sanan yöneticilerdedir.

-Süleyman Koç'un çevre ve aile içerisinde edindiği ahlakıdır onu yıkıma götüren. "arkadaşlarını satma" "Kardeşine sahip çık" "korkak olma" gibi.. Süleyman Koç bugün yaptıklarından utanıyor. Bırakın Gökhan Töre'nin kendisini.. onu savunacağım diyerek zıvanadan çıkan bir kesim "Kız meselesi, doğaldır" diyor. Hncal Uluç "Delikanlı, kanı deli akıyor işte" diye birinci paragrafta söylediğinle çelişmesi bir yana hepten silahı, tehdidi normalize ederek bunun devamını sağlar vaziyette açıklamalar yapıyorlar. İnanılacak gibi de değil. Başta Önder Özen olmak üzere sevdiğimiz saydığımız insanlarda hayal kırıklıkları yaşandı bu süreçte..

-Süleyman Koç'un iyi olmasına sevindim. Lakin soygunlar esnasında başına kül tablası geçiren adam çıkıp da bu cezanın yetersiz olduğunu söyleseydi otutur bunun üzerine düşünürdük.  Süleyman şoför olarak içerisine dahil olsa da şiddet olayının parçasıdır ve karşı tarafın hakkı öncelikli olarak en azından benim gündemimdedir. Gökhan Töre antrenmana geç gelse, taraftara hakaret edip hareket çekse "üzgünüm" demesi ya da bir yıl milli takımdan uzak tutmak fazlasıyla yeterlidir der, başta ben onu savunmak için çabalardık.. Lakin burada öncelikli olarak Hakan Çalhanoğlu ve Ömer Toprak'ın yaşadıkları travma Töre'nin affedilmesinden/yaşadıklarından daha kıymetlidir.

Ve bilinmelidir ki Gökhan Töre'nin işlediği suçun bu derece basın önünde ve sert bir şekilde eleştirilmesinin nedeni bu olayın yönetilemeyişi nedeniyledir. Sadece Terim'in maçlar öncesinde aldığı kararı telefonla olayın diğer iki insanına bildirerek bir orta yol bulma çabası içerisinde olsaydı belki bugün kimse Gökhan Töre'den bahsetmeyecekti. Orada bir "ego" var. "Cezayı kestim, şimdi de çağırdım, kabul etmeliler" yaklaşımı var. Sonuç ne olursa olsun Gökhan Töre'nin basın önünde böylesine bir ortamda linçe varan bir yaklaşımla eleştirilmesinin nedeni TFF, Beşiktaş yönetimi ve Fatih Terim'in olayı yanlış yönetmesi ve gereken duyarlılığı göstermemiş olmasıdır.

9 Ekim 2014

TÜM BU OLANLAR FATİH TERİM’İN SUÇUDUR



Olayın kahramanları Fatih Terim, Gökhan Töre, Ömer Toprak ve Hakan Çalhanoğlu. Bu dört isim hakkında ben sayısız övgü yazdım. Aysal’ın Terim’in görevine son verdiği zaman yazılan uzun uzun yazıları bilenler bilir. Hala da derim ki Türk Futbolu’na en fazla katkı veren isimdir Fatih Terim. Yanına bir başka isim yaklaşamaz bu açıdan.. Keza olayın diğer kahramanları gurbetçi. Kimse adını anmazken yine burada sayısız kez övgüyle söz ettiğim,  15 yaşlarından itibaren an ve an izleyip yorumladığım, sevdiğim insanlar..  Takım fanatizmi ise hayatım boyunca yapmadım.

Olayın birden fazla boyutu var. En yukarısından başlayalım. 

Pragmatist yaklaşım sonucu..

Milli takımın bu önemli maçı öncesi bu fırtınanın koparılmasının yegane sorumlusu Fatih Terim’dir.

Gökhan x suçunu işlemiş. Hakan ve Ömer haklı olarak tepkili. 19 Kasım’dan bu yana da Terim oyuncusunu "ceza olarak" milli takıma almamış. Sadece ve sadece üçünü bu olay sonrası ilk defa biraraya geleceğini düşünerek telefon açıp taraflarla konuşarak var olan sıkıntının boyutunu öğrenmesi yeterli olmaz mıydı? Egosu mudır bunu yapmasının önüne geçen?  Bunu yapmayan Terim tartışmanın doğmasını, Gökhan'ın yeniden gündem olmasını doğurmamış mıdır?  Çünkü verilen ceza sonucu Ömer ve Hakan ikna olmamış ve dahası Terim bu kontrolü yapmayı gereksiz bulmuştur..  Ceza yeterli mi? Cezayı bir kenara bırakın, iki gurbetçininin korkuları var mıdır? Olayın tekrarı ve ya daha üst aşamada gerçekleşmesini(üst aşaması nedir?) düşünerek huzursuz oluyorlar mı? Ne gibi psikolojik etkiler söz konusu?

Başka bir ifadeyle..  Gökhan arkadaşları Ömer ve Hakan'a karşı suç işlemiş. Terim cezayı kesmiş. Meseleyi gündeme taşıyan ise Ömer ve Hakan'ın bu cezayı yeterli bulmamasıdır. Terim'in bu ceza sonrası Ömer ve Hakan'ın durumlarını kontrol etmeyişi olayı kaçınılmaz olarak basına yansımasına neden oldu. TFF'nin olayı küçümsemesi nedeniyle bugün bu tartışmalar yaşanıyor, basının durduk yere üzerine gitmesi nedeniyle değil!

Fatih Terim ilk kez bir araya gelecek üç oyuncu ile  bu seçimler öncesi konuşup bir "garanti" verseydi ya da Melo ve Riera'da olduğu gibi anlaşma taraflar arasında birlik sağlasaydı belki her şey başka olmaz mıydı? Babası bunu demiyor mu? İşin özünde Terim'in silahlı tehditi zamanında Arda ile Caner'in Galatasaray günlerinde yumruklaşması ile bir tutması var. Küçümsemesi.. Başka yerde büyüyen, başka koşullarda yaşam süren insanların bu olayı nasıl yaşadığını algılayamadı.

Gökhan bu olay yüzünden "kiminlerin iddia ettiği gibi" üç değil de beş kere cezalandırılıyorsa burada suç yine TFF ve Terim'indir. 

İnsanlar ölüm ile burun buruna gelince psikolojileri alt üst olur. Her insanda farklı bir etkisi olabilir. Bu konu önemsenmedi. Asıl suç ve tüm bu tartışma biraz da  buradan doğmuştur.

Basın: X yapmazsa Z haber yapar. Muhteşem bir başarı Ali Naci Küçük’ün röportajı. Eğer yapmasaydı muhtemelen konuşmaya karar vermiş baba başka bir basın kuruluşuna konuşurdu. Olmadı en kötü Almanya’ya konuşurdu. Mesele zaten o baba ile bu olay sonrası ve bu seçimler öncesi iletişime geçmenin öneminin algılanmayışıdır. Alman basınına mı kızılacaktı? 

Hakan ve Ömer: Silah çekilmiş, ağızlarına ve dizlerine dayanmış. Siz Gökhan’ı algılayabilir ve affedebilirsiniz. Bu olaylar bu memlekette olağan da olabilir ve fakat evine hırsız girdi diye Almanya’yı terk eden, psikolojisi bozulan Rakitic’i de hatırda tutarak ağızlarına-dizlerine silah dayanmış, bir an için dahi olsa ölüme yaklaşmış, hissetmiş  bir oyuncunun o psikolojiyi atlatması kolay olmayabilir.

Haliyle bu şekilde milli takıma giremediği an bu durumun oluşması kaçınılmazdır. Bu insanlar konuşmamış, demeç vermemiş ve sadece son gelinen durumda kaçınılmaz olanı -milli takıma gitmemek- yaşadıkları için olay bugünlere gelmiştir.

Basın ne zaman suçlanır? Terim olayın üzerine gider, tarafları barıştırır, Hakan ve Ömer milli takıma gelir ve buna rağmen basın iki ay öncesinin gündemini yeniden yazar, çizer.. O zaman dersiniz ki bu basın altımızı oynuyor, bir kişi eksiltiyor. Ve fakat.. siz üzerine düşen sorumluluğu yapmamış, taraflar arasında köprü kurmamış, birinin özrünü diğerine iletememiş, öbürünün korkusunu ve endişelerini gidermemişseniz.. Bunların sonucu milli takıma herhangi bir nedenden dolayı gelmiyorlarsa bu Fransa'da Almanya'da orda burda haber olur, tartışma yaratır. Ve nedeni de sizin sorumlulukları yerine getirmeyişinizdir.

Lütfen şunu söyler misiniz.. 

Gökhan Töre’nin -veyahut arkadaşının, silahı tutan insanın- daha ileri gitmeyeceğinin garantisi var mıdır? Kim bu garantiyi veriyor? En azından buna Ömer ve Hakan ikna olmuş olabilir mi?

O yaşanılan olay anında tetik çekilseydi? Bugün çekilebilir mi başka bir tartışma konusu olduğunda? Bunun korkusunu yaşamak insani değil midir?

Bakın bu süreç içerisinde etik değerlerden yoksun son derece pragmatist bir şekilde olayın değerlendirilmesidir.

Öte yandan..

Öncelikli olarak silahla gezen ve silahlı iki olayın nesnesi olan bir oyuncuyu milli takıma alınması tartışılabilir. Öte yandan o silahı yanındaki insanın ağzına sokan çok başka bir şekilde değerlendirilir.

Diyor ki: Gökhan Töre çok kötü olmuş.

1-     Peki ağzına silah dayatılan insanlar nasıldır?

2-     Silahla gezip arkadaşlarını tehdit eden, korkutan, psikolojisini alt üst eden insanın kendisini kötü hissetmesi çok mu büyük haksızlık? Böyle bir suçu  üç beş maç milli takıma alınmayarak mı geçiştirilmeli?

3-     Bu olayı küçümseyerek, seçimler öncesi olayın üç tarafıyla da iletişim kurup sağlıklı bir şekilde olayı çözümlemeyen Fatih Terim suçlu değil midir Gökhan’ın bugün kötü olmasında?
Özetle:

1-Etik değerlerden yoksun pragmatist tutum içerisinde değerlendirirsek üç oyuncunun ilk kez biraradalığını önemsemeyerek seçimler öncesi iletişime geçip olayın içeriğini kavrayamayıp çok önemli maç öncesi gündem oluşması Fatih Terim’in eksikliği ve suçudur. İki insanın gelmemesi onların hakkıdır. Basın da homojen bir yapı değil. Çok parçalı ve en önemlisi yurt dışı basını dahi bu olayı gündeme getirmeye yeter. O zaman kimi suçlayacaktık? Bild’i mi? 74 Dünya Kupası öncesi kendi milli takımdaki bütün ahlaksızlıkları sermekten kaçınmayan kuruluşu mu?

2- Gökhan Töre’nin sadece minik bir el hareketi kadar dahi ileri gitmeyeceğine gerçekten kimler nasıl inanç getirdi? Getirdiyse bunu Ömer ve Hakan’a kimler nasıl anlattı? Anlatmadıysa belki de en olağan sonuç olan milli takıma sakatım diyerek gelmeyen Ömer ve Hakan suçlu mudur?

Fatih Terim büyük bir teknik direktördür.. Değerlidir. Gökhan Töre de en az Hakan ve Ömer kadar yetenekli ve Türk Futbolu için değerlidir. Ben yetenekli oyuncuların her ne şartta olursa olsun bir şekilde kazandırılması taraftarıyım. Lakin bu olay içerisinde Hakan ve Ömer “hak” iddia ettiği andan itibaren mesele sadece Gökhan Töre’nin suçunun affedilir olup olmaması değil diğer iki şahsın yüzde yüz haklı oldukları mağduriyetleri de söz konusu olur. Yoksa Emre’yi de Melo’yu da X’i de savunmuşumdur ama birilerinin ağzına silah sokmakla maçlarda küfürleşmeler, Arda’nın Caner’in dudağını patlatması bir değildir. Örnek olması açısından Melo-Riera olayında eğer Riera başka taleplerde bulunup sahaya çıkmayı reddetseydi sonuna kadar "haklı" olurdu. Bu gerçekleşmediği için burada tartışma yaşanmadı. Aradaki fark burada taraflardan birisinin olayı sonlandırmamış olmasıdır. BU da basının suçu değildir yine. 

21 yaşındaki bir oyuncuya sahip çıkan Terim güzel adamdır belki ama ağzına silah dayanmış, tehdit edimiş, ölümle burun buruna gelmiş iki insanın “bir ya da üç özürle” düzeleceğini, her şeyi  bir yılda unutacağını düşünmesi maalesef tüm bu yaşanılanların sebebi ve Fatih Terim'in eksikliğidir..

Bir daha sorayım ben..

Bir ayrıntıya kızıp silahı ağzına dayayan Gökhan Töre’nin(ya da arkadaşının) geçen süreçte bu olayı basına sızdırdığı için daha da hırslanıp o silahı ateşlemeyeceğinin garantisini bana değil Ömer ve Hakan’a anlatıp ikna ettiniz mi? Sakın tüm bu tartışma bu küçük ayrıntıyı unutup olayı küçümsediğiniz için gerçekleşmiş olmasın?

Etmediyseniz bu olaylar zincirleme reaksiyon şeklinde gelişir ve asıl suçlu o reaksiyon içerisinde yer alan basını suçlar..

Olan budur.