4 Haziran 2015

Ali Dürüst-Abdürrahim Albayrak



Yeni yönetim gelince “istifa” etmesi beklenen muhteşem ikili.

Öncelikle o “istifa etme” zorunluluğuna değinmek gerekir.

Türkiye Süper Ligi amatörce yönetilir. Bunun nedeni de futbolu yöneten seçimlerden bağımsız bir kurulun olmamasıdır. 

Üzerinde durulan ve çok konuşulan profesyonel yönetim-kurumsallaşma hikayesinin aslında çok basit bir sonucu olur.

Futbolu idare eden, seçimlerle değil atanarak başa gelen ve sadece elde ettiği başarılara göre yönetme süresi belirlenen ayrı bir kurumun oluşturulmasıdır. Bu kurum başkan değişse dahi görevlerinde kalırlar. Performansa dayalı bir süreçle işbaşında olurlar. Başarı kriterleridir onları yerinden eden ya da yerinde bırakan.

Tam da şudur: Hangi yönetim gelirse gelsin, takımın başında uzun süreli kalacak sportif bir yönetimin oluşturulmasıdır. Buradaki “maaşlı” ve “profesyonel” takılarının içeriği de budur.
Bayern Münih yönetiminin maaşlı elemanı olan Matthias Sammer için arkada seçimle başa gelen yönetimlerin bir önemi yok. Başkanlar değişir, yönetimler değişir ama bu sportif yönetim kurulu sadece başarı performansına göre değişime gider. 

İstikrar ve uzun vadeli doğru projeler de bu şekilde hayata geçer.

Bu kadar..

İstikrarsızlığı, işbilmez yöneticilerin karar alıp milyonlarca zarara uğratılmasının önüne geçilmesinin yolu budur.

Benim için Abdürrahim Albayrak ve Ali Dürüst'ün Mainz’da yıllardır başarılı sportif direktör olan Christian Heidel'dan bir farkı yoktur. Heidel'in da geçmişinde futbolculuk yok. Bizim muhteşem ikili maaşlı çalışmıyorlar ve hatta ceplerinden para ödüyorlar ama asli işlevlerini yerine getiriyorlar. 

İki örnek vereyim size.

Galatasaray sezonu sekizinci bitirdiğinde bu iki adam Ünal Aysal’a ısrar ederek Fatih Terim’in teknik direktör olmasının yolunu açmışlardır:

Sonuç ortada..

Kurumsallaşmayı masalsı bir şekilde dile getiren Ünal Aysal ise Mancini-Prandelli ve Sabri seçimleriyle Galatasaray’a verdiği zarar da ortadadır pek çok başarı kazandırmasının yanı sıra.
Yine Prandelli sonrası Hamza Hamzaoğlu seçimi anlatılanlara göre Abdürrahim Albayrak’a aittir.
Çok basit gibi görünen iki önemli kararın getirdiği 3 şampiyonluk söz konusu. Milyon eurodan başlayın siz hesaplamaya.

Duygusallar, farklılar, gereksiz pek çok polemiği besliyorlar ve fakat yönetme biçimleriyle başarı kazanarak diğerlerinden kendilerini ayırıp “profesyonel futbol kulübü yöneticisi” olarak kendilerini ispatlamış insanlar.

Lakin.. Asıl ulaşılması gereken hedef ortadadır. Seçilen ve bazen yılda üç kez  değişen başkanlara rağmen kulübün içerisinde sadece başarı kriterine göre değişecek futbolu yöneten bir sportif yönetimin oluşturulmasıdır. Yeni yönetim geldi, ben istifamı vereyim diye bir saçmalık olmayacak.

Seçimle gelen ve hemen hepsinin işadamlarının oluşturduğu yönetim kurulları ise Almanya’da olduğu gibi “denetleme” kurulu olarak çalışmalıdır. Porsche'nin CEO'sunun Guardiola gitsin Hecking gelsin demesi anlamsız. 

Unutmayalım ki Bayern Münih’in başkanının teknik direktörü kovma yetkisi dahi yoktur ama onu kovma yetkisi olan sportif yönetimi sil baştan değiştirebilir. Bu basit fark aslında “kurumsallaşma” hikayesinin en ince ayrıntısıdır. Çünkü işadamları skorlara, girdilere ve sonuçlara bakarak kendi alanında uzmanlaşmış sportif yönetimini denetleyebilir ve fakat uzmanmış gibi teknik direktör seçip oyuncu transfer etmemelidir. Galatasaray’da şampiyonluğu başka bir şekilde okumak gerekirse eğer işine karıştırmayan Terim karizması ile işe karışmak istemeyen Duygun Yarsuvat profillerinin açtığı alanda kazanılan şampiyonluklardır diyebilirim.

Duygun Yarsuvat aranılan başkandır. Kurumsallaşma ancak bu egosundan sıyrılmış nitelikli insanların yönetmeyi bırakıp denetleme olarak işine devam ettiği sürece mümkündür.

 Alman kulüplerine baktıklarında iki ayrı kurul görürsünüz. Bir tarafta Porsche'nin, Audi'nin CEO'ları. Yani seçimle üstelik tek tek seçilerek başa gelmiş yöneticiler ve bunlara "denetim kurulu" denir. Diğer tarafta maaş alan, uzmanlık alanına göre atanarak gelen Klaus Allofs, Matthias Sammer, gibi sportif yönetim kurullarını. Enteresan bir detay vereyim size ben.  Bayern Münih'i dünyanın en çok kazanan futbol kulübü olmasını sağlayan mali işler konusundaki sorumlu insanı Karl Hopfner 1982 yılında başvuru sonucu sportif yönetim kuruluna seçilmiş insandır. Bugün o insan aralıksız 30 yıl görevinde kaldıktan sonra Hoeness sonrası başkan seçildi. Bayern Münih'in yıllar yılı maaşlı profesyoneliydi. 

Ülke futbolunun en önemli sorunu ise bu  seçimle işbaşına gelen yönetim kurullarının her yerde söz sahibi olmasıdır. Medyada görünür olmasından, spor ahlakından yoksun demeçlerinden  tutun da uzmanı olmadığı bir alanda karar merci olmasına kadar. Ne kadar zarar varsa bu insanlardan geldi ülke futbolunun başına. 

Artık değişsin..



Hiç yorum yok: