10 Şubat 2018
Nelli Palomäki
Nelli Palomäki, 2016
Denir ki; sanatçı iki kardeşin samimi bir hareketini fotoğraflarken
aynı zamanda sevgi göstermek ve zarar vermek arasındaki
ince çizgiyi de vurgulamak istemiş.
Bunu yaparken 'erkekler arasındaki rekabet' üzerine odaklanmış.
Oysa erkekler arasındaki rekabet sonludur. Belli bir noktada ortaya çıkar.
O konu ortadan kalktığında ise rekabet de sona erer.
İlişki de kaldığı yerden devam eder.
Sadece çıkarlar bir noktada çatışmıştır gerçekte.
Oysa kadınlar arasındaki rekabet sonsuzdur. Dolayısıyla samimiyet
sorgulaması çok daha derindir.
Öte yandan belki de kıskanılacak olan ayrıntı bir kadının
diğer bir kadının algısına verdiği önem.
Bazen kadının aşık olduğu bir erkek dahi nesnedir,
orada gizli özne kadındır.
Bence bu asıl vahim olan durum.
Dokunsalar Ağlarım
Farkındayım, depresyondayım.
Öyle olsa gerek, başka açıklaması yok. İlk defa bugün çalışma arkadaşıma sesimi yükselttim. Daha agresif oldum, daha tahammülsüz.. En önemlisi daha keyifsiz, daha sessiz.
Yaşam içerisinde beni yoran insanları hayatımdan çıkardım. Telefonlarını sildim, ilgili bağlantıları kestim sorun olmayacak şekilde. Sadece bir kişiyi beni yorduğu için değil, olur olmaz zamanda onu ben yorarım diye.. Bu ayrıntı önemli çünkü onun adı başka. Üstelik öyle bir karakter ki böyle zamanlarda size müthiş gelir. Keşke arkadaş olarak görebilseydim..
Birkaç saat önce fark ettiğim gerçek de şu oldu. Bir kız arkadaşım var. Ne zaman görüşmeyi kessek, beni neden arayıp durmuyorsun diye trip atıyor filan. Uzun bir geçmişimiz olduğu için değer de veriyorum gerçekte. Lakin biraz şöyle geriye çekilip düşününce gerçekte ne kadar tek taraflı bir ilişki olduğunu fark ettim. Misal onca konuşma içerisinde bir kez olsun sen ne yapıyorsun, iyi misin ya da kötü müsün filan diye sormadığını, her zaman kendi sorunlarının merkez oluşturduğu diyaloglar içerisinde olduğunu fark ettim. Yaşam içerisinde çok zorlanıyor ve sürekli desteğe ihtiyaç duyuyor. İşte o itekleyici de benim sanırım. Yukarıdan bakıldığında çok güçlü görünüyorum sanırım. Öte yandan eskiden daha düşünceli, daha fedakardım sanırım. Şimdi sallamıyorum. Onu da ekledim listeye.
Bir süre kaybolmak istiyorum.
Geçmişte yaşamdan çok daha keyif alıyordum çünkü öğrenciydim. 30'a kadar öğrencilik yaptım. Çalışmak diye bir amacım yoktu. Kariyer, iş umurumda değildi. Ben hariç çevremdeki herkes huzursuzdu ve fakat iyi geziyorduk, yaşıyorduk bu hayatı. Sonra beni de kendilerine benzettiler. Bir ara dank etti, tamam istediğiniz gibi olsun deyip pes ettim. Geldim buraya ve başladım çalışmaya.. O gün bugündür çalışıyorum.
Bugün geldiğim nokta şöyle: S Sport'ta çift kişilik bir mesai söz konusu. Öğlen 4'e kadar arkadaşım Can ile programların içeriğini hazırlıyorum. Akşam 9'da da Sarıyer'den Bağcılar'a gidip programı yönetiyoruz. Yarın 12'de başlayacağız ve 20:30 maçını da yorumlayacağım. Eve geliş yine gece 12.. Nihayetinde Sabah sekiz akşam on iki.. Müthiş yorucu bir iş mi? Değil. Futbol. Koşullarımız iyi olsa bugün yaptığımızın on katı nitelikte iş çıkarırız.. Taşıma su ile değirmen döndürüyoruz ama yine de iyiyiz. Yormuyor ama çok fazla vakit alıyor. Üstelik yol da günde 100 km..
Bunun dışında Fitbol Dergi'ye yazıyoruz, zaman zaman içeriğine yardım ediyoruz. Her hafta Bundesliga için Misli.com'a yorumlar hazırlıyorum. Ayda bir Hürriyet'in çıkardığı dergiye de yazacağız.. Tüm bunlardan daha fazla enerjimi tüketen ise Alanyaspor'un rakiplerini analiz etmek oluyor. Çok kısa zamanda çok etkili iş çıkarmak zorunda kalıyorum. Hepsini topladığınızda işten oluşan bir yaşam önümde.
Sonuç.. Bu.
Bugün bitmedi. Eve zor attım kendimi. Öyle ki aşağıya doğru gidebilirdim. Neyse ki ev ve okumak beni kendime getirdi. İçerisinde yaşadığım dünyadan çıktım bir süreliğine. Şimdi biraz daha iyiyim ama sorun devam ediyor.
Eskiden hedeflerim vardı. Hayatın her alanında. Artık yoklar. İster kariyer ister aşk, çocuk.. Zeki hocamın dediği gibi artık bu dünyanın benim istediğim gibi olmayacağını biliyorum. Farkındayım. Sadece ne yapacağımı bilmiyorum. Tüm bunları konuşacak insanlarım var ama verecekleri teselli cümlelerinin işe yaramazlığından dolayı cümle kurmaya başlamak bile istemiyorum. Bu yüzden en iyisi yazmak..
Gerçekte burası ile ilgili daha güzel hayallerim vardı. Öte yandan sanki birisi fark etmiş de engellercesine üst üste işler gelmeye başladı. Başka bir dergi, analiz filan derken nefes alacak vakit dahi bulamadım. Neyse ki salı günü ufak bir tatil var. Bana iyi gelecektir..
Umuyorum!
7 Şubat 2018
M.M 2
Bana zamandan söz ediyorlar.
Gelip size Zamandan söz ederler.
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onlar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler.
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman
Alır sizden bunların yükünü.
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız.
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.
gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
dilerim geri teper. Yoksa gerçekten bitmişsinizdir.
M.M
Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak..
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır. İçinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun. Para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar.
Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz.
Çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar...
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden,sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saat tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlar...
denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar!
Borges ve Ben
Benim Jorge Luis Borges'i sevdiğimi bilirsiniz.
Misal hayatımda ilk kez 'sonsuzluk' kavramını düşünmeye onunla başladım. O zamana kadar sol literatürde sıklıkla aşağılanan Kant'ın 'bilinemezciliğine' ilk defa o zaman yaklaştım. Sonsuzluk ve Tanrı'nın varlığı, başı ve sonu gibi pek çok ayrıntıyı zihnimde hayal dahi edemediğimi fark ettim. İnsan zihninin sınırlı olduğunu ve hayal gücünün dahi yetmeyeceği içerikleri keşfettim.. Bazı konuların cevapları söz konusu olduğunda var olan sınırlı aklın kavramayacağını da düşünmeye başladım. Agnostisizm ile beraber insan aklının sınırını Borges okuyarak keşfettim..
İlk defa 'Kum Kitabı' ismini verdiği kısa öykülerden oluşan eserini okuduğumda şaşırmıştım çok. 1941 yılında yazılmış olan Kum Kitabı'nın aynı isimle yayınlanan öyküsünde başı sonu olmayan kitabın bugünkü internet ile eş anlamlı olduğunu yeni yeni fark ediyorum. Son yüzyılın en komplike icadının bundan yaklaşık 80 yıl önce Borges'in zihninde var olduğunu söyleyebilirim.
'Öteki' hikayesinde Borges köprü üzeri bir bankta gençliği ile karşılaşır. Yaşlı bir insanın gençliği ile olan karşılaşmasının nasıl olacağını düşünmek dahi tuhaf geliyor.
Lakin bir yerde yaşı Borges 35 yıl önceki borgesle olan muhabbeti şöyle tanımlıyordu " birbirimizi o kadar iyi tanıyorduk ki kimse yalan söyleyemiyordu ve konuşma hiç ilerlemiyordu"
Enteresan gelmişti. ilk defa yine 'yalan' üzerine düşünmeye onunla başladım. Herkesin ahlaki açıdan yaklaşarak üzerine türlü türlü olumsuzluklar serpiştirdiği 'yalan söyleme' özgürlüğü olmasaydı kimsenin diğeriyle iletişime geçemeyeceği, iki insanın birlikte yaşamasının mümkün olamayacağını kavradım. Aslında bir noktadan sonra sadece 'yalan söylemek' değil herhangi bir ahlaki doğrunun ancak belli koşullar oluştuğunda geçerlilik kazandığını da bu şekilde fark ettim.
Keza en sevdiğim hikayesi olan "Yolları çatallanan bahçe"
Aslında hikayeleri 'Kum Kitabı' gibi. Ne zaman yeniden okusam daha farklı anlamlar keşfediyorum. Her okuduğumda yeni bir hikaye okur gibi..
bitmez bu.
Peki ben neden bir gün elime Borges diye Arjantinli bir yazarın kitabını elime aldım?
Çizgi roman okuyordum. Kitapları sevmezdim. Sıkıcı bulurdum. O dönem hastası olduğum çizgi roman mistik hikayeleri içeren Martin Mystere idi. Çizgilerle okuduğum 'gizli yüz' adlı hikayesinin yazılı olanı Borges'in eserlerinde de vardı. Öyle bir benzerlik vardı ki sürekli beni Borges okumaya itti. Elbette Borges'in hikayelerindeki derinliği kavrayacak durumda değildim ama bu dahi keyif almama engel değildi.
Yıllar sonra yaşamım içerisinde bir kırılma noktası oluşturup beni çizgi romandan kitaplara doğru ittiği için ismini her yerde kendime adadım. Bana başka bir yaşamın, başka bir kimliğin kapılarını araladığı için bu kadar değerliydi. Oysa o dönem okumaya başladığım -1997-98-99- Yüzüklerin Efendisi, Borges ve İhsan Oktay Anar gibi kitapları belli bir süre sonra bıraktım. Tarz olarak klasikler daha çok ilgimi çekmeye başladı.
Lakin Borges olmasaydı..
Her şeyden önce bugün yaptığım mesleğim bile bu olmayacaktı. Yazı ile haşır neşir olmayacaktım. Bu ve benzeri pek çok ayrıtıyı konuşacak insanlar aramayacaktım. Belki her şey daha kötü ya da daha iyi olacaktı ama bugünkü gibi değil.
Rastlantı mı?
"Rastlantı dediğimiz şey,nedenselliğin karmaşık işleyişini bilmemekten başka nedir ki ? "
J.L.Borges
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)