7 Aralık 2013

7'n bitirdin beni arkadaş..


Bir dönem Dutt'un başında olduğu Freiburg Schaaf'ın Bremen'inden sürekli fark yerdi. Mesut'un güzel bir gol atıp Pizarro'nun attığı iki golle Bundesliganın en çok gol atmış yabancısı olduğu maçın sonrasındaki bir röportaj içerisinde Freiburglu oyuncu artık dayanamayıp şunları söylemişti "Ben sevmiyorum bu takıma karşı oynamayı. Hep fark yiyoruz, sevmiyorum"  Benzer şeyleri de Dutt da Guardiola'ya söyleyebilir.

Bayer Leverkusen'in başında olduğu zaman Robin Dutt o dönem yine Guardiola'nın çalıştırdığı Barça'ya misafir olmuştu Şampiyonlar Ligi maçında.. Sonucu biliyorsunuz, Barça 7 gol atmıştı..

Bugün Robin Dutt Bremen'in başında ve üstelik kendi sahasında yine Guardiola'ya rakip oldu.

Yine 7 gol yedi. Guardiola 7'di bitirdi Dutt'u.. Ki 7 olduğuna şükretsin. Sahada öyle bir futbola susamış Ribery vardı ki..

Leonard Kweuke!


Tam zamanını bilmiyorum ama 4-5 yıl önce Kweuke henüz 21 yaşında olduğu vakit Eintracht Frankfurt'a transfer olmuştu. Amanitidis'in uzun sürelli sakatlığı sonrası Frankfurt bu oyuncuyu kiraladı Slovakya Ligi'nden..  Bundesliganın en çok forma giyen oyuncusu olan Frankfurt yönetimindeki Körbel'e  onu tavsiye eden ise onun oradaki takımının teknik direktörü Werner Lorant idi.  Bir adam kendi takımının en iyi oyuncusunu neden başka takıma pazarlamak ister onu ben çözemedim. Gazetelere tam sayfa manşet olmuş demeci ise dönemin Stuttgart ve Wolfsburg'un formda golcülerine atıfta bulunacak şeklindeydi..

W.Lorant: "Kweuke ligi sallayacaktır, Gomez ve Grafite'den daha iyi"

Ve ne yazık ki Frankfurt 6 aylık kiralık dönemin ardından oyuncunun satışına onay vermedi. Kweuke sonra Energie Cottbus'a gitti yine kiralık.. Bu sefer de sakatlıklar sonrası performans gösteremedi. Lakin daha da ilginç olan ayrıntı ise faulleri..

Kweuke karşı karşıya kaldığı pozisyonlarda üç kez karşısındaki kaleciyi hastaneye yollamış bir adam. Dahası bu sene Mayıs ayında şu yukarıdaki fotoğrafın devamında gelişen faul sonrası 12 maçlık ceza aldı ki bir ihtimal transferine de sebebiyet vermiş olabilir. Daha kötü bir  fotoğrafı vardı ama onu almadım ben buraya... İran'dan Slobakya'ya.. 

Ordan Almanya'ya ve nihayetinde Rize'ye uzanan garip bir yolculuk..

6 Aralık 2013

Berni


Berni.. Bayern München'in maskotu. Sürekli gülümseyen yüzüyle yıllar yılı görür ederiz. Bu başka olmuş biraz. 

Bu gecenin en güzel fotoğrafı..

5 Aralık 2013

Cesare Prandelli: George Best'e hayrandım..


Şu kesin ki ben Prandelli'yi çok severim. Her iki açıdan. Mesleki ve insani. Etik değerler konusunda hassas oluşundan oynattığı sistemin yıkıcı ve devrimci yanına kadar.. Röportajı çok hızlı bir şekilde önemli kısımlarını çevirdim.

Almanya ya da İspanya.. hangisi?

Ben daha çok Belçika’dan çekiniyorum. Çok genç bir takım ve potansiyeli çok fazla.

Almanya’nın en büyük korkusu İtalya. İki kez yarı finalde İtalyanlara elendi.

Umarım Almanya ile çok çok sonra karşılaşırız, gruplarda değil.

Artık Almanlar ama yarı finalde İtalyanları görmek istemiyor

İyi o zaman finade karşılaşırız!

Francesco Totti! 37 yaşında geri dönüyor?

Biz ona şans getirmiyoruz, bu kesin. İki yıl önce gündemde değildi ve sakat da değildi. Şimdi bu formundan sonra “böyle devam ederse o da bizime olur “ dedim sakatlandı. Eğer 25 gol atarsa o elbette bizimle gelecek

Buffon 35’e geldi. Konfederasyon Kupası’nda da iyi değildi.

Pirlo için geçerli olan neyse Buffon için de aynı şekilde. Büyük maçlarda istenilen performansı ortaya koyuyorlar. Büyük maçların oyuncuları.

Çocukluğunuzda idolünüz kimdi?

Gençliğinizde kurallara karşı olursunuz.  Ben hep George Best’e baktım. Uzun saçları vardı, kimse durduramazdı, kadınlarla arası iyiydi, çok içerdi.  Bunlar hoşuma giderdi.

Dünya üzerinde Mario Balotelli ile sorun yaşamayan tek antrenör olmalısınız.

Doğal çünkü ben onun Milli Takım hocasıyım. Çok sık görüşmüyoruz. Kulüp antrenörü gibi her gün onunla beraber vakit geçirmiyorum. Ama biraz da anlayışlı olun bu çocuk daha 23 yaşında ve henüz kariyer zirvesinin oldukça uzağında. Ben bu yaşlarda çok ciddi sorunlar yaşayıp da ileride çok iyi konuma gelmiş pek çok futbolcu tanıyorum.

Ona ne gibi tavsiyelerde bulundunuz?

O iyi bir insan. İnsani açıdan güzel ve hayata karşı daha fazla gülümsemeli. Medyada yazılıp çizilen ile gerçekler arasındaki fark çok fazla. O medyada daha çok futbolculuğuyla gündeme gelmeli ya da bu şekilde ele alınmalı.
..
Antrenör olarak idolünüz?

İtalyanlar üzerinde konuşmak istemiyorum. Ben kendimi daha çok Johann Cruyff’a göre konumlandırdım.  Barça’nın bugünkü futbolu ondan sonra şekillendi. Keza Louis Van Gaal’in da bu dönüşümde etkisi fazla oldu

Bayern’in eski antrenörü Tanrı’dan sonra hemen kendisinin geldiğini düşünüyor.

İbrahimovic de böyle düşünüyor.

Dünyanın en iyi futbolcusu için kimlere oy verdiniz.

Andrea Pirlo. Çünkü o gerçek bir şampiyon! Ama bence Ronaldo kazanacak. Kazanmayı hak etti de. Seneler boyu istikrarını hep korudu. Elbette Franck Ribery de Bayern ile bütün kupaları kazandı.

İkinci ve üçüncü seçenekleriniz neydi?

Pirlo’dan sonra Ronaldo ve Rİbery

Rudi Völler


"Dürüst olmak gerekir. Artık Bayern München için mesele şampiyon olmak değil, daha başka hangi rekorları kırabiliriz diye bakıyorlar. Çok güçlüler.. Finansal olarak da. Mesela yarıştığı rakibi Dortmund'un oyuncularına verdiği toplam paranın iki katını veriyor Bayern.  Biz ise Dortmund'un yarısını ancak verebiliyoruz. Durum  bu. Bu yaz biz de Mhkitaryan'ı sormuştuk ama o parayı vermemiz mümkün değildi. Dortmund sorunsuz 25milyonu verebiliyor, biz veremiyoruz. Bu gerçeği kabul etmek zorundayız.."

Ballon dO'r


Nazarımda sadece sona kalan ilk üç futbolcunun değeri vardır. Sonrasında oluşan  farkları biraz da arkadaşlık-takımdaşlık ilişkileri belirliyor. Bazılarının oyları açıklanmış, onlara bakınca Eurovision'a dönüyor bu iş diyorum.

Şöyle ki;

Misal İtalya Kaptanı Buffon'un oyu nereye gidiyor? Elbette Pirlo'ya. Sonra Ronaldo ve Messi..

Efendim Kuba'nın oyu nereye? Ribery'nin rakibi Ronaldo ve Messi'nin yanı sıra üçüncüsü de takım arkadaşı Robert Lewandowski. En azından insaflı davranmış, Lewa'yı 1'e çekmemiş.

Peki Peru kaptanı Pizarro'nun oyu nereye gidiyor?

Elbette takım arkadaşı Ribery'e! Casillas? Ronaldo. Lahm'ın oyu? Ribery 

Vicente Del Bosque? Elbette Xavi. Sonra İniesta ve Ribery..

Deschamps? Haliyle Ribery 

İlginç olan bir diğer ayrıntı da Brezilya kaptanı Thiago Silva'nın seçimi: 1 Messi 2 İbra 3 Ronaldo.

Takım arkadaşı İbra'yı 1'e koymadığı gibi Arjantinli Messi'yi de 1'e koydu. Güney Amerika Kardeşliği.

Nihayetinde ik üç sırada devasa bir puan farkı oluşmazsa eğer farkı en fazla farklı ülkelerin kaptanını takım arkadaşı yapan kazanıyor diyebiliriz.

Bu yıla bakarak ilk defa kendi ilk 3 adayımı açıklıyorum:

1- Cristiano Ronaldo 2- Frank Ribery 3- Lionel Messi.

Joachim Löw bu oylamaya katılmayı reddettiğini açıkladı. Çok ciddi bir sorun olacaktı ortada. 23 futbolcudan 5'i Alman milli takımında oynuyor. Bunlardan herhangi birisini öne çıkarsa onu daha çok seviyor/yetenekli buluyor gibi tonla malzeme çıkaracaktı Alman basını. Aynı zamanda objektif olunamayacağını beyan ederek oylamayı reddetti. Haklı değil mi?

Kuba'nın ilk 3'e Robert Lewandowski'yi koyması ne kadar adil?

Vicente Del Bosque'nin sanki iki üç yıl önce olduğu gibi ortalığı kasıp kavurmuşlar misali Xavi-İniesta demesi? 

İlk üç oyuncu dünyanın eniyileri. Gerisi geyik..

Mesut


11 maç 3 gol 6 asist 33 gollük pozisyon yaratımı.


Cardiff maçında kötüydü. Yine de bu o maçı iki Mesut Özil asisti ile hanene 3 puan yazdırdığını gerçeğini değiştirmiyor. Sunderland maçından Norwich maçına kadar pek çok maça etki etti.

Yalnız bence en önemli katkısı takıma kazandırdığı ruh ve özgüven oldu. Onun gelmesiyle Arsenal'de her oyuncu kendisini şampiyonluğun bir numaralı adayı olan takımın futbolcusu gibi hissetti. Mesut çok kritik noktalarda ufak dokunuşlarla üçer puanları da kazandırdıkça Wenger'in dediği gibi her galibiyette daha güçlü oldular.

Orta saha kalabalığı, yerden kısa paslar ile bebaber sahte dokuz kaçınılmaz oluyor. Başka türlü boşluk bulmak çok zor. Üstelik Bendtner ve Giroud gibi ceza sahası içi forvetleri gezginleştirmek durumunda kalıyorlar ki bu konuda özellikle Giroud inanılmaz. 

Avrupa'da üç takımın pek çok farklılıkları olsa da ortak paydaları mevcut. Bayern München, Juventus ve Arsenal. 

Bu üç takım oyun içerisinde net bir forvet kullanmıyor. Beklerini ileri çıkarıyor, forvetlerini geri çekiyorlar, oyunu önde kuruyorlar. Ceza sahası ön çizgisi ile orta saha çizgisi arasına 8-9 oyuncu sıkıştırıyorlar. Üçü de geriye yaslanmış kabalık savunmayı kendilerine has çözümlerle aşıyorlar. Bayern gegenpressing, Arsenal da aynı şekilde ve fakat Juventus ise dönen topların karambolünde ikinci hücumlarda, ribauntlarda işi bitiriyor ki Pirlo bu açıdan çok önemli bir isimdi. Orta sahaların (Pogba,Vidal, Marchisio) arkasına sakladığı Pirlo'nun öldürücü vuruşu ikinci akınların yeniden organize edilmesi esnasında gerçekleşiyordu. 

Hülasa keyif veriyorlar ama en başta Mesut Özil.  Cardiff maçında onu oyunda tutan Arsene Wenger Mesut'un ne olduğunu ve neler yapabileceğinin farkında. Ben ilerleyen zamanda Wenger etkisiyle daha da farklı bir Mesut izleyeceğimizi düşünüyor ve heyecanlanıyorum.

4 Aralık 2013

Galatasaray: Sportif Direktör ve Kurumsallaşma

Bu işin piri Uli Hoeness 28 yaşında bu göreve atanmıştı.

Ülkemizde son dönem fazlasıyla tartışılan bir kavram oldu. Hakkında yorum yapanların görev tanımlaması konusunda net ifadeler kullanamıyor, ortada bir kaos var.

Sportif direktör Başkan ve Yönetim Kurulu Üyeleri  tarafından futbol takımını yönetmesi için görevlendirdiği atanmış profesyoneldir. İşinin büyük bir kısmı takımın sahip olduğu futbolcu kadrosu ve teknik direktörler ile olduğu için sıklıkla eski futbolculardan oluşur. Avrupa Kulüpleri’nde  yöneticilerin futbola olan uzaklıkları göz önünde bulundurularak bu alanı organize etmesi için memur atarlar.Teknik direktör ve oyuncularla yönetim arasındaki tampon bölgeyi oluştururlar. Takımın nerede kamp yapması gerektiğinden tutun da oyuncuların maaşlarına ve sözleşmelerine kadar olan bütün bu karmaşık işlerin yanı sıra takımı yönetmesi gereken teknik direktörü de belirleme işinde önemli rol oynar. Belki de en önemlisi kulübün futbol alanında uzun vadede yapacağı bütün planların kurucusu ve işleticisi olmasıdır. Profesyonelleşme ya da son dönemin moda deyimiyle kurumsallaşma yönünde atılması gereken birinci adım olmasına rağmen Galatasaray kulübünde böyle bir yapı yoktur ve fakat kurulma aşamasında olduğu dile getiriliyor. Öncelikle sportif direktör kavramının işlerlik kazanması için nasıl bir yapı kurulması gerektiğinden başlayalım. Dünyanın tartışmasız en profesyonece yönetilen kulubü olan Bayern München'e bakmakta yarar var. 


Bayern Münih Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri. İsimlere bakar mısınız? Audi, Telekom, Porsche gibi üst düzey şirketlerin yönetim kurulu başkanlarından oluşuyor. Mehmet Ali Aydınlar'ın listesiyle yarışır.  İşin doğrusu bu isimler en üst merci olmasına rağmen yönetim değil "denetim" kuruludur. Buradaki kodaman abiler "maaş alan profesyonellerden oluşan bir yönetim kurulu" oluştururlar. Aslında yaptıkları tek iş bu oluşturdukları yönetim kurulunun denetlemektir. Başarılı olunmadığı takdirde gerekirse görevine son verirler. Galatasaray'da olduğu gibi aralarından birisini "basın sözcüsü" seçmezler. O iş sportif direktörün hali hazırda yapmak zorunda olduğu işlerden birisidir. Galatasaray'da olduğu gibi başkan oyuncu ile bire bir ilişki asla kurmaz. Sadece Bayern'de  30 yıl atanmış bir profesyonel olarak sportif direktörlük yapan Uli Hoeness burada istisna oluşturur. Burada yine başkan ve yönetim kurulu üyeleri takımın oyuncusu ile bırakın primeri, sözleşme pazarlığı yetkisine sahip değil.  Bayern Münih başkanı Uli Hoeness'in bugün teknik direktörü kovma yetkisinin olmadığını biliyor musunuz? Ancak elbette kovma yetkisi bulunan profesyonellerin(Sammer, Rummenigge v.s.)  yönetim kurulu üyelerinin oy çokluğu ile işine son verebilir. 

Bu ayrım yine de önemlidir. Peki neden? Çünkü Hoeness eskiden olduğu gibi yönetim kurulunun seçtiği bir "profesyonel" değil kongre üyelerinin oylarıyla seçilmiş başkan. Teknik direktörün değerlendirmesini seçilmiş başkan yapamaz. Her başkanın geçmişinde 30 yıllıkk sportif direktörlük geçmişi yatmaz.  Elbette burada Hoeness bir istisna. Devam edelim. Altyapı çalışması içerisinde bulunmaz! Kulubün yönetimi içerisinde aktif rol almaz zira o işler için "tam gün" mesai ile çalışacak profesyonel bir yönetim oluşturulmuştur. Hülasa bu oluşturulan yönetimin icraatlerini seçilmişler sadece denetler, başarısına bakar ve zamanından önce kovmak gibi seçenekleri olduğu gibi zamanı geldiğinde sözleşmesini uzatma hakkına sahiptir. Zamandan da bahsetmek gerekirse teknik direktörün zamanları maçlarla ölçülür. Sportif direktörün ise atadığı birden fazla teknik direktörlerin görev süresiyle. 

Ömrü hayatı boyunca futbol oynamamış  ve fakat genel kurul tarafından seçilmiş başarılı işadamlarından oluşan denetleme kurulları bir futbol takımının hangi teknik direktör ile çalışması gerektiğinin kararını veremeyeceğinin farkındadır. Oyuncuların bazen teknik direktör zaman zaman şehir, kültür ya da başka başka nedenlerle yaşayacağı sorunlara çare olabilecek deneyime sahip değildir. Bir altyapı organizasyonu içerisinde neyin nasıl olacağını bilmediklerinin farkındadırlar. Takımın nerede kamp yapması gerektiğinden oyuncuların sözleşmesine kadar olan pek çok sorunu çözmesi için araya bir aracı koyarlar. İşte bunun adı sportif direktördür. Bir başka adı "biz bu işten anlamayız ama anlayanı takımın başına getiririz".  Ünal Aysal ile eylemleri olmasa da söylemler benzeşiyor.




 Seçilmiş yönetim/denetleme kurulu(Adidas, Telekom, Porsch v.s.) ve başkan Bayern Münih'i çeşitli alanlarda yönetmesi için profsyonellerden oluşan yönetim kurulunu oluştururlar. Sadece futbol değil mesele. Mali işlerden sorumlu Karl Hopfner 1983 yılında başvuruda bulunarak içeri girdi. 2012 yılında sağlık sorunları nedeniyle ayrılmak zorunda kalınca Adidas'ların, Telekom'ların olduğu denetleme kuruluna geçiş yaptı. Nihayetinde 29 yıl aralıksız Bayern'in ekonomisini yönetti. Sorun ne biliyor musunuz? Değişen başkanlar, yönetim kurulu üyelerine rağmen başarılı olduğu sürece aynen Uli Hoeness gibi orada kaldı. Karl Heinz Rummenigge önce kodamanların yer aldığı yönetim kuruluna girdi ama daha sonra aktif rol alabilecek birikime sahip olduğu için bugün Bayern Münih'in atanmış profesyonellerden oluşan yönetim kurulunun başkanlığını yapıyor. 

Bizde bu iş nasıl oluyor biliyorsunuz. Kongre üyeleri Başkan'ı ve yönetim kurulu üyelerini aynı anda seçiyor. Bu yönetim kurulu üyeleri profesyonelleri atamak yerine kendilerini atıyorlardı iş başına. Efendim sen futbol şubesinin başına geç, rıfkı sen mali işlere bak, Şükrü sen basın sözcüsü ol. Yahu orada profesyonellerin yaptığı işin açıklamasını yönetim kurulu üyesi neden basına anlatsın? Yok.




Bu maaşlı profesyonellerden seçilerek değil seçilmişlerin atamasıyla oluşturulan yönetimin üyelerinden birisi sportif kararlar konusunda yetkin olan sportif direktördür. Profesyonel bir yöneticidir. Geçmişinde Dortmund'da oynayıp teknik direktörlük yapması, Stuttgart'ın başında teknik adam olması önemsiz. İşini iyi yapıyor ve maaş karşılığı profesyonel yönetimin içerisinde bulunuyor. Bayern Münih'in alt yaş kategorilerinden A takımına kadar olan bütün lisanslı futbolcular ve teknik kadrolardan sorumludur. Teknik direktör ise sadece birinci ve ikinci takımdan... Bayern Münih'in transferlerinden oyuncu satışına, teknik direktörü kovmaktan işe almaya kadar her konuda söz sahibidir. Nihayetinde teknik direktörün en büyük yardımcısıdır çünkü zaten başarılı olacağı için işe alan kendisidir. Elbette bugün Bayern'in başkanı 30 yıllık efsane sportif direktör Hoeness olunca büyük kararlar burada alınıyor amma velakin Hoeness döneminde kongre üyeleri sadece sonucu denetler, işe karışamazdı. Beckenbauer bile Hoeness'e karışamaz gerekirse Hoeness sert bir şekilde karşılık verirdi. İlginç olan ne biliyor musunuz? 1994-2009 arası Bayern München başkanlığı yapmış Franz Beckenbauer'e maaşlı "elemanı" olan Hoeness fırça çektiği gibi Ribery kavgasında (2009) "hayır aramadım ve aramayacağım onu" demesidir.

Parasını alamayan oyuncu teknik direktör ile ilişki kurmaz, sorumlusu Sammer'dir. Yeri gelir transfer ettirdiği oyuncunun neden oynamadığının hesabını da sorar ama asla teknik direktörün kadro seçimi ve taktiğine, idman metotuna  karışmaz. Onun isteklerini gerçekleştirmekle görevlidir. "Bana Thiago'yu alır mısın" der. Bu isteğin üzerine Sammer Rummenigge ve finans müdürü ile oturup konuşur, uygunsa alınmasına karar verir. Sportif karar sportif direktöre aittir. Ekonomik açıdan Hopfner'a danışmak zorundadır sadece.

İstikrarı Teknik Direktör değil Sportif Direktör Sağlar

2011 yılında SİD’in yaptığı araştırma sonucu 80 üst düzey futbol kulübün 1998-2009 yılları arasında çalıştırdığı antrenörler üzerine yaptığı araştırmaya göre bir teknik adamın kulüplerde ortalama çalışma süresi 1.2 yıl. Gerçek şu ki bir futbol kulübünde istikrardan kasıt uzun süreli teknik direktör anlaşması değildir. Bir teknik direktör sadece 6 maç üst üste kaybetmesi sonucu işinden olacağı gibi aynı zamanda başarılı olması durumunda dahi Bayern Münih-Barceona-Real Madrid ve Manchester United gibi top kulüp olmadığınız sürece o kulüple yolları ayırması kaçınılmazdır.. Galatasaray da olsanız Terim’i Fiorentina’ya kaptırırsınız gibi. Haliyle çeşitli sebeplerden dolayı antrenör bir kulüpte bir yıldan fazla süre alması çok da kolay değilse bu istikrarı nasıl sağlarsınız? Sportif direktör işte bu noktada devreye girer. SID’ın araştırmasına göre CEOya da Sportif direktörlerin  ortalama çalışma süresi 5.1 yıldır. Teknik direktörlerin sadece yüzde 9.8’i sözleşmelerinin toplam süresi boyunca çalışırken CEO-Sportif direktörlerin yüzde 64.9’u sözleşme süresini tamamlayabilme başarısını göstermişler. Nihayetinde bir futbol kulübünde istikrar teknik direktör değil sportif direktör eylemleriyle ancak mümkün olur. 

bir örnek..

Mainz'ın başında 1991 yılından bu yana Christian Heidel sportif direktör olarak bulunmaktadır. Jürgen Klopp'u oyunculuktan teknik direktörlüğe atayan Heidel aynı zamanda Klopp sonrası başarı ivmesini Thomas Tuchel ile arttırmıştır. Üstelik ikinci ligden birinci lige çıkaran teknik direktör Andersen'i "felsfe uyuşmazlığı nedeniyle başarılı olmasına rağmen kovarken yerine henüz üçüncü ligde dahi takım çalıştırmamış Thomas Tuchel'i getirmiştir. Mainz gelip geçen teknik direktörlere rağmen istikrarını korudu, çıtasını günden güne yükseltti.



Almanya'da Felix Magath hem takımın teknik direktörü ama aynı zamanda da sportif direktörü olan yegane şahıstı. O dönem sıklıkla tek bir insanın hem teknik direktör hem de sportif direktör olup olamayacağı tartışmaya açıldı. Jürgen Klopp şöyle demişti:

"Watzke(CEO) ve Zorc'un (Sportif Direktör) dahil olamayacağı, sadece benim vermem gereken o kadar çok karar var ki bu işlerin bir kısmını Watzke ve Zorc'un devralmasından dolayı ben çok memnunum. Diğer türlü nasıl çalışılır bir fikrim yok ama sanırım ben yapamazdım".


Fatih Terim ve Kurumsallaşma

Bizim memlekette sportif direktör diye bir ayrıntı yoktu. Denetleme kurulu olarak çalışması gereken seçilmiş yöneticiler profesyonel olarak ne gariptir ki kendilerini atıyorlardı. İşadamları oyuncu transfer ediyor, teknik direktörün kim olacağına karar veriyor, kadroyu oluşturuyor ve aslına bakılırsa sürüyle yanlış iş yapıyorlardı. 1996 yılında Fatih Terim Galatasaray'ın başına geldiğinde aslında ilk defa bir futbol kulubünde kurumsallaşma kendiliğinden gerçekleşti. Alman değil de İngiliz modeli. Orada biliyorsunuz menajerlere yönetim kurulu bir bütçe verip işine karışmaz, sonuca bakarlardı. Her türlü sportif karar da takımın aynı zamanda teknik direktörü olan menajerler tarafından verilirdi. Ya da Felix Magath'ın Bundesligada Stuttgart ve Wolfsburg takımlarında yaptığı gibi. Terim'in karizması işadamlarını Almanya'da olduğu gibi sadece "denetleme kurulu" şeklinde çalışmaya doğru itti. Pek çok açıdan eksik olsa da kendisinden önceki döneme göre "daha profesyonel bir yönetimin" oluşmasını sağlamıştır.

Şu kesin ki Terim'in olduğu yerde Alman modeli bir sportif direktörlük kavramını hayata geçirmek mümkün değildi. 

Ünal Aysal artık ingilizlerin de yavaş yavaş terk etmeye başadığı bu menajerlik sistemi yerine Almanların başını çektiği sportif direktör modelini uyulamaya geçirmek istemiş olabilir. Lakin bunun olması için futbolu yönetecek olan atanmışlardan oluşan yönetim kurulunu teknik direktörden alımından önce oluşturması gerekiyordu. Şirketin başkanı,mali sorummlusu ve sportif direktör gibi tamamen maaşlı elemanlardan oluşan bir yönetim kurulu. Bu kurulun üyesi olan sportif direktörü teknik adamı belirler. Ancak o zaman futbola dair çeşitli projeller hayata geçirilir ve en önemlisi çeşitli nedenlerden dolayı her iki yılda bir değişen teknik direktör istikrarı bozamaz. 

Lakin bunların olması için öncelikle seçilmiş yönetim kurulunun kendisini pasifize edip sadece "denetleme kurulu" olarak arka planda kalması gerekir. Asıl soru bunu başarabilir mi? Kurumsallaşmanın bu ülkede en zor ayağı profesyonelleri atamak değil onlara görev yapacağı alanı sunmaktır. Bizim memlekette istediğin insani istediğin pozisyona getir, bu para babaları geri planda kalmayı başaramazsa hepsi hikaye olur

2 Aralık 2013


Hayat felsefem kısaca bu. 

Miki Özür..


Maç sonrası Klopp oyuncusu Mhkitaryan'dan özür diledi, neden?

Penaltı oldu. Takımın penaltıcısı Mhkitaryan ve aslında Klopp da kenardan bunu hatırlatmak istiyor, Mhkitaryan da zaten topun başına geçmek üzereydi. Lakin Klopp ellerinle 10 yapacağına 9 yapıyor ama o 10 yaptığını düşünüyor. İşareti gören Lewandowski de Miki'den topu alıp gol yapıyor. Neyse ki gol..

Zira aslında Mhkitaryan'ı işaret etmek istemiş. Birazcıcık alınganlık yapan oyuncusundan da maç sonu özür diliyor, böyle böyle oldu diyor.. Bild de diğer işaretlerin anlamını çıkarmış.


Onun sisteminin aslına adı "geçiş futbolu". Bu hareketi yapıyorsa o geçiş gerçeklemiyor demektir.  Eğer bu parmağı bu şekilde kaldırıp yapıyorsa anlamı şudur: "Hızlı bir şekilde savunmadan hücuma, hücumdan savunmaya.."

Yani bu olmadığı için sinirlenen Klopp bu şekilde takıma uyarı çekiyor.."Savunmadan hücuma, hücumdan savunmaya.." İşin özü bu zaten.


Sanırım iki elini birden gözlerine götürmesi her şeyi ayrıntılarıyla anlatıyor..

"Hadiiiii canlanın ve dikkat edin.. Eğer tam bu zamanda konsantrasyon sorunu yaşarsan bitersin, tehlike kapıda"

demek.. Canlanın ve uyanık olun işareti.


En güzeli bu.. Dizleri hafif kırmış, yüzü anlatıyor her şeyi.

"İkili mücadeleye daha yoğun ve konsantre bir şekilde girin.. "

Kalbinizle oynayın diyor, mücadele gücünü yeterli görmüyor yani. Şahsen ben böyle Klopp'u görsem saha dışında konsantreyi hepten kaybederim..

Kaptan!


Kavgalar her türlü ilişkide insanların birbirlerine kendilerini tanıtma şeklidir. Sınır çizmektir. Aşırısı ve sıklığı elbette zararlıdır ama sağlıklı ilişki içerisinde kavgalar vardır her zaman. Sıradan ilişkilerde de kavga olmuyorsa bilin ki içeride bir yerde çok daha büyük kavgalar oluyordur sizden habersiz..

Öte yandan.. Sabri'nin bu kavgaya da ihtiyacı vardı.Galatasaray kaptanı ve bunu artık insanların kabul etmesi gerekir. Doğrusunu söylemek gerekirse Melo'ya olan bu çıkışına şaşırdım, zordur bu karaktere "yerine geç" denilmesi. Taşın altına her zaman elini sokmuş, örnek bir profesyonel olan Sabri burada da üzerine düşeni yapmaktan çekinmedi. Sonrasında kavgaymış, oymuş, buymuş. Sabri sahanın içerisinde olması gerektiği gibi davrandı. 

Örnek bir profesyonel dedim, şaşırmayın. Her zaman çalışır. Amatör ruhu onun hiç kaybolmadı. Her zaman sahada elinden gelenin en iyisini yapma gayreti içerisindedir.  Bir yıldız havasına ömrü boyunca sahip olmadı.Sağ açık olarak eleştiri mümkün ama sağ bek olarak seviyesi bana göre bir hayli iyi. Kasımpaşa maçında sıkışan stoperlerin başvurduğu Riera ilk yarı boyunca hem topu sürekli kaptırdı hem de ileride tek bir aksiyon dahi gerçekleştiremedi. Oysa Sabri attığı taçla golün hazırlanmasına katkıda bulunduğu gibi o bölgeden oyunu sağ ayaklı olmasının avantajıyla dikine açmayı başardı. Yine de sağ bek olarak sağ ayakla uygun değil, risk taşıyor.  Üstelik Drogba'ya bomboş pozisyonda al da at dedi ama olmadı. Olan hem üç puana hem de Sabri'nin asistine oldu.

Bir dönem çocukluğumuzda zırt erenköy muhabbeti öyle tiksindirici bir hale gelmişti ki yapanı aforoz ediyorduk ortamdan.. Sabri ile ilgili geyik yapana da öyle bakıyorum artık.. "Aaa bak yine ahahah Sabri orta yapamadı" diyene şöyle gerilip gerilip.. 

Bi bitmediniz amk.. diyesim var.

Jaws


Jürgen Klopp'un Gelişimi


Jürgen Klopp “kalas” diye nitelendirmekte sakınca görmeyeceğiniz bir futbolcu tipiydi. Oynadığı bütün alt yaş kategorilerinin hemen hepsinde kaptan olmuş, kazanma tutkusu görüp görebileceğiniz belki de en yüksek futbolcuydu.  Jürgen Klopp’un hem rakibi olmuş hem de aynı takımda oynamış Ansgar Brinkman  Klopp’tan daha çok takım arkadaşı olduğunda korktuğundan bahsediyor. Arkanızda Klopp varsa sonuna kadar mücadele etmelisiniz yoksa işiniz zor diyordu. Liderliği aslında kazanmaya olan tutkusundan ileri gelir. Onu tanımlayan özelliklerin başında hırs ve tutku gelir, bunu herkes bilir. Retoriği güçlü, esprili ve herkesi kendisine hayran bırakan o aurası bir yana hırsı ve tutkusu en önemli özelliği. Ama bunlar kazanmaya yöneliktir, galibiyete olan özlemdir.  Yıllarca babası ona çocuğu değil yetişkin bir rakibi gibi davranması nedeniyle çocukluğu boyunca kazanamamış bir adamın kazanmaya doğru çıktığı çok uzun bir geçmişten bahsediyoruz, tutkunun oluşum sürecinden. Üstelik futbola olan yetersiz tekniği ve kabiliyeti onu birinci Bundesligaya uzak tutmuş amma velakin Mainz’in kulüp tarihinin en çok forma giyen oyuncusu yapan da hırsı olmuştur.

Teknik direktörlük onun için futbol oynayarak yapamadığını başka türlü başarma biçimiydi. 1995’te Spor bilimleri akademisinden mezun olup “Walking” üzerine tez yazdı. 1996’da henüz antrenörlüğünden beş yıl önce aynı zamanda alt yaş takımları çalıştırmaya başladı. Nihayetinde Mainz sezon içi teknik direktör değiştirmesine rağmen başarılı olamamış ve ligin bitimine 12 hafta kala düşmeye oldukça yakın bir konumda Christian Heidel ona şu soruyu sormuştur: “Teknik direktörlük yapmak ister misin?”
Cevap kısa ve net:


Yaparım.

Klopp o dönemi anlatırken kendisiyle barışık olan eğlenceli karakterinden  de bir parça dışa vuruyordu. “Düşünebiliyor musunuz 33 yaşında henüz takım çalıştırmamış, topa vurmaktan aciz bir adama bu teklifi yaptılar, ne kadar cesurca değil mi? Kim bilir belki de benim futbolu bırakmamın sevinci vardı gözlerinde, onu tam bilemiyorum” Klopp kendi kendisiyle dalga geçer ama bunu öyle güzel yapar ki bir stand up yapması gerektiğini düşünürsünüz. Yaptı da..Mainz’ın başında iken menajeri ile oyuncu analiz etmek için arabayla çıkılan Fransa yolculuğu anlattı. Fransızca konuşan navigasyon ve kendilerinin dışında 12 kişinin daha maçı izlemeye gittikleri ilginç bir macerayı stand up şeklinde sundu.  Almanca bilmeyenler Jürgen Klopp’un girdiği her ortamın tamamına hükmeden o aurasını algılamakta zorluk çekerler ama yine de uzaktan da olsa görülebilir. Rahatlığını neye borçlu biliyor musunuz? Kameraları umursamıyor. Her zamanki hali bu zaten.  Bir başkasının onun hakkındaki yorumu önemsiz, o kendini gerçekleştiren ve istisnasız her yerde yaşayan olduğu gibi yaşayan bir adam. Sadece bu yüzden Mainz sonrası Dortmund öncesi gittiği bir görüşmede onu kabul etmeyeceklerdir ilerleyen yıllarda.  Hamburg ise onu izlemek için scout gönderip “antrenmana en son çıktığı” için teklif yapmayacaktır Mainz’da  antrenörün antrenmana en son çıkmasının bir ritüel olduğundan habersizce..



2006 Dünya Kupası ve 2008 Avrupa Şampiyonası’nda ZDF’teki yorumculuğu dillere destandır, tüm Almanya sevmiştir bu adamı zira komplekssiz, retoriği güçlü, esprili dili ve neşesi hayran bıraktırmıştır herkese. O yorumculuk esnasında pozisyonları algılayışı ve değerlendirişi de takdire şayandır. Önder Özen’in farklı bir versiyonu.  Orada yine Jogi Löw’de de olan pozisyon bilgisi ve bunu karşısındaki insana aktarma becerisiyle de öne çıkacaktır. Başa dönersek eğer..33 yaşında oyunculuğu tek bir anda bırakıp teknik adamlığa geçişi oldukça sıkıntılı bir zamanda gerçekleşti.  Ve Klopp işte o zaman futbol hakkında düşünmeye başladı.

“Rakip topa sahip olduğunda biz ne yapmalıyız”

Klopp’un teknik direktörlük kariyeri bu sorunun cevabıyla başladı ve bugün yine bu sorunun cevabını aradığı için yeni ve farklı sistemler geliştirmeyi başardı. Nihayetinde ne Mainz ne de o dönem devraldığı Dortmund takımının ortalama yetenek kapasitesi rakipleriyle boy ölçüşecek düzeydeydi.  Tüm konsantrasyonunu savunmaya verdi.  Düşmeye ramak kalmış takımın başına geldiğinde üç gün sonra karşılaşacağı rakibi zirvede puan puana giden Duisburg olmuştu. Maçı Babatz’ın rastgele atılan uzun top sonucu gelişen atakta attığı tek golle kazanmayı başardı. Weiland o günleri “Topa sahip olduğumuzda yaptıklarımızda bir değişiklik yoktu, gerçekten kötüydük ama artık rakipler bize karşı pozisyon bulmakta dahi zorluk çekiyordu, ısırıyorduk ama sahanın her yerinde..” diye anlatacaktı. 

Jürgen Klopp’un felsefesinin kaynağı o dönemi anlatırken kurduğu şu cümlelerde yatar “O zaman karşılaştığımız rakiplerin hemen hepsinin kadrosu bizden bir değil iki sınıf daha yukarıdaydı. Ama futbolda gerçek olan şu ki iyi takım her zaman kazanacak diye bir kaide yok. Üstelik belki onlar topa sahip olduğunda daha iyi işler yapıyor ama biz de topa sahip olmadığımızda çok daha iyi işler yapacağımızı biliyorduk. İyi bir savunma yapmak için muhteşem bir yeteneğiniz olması gerekmiyor, bu gerçeği unutuyorlar



8 maçta 7 galibiyet alarak mucizevi bir şekilde ligde kaldı Mainz.

Düşme potasından çekip çıkardığı Mainz sonraki süreçte sadece zirveye oynadı. İki yıl üst üste dördüncü olarak birinci Bundesligaya yükselemedi ama  hep zirveye oynadı. 2004 yılında birinci Bundesligaya Mainz tarihinde ilk defa henüz antrenörlük lisansı dahi olmadan Klopp yönetiminde çıkmayı başardı. 2004 yazında ise Köln’deki akademiyi ziyaret edip lisansını aldı.“O dönem sadece topa karşı alınacak olan tavır üzerine çalıştık. Bu aynı zamanda takımın kendisine olan güvenini arttırdı. Diğer konular üzerinde duysaydık özgüven sorunu da yaşayabilirdik”.

Karakter  yetenekten daha önemlidir.

Klopp’un her zaman vurguladığı bir gerçektir. Onun örnek aldığı antrenörlerin de antrenman bilgisinden önce karakteri önce gelir. Futbolcu çok yetenekli olsa da AudiStar Talk’ta bahsettiği gibi karakteri uygun olmadığı için pek çoğuyla yolları ayırmak zorunda kalmıştır. 2009’da Dortmund’un “La Masia”sı kuruldu. Yeni bir akademi. U9’dan U23’e kadar.. Dortmund’un İnternet sitesinde tanıtımı “Futbol yeteneği ve karakter gelişimi” ayrıntısı dikkat çekti. Kişisel gelişim her şeydi ve Barça okulu örnek alındı. Bochum Ruhr Ünivesitesi Psikoloji bölümünden önemli bir destek alınırken bu eğitim sadece futbolculara değil aynı zamanda alt yaş takımlarında yer alan bütün hocaları da kapsadı.  Mental idmanlar her şeyden önemli oldu. Üstelik Barcelona sadece La Masia’sı ile değil oynadığı futbolla da Jürgen Klopp’un dikkatini çekti.



Barcelona ve Gegenpressing

Jürgen Klopp’un hayat hikâyesinin yanı sıra iki yıl üst üste şampiyon olan takımın taktiksel analizinin de yapıldığı “Echte Liebe”  kitabında bir Barcelona kısmı mevcut. Burada Klopp’un 2009 yılındaki Barça’dan ne şekilde etkilendiği ayrıntılarıyla anlatılıyor. Bizim memleketin teknik adam ve yorumcuları Barça’yı ilk dönem Xavi-İniesta sonraki yıllarda ise Messi yeteneğinden ibaret erişilemeyecek bir tanımsız obje olarak yorumlarken Klopp başka yere baktı. Yeteneğin en ufak bir rolü olmadığı alana.  Barça futbolundaki ilk dikkatini çeken detay Barça’nın topu yeniden ele geçiriş metodu ve pres bölgesi oldu.  Savunmanın ne kadar önde kurulduğu ve topu yeniden kazanma savaşının nerede yapıldığı. “İnanılmaz.. Her futbolcu topun olduğu bölgedeki baskıya aynı ölçüde destek veriyor. Lionel Messi  kaybettiği topun arkasından mücadeleyi en çok yapan oyuncu dahi olabilir. Topu kaybettikleri anda sanki o beş saniye olmazsa bir daha topu hiçbir zaman alamayacaklar gibi telaş içerisinde baskı kuruyorlar.  Benim için dünya futbolunda olabilecek en iyi rol model bu oldu.” İlerleyen zamanda özellikle kenar forvet seçimlerinde bu model etki etti. Klopp her zaman takım savunması üzerine çalışsa da bu savunmayı ön alanda gerçekleştirdiği için oynattığı futbol her zaman hücum futbolu olarak anıldı. Onun savunması hücumun başlangıcıydı. Klopp savunmaya önem verdikçe hücum sayıları artmaya başladı. "Umschaltspiel" dedikleri Almanların hemen hemen bütün takımarında görülen atağı kestiğin anda hızlıca saldır prensibine çeşitli detaylar kattı.  Gegenpressing aslında topu hangi bölgede alacağının bir başka ifadeyle hücumu nerede başlatacağının teorik olarak önceden işlenilmesidir. 

Barça’dan çıkarılan dersler

Klopp  mesleğe başladığı günden itibaren topa sahip olmadığında yapılanlarla ilgilendi. Çünkü antrenörün asli görevi ya da farkı yaratacağı alan ona göre budur. Daha doğrusu zayıf kadrona rağmen çeşitli başarıları ancak burada yaratacağın farkla kazanırsın çünkü topsuz alanda Messi’nin yeteneğinin en ufak bir önemi yok. Messi’lerle, Robben’lerle, Ribery’lerle başka türlü nasıl boy ölçüşeceksin?  Klopp bunu şu şekilde ifade ediyordu “Eğer biz belirleyici olan Bayern Münih maçlarında Robben’i ikileyip zaman zaman üçlü sıkıştırma ile dışarı çıkarmasak Robben yeteneğiyle başka türlü nasıl başa çıkarız?”  Barça’yı yenmenin mümkün olup olmadığını sürekli kendisine soran Klopp nihayetinde şu sonuca varıyor. “Onları ancak doksan dakika konsantrasyonunu kaybetmeden savunursan bir  ihtimale sahip olursun. En son bu denli yüksek konsantrasyona  sanırım Albert Einstein sahip olmuştur.”  Barça’yı yenmek ya da parayla yetenekleri kadrosuna katanların önüne geçmek için konsantrasyon ve mental yeterliliğin önemini kavradı.  İşte Life Kinetik de bu şekilde Klopp’un hayatına girdi. Aşağıdaki röportajda ayrıntılıbir şekilde anlatıyor. Oyuncunun mental yönden gelişimini sağlayan bu metodu oyunda kazanmanın gereği olan mental yeterliliği sağlamak için her Çarşamba günü antrenmana yerleştirdi. Nihayetinde Klopp’un bir fikri vardı ve bunu gerçekleştirmek için cesur adımlar atmak zorundaydı.



Topa karşı agresif olmayan gider

Dortmund takımında Mainz’da olduğu gibi ona verilen kadro istediklerini yaptırmak için yetersizdi. İki merkez orta sahalı pres gücü yüksek ofansif 4-4-2’den vazgeçmek zorunda kaldı. Nihayetinde gerçek şu ki var olan oyunculara göre bir sistem inşa etmek. Ama asıl cesur kararları bundan sonra oldu. Efendim Mladen Petric muhteşem gollerin adamıydı. Frikik atar, ceza sahası dışından kaleyi çok güzel görür, ince paslar atar ama narin, koşmaz ve mücadele gücü düşüktü. Gönderildi ve hatta pek çoklarına göre iki klas daha aşağısında yer alan ama sisteme çok daha uygun olan  Mohammed Zidan ile takas edildi. Tamamen kendi futbol fikrine yönelik bir icraat. Alexander Frei deneyimli bir golcü. Forvet arkası da oynar. Derbilerde goller hep ondan gelir ve sürekli gol atardı. Gönderildi ve gittiği yerde de atmaya devam etti. Rakip takıma baskı kurma konusunda sorunlu olan her oyuncu gönderildi.  Barça’dan sadece gegenpressing’i değil aynı zamanda rakip ceza sahasında hücum oyuncularıyla savunma yapma fikrini de çalmıştı. Farkı ise topa sahip olduğu andan itibaren hızı hücumlar ve bunun için de radikal adımlar atmak zorunda kaldı.



Dortmund tarihinin en genç tandemi

Kohler, Wörns  ve Kovac  gibi yıllar yılı milli takım formalarını giymiş deneyimli  stoperler olmasına rağmen Klopp’un oyun sistemine uymuyorlardı.  Nihayetinde Klopp topun kazanıldığı andan itibaren hızlı ve dikine oyunla hücumu gerçekleştirmek istediğinde bu oyuncular engel oluyordu stoper oynamalarına rağmen.  2008 yılında Dortmund ile ilk maçına 1988 doğumlu iki genç  stoper olan Hummels ve Subotic ile çıktı. Dortmund tarihinin en genç tandemiydi bu.  Santana atlet, hızlı ve atik olmasına rağmen teknik açıdan kusurluydu. Aşağıdaki röportajda onun teknik açıdan gelişmesi için nasıl çalıştırdığını anlatıyordu. Nihayetinde  ona göre Barça bir bütün halinde bir planı uyguluyordu.  Dortmund takımının maddi yetersizlikler içerisinde topla inanılmazları başaracak yeteneğe Barça gibi sahip olması çok zordu belki ama doğru bir plan olursa onlar kadar etkili olabilirdi. Tüm takım topun arkasına geçmeli ve topa sahip olduğunda henüz rakip yerleşim almadan işi bitirmeli. Yerleşik savunmayı delecek kadar bireysel yeteneğe ihtiyaçları yoktu ama o gollük şansları yaratacak gençliğe ve bilgeliğe sahipti.


Oyuncu gelişimi ve Zeljko Buvac!

Eğer sizin üst düzey yeteneğe ödeyecek paranız yoksa geriye tek bir seçenek kalıyor: Kendi yıldızınızı kendiniz yaratmanız. Marcel Schmelzer’i Klopp eski scoutundan duymuştu. Dede’den başka sol bek yok, neden ikinciyi aramıyoruz dediğinde “Dede sakatlanmaz ki” dediler. Tam da bunun üzerine ligin henüz başında Dede çok ciddi sakatlık yaşadı. Önceden hazırladığı kimsenin dikkatini çekmeyen altyapı oyuncusu Scmelzer orada başladı kariyerine ve milli takıma kadar “Klopp” gelişimi sonrası yükseldi. Şimdi anlamanız oldukça zor olacaktır ama Klopp’a gelen Kagawa’lar, Schmelzer’ler, Lewandowski’ler, İlkay’lar, Nuri’ler.. Bu oyuncuların pek çoğunun ben Klopp öncesi durumunu da biliyorum. Hummels’de Bayern hata yapmadı ya da İlkay’ı ucuza değil o dönemki performansına rağmen pahalıya dahi aldığını söyleyebiliriz. Bu oyuncuların hepsi Klopp’un ve hiçbir zaman yanından ayırmadığı, lisansının olmadığı dönemde takımın başında çıkan Zeljko Buvac’ın eseridir. Klopp “Biz kendimize özel 300 antrenman metodu uyguluyorsak bunlardan 200’ü Buvac’ın fikridir. Buvac bütün antrenman metotlarının üstadıdır, her gün ben ondan yeni bir şey öğreniyorum” diyerek  hakkını da vermeyi hiçbir zaman ihmal etmedi. Telepatik olarak anlaşıyorum dediği yardımcısı Klopp’un her şeyi.  Napoli maçında aldığı tribün cezası sonrası hiçbir zaman endişelenmedi zira yıllar yılı yanında kalan yardımcısı ile farklı bir şekilde düşünmesi Klopp’a göre oyun içerisinde dahi mümkün değildi.



Koştur Klopp koştur..

Antrenörlüğe başladığı ilk günden bu yana muhasebesini yapmıştı: Topla inanılmazları başaracak yetenek yoksa topsuz alanda imkansızı başaracak bir takım yaratılabilirdi. Bunun da önkoşulu rakipten daha fazla koşmak, yakalanılan boş alanlara oyuncuları hızlı bir şekilde yerleşmesi ve topa sahip olunduğu andan itibaren atılacak olan sprintlerle sonuca gitmek. Koşu mesafesi ve sprintler işin özüydü. 2011’de ayrıntılı analizler yayınlanmaya başladığında Klopp’un takımı farkını ortaya koydu. 2011 yılının ilk maçında Hamburg’a karşı her anlamda üstündü. Topla oynama yüzdesi yüzde 58’e vurmuştu ama asıl fark koşu mesafelerindeydi.  Takım doksan dakika içerisinde 124.9 km koşarken rakibi Hamburg’a (113.7) 10 km fark atıyordu. Sadece Sven Bender 12.9 km maç içerisinde mesafe kat etmişti.  Dortmund 193 sprint ile inanılmazı başarırken Hamburg’a yine bu alanda 43 sprint fark atıyordu.(Hamburg 150).  Kimbilir belki de bu yüzden oyuncular bu rakamların görünür olmasından rahatsız olmuş ve değerimizi düşürüyor diyerek engellemeye çalışmışlardı. 

Bundan sonrası..

Topa karşı agresif tutum, pres ve karşı pres, dikine oyun mentalitesi Klopp’un değişmezleri. Öyle etkili pres yapıyor ki bugün dünyanın bana göre en iyi takımı olan Bayern Münih dahi bu presi aşmak için belki de Guardiola'ya bir ilki yaşatıp uzun top kullandırtmak zorunda kaldı. Bayern 3-0 yense de Guardiola'nın bu prese duyduğu saygı bugün hala konuşulmaya devam ediyor.  Lakin sorunlar mevcut. Her şeyden önce Klopp’u rahatsız eden oyuncuları elde tutamayışı. Bugün hala Götze’yi aradığını dile getiriyor. Ekonomik açıdan daha iyi olmalı. Avrupa’nın henüz ilk 10 takımı arasında bile olmadığını dile getiriyor ama buraya da oldukça yaklaştığının farkında. Artık bireysel yeteneği üstdüzey olan oyuncuları alma imkanlarına sahipler. Bu yüzden Dortmund’un oyununda değişecek olan ayrıntı Klopp’un geçenlerde verdiği röportajın içerisinde söylediği gibi topa sahip olduklarında yapılacaklar kısmı. Borussia Dortmund ve Jürgen Klopp kendi koşullarına göre bir taktik anlayışı geliştirdiler. Her biri 5 milyonu dahi geçmeyen ve pek çoğu altyapıdan gelen oyuncularla tarih ancak bu şekilde yazılabilirdi. Ama artık ikinci perde başlıyor Jürgen Klopp için zira koşulları değişti ve özü değişmese de farklı bir plan uygulamaya konuluyor.. 

Jürgenn Klopp ve Oyuncu Gelişimi



Başka oyuncuları belki yeteri kadar iyi tanımayabilirim ama İlkay başka. Ben henüz daha herhangi bir resmi maç yapmadığı halde sadece İlkay oynuyor diye Bochum'un hazırlık maçını izlemiş, onun hazırlık maçı dahil ilk defa oyuna gireceği ana şahit oldum. O ilk an sonrası Bochum'daki altyapı hocası Michael Oenning'nin ikinci ligde kötü giden Nürnberg'e geçmesiyle beraber İlkay'ı oraya aldırması ve bu süreci yakından takip ettim. Nihayetinde Mehmet Ekici ile beraber iyi bir sezonun ardından Dortmund'a geldiğinde İlkay'ı çok iyi biliyordum. Nuri'nin yerine yapamaz dedim. Öyle de oldu, sezona çok kötü başladı İlkay. Dortmund da Şampiyonlar Ligi'nden elendi, kötü bir süreç yaşadı taa ki İlkay orta ikiliden aforoz edilesiye kadar. Bir süre yok oldu İlkay. Sezon sonu 119.dakikada Fürth teknik direktörü penaltı kurtarsın ve atsın diye kalecisini dahi değiştirdiği esnada İlkay'ın golü geldi hatırlarsanız..

Bambaşka bir İlkay çıktı sahaya. Benim o güne kadar tanıdığım İlkay'ın dışında bir şey. Ama en çok neyi dikkat çekti biliyor musunuz? Saha görüşünün muazzamlığı ve Nuri gibi 30-40 metreye muazzam paslar atması.. Böyle bir oyuncu değildi bu diyorum..  Ve bakın burada henüz şampiyonlu kazanmamış bir Jürgen Klopp röportajın bir kısmı var. (Ağustos 2009) Sanırım bu her şeyi çok daha iyi anlatıyor, özellike Life Kinetik ayrıntısı çok çok önemli.. 

........
Geçenlerde Bayern'den kovulan Jürgen Klinsmann'ın şu sözünü bilirsiniz. "Her gün her oyuncuyu biraz daha iyi yapmak". Bir oyuncuyu geliştirmek nasıl oluyor?

Basında sıklıkla “sistem” ya da “antrenörün rolü” kavramları sıkça kullanılır ama gerçekte bir oyuncunun gelişmesi için hangi idman metotları gerekiyor ya o oyuncudan istenilen nedir gibi sorular pek cevaplanmıyor.

Ve?

Pedagojik olarak işin doğrusu oyuncunun zayıf yönlerini eleştirmek yerine güçlü taraflarını öne çıkarmak. Biz bu yüzden biz oyunculara “Sen bunu yapamıyorsun, sen bunu yapamazsın” gibi yaklaşım göstermiyoruz.  Ben oyuncuma güvenip onun kendisini nasıl geliştireceğini gösterdikten sonra geriye iki şey kalıyor; bana ve kendisine inanması.

Tek başına inanması yeteneğin yerine geçmiyor nihayetinde. Zayıf tarafları nasıl geliştirilecek?

Üzerine çalışılacak. Yine ve yeniden antrenman edecek. Çok iyi bir örnek olarak bizim savunma oyuncumuz Felipe Santana’yı konuşabiliriz. Gerçekten istisnai bir fiziğe sahip ve en iyi atlet oyuncuların başına geliyor. Her türlü ikili mücadeleyi kazanabilir ama tekniği zayıf.  Şimdi bu sorunlu tarafı düzeltmek için şu soruyu yeniden sormalıyız: Bir stoperin takımdaki fonksiyonu nedir? Ne şekilde bir stoper maçta belirleyici olur? Bir stoper sıklıkla son noktadır. Doğru pası atmaz, rakibi zamanında durdurmaz ve o gerekli müdahaleyi yapmazsa yüzde yüzlük gol şansını rakibe verir. Dolayısıyla bu pozisyonda oynayan stoperin ortalama bir tekniğe de ihtiyacı var.  Biz Santana’ya üç konuda sürekli idman yaptırdık.  Top kontrolü, pası alma ve pas verme. Sürekli bu üç ayrıntıda idman yaparak ancak kendisini geliştirebilir.

Peki diğerleri bu basit konularda çalışması karşısında alay etmiyor mu?

Saçma. Alay etmiyorlar çünkü herkesin başına gelebilir ve geliyor da.  Antrenman dediğin tekrardır.  Bu bir müzisyen için nasılsa sporcu için de öyledir.  Geçenlerde baterist üzerine bir film izlemiştim ve orada olayı içselleştirmek için 1600 kere ritmi tekrar ederek çalışması gerekiyordu.  Adam nedeni üzerinde düşünmüyor, bütün gün bateri çalıyor, aynı ritmi tekrar tekrar çalıyor. Badadam badadam.. Bu futbolda da böyledir ve elbette 1600 kere değildir ama Santana her antrenmanda 60-70 kez bunu farklı pozisyonlarda çalışıyor. Sürekli.. Top kontrolü, pası alma ve pas verme..

Yetiyor mu bu?

Sadece bu yetmez, oyuncu zayıf tarafını kabullenip üzerine kendisi de ekstra emek harcamalıdır.

Şimdi Santana topu durdurabiliyor?

Bu tekniğin ön koşulu.  Sonraki adım oyun zekâsı. Burada oyuncu bireysel olarak kendisini geliştirmeli ama takımın kolektif oyun zekası da geliştirilebilir. Kolektif ve bireysel. Bu esnada video analizleri iş başındadır. Statlarda sadece bu amaca yönelik kameralar yerleştirilmiştir.

İyi de bu analizleri göstermeden önce sizin bunları izlemeniz gerekmiyor mu?

Ben normal bir doksan dakikayı değerlendirmem için sürekli ileri geri sardırmam gerekir ve bu aşağı yukarı beş saat sürüyor.

Bunu ne zaman yapıyorsunuz?

Pazar günleri. Her Salı hafta sonu oynanan maçtan iyi ve kötü ayrıntıları takımla beraber yeniden değerlendiriyoruz. Bunu takımın her parçası için yeniden düzenliyoruz. Mesela savunma dörtlüsüne gösteriyoruz ne zaman ve ne şekilde sağa ve sola kaydıklarını,  geç ya da erken yapıp yapmadıklarını, nasıl reaksiyon verdiklerini v.s.  En sonunda her oyuncunun kendilerine ait olan görüntülerinden oluşmuş kısımlar yer alıyor.

Peki bu bireysel eleştiriler takım önünde mi oluyor?

Elbette ama biz daha çok o insanı değil oradaki pozisyonu tartışıyoruz. Gelişim nihayetinde geri dönüşlerle  ve düzeltme ile ancak mümkün oluyor.

Haftada kaç idman yapıyorsunuz?

Salı günleri çift antrenman.  Çarşamba Life Kinetik ve bir idman daha.  Perşembe ve Cuma birer idman ve Cumartesi maç.

“Life Kinetik” ?

Ünlü kayakçı Felix Neureuther’in başarıyla kullandığı ve kinetik öğretmeni  Horst Lutz’un bize tanıttığı muhteşem bir metot.  Konsantrasyon ve koordinasyon ’un yanı sıra gözleri eğiten, saha görüşünü geliştiren bir çalışma metodu. Havada üç topu sürekli çevirmenin çok daha kompleks versiyonlarını çalışıyoruz. (İki zarı havaya atıp ellerini çapraz bir şekilde yapıp yakalıyor) Biz bununla gerçekleştirilmiş aksiyonun her bir parçasının beyindeki karşılığını öğreniyoruz.  En önemlisi bu ve pek çok ayrıntı bu metotla  antrene edilebiliyor.

Ve bunları oyuncular algılayabiliyor?

(Gülüyor) Bu bir otorite sorunudur. Eğer istersem onun olmasını bir şekilde sağlarım. Bir süre sonra sahadaki değişimi hissediyorsunuz. Hızlı düşünüyorlar, saha görüşleri gelişmiş ve daha çabuk tepki vermeye başlıyorlar. Bu aynı zamanda benim otoritemi güçlendiriyor. Bu arada oyuncuların entelektüel yapısı sıklıkla gereğinden fazla küçümseniyor.  Onları doksan dakika yorucu bir karşılaşmanın ardından önüne konulan mikrofonlara söyledikleriyle yargılıyor toplum.  Bir Cerrah’ın iki ameliyat sonrası önüne mikrofonu koyduğunuzda da çok anlamlı şeyler söyleme ihtimali çok yüksek değil.