31 Ağustos 2012
Şampiyonlar Ligi H Grubu
30 Ağustos 2012
Milyonluk risk!
29 Ağustos 2012
Del Piero, Ballack, Hakan Şükür ve Alex
Bundesliganın en pahalı transferi: Javi Martinez!
28 Ağustos 2012
Yılmaz Güney-Türkan Şoray
Gözlerine bakamazdım, aşık olacağımdan korkardım.. "
Türkan Şoray - Röportajlar
1967-68-69 Nürnberg!
Ben mi 20 milyon ediyorum?
Milan istedi adam gitmedi. Mutluyum ben Schalke'de dedi. Şimdi Zenit istiyor ama nasıl? Her ne pahasına olursa olsun. Pahası da 20 milyon bonservis.. kendisine ne verilecek orası muamma ama Milan'a gitmeyen buraya gider, verilecek olan budur.
Tam da şurada eski konuyu bir daha açalım.
Magath alışveriş/transfer manyağıdır, çok fazla kelepir oyuncu alır ikisi tutsa iyidir der..
Kyriakos Papadopoulos da bunlardan birisiydi. 18 yaşında aldı.. Edin Dzeko gibi keşfetti.
Schalke'liler bir ara çok takmıştı ve paranın çarçur edildiğini düşünüyordu.
Schalke'yi en olmayacak zamanda ikinci yapıp Şampiyonlar Ligi'ne soktu. Koy cebine 20 milyon giriş parasını..
Çeyrek finale çıkardı, eh ne kadar koyacağını sen hesap et..
Kyriakos'u da satarsa 20'ye..
Ne alırsan bir lira kısmından Ali Karimi'den Edu'ya kadar tonla hatalı transferi olsa da toplamda bu adam kar yaptırmamış mıdır? Keza Dzeko'dan tut da bugüne kadar toplayıp çıkarsak sonuç ne çıkar?
Barzagli, Zaccardo gibi Wolfsburg'a pahalı transferler de yaptırdı çok fazla getirisi olmayan ama yine de..
Magath ve transfer işi başlı başına muammadır. Bu konuda ne "çok kötü" diyebiliyorum ne de oyuncu gözü çok iyi.. En kötüsü de ortası yok.. aldığı adamlar ya elde patlıyor ya da bonservisi patlatıyor milyon avrolara..
Bakalım Schalke'nin bu ısrar karşısında tutumu ne olacak?
Fichte!
Koşulların insan düşüncesini biçimlendirdiğine istinaden örnek gösterebilecek filozoflar arasındadır Fichte. İdealisttir, öznel idealist ve Kant'ın sıkı bir takipçisidir. Aynı zamanda bugünkü –ilginç bir şekilde- sosyalist devletin öncüsüdür de. Kimilerine göre Hitler'in faşizminde Niçe’den daha fazla ilham kaynağı olduğu söylenir. Dışa Kapalı Ticaret Devleti’nin, bugünkü sosyalist devlet ile ciddi benzerlikleri vardır. Ekonominin dışa kapatılması, devlet eliyle düzenlemelerin yapılması ve insanın temel ihtiyaçlarının devlet eliyle gerçekleştirilmesi için "zor" un kullanımı gibi.. Bu öznel idealist, mutlak benci Fichte'nin sosyalist idelerle tatlandırılmış düşüncesinin en önemli itkisi, fakir dokumacının sekiz çocuğundan birisi olmasıdır belki de. Tarihte proleter sınıf arasından çıkmış ilk filozoftur. Hikâyesi de Macit Gökberg'e göre şöyledir; kilisedeki vaaza yetişmeye çalışan zengin Baron, geç kalır. Yolda karşılaştığı ve kendisine vaazı özet geçen çocuğun/Fichtenin zekasından etkilenir ve eğitimini kendi üzerine alır. Ölünceye kadar bakar, eder, sonra yine çok değil bir kaç yıl sonra bir başına kalır Fichte. Bu arada Kant ile tanışır, ilk eserini onun yayınevinden çıkarır ve büyük övgü alır. Herkes Kant'ın yazdığını düşünür iken Kant, bu eserin gerçek sahibi açıklar ve haklı bir üne kavuşur filan..
Kantla tanışması ise şöyledir. Baron öldükten sonra geçimini sağlamak için ders vermek durumunda kalır ve bu sırada, Kant'ın bir kitabı eline geçer. Birden sıkı bir Kant hayranı olur ve onunla tanışmak için Konigsberg'e gider. Fichte'nin en çok ilgisini çekmiş ve kendisine bağlamış olan Kant'ın Ahlak Felsefesidir. İmrendiği filozofun bir yandan takipçisi olmak, onun sistemini genişletmek ister iken, diğer yandan kararsız kalmış. Kant, bilinemezcidir, metafizike karşı keskin çizgileri olan adamdır. Aynı zamanda Ateizme de kucak açmamış, bu ve benzeri konuları insan aklının eremeyeceğine kanaat getirip işin içinden kendisini sıyırmış. Lakin Fichte için bu kadar kolay olmamış. Bilinç mi maddeden, yoksa madde mi bilinçten derken bunu düşünmekten kafayı sıyıracak noktaya gelmiş ve en sonunda Kant'ın Konigsbergde’ki evine giderken merdivenin önünde durmuş ve kararını vermiş. Eğer bu merdivenlerin basamaklarının adedi çift sayı ise; bilinç, yok değilse madde demiş ve çıkmış merdivenleri teker teker.. Yok, daha neler! Keşke böyle olsaydı ama elbette böyle gelişmedi süreç.
Kendisine göre iki yol vardır gidilebilecek. Determinist ve indeterminist felsefe. Yani belirlenimci ve belirlenemezci. Eğer ki madde'yi öne koyar ise, madde'den nasıl bir bilinç çıktığı sorusu bilinemez, aynı zamanda her şeyin başına maddeyi yerleştirdiğiniz zaman nedensellik bağıntısı içerisinde yapılan her eylemin makine düzeninde işlediği varsayımı çok hoşuna gitmez. Zira bu insanın elinden özgürlüğünü aldığı gibi bu ortamda ahlak üzerine konuşmak ya da kabaca felsefe yapmak dahi imkân dâhilinde değildir.
Başlangıca maddeyi yerleştirmek insanın özgür iradesini elinden alıyor ona göre.
Özgürlük, Fichte'nin bütün öğretisinin temeline koyduğu fikridir. İnsanın özgürlüğünü elinden almaya gönlü el vermedi. Onun için özgürlük, hazır olarak verilmiş bir durum olmayıp gerçekleştirebilecek bir ödevdir. Bu yüzden belirlenimci(determinist) bir dünya tasavvurunda insan özgürlüğüne yer yoktur. Hemen bu noktada şu soru akla takılmış. Dönemin önde gelen aklı kit dükleri şöyle demiş "behey Fichte kardeş, bu kadar özgürlük diye başımızın etini yedin de bu dışa kapalı ticaret devletinde özgürlük nerede? Devlet her şeyi "zor"la yaptırıyor senin bu hayal âleminde. Bunda bir çelişki yok mu diye son derece Hulki Cevizoğlu misali sert çıkıp hesap sormuşlardır.
Fichte bunlara ilişkin 18 Aralık 1804 tarihinde evinin balkonundan çayından bir yudum alıp şöyle bir açıklama yapmış:
"bre dangalaklar, siz özgürlüğünüzün başkasının özgürlüğü ile sınırlı olduğunu kabul edin önce! İnsan ancak başkalarının haklarına saygı göstererek özgür olabilir. Bireyin özgürlüğü, diğer insanların özgürlüğü ile sınırlıdır. Bundan dolayı özgür kişi tek tek birey olarak değil toplum çerçevesinde ancak düşünülmek durumundadır. İnsanın, her türlü sözleşmenin üzerinde duran bir takım "doğal hakları" vardır, bunları elinden almaya, çiğnemeye, her şekilde görmezden gelmeye çalışan insanlar için devlet ve onun "zor"u vardır. Devlet, insanın özgürlüğünü güvence altına almak için kendisini var eder. Özgür insan, öncelikle böyle bir istemin altına imzasını atmakla yükümlü insandır. Dolayısıyla "zor" ve "özgürlük" birbirleri ile kardeş de olabilirler zira özgürlük, Kant'ın çok iyi bir şekilde belirttiği gibi, kişinin kendi koyduğu yasalara uyma güzelliğidir. "
Her ne kadar özgür insanın zora dayalı bu seçimini özgür idaresi ile seçmesinin çelişkiyi ortadan kaldıracağını belirtse de, bir takım sorunlar hala mevcuttur. Zira zor'un olduğu yerde tam bağımsız bir özgürlük idesi kendisini gerçekleştiremez. Bu yüzden devlet eli ile o muhteşem ideale doğru yürümekten, böyle bir zor'un olmadığı bir dünyaya yönelmekten başka çaresi yoktur. Dolayısıyla devlet, Fichte'de sadece hukuk devleti değil eğitici bir kurum olarak da vücut bulur. Fichte'nin devleti insanları cezalandırmak yerine eğitme amacı güder, kuralları bireye zorla uygulatmaktan çok yasaya kendiliğinden uyan insanlar yetiştirme çabası içerisindedir. Sizin anlayacağınız biçimde; sosyalizmden komünizme geçiş aşamasıdır. Mülkiyet hakkı; çalışma hakkı ile eşitlik bulur. Fichte, özel mülkiyeti belki kaldırıp atmaz lakin çalışma hakkı ile dengelemeye çalışır. Herkes çalışmalıdır ona göre. Mülkiyet ancak ve ancak çalışma sonucu ele alınmalıdır ve onun devleti, çalışmadan refah içerisinde yaşayanların ve çalışarak sefalet içerisinde olan insanların olmadığı, devletin bunu bir şekilde sağladığıdır. Bunu da ekonomik yaşamın devletçe düzenlemesinde bulur. Serbest piyasayı ortadan kaldırıp dış ticareti de devlet eliyle dengede tutmaktır. Buna öyle önem vermiştir ki; devlet üzerindeki kitabına "kapalı ticaret devleti" adını vermiştir.
..bir de insanın iç özünü bilmesini anlatmış. Üç ana zaman dilimi vardır. Şöyle;
Birinci bölümde insan hayvandır ona göre. Kendi özgür değildir, iştahları vardır, mutluluk isteği vardır ve insani bunlar yönetir. sikinin doğrultusunda giden adamdır. Her zaman isteklerinin kölesidir, yer, içer, sıçar başka da bir şey yapmaz ama determinist bir gidişat da söz konusu. Tek bir amaç; yasama içgüdüsü ve haz alma isteği. İkinci bölüm ise güçlü olma isteğidir. Bu istek, insanı tek başına evirip çevirir ve tek bir amaç üzerine yükselir. Yalnız bu noktada dahi birinci duruma göre insan daha özgürdür, daha iyi konumdadır. Zira alacağı hazdan güçlü olmak isteği adına vazgeçebilir. Kant'ın özgür insanına bir bakıma yakındır ama özgür değildir, kendi girişimlerinin kölesi olmuştur farkında olmadan. Hayvan desek de bunlara biz, hayvandan farklıdır zira hayvan güçlü olmayı yine mutlu olma adına, bütün yiyecekleri kendisi yemek, bütün dişileri kendisi sikmek için ister ama burada saf güç idesidir yöneten. Kimi zaman anlık hazlardan dahi vazgeçebilir insan filan.. Üçüncü basamakta da ise çok bahsedilen özgürlük istenci kendisini gösterir. Öyle ki, bir başkasının özgürlüğünü de sayan bir istektir. Bireysel olarak değil, bireyi toplumun bir parçası olarak alır ve buna göre bir özgürlük kavramı geliştirir. Ben özgürüm, ama karşımdaki insan da özgürdür ve belirli hakları vardır. Elinde bulundurduğu güce rağmen, kendi isteğiyle, kendi gönlü ve rızasıyla, hiçbir koşul olmaksızın elindeki gücü kullanmamaktan, bir başkasının özgürlüğüne saygı duymaktan ileri gelir. Buna "insanlığı gerçekten sayma bilinci" der Bedia Akarsu. Ben ise Aşk diyorum arkadaş.. Sevgi insanın gücünden feragat etmesi değil midir e dostlar? Aşkta zaman zaman alacağınız hazlardan bir başkasının mutluluğu için, aman o üzülür şimdi diyerek vaz geçmez misiniz?
Hülasa; Fichte’nin ve en çok da Kant'ın özgürlük anlayışı; kendi isteği ve bilinci ile kendi zararına olan bir eylemi, bir başkasının haklarını kabul etmek adına isteyendir. İmkansızı isteme kısmı ise devlet eliyle böyle bir insanın yaratılacağına dair inançtır. Yukarıdaki üç aşama kısmında nedendir bilmem ikincisini "sosyalist devletler" dahil aşamamış, anarşizmin temel fikrini güçlendirmekten öte deneyimler olamamıştır maalasef..
..daha sonraları Fichtecik romantiklerden etkilenmeler yaşamış, bir süre sonra da 1814 de ölmüş. Finiş..
27 Ağustos 2012
Taraftarlık
Taraftarlık nedir? Birisi bana bunu açıklasın, neyi yapan en iyi taraftar oluyor. Size iki örnek vereceğim.
Galatasaray tarih yazsın ve Şampiyonlar Ligi finali oynasın. O finalin doksanınca dakikasına da bir sıfır yenik girsin. Uzatmaların son dakikasında bir oyuncu ayağı takılıp yere düşünce hakem penaltı çalsın. Şimdi soru şudur; Siz bu oyuncunun hakeme gidip “hayır penaltı değil” demesinden mi yoksa penaltının kullanılıp finali kazandırmasından mı keyif alırsınız?
Ben böylesine önemli ve tarihi bir maçta dahi olsa hakeme gidip “hayır hocam bu penaltı değil” demesinden keyif alırım ama bununla da yetinmem. Kulubümün ona dürüstlüğünden dolayı ödül vermesiyle beraber kimliğe iliştirilmesinden acaip mutlu olurum.
Lakin gördüğüm odur ki ikinci şıkkı işaretlemesini isteyen kısım çok daha kalabalık. Onların gözünden bakarsak ben oldukça kötü bir taraftarım, bunu kabul ediyorum ama bakış açımı değiştirmeyi de düşünmüyorum.
Pişman mısın?
Öyle oldu ki beni görünce ufak olanı hemen üzerini giyinmeye başlardı. Dünyalar güzelidir, yeğenim diye demiyorum ama dünyayı yerinden oynatır.
İstanbul’a geldim. Pişman mıyım? Hayır. Hayatta aldığım riskleri düşünürsek bu en önemlileri arasına bile girmez. Yaşamın gidişatı belirsiz bir yol üzerinde her an her şey olabilir şeklinde olunca beklentiler düşük olur ve önüne geleni yaşama konusunda ustalaşırsın. Dahası her iki yaşamı da derinlemesine yaşayınca, birinde olmayanı diğer tarafta elde edip “nesnelerin dokunamadığınız ölçüde çekiciliğinin artmasını” tasfiye ederseniz. Bu yüzden doğru beklentiler eşliğinde hareket edip hayal kırıklıklarını minumuma indirgersiniz..
Ben yaşamımdan memnun ve pişman değilim yaşadıklarımdan.. Lakin buraya gelince ister istemez parka gidip gelmeler sonlanmak durumunda kaldı. İşte bunun için bir yanım hep “orada kalsaydım, ilişkimiz çok daha başka olacaktı” der.. Sadece bu yüzden zaman zaman üzülürüm orada olamadığıma..
Anadolu Kuartet - Destmala Min
Eskisi kadar boş vaktim olmuyor. Bundan sonra da olması çok kolay değil. Milliyet Taktik, Hayatım Futbol, Misli.Com ve en son gelen Skorer projesi ile beraber izlediğim maçları da düşündüğünüzde neredeyse yok gibi bir şey. Bu yüzden BirGün'de yazmayı da bıraktım. Blogda her şeye rağmen yazmaya devam edecek olsam da bunun futbol kısmı eskiden olduğu kadar büyük bir yer kaplamayacak..