27 Ağustos 2011
Elia:Gerekirse yürüyerek giderim Juventus'a
1226 km. Yürüyerek 6 gün 6 saat sürüyormuş yolculuk. Şimdiden kolay gelsin.
10 milyon avro bonservis isteniyormuş. Şuradaki performansına bakarak diyebilirim ki yılın fiyasko transferi olur gittiği yerde..
Diego...
Büyük kulupseniz bu oyuncuyu alabilirsiniz. Maddi güç istiyor her şeyden önce. Ama sadece büyük kulup olup ekonomik açıdan iyi durumda olmanız başarıyı getirmiyor. Aynı şekilde bu oyuncuyu sorunsuz bir şekilde oynatabilecek "beceriniz" de olması gerekiyor başarı için. Yoksa almayın.. Sorunlu ama ben oynatırım diyorsanz elde edeceğiniz başarı Engin Baytar'ı oynatmanın sonrasında kazanacağınızdan çok daha fazladır..
İkili oynamıştı Juve transferinde. İnanırım ki Bayern başkanı Uli Höness bir Vidal'ı bir de Diego'yu sevmez. Zira Juve ile iş kesinleşesiye kadar Bayern'i yedekte tuttu. Şimdi de öyle yapıyor. istediği Atletico ve cebinde tuttuğu da Galatasaray.. Her ikisiyle görüşüyor ama bu sefer bana göre kendi kazdığı kuyuya düştü gibi.
Atletico ile babası anlaştı aslında ama Arda'dır Falcao'dur paraları saçan Atletico daha çok kiralamak istedi. 9 milyon avro maaşı olan adamdan bonservisi alınmadan kiralık olarak kurtulmak dahi bir meseledir Wolfsburg'da ve fakat gelin görün ki cebinde tuttuğu Galatasaray'ın yaptığı 10 milyonluk teklif de onun atletico rüyasını söndürdü.
"Diego Atletico ile görüşüyor biz değil." Zira Magath kiralık görüşme teklifini direkt geri çevirdi. 10 milyonluk teklif var ama bu Atletico'dan değil derken alman medyası Galatasaray'ın teklifi olarak yorumladı bunu. Bu teklif olduğundan dolayı da kiralık satış mümkün olmayacaktır bir bakıma..
Selçuk-Melo bu kesin. Fatih Terim üçüncü düz ve savaşçı bir orta sahayı buraya eklemleyecek Sabri gibi.. Dolayısla aradığı adam sol kenar için. Diego gelirse Galatasaray zorunlu olarak 4-2-3-1'e yönelecektir. Selçuk Melo'nun önündeki on numara Diego olarak değişecek sistem.. Bu taktiksel farklılığı..
Podolski'yi alırsın o paraya ve bir sonraki satışı da mümkündür. Diego'da ise verdiğin parayı geri çıkaramama olasılığı bir hayli fazla. Her ikisinde de risk olsa da Diego'da daha büyük..
Yine de derim ki Diego bana göre bu ligde Podolski'den çok daha fazla iş yapar. Çevresindeki oyuncu grubundan bağımsız tek başına seviye atlatır, maçlar alır. Podolski de ise takımın sistemi işlemesi şart.. Birisi sistem, ve takımın seviyesini belirler, diğeri tahmin ettiğinizden daha fazla skorer oyuncudur.
Lan bitirdi ikisi de beni.. Alın genç bir yetenek.. Benim isteğim budur sorsa birisi bana.
İzledim iki doksan dakika.. Teemu Pukki.! 21 yaşında transfermarkt değeri 200 bin avro.. 400 bine kapatırsın. Sevilla bunu zamanında 1.5 milyona almış ama olmayınca Sevilla Atletico'ya ordan da Helsinki'ye gitmiş. 16 maçta 9 gol 7 asist ama bunlar önemsiz. Schalke karşısında hem orada hem burada iki gol attı ki inanılmazdı birisi hatırlarsanız.
Böyle oyuncuları alıp yukarıya taşıyamıyorsanız zaten..
Tamam yıldız oyuncu gerekiyor ama o kontenjanı Melo olsun Elmander olsun dolduramadık mı hala? Bir isimsiz genç oyuncuya yer yok mudur bu takımda.. Pukki olur tukki olur fark etmez..
Podolski Gelir mi? #3
Eğer tivitirda Galatasaraylı muhabirleri ve gazeticileri izlememiş ve onları ciddiye almamış olsaydım bugün benim için sürpriz bir gelişme yoktu. Köln Podolski'yi 10 milyonun altında bir fiyata vermez arkadaşım. Değeri bana göre 12-13'dür. Bunu da milyon kez söyledik. Ben dahil içerisinde bulunan bir grup 8.5 milyona bitti haberini yaptık İbrahim Seten'in tivitırdaki açıklaması nedeniyle ve gelin görün ki yok böyle bir şey ve olması da imkansız.
Neden mi?
Podolski 10 milyon avro bonservis bedeli karşılığında Bayern'den geri alınırken Köln'ün buna gücü yoktu aslında. Nasıl oldu? Rewe Sponsor oldu.. Solarworld keza aynı şekilde. Franz Josef Wernze'nin 1.5 milyonluk katkısı var ki bonservisinin yüzde on beşi bu adama ait. (Geromel'in bonservisinin yarısı bu adama ait) Bayern bir dahaki satışından pay alabildiği için 10 milyona verdi.(minumum yüzde 20) Velhasıl bugün Galatasaray 8.5 milyona verse Köln bunun yarısını bile zor alırdı.. 4-5 milyona da böyle oyuncusundan vazgeçip türlü türlü sorunu yaşamaz
Çok değil iki ay önce 20 milyonluk bir teklif vardı Podolski'ye Manchester City'nin yaptığı.. gibi.
15 Milyon verilmeli miydi? Burada pazarlık yapıp işi 12-13'e kapatılmalıydı bence. Zira bu oyuncu çok büyük bir aksilik olmazsa bu sene sonunda Avrupa Şampiyonası oynayacaktır. Alman milli takımındaki yerini garanti oluşunu ve orada coşacağını hesap ederek verim alınamadığı takdirde bu parayı 4 yıllık bir sözleşmenin de gücüyle rahatlıkla çıkarabilirdiniz gibi ama yine de bu bir risktir.
Velhasıl muhabirleri, onları bunları sallamayın siz. Ben salladım çok kötü oldum buradaki almanlarla.. Gel de puştlara şimdi anlat durumu. (başından bu yana olmaz bu iş olmaz olmaz diye beynimi yediler..) Biz de bekleştik aha bitti haberi geliyor aha geliyo diye tüm Galatasaraylılarla.
Benim artık nasıl bir şeyse hala umudum var. Bir arıza çıkardı yönetim masaya oturdu. Şimdi Poldi bir arıza daha çıkarırsa 10'a da indirir bu rakamı.! Umut fakirin ekm..
24 Ağustos 2011
Weidenfeller ?
Bir önbilgi olarak şunları söyleyeyim: Almanya'da pek çok insan Löw'ün eşcinsel olduğuna inanır. Keza aynı dedikodular Lahm için de geçerlidir. İkilinin aynı yerde tatil yapması dahi konuşulmuştur filan.. Ya da Ballack'ın menajerinin ima ettiği eşcinsel birliğin de işaret ettiği Löw v.s. Gerçi Klinsmann'dan Jansen'e kadar bu dedikodular her futbolcu için yapılır lakin a Löw başı çeker Lahm da evlenmesine rağmen bunlardan kurtulamamıştır. Fanatik Bayern'li arkadaşım Lahm'ın düğünü düzmecedir ve yöneticiler ya da futbolcular da katılmamıştır der ama bunları bugünlük bir kenara bırakalım. Vaziyet bu..
Şimdi Löw Adler'in sakatlığında kaleye uzun zamandır formda olan Weiedenfeller yerine Hannover'in gerçekten yetenekli kalecisi Ron Robert Zieler'i geçirdi. Weidenfeller delirdi elbette ve şunları söyledi..
"Sanırım benim saçlarımı kestirmem filan gerekir ya da biraz daha "narin" olmalıyım. Daha önce de dilimin ucuna gelen pek çok kötü söylem vardı, hep tuttum kendimi. Şimdi de söylemesem daha iyi.. Belki daha gençlerin kampında daha pek çok genç kaleci vardır"
Bu pek çok blogda orda burda homofobik bir açıklama olması bir yana Löw'ün eşcinselliğine bir gönderme olara yorumlandı. Weidenfeller'in diyesi odur ki Löw performansa göre değil de başka başka kriterlere göre milli takım seçimlerini yapıyor.
Elbette feysbuk sayfasında amacının insanların kişisel değerlerine saldırı olmadığını ve daha çok performansına rağmen milli takıma seçilemeyişindeki haksızlığı dile getirdiğini söyledi. Ben yorum yapmıyorum ama biraz "çirkin" bir itiraz olduğunu düşünüyorum..
Biraz daha narin "zierlicher" olmalıyım'ın nasıl bir açıklaması olabilir ki?
Derbi.!
Frankfurt derbisi oynandı geçen hafta. FSV Frankfurt evinde Eintracht Frankfurt'u konuk etti ve pankarta bakar mısınız?
"İki kalp bir gögüste.."
Bir şehrin iki farklı kalbinin o şehir için atması.. Güzel yaklaşım.!
23 Ağustos 2011
Başarının Kovdurdukları.!
Bu yazı 22 Ağustos 2011'de BirGün'de yayımlanmıştır. Burada bir kaç cümle eklenmiş ve kimi düzeltmeler de olmuştur yer fazlalığı nedeniyle.
Yakından takip ettiğim Bundesliga 3. haftasını geride bıraktı. Şöyle bir genel tabloya baktığım zaman gördüğüm şey futbolun kendi içerisinde bir adalete sahip olduğudur. Er ya da geç hak yerini bir şekilde bulur ve haksızlık yapan cezasını çeker ki aşağıdaki örneklerde göreceğimiz üzere bazen hakkı yenen insan bizzat bu cezayı kesmiştir. ister Türkiye'deki Zico, Lucescu örnekleri olsun isterseniz de buradaki örneklere bakın "haksızlık" yapan kulubün sonrasında bunun cezasını çektiğine şahit oluyoruz.. Hemen her defasında adaletsiz kararlar sonucunda baş aşağı gitmeler yaşanmıştır. Bu hafta yerimizin dar olması nedeniyle Bundesliga'da başarılı olmasına rağmen kovulanlardan bir 'Top 5' yaptık. Haftaya bakarsınız TSL ve Avrupa karışığı bir liste olur Lucescu'ları, Zico'ları içeren...
5 – Lucien Favre
Lucien Favre, 2006 ve 2007'de üst üste Zürih ile İsviçre Ligi'nde şampiyon olduktan sonra Hertha Berlin'in başına geçti. 2008-09 sezonunda son ana kadar Şampiyonlar ligi bileti savaşımında bulunmuş ve sonunda ligi 4. bitirmişti. Skibbe'li Galatasaray deplasmanda onun takımını yendiğinde ligin 2.siydi. Berlinde'ki ikinci sezonuna kötü bir başlangıç yapmıştı ve ilk tökezlemesinde haksız bir şekilde takımdan gönderildi. Disiplin fanatiği hocanın özellikle oyuncularla -misal Pantelic- yaşadığı problemler esnasında yeterince destek göremedi yönetimden ve elbette 10. sırada aldığı takımı lig 2.liğini son anda kaybederek 4. yapan Favre'yi gönderen Berlin o sene sonunda lig sonuncusu olarak küme düştü. Geçen sezon ligin dibine demir atmış ve herkesin düşmesine kesin gözüyle baktığı M'Gladbach ise Lucien Favre'yi takımın başına getirdi. Kümede tutmakla kalmadı bu sezona da iyi bir giriş yaptı ve yazıyı yazdığım zaman diliminde ise 3. hafta sonunda Bundesliga liderliğine oturmuştu bile.
4- Christoph Daum
1986 yılında Köln takımının başına yardımcı antrenörlükten geçiş yapar. O dönemin Köln'ü orta sıra takımıdır. Daum ile müthiş bir grafik yakalar takım. 1988'de 3. ve 1989 ve 1990'da ise son maça taşınılan şampiyonluk yarışının kaybedilmesi sonucu 2.likler... 1990 Dünya Kupası esnasında ise Daum kovulur. Ne o gün ne de bugün bu kovulmanın gerekçesi açıklanmamıştır. O gün giden Daum sonrasında Stuttgart'ın başına geçer ve çok değil kovuluşunun ardından 2 yıl sonra Stuttgart'ı şampiyon yapar. Köln ise cezasını bir daha bu seviyeye asla ve asla ulaşamayarak sürekli düşme potasında gezinerek çekecektir.. Yıllar sonra ikinci ligde iken Daum'u takımın başına getiren Köln birinci lige çıkıp iyi bir yola girdiğinde ise Fenerbahçe'nin teklifi sonrası Köln'ü terk edecektir aslında tam da kendisine yapıldığı gibi..
3- Mirko Slomka
O aslında "no name“ (isimsiz) idi Almanya'da. Konsept sahibi teknik direktörlerin en tepesinde yer alan Ralf Rangnick'in yardımcısıydı hem Hannover hem de Schalke'de. Schalke, Rangnick ile yollarını ayırdığında takım Slomka'ya emanet edildi. Ne bir futbolculuk geçmişi ne de bir başarısı vardı yardımcı antrenörlüğün dışında. İşte bu adam Almanya'da Bundesliga içerisinde Hitzfeld sonrası en iyi puan ortalamasına sahip oldu. Schalke tarihinde ilk defa Şampiyonlar Ligi'nde üst tura çıkıp çeyrek final gördü. Gruplarda Fenerbahçe'yi geride bırakıp bir üst tura çıkınca da öeyrek finalde de Barça'ya elenmişti hatırlarsanız.Lincoln'un o kırmızı kartı ve 5 maçlık cezası olmasa puan puana gittiği yarışta 50 yıllık özlemi dahi dindirip, Schalke'yi şampiyon dahi yapabilirdi. Ve işte bu başarılar onu kovdurdu. Schalke yukarıdaki örnekte olduğu gibi cezasını çekti. Şampiyonluğu son saniyede kaçıran takım Slomka sonrası ligde ancak 8. olabildi. Favre gibi Slomka da Enke'nin ölümü sonrası baş aşağı giden seri mağlubiyetler alan düşme potasındaki Hannover'in başına geçti. Takımı o sene kendisine getirip ligde tuttu ve sonrasında ise 19 yıl sonra Hannover'i Avrupa Kupası'na götürdü.. Bugün Sevilla'yı evinde yenip gruplara kalma konusunda avantaj sağladığı gibi yine ligin tepesinde yenilgisiz..
2-Felix Magath
3 buçuk yıllık başarılı Stuttgart macerası sonrası Bayern Münih'in başına geçti. İlk 2 yıl hem şampiyon olup hem de Almanya Kupası'nı kaldırıp, 'Duble' yaptı. Bundesliga tarihi içerisinde 2 yıl üst üste duble yapmayı Magath'dan başka kimse başaramamıştır. 3. yılında Deisler'in futbolu bırakması Lİncoln ya da sistemi için önemli on numaranın transfer edilemeyişi sonrası Magath baş aşağı gitti ve ilk tökezlemesinde kovuldu. İlk etapta yerine gelen Almanya'nın en başarılı hocası Hitzfeld olduğundan Bayern'in cezasını sadece bir süre ertelendi. Haksız yere kovulan adam tarihinde en fazla 9. olabilmiş Wolfsburg'un başına geçer. İlk yılında takım 5. yapar ama çıkışı ve intikamı 2. yılında olur ve Wolfsburg'a tarihindeli ilk şampiyonluğu yaşatırken Grafite'nin topukla Bayern ağlarına gol attığı ve 5-1 biten Bayern maçı ise geç kalmış adaletin biraz daha gösterişli olmasını sağlıyordu.
1-Otto Rehhaggel
Bremen'de 14 yıl aralıksız çalıştı. Başarısından dolayı 1995-96 sezonunda Bayern Münih'in başına getirildi. Ancak UEFA Kupası'na katılım gösterebilecek seviyedeki takıma her şeye rağmen bir UEFA finali ve aslında kupasını hediye ettilakin tam da o final maçından bir gün önce Uli Höness ve Beckenbauer onu görevine son vermek için çağırdı. Kovulduğunu öğrendiğinde karşılığında tek bir kelime etmeden ceketini alıp odayı terk etti. 2. ligden Kaiserslautern'in başına geçti. Takımı 1. lige çıkardığı ilk senesinde kovulduğu Bayern Münih'i içeride dışarıda yenerek tarihte bir ilki gerçekleştirip şampiyon oldu Bundesliga'da... UEFA Finali öncesi kendisini kovan kulübüne cezayı bizzat kendisi kesti. Bundan daha iyi bir intikamı ben bilmem..
Podolski Gelir mi? #2
1- Köln satmaz. Satmak istemez. Arda'dan farkı böyle bir oyuncu giderse Sportif direktör ve başkan da aynı şekilde gider. Çünkü Misimoviç'in Arda'nın aksine bu oyuncunun gitmek istemesinin nedeni en azından taraftar algısında 'yönetim suçu' olarak yer etmiştir. Şimdiden Finke'yi tehtit etmeler başlamış.. "Poldi giderse Finke de hiç durmasın yoksa biz göndeririz onu"
2- Podolski satılırsa bu 9 ya da 10 milyona olmaz. Adamın gelişi zaten budur. Bir ihtimal Podolski'nin alınışında katkıda bulunan sponsorların zorlaması olur ki yine bu rakam 9 olmaz. Köln ekonomik krizden Podolski'yi satarak kurtulmak isteseydi Bundesliga içerisine bu fiyattan fazlasını bulurdu. Dortmund olsun Wolfsburg olsun Bremen olsun verirdi.. Bir ihtimal hepsini bir anda peşin vermesi aradaki farkı kapatır.
3- Podolski Galatasaray'a gelmek ister. 26 yaşında ve yetenekli olması bir yana İspanya ile beraber şu an Avrupa'nın en formda takımı Alman milli takımında oynamasına rağmen bir Bayern faciası yaşadı. Dolayısla çoook büyük kuluplere gitmek gibi bir hevesi yok. Memleketim dedi kalbim orada dedi gitti Köln'ün başına onca kulup onu ister iken.. Şimdi de kafası attı gelir Galatasaray'a.. Samimidir ama. Gelmek istiyordur paradan bağımsız ikna edilmiştir zira duygularıyla hareket eder çokca.. Onun pozisyonundaki hiçbir insanoğlu Bayern sonrası milli takımda isminden herkese söz ettirdiği noktada Köln'e gitmezdi. Değişik ve arıza bir adam.."Neden" diye sormayın zira senin benim doğrularımdan çok başkalarına sahip..
4- Aslında taraftar baskısı olmasa Köln satar. İşine gelir. Solbakken'in yeni sisteminde yine o sorun yaşayacak ki gitmesinin bir başka nedeni de budur. Dahası Köln onu gönderse dahi bu bölgeye sol kenara oyuncu almaz Jajalo orasını doldurur. Oradan gelecek parayla gider Helmes'i alırlar.. Bir dönem Podolski ile iyi bir ikili olmuş eski forvetlerini.. Yani: Taraftar baskısı olmasaydı Köln rahatlıkla Podolski'yi 9'a değil de 12-13'e satar ve yerine alacağı oyuncularla yeni bir başlangıç yapardı. Sadece Podolski'siz Kaiserslautern'e karşı oynanılan futbol dahi yönetimi sportif açıdan onun yokluğunun çok büyük problem olmayacağı konusunda ikna etmiştir. Amma velakin Köln dediğin şehrin bir taraftarı var ki..
5- Podolski işleyen bir takımın içerisinde oynar. On numara gibi fantezileriniz varsa şimdiden bir kenara bırakın bunu. 4-3-3'ün ideal sol kenarıdır. Forvet arkası oynar ama asıl yeri bence sol dış forvet.. Arda'nın tersidir aslında. Çalımcı filan değil ve fakat muhteşem bir şut tekniğine sahip. Kenarlara biraz farklı da olsa inebilir, gole götürebilir. Kombinasyon futbolunda önemli bir yere de sahiptir. Takım kötü giderse Podolski'den medet ummayın. Ben olsam ilk hedefimi Diego yapardım her bakımdan.. Amma velakın Poldi de diğer mevkilerde sorun olmazsa ve sistem oturursa gole yakınlığı nedeniyle hücum futboluna çok ciddi katkıları olur. Daha da önemlisi Melo-Selçuk ve bir düz orta saha olduğunda Diego sistem dışı kalır ve Podolski de kaçınılmaz alternatif olur.(Transfer olursa geniş çaplı inceleriz burada) Beğenmezseniz de satarsınız yine Bundesligaya zira Schürrle gibi alternatifleri olsa da Löw ondan kolay kolay vazgeçmez. Adam Bayern'de forma giyemezken her daim Löw'ün ilk onbirinde yer buldu.. Galatasaray'da da bulur ve bu da piyasasını sizden habersiz yükseltir burada ne yaparsa yapsın..
6- Arıza bir adamı alıyorsunuz. Köln'de prens adam.. Abartısız Kral'ın oğlu. Ne yapsa tolere ediliyor. Taraftarları bilirsiniz.. Arda'nın resmi olarak Manchester City'den teklif almasına rağmen Galatasaray'a geri döndüğünü düşünün.. Premiere Lig yerine Galatasaray'a dönüyor. Siz böyle bir oyuncuyu her konuda hoş görüp tepenize çıkartmaz mısınız? Durum bu. Gelirse burada da benzer sorunları olacaktır..Şimdiden bilin.. Diego'nun da yıldız sendromu olur ama onun çirkefliği inanın bana burada onun avantajı olacaktır. Podolski ise Misimovic'den beterdir. Kendi bildiğini okur çokca.. Ama Diego olsun Podolski olsun Terim'e güveniyoruz çokca başka bir şeye değil.
7- Adnan Öztürk'ün aracı olmasını istediği Ayhan Tumani "boşa bir çaba olur" demiş. Bana sorsaydınız ben de öyle derdim. Tüm bunlara rağmen tutup da bu adamı söylenilen fiyata transfer ederse Galatasaray işte başarı budur. Helal olsun diyorum şimdiden ama inanın bu fiyata buradan bu oyuncuyu almak çok zor..
8- Ben bayılmıyorum Podolski haberlerine. Nasıl oynadığını, sisteme uygunluğunu ve oyun tarzını sabahlara kadar keyifle tartışırım ama geldiydi gelmediydi geyikleri sıkıyor beni. Baygınlık bile veriyor ama şunu düşünün: Kaç kişi bunu size soruyor mailde tivitirda.. Kaç insanoğlu merakla bekliyor gelişmeleri ve biz koşullandırılıyoruz haliyle. İki üç çeviri ile bilgilendiriyoruz insanları.. GS taraftarı olmayanlar beni de hoş görsün.. Gelirse Podolski artık prens değil.. Kral olsun.!
Erken Kaybedenler.!
Emrah Serbes'in iki polisiye kitabının sonrasında yazdığı küçük küçük hikayelerden oluşan eseri. Genelde bacak kadar veletlerin hocasına, abisinin kızarkadaşına-çok iyiydi bu- , mahallenin genç kızına olan aşklarını konu ediyor ve Alper Kamuvari bir tadı yakalamış.. Alın, bir solukta bitirin zira çok keyifli. Neden çabuk okuyacaksınız diye soracak olursanız çünkü tamamen sizin mahallenin içerisinden çıkmış. Sahiciliği en büyük çekiciliği. Onun deyimiyle "taşrada ve kainatta, yapayalnız kalmış çocukların hikayesi"
Hikayeler çok güzel, dili çok akıcı ve sıkmadan, şişirmeden.. Dinlenmek için, onca sorunun arasında kafayı dağıtması için elime aldım ki o dünyamın içerisinden beni çıkarıp aldı..
Yalnız son sayfa ise..
".. Ertesi sabah kıraathanenin önünden geçerken babam çağırdı. Boş bir masaya oturttu beni.
-Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent ?
-Hangisini?
-Otomatik yanan, sensorlu lamba.
-Hayır.
-Komşu görmüş, yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece.
Önüme baktım...
-Neden kırdın?
Cevap yok.
-Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle..
-Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?
-Lamba senden değerli mi evladım, lambanın amına koyayım, lamba kim? Yöneticiye de dedim. Lambanızı sikeyim, kaç paraysa veririz. Sen değerlisin benim için.
-Beni görünce yanmıyordu baba..
-Nasıl yaa..
-Görmezden geliyordu, yanmıyordu. Kaç sefer yok saydı beni.
- E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.
-Hadi ya! Sahiden mi?
-Evet. Ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok..
Babama sarıldım, yıllar sonra.
Maximilian Beister..
Podolski'dir Diego'dur gidiyor. Bana kalsa bu 20 yaşındaki çocuğu transfer ederim.
Solak. 1990 doğumlu. Her iki kenarda da iş yapıyor. Düsseldorf ile oynadığı beş maçta iki gol üç asist ki hepsi puan getirici..Hızlı, teknik, çalımcı. Üç doksan dakika seyrettim ve muhteşemdi.
Dedim ya bana kalsa 20 ve üzeri 24'den küçük yıldız adaylarını alır oynatırım. İş bize kalmıyor ve aslında teknik adama da değil sadece.. Size,medyaya ona buna. Bu ülkenin koşullarını oluşturan her bir parçaya..
Diyelim ki Beister'i aldı Galatasaray. Sonrası tamamen şans.. İlk üç maçında ekstrem işler yaparsa ne ala yapmazsa bitti gitti kariyeri.
Yıldız olacak.. Keşif olmayan yani. Genç olacak.. Da o zaman neden size gelsin? Ya karakteri bozuk olacak ya kronik sakatlığı ya da mutlaka sizin tamir edip yola devam etmesini sağlayacağınız bir özellik.. Ve hepsinde her şeye rağmen ederinin üç beş katı para vermelisiniz..
Melo geliyor bir şekilde. Elmander keza.. Ujfalusi.. Podolski-Diego-Forlan bekleniyor. İsimsiz tek bir oyuncu üzerinde dahi durmuyoruz.
Yönetime de kızamıyorsunuz zira bu ülkenin medyası daha maç oynamadan isimsiz olmasından yola çıkıp gencecik çocuğu bitirir.. İsim teknik adamdan ziyade sus payı olarak önce medyaya sonra da taraftara..
Beister'a dönecek olursak her iki kenarda oynamasına rağmen gole yakınlığı cezbedici.. Kaliteli bir takımda da oynadığından dolayı geleceği de parlak diyoruz..
22 Ağustos 2011
Mainz-Schalke 2-4
Müthiş bir maç oldu. Hocaların hikayesi her daim burada takımların önüne geçiyor.
Tuchel'in Ulm'daki futbolculuk döneminde hocası Rangnick idi. Üç yıl çalıştı onun yönetimi altında ve defansın değişmez oyuncusuydu. Hikayeyi biliyorsunuz genç yaşında sakatlandı ve 25'inde ikinci şansını arar iken bugün rakibi olan takımın teknik adamı Rangnick onu teknik direktörlüğe yöneltti. Hatta Mainz onu takımın başına geçireceği sırada Rangnick yardımcı olarak Hoffenheim'a aldırmak için baya bi uğraştı.. Nerden bakarsan bak usta-çırak hikayesi..
Lakin..
Tuchel'in Rangnick'e karşı inanılmaz bir üstünlüğü var. 4 kez Hoffenheim'ın başında iken karşılaşmış ve her seferinde de Tuchel galibiyet ile ayrılmış.. Nitekim ilk yarı da böyle başladı.
İki farkı yakaladı Mainz. Schalke'nin kenarları çalışmadığı gibi kenarların merkeze olan uzaklığı Holtby'i yalnız bırakması bir yana Jurado ve Moravek'in formsuzluğu bu kötü ilk yarının sorumlusuydu.
işte tam burada iki hocadan iki farklı hamle geldi. Rangnick her iki kenarını da yeniledi. Jurado ve Moravek çıktı genç yetenek Draxler ve Farfan oyuna girdi. Bu doğru bir değişiklik iken bunu daha da doğrulatan bir başka hamle de Tuchel'den geldi. Savunması da bir hayli iyi olan Risse'yi çıkarıp kontradan gol bulma olasılığını arttırmak için Choupo-Moting'i oyuna soktu. Bu oyuncunun savunması yoktur ve Farfan ise savunulmak için en az iki kişiye ihtiyaç duyuyor..
Çıkan iki kenar oyuncusunun yaptığı ortalar 4'de 1 iken giren yeni iki oyuncu 11'i buluyordu. Özellikle Farfan çokca ikili savunmaya maruz kalsa da maçı koparan isim oldu aslında. Sol kenardaki Stieber'in çıkarıp Kirchoff'u merkeze koyup Stieber bölgesine de Soto'nun kaydırılması ise Farfan'ı durdurmaya yetmedi..
Kenarlar işliyor ve diğerleriyle mesafesini kısaltıp bir bütün olmanın ilk meyvesini Holtby-Draxler ile verkaça girip Raul'u kaçırtarak güzel bir hücum sonrası farkı bire indiriyordu. Akabinde Farfan ve kornerler sonucu 33 dakikada dört gol buldu Rangnick'in takımı..
Velhasıl taktik savaşını bu sefer usta kazandı. 2-0'dan deplasmanda 4-2 maç aldı.
Çok beğendiğim sol bek Fuchs 90 dakika boyunca ıslıklandı. Zira geçen sene Bochum'dan kiralık olarak alınan ve Tuchel'e söz vermesine rağmen Schalke'ye imza atan eski oyuncusunu affetmedi taraftar. Güzel olan ise onca yuhalanma sonrası son altı golünde olduğu gibi yine frikikten doksanda golünü atmasına rağmen hesap kesmedi, sevinmedi Fuchs.. Saygı duydu eski takımına..
Elbette soru şudur: 33 dakikada Mainz'a 4 golü atan Schalke kendi evinde Helsinki'ye yemeden üç golü atabilecek midir?
21 Ağustos 2011
Aaa.!
F.Terim bir Türk düşmanıyla sarmaş dolaş?
Bu absürdlükleri bir kenara bırakın. Bire bir olayı yaşayan Nuri dahi maçın sonunda tokalaşmış, poldi özrünü dilemiş olay kapanmış iken saçma sapan beyanatlarla birilerini hedefe koymaya çalışmayın.. Olur devran döner hedefe koyduğun adam gelir takımının sol kenarına oturur..
Sonra ?
Güzel adamdır Podolski.. Arızadır ama güzeldir. Severim ben Podolski'yi..
Farkımız.!
9 ülkenin liginin başlaması üzerine "TV'de futbol" olarak her ülkenin farklılıklarını dile getiren bir makale okudum. Orada yazar misal;
..İspanya'yı ele alıyor.
Barlarda sokaklarda her yerde televizyonların olduğunu ve futbolun nasıl sevildiğini,konuşulduğunu..
İngiltere'yi ele alıyor.
Almanyada hafta içi maç olduğunda "ingiliz haftası" derler. Ne kadar fazla maç yapıldığından ne kadar çok futbolun sevildiğine dair tarifler.. Elbette TV parasının nasıl çok fazla olduğu ayrıntısı.
Misal İsveç'i ele alıyor.
Burada hemen herkesin kendi liginden daha çok Premiere Lig seyrettiğinden..
İtalya'yı ele alıyor..
Maçların içerisinde kameraların soyunma odalarına da indiğinden bahsediyor.
Rusya'yı ele alıyor..
Şifreli kananlda izlemeyen çoğunluğun barlara akın ettiğini ve burada bir masa kapmanın en az 25 avro olduğundan bahsediliyor.
En sonunda Türkiye'yi ele alıyor.. Aynen aktarayım ben size.
"Her kanalın kendine ait bir tartışma programı var. Yerel kanallardan kulup kanallarına kadar.. Çok fazla maç görüntüleri olmamakla beraber bunun yerine bol bol sokak jargonu ile pireyi deve yapmak var. "
....
Maraton programının başlangıcı bir milattır bu ülke futbolunda. Ne zaman ki Cine 5-Lig Tv maç görüntülerini kendine sakladı işte o zaman görüntüsüz futbol programı yapmak zorunda kalan diğerleri çareyi işin bokunu başka yönden çıkarmakta buldular ve bu ülkenin futbol kültürü haline geldi. Sevsin ya da sevmesin maç görüntülerini en erken veren Maraton programının zorunlu izleyicileri de Erman Toroğlu karakterini içselleştirince bugünlere kadar geldik.. Bir futbol programının jargonu yabancı bir ülkedeki makaleye dahi konu oluyor ve biz bunu artık konu etmiyor şiddeti, futbol dışı olayları halkın cahilliğine bağlıyorsak işimiz iş demektir..
Bayern Münih - Hamburg 5-0.!
Size bu hafta Misli.Com'a yaptığım maç yorumundan bir paragraf sunayım.
"Kadroları, taktik dizilimleri hepsini bir kenara bırakın. Hamburg her koşulda zorluk çıkartmış ve her zaman beraberlik en büyük ihtimal olmuştur bu büyük duelloda ve fakat bugün biraz başka.
Ben Bayern'in Hamburg'a fark atacağını düşünüyorum."
Dahası.. İki fark Bremen, İki fark Hoffenheim iki fark Bayern verip de Braunschweig üst olur diyerek muhteşem kuponumu da ziyan ettim. Braunscweig beklediğimin aksine rezil bir oyun ortaya koysa da Paulus Kumbela öküzünün kaçırdığı penaltı da tuzu biberi oldu.
Hamburg'un ilk maçında dedik ki ön dörtlü sorunlu. Gidecekti sakattı şuydu buydu derken oradan geriye kalan Gökhan Töre oldu. Daha ligin üçüncü maçında çok başka bir formasyona dönmek zorunda kaldı Michael Oennning.. 4-2-3-1'den iki asli mevkisi forvet olmayan 19 yaşındaki genç çocukları sahaya sürdü oldukça defansif 4-4-2'sinin içerisinde..
Dörtlü defansı bir yana bırakın. Orta dörtlü Rincon-Jansen-Jarolim-Westerman.. Rincon defansif orta saha. Westerman aslında stoper. Jansen de sol bek.. Keza Jarolim de defansif orta saha. Hedef ikili dörtlü set kurmak ve yakaladığı toplarla sprinter olmayan ve fakat genç iki oyuncuyla sonuca gitmek.. Çok net bir korku ve onun yarattığı son derece gereksiz bir defansif oyun anlayışı.
Bayern'de ise Zürih kadrosundan üç isim değişmişti. İlk golü atan eski HSV'lu VAn Buyten nedense stopere çok yakıştıramadığım Boateng yerine oyuna dahil olur iken Gustavo yerine Timoschuk ve farkı yaratan değişiklik ise Kroos yerine oynatılan Thomas Müller.. Buraya bir parantez açmak gerekir.
Müller sahanın en fazla koşan oyuncusu olur iken 28 sprint ile en yakın rakibine iki katı bu konuda fark attı. Gol atamadı belki ama Ribery ve Robben'in alanının boşalmasına yardımcı olmakla kalmadı en fazla kaleye şutu çeken insan oldu. Sadece skor üretme konusunda sıkıntı çekti. Tam anlamıyla forvet arkası pozisyonunun hakkını verdi. Oyun zekası tekniği ve içgüdüsel olarak doğru yerde olması onu ve haliyle Bayern'i farklı kıldı bu akşam..
Hamburg ise orta çizgiyi geçtiğinde ben onlara gol yazdım ama yine maçı Bayern kazandı. Kadro istikrarı ve dengesizliği söz konusu. 4-2-3-1'den vazgeçmeyerek Son'u mutlaka ilk onbir tutup Gökhan'ın diğer kanadına da Jansen'i oturtsa dahi Petric olmadığında net bir merkez forvet bulmaları gerekir. Hem Petric'in hem de Guerrero'nun aynı anda sakatlanması talihsizlik olsa da bu denli bilinçsiz ve kendine güvensiz takımın toparlanması bir hayli zaman alır..
Çekilen şutları gördüğünüz zaman sonucun aslında biraz da beceriksizlikten bu şekilde olduğunu anlayabiliriz. tarihi fark olabilirdi. Bir de elbette Robben farkı.. Attığı gol muhteşemdi. Her maça damgasını vuruyor ve bu dünyada onu bir Mourinho taktiği bir de sakatlık durdurabiliyor. Yüzde 70 ile sahaya çıkmasına rağmen yine o.. İnanılmaz bir oyuncu ve gerçekten kelimelerimiz yetmiyor artık..
Cacauuuu.!
Kafasındaki şey ne diye sorarsanız rund magazine arkadaşı yalan makinasına bağlayıp röportaj yapmış. Onun şeysi.. Yok öyle çok ilginç bir ayrıntı çıkmadı heyecanlanarak okumaya başladığım röportajında..
Daha çok ölüm korkusu yaşadınız mı hiç sorusuna verdiği cevap ilginçti. İki kez ölüm korkusu yaşamış.
Birincisinde olayların olduğu yerde şansızlık eseri toplanmış bir grubun içerisindeymiş. Polisler gelmiş ve potansiyel suçluymuşçasına silahı dayamış ve yarım saat bu şekilde işkence ettikten sonra evlerine bırakmış. Çok kormuş..
İkincisi ise güzel olanı. Arkadaşının evine ziyarete gitmiş ama tam o gitmeden birisi kısa pantolonlu mavi ceketli birisi evi soyacak diye polise ihbarda bulunmuş. Şans o ya diyor ben de kısa pantolonlu mavi ceketliydim. (Birisi güzel bir şaka yapmış yıllar önce bugün bile farkında değil gibi ) Polis silahı dayamış tehtit etmiş "Gel biraz seninle gezinti yapalım" demiş ve işte ikinci kez ölüm korkusunu burada hissetmiş.
İlginç olan diğer ayrıntı ise "Çeteye üye oldunuz mu" sorusuna "öyle gerçek bir çeteye değil" derken makinaya göre yalan söylemiş olması. Keza "hayvanlara işkence ettiniz mi" sorusuna verdiği "hayır" cevabını da makina çok kabul etmemiş.. miş..
45 dakikada 4 farklı Taktik.!
Elbette o.. Başka kim olabilir ki?
Bir takımın başarısının pek çok etkeni vardır. Oyuncular, teknik direktör, gelenekleri, tarihi, koşulları v.s. Lakin Mainz tek başına antrenör üzerinden yürüyor. Bir meydan okuma var çok iyi bir şekilde algılayabildiğimiz..
Bizzat Tuchel yıldız yapmıştır aslında Schürrle'yi.. Holtby'i.. Szalai'yi ve fakat bir süre sonra sanki bu güçlü kadro nedeniyle başarı gelmiş gibi alglanmaya başladı. Geçen sene başarı göstermiş takımın bütün yıldızları gitti . Artık Schürrle,Holtby,Fuchs yok Szalai de sakat.. Değişen bir şey var mı? İki de iki galibiyet ama nasıl..
Liderlik tartışmalarında Kahn'a hak veriyor sadece o karakterin illa ki sahanın içerisinde yer alması gerekmediğinin üzerinde duruyor. Mainz'da lider futbolcu yoktur zira bir iki oyuncu hariç üst üste forma giyeni dahi bulamazsınız ki otursun da liderlik etsin. Herkes hocasına güvenir.. Nasıl güvenmesin ki?
4-2-3-1 ile çıktı Freiburg karşısına.. İkinci yarı ise baklava 4-4-2'ye döndü. Arkasından dört orta sahalı 4-4-2.. Son çeyrekte ise defansif 4-4-1-1'e geçiş yaptı. 45 dakika içerisinde dört farklı taktik ile sahada yer alıp en önemlisi iki maçta ikinci galibiyetini elde etti.
Yarın Schalke karşısına çıkıyor ve fakat hemen herkes bunun usta-çırak karşılaşması üzerinden değerlendiriyor. Bizzat onu hocalığa yönlendiren ve hatta Mainz'dan önce Hoffenheim'e yardımcı yapacak iken son anda elinden kaçıran Rangnick ve onun başarılı talebesi Tuchel..
Hoffenheim'in başında iken Tuchel galip geldi.. Bugün ise Mainz kendi sahasında kendisi gibi Avrupa Liginde madara olmuş ustasının karşısına çıkıyor..
37 yaşında ve bugünkü açıklamaları sonrası da kendisini Bayern'e hazırladığını söyleyebiliriz. Onu çok çok başarılı bir taktisyen olarak görsem de maççı bir hocanın sabit bir sistem olmadan bu şekilde büyük bir kulupte yapamayacağını söylerim. Amma velakin düşük bütçeli bir takım ile büyük başarılar kazanmak isteyenin de gözü burada olsun.. Bir Tuchel bir Slomka.. Mainz ve Hannover. Yüzde doksan beş teknik adam üzerinden yürüyen "teknik direktörlük" mesleğini sonuna kadar üzerine basan başarılı adamlar.. Yarın sahaya nasıl çıkacak bilmiyorum ama onca Mainz maçı izledim yenildiğini gördüm ama ezildiğini bir kez olsun çaresiz kaldığına şahit olmadım..
Podolski Gelir mi ?
Podolski gelir mi ?
İki açıdan bakalım. Ekonomik ve Sportif. Hemen kapatalım baktık yeterince: Gelir.. Ekonomik açıdan daha iyi bir teklif sunacağımız ortada iken ilk iki maçını kaybeden ve gittikçe küme düşme potasının daimi müşterisi konumundaki Köln'ü bırakıp Şampiyonluk kovalayacağı Galatasaray'a gelmesi sportif açıdan da bir gelişmedir.
Kaptanlığını aldılar elinden.. O Bayern sonrası özelllikle Premiere Kuluplerinin ve Almanya'nın diğer devlerinin başına üşüştüğü bir sırada duygusal davranıp eski takımına geri dönmüştü. Eğer kaptan yapılmamış olsaydı bu sorun olmazdı ama elindeki bir şeyi alırsanız bunu nankörlük olarak algılayabilir oyuncu. Podolski milli takımda Schweinsteiger-Lahm seviyesinde olmasına rağmen kaptanlık için adı geçmez ve o da geçirmez.. Bireysel takılır.. Amma velakin geçen sene onca güzel performans sergilediği halde pazu bandı ile sene başında bunun alınması saygısızlık gibi bir şey aslında.
Sorunu o tatlı adam Solbakken olmadığı açık. Sportif direktör Volker Finke.. Kulube hakim ve başarısız sonuçlarda teknik adam gitse de bu adam kalacak ve Podolski sorunu da yaşamaya devam edecek.. Bir başka kulbe gitmesi olağan.. Neden Galatasaray olmasın? Tek bir sorun var o da kulubün taraftar korkusu nedeniyle satmaya yanaşmaması..
Memleketimizde haberler çıksa da henüz daha bu tarafta basın bu konuyu ele almadı. Ben Podolski değil ama Köln kulününün şu konumda böyle bir risk alacağını tahmin etmiyorum ama Podolski ısrar eder gitmekte diretirse kulup de bunu bu şekilde aksettirirse her şey olası..
26 yaşında. Götze'nin adı geçse yüzde yüz iş yapar diyemeyiz ama şunu belirtelim: Milli takımın yıllardır değişmez oyuncusu ve kulup takımında yedek kaldığı dönemde dahi o formayı Löw ona verdi ve vermeye devam edecek gibi her ne kadar Schürrle-Reus v.s. gibi çok önemli rakipleri olsa da.. Demem odur ki uyumsuzluk durumunda dahi Bundesliga piyasası olan ve geri satışı mümkün bir futbolcudur. Denemeye bir hayli değer..
Olur da transfer gerçekleşirse çok daha ayrıntılı bir şekilde elbette burada..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)