Elini sallasan Londra'da bir kulube denk geliyorsun. Almanya'da ren bölgesi de böyledir biraz. Nerede okudum tam hatırlamıyorum ama Porto sanırım çevresiyle beraber en fazla takım çıkaran şehirlerin başında geliyordu.. Sayılar eşit olmalı.
26 Ekim 2013
Topa Sahip Olma Oranı
Geçenlerde Almanların Bundesliga'nın 8 hafta sonunda çıkardığı istatistiği buraya konu etimiştik. Topla saha içerisinde daha fazla oynayan takımlar mı kazanıyordu? Ya da galibiyete giden yolda topla oynama oranı da tetikleyici bir kuvvet miydi? 8 hafta sonunda alınan 54 galibiyetın 27'sini topla rakibinden daha az oynayan takım kazanmış. Yani oranlar eşit, fifty fifty..
Üşenmedim, Türkiye Ligi'nin bu haftaya kadar olan bölümünü sadece bu açıdan inceledim.
Ne ilginçtir ki bizde de 8 hafta sonuna 54 galibiyet vardı. Bunlardan 2'sinde oranlar eşit iken 27 kez topa daha fazla sahip olan takım kazanırken 25 kez de topa daha az sahip olan takım kazanmış. Bir üstünlükten bahsedemeyiz ve eşitlik sadece 1 maçla bozulmuş. Yani neredeyse Bundesliga oranlarıyla bire bir aynı olan bir istatistik söz konusu.
İşin özeti rakibine oranla topla daha az ya da fazla oynaman galibiyeti belirlemiyor.
Ülkemizde bu istatistiğe bakarken en ilgi çekici takım ise Kayserispor.. Mağlup olduğu pek çok maçta topla en fazla oynayan takım olmuş. Misal Trabzonspor'a yenilirken topla oynama oranı %62.55! Belki skor dezavantajına sahip olması buna neden olu derseniz eğer beraberlikte de oranı %58.67 olduğunun altını çizelim. Nihayetinde Fenerbahçe ile beraber Kayserispor ligin en fazla topa sahip olan zirvedeki iki takımı.
Akhisar ise kazandığı pek çok maçın içerisinde rakibinden daha az topla oynaması dikkat çekici. Galatasaray ve Trabzonspor'u devirirken rakiplerinden daha az topa sahip olmuş.
Asıl itiraz ettiğim nokta ise topa sahip olan takımlara "oyunu kontrol ediyor" şeklinde bakmaları. Oysa pek çok takım bilirim ki topu rakibe verir, oyunun kontrolünü elinde tutar..
Weidenfeller vs Dortmund Tribünleri
Weidenfeller gecenin kahramanıydı. Maç öncesi yapılan bu taşkınlık az daha maçın oynanmasının önüne geçecekti. Jürgen Klopp'un "utandım" diyerek yorumladığı bu tutuma Weidenfeller saha içerisinde tepki gösterdi. Maç içerisinde de penaltı kurtarması bir yana kritik anlarda golün önüne geçmesiyle belirleyici de oldu.
Dortmund beklenildiği gibi oynadı ve maçı iki farkla kazandı. Kadro kalitesi, oyun içeriği ve takım bütünlüğü Schlake'nin iki seviye yukarısındaydı.
Nuri belki çok fazla gol atmadı Dortmund formasıyla ama çok önemli maçlarda her zaman onun bu ekstra yardımı kırılma noktasında Dortmund'a virajı aldırmıştır. Real Madrid transferi öncesi kazanılan şampiyonlukta çok önemli yer tutan Bayern maçlarının her ikisinde de birisi frikikten olmak üzere nefis goller attı. Burada da maçı koparan Nuri'nin muhteşem füzesi oldu ki maç içerisine de oldukça iyiydi.. Belki Mhkitaryan sonrası maçın en iyi oyuncusu olarak Weidenfeller ile beraber onun ismini öne çıkartırsak çok da yanlış olmaz.
Meyer'in performansına Schalke daha çok üzülmelidir. Zira teknik adamın hem strateji hem de oyuncu seçimi konusunda yaptığı hatayı görünür kıldı. Üç sol bek takımda yer aldı. Kolasinac ile beraber Fuchs kenarları paylaşırken Aogo da defansif orta saha.. Bu aslında en çok Boateng'e zarar verir zira onu saf bir on numara olarak oynatırsanız verimi düşer, ekstra katkısı azalır. Oysa Aogo yerine Boateng ve ön alanda da Meyer olması Dortmund'a daha ciddi zarar verecek bütünlüğü oluşturabilirdi.
Nihayetinde Dortmund sonuna kadar hak ettiği galibiyeti iyi bir oyunla elde etti. Peki saydınız mı Schalke topu kazandığını düşündüğü noktada kaç kez topu kaybetti? Dortmund oyuncuların niteliğinden bağımsız felsefe olarak diğer takımların ilerisinde. Öyle ki Bayern'i durduracak tek takım olma özelliğini kadro derinliği konusunda sıkıntı çekse de korumaya devam ediyor..
25 Ekim 2013
Gıcır!
Almanya'nın Dünya Kupası'nda internette dolaşan dedikoduya göre giyeceği forma.. Şu hali çok iyi olmasa da renk kombinasyonu ve tasarım çok kötü değil gibi ama gerçeğini görmek gerekir..
Kopenhag Kriterleri
Galatasaray kendisi için çok önemli olan 3 puanı güzel bir futbolla
aldı. 90 dakikanın getirilerine bakalım.
Artıları çok, başlayalım saymaya. Aylar sonra ilk defa üç
puanı “sürekli akın geliştirerek” aldı. Pozisyon üretimi ve sıklığı dikkat
çekiciydi. Maçı doksan dakika önde
oynarken kontraya fırsat vermeyecek düzeyde bir savunma başarısı söz konusuydu.
Sneijder oyunu uzun toplarla genişletti,
Bruma Galatasaray’ı çizgiye indirdi. Galatasaray çizgiye indiğinde Burak
ve Drogba gücü açığa çıktı. Yine Sneijder iki santrforun arkasına sızmayı
başardı. Mancini’nin kafasında Selçuk’u değil Melo’yu öne yakın oynatma fikri
olduğunu da gösterdi. Özellikle maçın en ilgi çekici detaylarından birisi Melo’nun
ön alan presinde zaman zaman Sneijder yerine rakip savunmanın merkezine baskı
uygulamasıydı. Burak ve Drogba kenarlara açılan iki stopere gidince öndeki
oyuncuya baskı yapan Melo rakibi atağa kaldırmadı. İlerleyen dakikalarda ise
açılan ortaya kafayı vurarak takımı öne geçirmesi ise sürpriz değildi.
Galatasaray’ın artısı Mancini profesyonelliği de olabilir.
Dış etkenlerden etkilenmesi çok güç bir karakter olarak umut verdi. Bu
memlekette Hagi karakterinde olmak gerekir, bildiğini her türlü tepkiye rağmen
gerçekleştirmek. Mancini de bu güveni dışarıdan taraftarlara veriyorZaman
içerisinde Mancini’yi daha iyi tanıyacağız.
Dikkat edilmesi gereken ayrıntılar:
-Öncelikle Galatasaray henüz Burak-Drogba-Sneijder üçlüsünü
oynatacak bir şablon geliştirmiş değil. Burak ve diğer pek çok oyuncunun ekstra
performansı söz konusuydu savunmada. Daha da önemlisi rakip Kopenhag ve maçın
galibiyet oranı da 1.20. Gelecek için ölçü alınmamalı. Özellikle kenar
hücumcuları kuvvetli takımlar karşısında işlerin nasıl olacağını merak ediyorum
ama umut verici bir gelişme söz konusu.
-Juventus’da Riera, Karabük’te Ceyhun gibi Mancini’nin oyuncuları
tanımamaktan ileri gelen yanlış tercihlere Dany da katıldı. Üç maçı da
mağlubiyet ile tamamlamamış olması bunların hata olduğu gerçeğini
değiştirmiyor. Sağ beke alternatif olabilir ama sola en azından süre gerekiyor.
Galatasaray Kopenhag maçında sol kenardan akın geliştiremedi. Dany asisti ise
sağ kenardan yaptı. Dany-Burak ve hatta o bölgeye yaklaşan Sneijder çizgiye
inemedi. Sneijder ortaları ceza sahasının köşesinden içeriye doğru çok kez kesti
ve fakat savuşturmaları sorun olmadı. Galatasaray Bruma-Eboue kenarı ile maçı kazandı. Burak-Dany ise aslında oldukça kötü bir
birleşim. Yine de Burak’ın savunma açısından ekstra eforu ile maçın domine
edilmesinde katkısı bir hayli fazlaydı.
-Bayern Münih tek bir atak bile yemeden kaleye çektiği 29
şuta ve attığı 5 gole rağmen özeleştiri konusunda oldukça iyi. Gerek Guardiola
gerekse de Robben rakibin güçsüzlüğü nedeniyle bazı hataların görülmediğinin
üzerinde durdu. Aynı şey Galatasaray için de geçerli. Kopenhag özellikle deplasmanlarda ligde dahi fazlasıyla başarısız ve çok gol yiyen bir takım olduğu unutmamak gerekir. Semih’in oyun
sıkıştığında içerikli pas atamaması, Dany’den en azından hızlı bir şekilde sol bek
olamayacak olması ve nihayetinde size saldırmayan bir takım karşısında
Burak-Drogba-Sneijderlı savunmanın ne denli etkili olacağının test edilmemiş
olması. Kayserispor deplasmanı ise tam anlamıyla bir sınav olacak.
24 Ekim 2013
Düzensizliği Yakala
Son dönem Alman Futbolu’na hakim olan felsefe. Benim uzun uzun anlatmaya çabaladığım “Gegenpressing” ya da “Umschaltspiel” gibi pek çok taktiksel
kavramın var oluş sebebi aslında
düzensizliği hedef almakla ilgilidir. Uğur Meleke buna tersten bakarak "düzensiz hücum" da diyor. Hepsinin ortak hedefi rakibin düzeninin bozulduğu anda ondan
istediğini almak! Barça sadece topu geri alıyor ama başta Dortmund olmak üzere
Stuttgart, Mainz gibi pek çok Alman takımı düzensizlik üzerine hücum etmeyi de
organize ediyor.
İşin özeti topu kapmak ya da hücum etmek için rakibin en az konsantre olduğu ve yerleşik düzeninden çıktığı anı kollamaktır. Asıl soru şudur; Rakip düzenini ne zaman bozar? İşte "gegenpressing"i etkili kılan bu sorunun cevabıdır. Rakip düzenini size pres yaptığı zaman bozar. Size pres yaparak topu sizden kazandığı an, düzeninden çıkmış, en ufak bir saldırıda sonuç alabilecek kadar organizasyon sorunu vardır. Olağan düzenine geçmeden topu kazanmak ve hücum etmek sıklıkla bu nedenden dolayı başarılı sonuç verir.
Pres düzensizliğe yol açar..
Bir takım hücum ederken topu çevirir. Bu noktada rakip topu
sizden kazanmak için pres yapar. Siz topu rakip yarı sahasında çevirdikçe pres yapan
takım genel düzeninin dışına çıkar. Rakip presinde topun olduğu alan belirleyicidir. Pres yapan takım topun olduğu bölgeye baskısını yoğunlaştırdıkça var olan düzenini bozar. Pres yapan takımın hareket alanının belirleyen topa sahip olan rakiptir. Top dolaştıkça olağan düzeninden rakip çıkar.
Rakibin yaptığı presin başarılı olduğu an ya da sizin yediğiniz pres sonucu topu
kaybettiğiniz zaman aslında topu
rakipten kapmak için en uygun zaman dilimidir zira o ilk beş saniye sizden topu
kapmış olan takımın oyuncusu doğaçlama oynamak zorundadır ve seçenekleri ise
kısıtlıdır. İşte o an yeniden saldırıp
topu geri kazanmak kolaydır. Size yapılan başarılı prese karşı presle cevap
verirseniz topu yeniden kazanırsınız.
Bu
“gegenpressing” ya da “karşı pres”. İngilizlerin sonradan bulduğu deyim ise
kontra pres.. Lakin bu Almanların asıl “farkı”
değil. Orijini hali hazırda Guardiola Barça’sına aittir. Barça
topu yine yeniden dolaştırırken pek çok kez kaybediyor ama o kadar kısa sürede
topu “gegenpressing” ile geri kazanıyordu ki top doksan dakika bu oyuncuların
ayağında kalıyordu.
Almanlar ise bu fikri geliştirdi.
Almanlar ise bu fikri geliştirdi.
Gegenpressing sadece topu geri kazanmak için uygulanan pres çeşididir. Hepsi bu. Bunu birbirlerinden taban tabana zıt oyun felsefesine sahip Barcelona da
Dortmund da uygular. Heynckes’in ikinci
yılından itibaren Bayern Münih de uygulamaya başladı. Düzensizliği hedef alan
eylemlerden sadece “bir” tanesi.
Almanlar ise bunun üzerine hücumunu da oturtuyor. Fark da buradan doğuyor. Barça ve Dortmund'un hücum başlangıçları benzer ama hücum süreleri birbirerine tezat oluşturacak ölçüde uzun.
Sadece “gegenpressing” söz konusu olduğunda bunu her takım kendi meşrebine göre farklı şekilde yapıyor. Sanılanın aksine topu kaybettiğinde saldır şeklinde değil. Öncesinde çalışılmalı ve mental açıdan yetkinlik istiyor. Bu açıdan Fatih Terim’in 96-00 Galatasaray’ı da yapıyordu ama bilinçsizce.
Sadece “gegenpressing” söz konusu olduğunda bunu her takım kendi meşrebine göre farklı şekilde yapıyor. Sanılanın aksine topu kaybettiğinde saldır şeklinde değil. Öncesinde çalışılmalı ve mental açıdan yetkinlik istiyor. Bu açıdan Fatih Terim’in 96-00 Galatasaray’ı da yapıyordu ama bilinçsizce.
Spielverlagerung sitesi
1974 Hollanda’yı da katarak 4 farklı takımın uyguladığı birbirlerinden farklı
çalışılmış gegenpressing modellerini işlemişti. Ben size 3 farklı takımın nasıl topu
kaybettiği anda geri kazandığını o görsellerle göstereyim.
Barcelona
Guardiola'nın sayısız numarasının temeli rakip ceza sahasının önü ile orta saha arasına olabildiğince adamı yığması sonucu oluşturur. Üçgen kurmalar, topun olduğu bölgeye yoğunlaştırılmış baskı v.s. O bölge Guardiola'da önemlidir. Bek açık gibi oynar, forvet geri çekilir, sahte dokuzla oraya gelir. Nihayetinde o bölgeye 8 oyuncu dizer. dolayısıyla buradaki adam fazlalığı avantajını "karşı pres" söz konusu olduğunda topa sahip olanın pas seçeneklerine baskı uygulayarak gerçekleştirir. İkili mücadele burada pek sık görülmez. Öncesinde çalışılmış olduğu için Barça kapattığı alana topu yönlendirir. Sıklıkla bu Busquets'in bölgesine denk düşer. Bir başka seçenek ise rakibi yanlış pasa zorlamak. Bunun için üçlü ve hatta dörtlü sıkıştırmalar yeterlidir. Çünkü rakip bu topu kazandığı anda hafta içi çalıştığı ya da ezberlediği sistemin dışında kaldığı için otomatizasyonunu yitirmiş, doğaçlama ve baskı sonucu hızlı karar vermek zorundadır. Sıklıkla bu pres topu geri kazanmasına sebebiyet verir. Ancak topu geri kazandıktan sonra izlediği yol ise Dortmund ve diğer Alman takımlarıyla taban tabana zıttır.
Borussia Dortmund
Dortmund'un karşı presi daha topun kazanıldığı bölge hedef alınır, o bölgeye yoğun baskı şeklinde gerçekleşir. Adam markajından ziyade topun olduğu bölge hızlı bir şekilde Dortmundlu oyuncular tarafından kontrol altına alınır. Aşağıda incelenecek olan Bayern'den farkı da adama değil alana kanalize olmalarıdır. Bu yüzden öncesinde çalışılmış olması bir yana kenarlarda sıklıkla gerçekleşir. Zira kenarda Dortmund her daim adam fazlalığına ulaşır kendi sistemi gereği. Bu yüzden Dortmund sisteminde kenar forvetlerin en az 11 km maç başına koşması ya da Aubemeyang'ı zorlayan savunma aksiyonları önemlidir. Reus'undan Götze'sinden Kagawa'sına kadar her kenar forvet Dortmund'da oynadığı süre boyunca savunmasıyla fark yaratmıştır. Öyle ki Götze zaman zaman defansif orta saha dahi oynamıştır 13 km'ye ulaşması bir yana..
Dortmund sadece topu kaybettiği zaman değil rakibe presi de bu bölgede yapıp topu doğal presle yine kenarda kazanır. Bunun için rakip oyun kurarken Dortmund öyle bir pres yapar ki top kenarlara orada bırakılan "bilinçli" boşluk nedeniyle yayılır. Diğer bölgeler kapatılır. İster karşı ister normal presle olsun, Dortmund sıklıkla bu bölgede adam fazlalığına ulaşıp topu geri kazanır. Barça'dan farkı da budur; Topu geri kazandığı anda topu çevirmez, direkt hücum eder zira rakip o zaman diliminde var olan temel düzeninden kopmuştur..
Bayern Münih
Bayern Münih topu kaybettiğinde topa sahip olan rakip oyuncuya diğerlerinden farklı olarak bir ya da iki kişiyle baskı kurar. Rakibin o anda var olan bütün pas seçeneklerine ise adam markajı ile kapatır. Dolayısıyla Barça ve Dortmund'dan farklı olarak bölgeye adam yığmaktan ziyade bir-iki oyuncunun baskısıyla topu geri kazanacak şekilde alan-adam markajı ile topa sahip olan oyuncunun bütün görünen opsiyonlarını yok eder. Topa yeniden sahip olmasıysa sadece an meselesidir artık..
Almanların Farkı
Görüldüğü üzere birbirlerinden farklı oyun felsefelerine sahip olan takımlar "gegenpressing" ile topu kazanma seçeneğini işaretliyorlar. Oysa Stuttgart, Mainz, Dortmund ve bugünkü Bayern Münih dahil "düzensizlik" üzerine hücumu da geliştiriyor.
Dortmund ya da Stuttgart topu rakibe veriyor. Bu takımların hücumu topa sahip olduğunda değil topa sahip olmadığında başlıyor. Önemli olan nokta topu hangi noktada geri kazanacağını belirlemek. Dortmund kenarlara rakibi yaptığı presle itiyor ve orada kazandığı andan itibaren Barça gibi topu çevirmek yerine hücum ediyor. Topu dolaştırmıyor. Topu kazandığı zaman rakibin düzeninin bozuk olduğunun farkında olarak "zayıf" anında hücum geliştiriyor.
Real Madrid'i elediği maçların gollerine bakarsanız eğer topu orta sahada kazandığı andan itibaren uzun toplarla gollere gitmişlerdi. Sadece Real Madrid maçında kenarlara değil Xabi Alanso'ya baskı yapıp merkezde kazanarak hızlı hücumlarını geliştirdiler. Bu açıdan Götze grup maçlarında "defansif orta saha" oynayarak savunmasıyla fark yaratmıştı. Zira Madrid'in zayıf karnı Alanso'suz hücumlarıydı v.s.
Geçen sene oynanan Fürth maçının özeti. Aslında 9 dakikalık özeti çok daha iyi gösteriyordu. Dortmund bütün gollerini topu kazandıktan sonra gerçekleştirdiği hücumlarla yapıyor. Rakip konsantrasyonu, bozuk düzeni üzerine felsefesini geliştiriyor. Barça gibi sadece topu geri kazanmak için değil hücumlarını da rakibin düzeninin bozulduğu ana oturtuyor. Bazen topu kaybettiği anda yaptığı "karşı pres" ile bunu başarıyor bazen de topu tam istediği bölgede yeniden kazandığı anın hemen sonrasında.. Buna "umschaltspiel" diyorlar. Geçiş futbolu olarak da çevrilebilir. Savunmadan hücuma geçiş gibi algılanabilir ama hücum aslında savunma yaparken başlıyor. Rakibi istediği bölgeye çekerken istediği zamanı kolluyor. Asıl hedef topu rakip ceza sahasında ele geçirmek.
greuther-furth-vs-borussia-dortmund von livefootballvideo
Juventus muhteşem bir seri yakaladı. 49 maç yenilmedi. Özellikle hücum aksiyonları söz konusu olduğunda bazı analizciler Juventus'un topu rakip ceza sahasında bilinçli olarak kaybettiğini dahi dile getirdi zira kurulu düzene saldıran Juventus sonuç alamıyordu belki ama ribauntlarla, topu kaybettiği anda kazandığı toplarla sıklıkla sonuç alan bir yapısı vardı. Nihayetinde gerçek şu ki son iki yılın Juventus'u ilerideki karambolden fazlasıyla faydalandı.
greuther-furth-vs-borussia-dortmund von livefootballvideo
Juventus muhteşem bir seri yakaladı. 49 maç yenilmedi. Özellikle hücum aksiyonları söz konusu olduğunda bazı analizciler Juventus'un topu rakip ceza sahasında bilinçli olarak kaybettiğini dahi dile getirdi zira kurulu düzene saldıran Juventus sonuç alamıyordu belki ama ribauntlarla, topu kaybettiği anda kazandığı toplarla sıklıkla sonuç alan bir yapısı vardı. Nihayetinde gerçek şu ki son iki yılın Juventus'u ilerideki karambolden fazlasıyla faydalandı.
İki gün önce Reus Arsenal'in üzerine giderken tüm takım onu karşılaşmak için konsantre bir şekilde bekliyordu. Yanlış pas attı, topu kaybetti, Arsenal artık hücumu düşünüyorken yeniden saldıran Reus topu kazandı ve gerçekleştirilen hücum golü getirdi. İki hücum arasında aslında devasa fark var.
Temel felsefe "karşı pres" değil. Öyle olsa bu hali hazırda bir Barcelona işidir. Barça topu kazandığında şöyle bir geriye yaslanır, topu çevirir. Yerleşik savunmaya hücum eder. Öyle güçlüydü ki o savunma bir şekilde deliniyordu. Almanlar ise tamamen bu yerleşik savunmadan kaçmak üzere felsefe geliştirdiler. Bu yüzden topa sahip olup topu dolaştırdığın ölçüde rakip yerleşimini alır. Dortmund, Stuttgart ya da pek çok takımın topa sahip olarak oyunu kontrol etmek gibi bir amacı yok. Top rakipte iken onlar topu hangi bölgede gele geçireceğini düşünür zira asıl mesele hücumu rakip savunmanın hangi anına denk getirme meselesidir. Ve karşı pres de zaten bu açıdan önemlidir zira pres yapan takım başarılı olduğu anda savunması düşmüş, düzeni bozulmuştur. Juventus'un karambol topları, ribauntları başarıyla gole çevirmesi de aynı şekildedir. Fark "gegenpressing" değil, düzensizliği yakalamaktır. Yerleşiksizliğin üzerine oynamaktır.
23 Ekim 2013
Pep'in Lahm Sevgisi
Hali hazırda sağ bek ile sol bek performansı inanılmazdı. Öyle ki tüm Almanya onun hangi bölgede daha iyi olduğu üzerine tartışıyor ama üzerinde uzlaşılmış bir fikir çıkmıyordu. Lahm sağda da solda da aynı seviyede oynayabiliyordu. Üstelik oynadığı zaman önündeki açık oyuncusunu öyle etkiliyordu ki Bayern'de bir sene Ribery'nin diğer sene Robben'in coşmasının yegane sebebi Lahm'ın sırasıyla sağ ve sol bek oynamasıydı.
Guardiola geldi..
..dedi ki: "Bugüne kadar çalıştığım en zeki futbolcu" derken İniesta'ları, Messi'leri, Xavi'leri geride bıraktığının bilincinde konuşuyordu. "
Önce orta sahanın sağ kenarına yerleştirdi. Ofansif allrounder rolüne büründürdü ve son dönem sakatlıklar sonrası defansif orta sahaya yerleştirdi. Şimdi Dante de sakatlanınca..
merkez stoper olabilir mi?
..umalım ki Neuer'e bir şey olmasın..
İşte Bu Yüzden!
Dortmund harika bir kontra sonucu Lewandowski'nin bitiriciliğiyle deplasmanda Arsenal'ı devirdi.
Bayern Münih'e gitmek için Lewandowski tüm gücüyle çalıştı. Başaramadı. İşin enterasan olan tarafı ise sene sonunda sözleşmesi sona erecek olan Lewandowski'den yaklaşık 20 milyon euro'nun üzerinde gelir elde edecek olmasına rağmen bu paradan vazgeçen Dortmund'un tavrıydı. Herkes neden diyordu.. Seneye bedavaya gidecek, 20 milyon neden çöpe atılıyor?
İşte bu yüzden..
Dortmund'un felsefesi güzel. Arsenal'a 40 milyona satmadı Götze'yi. Yetenekli oyuncu sözleşmesini ancak 37 milyona serbest kalır maddesi olursa uzatacaktı, uzattı. Belki sonra Bayern'e gitti ama oraya gelen 80 bin insanına her zaman güzel futbolu "güzel futbolcularla" oynatmak için sonuna kadar çabaladı. Milyonların önemi yok, asıl olan güzel futbol ve futbolcu.
Bayern Başkanı Hoeness de Audi Talk'ta Dortmund'un bu tavrını beğenmiş, övmüş ve kendisinin de zamanında Ribery'i 86 milyon euro'ya satmadığını dile getirerek sözlerini şu şekilde sona erdirmişti:
"Biz banka değil futbol kulubüyüz. Aslolan güzel futbol ve futbolcuyu taraftara izlettirmek.."
The Normal One
Schalke teknik direktörü Jens Keller'i severim lakin mevzu o değil. Schalke-Chelsea maçı öncesi 11Freunde'nin attığı başlık ve koyduğu resim bu.
Güzel yaklaşım..
21 Ekim 2013
FutbolBurada Hakkında
Bir site açılacaktı bana geldiklerinde. Fikir güzeldi.
Ben sadece herkesin futbol üzerine içerik üretebileceği, isteyen herkesin katılımcı
olacağı bir platform geliştirme işini benimsemiştim. Günden güne azalan ve yazma sıklığı düşen
blogların birbirlerini destekleyeceği bir platformu inşa etme fikri
heyecanlandırdı.
Benimle çalışır mısın dedi.
Önce bir bakarız, yarım gün deneriz, olursa devam ederiz
birlikte dedim. O dönem BirGün’deyim,
Milliyet Taktik ve daha başka işlerde filan çalışıyordum. Hayatım Futbol’a
arada yazıyor, Misli’ye her hafta sonu. Tam bu dönemde FourFourTwo’nun özel
çıkardığı eke 8 sayfalık 6 takım analizi de yapınca sanırım “eee yeter be”
çığlığı yükseldi. Parça parça on beş yere bölünmek zor geldi. Sabahları BirGün
ofisi.. Öğleden sonra da Eminönü’nde Futbolburada ofisi.
Baktım ki çok ciddi bir emek var, küçümsenemeyecek bir sermaye yatırımı söz
konusu. Tamam dedim..
Başladık!
Sitenin açılışı ve diğerlerini teşvik etmesi adına yazı konusunda iyi olduğunu düşündüğüm arkadaşlarımdan yardım
istedim.
Sağolsunlar.. Uğur Meleke’den Ali Ece’ye.. Cem Dizdar’dan
Banu Yelkovan’a.. Bağış Erten’in muhteşem CM Yazısı. Ali Murat Hamarat'ın(Arvo) hikayesi. Saymaya başlasam o kadar
çok ki.. İtaatsiz’den(Erkan Şimşek) rrr’e(Erdem Aksakal).. Onur Erdem’den Hayatım Futbol ekibinin eksiksiz
her üyesine. Kenan Başaran’dan Uğur Vardan’a.. Çağrı
Develioğlu’ndan Barış Gerçeker’e.. Elif Durgun’a.. Nice güzel insan. Huzurlarınızda hepsine bir
kez daha teşekkür ediyorum. Sadece iki insan “evet yazarım” deyip sonradan
yazamadı ama onlar dahi farklı şekilde destek verdi. Dedim ki; Güzel insanlar..
Asla da unutmam “bana” yaptıkları bu
güzel yardımı.
Çok da güzel başladı. Gezi Direnişi araya girince bir
duraklama oldu ama o gün de bugün de bunun için üzülmedim. Taksim’den başka bir
şeyi gözümüz görmüyordu ki o dönem hayatımın yine unutulmayacak anılarına sahne
oldu.
Liglerle beraber yine devam etti.
Lakin araya bir tahmin edilemeyen haber kısmı girdi.
İşin devasa masraf kısmını oluşturan bu haber kısmıydı. 7/24
yüzde 90’ı kopy-paste haberleri girmesi için bir ekip oluşturuldu. Bu da
aslında sitenin çehresini değiştirdi. En başta da “haber ve içerik” olarak
belirtilmişti ama bu haliyle olacağını ben düşünememiştim. Bir yandan siteye gelen kitleyi her açıdan beslemek adına çok güzeldi ama diğer taraftan tahmin edilenden çok daha masraflı ve zordu.
Daha düşünemediğim çok şey gerçekleşti.
Bugün dile getirmenin çok da etik olmadığı sorunlar çıktı.
Nihayetinde FutbolBurada iki ana parçadan oluşuyordu. Makale
ve Haber kısmı. Haber içeriği benden bağımsız çok daha kalabalık bir editör ekibinin
işiydi. İçerik ve makale ise.. Uzunca süre tek başıma idare ettikten sonra “12
ay site bir getirisi olmasa bile devam edecek” sözü üzerine iki nitelikli
arkadaşımı da içeriye dahil ettik. Üçüncü ayında kapanıyor haberi geldi.
Kapatacak olan insana da arkada bıraktığı devasa emek ve
masraf nedeniyle bir şey diyemiyorum.
Olan biten tam olarak nedir bilmiyorum. Bildiğim şu: Site
her ay bir önceki ayı katlayarak ilerliyordu. Girdilerin yüzde sekseni makale
kısmına aitti. Elbette zaman zaman Avrupa Futbolu’na dair haberler de yaptım
ama haber kısmı benden bağımsız bir ekibin işiydi.
Bir tık sitesi olarak düşünmedim. İstedim ki Elazığ-Torku Konya maçının
taktiksel içeriği olsun. Anıl Demirci, Onur Özgen gibi ismi duyulmamış nice
cevherleri insanlara tanıtsın. Umutation gibi analizler yazıp yollasın
insanlar.
Yüzeysellikten, tivitır üzerinden iki satır haberi okutmak için uyandırılacak merakın
getirdiği insanlar yerine dolu dolu yazılar, makaleler olsun.
Oldu da..
Ama yetmemiş olacak ki kapandı. Bir de bu çaba için eleştiriler geldi.
Emek Sömürüsü Klişesi
Ben bu işe başladığım günden bu yana sıklıkla övgü dolu güzel
tepkiler aldım. Yalnız bazen “emek sömürüsü” olarak da algılandığına da şahit
olduk. Bir bakıma görüntüde haklılar.
Birileri yazacak, birileri kazanacak.. Bu ne kadar doğru?
Gerçekten yazan insan kazanmıyor mu ya
da arkadaki kitlenin emeği yok mu? Adam bloğuna yazıyor devasa emek isteyen bir yazı. 50-60 kişi okuyor bu
nitelikli yazıyı. Oysa sıklıkla bize düz metin şeklinde bir yazı geliyor. Bu
yazının editörlüğünü yapıyoruz. Resimlerini koyuyoruz. Tamamen
futbolseverlerden oluşan takipçilere bu yazıyı olabilecek en güzel şekilde
sunuyoruz. Öyle oluyordu ki yazıyı yazandan yazı sunma eylemi içerisinde daha fazla
emek harcadığımız oluyordu. Nihayetinde yazısını yazıp gönderen insana verilen bu
emek değil midir ki? Bence karşılıklı bir çıkar olmasını başarmıştık. Tek
taraflı kazançtan ziyade herkesin kazancı olduğu ama nihayetinde futbol üzerine
en azından benim kriterlerime göre içerikli ve güzel haberlerin olduğu, futbolu
daha çok yönlü bir şekilde yaşatan bir site olacaktı.
Erciyes-Elazığ maçına dair detaylı taktik analiz sunmak kötü
mü? Yüzeysellikten boğulacak yorumlardan ziyade içerikli futbol analizlerinin
yaşaması çok mu büyük çakallık? Her yazı yazanın ismiyle, cismiyle yer aldığı
bir yerde neyin sömürüsü ki bu? Emek
verip yazdığı yazıyı kitlesine ulaştıracak bir organizasyon içerisinde
bulunduk..
Bir futbolsever olarak böyle bir organizasyonun yaşamamasının keyfi nedir?
Nihayetinde..
Ben ne yaptığımın farkında olarak gerçekleştirmeye
çalıştığım fikir konusunda son derece rahatım. Lakin benimle beraber çalışması
için ikna ettiğim arkadaşlarımın maruz kaldığı çeşitli sorunlardan dolayı
kendimi sorumlu hissediyor, bu açıdan onlara karşı da biraz borçlu olduğumu
kabul ediyorum. Bunca emeğin bir anda çöpe atılacak olması en başta kendi
verdiğim emeği düşündüğümde fazlasıyla üzücü. Nihayetinde benim misyonum bir noktada
sonlanacaktı ve fakat gelin görün ki o futbolburada yaşayacaktı ki ben “tamam lan
güzel bir şey gerçekleştirdik” diyebilecektim. Olmadı. Belki başka birisi devam ettirebilir, en büyük beklentim bu. Lakin benim misyonum orada sonlandı. Okuyan, tanıtan, en çok da yazı yazan herkese çok çok teşekkürler..
FutbolBurada Sonrası..
En geç Ocak ayında dijital ortamda yayına girecek olan çok daha başka bir
fikir üzerine çalışıyoruz. Sanırım bu sefer ne zaman açılıp kapanacağı üzerine karar verebileceğiz. O zamana kadar yapmaktan en çok keyif aldığım işi
yapacağım: Blog yazarlığı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)