3 Nisan 2014

O kitabı neden yazdı?



Hanefi Avcı 34 yıllık emniyet görevlisi. Her türlü kurumunda çalıştı. Yüksek mevkilere geldi ve nihayetinde cemaat gerçeğiyle  tanıştı. Öyle ki kendisinin dinlendiğine inanamadı. Oradan başladı işe ve cemaatin nasıl ve ne şekilde kimleri dinleyip emniyet mit ve en önemlisi adliye  içerisinde nasıl bir örgütlenme içerisinde olduğunu en ufak ayrıntısına kadar keşfetti. Kısaca diyordu ki gözaltına alacak olan polisten soruşturmayı yürütecek savcıya ve dahası kararı verecek yargıya kadar bir suçun kesinleşmesi için gereken bütün yapıları ele geçirerek istediği insanları "yolundan" çekti. MİT ve emniyet içerisinde önemli mevkilere gelecek olan ve fakat cemaate uzak ve sorun çıkaracak olan insanların teknik takip sonucu dinlenerek suçlanması, suçlanacak bir ayrıntıya sahip değilse de suç isnat edilmesi için(sahte delil üreterek) türlü türlü oyunların içeriğine bir şekilde ulaştı. Tehlikenin ne denli büyük olduğunu fark etti ve devletin en üst kademesine kadar giderek cemaatin ulaştığı gücü ve kanunsuzluklarını ortaya sermek için sonuna kadar savaştı. Bu durumda tehlike altında olduğunun da farkındaydı ki geçmişin ülkücülere yakınlığıyla bilinen, pek çok devrimciye işkence yapmış ve solun kıyısından dahi geçmeyen Avcı  bugün hepinizin de bildiği gibi bu kitabı yazdığı için "devrimci karargah" davasında yargılanıp içeri atıldı. Böyle bir sol örgütün görünen tek üyesi. Seveni var, sevmeyeni ve fakat suçsuz bir şekilde içeriye atıldığı gerçeğini değiştirmiyor. Aynı şekilde Ahmet Şık ve Nedim Şener’in de cemaatin işleyişine ve içeriğine dair yazdığı kitap sonrası sahte deliller üretilip mahkemeye çıkarılarak içeriye atılması gibi.. Zira bu iki gazeteci de “İmamın ordusu” adı altında cemaatin bugün ulaştığı gücün ne şekilde oluştuğunu ayrıntılarıyla anlatma derdindeydi. Bu hikayeleri artık ezberledik belki ama insan 2010 yılında yazılmış bu kitaba rağmen olup bitene, sessiz kalışa, göz yumuşa  inanamıyor. 

Hanefi Avcı'nın oldukça akıcı bir dille yazdığı ve içerisinde cemaatin dışında memleketin işleyişine dair çok önemli tespitlerin yer aldığı pek çok bölümünü çok daha detaylı bir şekilde buraya aktaracağım yalnız bugün sadece devletin cemaatin yaptığı hukuksuzluğa karşı 2010 yılında nasıl sessiz kaldığını içeren bölümü koyuyorum. Öyle ki içişleri bakanlığına giden Hanefi Avcı tüm ayrıntılarıyla Cemaat’in içeriğini anlattığı dilekçeleri ardı  ardına yazıyor, takip ediyor. En yüksek yere kadar gidiyor ama  sonuç alamıyordu. O sessizlik karşısında Başbakana kadar ulaşıyor ama nafile..


Sayfa 484…

O ana kadar kendimi dinleme, izleme, bilgisayarla telefon analizi, detay çalışmaları konusunda en yetkin kişi , tüm bu sistemlerin ilk kurucusu, fikir babası ve en iyi bileni olarak görüp birkaç eski arkadaşım haricinde yeni gelen kişilerin bu işin sırrına tam anlamıyla vakıf olmadığını zannederken bu ukalalığım için kendimden utandım. Bu adamlar hukuksuz olmakla birlikte inanılmazı başarmış, benim kırk yıl düşünemeyeceğim şeytani yolları bulmuşlardı. Kıl kadar ince bir noktadan geçerek korkunç şeyler başarmışlardı, bu dehşet bir yöntemdi. Düşündükçe bunu başaran insanların daha neler yapabileceğini, neler yaptıklarını kavramaya başladım. Kelimelerle ifade edilecek gibi değildi, herkesin kolayca anlayacağı bir şey de değildi. Eğer bu insanlar benim gizlediğim, iki öğrenci adına alınmış yalnız birebir görüşme yaptığım, başka hiç kimseyle görüşmediğim, herkesten gizlediğim numaramı tespit edebilmişlerse o zaman gizliliğe benim kadar dikkat etmeyen, özel tedbir almayan insanların gizli yaptıkları tüm görüşmeleri tespit edebiliyorlar demektir. …
 ...............
Akabinde Avcı İçişleri bakanlığından randevu alıyor, Beşir Atalay’ın olan bitenden habersiz olduğunu öğreniyor ve Bakanın da tavsiyesiyle dilekçe yazarak tüm dinlenmelerin denetlenmesi gerektiğini, olan biten her şeyi ayrıntılarıyla yazıp gönderiyor.  Ankara’ya gidiyor, savcıyla görüşüyor, X’den Z’ye sonuna gidiyor ama kimse harekete geçmiyordu. Yazdığı dilekçeleri kitabına da koyan Hanefi Avcı Cemaatin işleyişini ayrıntılarıyla anlatıyordu.  Devam edelim kitaptan..
.............
 Sayfa 501..

Bu işin zorluğu ve aynı yöntemlerin Ergenekon ve benzeri tahkikatlarda askeri kademedeki kişilere yönelik olarak uygulandığı için tahkikatların şaibe altında kalması ihtimali nedeniyle bende işin üzerine tam olarak gidilemeyeceği şüphesi oluşmuştu. Bunun için Başbakana ulaşmalı, bu kanunsuz dinlemeleri ve insanlara tuzak kuranları anlatmalıydım. Doğrudan Başbakanla konuşmak istemiyordum, bunun için en güzel aracı Başbakanlık müsteşarı Efkan Ala idi. Müsteşarla konuşmak için randevu ayarlamaya çalıştım. Sonunda eskiden beri tanıdığım Başbakanlık müsteşarından randevu aldım ve ona bildiklerimi anlattım. İstihbarat biriminin yaptığı kanunsuzluğu, birçok kişiyi başka kişilerin adıyla, isimsiz İMEİİ numarasıyla dinlediklerini, hatta ikimizin de müşterek dostu olan kişilerden isimler vererek dinlenen daire başkanı, genel müdür rütbesindeki kişileri anlattım. Son soruşturmaların şaibe altında kalmaması için konunun gerektiği gibi denetlenemeyeceği kaygısını taşıdığımı, durumu Başbakana aktarması gerektiğini ifade ettim. Sayın müsteşar meseleyi içişleri Bakanıyla görüşeceğini söyleyince, bakanla görüştüğümü, konunun Başbakana anlatılması gerektiğini dile getirdim.

Sonuç olarak, benim üzerime düşen görevi, sistemin harekete geçmesi için elimden gelen her şeyi yaptığımı, kesin maddi delillerin nereden bulunacağını gösterdiğimi, kısa sürede müfettişlerin harekete geçtiğini, yakında müfettişlerin davacı olarak benim de ifademi alacaklarını, diğer yandan adalet müfettişlerinin hukuka aykırı kararlar veren hâkimler hakkında tahkikata başladığını, Adalet Bakanlığının şikayetimi iletmesi üzerine Ankara ve İstanbul savcılarının harekete geçtiğini düşünüyordum. Oysaki öyle olmamıştı.Daha sonra İçişleri Bakanına bu konuda yaptıklarımı anlatmak bilgi vermek üzere kendisinden bir iki defa daha randevu istedimse de cevap alamadım.

28.01.2010 tarihinde Ankara’da tüm İl Emniyet Müdürlerinin katılımı ile Emniyet Genel Müdürlüğünce bir toplantı tertip edilmişti. Toplantıya ara verildiğinde Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kaan Köksal’ın beni görmek istediğini öğrendim. Toplantı yapılan binanın üst katındaki bir odada kendisiyle görüştüğümüzde, bana “Dilekçeni iade ediyoruz, müfettiş incelemesi yaptıramıyoruz çünkü bir defa müfettişler görevlendirilir ise kontrol edilemeyebilir, her şeyi araştırabilirler, bundan dolayı bakan dilekçenin iadesini istedi, ben de geri veriyorum” dedi ve zarfı bana geri verdi. Bunun olamayacağını, dilekçenin işleme konmasını istediğimi söyleyerek ısrar ettimse de alamayacağını, istiyorsam bakana benim vermemi söyledi.
Dilekçemi iadeli taahhütlü olarak gönderebilirdim ama denetlenmek istemeyen bir idareye ısrarla dilekçe vermenin ne manası olacaktı. Başta hem bakan hem de genel müdür meselenin üstüne gidip konuyu denetlemek istiyorlardı, hatta bakan doğrudan müfettiş gönderip denetletelim deyince ben yazılı dilekçe vererek işi kolaylaştıracağımı söyleyip dilekçe vermiştim. Ama şimdi İçişleri bakanı denetim yapmıyordu, bakanı durduran kim ve ne olabilirdi, başbakandan başka kim olabilirdi ki?
Belki Başbakan gerçeği tam bilmiyordu, son dönem Ergenekon operasyonları ve bu operasyonları gerçekleştirenler benim şikâyetimle şaibe altında kalır tereddüdü taşıyarak tahkikatı durdurmuştu.  Olayın aslını bilse, devletin bir cemaatin eline geçmeye başladığı, ilerde telafisi mümkün olamayacak sıkıntıların çıkacağı anlatılırsa inceleme yaptırabileceği düşüncesiyle son bir kez meselenin etraflıca kendisine anlatılmasına çalışmaya karar verdim.

Başbakanın yüzde yüz güvendiği kafası çalışan, sır saklayabilecek ve ona anlatacaklarımı kesinlikle başbakana aktaracağına inandığım Baş Danışmana olayı anlattım.  Kendisini ikna edecek notlar okuttum ve konunun ciddiyetini, cemaatin nerelere kadar sızdığını, neler yaptığını, ülkenin güvenliğinin ve insanların özgürlüklerinin tehlikede olduğunu anlatmaya çalıştım.  Aradan zaman geçmesine rağmen bir hareket görmeyince bu kitabın yazılması gerektiğine inanıp yazmaya karar verdim.

.....................................................

2 yorum:

moneywise dedi ki...

basbakanin ercekten haberi olmadigini mi saniyormus.. gecmisinden dolayi affedebilirim lakin gotu kurtarma adina birilerini temize cikarmasin en azindan.

PENALTY dedi ki...

Hanefi Avcının endişesi, devleti ele geçiren cemaat'ten ziyade, kendi kurmuş oldukları ve içinde hertürlü işkence, iftira, komplo vs. barındıran yapının el değiştirmiş olduğu ve bir bumerang gibi gelip kendilerini vurmuş olması. Vahim olan ise; değişen şey sadece derin yapıların sahipleri. Yarın benzer bir kitabı Zekeriya Öz de yazabilir misal.
Yıllarca insanlara işkence yapıp, katleden birinin, kalkıp insanların özgürlüğünü düşünerek bunları dile getirdiğini iddia etmesi hiç inandırıc değil.
Mesela; H.Avcı çıkıp ülkeyi ele geçiren, binlerce faili meçhul cinayetler işlemiş, Kürtleri, Alevileri, solcuları katletmiş, kendisinin de dişlinin bir parçası olduğu o diğer yapıyı da yazsa inandırıcı olabilir belki.