4 Mayıs 2012

1986!


Tarih 16 Nisan 1986.. Barcelona-Goteborg mücadelesi sonrası. UEFA kupası yarı final ilk maçını 3-0 kaybeden Barça evinde de 3-0 kazanıyor ve penaltılar sonrası finale kalıyor. Victor Munez bu tarihi zafer sonrası sevinirken kollarından bir çocuk çekiştiriyor.. Tam bu anda çocuğun surat ifadesi varolan tutkusunun en güzel göstergesi olarak kayıtlara geçiyor. La Masia'da bulunan bu çocuğun adı Pep Guardiola..

Ausgburg'un intiharı


Maşallahım var, iyi dediğimin ömrü üç günü geçmiyor. Yönetim bazında yaşanılan problemlerden dolayı Luhukay 2013'te bitecek sözleşmesine rağmen takımdan ayrıldı. Bu bana göre Augsburg'un kendi bindiği dalı kesmesidir.

Nasıl tanıştığımı anlatayım ben bu güzel teknik adamla..

Bahisin futbola zararı vardır ama bana olan yararı da fazla olmuştur. Bendeki tarihi de oldukça eskidir ama en yoğun olduğu dönem de 2005-2006 senesidir. O sene evime almışım Premiere'i.. Yapıyorum mis gibi kuponlarımı, sabah akşam Bundesliga izliyorum, farklı bir keyif, farklı bir zevk. Öyle Norveç ikinci ligi filan değil hangi maçı izleyeceksem onlara oynuyorum ki gizliden son kuponuma kalan takımların fanatiği,taraftarı oluyorum, yeni takımlar, teknik adam ve oyuncular keşfediyorum, başka izliyorum o maçları. En ufak ayrıntısına heyacanlanıyoruz ve dedik ya parayı bir kenara bırakın başka bir keyif. O dönem de Sardırmışım ikinci Bundesliga'ya. Dresden maçı alsa üç-beş kuruş kazanacağız diye oturdum maçı izliyorum. Rakip çok da tanımadığım Paderborn.. Arkadaş dedim bu takım yenilmez, yine son maçtan yatacağız anlaşılan dedik ve öyle de oldu ama sonrasında da Paderborn'u keşfettik ve bize çok kazandırdı. Oranı hep yüksek ve kazanma şansı da sanılanın aksine çok fazlaydı. Çok keyifliydi, çok iyi oynuyordu bu Paderborn.. Çok etkilendim, tuttum ekşi sözlüğe başlığını bile açtım. Sene 2005..

http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=8487715

Luhukay ile bu şekilde tanıştım ben. O gün bugündür beni asla yanıltmayan bir teknik adam portresi çizdi. Daum ikinci Bundesligada Köln'ün başına geçtiği vakit tüm zamanların en sert ikinci Bundesligası olarak reklamlar dönmeye başladı zira inanılmaz takımlar vardı. Daum'un Köln'ü üçüncü olarak zor çıktı ve peki o zamanın açık ara lider götürüp haftalar öncesinden birinci Bundesligayı garantileyen Mönchengladbach'ın başında kim vardı? Jos Luhukay..Birinci lige çıktıktan tam dokuz hafta sonra Gladbach'tan kovuldu. Augsburg da aynı sorunları yaşadı ve fakat Luhukay'ı kovmadı ve ligde kaldı.

Ben o dönemde Münih'ten Augsburg'a doğru üniversite nedeniyle geçiş yaptım. Yeni memleket Augsburg'umun başına Luhukay gelince oradakiler şahittir bu takım birinci Bundesligaya çıkar dedim. Gördüğünde "kesin bu Pakistanlı" dediğin ve fakat aslında Hollandalı olan teknik adam işinde oldukça iyidir. Augsburg'da neler yaptığına gelince...

İlk senesinde üçüncü olup baraj maçını Nürnberg ile oynayıp İlkay'ın golüne yenik düştü ama ikinci senesinde ise Jos Luhukay oturduğum güzel şehir Augsburg'a tarihinde bir ilki yaşatıp birinci Bundesligaya direkt çıkardı. Oyuncular önemsiz, bu teknik adam saha içerisine kurduğu düzenle öyle bir hakimiyet kuruyor ki inanılmaz. Ligin ilk devresinde bilmem kaç maç galibiyet yüzü görmediği vakit dahi burada sıklıkla Luhukay'da ısrar edilmesi gerektiğini söyledik ki başkan da o zaman bizimle aynı fikirdeydi. Augsburg'dan çok daha iyi kadrosu olan Köln,Berlin gibi takımlar düşer iken birinci devredeki o çöküşe rağmen Augsburg Luhukay ile ayağa kalktı ve ligin bitimine bir hafta kala tarihinde ilk kez çıktığı Bundesligadan düşmedi. Kelepir oyuncularla bunu başardı, en pahalısı 600 bin avro bile etmez oyuncularla..

Şimdi yönetim ile anlaşmazlığa düştü ve istifa etti. Dev kulüplere elbette tavsiye edemiyoruz ama anadolu kulüpleri ciddi anlamda gelişim katetmek istiyorsa bu hocayı deneyebilir. Kendilerine güvenen farklı farklı takımları Luhukay bugüne kadar yanıltmadı, sizi de yanıltmaz. Augsburg'a ise geçmiş olsun. Seneye düşecek ilk takım Augsburg'dur ola ki Mourinho'yu filan takımın başına getirmezlerse.. O kadronun gelecek sene 10 puan alması bile mucizedir bana göre.

Hesap döner et döner tavuk döner


Eğer bugün Augsburg düşmüyor ve Hertha düşerse bu tamamen oyuncu ve teknik adamdan bağımsız sportif yönetimsizlik/beceriksizlik  gereğidir.

Zamanında Lincoln'u, Mesut'u, Slomka'yı gönderen Schalke menajeri Andreas Müller için söylemiştim. Adnan's için söylemiştik Galatasaray'da ve uzun zamandır da Beşiktaş için dile getiriyoruz. Bir takımın teknik adam ve oyuncusundan daha önemli parçası tüm bunları birleştirip bir bütün hale getirecek sportif yönetimidir. Fatih Terim, Mustafa Denizli gibi isimleri alıp her şeyi bu tecrübeli teknik adam-idareci karışımına bırakırsanız tamam da Carvalhal,Skibbe, Ertuğrul Sağlam, Rıza Çalımbay v.s. gibi teknik adamlar ve Melo, Quaresma gibi oyuncuların başarısı bu bütüne bağlıdır.

Bu sezon Almanya'da Dortmund'un sportif direktörü Zorc en iyisi seçilir iken en kötüsü de tartışmasız açık ara Berlin'deki Michael Preetz oldu.

Bakın o ne yaptı?

 Zürih'den şampiyon olarak Lucien Favre geldi Hertha Berlin'in başına. Muazzam bir iş çıkardı, takımı Gladbach'ta olduğu gibi hiç kimsenin düşünmediği bir şekilde ilk dörde soktu. Sonrasında oyuncularla yaşadığı problem-Pantelic- ve yönetim desteğini alamaması, sakatlıklar  kötü skorları beraberinde getirdi ve çok bilmiş Preetz bu güzel hocayı kovdu. Daha da kötüsü ikinci Bundesliganın tarihinde en fazla maç yapan takımı olan Aachen'ı dahi üçüncü lige bu sene düşüren Funkel'i getirdi başına. Berlin favre sonrası ligi sonuncu olarak bitirdi ve küme düştü. Akıllı bir hamle ile yetenekli teknik adam Babbel'i takımın başına getirdi. o takım birinci lige çıktı, Dortmund'u sahasında en son yenen takım oldu ama işte kontratını uzatmıyor diye sezon ortası Babbel'a yapmadığı işkence kalmadı ve sonunda yollarını ayırdı.

 Skibbe'yi getirdi. Skibbe konsept sahibi hocalar arasında geçer, zaman ister her daim. Cankurtaran değildir etkisi de olamazdı. Dört hafta sonra yeni getirdiği hocayı kovdu. Nedeni de Favre sonrası Funkel'i getirdiğinde üçüncü hoca değişikliğini yapmadığı için ligden düşmesidir. BU sefer kötü gidene dur dedi, Rehhagel'i getirdi. Lakin işi kolay değil ama daha da önemlisi iki puan gerisindeki Köln evinde Bayern'i ağırlar iken Hertha Berlin ise Hoffenheim'ı yenmek durumunda. Yani sezonun başında sürekli kavga edip suçladığı Babbel'ın insafına kaldı Berlin'in ligde kalma şansı. Babbel şimdi birinci lige çıkardığı Hertha Berlin'e karşı takımı yarın sahaya sürecek. Yenerse eğer Berlin kesin olarak düşecek. Preetz o kadar çok konuştu ve sataştı ki Babbel'a..  Hesap döndü dolaştı geldi.

Babbel diyor ki "Ligin ikinci devresinde 8 puan alan takım bu ligde kalmayı hak etmiyor demektir".

Haksız mı değil mi? Şimdi Hoffenheim deplasmanda Berlin'e çaksa, ligden düşürse bu adaletin tecelli etmesi değil midir?

Nuri Şahin üzerine..


Bazen insanları anlamakta güçlük çekiyorum. Dortmund'un onsuz yeniden şampiyon olması sonrası futbolcu birden yeteneksiz, kalitesiz ve değersiz oldu ve bu insanları ben anlayamıyorum.

 Nuri Şahin Dortmund'da muhteşem bir sezon geçirdi. Peki gitti, Dortmund yine şampiyon. Demek ki Nuri'de bir numara yokmuş yorumları. Arkadaşım sen nerenle maç izliyorsun? İzlediğini, bizzat gördüğünü algılayamıyor ve bir yerlere bakıp çizelge çıkararak mı futbolcunun yeteneğini görüyorsun? Bir futbolcunun yetenekli olup olmadığını mahalle arasında futbol oynamış insanların büyük bir kesimi hızlı bir şekilde farkedebilir. Bir başka yerde başarı gösteremese dahi o futbolcunun kalitesi bu insanlar tarafından anlaşılır. Madrid'e gidip muazzam başarı göstermesi gerekmiyor, Nuri kaliteli bir futbolcudur.

İki örnek vereyim size ben.

İki maça topluca gittik. 1991 ve 1993 doğumlu kardeşim ve enişte ile beraber. Birisi Almanya'nın en eski derbisi; Nürnberg-Fürth.. Diğeri de Nürnberg-Gladbach. Fürth maçında sağ beke hepimiz hayran kaldık ve benden önce kardeşlerim.. Çocuk filan demeyin, ikisi de kulüpte futbol oynuyor, gördüğünü algılayabilcek düzeyde. Schröck, muhteşem bir oyuncu dedik.. Maçtan çıktım bir kaç yıl önce bu bloga "alın bu adamı" diye başlık attım. Neden? Çıplak gözle izlerseniz yanılma payınız çok azdır. Sonradan anladık ki çocuk sigara tiryakisi.. Fürth zamanında Labbadia bıraktırmış ve sonrasında düzeldi. Bugün Eren Derdiyok'tan önce Hoffenheim transfer etti, seneye de izlersiniz.. Ben bunu ne zaman haber yaptım? 2008 kasımında.. Burada ( http://devrimderki.blogspot.com/2008/11/stephan-schrck.html ) yazdık ettik.. Nasıl? Sadece bir kez izlememiz yetti zira teknik bir oyuncu. Stoper ve defansif orta saha için birden fazla kez izlemeniz gerekir de buna ihtiyacınız fazla yok.

 Nürnberg-Gladbach maçında da Dante dedik. 22 oyuncu başka Dante'nin kendisine güveni başkaydı ki biz onu orta saha oynatalım diye geyik yaptık zira adam o şekilde korkmadan doğru yere topu gönderiyor vesaire.( http://devrimderki.blogspot.com/2011/05/bundesliga-transfer-tavsiye.html ) Bunu görebilmeniz için muazzam bir futbol bilginiz, bakış açınız olması filan gerekmiyor, sırıtıyor zaten. Biz irili ufaklı dört insan aynı şekilde gördük ettik.. aradan onca zaman geçti, düşerse bonservisi beleşe gelebilir, alın dedik.. Düşmedi. Şimdi Bayern Münih aldı, seneye yine izler görürsünüz..

Gelelim Nuri'ye. Bir değil iki değil 50'den fazla maçını doksan dakika izledik, izledin. Hala algılayamıyor musun bu çocuk ne kadar iyi ya da kötü? Çıkışı Klopp'la mı oldu ki Klopp'la değerlendirilsin? Wenger 18 yaş altı en iyisi dediğinde Klopp mu vardı piyasada?

İstatistik istiyorsun? Peki.

 Nuri gitti Dortmund'dan ve ilkay geldi. Burada konu İlkay değil zira iki yaş küçük İlkay yerine oynadığı Nuri'den.

 Muazzam bir açılış maçı oynadı Dortmund bu sezon teknik direktörünü kovacak olan ilk kulüp Hamburg'a karşı. Bu aldatıcıydı. Dortmund iyi başlamadı sezona ve oldukça kötü sonuçlar almaya başladı. İki sorun vardı; Barrios ve Nuri'nin yokluğu. İlk altı hafta içerisinde Dortmund 13 gol atar iken (geçen sene bu rakam 20 idi) girdiği pozisyonların yüzde 20.6'sını değerlendirebildi ve bu ligin en kötüsüydü. Barrios'suzluk öyle hemen giderilmedi ama daha önemli bir sorunu vardı; Top hızlı bir şekidle dolaşıma sokulamıyor, defansın önünden topu alıp dağıtıcı eksikliği söz konusuydu. Tempo ve ritmi belirleyen Nuri'nin eksikliği fazlasıyla hissedildi. Geçen sene maç başına ortalama 60 kez topla buluşan tandem ikilisi bu rakamı 90'a çıkardı zira top gitmiyordu. Aynı şekilde bu durum gereksiz heyecana ve özellikle deplasmandaki Marsilya maçına yansıyacak olan stoper hatalarına dönüştü. Nuri'sizlik diyebilirim ki Şampiyonlar Ligi'nden Dortmund'un erken elenmesine neden oldu. İlkay'ın kadrodan çıkartılıp Kehl ve Leitner'in dönüşümlü olarak kadroya girip geçmişe oranla çok daha defansif ve haliyle daha garanti olan bir strateji belirlenmesiyle düzlüğe çıkıldı. Dortmund diğerlerine göre yine çok daha iyi hücum etse de eskisi kadar saldırgan değildi belki ama eskisinden daha zor yenilen bir takım oldu. Defansa verdiği önem fazlalaştırıldı, Hummels gizli oyun kurucu oldu. Kagawa'nın ekstra formu, Lewandowski'nin kendisini bulması Bender'in lige alışması bugünkü Dortmund'u doğurdu. Şampiyon olmadan önceki sezonda dahi Dortmund bugüne göre daha ofansif daha saldırgandı ama daha kolay yenilebilirdi aynı zamanda. Bu yüzden ben sonuç açısından değil futbol olarak ele aldığımda Klopp'un bu yeni oyununun zirvesi 2010/11 Dortmund'dur derim.  Nuri ile Dortmund çok daha başkaydı.

 Aynı kadronun değişmeden tecrübe kazanarak bir yıl daha eskimesi galibiyetleri kolaylaştırdı, şampiyonluğu da getirdi. Yalnız Nuri'yi hiç aramadığını söylerseniz bu bir hatadır.

 Şimdi ise Bayern gizliden Nuri'yi istiyor. İlla Bayern alıp onu partlatması mı gerekiyor "iyi oyuncu" diyebilmeniz için? Robben bizim için her daim iyi oyuncuydu, öyle değil miydi yoksa Real Madrid zamanlarında? Podolski Arsenal'de bir sınav vermiyor ya da bu karşılıklı. Poldi'nin oraya uyum sağlaması kadar Wenger'in de Poldi'den verim alma sınavıdır bu. Van Gaal yeri gelmiş İniesta'yı çıkarmış, Xavi'yi piyasaya sürmüş, Müller'i keşfetmiş ama Lucio'yu da harcamış, bugüne gelen bir boşluğu doğurmuş.Mümkün pek çok hata ve yanlış seçim.

 Nuri'nin bölgesi kilit noktadır. Khedira için ben sıklıkla belirttim burada. Stuttgart çıkışlıdır, sanılanın aksine taktiksel açıdan üst seviyede bir eğitime sahip ve bu Mourinho takımında onu bir adım öne çıkarıyor. Bu bölgeye zamanla oturursunuz ve ancak zamanla yerinizden olursunuz gibi.. Bu yüzden ben Nuri'nin ne kadar kaliteli olduğunu belirten burada onlarca post atmama rağmen milli takımda "Emre" oynasın dedim zira o bölge böyledir. Sekiz farklı futbolcuyla bire bir iletişim kurarsın, modern futbolun da kalbidir. Selçuk İnan zamanla daha da iyi olacağı gibi burada zamanla performans artar..

Sezon başı ağır sakatlığı nedeniyle hazırlık kampını kaçırıp haftalarca oynamayan Nuri yeni tempo ve futbola alışamadan bir daha sakatlandı. Dönüşü de bir daha mümkün olmadı zira Mourinho futbolu fiziğe de dayalıdır. Ama derim ki gelecek.. Madrid, Münih ya da Galatasaray.. Tekrardan formayı alır ,giyer çünkü iyi futbolcu olduğu kadar diğerlerine nazaran futbola yatkın karakteri de söz konusu. Bekliyoruz..

Yeter be!


Köln'den çok şey istemedi; yatırım yapın, hedefimiz olsun dedi. Bir oldu iki oldu üç oldu hep bir bahane. Şimdi yine diyorlardı; yapacağız yatırım matırım ama sonunda isyan etti. Yeter be dedi, gidiyorum ben.. Gitti de. Sezon başı bize dahi gelebilirdi, hatırlayalım.

Dedim ki ben; Alabiliyorsanız bu adamı alın. Gerçi ben Dante'yi alın dedim. Hoffenheim'a giden Schröck'ü üç kuruşa alın dedim. Klose,Diego v.s. dedik de olmadı bir türlü. Podolski de olmadı. Riski çokmuş..

 Her transfer mutlaka içerisinde bir miktar risk barındırır lakin Podolski belki de en az riski olan transferdi. Neden? Avrupa Şampiyonası oynayacak. Almanya'nın değişmez oyuncusu. Baktın ki adam bu millete, kültüre ve takıma göre değil; Rahatlıkla satılabilirdi. Üstelik oradaki performansına göre ederinden fazla dahi edebilir, kar dahi yapılabilirdi. Olmadı. Sağlık olsun. En azından Podolski'yi ikna etmeyi başardılar ki asıl içimizi cızlatan bunu başarıp da satın alma eylemini gerçekleştirilememesi. Tesellisi Emre Çolak.. Zira Podolski olsaydı Riera gibi yedek beklemezdi muhtelemelen ve biz de genç bir oyuncu keşfetmiş olmazdık.

 Bu kadronun an itibari ile en eksik bölgesini doldururdu. Bu açıdan baktığınızda ne Emre ne de Engin kötü futbolcu ya da bugüne kadar olan ortalaması kötü. Lakin ikisi de kenar forvet değil. Emre çalışırsa olabilir ileride, o yetenek var onda. Sanılanın aksine biz o şekilde sahaya çıksak da çift forvetli 4-4-2 değil Elmander'in çizgiye Emre Çolak'ın merkeze geçtiği 4-5-1 oynuyoruz ve bu şekilde olduğu zaman da Selçuk İnan'ın frikiklerine kalıyoruz sıklıkla. Bu iki kenara da "modern" futbola ayak uydurup kenar forvet alınmalı. Yoksa içeride bekleyenoyuncuyu da bugün kitlemek mesele değil ama bu gibi durumlarda kenarlardan gelecek forvetimsi oyuncu eksikliği söz konusu. Gomez'i büyüten Ribery-Robben'in gole yakın oyun tarzıdır. Tersi de mümkün. Gomez tehdidi Ribery ve Robben'e baskıyı azaltıyor. Podolski olmadı ve umalım ki "yerli" kontenjanına da sarkıtabileceğimiz Sercan Sararer için girişim olur. Forvet çıkışlı, teknik ve forvet de oynayabilen muazzam bir kenar forvet.

 Poldi ise Arsenal'e gitti. Arıza adam ve ben bu tarzı seviyorum. Man City'den tutun da pek çok Premiere Lig takımı ve Almanya'nın bütün büyükleri Bayern sonrası onu istemişti.O gitti küme düşme mücadelesi veren Köln'e. Hatırlarsanız Klopp ile takıştığıında ayarı bu şekilde vermişti "İki kez onu reddettiğimden olsa gerek biraz.." diyerek..  Köln için kimleri kimleri reddetmedi ki? O sevdiği takımda durdu, bekledi ve istedi ki takıma yatırım yapılsın, bu takımla yükseleyim. Sözler verildi, tutulmadı ve yine verildi yine tutulmadı.. Sonunda "yeter be" deyip çekip gitti. Yine gelirim diyor, Köln'ü başka seviyor. Bugün Köln'de onun bu kararını olgunlukla karşılamayacak insan yoktur zira haklıdır gidişinde.. Yeter be dedi.. yeter.! Çok az yıldız oyuncu vardır genç yaşında Avrupa'nın devleri teklif etmesine rağmen  " doğduğum, sevdiğim kulüpte oynayacağım" diyecek olan.. Podolski futbolun romantiklerinden..   Premiere Lig'e giden diğerlerinden daha fazla yakın takipte olup bilmem kaç maçını izleyeceğim taaa ki bizim ligin futbolcusu olduğunu unutana kadar..  Sevdiğim oyuncu o ligin sevdiğim takımına gidiyor, daha ne? Hak ettiği yerde artık..

Yolu açık olsun oralarda..

3 Mayıs 2012

Biz aslında 9 kişiydik


Önce şuradaki postu bir daha okuyun. Nedir postun konusu? Leiria'da ekonomik çöküş nedeniyle 16 futbolcu sözleşmesini fesh etti. Benfica karşısına da 8 kişi ile çıktılar. Aslında sahaya çıkmadan önce sayı 9 idi. Keita da vardı lakin bu futbolcu başlama düdüğü çaldığıında ortadan kayboldu. neden? Leiria başkanı Bartolomeu Keita'nın maça çıkmadan önce soyunma odasında cüzdanları çalıp kaçtığındna bahsediyor. Üstelik bildiğin maç forması, şortu ile yaklaşık 6 bin avroyu alıp kaçmış. üstelik bu soygun planlı bir şekidle gerçekleşmiş. Dışarıda arkadaşı arabayı hazır tutmuş, tam maça çıkacak iken Keita cüzdanları boşaltıp daha sonra polise ifade verecek olan arkadaşının arabasına binip tüymüş.. Bakın bu bir kaç yıl önce UEFA kupası oynamış Portekiz birinci lig takımının oyuncusu. İddaa Leiria'nın maçlarını listeden çıkardı.


Aslında 9 kişi olan takım birden 8 kişi çıkıyor sahaya. Ulan bu insanlar böylesine bir mücadele verir iken yapılacak iş midir bu? 6 bin avro nedir ki arkadaşım?

 Keita: Malı ben onlar sahaya çıkmadan alacağım sen dışarıda bekleyeceksin, başlama düdüğünden önce kaçış gerçekleşecek ve sonra ver elini Meksika.. 

İnsan birinci lig takımının futbolcusunu şortla, formayla elinde 6 bin avro ile stattan çıkıp kaçtığını düşünemiyor bile..

Fatih Terim Ayarı ve Play Off karmaşası



  Terim bence olabildiğince güzel bir ayar vermiştir şu sözlerle: "Bir insan kendi emekleri için saygı istiyorsa, önce bu saygıyı diğer insanların emeklerine göstermelidir" Aykut Kocaman'dan Volkan'a kadar elinde tek bir kanıt dahi bulunmadan Trabzonspor'u olan durumun içerisinde "yatmakla, dolaylı yönden şike yapmakla, onursuz mücadele ettiğini" işaret edenlere ayarın kralını vermiştir.

 Oysa Fenerbahçe'nin Trabzonspor'dan farklı olarak Galatasaray'a karşı üç maçta da oynadığı futbol nedir ki bir başkasından neyi bekliyor?

Trabzonspor, ilk devredeki Fenerbahçe gibi Galatasaray'a saldırdığı zaman dağılmış, fark yemiştir. Fenerbahçe de aynı şekilde pozisyonsuz maçı bitirmiş, 3-1 gibi bir skorla dağılmıştır. Lakin geride kontrollü bir savunma ile kısmen kontra futboluna yattığınuz vakit kazanma şansınız olur futbol olarak ezilseniz bile. Alex'i olan kazandı olmayan berabere bitirdi. Bu olağan duruma tek bir kanıt bile yok iken  bir kulp takarsanız size de tüm ülke gözaltılar, tapeler sonrası kulp taktığı vakit sızlanmanız anlamsız olur.

Oysa tam da Fenerbahçe böyle oluşan toplumsal algı nedeniyle rakibine "şike yaptın sen şike yaptın" dememesi ve bunların olmaması için mücadele ediyor olması gerekirdi. Fenerbahçe bunu bir mağlubiyet sonrası yapıyorsa onca gözaltı,tape sonrası diğerleri de hayli hayli yapar.

 Diğer yandan ise..

...sezon başı uygulamaya geçirilen play-off kuralı sonrası bugün isyan edip "şampiyon biziz aslında" demek anlamsız ve de son derece yanlış. Bu takımlar ve Galatasaray bu kuralın farkında olarak bir strateji geliştirmek zorundaydı. Dolayısla buna göre belki gücünü az belki çok kullanıp bu noktaya geldi. Bu nedenle çift haneli milyon avrolu transferler yaptı. Diğeri başka türlü, diğeri başka. Play-off yokmuşçasına sezon sonu Şampiyon biziz demek çok doğru değil. Play-off olmasa belki her şey bugün çok başka gelişirdi. Bilemeyiz..

 Hakem de keza önemli değil zira Galatasaray oynadığında yeniyor, oyanayamadığında da berabere kalıyor ve bazen oynadığında da yenilebiliyor ama bunların hepsi futbolun içerisinde olan olağan durumlar.

 Galatasaray bu şike operasyonunun play-off, birden fazla maç oynama gibi zararlarını gördüğü gibi faydalarını da gördü istemeden de olsa.

 Hülasa; Terim iyi bir iş çıkardı, muazzam bir takım yarattı. Fenerbahçe maçında 1-1'e oynamamak gibi stratejik olarak hata yapabildiği gibi -bu yüzden asla eleştirmiyorum ben- kapanan takımı açma konusunda da kenar forvet eksikliğinden doğan güçsüzlüğünü de yaşıyor. Amma velakin bunların play-off'la ilgisi yok ve Aykut Kocaman'ın play-off'a göre strateji geliştirdik dediği vakit de yapabilceği bir şey yok.

Elbette Terim daha bu kural açıklandığı vakit isyanını dile getirdi belki ama sonuçta diğer takımlar kadar Galatasaray da olan biten duruma ayak uydurmak durumundadır. Play-off olmasaydı belki puan farkı bu kadar kolay açılmayabilirdi. Bilemeyiz, yokmuşçasına davranıp buna göre bir şampiyon da belirlenemez..

2 Mayıs 2012

Uğur Meleke kaldığı otelden neden "attırılmak" istenildi?




.. Bak arkadaşım ben dokuz aydır bu ülkede yaşıyorum. A'sından B'sine ve hatta Z'sine kadar bir şekilde spor medyasının içerisinde olan herkese dokunabilme şansı yakaladım. Eskiden mail aracılığı ile muhabbete girip güzel bulduğum pek çok insanı "maalasef" yakından yanıma fırsatını da elde ettim.En tepesinden tutun en "yanımda" sandığım arkadaşım dahi üç kuruşluk zekasıyla arkadan iş çevirmeye çabaladı. Buradaki ortamın içerisinde bulunanların yüzde sekseni piyasadaki durumuna göre kendisine rol biçti. Yüzde on beşi özünde kifayetsiz ve sadece yüzde beşi "Adam" çıktı.

 Kime ve neye göre?

Beş yıla yakın bir zaman dilimi boyunca neredeyse iki güne bir size bu satırları yazan bana göre. Kriterlerim, hayata bakış açım ve toplamda samimiyetimi iyi ya da kötü buradaki insanlar bilir. İnanın bana hele ki buradan birisine "iyi" demeye korkuyorum zira maşallahım var, iyi dediğimin ömrü üç günü geçmiyor. Avrupa Şampiyonası sonrası bu yaşanılanları eylemleri ve isimleriyle de yazacağım ki belki ben yanılıyorumdur, kim bilir?

 Lakin yanılmadığım ve yanılma payımın neredeyse olmadığı tüm bunların dışına bir noktada duran bir isim var. Tanıştıklarımın en tepesine tartışmasız bir şekilde oturtacağım isim Uğur Meleke. Ben samimiyetle dile getiriyorum ki onun kadar "doğru" ve "dürüst" kalamam bu piyasada. isterim çok ama yapamayabilirim. Çok sevdiğim takımın oyuncusu telefon açar, krizde olurum birisi iş teklifi yapar, kuralına göre oyunu oynamaya çalışırım belki. Yaşamadan bilemem ama o "dürüstlüğünü" korumuş ve korumaya da devam ediyor. Ben de onu örnek alarak daha da sağlam durmaya çaba göstereceğim.

 Buraya kadar olan kısım öznel görüşlerim. Katılan olur, olmaz önemli değil. Dışarıdan baktığınızda algıladığınız kimlik neyse bire bir temas ettiğinizde de karşınıza çıkacak olan odur, bunu bilin yeter. Yalnız tüm bunların dışında geçenlerde anlattığı "sıradan" hikaye karşısında ben şok oldum, dilim tutuldu. Oha diyorum, inanılmaz bu nasıl olur diyorum ama benim dışımda şaşıran insanın olmamasına daha da şaşırıyorum.

 Nedir bu hikaye?

 Uğur Meleke, geçen sene oynanılan Sivasspor-Fenerbahçe müsabakasını yorumlaması  için çalıştığı televizyon kanalı tarafından görevlendiriliyor. TRT ona oteli ayarlıyor. Bu otel Fenerbahçeli futbolcular ve yönetiminin kaldığı otel çıkıyor, Meleke'nin böyle bir isteği yok ama kendisi için tutulan otelde kalmak da en doğal hakkı sanırım. Sivas'ta kalabileceğiniz çok fazla otel seçeneği de yok. Yemek için restoranta indiğinde ise güzel bir sürprizle karşılaşıyor. Otel müdürü üç-dört gün öncesinden rezerve edilmiş olmasına rağmen bu otelde kalamayacağını söylüyor. Nedeni de Fenerbahçe yönetimi basından herhangi bir insanı otelde istemeyişi. Kim ne demiş, ne yapmış gibi magazinel konularla yıllardır ilgilenmediği ortada olan Uğur Meleke zorluyor, kim istemiyor diye. Otel müdürü o anda yemek salonunda bulunan Fenerbahçeli yöneticilerin bunu istemediğini söylüyor. Meleke, çıkışıyor, üç-dört gün öncesinden bu otelin rezervasyonu yapıldı ve kim istemiyorsa gelsin bana söylesin diyor yan tarafta Aziz Yıldırım hariç hemen hemen bütün Fenerbahçeli yöneticilerin olduğu bir ortamda.. Kimse çıtını çıkarmıyor. Uğur Meleke ısrarını sürdürünce Otel Yönetimi de inat ediyor. 3-4 defa farklı farklı insanları gönderip oteli terk etmesi isteniyor. Güvenlik görevlileri, güvenlik müdürü ve otel müdürü sırasıyla ziyaret ediyor.Peki en son kim geliyor? Sivasspor başkanı Mecnun Odyakmaz.. Ki ne işi var bu adamın burada? Bir gazetecinin otelden Fenerbahçeli yönetiminin isteği nedeniyle "attırılması" eyleminde Sivasspor başkanı neden müdahil olur ki?

 Kusura bakmayın filan diyerek sonunda bir ara yol bulundu, nedir bu? Uğur Meleke TRT'nin rezervasyonunu yapıp parasını ödediği otele arka kapıdan girip çıkarak kimseye gözükmeden ancak orada kalmayı başardı. Müsabakayı yorumlamak için izleyip gidecek olan bir gazeteciden neden bu kadar ısrarlı bir şekilde korkulur, ben anlamış değilim. Sivasspor başkanı Mecnun Odyakmaz'ın bu "gazeteci attırılma" işine neden ve nasıl dahil ettirilir, bunu da anlamış değilim. Bir değil iki değil üç değil dört kez kapısının farklı farklı insanlar gönderilerek ısrarlı bir şekilde çalınıp parasını ödediği,3-4 gün öncesinden TRT tarafından  rezerve ettirimiş bir otelden neden çıkartılır ve hangi yasal hakla bunu da anlamış değilim. Akşamında ise misafir olarak gelen isim Abdullah Kığılı. Meleke, beyefendi kişiliğini öne çıkardığı bu düzgün adam tüm bu saçmalıklar nedeniyle özür diliyor. Uğur Meleke de olayı kendi içerisinde kapatıyor.

 Lakin mesele bununla bitmiyor.




Uğur Meleke sezon başında CNN TURK'de çift kale programına konuk olarak giriyor, sözleşme karşılığı anlaşma yapılıyor. Cem Yılmaz'ın sunduğu programda dört konuk vardı. Bir tarafta Uğur Meleke, Bilgin Gökberk durur iken diğer tarafta da Ertem Şener ve Emre Tilev. Dikkat ederseniz şubat ayının başında birden Uğur Meleke programdan çıkartılıyor, sizce neden ? 


 24 Ocak 2012'de  bu açıklamayı yaptıktan sonra bir daha programa çıkarılmıyor!

 Bu çok tartışılan Sivasspor-Fenerbahçe maçında bizzat Uğur Meleke'nin yaşadıkları içerisinde aslında çok önemli ayrıntılar olmasına rağmen bunu dile getirmiyor Uğur Meleke. Bugüne kadar onun yazılarının içeriği nedir, biliyorsunuz. Her şey Kanal D'de yayımlanılan Çift Kale programında yorumcu olarak bulunan Uğur Meleke'nin Fenerbahçe yöneticisi Nihat Özdemir'in 58.madde konusunda bizzat yöneticinin beyanatlarına dayandırılarak çelişik tutumunu dile getirince başlıyor ve Nihat Özdemir'den "yorumcu bizi anlayamamış" gibi ufak çaplı bir geri dönüş alıyor. O programdan bir gün sonra ise 24 Ocak'ta "Spor Masası" programında Ertem Şener'e hem Nihat Özdemir'in ayar vermeye kalkıştığı o çelişik tutumu ayrıntılarıyla anlatıyor hem de bu yukarıda bahsettiğim olayı sekiz ay sonra ilk defa anlatıyor. Peki sonra ne oluyor? Uğur Meleke, sözleşmesi olmasına rağmen Çift Kale programından çıkarılıyor. Parasını almaya devam etse de bu olayı anlattığı günden sonra programa bir daha çıkarılamıyor. Nedeni ortada. İşte bu saçma salak Sivasspor otel olayını ayrıntılı bir şekilde anlatıp öncesinde de çelişkili beyanat veren Fenerbahçeli yöneticiye ayarı verdiği için.



Geçenlerde büyük bir gazetenin spor muhabiri ile muhabbet ettim. İtirazı olsa da bir teknik direktör ile takışma şansının olmadığından bahsediyordu zira ekmek bulamayız, kulübün içerisine bir daha giremeyiz, patronumuzdan azar işitip işimizden oluruz diyordu. "Ben köşe yazarı değilim, o kadar özgür değilim" diye de haklı olarak sonlandırıyordu konuşmasını. Peki köşe yazarı olan insan sanılanın aksine o kadar özgür mü? Ancak Uğur Meleke gibi bir karakteriniz varsa bu mümkün. Ancak bu bedeli ödemeyi göze alırsanız bu mümkün. 


CNN TURK'teki çıkarıldığı "son" programında bu olayı analttıktan sonra söylediklerine kulak verin. ister kendisinden dinleyin ( http://tvarsivi.com/player.php?y=4&z=2012-01-24%2016:23:00 )isterseniz de buradan okuyun:

"....Ben sekiz aydır böyle bir şey söylemedim. Sivasspor-Fenerbahçe maçında beni kaldığım otelden.. kalma dediler bana yani.. Ben hayatımda böyle bir şey yaşamadım. Çok da üzgünüm, kırgınım bu konuda. Böyle kırgınken hala söylediklerimizi anlamak istemeyen spor yorumcuları var filan denmesi çok mantıklı gelmiyor çünkü söylenilen şeyleri biz konuşuyoruz, yapabileceğimiz başka bir şey yok, başka bir veri yok elimizde.Bize özel belgeler gelmiyor, Taraf gazetesine filan geliyor bunlar.. ne bileyim bazen Sabah gazetesine geliyor. Biz o "tür" bir gazeteci değiliz, o tür bağlantılarımız yok. Televizyonda izlediklerimiz, onların söylediği, gazetelerde okuduklarımızı yorumlamaya çalışıyoruz. Anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz. Onun haricinde başka bir misyonumuz yok. Burdan Nihat Bey'e söyleyeceğim şudur: Nihat Bey'le bizim arkadaşlığımız yok, hukukumuz yok. Belki karşılaşmısızdır en fazla Merhaba demişizdir. Onunla ilgili ne olumlu ne olumsuz hiçbir görüşümüz yok. Aynı şekilde Ali Koç'la da ilgili.. Ben Galatasaray ya da Beşiktaş, Fenerbahçe yöneticileri ile samimi değilim ve samimi olmamak için de çaba gösteririm. Özellikle mesafe koyarım çünkü işimizi düzgün yapmak için.. Ben futbolculara bile mesafeli davranmaya çalışıyorum çünkü onunla ilgili bir şey yazdığımda kişişel ilişkilerim, arkadaşlığımızdan dolayı zor durumda kalmayayım diye. Futbolcular, teknik direktörler, yöneticiler sağolsunlar çok fazla ararlar beni"


 "Ertem Şener araya giriyor, bizzat onun üzerinden Uğur Meleke'ye ulaşmak istediği ayrıntısını ekliyor, doğruluyor Uğur Meleke'yi.. "Numaranı isteyen oluyor ben senin kişiliğini bildiğim için vermiyorum diyor" " 


"..Burada yaptığımız şey de bu. Sadece işimizi düzgün yapmaya çalışıyoruz ve art niyetimiz yok ki nasıl olsun..Ben çok sıradan bir adamım.. Benim babam bakkal, annem ev hanımı..Ben bir noktaya gelmişsem eğer bu çok tırmalayarak oldu. Milliyet gazetesinde stajer olarak girdim, editörlük yaptım ve şimdi de gördüğümü yazıyorum o yüzden burdan da ricam bizi bu şekilde anlamaları, anlamaya çalışmalarıdır..."

30 Nisan 2012

8 kişi ile maça çıkmak!


Bu fotoğrafın kendisi yeter. Nedir mesele? Ekonomik olarak çöken Hugo Almeida ve Jose Mourinho'nun bir dönem çalıştığı Portekiz birinci lig kulüplerinden União Leiria maç öncesi 16 futbolcusunun paralarını alamadığı gerekçesi ile sözleşmesini fesh etmesi sonucu oluşan görüntü budur. 8 kişi çıktılar CD Feirense karşısındaki puan maçına. Bu 8 oyuncunun 5'i kiralık ve paraları bir başka kulüp tarafından ödeniyor, diğerleri de geyik olsun diye sanırım kalmış. Maçı haliyle 0-4 kaybettiler. 2007/08 sezonunda UEFA kupasında mücadele etmiş kulüp bitime iki hafta kala topladıkları 19 puan sonucu küme düştü.

Beyaz Saçlı Prens


Hey gidi hey!

"O" da Premiere Lige doğru gidiyor


Giden kimdir ? İşte bu çocuk: Shinji Kagawa.. Bir kaç post aşağıda gidebileceğini de söylemiştim zira Manchester istiyor diye tahmin ediyorum. Üstelik gitmesi de doğrudur zira dar alanda seri ve hızlı düşünebilen bir oyuncunun Premiere Lig'de başarılı olacağını düşünüyorum. Dortmund'un Şampiyonlar Ligi başarısı için zamana ihtiyacı var ve başka açıdan Watzke'nin öne sürdüğü kadar komik rakamlar olmasa da (Höness bunlara masal diye takılıp ti'ye almıştı) İngiliz Kulübü kadar maaş vereceğini de tahmin etmiyorum. Hem maddi hem de kariyeri açıdan gitmesi doğru mudur bilinmez ama "mantıklı"
Sportbild'de Klopp röportajında bu ihtimali de ona sordular. Adam gibi adam olan Klopp çok güzel cevap verdi: "Kendisi için doğru zamanda doğru takım olduğunu düşünüyorsa gitmesi kadar doğal bir şey olamaz. Bize kalan son iki yıl içerisinde bize yaşattıkları o muazzam anlar için teşekkür etmektir, katkısı çok fazla oldu".

Bunları okudum ve kurduğu cümlelere bakarak samimi olduğunu da söyleyebilirim. Sonuç itibari ile 375 bin avro yetiştirme bedeli verip aldığın oyuncudan 20 milyonluk katkı aldın, şimdi gidiyor diye ona kızmak biraz nankörlük olur gibi gelir bana.


Zorc: "Onun gitmek istemesinin parayla ilgisi yok. Kendisine bir kariyer planı çizmiş ve Premiere Lig de bu kariyerinin önemli bir parçası. Bu kararını biz doğru bulmasak da buna saygı duymalıyız."

Klopp eğer giderse biz bu küçük capunun burada harikalar yarattığını sürekli hatırlayacağız demişti ki unutulacak gibi değil. Sarışın hatun hastası, yetenekli capunu da Marin sonrası ingiltere ligine kaptırdık diyebiliriz. Marin'den daha fazla başarılı olacağını düşünüyorum..

Bana göre son iki yılda Dortmund'un yaptığı en güzel keşif budur. Japonya ikinci liginden onu buraya alıp performansına bakarak 5 milyon verdiği Lewandowski'ye tercih edip oynatmak.. Hem Klopp hem de Zorc muzzam bir iş çıkardı. Dortmund neden şampiyon oluyor iki yıldır sorusunun aslında tek başına cevabı onun transferi ve forma giydirilmesidir.

Bir yıllık daha sözleşmesi var ama hali hazırda bedavaya gidecek olan futbolcuyu sezon sonunda satmamak çok da akıl işi değil. Dolayısla az biraz para kazandırarak Kagawa Dortmund'dan ayrılacaktır bu sezon sonu. Öyle ki bu minik capunun etinden ve sütünden Dortmund çok ciddi kazanım elde ettiği gerçeği söz konusu. Umarım oralarda başarılı olamaz da yuvana geri dönersin demiyorum zira hak ediyor bu çocuk başarılı olmayı.. 

Son sözüm sana Premiere Lig: Kuruttun gittin ligi.. bi dur la.. bi  dur artık.!

Tüm Alman futbolcuları.. birleşin ve politize olun!

Höness diyor ki:

Ukrayna'daki Avrupa Şampiyona'sında Alman milli futbolcuları ev sahibini protesto etsin, siyasi olarak gereken mesajı tüm dünyaya versin. Ben onlara güveniyorum diyor,  futbolcular var olan trajik durum ile ilintili doğru cümleleri kurabilir.

Durumun ne kadar "trajik" olduğu ayrı bir tartışma konusu olsun. Eski güzeller güzeli Ukrayna Başbakanı Yuliya Timoşenko en son içeride açlık grevine başladığı haberini BirGün'e haber yapmıştık. Her gün onun kabinesinden bir bakanın yolsuzlukları nedeniyle içeriye tıkıldığı bir ortamda Almanya'nın istediği tam olarak nedir bu çok başka bir konu. Timoşenko'nun içeride gördüğü "kötü muamele" dolayısla  bir tepki midir yoksa Timoşenko sonrası Rusya'ya doğru kayan Ukrayna'nın  kontrolü altında olması mıdır?

Bunları geçelim, bugün istenilen nedir? Futbola siyaset karıştırılsın, politize olsun.

Kim istiyor bunu?

"Futbola siyaset karıştırılmasın" diye demeç veren Uli Höness. Gücü dünya futbolunda da sanılanın aksine oldukça fazla olan bu adam Platini'den de bu tepkiyi istiyor.

Kim olursa olsun içeride işkence gören, dile getirildiği gibi hastanelerde hırpalanılan, sorun yaşayan her insanı sonuna kadar destekler, bunların sonlanması için çaba sarfedilmesi gerektiğini dile getiririz ama bugün Höness ile beraber Merkel ile devam eden bu "İnsanlık dışı muameleye bir şeyler söyleyin" çağrısı Almanya'nın dış politikasına futbolunu alet etme isteği olduğunu görmezden gelemeyiz..

Ne yapıyon la sen?


Bizim "Köylü" coşmuş yine. Bizzat böyle sıradışı, tipik alman köylüsü olduğu için severim bu adamı ama..

Marin de Premiere Lig yolcusu


Bremen'e Gladbach'tan 9.5 milyon avro bonservis karşılığı transfer olmuştu.Yaklaşık 8 milyon avro karşılığı da Chelsea'ye transfer oldu. Bu aslında sürpriz bir gelişme zira Marin burada muazzam bir performans göstermedi. Driplinglerin kralı bu sezon sadece 25 maça çıktı ve sadece "1" gol atıp "5" asist yapabildi. Yetenek olduğu aşikar ama modern futbolcu kavramına uygun olmayan teorik eksiklik söz konusu.

Tip, boy, pos ve oyun biçimi Messivari aslında. Zaten dripling rekorunu da kırmıştı Messi'ye ait olan.. Lakin gelişme göstermedi.

Hep şunu dedim ben: Oynamayı öğrense kral olacak ama olmadı bir türlü. Wenger'in eline filan gidip Nasri gibi bir zaman sesi çıkmayacak, gelişim gösterecek ve 24-25 yaşında da coşacak..Ama olmadı. Şimdi 23 yaşı doldurup İngiltere'ye gidiyor.

Ne olur?

Hangi teknik direktör ile nasıl bir oyun planının içerisinde olacağı onun geleceği açısından önemli. Çok kısa zaman içerisinde hızlı bir şekilde düşünüp doğru oynamayı öğrenebilmesi gerekir. Yeteneğinden kimsenin kuşkusu yok ama oyunu okuma, doğru zamanda oynama ve direnç eksikliği söz konusu. Yeteneği elden geçmesi gerekir, burada olmadı ama oradan neden olmasını? Demba Ba'larıın, Cisse'lerin muazzam performans gösterdiği yerde Marin de süperstar olabilir ama sanıldığı kadar kolay değil, gidince anlar.

Bremen'de bu sezon sakatlıklardan çok çekti ve çoluk çocukla sahaya çıktı. Performans gösteren bir kaç oyuncu vardı ve hepsi de sezon sonu gidiyor: Kaleci Wiese,Pizarro ve Marin. Artık şu paralarla sağlam bir transfer yapmaları gerekir. Diğer ikisi bu takım için kayıp iken Marin'den bu parayı bu performans sonrası koparmak nerden baksan zarar değil.

29 Nisan 2012

Nisan #4 Top 10



8 numara "tanıdık" bir isim. İlk gol ilgi çekici iken  altıncı golde yapılan rövaşatayı izlemek bir şekilde keyifli. Yavaş çekim rövaşata..

Gidenlerden..










Magath: "Bundesligaya ondan daha iyisi gelmedi"

Magath anlatıyor..


"..Raul'un Real Madrid'den ayrılacağı ve kendisine Avrupa'da bir kulüp arayacağını duyduğum an onu buraya getirme düşüncesine kendimi kaptırdım. Diğer yandan efsanenin buraya geleceğine inanmakta da güçlük çekiyordum.Metzelder ile beraber onunla tanıştığımda olağan dışı bir karakteri tanıdığımı anladım. Sonunda bir şekilde transfer gerçekleştiğinde de gururlanmıştım lakin Raul bize geldiğinde fiziksel olarak durumu pek iyi değildi. O öyle bir çalıştı ki bu açığı kısa süre içerisinde kapamayı başardı.


Raul, sahadaki oyunu doksan dakika boyunca kontrolü altında tutabilen ender oyunculardan birisidir. Bu yüzden onun çok hızlı olması gerekmiyor zira o rakibinden düşünsel açıdan her daim  bir adım önde olduğu için her zaman daha avantajlı konumda. O sahada olup bitene sonrasında tepki veren değil daha çok oluş biçimini öncesinde kavramış bir şekilde içerisine dahil olan konumundadır.Tüm bu mental artısının dışında inanılmaz tekniği,iki ayağını da aynı güzellikte kullanan muazzam bir oyuncudur. Benim fikrime göre Bundesligaya ondan daha iyisi gelmemiştir.


Frank Ribery ve Arjen Robben dahil Raul'un bir basamak altında yer alır. Raul 20 yıl boyunca üst seviyede futbol oynamış ve bu ikisi önce bunu başarmak durumudandır doğru bir  kıyaslama yapabilmek için. 34 yaşında dahi antrenmanlardaki basit bir maçı kaybettiğinde sinirlenen bir oyuncu olduğunu söylersem sanırım bu onun nasıl bir karakteri olduğunu sizlere anlatır. Onun gidişi Bundesliga adına oldukça büyük bir kayıptır. En az 2 yıl daha bu seviyede oynayacağını tahmin ediyorum. Bundesliga kariyerimde pek çok oyuncu transfer ettim ama Raul transferi benim kariyerimin  transfer konusunda zirve noktalarından birisi olarak kalacaktır."

Babasının oğlu!



Rivaldo'nun oğlu babasının attığı o çok önemli muhteşem golün benzerini atıyor!