25 Eylül 2010
İvan Ergic..!
Almancası olan varsa eğer İvan Ergic'in yabancılaşmayı futbolcu-taraftar ilişkisinden ele alıp oyuncuların satılacak ürün ve taraftarların da tüketici konumuna getirilişinin hikayesini, oyuncuların taraftarlardan nasıl uzaklaştığının ve aynı zamanda Taraftar-Oyuncu arasındaki iişkinin mistikleştirildiğinin incelendiği yazısını şuradan okuyabilir.
Oyuncu 'Ürün' taraftar da potansiyel 'Tüketici' konumuna gelince marksist terminolojinin 'yabancılaşma' kavramını Taraftar-Oyuncu ilişkisi açısından çok güzel bir şekilde ele alıyor. Tüm bunlar gerçekleşmeden önce taraftar-Oyuncu ilişkinin farklılığını ele alıyor ve sıklıkla bir araya sorunsuzca gelebildiği günlerin üzerinde durur iken gelinen noktada ilişkinin aynı zamanda mistikleştirildiğinin de altını kalın kalın çiziyor. Artık Ergic'e göre taraftar için oyuncu takımının bir parçası değil medyanın yeniden yarattığı ve kendisine uzak bir holivud starı şeklindedir.Özel hayatına kadar yeniden kurgulanan Oyuncu kendisine biçilen rolü oynar ve taraftarlar ile arasındaki mesafe hemen hemen bir film yıldızı ile onun hayranı arasındaki gibidir. Ona artık dokunamazsınız..
Tüm bu olup biten durumun ekonomizmin futbolun içerisine girmesiyle piyasa mekanizmasında varolan her karar biriminin toplumun faydasına değil kendi yararını maksimize etmeye yönelmesi sonucu oluştuğunu söylüyor ve bir başka deyişle Adam Smith'in 'Görünmez El Prensibini' futbola uyarlayarak olan biten durumu nedenleriyle ortaya koyuyor..
Kabaca oyuncu piyasanın kendi çıkarı doğrultusunda futbolla yakın-uzak ilişkisi olmayanlar tarafından insan olmaktan çıkarılıp satılacak mal konumuna getirilip taraftarlardan uzaklaştırılmıştır. Marx, nasıl ki kişinin bizzat kendi ürettiği emek sonucu ortaya çıkan mala sahip dahi olamayarak yabancılaşmayı ortaya koymuşsa burada da taraftar desteklediği takımın oyuncusuna uzak kalarak benzer şekilde yabancılaşmayı yaşıyor.. Ergic bu dönüşümü özetlemiştir.
Bir futbolcu değil bir taraftar gibi düşündüğü için belki de ona bir dönem futbol oynamak zor gelmiştir diyebiliriz. Bu yazı sonrası ben onun neden futbol oynayamaz duruma geldiğini çok iyi anlıyorum.. Keza yine yazının aşağısında bulunan yorumlardan da anlayabilirsiniz.. Genelde 'helal olsun be düşüncelerimizi güzel bir şekilde dile getirdin' tepkileri olsa da Ergic'e eleştiriler de var ve genelde şudur: 'E o zaman sen neden bu eleştirdiğin bütünün bir parçasısın ?' ve hatta daha da ileri gidip bu eleştirilen piyasadan neden besleniyorsuna geliyor insanlar ki onların haklılık payı Ergic'in depresyonunun nedenidir.
Arada kalmıştır ve bu şekilde düşünen insan samimi olduğu sürece de arada kalmaya mahkumdur aslında..
# Osman Tok'a çok çok teşekkür..
Bayern München - Mainz.!
Gerçekten çok keyifli geçecektir bu maç..
Bayern München'in sorunları oldukça fazla. Contento ve Hamit de sakatlandı. Hamit'in durumu maç günü belirlenecek iken Contento'nun olmayacağı kesin. Braafheid,Pranjic ve Badstuber seçeneklerden bir kaçı sadece..
Van Gaal Tuchel'in rotasyonuna aldırmıyor zira o hali hazırda takım analizinde önceliği oyuncuların bireysel yeteneğine değil takımın sistemine ve oyun felsefesine veriyor. 'Biz Tuchel'in nasıl oynatacağını biliyoruz' diyor ve bununla kalmıyor biraz da meydan okur bir havası var.
Şöyle ki:
Bize karşı Alianz Arena'da henüz ofansif oynayan takım göremedik.. Mainz ilk maçlarında presli ve hücumu düşünüyordu ama yarınki maçta bu felsefesini devam ettirebilecek midir ? 2-0 kaybettiği maçı hatırlatınca da 'O zaman da kontraya yatmışlardı, orta çizgiyi dahi geçemediler' diyor.
Mainz 'octoberfest' nedeniyle maç günü Münih'e gelecek. Bunun pek çok nedeni var. Birincisi oteller dolu ve fiyatları iki değil üç kat daha pahalı ve ikincisi ise o gece sessiz olmayacaktır.. Bu iki nedenden dolayı böyle bir karar alan Mainz yönetimini ise Van Gaal şu şekilde eleştiriyor:
'Ben eğer Bayern München'i yenmek istiyorsam çok önceden hotel rezervasyonumu yaptırırdım. Octoberfest hep aynı zamanda gerçekleşir.. Ben hiçbir zaman maç günü yolculuk yaptırmadım oyunculara..'
Bild'in yukarıdaki onbirleri en azından Mainz adına bence çok doğru değil. Sol bekinde problem yaşayan Bayern'e karşı o 2o yaşındaki Marcel Riise'yi mutlaka ilkonbir başlatacaktır.. Tuchel genelde 4-2-3-1 sistemine karşı hep 4-3-2-1 ile çıkıyor. Üç defansif orta sahalı ve iki açık oyuncusu.. Holtby iki gol atsa da yedeğe çekilip Schürrle-Riise kenarlarıyla Bayern'e zor anlar yaşatabilir.. Aynı şekilde Bayern'in nasıl oyanacağı da belirsizleştiğinden asıl hamleler maç içerisinde gelecektir..
Van Gaal ne kadar kibirliyse Tuchel de o kadar kendisine güvenen ve fakat kendisinden bahsetmeyen bir hoca.. Sağlam bir çekişme olacaktır..
Bana gelecek olursak; Hamit de oynasa bu sefer Mainz taraftarıyım ben. Tuchel yensin ki futbol daha keyifli olsun. Yenmesini değil biz bu gibi takımların şansa ihtiyacı olmadan yenebilme ihtimallerini seviyoruz..
Bu Dağda Maral Gezer...
..trendeydim ve yeni gelmiştim bu memlekete. Camın kenarında geçip giden yeşillikli alanların içerisinde uzun uzun o konuda neyi yanlış yaptığımı düşünüyordum. Artık hesap kesilmişti, ben burada O ise geçmişin kapanmış bölümünde yer alıyordu. Nerede nasıl bir hata yapmıştım ? Yalan olmasın filmlerden, kitaplardan, çevremdeki insanların hikayelerinden görüp de algıladığım bütün doğruları sermiştim önüne ama yetmemişti bir şekilde..
Neydi sorun ?
Aslında herkes yanlış soruyu sorup doğru cevabı bekliyor. Senin dışında kalan yüzlerce insandan o hepsini dışarıda bırakıp seni neden sevsin çok daha mantıklı bir sorudur. Güzel bir insanı sevecek milyon tane insan var. Neden sen onu sevdiğin için o da seni sevsin ki ? iyi bir insan olmak, karşıdakini çok sevmek onu sana getirecekse eğer emin olun ki sizden daha iyi olan insanlar olduğu gibi sizden daha fazla o insanı sevecek olanlar da vardır.. Aynı zamanda sizin onu sevdiğiniz gibi sizi de bir başkası o şekilde sevse siz de onu sevecek misiniz ki ? Ben var ya onun için'le başlayan cümlelerin inanın çok bir anlamı yok..
O dönemin başkahramanı olan Karl Marx'ın ne hikmetse Cezmi Ersöz'ün bir kitabının içerisine sıkışmış alıntısında bulmuştum belki de görmek istemediğim o kalın doğruyu..
'Karşılığında sevgi uyandırmadan seviyorsanız, yani sevgi olarak sevginiz karşılıklı sevgi yaratmıyorsa seven bir kişi olarak dişavurumunuzla kendinizi sevilen bir kişi yapamıyorsanız sevginiz güçsüzdür, bu bir talihsizliktir.' K.Marx
Mesele de genelde hep budur. Sevmediğiniz insana karşı piçleşirken karşı tarafın sevgisini büyütebildiğiniz gibi sevdiğiniz bir insana doğru efendiliğe kayan kimliğiniz de aynı zamanda bir sevgi oluşturmayabilir. Ergen yaşlarda genelde hep bu olur.. Dünyanın en yakışıklı(inansan bile bu saçmalığa) , en iyi ve onu en çok seven bir insan olmanız aslında bir başkası için çok da bir şey ifade etmeyebilir.. Marx'ı anlamak çokca zaman başka alanlarda da olduğu gibi zor değildir aslında daha çok işimize gelmiyordur..
Hitzfeld - Fink.!
Hitzfeld eski oyuncusu ile artık farklı şekilde iletişiyor. O artık Basel'e ilk yılında duble yaptıran başarılı bir teknik direktör ve Hitzfeld de milli takım teknik direktörü.. Çokca dedim Bayern'de iken ona geleceğin Bayern teknik direktörü olarak bakılıyordu.. Basel'de kendisini buldu ama ilgi çekici olan nokta başka.. Konu bir yerde Şampiyonlar Liginin ilk maçındaki Cluj maçındaki yenilgiye gelince Fink o takımın farklı koşullarını dile getiriyor.. Bir dönem Türkiyesine çok da yabancı değil..
'O takımın başkanı maçtan önce soyunma odasına inip bütün oyuncuları tehtit edip antrenörlerin bir kaçını da kovmuş.. Hala daha tabelalar aklımdan çıkmıyor 'Buraya silahla girmek yasaktır'. Orasının çok başka koşulları var..
Fink'ten çok uzun zamandır umutluydum ben ve fakat bunlar ne yahu ? Yenilgiye mazaret mi ki? Silahla tehtit ya da teşvik primi gibi konular doğru olmasa dahi diğer takımın yenilgisine mazeret değil ki.. Pek çok teknik adam bu motivasyonu gayet legal yollarla da gerçekleştirebiliyor.. E o zaman ?
Soruyu soran insan da Hitzfeld bile burada ikinci yılında başarı elde eder iken siz ilk yılınızda iki kupa diyordu ki Hitzfeld araya girdi..
'Öyle ama ben düşme potasındaki takım(Aarau) ile bunu başardım o Basel ile.. Basel buranın Bayern München'i gibidir, oynadım orada ben futbolcu olarak..'
Keza yine Fink Şampiyonlar Liginden bahsedince bizim hedefimiz değil diyor. Orasın kazanmak imkansız ama şampiyon olarabiliriz ve burası önemli diyor. Bu şekilde düşünmek gerçekçilik midir yoksa hedefsizlik mi çok bilemedim.. Araya giren Hitzfeld 'İkincilik ihtimal dahilinde aslında' diyor ki olması gereken budur..
Fİnk iyi bir teknik adamdır ama bir şekilde etkilenemedim kendisinden..
Rakitic...!
Nürnberg- Fürth maçındaydık enişte ile beraber.. İşte onun menajer arkadaşlarından birisi ile orada karşılaştık. 4 numaralı oyuncudan bahsediyordu maç öncesi.. Gelen pek çok teklifin olduğundan filan konuşur iken bugün kötü oynar ama diye lafın arasına sıkıştırdı.. Bir devre boyunca gerçekten de sahanın en kötüsüydü.. Devre arasında neden diye sorduğumuzda ayak parmaklarından birisinin kırık olduğunu ve bir kaç haftadır sargıyla filan oynadığını söylüyordu.. O kadar kötü oynuyordu ki bu zorlamanın ne oynadığı klube ne de onu bu performansı sonrası kendisine bir faydası olurdu ama uzatmadım ben.. Sadece sahanın içerisine aslında ne kadar hakim olamadığımızı gördüm..
Rakitic Schalke ile oynayacağı Hamburg deplasmanına gittiği vakit evi soyulmuş. Özel eşyalarına kadar pek çok şey çalınmış. Dahası aradan bir ay gibi bir zaman geçmesine rağmen panik atak filan başlamış. Kabuslar görüyor ve evinde yatamıyor artık. Otel odalarında ya da arkadaşı Mario Gavrovic'in evinde yatıyormuş. Üstelik evini değiştirmesine rağmen bunlardan kurtulmamış ve elbette bunun üzerine tedavi de görüyor..
Ben bunu Bild'den az önce okudum.. O kadar çok oyuncunun o kadar çok özel meselesi oluyor ki bunlardan bazılarını çok zaman sonra öğreniyoruz ya da öğrenemeden geçip gidiyor zaman. Ve tüm bunlar bihaber maçları seyrediyoruz..
Belki de bu yüzden, bu insan faktöründen dolayı her şey olası ve bu kadar keyifli bu futbol. Milyon tane maç seyretseniz dahi yarınki güzel maçların sonucu hala belirsiz.. Çünkü rüzgarın kımıltısından bile etkilenebilecek insanlar var o sahanın içerisinde..
..elbette o James Dean tişörtü bir satırı hak ediyor burada o başka.!
24 Eylül 2010
6.Hafta Bundesliga Maçları.!
Köln - Hoffenheim (Bugün) 0-2
Pek çoğu direkt Hoffenheim alır gibi baksa da ben Köln savunmasının oturduğu vakit onlara gol atmanın ne kadar zor olacağını çok iyi biliyorum. Mainz geçen maçın ilk yarısını çok ama çok iyi oynamasına rağmen golü atamadı.. Çok zor kırdı. Kendi evinde Hoffenheim'a karşı aynı direnci gösterebilir ama erken yenilecek olan bir gol çok şeyi değiştirir.. Önce beraberlik sonra Hoffenheim alır diyoruz.
St. Pauli - Dortmund (Cmrtsi): 2-0
Üç ihtimalli maç diye buna derim ben ama ibre tamamen Dortmund'tan yana. Dortmund St.Pauli'yi evinde en çok yenen klup.. İstatistikler eşliğinde maç yorumlamaktan nefret ederim arkadaş ama gel gör ki her Bayern Köln maçı öncesi önüme koyarlar bu rakamları.. Her seferinde de Köln form durumundan bağımsız Bayern'e zorluk çıkarır ve sekiz yıldır aynı döngü devam eder.. Velhasıl Dortmund'un en başarılı olduğu deplasmandır St.Pauli.. Onu evnde beş kez yenebilen başka takım yok. 1977'deki ilk maçı 6-3 yendi ki bu St. Pauli'nin kendi evinde yediği bir maçta en fazla gol demektir.. Dortmund yener ve Millerntor aksilik çıkarırsa da berabere biter.. Puan açısından da rahatladığı için baskı büyük olmayacaktır..
Bu maçın gollü geçeceğini düşünüyorum alt-üst oynayangiller için..
Frankfurt - Nürnberg: 1-0
Artık Skibbe'nin yenmek durumunda olduğu maç budur. Dışarıdan bakıldığında tipik beraberlik maçı gibi dursa da bence Frankfurt bu maçı yenecektir. Nürnberg ilk galibiyeti alarak biraz olsun nefes almış olsa da çok güzel futbol oynamıyor. 4'te 3 yenilgi aldı ve bunu da kaybederse ateşin ortasına düşer Frankfurt.. Son şansı.. Yenecektir bence.. Maç başında Halil'i orta sahada görürsek, ofansif değil defansif orta saha olursa o başka tabi..
Schalke - Gladbach 1
Bu haftaki banko budur. Gerek Schalke'nin puana olan ihtiyacı gerekse de hali hazırda kötü olan Gladbach'ın üzerine Dante'sini kaybetmesi sonucu işi çok ama çok zor..
Stuttgart - Leverkusen 0
Bir maçın berabere biteceğini söylemek zor ama oynayacak olsam sıfır oynardım bu maça.
Bayern - Mainz 2-1
Berabere bitmez. Mainz bana göre daha şanslı.. Bayern mutlaka yenmek durumunda, işleri zorlaşacaktır.. Ama birisinden birisi bu maçı alacaktır.Ben önce Tuchel sonra Van Gaal diyorum.. Ribery filan oynasa daha fazla 'Tuchel' derdim zira şimdi Bayern çok başka bir formasyon ile sahaya çıkması ihtimal.. İki forvet oynamak durumundalar gibi.. Bu Van Gaal Sürprizi ve evinde oynama avantajı Mainz'i zor durumda bırakabilir.
Bremen - Hamburg : 1
Bremen götürecektir Hamburg'u. Mertesacker ve Pizzaro da var. 'Benim' bankolarımdan..
Wolfsburg - Freiburg (Pazar) : 0-2
Freiburg son dönemin güzel futbol oynayan takımlarından.. Babamla ve herkesle bu konuda anlaşamıyoruz. Hemen her insan Wolfsburg'un galibiyetinden emin lakin ben değil. Freiburg yine de yenilebilir ama sahada futbol olarak daha iyi olacaktır. Beraberlik ihtimal ve fakat Freiburg'un yenmesi benim için sürpriz olmayacaktır..
Kaiserslautern - Hannover: 1
Yine keza Hannover'in formu filan ama hiç gerek yok.. Kaiserslautern bu maçı alacaktır.!
İlgilenenler olursa Oley.com'da hazır kuponlara da Borges ismi altında bir kupon yaptık..
23 Eylül 2010
Nuri Neden Milli Takımda Oynamıyor ?
Kızmak, isyan etmek yeterince yaptığımız şeyler. Ama kim çalıştırdığı takımın kötü olmasını ister ? Hiddink Nuri'nin değerini göremeyecek insan değil ve onun gözünden bakıp bir açıklama bulmak gerekir..
Bu bölgenin oyuncusunun takım içerisindeki rolü ve kabul edilebilirliği çok önemlidir. Hiddink onu dışarıda gösterdiği performans sonucu takıma alıyor ama içeride Milli takım ile yapılan antrenmanlar içerisindeki performansa göre de değil ilk onbire maç kadrosunun içerisine dahi almıyor. Buradan bakmak gerek..
Bu iki farklı performansın nedenlerine de eğilmek gerek.. BirGün'deki yazıda buna değinmiştik biz..
" Bu sorunun cevabını belki Nuri Şahin’in Almanya’da katıldığı bir televizyon programında gurbetçilerin hangi ulusal takımı neden seçtiği üzerine söylediklerinde aramak gerekir. Nuri, gurbetçilerin U15 ile U20 arasında nerede oynuyorsa orada kalmak istemesinin doğal olduğunu belirtiyor zira kabul edilebilirlik sorununun olabileceğinden dem vuruyor. Forvet, defans ya da kaleci için değil belki ama gelişen futbolun artık kalbi olan modern orta sahalar için diğerleri ile olan ilişkisi performansları da etkiliyor. Bu bölgenin oyuncularına kendiliğinden bir liderlik eklentisi söz konusu ve maç içerisinde iki bölgenin birleştiricisi konumunda ‘diğerleriyle olan ilişkisi belirleyici oluyor. Takımın içerisinde kaynaşıp o bölgenin lideri olamadığınız vakit farklı performanslar ortaya çıkıyor."
Dortmund'un dün attığı ikinci gole bakın.. Bender atağı kestikten sonra üstelik önü boş olmasına rağmen Nuri'yi arıyor. Ona topu geride oyun kurması için veriyor ve o da uygun bölgeye topu gönderip asistini yapıyor..
Su istatistik çok önemlidir. Son beş maçtır Nuri Şahin takımın topa en çok sahip olan oyuncusu. Topla teması maç içerisinde yüzü buluyor bazen.. Bu milli takımda gerçekleşmez ve Hiddink bunu talimatlarıyla gerçeleştirmesi için önce Nuri'nin bu liderlik vasfına inanacak..
Şunu da kabul edelim ki Emre Belözoğlu ile aynı görevi yapıyor ve Emre, Nuri'den daha iyidir bu konuda. Benim futbol anlayışıma göre Emre bu rolü milli takımda en iyi yapacak oyuncudur ve fakat onun olası sakatlığında dahi yedekte bulundurulmamasını işte ben de anlamıyorum.. Bunun dışında yan rollerde Nuri ne kadar iyidir ?
Emre'nin yanında da oynayabilir ama sanılanın aksine bu defansif zaafiyete neden olabilir. Ben onun oynatılmama nedenini biraz olsun anlayabiliyorum ama yedekte dahi bulundurulmayacak ölçüde değersiz görülmesini ise hiçbir şekilde anlamıyorum.. Takım içi kabul edilebilirlik sorununu Hiddink değil Türk yardımcıları önce elbette görebilir ve sonra bir ihtimal çözebilir..
Forvet veya stoper için bunlar çok da önemli değildir ama Schweinsteiger'in de üzerinde durduğu gibi kenar oyuncusunun aksine sahanın tamamına yakını ile ilişkiye giren bir pozisyon için bunlar önemlidir.
Zaman vermek gerekir.. Zamanla takıma ısınıp kaynaşacaktir çünkü tanısanız siz de seversiniz öyle de güzel bir adam. Hiddink onu oturtacaktır, tek sorun biraz zaman..
Nuri oraya oturursa; on yıl kalkmaz..
5.Hafta Bundesliga Top 11.!
Liste Spox'den ve ama bu sevgili Fatih Demireli'nin çalıştığı web sitesi başlığını şu şekilde yapmış:
Nuri'nin olmadığı bir top 11 yok.!
Ligin ikinci haftasındna beri yapılan bütün listelere girmiş. Mainz'in sol beki Fuchs'u çok beğeniyorum.. Ofansif-Defansif uçuruyor o kenarı.. Barrios tüm takım gibi formda.. Holtby'i ise Premiere Lig takımları istiyormuş bugün çıkan habere göre. En çok da bu oyuncuya şaşırdım ben. Magath bu oyuncuyu yetiştirir diyordum ama kiraladı.. Oysa bugün Jurado'nun yedekliğini çok güzel bir şekilde yapar ve bugün olduğu gibi kurtarıcı rollerine orada da girebilirdi ama sanırım Schalke'nin dengesini Şampiyonlar Ligi bozdu. Magath bu ligi en alakasız oyuncularla dahi götürebilirdi ama Şampiyonlar Ligi için tüm bu transferler, yenilikler..
Bence Vidal yerine olması gereken isim Asamoah.. ikidir sonradan girip St.Pauli'yi canlandırıyor..
Fabian Ernst Röportajı.!
lan lan lan.. acaip keyif aldım şu 11Freunde'nin röportajından.. Çok ilginç ve güzel şeyler söylemiş ama bence verdiği en şık cevap şudur.
Konu yeni transferler, kahramanlar ve bir defansif orta saha olarak neden Ernst'in Beşiktaş takımında bu kadar çok sevildiğidir .. onun cevabı:
" Beşiktaş taraftarlarının çoğunluğu işçi sınıfından geliyor ve sahada doksan dakika boyunca koşan, emek veren oyuncuları kendilerine haliyle daha yakın görüp başka seviyorlar. bu belki benim sevilmeme bir açıklamadır."
Guti ve Querasma'nın takıma hızlı şekilde uyum sağlayıp iyi bir katkı yaptığını söyler iken Guti'nin Madrid'den gelen yıldız oyuncu gibi antrenmanlarda olmadığını ve herkes gibi çalıştığını gördüğünde şaşırdığını söyleyip paslarının belirleyici olduğunun üzerinde durur iken Querasma'nın topa vuruş tekniğine hayran kaldığını ve daha önce böyle bir şeyi görmediğinin üzerini çiziyordu ki şunu ekleyeyim. Mainz oyuncusu Fuchs'un iki gün önce okuduğum röportajının içerisinde de Querasma'nın vuruş tekniği yer alıyordu; Benzersiz olduğunun üzerinde duruluyordu..
Önemli kısımlarından devam edelim:
- Schuster neyi değiştirdi ?
Daha çok yapısal değişikler oldu oyunumuzda. Daha fazla düzen ve taktik anlayış. Geçen sene dönem dönem bunlar kayboluyordu ve daha çok tipik Türk takımıydık.. Schuster ile istikrar yakaladık bu konularda.
Almanya ve Türkiye futbolu arasındaki en önemli fark nedir ?
(Düşünüyor) Yok. Futbol her yerde futbol..
Türk medyasının acımasızlığını bir Daum anektodu ile sorulduğunda ise kendisinin çok fazla çekmediğini söylüyor. Bir kaç kere söylemediğim halde bazı şeyler yazıldı diye ekliyor.
-Ne yaptınız bu durumda ?
-Hiç. Çünkü iyi şeylerdi..
-Neydi mesela ?
"Beşiktaş'ın oyuncusu Fabian Ernst derbi öncesi arkadaşlarına şöyle dedi: Hepiniz ileri çıkıp kazanmak için gol atın ben burada durur ve kimseyi geçirmem"
-..kulağa hoş geliyor
-öyle ama tamamen anlamsız.
Bundesligaya dönmek gibi bir amacının olmadığını ama olur da dönerse sadece memleketi Hannover'in takımına gideceğini söylüyor. Burada Avrupada oynayan bir takıma alıştığını ve orada bunun sıkıntısını yaşayabileceğinden bahsediyor. Bu sezon sonu sözleşmesi bitiyor.. Hannover'de kendisine ev yaptırıyormuş.. Son olarak bence önemli bir konu da şudur:
- Türkçeniz nasıl ?
..aslında çok iyiydi ama son üç aydır dersler kesildi.
-yine de en sevdiğiniz Türkçe kelime ?
-yamyam
-Ne demek ?
İnsanyiyen.. bu bir şekilde aklımda kaldı neden bilmiyorum..
İlk Görüşte Aşk.!
İnanır mısınız ?
Benim başıma geldi. Nasıl sorusunu çok sordum.. Bu şekilde bu kadar tutkulu olarak yaşanabilmesi için öncesinde sürekli onunla beraber yaşamak gerekir.. Sürekli düşünmek, sürekli hayal kurmak ve onu artık bir başkasına çevirecek, yeniden yaratacak kadar içine girmek.. Pek hazzetmediğim ve lise yıllarında bıraktığım platonik aşklardaki tutkuyu anlıyorum.. Ama söyler misiniz otuz saniye öncesine kadar tanımadığınız bir insana karşı nasıl o otuz saniye içerisinde gerçekleşir böylesine bir tutku ?
Sanırım biz çoçukluğumuzdan itibaren seyredilen filmlerden anlatılan hikayelere ve okunan kitapların içeriğindeki karakterlere kadar bize sunulan insan yığınından yavaş yavaş bir insan çiziyoruz kendimize.. Onunla hiç tanışmış olmasak da kaba hatlarıyla beynimizde yer etmeye başlıyor.. Hep o bize bir şekilde sevdirilmiş karakterlerle geziyoruz aslında ve bir gün bir yerde o çizilen karakter ile ufak bir benzerlik sonucu uzun yıllar sonucunda oluşmuş olan aşk kendisini var edeceği bir alan buluyor kendisine..
Sanıyoruz ki yeni tanıştık ama daha tanışmadık ki ? Biz kafamızın içerisindekine onu oturttuk çoktan..
Ne kadar yakınlaşsak da özellikle lise çağlarında mesafe varolan tutku nedeniyle her zaman kendisini koruyor ve o gerçeğe ancak gerçekçi bir şekilde dokunabildiğimiz zaman ulaşıp o muhteşem tutkuyu yok ediyoruz. O zaman anlıyoruz aslında bambaşka bir insan var karşımızda. Oysa ilk gülümsemesine kondurduğumuz karakter ile muhteşem bir şeydi..
Ergenlik ile sonrası arasındaki fark 'bilinç'. Tanıdığınızın aslında çok başka bir insan olabileceği tecrübesine sahip olmaktır. Öyle olduktan sonra ister istermez kurulan hayallere bir sınır gelir ve tutkunun şiddetini belirleyen onunla geçirdiğiniz süreler de hep kısalır..
22 Eylül 2010
Bundesliga Çarşambası.!
Schalke'yi hayata döndürdü Huntelaar..
Magath 4-3-1-2 ile sahaya çıktı. Tam beş pozisyon değiştirmiş oldu. İlk defa ilkonbir başlayan Jurado'nun arkasına üç tane defansif orta saha koydu. Bugüne kadar 14 milyonluk oyuncunun ilk onbir başlamama nedeni defansif açıdan yeterli seviyeye ulaşamamasıdır. Elbette Farfan'ı da kötü olduğu için değil başka şansı olmadığı için yedek bırakmak durumunda kaldı. Buradan bakınca aslında Misimovic'i alıp Farfan'ı vermeliydi.. her açıdan uyum yakalanıyordu.. Bence büyük bir hata.. Tam bu transfer döneminde takımın kupa ve hazırlık karşılaşmalarındaki tüm golleri Farfan atınca kıymetlendi ama hem sisteminde yer yok hem de işi zor. İki forvet artı oyun kurucunun olduğu yerde Farfan mümkün değil..
Deac ve Kluge'yi de çekti kenara.. Lakin sağ bek problemi sürüyor.. Freiburg oldukça etkiliydi aslında..
Huntelaar her açıdan Magath'ı öyle bir rahatlattı ki.. Bundan sonra bir süre yenilmez derim ben Schalke.!
-Nuri.! Hocam pas güzel aldım ben onu, haberin olsun.. Eyw.
Arkaya selam bile çakarsın yani.. öyle oldu. Dortmund şu an ligin en iyisi. Leverkusen maçında yenilmiş olmaları bir şeyi değiştirmiyor çünkü aslında o maç içerisinde de oynayan takımdı.
Nuri Şahin tam bir maestro gibi yönetti. Her yerde yine o maç sonunda gündemde.! Özellikle Kehl'in -çok severim o başka- olmaması liderliği tam anlamıyla onun üzerine yıktı. Bender gibi genç bir defansif orta sahanın işçiliğinin gölgesinde hücuma daha aktif bir şekilde katılıyor. İlk goldeki pası güzel, diğerleri sıradan olsa da sahanın hemen herkesin söylediği gibi en iyisiydi...
Lig tarihinin en iyi başlangıcını yaptılar. 13 golle ligin en çok gol atan takımı iken yedikleri dört gol ile aynı şekilde en az gol yiyen üç takımından birisi. Daha ne olsun ?
Dortmund ve Nuri iyi yolda ama Klopp maç sonu şunu da eklemeyi ihmal etmedi.
' Biz onun Türkiye Milli takımına gidip sadece antrenman yapıp rejenerasyon çalışmasına katılmasından memnunuz. Maçın DVD'sini Hiddink isterse ona gönderebiliriz '..
Lafı koydu ve elbette bir de şunu dedi..
'Şimdi işte çok ama çok zor bir deplasmana gidiyoruz'.
Nereye ? Şuraya..
..son saniyede güldüler ki maçın başından beri hak eden taraf onlar idi. Gladbach feci dağıldi. Deplasmanda Leverkusen'e altı attılar ve sonrasında Frankfurt'tan dört yediler.. Stuttgart'dan yedi.. Şimdi de evinde St.Pauli'ye yenildiler. Garip ve sanırım biraz 'dengesiz' bir takım..
St.Pauli ise Asamoah oyuna girdikten sonra çoşuyor, iki oldu bu ve artık ilkonbiri hakediyor. Sakatlığı da geçmiştir.
Gladbach'ın ise artık Dante'si de yok. En az altı hafta diyorlar.. işleri zor ve St. Pauli bu hafta kendi evinde ligin en iyi takımına karşı oynayacak ve bu açıdan bu deplasman galibiyeti önemliydi.
Yine bir son dakika golü ve onun getirdiği galibiyet.. Skibbe kötü olmadığı iki maçta birisi ofsayt ve diğeri penaltıdan yediği goller sonraso altı puan kaybetti.. Leverkusen iyi değildi ve fakat o kadar çok sakatı var ki Frankfurt deplasmanda dahi olsa çok daha iyi olmak durumundaydı.. Kiessling ve Helmes yoktu.. Ballack keza.. Buna rağmen yeniyorsa son saniyede de olsa Skibbe'nin forma girmesi gerektiğinin bir göstergesidir.. Kredisi de çok fazla kalmadı.
Bu maç içerisinde Halil'in ne kadar bilinçli olduğunu bilmediğimiz bir şutu var ki gol olsaydı Roberto Carlos'un o golü hikaye kalırdı yanında.. O denli fantastik bir şeydi.
McClaren doğrusunu yaptı. Birden geçiş çok da doğru değil. Aykut Kocaman'ın da bunu düşünmesi gerek.. 4-2-3-1 ile 3 yenilgi alınca 4-4-2'ye döndü. Bu takım bunu beceriyor, bu şekilde oynayabiliyor.. Diego bu sisteme fazlasıyla alışık ve Grafite-Dzeko ikilisi keza..
İki maçta altı puan aldı. Değişim yine olsun ama biraz da zamanla..
Hamburg ise kaos içerisinde.. Orta sahasında problem var. Ze Roberto 36 yaşında.. Guerrero bu maçta yoktu ama o bölgenin oyuncusu değil.. Petric problemi keza.. İstikrar çok da yakın değil bu takıma.
Nürnberg ilk galibiyetini aldı ve Stuttgart evinde attığı yedi gole rağmen kendisine henüz gelebilmiş değil. Gol son dakikada geldi ve sevinç oldukça fazlaydı. Stuttgart ve Nürnberg haftalardır kötü oynayan iki takım. Nürnberg bu galibiyet ile çıkış yapar ama Stuttgart'ın işi zor. Beklentiyi karşılayamacaktır bu sene..
Eskilerin Romantikliği.!
Ali Ece başka sever bu Littbartski'yi ve keza ben de öyle. Her daim kendinizi yakın hissettiğiniz farklı bir statüye sahip idi Almanya'da.. Köln ile bütünleşmişti ve Daum'un gidişine en çok üzülenlerdendi 90 Dünya Kupası sonrası.. Hatun konusunda yorum yapmıyorum çünkü seviyorum adamı;)
Gerd Müller.. çok da açıklamaz ama futbol hayatı ve milli takımdaki serüveninde belirleyici bir rolü vardır eşinin.. En az Schuster'in Gaby'si kadar güçlü ve belirleyici bir kadın figürünün arkada durduğunu düşünüyorum.
Devran Çağlar da bi dönem Bundesligada forma giymiş. Bizim basın yazmaz bunu elbette ama Karlsruhe.. tamam tamam uzatmıyorum. Aumann ve hatunu. Ne kadar bizden bu adam değil mi?
Marcel Raducanu.. o muhteşem kaçışına burada yer vermiştik okumadıysanız Hagi'nin de içerisinde olduğu bu hikayeyi mutlaka okuyun..
Udo Lattek.. Yaşayan teknik adam efsanesi. Bugünlerde sağlık sorunları ile boğuşuyor ama yeniden ekrana gelecek.. Sadece onun o direkt yorumları adına pazar sabahları erken kalkar, DFB'deki programını izlerdim.. Maradona'lı Schuster'li hikayeleri tadından yenmez..
Resimleri futbolcuların erken yaşta evlenmesinin konu edildiği bir makaleyi işleyen 11Freunde'den aldım. Burada bu resmin altındaki yorum müthişti.
'Teykkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk mi to dııııııııııııııııııııı mecik offffffffffffffff dı mo..' Çoçukluğumuzun şarkısına hiç bu kadar güzen oturan başka bir resim gördünüz mü ? Andreas Köpke.. Şarkı da buradadır.
Netzer.. Solundaki de 'beraber oynar mı la bunlar' dedikleri Overath.. öyle bir oynuyorlar ki.. Dikkat ediyorsanız diğerleri ile aradaki farkı oldukça açık bir şekilde ortada. Kalıcı beraberliklerin adamı değildi.. Bugünlerin Christiano Ronaldo'su neyse Netzer de oydu. Diskolara gitmeyi abarttı bir disko açtı kendisine sonra.. Foto da 1971-73 arası işletmeciliğini yaptığı 'Lovers Lane' diskosundan.. Münih'te diskoya gider sabahı da yüzlerce km ötede antrenmana çıkardı.. Çıkardı ama o antrenmana..
Çok da hakkını yemeyelim aslında o bazen bu resim.!
Hansi Müller'i buraya koymamın nedeni hem seksenli yılların o bilindik klişesini bir daha tekrar etmek ama en çok da onca hatun arasından 'aha güzel bu' diyebileceğim kadar güzel bir sevgilisi olması. Çok değil ama lütfen diğerlerine ve en çok da aşağıdakine biraz bakın.. Hak vereceksiniz bana..
Kim bu ?
Ve elbette.. Loddar.!
..kimse Loddar'ın yerini alamaz. 80'de ilk defa milli olup da Avrupa Şampiyonasına sürpriz bir şekilde gideceğini öğrendiği anda kızarkadaşı ile tatil yapamayacak diye ağlayan loddar.. Bulgaristan'ın başına bir yıllığına geçmiş.. Oysa bir Anadolu klubüne yakışırdı aslında.. ben umudumu kesmiş değilim ve bir gün gelecek buraya..
Aslında Yıkıcıdır Övgü.!
İnsanlar bir şeyin içerisini önce onu şişirerek boşaltırlar. Bir yerde bir konuda belki sadece bir alanda ve bazen sadece o koşullarda bir başarı gerçekleştirmiş olanları önce gereksiz överler, onu her yerde göz önüne getirirler ve sonra öyle güzel içleri boşaltılır ki.. Olmayan özelliklerinin olmadığını belirterek başlarlar yok etmeye ve aslında insanı herhangi bir konuda başarılı olduğuna pişman ederler.
Karşılığı olmayan bir övgünün açacağı boşlukta insan savunmasız kalır. Arda Turan aslında iyi futbolcudur ve kendi koşulları ölçüsünde oldukça da başarılıdır ama Messi derseniz birden bu adam ne kadar kötüymüş ve aslında üç kişiyi geçip goller atamıyormuş noktasına gelmek gibi bir şey..
Bu yöntem çokca zaman bilinçli bir şekilde uygulanmış ve bunun en çarpıcı örneği de Che Guevara'dır. Onu sakladıkça, gizledikçe ve üzerine baskı uyguladıkça büyüdüğünü gören biraz değişik olan insanlar birden onu her yerde tüketilebilir ürün haline getirip pazarlamaya başladılar.. Her şey taşkınlığında anlamsızlaşırmıs derler ya, öyle olmasını beklediler.
Ve fakat görüyoruz ki yıllar yıllar geçse ve dünyanın belki de en çok tanınan yüzüne kavuşsa da onca övgüye karşı yıkılmayacak kadar 'güzellik' sığdırmış içerisine bu adam..
Ne kadar abartır, olur olmaz her yerde onu var edip anlamsız kılınmak istense de hala eksik, hala tam anlamıyla hakkı verilmemiş bir insan kalıyor geriye. Dünyanın tüm övgüleri onun eylemlerinin ötesine geçip hakim olamayacağı bir boşluk yaratamadı..
Nasıl olsun ki ?
Bir ülkede(Arjantin) doğuyorsun ama bir başka ülkede(Küba) hiç de gereği yok iken o ülke insanı için savaş veriyor, hayatını ortaya koyuyorsun.. Gerçekleşmesi imkansız olanı başarıp ülkenin kahramanı olarak hayatının geri kalanını yaşamak var iken bir başka ülke(Bolivya) insanı için savaşırken ölüyorsun..
Ülkenin kahramanı, devletin bakanı oluyorsun ama her pazar tarlada saatlerce işçilik yapıyorsun.
Yine de bu yukarıda karşılığı olmayan övgünün sevdiğinizi yok etmenin en güzel aracı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Che, bu dünyanın bir kusuruydu. Değil bu tüm genellemelerden uzak tutulması gerekir. Ona bakarak doğruya değil mucizeye ulaşırsınız en fazla..
Hülasa; Birini seviyorsan eğer; olduğundan fazla gördüğün her an ona zarar veriyorsundur.
İ Spit On Your Grave.!
Aslında ben gecenin bir vakti Boris Vian'ın aynı isimli kitabını okuyordum. 'Mezarlarınıza tüküreceğim'. Eserin içeriği ile ilgili bir soru kafama takıldı ve bunun araştırması içerisinde bu filme denk geldim. Hatta baya bi tuhaflık yaşadım aslında..
Boris Vian kitabı Vernon Sullivan takma adıyla yayımlar ve erotizmi aşırı gerçekçi bir şekilde tasvir etmesi nedeniyle yasaklanır. Para cezasına dahi çarptırılır. Kitabın içeriği gerçekten fazlasıyla pornografiktir ve fakat bu film de aynı nedenlerden dolayı yasaklanmıştır ve içerisinde yaklaşık yarım saat süren tecavüz sahneleri vardır.. Dahası Boris Vian'ın eserinin filmi de çekilmiştir ve hatta yazar bu fimin galasında rahatsızlanarak yaşama veda etmiştir.
Elbette Boris Vian ellili yılların sonunda vefat eder iken film yetmişli yılların sonuna ait ama gecenin bir vakti artık her şey yavaş yavaş anlamını yitirdiğinden oturdum filmi bu şekilde izlemeye başladım ki hemen başında kitabın içeriğinden çok başka bir film olduğunu anladık ama yine de izledim.
Ağır tecavüz sahnelerine ve pornografik içeriğine rağmen çok etkilendim.. Bugünlerde 2010 modeli piyasaya sürülüyormuş ve aslında kult bir film izlediğimin farkında bile değildim. Boris Vian'ın kitabından çok daha fazla etkiledi beni. Çünkü çok açık bir insan gerçeğini ortaya bu şekilde koyması adına oldukça değerli.
Filmin konusu basit. Bir yazar kitap yazmak için geldiği bir tatil kasabasımsı bir yerde sıradan dört insanın vahşetine maruz kalır. Sonrasında ise tek tek intikamını alır.
Bitti..
Mesele şu ki her insanın içerisinde olan o vahşetin dışarıdan ne kadar görünmez olduğunu size bu sinema yapıtından daha iyi kimse anlatamaz. O hayvanlık dürtüsünün dışında sürülen yaşamın içerisinde bu kötülüklerin ne kadar görünmez olduğunun da altı kalın kalın çizilmiş. Özellikle kadının intikamını alması esnasında tek tek gözlemlediği karakterlerin olağan yaşamı verilmek istenilen mesaj açısından önemliydi.
Tecavüzü gerçekleştiren bir ya da iki kişi değil birbirlerinden farklı ve o bölgenin insanlarının temsilcisi konumunda dört insan. O tenha bölgenin çoğunluğunu oluşturması bakımından aslında ele alınan öznelliğinden bağımsız ' insan'. Sahnelerin çok uzun sürmesi varolan vahşetin sonrasındaki 'olağan yaşam görüntüleri' eşliğinde akıldan çıkmamasını sağlıyor. Dışarıdan bakıldığında sıradan olan insanın içerisinde olan hayvanlığın güzel bir anlatımıdır.
Toplumsal ahlak eleştirisinden ziyade varolan insan gerçeğini ortaya sinema diliyle anlatmaktır yönetmenin meselesi. Bu filmi vahşi ya da pornografik içeriğinden dolayı tuhaf bulanlar olabilir ama gerçekçiliği konusunda şüpheye düşenlerin çok sayıda olmayacağını biliyorum. Hatta dile getiremeseniz dahi bizzat kendinizden yola çıkıp bu sonuca varacağınızı da biliyorum.
'En iyi eylemlerimizden dahi aslında utanç duyacaktık; eğer onların arkasında yatan itkiden haberiniz olsaydı..' (biryerdeokumuştum)
" 1 "
5'te 5 yaptılar.. Bugün ligin lideri.!
Yine 5 değişiklik yapmak durumunda kaldı Tuchel.. Ve yine kazandı.!
Maç golsüz bir şekilde ilerler iken sonradan girip maçları kurtaran 11 milyonluk Schürrle'sini çıkarıp Holtby'i oyuna soktu.
O da iki gol atıp bu rüyanın biraz daha devam etmesini sağladı..
Takımın başındaki teknik adam hariç herkes biraz işin esprisinde ve uçmuş durumda. Ama sadece o gazetelere bakmıyor, tabeladaki yerini sallamıyor " 1. veya 9. farketmez bu dönemde sıralamanın önemi yok ve ben maç maç ilerliyorum' diyor..
Hayatının kısa özetini yazabildilk ama ilerleyen zaman içerisinde karakteri üzerine daha uzun yazılar yazmak ister bu gönül..
Ribery Çığlığı.!
Öyle bir bağırdı ki sezonu kapattı bu dedik.. Söylenenlere bakılırsa uzun süre takıma geri dönemeyecek ve sonunda adam ağlıyordu artık..
Robben sonrası Bayern Ribery'sini de kaybetti ve Mainz maçında işleri gerçekten zor.. Maç sonrası görüntülerden anladığım ise en az altı hafta Ribery yok gibi.. Oysa daha yeni gelmişti..
Hamit bence sadece bu yüzden kaldı. Rib-Rob'un olduğu yerde her daim yedeklerin forma giyme ihtimali çok fazladır. Nasıl ki bu oyuncular sağlam olduğu vakit Hamit'in gram şansı yoksa bunların da ikisinin birden üç maç üst üste oynama şansı da aynı şekilde..
Bu sakatlığı atlatsa dahi girdiği bunalımdan çıkamama ihtimali dahi var. Yakında Deisler gibi futbolu bırakıyorum ben derse şaşırmayacağım, o denli yıkıldı adam..
İna Müller ve Derbi Algısı Üzerine.!
İna Müller şarkıcı, yazar filan. Çok da takip ettiğim,dinlediğim ya da okuduğum bir insanoğlu değil. Aynen ortada çok net olan 'Ronaldo'nun egoistliği' meselesini nasıl Sara dile getiriyorsa burada da İna kızımız başka bir gerçeğin altını çiziyor. Bu derbiler öncesi konu hakkında 'aralarında yeterince nefret yok' analizi aslında önemli. Meselenin kökeninde nefretin bulunmasının üzerinde durmak gerekir.
11Freunde dergisi geçenlerde en önemli 50 şehir derbisini okuyucularına listelemiş. Meksika'dan Arjantin'e ve Almanya bölgesel ligine kadar uzanan listenin 50.sırasındaki takım Liverpool - Everton.. Neden 50.Sırada.. ? Futbolu mu eksik ? Hayır.. Uzun süre barışçıl derbi olarak yaşam sürmüş. Yeterince bir nefretin olmaması önemli bir kıstas.
Daha da ilginç olanı ise 50 şehir derbisi içerisinde yer alan karşılaşmaların önemini de sürekli faullerle kesilen ve hakemlerin eleştirildiği maçlardan , taraftartarların çıkardığı olaylardan bahsederek belirtmişler. 16.Sırada varolan GS-BJK derbisinden önce 2007'ye vurgu yapılmış ve sahanın GS-FB derbisinden dolayı kapandığını, ilk defa seyircisiz oynandığının altı çizilmiş.
Velhasıl bu ayrıntılı listede GS-FB derbisi de var. Futbol nedeniyle mi ? Kesinlikle hayır ve arkadaşlar dışarıdaki insanın da derbiden anladığı güzel futbol değil. Sürekli kötü futbol sonrası bunun neresi derbi diye sormak bu açıdan doğru değil aslında zira kimsenin böyle bir beklentisi yok. Meksika ligindeki bir derbi mercek altına alındığında varolan liginin ortalama futbolunun üzerine çıkıp şahane maç beklemiyor, herkesin derdi aslında biraz şiddeti bol hikaye dinlemek..
50 tane derbi tanımı içerisinde bir kez olsun 'ya bunlar çok güzel futbol oynuyor da o yüzden derbi' filan dememiş kimse.. Dünyanın buna baktığı da yok, çok güzel futbol oynandığı için birilerinin bu derbiyi seyretme ihtiyacı ise hiç yok..
Bizdeki güdük mantık şudur: Abi bu ne yaa.. futbol hiç yok, yabancı görse bunun neresi derbi ? Ülke futbolu için 'bu nasıl futbol' denilmeli ve şu derbi muhabbetlerinden bağımsız yapılmalıdır ama bunun neresi derbi yaa benim anladığım şekilde doğru bir yaklaşım değil. Dahası derbi niteliği sanıldığı kadar 'olumlu' bir tanım mı bunun üzerine eğilmek gerekir.
Dışarıdan bir insanoğlunu o derbinin başına oturtan içerisindeki futbolun kalitesi değil. Senin basit bir futbol maçına çok fazla anlam yüklemen.. Saf futbol arayan Premiere Lig seyreder, Barca maçı ya da Bundesligaya bakar.. Derbilerin hikayesi ve maalasef iki takım arasındaki nefretin büyüklüğü ve bir maçın skorunun sonucunda ne denli üzüntü ya da sevinç yarattığı dikkate alınıyor. Daha da önemlisi dünyanın en önemli derbisi sıfatına sizi sokacak olan çıkarılan olaylar, sokulan döner bıçaklarının sergisi ve dahası maç sonucuna göre yıkılan insan muhabbeti. Tuhaf ama gerçek bu. Övünülecek bir şey olmadığının altını çizmek gerek.. 50 tane derbinin altında onun 'derbi' olduğunu belirtilen olayları inanın hiçkimse tasvip etmez.
Bu çelişki burada da var. Boca-River maçının o malum iki insanın ölümünü sık sık anarsınız.. Oysa başımıza gelse utancımızdan yerin dibine gireriz. Üzüntümüzden yıllarca ağlarız ve fakat bir başkasının içeriği olduğu vakit hikaye dinler gibi okuruz masal anlatır gibi de diğerlerine aktarırız. Avrupalının yaptığı da kısaca budur.. 50 tane derbinin altına yazılan kısa ayrıntılardan herhangi birisi kendi başına gelse futbolu yasaklar ama başka açıdan film gibi insanlara sunmayı da ihmal etmez. Bu sunum esnasında eleştirel de yaklaşmaz..
16 GS-BJK demiştik.. Fenerbahçe - Beşiktaş 29.. geride kalan listeyi de verelim.
15
Barcelona SC – Emelek
Ekvator'un en büyük liman şehirlerinden Guayaquil'da gerçekleşir. Madrid ve Barcelona şehir derbisi olarak algılanamaz ama bu şekilde olur bak.. Ispanya'dan göçen İspanyollar ve Katalanlar burada kurdukları takımlarla derbi anlamını Madrid ve Barca için sonuna kadar yaşatıyorlar..
14
Aston Villa – Birmingham City
13
Universidad – Colo Colo (Şili)
12
Roma - Lazio
Hepimiz biliyoruz bu derbiyi. Peki Avrupa basını ya da bu listeyi yapanlar altına neyi yazıyorlar ? Muhteşem bir futbol oynandığını ve mutlaka izleyin mi ? 1979'da vurulan Lazio taraftarını ya da Ultra'ların 2004'deki Totti tehtitini..
Aaa Yüzyılın derbisine bakın hani futbol filan sizin kendi aranızda yaptığınız saçma bir geyik zira derbilerde genelde çok da futbolla kimse ilgilenmiyor maalasef.. Burada mesele zaten futbol da değil.
11
Al Ahly – Zamalek (Mısır)
Bunun altına ne yazılmıştır önemli bir derbinin olduğunun anlaşılması üzerine ? Muhteşem gollerin atıldığı ve futboldan ülkenin bayıldığı filan mı ?
Diyor ki: Bu maçın olduğu vakit şehirde trafik akmaz. Hakemler yabancı ülkeden temin edilir ve 2008'de Guardian muhabiri derbi ile ilgili bilgi toplamak ve izlemek için gittiğinde havaalanından bindiği taksici uyarmış:
'Gitme.. öldürülürsün..'
10
Schalke - Dortmund.!
9
West Ham – Millwall
8
Newell’s Old Boys – Rosario Central
7
Flamengo – Fluminense
6
Kızılyıldız - Partizan
5
CSKA - Levski Sofya
4
Boca Juniors – River Plate
3
Galatasaray - Fenerbahçe
Eveet.. utanıyorum futboldan, bunun neresi derbi vesaire geyiklerini bir kenara bırakalım. Yabancılar konuyu titizlikle ele almış. Buradaki fotoğrafın seçimi dahi onlara ait. Zira başta da söylediğimiz gibi derbinin önemini içerisindeki futbol belirlemiyor. Kazanmanın ve kaybetmenin ölüm-kalım savaşı olduğu yerde genelde güzel futbol da oynanmaz.. Mesele çok başka ve sıralamada durum budur.
Altına da aynı zamanda kıtalararası derbi yakıştırması yapılmış. Bir taraf Asya diğer taraf Avrupa.. E Avrupa hangi taraf demeyeceksiniz sanırım ?;)
Lakin bu listenin üçüncü sırasında olmak gerçekten bir gurur kaynağı mı olmalıdır, bunun üzerinde düşünmek gerekir.
2
Olympiakos - Panathinaikos
1
Celtic - Rangers
Durum budur.
Derginin Türkiye futbolu hakkındaki yorumu da şudur:
"Türkiye’deki insanlar futbola hayatın geri kalanından daha fazla aitler. İnsanlar kendilerini kulüpleriyle tanımlıyorlar. Maçtan bir sonraki gün başka hiçbir şeyden bahsedilmiyor. İnsanlar burada sadece stadyuma giden basit birer taraftar değiller. Bir derbi kaybedildiği zaman oyunculara çok büyük eleştiri gelir. Türk erkeğinin iki tutku seviyesinde aşkı var. Biri ulusu, diğeri futbol takımı. Deplasman takımları tribünlerin sadece yüzde 5’ini alsalar da güçlü bir biçimde takımlarını desteklemekten vazgeçmiyorlar."
Yukarıdaki pasaj daha da ayrıntılı bir şekilde incelenmelidir. Takım ve Ulus sevgisinin benzerliğinin işaret ettiği yer aslında kişinin ego tatminini nasıl gerçekleştirdiği ile ilintilidir. Bu şekilde ortalığı savaş alanına çevirecek boyutta önem kazandıran olgunun bireyin ulusu ve takımı kendisiyle özdeşleştirme durumundan kaynaklanıyor. Temelde narsizm burada başrolü oynar. Ulusuna, takımına söz geldiği vakit kişi onu kendi kişiliğiyle bütünleştirdiğinden dolayı kişisel hakarete uğramışcasına tepki verir..Bu yer yer ölümlere, futbolun dışına çıkarır. Mesele futbol olmaktan çıkar..
1954 Dünya Kupasında Almanlar kazandığı vakit burada çok garip hikayesini işlediğimiz dönemin Alman Fedarasyon başkanının farklı bir sevincini dile getirmiştik. O kupa sonrası ülke insanı bir nebze olsun burada bir 'tatmini' yaşar ve 54 öncesi durumların tekrarının önüne geçer diye umuyordu. O Hitler faşizminin de temelinde 'narsizm' ya da egonun tatmin edilmesi ile ilintili olduğunun farklı şekilde altının çizilmesidir.
Fanatizmin bu boyutunun hem milliyetçilik hem de holiganizm çevresinde ele aldığınız zaman ortaya milyon parçadan oluşan bir bütünü tek bir parça şeklinde kendisinde taşımaya,onunla gurur duyup ondan utanç duymaya geldiği noktada çok şey olasıdır. Dahası tehlikelidir..
Fenerbahçe Galatasaray derbisi Dünyanın en büyük 3 derbisinden birisidir. Bu doğrudur. Lakin bu gerçekten gurur duyulacak bir 'başarı' mıdır orası tartışılır zira ben bu liste içerisinde her derbinin 'önemli' olduğunu vurgulayan her ayrıntısının bir daha olmaması için futboldan bile vazgeçerim..
21 Eylül 2010
Sara: Ronaldo Egoist.!
Sara konuk olduğu bir TV programında Christiano Ronaldo'yu eleştirmiş. Onu egoist olarak tanımlamış ve saha içerisinde fazla bireysel takılıyo manasında dokundurmuş ki son lig ve Şampiyonlar Ligi maçlarını izlemiş bir insan olarak hak veriyorum ben kendisine ama meselenin bir diğer boyutu daha var..
Ronaldo bu genç kızımıza çok önceleri beğeniyor ama Sara'nın tercihi Casillas'tan yana oluyor.
Şimdi gelmek istediğim nokta yok. Bitti yani.. Maksat Sara'lı bir yazı olsun.
20 Eylül 2010
Jorge Luis Borges..!!
Son günlerde okumaktan en çok keyif aldığım Borges içeriği.. Kim bilir bir kişi daha vardır böyle, o da bu Borges'in eşi Maria Kodama ile yapılmış muhteşem röportajdan haberi olsun.. Yıllardır hala ve umutla Borges'n Paris'ten eşine yazdığı bir kere okuyabildiğim mektubu ararım ben.. Onu bulamadım ama bu da oldukça tatmin ediciydi.. Birazını buraya aldık ve tamamı için lütfen şuraya: Futuristika.com
......
..Borges olağanüstü bir yazardı…
Onu öncelikle bir şair olarak görüyorum; ondaki bu müthiş deha, küçüklüğünden geliyordu, kaderiydi.
Aynı zamanda çocuk dahiydi. Yedi yaşında, Yunan Mitolojisi’nden kısa metinler yazarken, sekiz yaşında bir Quixote/Kişot bölümünden feyz alan “La visera fatal”/Ölümcül göz”ü yazmıştı. Dokuz yaşında ise Oscar Wilde’ın “Mutlu Prens”ini İngilizce’den çevirmişti.
Evet. Ayrıca “Mutlu Prens” yayımlandığında birçok kişi çeviriyi yapanın babası olduğunu zannetmişti.
Babası… Borges’in John Keats’den alıntı yaptığı kısmı tüm yüreğiyle okuduğu zamanki sesi unutulmaz: “Ölmeye doğmadın sen/Ölümsüz kuş” Ki bu kelimelerdir onu şiire yönlendiren…
Evet, Keats’in üstündeki etkisi büyüktü ancak asıl tercihi 9. ve 10. yy’dan epik metinler ve İngiliz Baladları’dır. Ayrıca Emerson, Browning ve … Walt Whitman!
Ölmek için Cenevre’ye gitmeye karar verdi. Korkmuyor muydu?
Hayır. Dramatürji ya da nasıl derler, duygusal şeyleri severdi. Borges ölümü doğal yollarla da yaşadı, her zamanki gibi, her gün olduğu gibi… Stoacı’ydı.
Mezarında Anglo Sakson dilinde şöyle yazıyor: “And Ne Forhedan Na” Yani “Korkmasınlar” Korkmuyor muydu?
Korkmuyordu, çünkü ölümü bir macera gibi gördü. Yaşamın gizemlerine duyduğu merakını tatmin edeceği bir mekan gibi gördü. Ölümden sonra bir şeyin olup olmadığını bilmek istedi.
Ama ölümden korkmamak, biraz insanüstü bir durum değil mi?
Aslında, bildiğiniz gibi, biraz doğuya özgü hissiyatı vardı. Felsefe, Budizm Zen ve Şintoizm üzerine o kadar çok okumuştu. Bu bilgeliktir. Yaşamın sana sunduklarından nasıl zevk alacağını bilmektir. “Buenos Aires Tutkusu”nda, “”Geçip giden zamanda önemli olan/ dolu dolu/ve keyifli olması” yazmıştı.
Bütün yaşamı boyunca bu sınırı geçme arzusu var mıydı? Öte tarafta karşısına ne çıkacaksa çıksın?
Evet hep böyle bir tarzı vardı. Zaten genel görüşe karşı olmak büyük cesaret demektir.
...........Borges’in Rus Devrimi’ne aşık olduğu zamanlarda, 18 yaşındayken yazdığı “Los salmos rojos/Kızıl İlahiler”i de yayımlamayı düşünüyor musunuz?
Hayır. Borges 20 yaşındayken içinde bu şiirin de olduğu kitabı yoketmişti. Çünkü ilk bakışta Bolşevik Devrimi’nin halkın bilgi ve yaşam düzeyini artıracağını düşünmüştü. Ancak söz konusu dönemin patronlarının çarın ayakkabılarını giymeye başladıklarını farkettiğinde bu ideolojiden uzaklaştı. İyi de oldu.
Ama “Kızıl ilahiler” Grecia isimli dergide bir de bir başka İspanyolca dergide yayımlanmıştı.
Evet, bir de Cenevre’de bir dergide. Ama o kitaptan geriye kalan tek şey, kitaba ismini veren şiir oldu.
.....
Buna bağlı olarak… Borges’in öyle olduğu farzedilen Agnostisizm’ine rağmen, çalışmaları sonsuza bir çağrıdır. Eğer biri sonsuzluğa çağrı yapıyorsa, Tanrı’ya çağrı yapıyor demektir. Borges’in ölümünün arifesinde, İngiliz Büyükannesinin de isteğiyle, birlikte Anglo Sakson Baba’mıza dua ettiniz.
İnanç ya da inançsızlık sorunu değil bu. Borges Agnostikti. Ancak annesi daha önce ona Kutsal Baba’mıza dua etsin diye yalvarmıştı da. Borges ölmeden önce ona, dini bir eğitim almadığımdan, konuşamayacağımız konular var dedim. Yine de, onu aşan konularla ilgili konuşmak üzere rahip isteyip istemediğini sordum. o zaman Borges, “Aslında söylemek istediğin, bir rahibe ihtiyacım var mı?” dedi. “Hayır… Sadece benim konuşamayacağım konulardan onunla konuşmak isteyebilirsin diye…” dedim. O zaman Borges, “Olur, bir protestan ile bir katolik olsunlar ki, her ikisiyle de konuşamayayım” dedi. İşte bu nedenle, öldüğünde bir katolik ve bir protestan rahiplerle birlikte ekumenik (Futuristika notu: Evrensel kilise anlamında) bir tören düzenlendi.
Devamı: http://www.futuristika.org/roportaj/maria-kodama-borges/#ixzz105kiABzL
Mainz Neden Lider ?
Çünkü başında bir taktik dehası bulunuyor da ondan.
Bugünkü BirGün yazımı bu güzel hocaya ayırdım.
Mainz'in başarısının temelinde Tuchel'in taktik zekası yatar. Milyonların takımların kaderinin önceden belirlemeye daha çok başladığı bu dönemde Tuchel performansı benim için futbolun özünün yokolmaması adına çok önemli bir umuttur. Verdiği mesaj çok açıktır: Doğru taktik ile her zaman kazanma şansınız vardır.. Oyunu Bundesligada bana göre en iyi okuyan hocadır.
Stuttgart maçında başladı.... "Geçen seneden bu yana Stuttgart'ın iki dörtlü setinin arasındaki mesafenin çok fazla olduğunun farkındaydık. Dolayısla orta sahada normalde yaptığımız topa sahip olmaktan vazgeçip hızlı bir şekilde hedef bölgelere (kanerlara) topu göndermelerini istedim. "
Goller de bu şekilde gelişiyordu. Kaçırdıklarını da eklerseniz doğru yaklaşımın meyvelerini daha iyi görebilirsiniz.
'Bu maç için doğru olan elbette Wolfsburg için değil.. Onların bireysel yeteneklerine saygı duyuyoruz ama asla korkmuyoruz'.
Tüm maç sonu röportajlarının hepsinde bir sonraki rakibini mutlaka dile getirmesi onun önündeki maç biter bitmez diğer maçı düşünmeye başladığının göstergelerinden birisidir.
Kaiserslautern karşısında galip gelen ve toplamda üçte üç yapan takımın tam dört mevkisinde değişime gitti. Bunu kim yapar ? Kazanan takım bozulmaz geyiktir onun için.. Marcell Risse ilk defa bu maç özelinde ilkonbir başladı. Kabaca defansif zaafiyeti ortada olan Bremen orta sahasına Bülent Uygun'un Galatasaray karşısındaki Buca taktiğine benzer şekilde ortada sayıca fazla olup basan adamlar ile atakları kesip ofansif ve pas futbolu oynayan her takımın beklerinin bire birde zayıf olmasından faydalanıp iki kenar adamı ile Bremeni dağıttı. Maç sonu istatistiklerde Fritz ve Pasanen olağının dışında topla buluşmak durumunda kalmasından anlayabiliyoruz. Frings çıkmak durumunda kaldı vesaire..
Her türlü övgüye gözünü kapatıp 'Arkadaşlar bu maç bitti ve ben önümüzdeki maçı düşünüyorum' diyerek çekip giden mütevazi, çalışkan bir taktik dehası..
Her antrenman içerisinde kabinede bir sonraki maçın taktiksel tartışmasını oyuncularla yapıp antrenmanların ona gösterdiği yol üzerinden takımın nasıl ve ne şekilde oynayacağını çokca cuma akşamı ve bazen de Cumartesi sabahı netleştiriyor.. Geçen sene en büyük övgüyü maç içerisinde yaptığı muazzam formasyon değişimleri nedeniyle alır iken özellikle işler umduğu gibi gitmediği takdirde ikinci yarı her şeyi yeniden kurabilmesi inanılmaz..
Onun elinde bugün parlayan ve 11 milyon bonservis bedeli ödenilen A gençlerden beri beraber çalıştığı Andre Schürrle olsa da o daha çok onu taktik gereği ikinci yarı oyuna sokabiliyor. Üç maçtır yedek kadrosunda Almanya'nın en geleceği olan futbolcularından Andre Schürrle ve bu oyucunun her defa sonradanoyuna girişi takımı galibiyete sürükledi..
Sezon başı en değerli oyuncusu olan Bance biraz da varolan sakatlığı ile Bundesligada devam etmek istememsinden dolayı transfer sezonunun bitmesine hafta kala takımdan ayrıldı. Son anda gelen Rasmussen ve Fürth'den aldıkları Allagui forvet ikilisi.. Geçen sezon en iyi oynayan takımın kaptanı Hoogland ise takımdan ayrıldı.. İşte bu kadro Almanya'nın lideridir..
Elbette yenilgiler gelecektir ve Mainz sürpriz olursa ilk yedi içerisinde olur en fazla.. Lakin bence seneye Leverkusen'in düşündüğü bir isimdir ve Bayer Leverkusen onunla ve o da bu takımla Dortmund'un Klopp'undan bile daha fazla büyüyecektir.