10 Şubat 2012
St.Pauli'yi kurtarma maçı!
kadroya bakarmısınız her şeyden önce? St.Pauli'yi çıkaran ve düşüren, daha dün Hoffenheim'dan gönderilen Holger Stanislawski kaptan... Bayern'de ise Pizarro,Misimovic,Deisler v.s. kadroda.. Bu kurtarma maçında sahaya çıkıyorlar ve videonun dördüncü dakikası inanılmaz her zaman olduğu gibi.. O müziğin hangi tonunda sahaya çıkılacağı dahi bilinir. Hakem de geçenlerde intihar eden Babak Rafati..
Hemen herkes Uli Höness'in kötü zamanında Dortmund'a verdiği 2 milyon avrodan bahsediyor. Oysa bu nedir ki? Hertha Berlin'den tutun da Darmstadt'a kadar bizzat Höness'in yaptığı yardımların haddi hesabı yok. Bir adam, bir başkan belki de 30 yıllık bayern macerası içerisinde ilk defa taraftarları tarafından ıslıklanıyor, ezeli rakibi 1860 München'e yardım ettiği için.. En çok yardım ettiği kuluplere bakın: 1860 München, FC Nürnberg, St.Pauli. Yani şehir derbisi, eyalet derbisi ve her anlamda karşıtı olan St.Pauli.. Tam bu üç farklı takımların statlarında en çok sevilmeyen isim İngiltere'de ortaya çıksa da menajerliğin babası olarak addedilen adam Uli Höness'dir.
Ben o kadar çok Höness konusu işledim ki artık bu haberleri yazmıyorum, bininci kez tekrara girdiği için.. Bu yardımların en babası ise St.Pauli'ye yapılmıştır. St.Pauli'yi kurtarma maçı adına St.Pauli'lerin en nefret ettiği takım ve adam maça davet edilir. Bayern bu daveti kabul eder. O dönem bölgesel ligdedir St.Pauli ve iflasın eşiğindedir eski başkanların saçmalaması üzerine. öyle ki bugün bile o dönemden kalan sorunlarla boğuşmaktadır. Eski başkan'ın sattığı hakların sadece bir kısmını geri alabilmiştir.
"Bu mitos yaşamalıdır" diyerek takımını Hamburg'a getirdi. 250 bin avro gelir elde edildi. Höness bu yaklaşık 150 bin tane satılan "kurtarıcı" tişörtüne 1500 avro vererek aldı ve evine gelen ziyaretçilere gururla gösterdiğinden bahsediyordu. "Tutucu" olarak bilinen Höness bu konuya dair demokrasi çerçevesinde herkes ile anlaşabildiğinden bahseder iken yakın arkadaş çevresinin daha çok sol çevreden olduğundan da bahsediyordu. Bu maçlar öncesi pek çok kavganın yaşanmasına rağmen o Millerntor stadının aşırı sağa ve neonazilere karşı aldığı önlemler konusunda bundesligada öncü olmasından da gurur duyuyor. Ne Olimpiyat ne de Arena statlarında aşırı sağ ve neonazi propogandasına kendisinin de asla izin vermediğinden ve vermeyeceğinden bahsediyor.
Daha derli toplu ve geniş bir St.Pauli yazısı yoldadır.
Robben meselesi!
Robben'li Bayern kazanamıyor ve sorun nedir ? Robben yedek mi bekletilmelidir?
Daha önce de dile getirmiştim, bir daha tekrara girecek olsak da üzerinden geçmekte fayda var.
Ribery ve Robben benzer şekilde hücum eden tipik kenar oyuncularıdır. Her ikisinin birden sahada olması hamle çeşitliliğini azalttığı ölçüde Bayern hücumlarını kısırlaştırıyor. Bu ikilisini durdurmak oldukça kolay olabiliyor. Thomas Müller'in kenara yerleştirilmesi Kroos ile beraber seçenekleri bir hayli fazlalaştırıyor. Verkaçlarla çizgiye inmenin dışında merkeze doğru da gidebilen Müller'in Robben'den daha fazla seçeneği mevcut.
Robben bir şeyi "mükemmel" yapabilen üst düzey bir oyuncu ama yapabildikleri önceden kestirilebilir ve iyi bir savunma düzeni içerisinde etkisizleştirilir. Keza Ribery her ne kadar biraz daha farklılığı hücumlarını içerisinde barındırsa da yüzde altmışı önündekini geçip çizgiye inmekten ibaret hücumlar. İyi kurgulanmış başarılı hocaların alan savunmaları bunları aslında oldukça kolay bir şekilde etkisizleştiriyor.
Bayern'de Heynckes savunma açısından farklılık yaratsa da Bayern kadrosu gereği hala 4-4-1-1 oynuyor. Van Gaal'ın devamı niteliğinde. Son iki yıldır Bayern hep aynı takımlara kaybediyor (hannover,Mainz ve şimdi de Gladbach) Üç hoca da burada etkili. Tuchel,Slomka,Favre. Gladbach ve Hannover'in genel oyun yapısı böyle rakipleri kolay bir şekilde alt edebilecek şekilde kurgulanmıştır zaten. Tuchel ise maç planı konusunda oldukça usta ve aslında belki de Bayern söz konusu olduğunda maç planı yapmaya gerek bile yok.. Sistem belli, seçenekler belli ve savunması da aynı şekilde..
Bir başka çözüm yolu da Van Gaal'ın ilk dönemde direttiği Ribery'i on numara oynatmaktır. Zira Robben gibi bencil olmamasındna kaynaklı daha etkili olabilir Müller de sola çekilir.. Diğer türlü hem Ribery'nin hem de Robben'in kenarda oynaması Kroos'u da etkisizleştiriyor zira bu kenar oyuncularıyla beraber şahane bir on numara olmak mümkün değil zira verdiğin top bir daha geri gelmiyor. Kenar oyuncuları arkalarındaki hücumcu beklerle o bilindik hücumu gerçekleştirmek üzere yola koyuluyor oysa Müller olduğunda işler değişiyor..
Özellikle alan savunmasını otomatize etmiş, mütevazı kadrolarını daha güçlüleri yenebilmek için geride kurmuş o bilindik 4-4-2'lere karşı Bayern zorlanmak istemiyorsa iki kenarından birisini feda etmek zorunda.. Bu da Robben'i yedeğe atıyor.
9 Şubat 2012
Messi-Fabreagas-Alcantara
Bir de bu şekilde sol baştan sayalım: Antonella Rocuzzo-Daniella Semaan - Julia Vigas. Beraberce barça maçına gitmişler. Hepinizi toplasak H'li ya da H'siz bir Sara etmiyorsunuz. Belki aranıza Malena Costa'yı alırsanız belki o zaman başka olabilir..
8 Şubat 2012
Küfür ve Özür
Holstein Kiel kurada Dortmund'u çekince canlı yayında oyuncuların verdiği tepki oldukça ilginçti.
"BVB.. Orospu çocuklarııııııı" tezahüratı bir anda tüm Almanya'da canlı canlı izlendi.
Eh canlı yayında olduğunun farkında olmayan Holstein Kiel'in oyuncuları sonradan da şu şekilde özür videosu yayınlamak durumunda kaldılar.
Çok net ve çok bir özür. Biz bi öküzlük yaptık, bu sportmenliğe aykırı tutumuzdan dolayı özür diliyoruz ve sizi burada misafir edeceğimiz için bla bla bla...
Neyse ki tek maç üzerinden ve evinde oynadılar kupa maçını. Yoksa o küfürün üzerine Dortmund'un stadına gitmek durumunda kalsaydılar bu özür videosu da kurtarmazdı onları..
7 Şubat 2012
Shaqiri Bayern'de!
Galatasaray ne yazık ki hep doğru isimlerle ilgilendi ama transferi sonlandırma başarısı gösteremedi. Üstelik çok ilginçtir ki çok zor isimleri, "gelmez la bu oyuncu" dediklerimi dahi en azından "oyuncu" bazında ikna etmeyi başardı. Tek sorun bonservis pazarlığında sonunu getirmekti ama bunu bir türlü başaramadı. Klose'de bonservis de yoktu ama olmadı. Podolski,Klose,Diego ve son olarak Shaqiri..
Bayern'in çoooook uzun zamandır gündemindeydi ki ben bunu her yerde söylemiştim. Bild haberi geçti -yüzde doksan beş bu konuda haklı çıkar- Bayern Shaqiri ile anlaşmış. Sözleşme 2016 yılına kadar. Shaqiri'nin menajeri dün Münih'teydi. Bonservis ise yaklaşık 9 milyon avro ama bunun içerisinde Shaqiri ile beraber kazanılacak kupalar sonrası ekstra ödemeler de söz konusu.
Şöyle bir tablo oluştu:
Galatasaray Klose'yi almadı, adam Lazio'da ve harikalar yaratıyor gol atmanın son derece zor olduğu bir ligde.
Galatasaray Podolski'yi almadı ve adam kariyerin zirvesine çıktı, tek başına Köln'ü küme düşme potasının uzağına yerleştirdi. Milan,Arsenal istiyor.
Bu ikisi Avrupa'nın en iyi milli takımlarından birisi olarak addedilen Almanya'nın değişmez iki oyuncusu konumunda.
Galatasaray Diego'yu almadı ve Ateltico'nun her maçında forma giyiyor on numara. Henüz bir disiplinsizliği onu bunu da yok ve yazdığım gibi de sorunsuz bir şekilde oynuyor.
Galatasaray Shaqiri'yi ikna etti ama alamadı ve şimdi bu oyuncu Bayern Münih'te oynayacak..
İsimler doğru, kalite ve yaş ortalaması çok iyi lakin işbitirici yönetici eksikliği ya da oyuncunun ortalama değerini ölçebilecek akıl yoksunluğu söz konusu. Zira zor olanı başarıp bu oyuncuları ikna edebilmişti Galatasaray yönetimi. Misal Shaqiri'ye Zenit 12 milyon verdi ama oyuncu gitmek istemedi Rusya'ya.. gibi.
6 Şubat 2012
Yettirilemeyen Adam!
Ben anlayamıyorum. Sevdiğim, saydığım Beşiktaşlı arkadaşlara da sordum ama tatmin edici bir cevap aldığımı söyleyemem. Kısaca bunca eleştirinin olduğu yerde Yıldırım Demirören'in hala burada kalıyor olabilmesini ya da bunun Beşiktaş içerisinde birinci gündem olamamasının nedeni tam olarak nedir anlamış değilim. İlk cevap maddi açıdan kulubü kendisine bağladığı oluyor ama bu kadar kolay mı gerçekten? Taraftarı susturan bu ve benzeri gerekçeler midir?
Beşiktaş'ın sportif yönetimi her açıdan felaket. Ne oyuncuları ikinci sınıf ne de başındaki teknik direktörün yetkinliği asıl sorun. Sportif yönetim çok kötü. Parça parça güzellikler görebilirsiniz ama toplamda hedefe yönelik bütünlük içeren bir programdan yoksun. Querasma'nın futbola kattığı gibi "zaman zaman" keyifler alabiliyorsunuz ama bunları yaşarken dahi plansızlıktan ve hedefsizlikten doğacak sorunları da görüp keyfiniz yine de kaçıyor.
Yapılan transferler, teknik direktör seçimleri ya da bu zorlu süreci doğru bir şekilde yönetmek gibi üzerine düşen görevleri bence bu yönetim oldukça kötü biçimde idare etti. Menajer Mendes ilişkisinin sakatlığı üzerine tonla yazı var ama değişen hiçbir şey yok.
Galatasaray'da da benzer bir kötü yönetim söz konusuydu ve alınan başarısızlıklarda oklar genelde hep doğru yere çevrildi. Bir oldu iki oldu ama artık Adnan Polat çok sevdiği arkadaşını göndermek durumunda kaldı. Başarısız sonuçlar devam ettiğinde ise Adnan Polat da aynı şekilde gitmek durumunda kaldı. Ünal Aysal'ın da kredisi sanılanın aksine çok fazla yok.
Fenerbahçe zaman zaman yanlış yapsa da son dönem içerisinde yakaladığı başarılar söz konusu. Geçen sene gelen tartışmalı da olsa başarının önemli payı Aziz Yıldırım'a aittir Aykut Kocaman ısrarı nedeniyle. Dahası Aziz Yıldırım içeri girmeden önce transfer ve genel futbol idaresini Aykut Kocaman'a bırakmış ve bu minvalde yönetilen kulup çok da kötü hamleler yapmadı.
Beşiktaş inanılmaz.. Edu'yu Almanya'dan keşfetmek ilginç.Tüm Almanya misal Magath'ı Edu ve Ali Karimi gibi işsiz futbolcuları nasıl bulduğu üzerine tonla geyik çevirir iken burada da bunun başarılması tuhaf. En zor döneminde, yedek kadroyu sahaya süreceği vakit dahi yedek oturtabileceği ilginç yabancı seçimleri söz konusu ki Edu bile "iyi transfer" kalıyor bazılarının yanında. Dahası toplamda bir bütünlük yok.
BirGün'e bonservis zararlarını yazdığım vakit en kötü tablo Beşiktaş'ındı. Son dört yıl kabaca 80 milyon maddi zarar. Dahası bunların karşılığında alınan başarı yok ve bugün oyuncular paralarını alamadığı için UEFA'ya kulübü şikayet ediyor. Bunlar sürekli yaşanılan tanıdık yanlışlar belki ama bunlar karşısında yerinde bu kadar güçlü duran bir başkan bana oldukça tuhaf geliyor. Üstelik bu "eylem" konusunda ihtisas yapmış bir taraftar grubunun takımı ise daha da ilginç..
Beşiktaş hangi oyuncuyu alırsa alsın, hangi teknik direktörü getirirse getirsin çözüm olmayacaktır. Özellikle yabancı bir teknik direktörün bocalaması bu ortamda çok daha kolay. Eski bir efsane gelip yönetimin futbola el atmasının önüne geçip bir çeşit menajerlik ya da sportif direktörlüğü de beraberinde kotararak bu takımı düzlüğe çıkarabilir Mustafa Denizli'de olduğu gibi ama çok kolay değil.
Ben burada herkesin bildiği belirgin başarısızlıkları değil bunlar karşısında tuhaf bir şekilde taraftarın bu yönetime müdahale etmek istememesi, ana gündemin Yıldırım Demirören olmaması ilginç.
1972
Platini Asker'de..
Bu muhteşem fotoğrafı şuradan çaldım. Mutlaka bakın, çok fotoğrafı aynı yerden alınca artık ayıp oluyor.. Böylesine güzel bir siteyi herkes görmelidir. Özellikle İtalya futbolu, inter taraftarı ve sanırım Pelesever iseniz kaçırmayın. Yo yo yo önemli değil ne demek lafı mı olur... Rica..
Zorunlu Din Dersi!
Radikal yazarı Yıldırım Türker'in bugün "Din dersi meselesi" yazısını okumalısınız.
"Bundan bir buçuk yıl önce nüfus kağıtlarımızdaki din hanesini sildirdik" cümlesiyle başlıyor ve sonunda oğullarının okulunda din dersinden muaf tutulması için yazdığı mektuba aldığu ret cevabından bahsediyor. Okuldan gelen ret cevabının içeriğinde ise din dersinin aynı zamanda ahlak dersi olduğundan bahsedip böyle bir şeyin mümkün olmayacağından bahsedilmiş.
İki ablam da Almanya'da yaşamaya devam ediyor. Büyük Ablam'ın kızı orada ve şimdilik hem Alman hem de Türk vatandaşı. Böyle bir sorunları yine yok zira Almanya'da aileler Din ve Ahlak'tan birisini seçebiliyor. Oğlunuz/Kızınız isterse Religion(din) dersini istemezse de Ethik(Ahlak) dersine giriyor. Bu sadece Hristiyan olmayan kesime değil Almanya'da yaşayan her insana sunulan bir hak. Anayasal hakkı olarak din dersi burada herhangi bir insana zorla gördürülemez. Bunun da zaman zaman tartışması yaşanılmış ve her defasında insanların anayasal hakkı olarak herhangi bir dinin dersini zorla gördürülmesinin imkansızlığına değinilmiş.
Bizim ülkemizde ise ikisi birleştirilmiş bir şekilde sunuluyor ve Din dersine çocuklar "Ahlak içeriği " nedeniyle zorunlu bırakılıyor.Oysa herhangi bir din dersinin içerisinde de o dinin ahlakı da konu edilir iken hepsinden bağımsız Ahlak'ın konu edildiği Etik dersi de mümkün.
Yıldırım Türker benim burada ve ekşi sözlükte sıklıkla sorduğum soruları bu yazısında yeniden sormuş.
"İslam dini genetik olarak mı yayılır? Bu genetik zincirden kopabilmek için kaç halka gerekir?Dini inanışı olmayan kaçıncı kuşak Müslüman yaftasından kurtulabilir? Benim ve çocuğumun Müslüman olduğuna devlet nasıl karar verebilir?"
Bu hak yabancılara sunulur iken Türkiye vatadandaşı olan herhangi bir insana sunulamıyor zira yüzde 99'u müslüman olarak geçiyor. Sadece on milyon barajını aştığını düşündüğüm Aleviler'in böyle bir derse zorunlu tutulmasının anlamsızlığı ortada iken bu zorunluluğun içeriğini anlamakta güçlük çekiyorum.
Yıldırım Türker, muhtemeldir ki kendi yaşamı içerisinde kendisine ait sorunu olmasa dahi özgürlük anlayışı çerçevesinde başörtü özgürlüğü adına yazılar kaleme almıştır. Aynı şekilde öğrencilik zamanımda da bu baskı tutumuna karşılık destek verip alanlarda yürüdük. Bir de muhafazakar kesimden kendilerinin dışında bir anlayışa özgürlük istediklerini beklemek imkansızı istemek midir?
Genetik bir miras mıdır din? Benden ayrı bir köyde doğmuş olman seni Tanrı katında çok başka bir insan mı yapacaktır? Ne kadar süslersen süsle sonucunda gerçek sadece başka bir coğrafyada doğmuş olmanın ötesine geçmiyor. Anne ve Baba'nın dinini sahiplendiğin için muhteşem bir sevap kazanılacak ve fakat diğeri aynı eylemi gerçekleştirdiğinde onun "Annesi ve Babası" farklı bir inanışa sahip diye farklı mı olacak? Tanrı'nın adalet anlayışı bu olabilir midir?
Gerçek nedir, Tanrı var mıdır yoksa Müslümanlık ya da herhangi bir din en doğrusu mudur gibi konular aslında burada konu edilmiyor. Doğduğu günden bu yana yetiştiriliş tarzı nedeniyle farklı bir şekilde eğitime uğrayan insanın masa üzerinde zorla namaz kıldırılması dinen bir zorlama değil midir? Ailesi ateist olup da çocuğunu belirli bir yaşa kadar herhangi bir dinin eğitiminden geçirmek istemeyen ebeveynlerin böyle bir şansı yok mudur bu ülkede?
Yıldırım Türker, oğlunun ileride müslüman dahi olabileceği ayrıntısına eğilerek herhangi bir dinden soğumaması adına mücadele verdiğinin de altını çiziyor ki bu önemlidir. Ben de benzer şekilde düşünüyorum ve doğmamış bir çocuğa ailenin kendi dinini biçmesinin hem burada hem de Tanrı katında "doğruluğu" ve "geçerliliği" bir yana çocuğun o daha olgunlaşmamış ergen bile olmayan aklına tecavüz olduğunu düşünürüm.
Geçilmesi gereken iki aşama var. Ama bugün ama yarın bu uygulanacaktır umudu taşıyorum.Öncelikle bir çocuğun herhangi bir din dersi eğitimi alıp almama özgürlüğüdür. Bu başlı başına anayasal hakkı olarak kişiye sunulması gerekir. Sonrasında ise seçilen din dersinin Sunni ve Alevi eğitimi olarak ayrılması. Yine Almanya'da Katolik ve Evangelist eğitim gibi ayrıma sokulduğu gibi burada da bu gerçekleştirilmelidir. Bugün için Aleviler dini eğitim hakkının devlet tarafından verilmesinin dışında Sunni-Müslümanlık dersine girmeme peşindedir.
Mezhep ayrılığı bize özgü bir durum değildir keza aynı şekilde Din eğitimi. Diğer ülkelerde olan bu özgürlük insan haklarının temelini oluşturur iken benim ülkem bunda neden diretir? Bu bizzat inancınızla çelişmiyor mudur? Birazcıcık insaf birazcıcık insanlık yetecektir bugünkü durumun kimileri için tecavüzden farksız olduğunu anlayabilmeniz için..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)