30 Kasım 2013

Lucien Favre: Futbolun sürekli geçerli olan doğrusu yoktur


Güzel bir Lucien Favre röportajı..

Bu güzel röportaj öncesi az önce izlediğim eski bir röportajda gördüm ki bu adam 70 sonrası büyük turnuvaların önemli maçların hemen hemen bütün taktiksel detaylarına sahip. İnanılmaz bir hafıza ki röportajda da değiniliyor. Etkieyiciydi.. Bizim memlekete bu hoca uymaz, neden biliyor musunuz? O röportajında şunu diyor: "Devre arası ben oyunculara gidip hadi daha fazla ikili mücadeleye gireceğiz demem. Bu benim tarzım değil, hiçbir zaman bağıran çağıran olmadım!

Favre bir pozisyon bilgisi üstatıdır. O bilgiyi oyuncusuna aşılama konusunda yetkindir. Saha içerisinde her aksiyonun üzerinde çalışır. Öyle detaycı ki Reus'un adamı geçerken hangi noktalara yoğunlaşması gerektiğine kadar iner. İsviçre'de gelen Hitzfeld sonra milli takımı çalıştırma teklifini reddetti. Eğer ondan Reus-Dante-Neustaedter alınmamış olsaydı ŞL'nde de güzel işler yapardı.

Keyifli bir röportaj..

Öyle bir haliniz var ki sanki 24 saat futbolu düşünüyorsunuz gibi..

Sürekli futbolu düşünürsen yaratıcılığını zedelersin. Bizim meslekte bu zor olsa da zaman zaman futbolla arana mesafe koymak zorundasın

Siz bunu nasıl başarıyorsunuz?

Doğada bir gezinti ya da iyi bir kitap..  Bazen eşimle Belçika’ya gidiyoruz sinemada Fransızca bir film izlemek için ama tamamen kafadan çıkarmak mümkün değil. Arsene Wenger ile konuştuğumuz zaman en zayıf noktasının futbolla olan ilişkisini hiçbir zaman yüzde yüz kesemeyişi olduğundan bahsetmişti. Alex Ferguson’u okuduğum zaman “futbolla arama bazen mesafe koymayı öğrenmeliyim” dedi ve üstelik  Ferguson kariyerinin başında şampiyonluğu futbola gereğinden fazla kanalize olduğu için kaybettiğinden bahsediyordu.

Bir de sizi düşününce bu seviyede futbol ve taktik konuşacak insan bulma konusunda sıkıntı çekiyor olmalısınız.

Bu aslında yanlış bir düşünce. Taraftarlar bizim sandığımızdan çok daha bilgililer. En son bir arkadaşımın oğlu bana bir oyuncu tavsiye etti. 17 yaşında daha bu çocuk. İnternetten bakmış ve  pek kimsenin bilmediği oldukça iyi bir futbolcuyu bana tavsiye etti.. Ben taraftarlarla goller, oyun temposu, oyun zekâsı gibi konular hakkında konuşmayı severim ama taktik değil.

Yani diyorsunuz ki her antrenörün kendisine ait felsefesi var. Sizinkisi peki nedir?

Felsefe filan abartmamak gerekir.  Bu bir oyun hakkında ve onun içerdiği fikir..

Sizin fikriniz nedir?

Elbette düşündüğünüzü sahaya yansıtmak zorundasınız ama aynı zamanda realist de olmalısınız.  Ben antrenör olarak bütün sistemlerle ve taktiklerle oynadım çünkü siz sahip olduğunuz oyunculardan bağımsız  kendinize ait bir sistem oynatamazsınız. Barcelona’da Pep Guardiola İbrahimovic gibi dünyanın en iyilerinden birisi olan oyuncuyu aldı ama sisteme uymadığı için verimli olamadı. Barcelona dahi bugün sistemine uygun futbolcu bulamadığı zaman sıkıntı yaşayacağını görüyor. Eskiden Johann Cruyff dönemi Barça’sı 3-4-3 oynardı. Maçın başından sonuna kadar..  Her maçta! artık bu mümkün değil.

Peki bugün deneyimli meslektaşlarına karşı taktiksel açıdan fark yaratıp avantaj sağlamanız mümkün mü?

Elbette çünkü futbol gelişiyor, yeni şeyler geliyor sürekli. Almanya 1954’de Dünya Şampiyonu olduğunda oyuncular ortalama 4 km mesafe kat ederdi. Bugün 13 ile 14 km arasında.  Her geçen gün daha hızlı, çok daha hızlı oluyor bu oyun. 1970 Dünya Kupası finaline baktığınızda maçın temposuna bugün şaşırabilirsiniz ama o zaman fark yaratan oyuncu Pele sahadaki 1.70 boyuna rağmen atletik olan tek futbolcuydu. Bugün böyle bir şeyi hayal dahi edemezsiniz.  Messi atler ama Ronaldo da. Sadece en iyileri değil ve başka türlüsü mümkün değil artık.

Peki ya taktik?

Bazen onun da önem kazandığı zamanlar olur.  Guardiola  mesela Barça’da temelde 4-3-3 oynatıyordu.  Ama sahaya çıkınca beş dakika sonra 3-4-3, 3-5-2 ve bazen 3-6-1 şeklinde değişebiliyordu.  Her zaman daha fazla silaha ihtiyacın olur  sahada ve bugün sistemler içerisinde hızlı bir şekilde değişkenliği sağlayacak taktiksel ve mental olgunluğa sahip oyunculara ihtiyacınız var.

Bugün futbolda sadece taktik ile zafer kazanmak mümkün mü?

Bugün her şey bu açıdan çok daha zorlaştı ama örneği var.  2009 Şampiyonlar Ligi Finali’nde Manchester United’a karşı Barcelona kazandığı zaman ayrıntılardan birisi taktik olmuştu. Messi’yi kenardan alıp merkeze yerleştirdi ve Eto’o ile Henry de kenarlardan gelince Manchester şaşırdı, karıştı. Bu o başarının nedenlerinden birisi ama taktikten daha önemli şeyler var.

Mesela?

Oyun zekası, teknik becerisi, doğru yere hareket etme kabiliyeti ve ayaklarında olduğu kadar düşüncede de hızlı olmak.  Guardiola o zaman elinde Henry ve Eto’o olmadan bunları nasıl yapabilirdi?

Sizin taktikler ve ilk on bir konusunda farklı bir fotoğraf hafızanız olduğu konuşuluyor..

1970 sonrası pek çok önemli maçın taktiği ve oyuncuları hafızamda vardır. O zamanlar ben 12 yaşındaydım ve televizyonumuz yoktu ama komşudan bakar izlerdik.

O zaman biz sizinle burada mesela 2002 Dünya Kupası’nı analiz edebiliriz.

Evet final maçları kafamdadır hep. 2002’de Scolari Almanya’ya karşı çok iyiydi ve 3-4-3 ile sahaya sürdü takımı. Ama buna göre de kadro çıkardı.

Geçmişin Brezilya’sı bugünün İspanya’sı. Dünya Futbolu’nda İspanya’nın bu dominasyonu devam eder mi sizce?

İspanyollar her zaman Güney Amerikalılar karşısında zorluk yaşadılar. 2014 Brezilya’da problem yaşaması ihtimal.  2010 Dünya Kupası’nda Paraguay’ı 1-0’la geçerken bir hayli zorlanmışlardı ve mucize sonucu turu geçti.  Aslına bakarsanız o zaman Dünya Şampiyonu olmayı hak etmemişlerdi ama aynı zamanda İsrail’deki u21’e bakarsanız İspanya’nın potansiyelinin ne  kadar çok olduğunu da görürsünüz.

Almanya’nın Dünya Kupası Şampiyonluğu için umut var mıdır sizce?

Elbette! Kupanın favorilerinden.. İspanya’da aynı şekilde çünkü ne zaman ihtiyaçları olsa gereken konsantrasyona sahip oluyorlar. Ama bugünkü İspanya’yı anlamak için tarihe biraz bakmak gerekir.  1975 yılında 76’daki Avrupa Şampiyonası için Yugoslavya ile oynadılar. Utanç vericiydi İspanya adına. Bir Libero.  Bir kesici ki katil de diyebilirsiniz, nokta. Hepsi buydu, sıfır.  Bundan sonraki gelişimin pek çok açıklaması vardır belki ama belirleyici olan Johann Cruyff’ün o futbol fikrini Barça üzerinden İspanya’ya taşımasıdır. Bu her şeyi değiştirdi, yerden isabetli paslar, topa sahip olma, tipik ikili mücadeleden kaçınma v.s. Bu Johann Cruyff idi; Tüm İspanya futbolunu etiledi, değiştirdi.

Bir takımda sistemi oturtmak için gerekli süre nedir?

Eğer doğru oyunculara sahipseniz çok süreç çok hızlı gelişir.  2010/11 sezonunda son anda küme kaldığımız vakit biz bazen bir doksan dakikada birden fazla sistem değiştirmek  zorunda kalıyorduk.  Bu konuda sorun yaşamadık çünkü buna göre oyuncular vardı ve biz buna göre takımı hazırlayabilmiştik.  Yine de oyuncuları tanımak uzun bir süreç zira bir zaman gelir ondan hiç yapmadığı bir şeyi istemek zorunda yine de kalabilirsin.  Gerçek şu ki futbolun sürekli geçerli olan bir doğrusu yok, sürekli değişir ve sen gelecek olan yeniye açık olmalısın.

-Zaman zaman antrenörler sert bir şekilde eleştirilir ama siz pek bu konuma gelmediniz.

Sonuçlar geçerli olan tek kriterdir. Sen var olan fikrinle oyuncuları, sportif direktörünü ve yönetimi ikna etmelisin. Puan almak için gerekli çözümü bulmalısın. Hepimiz bir noktad satıcıyız sonuçta ve bu her meslekte böyledir.  Sen puanları toplamak için çözüm üretmekle görevli insansın ve şans burada sana yardım etmez. Zaten ben futbolda şansın varlığına inanmıyorum.  Belki bir ya da iki maçta sana şans yardım edebilir ama uzun süreçte seni orada tutan ya da tutmayan unsur ne şekilde çalıştığı olur.



29 Kasım 2013

Cesar Luis Menotti



PUSU


Ahmet Şık gazeteci. Kelimenin gerçek anlamıyla. Savaş muhabirliği de yaptı memleketi yakından ilgilendiren araştırmalar da. Ahmet Şık ve Nedim Şener’in Ergenekon davası içerisine dahil edilip soruşturmaya uğraması ve nihayetinde sahte delillerle içeri atılması AKP hükümetinin bu davadaki samimiyetsizliğini kanıtlayan en önemli gösterge oldu. Pek çokları AKP'nin yaptığı en önemli stratejik hata olduğunu da söyledi.

 Ergenekon AKP iktidarı öncesinde de  konu olmuş, 96'larda Can Dündar'ın hem kitap yazıp belgesel  üzerine belgesel çektiği geçmişi olan bir davaydı. ilk etapta AKP karşıtlarının dahi merakla üzerine eğilip zaman zaman niyet konusunda kararsız olan hatrı sayılır bir kitle vardı. Lakin ne zaman ki Ahmet Şık-Nedim Şener bu davaya dahil edilip içeri atıldı işte o zaman insanlar  iktidarın muhalifleri sindirmek amacıyla davayı aracı ettiğine kanaat getirdi.

Peki Ahmet Şık neden içeri alındı?

İmam’ın Ordusu’nu yazıyordu.  Kısaca polis teşkilatını Cemaat’in nasıl ele geçirdiğini “belgeleriyle “ ortaya koyacaktı. Mahkeme süresince kanıtlanmış olan abuk subuk bildiri virüs yoluyla bilgisayarlara sızdırıldığı için. Aslında daha çok polis teşkılatının cemaat yapılanmasını afişe edeceği için..

Tutuklanma sürecini ayrıntılarıyla anlattığı Pusu kitabının 377 ile 416.sayfaları arasında fişleme belgeleri bulunuyor. Yüzlerce polisi Cemaat'in nasıl takibe alıp fişleme yaptığını gösteriyor. İçerisinde de tüm bu operasyonu ayrıntılarıyla anlatıyor. Ben size kitabın son sayfalarında yer alan fişlemelerden iki örnek göstereyim. Her polisin ismi, cismi, rütbesi ve elbette fişleyenlerin üçlük beşlik gibi kendi rütbelendirmeleri mevcut.


Pusu kitabının sonunda yaklaşık 40 sayfadan oluşan  bu belgeleri Şamil Tayyar da aslında onayladı.



Bakın dün Şamil Tayyar'ın Taraf'ın 2004 MGK Gülen Operasyonu manşeti sonrası bir anlık hezeyanla attığı tweet...



Hanefi Avcı zamanında Eskişehir Emniyet Müdürlüğü görevinde bulunması bir yana 80 öncesi ve sonrası Devrimci Yolcu'lara işkence ettiği bilinen eski ülkücüdür. Sadece Cemaat'i hedef aldığı için oldukça garip bir şekilde  "Devrimci Karargah" davasından tutuklandı. Ergenokon'a dahil edildi. Öyle ki Ahmet Şık'ın 23 Temuz 2011'de içeride tutuklu bulunduğu sırada vefat eden arkadaşı Şaban Dayanan'a işkence eden Hanefi Avcı ve Ahmet Şık aynı davadan içeri atıldı.

 Avcı'nın iddiaları gündeme dahi gelmedi. 

Hülasa emniyet içerisinde Cemaat'e karşı olan gruplar türlü alicengiz oyunlarıyla nasıl yerlerinden edilip teşkilatın yeniden dizayn edildiğini Ahmet Şık ve Hanefi Avcı anlattı.

 Şamil Tayyar da onayı verdi.


Denk gelmiş!


"Spielerfrau"


Best abim bu hayatı yaşamayı biliyordu. Güzel adamdı güzel de yaşardı.  İngiliz futbolcular hatun konusunda iyiydi. Eskiden de şimdi de.. İtalyanlar mesela.. Estetik harikaları pek çoğu. İspanyollar da bu diğer iki milletten geri kalmıyordu. hatta Fransızlar.. Karembeu'yu, Zidane'ı filan biliyoruz az çok.. 

Bir de Almanlar vardı. 


Bodo İlgner.. 



Loddar'ın ilk eşi.  


Voller'in Angela'sı.. 

Daha gider bu. Geçmişin efsanelerinde seviye bu. İstisna yok muydu? Vardı tabi..


Netzer büyük futbolcuuydu, hızlı da yaşıyordu. Adam Münih'e diskoya gidip sabahn köründe helikopterle antrenmana yetişiyordu. Ki bir Disko satın aldı sonrasında.. 2000 öncesi Alman futbolcuları içerisinde belki de tek istisnadır.

Aslında diyeceğim şu: Eskiden futbolcuları çapkın, hovarda, aldatan filan felan sanıyordum. Yok böyle bir şey.  Aldatsa da en fazla gider parasını verir fahişe bulur. Ronaldo'da fahişe alemlerini anlattı, Ribery de yaşı küçük olduğu için  magazine konu oldu. Benzema da. Hepsi en fazla parasıyla. Vakitleri mi var ki? Aslında zor durumda olan her zaman futbolcudur. Memlekete girmeyelim ama Almanya'daki futbolcuların eşlerinin pek çoğunun aldattığı ileri sürülür. Orada 90'larda oynamış birinci lig topçusu eski bir futbolcu ile konuştuğum zaman bunun nedenlerini şöyle açıklamıştı: 

"Bizler para kazanıyoruz ama yılın büyük bir bölümü evden uzaktayız. Düşün: Çok güzel ve sürekli rahatsız edilen bir kadın, istemediği kadar para ve  vakit.. Aldatmaması kolay değil bu yüzden pek çoğumuz evlilik söz konusu olduğunda çocukluk aşkımıza yöneliyoruz.. daha güvenli! "

Şimdi şuraya yazmaya üşeniyorum amma velakin Van der Vaart olayı var ki akıllara zarar. Slyvie Van der Vaart işi abartmış. Bir playboy hakkında öyle bir hikaye anlattı ki.. Sabiha da pek çok hikayesine şahitlik edince iş koptu.  Rafael de bugün eşinin en yakın arkadaşı Sabiha Boulahrouz ile beraber.  O da Hollandalı Boulahrouz'un eski eşi.  Şimdi çocuk, evlilik ve karman çorman her şey.

Effenberg'i hatırlayın. Thomas Stunz'un iki çocuklu eşiyle beraber olmuştu. John Terry, Ballack.. Hepsinin meslektaşının eşleri ile birliktelikleri söz konusu. Bunlar yakalananlar.. 

Durum her yerde bu kadar karışıktır. Çok azı açığa çıkıyor sadece.

28 Kasım 2013

Omayratgil


SV Recklinghausen II.. Kreis Liga'da oynuyorlar.  Lübnanlı iki ailenin bireyleri takıma çökmüş. Yedekler dahil.. 

Teknik direktör kim peki?

Ahmad Omayrat..

Sadece Katalanların oynadığı.. ok. Sadece Bask kökenli oyuncularla Bilbao.. tamam.  Ama işte iki aileden bir takım kurmak..

Echte Liebe!


Dortmund'un o çok ünlü "Südtribüne" müdavimlerinden.. Kim peki?

Anna Kathrin.. Block 14. Hayat kadını.

"İç saha maçlarında zaten bizim genelev de haliyle sakin oluyor. Ben de burada maça gelince çok bir şey kaybetmiyorum"

"Echte Liebe" (Gerçek Aşk) dedikleri bu olsa gerek..

Eski futbolcudan banka memuruna.. hayat kadınından manavına.. Dortmund'un kale arkasındaki 25 bin kişilik ortamı "sınıfsız" 

Nerde o eski..


...futbolcular!

Stefan Kuntz!

Bizdeki sapıtmanın nedeni şudur: Bunları görerek ve hatta bunlara özenerek büyüdük, bunlardan kaçınarak yaşadık. Moda dediğin şey başlı başına saçmalık. O beyaz çorap gün gelip moda olacak, o zaman..  

Bad Boys II


Güzel yapmışlardı bunu. Bir tarafta Boateng diğer tarafta Jermaine Jones...

"Kırmızı kart garanti"

Oysa benzerini biz de yapabiliriz. Bir tarafta Dany.. yeter.

"Macera garanti"

"Bir sigaraya en güzel kadını tercih ederim"


Nur içinde yat arkadaş..  Geçtiğimiz hafta vefat etti.

1950 doğumluWalter Frosch futbolseverlerin dikkatini "futboluyla"çekememiş, 1974-79 zamanı birinci ve ikinci Bundesligada top koşturmuş ortalama futboluyla efsane olmuş bir defans oyuncusudur. En önemli özelliği günde 3 paket sigara içerek profesyonel futbol yaşamını sürdürmüş olmasıdır. Kaiserslautern kulubünde de bir hayli zaman geçiren Frosch'u özellikle St.Pauliler sahiplenmiş, kulubün efsaneleri arasına sokmuştur zira oradaki taraftar profilinin gerek efsane anlayışı gerekse de futbola/yaşama bakışı biraz başkadır.. Kanser nedeniyle 5 kez ameliyat olan Frosch sigarayı bırakmak zorunda kalmıştı. "Bir sigaraya en güzel kadını tercih ederim" sözüyle ona olan özlemini dile getirir iken 1990 yilinda St.Pauli'nin emektar kalecisinin jubile maçının devre arasında verdiği röportaja bakarak ne kadar doğru söylediğini ya da günde gercekten kendisinin dediği gibi 3 paket sigara içip içmediğini görebilirsiniz sanırım..


El Caganer


Şimdi bu ne diyeceksiniz.. 

Diego Arsenal'de!


Neden?

1-Sezon sonu serbest kalıyor.
2- Yıllık maaşı çok yüksek. Bayern hariç kimse bunu karşılayamaz ve Bayern'den de talep yok.
3-Premier ve Rus kulüpleri onu ancak alabilir.
4-Geçtiğimiz günlerde "Duydum ki Arsenal beni istiyormuş. Ama resmi bir başvurusu olmadı ama olursa elbette cevabım olumlu olur" açıklaması vardı
5-Son olarak Londra'dan tivit atıp bu resmi paylaştı. Daha ne?
6-Wenger Bundesligadan on numara almaya bayılır. Rosicky, Hleb ve Mesut sonrası Diego da. Üstelik Rosicky gibi geriye çekmesine gerek kalmadı, Wolfsburg'da defansif orta sahaya çekildi Arnold sonrası.
7-Beleşe Diego'yu bulmuş, Wenger kaçırmaz. Haziran'da imzayı atar, Şubatta açıklar.

Savunma ve Yabancı Kuralı


Ronaldo yok. Rakip ilk yüzde yüzlük pozisyonu kaçırmış. Akabinde kırmızı kart görüp 10 kişi kalmış. Frikikten yenilen gole hemen karşılık verip moral da kazanılmış ve fakat 10 kişiden Ronaldo'suz Madrid sana 4 gol atıyorsa problem büyük demektir.  Mancini'nin de eleştirilecek yönleri mevcut olsa da bu takımdan doğru bir on bir yeni bir transfer olmadan çıkması çok zor. 

Dany 

..konusunda Mancini’ye yapılan eleştiri yerindedir. Bugün değil Burak-Dany kenarı ile derbiye çıkmadan önce de benzer şeyleri söyledik. Daha maçın başında takımın 1-0 geriye düşmemesi Bale’in karşı karşıya golü atamamasından kaynaklı.  Üstelik Dany seçimi sadece yerleşim hatası yapması ya da riskli oyunu nedeniyle pozisyon yedirmesi nedeniyle değil geriden oyun kurma aşamasında da takımı seçeneksiz bırakıyor. Nihayetinde Riera ihtimali varken Dany’i  tercih eden Mancini yenilgide pay sahibi. Fakat genel anlamda savunma dörtlüsünün sorunsuz ideal bir düzen oluşturmasının mümkün olmaması daha çok bir buçuk yıldır sol bek  transferi yapmayan Terim-Yönetim işbilmezliğidir. Buna Amrabat’ı da ekleyebiliriz kesinlikle. Lakin Amrabat-Bruma'nn  bu kadar kötü oynamasının tek nedeni yeteneksizliği değil ve bu son paragrafta ele alınıyor.

Eray İşçan

Basit hata yapsa keşke. Manuel Neuer yaptı,Rene Adler yaptı. Oliver Kahn yaptı. Bildiğin net basit hatadan bahsediyorum. Topu elinden kaçırıp gol yedirebilir ya da baskıyı kaldıramaz  sorun yaşatır. Lakin Eray bunları yapmıyor, sadece “çok iyi bir kaleci” olduğunu gösteren kurtarışları eksik. Basit hata yapmış olsa arkasında dururduk belki. Mesela Beşiktaş’ta Cenk’in arkasında durabilirsiniz çünkü kaleci yeteneği var. Mental açıdan eksiklikleri söz konusu. Eray’ın üst düzey kaleci olması için üst düzey yeteneğe sahip midir bilmiyorum sadece bugüne kadar olan performansında çok büyük hatalar yapmamış olmasına rağmen geleceğe yönelik ışık vermiyor. Sadece iyi olduğu zamanları dahi bir videoya çeksek “çok iyi kaleci” diyen birine yutturamazsın? Yaşı genç, konuşmak için çok erken ve daha beklemekte fayda var. Belki biz hiç yedek kaleciden yıldız kaleci çıkarmadığımız için inanmıyoruz, önyargılı yaklaşıyoruzdur. Nice yetenekteki ışığı çok çok öncesinde görmüş olduğumu bilirim ama Eray'da zorlaya zorlaya dahi olsa "süper ooo müthiş" diyeceğim aksiyon göremedim.



Savunma

Galatasaray 6-1 yenildiği Madrid karşısında çok çok iyi oynadı ilk yarım saati. Galatasaray deplasmanda çeyrek finaldeki ilk maçta da çok iyi oynadı. Yalnız öyle bir savunma dörtlüsü var ki gelen her atak yüzde yüzlük pozisyona dönüşüyordu. Yenilen bir gol sonra rakibin daha da üzerine giden Galatasaray fark yedi bu maçlarda. Maç sonrası şaşkınlık yaşıyor insanlar zira bu farkı oluşturacak oyun yoktu diyorsunuz. Oysa savunma kalitesi çok düşük ve bu nihayetinde skoru belirliyor. Bazı maçları sadece ve sadece yetersiz savunma dörtlüsü nedeniyle kaybettiğini söyleyebiliriz. Üstelik asıl problem nedir biliyor musunuz? Bugün var olan savunma oyuncularından ideal bir dörtlü çıkaramamanız. Tam bu noktada Mancini eleştirilemez. Üsteik Eboue-Chedjou-Dany-Riera gibi komple yabancılardan dahi savunmanın oluşturabildiği bu bölgeye en az iki transfer daha yapılması gerekir. Türkiye’de GS seviyesinde stoper ve bek bulunabilir mi? Dany ve Riera’dan iyisi bulunur ama sorunu tamamen çözecek bir akıl? Daha önce yazdığımda çok fazla itiraz geldi ama John Terry gibi bir tecrübe transferine ihtiyacı var. 7.5 milyonluk Chedjou transferine rağmen bir o kadar paradan daha çıkmanız gerekebilir zira stoper kalitesi değil "tarzı" doğru değil. Hızlı, atletik bir stoper değil yerleşim hatası yapmayacak, geriden oyun kuracak ve savunmayı yönetecek bir "akıl" transferi gerekiyordu. İkinci bir Semih değil Popescu, Blanc v.s. tarzı bir şef. Bu yabancı bolluğunda nasıl olur onu da ayrı bir şekilde düşünmek gerekir. Nihayetinde Chedjou kötü bir stoper olmamakla beraber oyun kurucu stoper olmaması ve savunmayı yönetecek liderlik vasıflardan yoksunluğu onu da en az Dany ve Amrabat gibi yanlış transfer hamleleri arasına katıyor.

Umut Bulut

Hakkına iki yazı yazdım takip edenler bilir. Burak ve Drogba'nın önünde olması gereken bir oyuncu.  Madrid maçında öyle pozisyonlar oldu ki Umut'un tek başına yaptığı presten kaynaklandı. 18.dk buna bir örnek ama nice pozisyonu bizzat onun presi doğurdu. Drogba harika bir asist yaptı ve fakat şu kesin ki zaman zaman savunmaya gelip top çıkarmasını "pres yapıyor, savunmaya yardım ediyor" şeklinde yazanlar var. Drogba katkı sağlıyor amma velakin Burak ve Sneijder ile beraber oynadığı zaman Galatasaray'ın asli problemi pres eksikliği, hareketsiz oyun oluyor. Umut gerçek şu ki Burak ve Drogba'nın önündedir şu an. Muazzam oynadı, elinden geleni yaptı. Kırmızı kart gördürdü. Golünü attı. Pozisyonları doğuracak baskıyı yaptı. Daha ne olsun ?

Yabancı Kuralı

Almanya 2000’lerde krize girdi. Futbolcu yetişmiyordu.  2004’te Avrupa Şampiyonası’nda gruplardan çıkamayınca hemen yabancı kuralına el attılar. İlk reflekslerden birisi yabancı sınırlaması oldu. Üstelik sadece Avrupa Birliği dışındaki ülkelerden gelen oyuncuları içeren 2005 yılınan itibaren geçerli olacak kural şuydu:  5 yabancı oynayabilir. Belçika’dan 11 tane getir ama Brezilya’dan sadece 5 tane oyuncu oynatabilirsin. Sizce bu kuralın devamı nasıl gelişti? 2005/06  sezonundan itibaren bu sayı 4’e indirildi.  2006/07’de ise bu sayı 3’e düşürüldü. Sanırım TFF buraya kadar Avrupa Futbol tarihini okumuş. Peki bundan sonra ne oldu?

Ocak 2006’da yeni kurallar koymak zorunda kaldılar, neden biliyor musunuz? Çünkü Alman takımları yabancı kuralı uygularken rakiplerinden misal Beveren 12 Fildişi sahili oyuncu ile rekabete giriyordu. Bu kural Alman takımlarının Avrupa arenasında zayıflattığı için Ocak 2006 sonrası komple kaldırıldı.  Haksız rekabete yol açıp Almanları uluslararası arenada zayıflattığı için kural tümden kaldırılıp serbest bırakıldı. Bunun yerine her takım kadrosunda 12 yerli oyuncu bulundurmak zorundadır  kuralın devreye sokup oyuncu yetiştirmeyi daha çok kulüplere dayattığı eğitim yurtları v.s. ile aştı. Almanya’nın bu kuralı kaldırmasının nedeni çok net şu cümle ile açıklanıyor:

Wettbewerbsnachteile” (Uluslarası turnuvalarda dezavantaj.. )

Galatasaray’ın bizzat yönetiminin yaptığı hataları bir kenara bırakın. Bugünkü yabancı kuralı neye sebep olmuştur?

Lig maçlarında forma şansı bulamayan ve maç pratiği eksik olan Bruma ve  Amrabat ile oynamak zorunda kalmıştır.
Bruma yabancı kuralı nedeniyle takımla maç yapamamış,  performansı daha yavaş bir şekilde yukarı çıkmış. Geçtiğimiz yıl Şampiyonlar Ligi maçlarında gollerin ortasını yapan adam olan Amrabat yokları oynadı. Onun yeteneksizliği hepimizin malumu ama bu kadar kötü oynamasının asıl sebebi ise yabancı kuralı nedeniyle tribünde oturmak durumunda kalması. Diyelim ki tribünde oturmayanı oynattın? Bu da o zaman rakiplerin 24 kişilik kadroyla oynarken sen 20 kişilik kadroyla oynamak durumundasın. Haksız rekabet bu değilse nedir? Almanlar sadece bu yüzden yabancı kuralını kaldırdıysa biz çok mu başarılıyız da bu kuralı sertleştiriyoruz?

Avrupa Arena’sında yarışan takımların hepsinin 10 yabancısı bulundurduğunu varsayarsak eğer.. Aynı zamanda UEFA’ya kadrolar önceden verilip değiştirilemedğini de düşünürsek bu kadronun 4 oyuncusu GS’ın rakiplerine oranla maç eksiği ile sahaya çıkmak zorunda zira yabancı kuralı bu sonucu doğuruyor. Trabzonspor da aynı şekildeyse eğer? 

Galatasaray yönetimi daha çok suçludur. Bu kurala göre hareket etmeyen Terim elbette başka bir suçlu. Lakin çok kısa süre içerisinde eldeki 4 yabancıyı hızlı bir şekilde elden çıkarmanın mümkün olmadığı yerde (örnek: Riera, Janko v.s.) bu yabancı kuralı Türk Futbolu’nu şu dönemde geriletmiştir. Dava açsalar kazanırsın, o derece net bir haksız rekabet ortamı yaratılmıştır bizzat Türk Futbolu'nu geliştirmek isteyenler tarafından Türk Futbolu geriletilmiştir.


27 Kasım 2013

Muhalif Basın!




Başını kim çeker? Sözcü gazetesi.  Emin Çölaşan, Uğur Dündar..  Cumhuriyet gazetesi.. Bekir Coşkun.  Bir diğeri kim? Yılmaz Özdil.

Son dönemde yükselişe geçen BirGün ya da henüz yayın hayatı geçmişi yeni olan Sol gazetesi gibi etki alanı “şimdilik” sınırlı olan kesimi bir kenara bırakıyoruz.

Yılmaz Özdil bugünkü ironik yaklaşımıyla MHP’yi eleştirmiş. Arkadaşı Baykal başkan olduğunda en ufak bir eleştiri getirmediği CHP’yi üstelik geriye dönük bir şekilde eleştirmiş. O Kılıçdaroğlu’nu Baykal sonrası geldiği için hiçbir zaman affetmeyecektir, biliyoruz. Demokrasi sözcüğünün dillerden düşmediği ortamlarda Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğinin henüz içselleştirilemediğini de bildiğimiz gibi. BDP’ye keza aynı şekilde. Tüm partilere geçirmiş. Her şeyi eleştirmiş. Diğerleri de keza demokrasi sözcüğünü dilinden düşürmeden geçiriyor da geçiriyor birilerine.. Haklı olduğu ayrıntılar da vardır belki, bu başka bir yazının konusu olsun.

Yalnız ilginç olan nokta şu ki bu belli başlı zaman zaman desteklediğimiz, okuduğumuz bu yazarlar  yaklaşık 11 yıldır belirlenmiş üslubun dışına çıkmadan yazdıkça yazdı ve nihayetinde sonuç şu oldu: AKP bu isimler yazdıkça oylarını her geçen gün daha da arttırıp iki kişiden birisinin oyunu alacak seviyeye kadar yükseldi.

Halkı aydınlatma sorumluluğunu üzerine alan muhalif basın bir kez olsun “Ya aga biz on yıldır yazıp çiziyoruz da bırak muhalefetin sesini yükseltmeyi var olan kitlenin dahi kaybına neden olduk” diye bir özeleştiri oldu mu?

AKP ile en ufak bir bağ kuramayacak ölçüde uzak olmama rağmen zaman zaman AKP İktidarından dahi daha korkutucu faşizan taraflarının olduğuna neden ben acaba inanıyorum? Varolan tutumlarına  dair bir eleştiri ya da toplamda bir değişim oldu mu geçen 11 yıl içerisinde? Başka açıdan bakarsan 11 yıldır başarısızlık istikrarı yok mudur bu sorumluluğu almış insanlarda?

Bir kez olsun kendilerini sorguladıklarına şahit olduk mu?

Bunu vakti zamanında bir kez Serdar Turgut yapmıştı. Hürriyet’te yazdığı dönem AKP’nin 2002 seçim zaferinin hemen  ardından bir yazı kaleme aldı. Basının özeleştirisi yapması üzerineydi.  Dedi ki Ertuğrul Özkök tarafından sansür uygulanıp yazılmayan ve akabinde onu Hürriyet’ten veda etmesine neden olan yazısında “ Biz basın olarak başarılı olamadık. Halka ulaşamadık. Etki edemedik. Kırkımızın da karşı çıktığı parti birinci parti olarak seçimi zaferle sonlandırdı. Bu onların başarısı bizim başarısızlığımızdır”.

İçeriğini özet geçtiğim bu yazı sansüre uğramıştı vakti zamanında. Serdar Turgut da istifa etti ve sonrasında Akşam’a geçti v.s..

Aynı zamanda işin bir başka boyutu da var.

Bakın Gezi Süreci AKP’ye olan başkaldırıdan ziyade aslında muhalif partilere ve muhalif çizgide yazı yazan basına sert eleştiriler taşıyordu. Bu mesajı Kemal Kılıçdaroğlu almış. Dedi ki Halk TV’de Uğur Dündar’a konuk olup başörtülü vekillere neden ılımlı yaklaştınız sorusuna:

Bu gezi parkı direnişinin bize mesajıydı”.

Peki muhalif basın Gezi Direniş’inden hangi mesajı aldı? Mustafa Kemal Atatürk’ü faşizanlaştıran algısında bir değişim oldu mu? Başörtü gibi diğerinin inancına çeşitli korkuları bahane ederek yasak koyma üzerine bir farklılık oldu mu? Ahmet Kaya’ya zamanında linçin meşru zeminini hazırlayanlar bugün “yanlış yaptık” dedi mi? Bir daha olmayacağına dair içimize su serpti mi yoksa fırsatı ele geçirdiğinde devam edeceğinin sinyallerini mi verdiler?

11 yıldır yazıp yazıp AKP’nin oylarını yükseltmesinde rolü olduklarını düşünmediler mi hiç? CHP kötü.. MHP kötü.. BDP kötü de siz muhteşem misiniz? 11 yılda ne yararınız oldu?

Üstelik 11 yıldır aynı tarz muhalefeti sektirmeden yapmayı "tutarlılık" kisvesi altında pazarıyorlar. Dönüşüm geçireni de "dönek" diyerek azarlıyorlar. İnsanoğlu geliştikçe, okudukça ve yıllar yılı üzerine koydukça değişim geçirmemesi, yani başarısızlığında dahi "tutarlı" kalması aslen acınası durumdur. "Valla ben 12 yıldır dersime çalışmıyorum ve hep kalıyorum" diyerek tutarlı olmanın neresi övülebilir?  Bu ülke muhalefeti maalesef size mahkum. Bu aynı zamanda daha başka bir muhalefeti yaratamayan benim gibilerin de şüphesiz başarısızlığıdır, ona da sözüm yok. 

Lakin şu kesin ki AKP iktidarının zulmü karşısında sizlerin diğerine karşı empati yoksunluğundan doğan faşizan yaklaşımınıza ortak olmak istemediği açık. Tarihsel bir araştırmaya konu olan Atatürk'ün manevi kızı Sabiha Gökçen'in Ermeni olma ihtimaline dahi topyekun saldıracak kemalist faşizanlığınızdır AKP iktidarının oluşumu. Sadece şu araştırma nedeniyle Hürriyet gazetesi ve elbette Emin Çölaşan Agos ve Hrant Dink'e savaş açmıştı. Yine aynı gazete Ahmet Kaya'yı Kürtçe şarkı söyleyeceğim dediği için.. Yani bir tarafınız modern yaşamın içerisindeki medeni unsurları AKP'ye karşı haklı bir şekilde savunurken öte tarafınız Hitler'e yanaşıyor. Daha da kötüsü inanılmaz tutarlı, asla yolundan dönmeyen ve 11 yıl değil 25 yıl AKP iktidarda kalsa 25 yıl önceki mentaliteyi değiştirmeyecek ölçüde kabuk bağlamış zihniyetiniz..

Bunu da gururla.. 11 yıldır bir iktidara gram zarar verememiş olmanın neresi gururdur, kimse sormaz. O Gezi'nin ruhu "Mustafa Keser'in Askerleriyiz"dir. Unutmayın. Atatürk'e saygı duymak başkadır onu faşizan göstermek çok başka. Başıörtülülerle iftar açmaktır, inanmayan insanın dahi Kandil'de içki içmemesidir Gezi Parkı Direnişi.  

Zamanında twitter üzerinden 3 Temmuz şike sürecinin ortalarında bu süreçle yıldızı parlamış Lube Ayar’a bir kullanıcı şu soruyu sormuştu:

“Bu sürecin kazananları ve kaybedenleri var. Siz hangi taraftasınız?”

Benzer soruyu ben sormak istiyorum.

AKP İktidarının kazananları ve kaybedenleri var.  sizler-dürüst olun- hangi taraftasınız?

Ana & Oğul


Son dönemin Bundesligada en dikkat çeken golcüsü Pierre-Michel Lasogga ve Annesi. Anne aynı zamanda menajeri ve bugünlerde onun vereceği karar çok önemli.

Blogu daha sık yazdığımız dönemlerde Hertha Berlin'deki muazzam çıkışı üzerine çok kez yazı yazmıştık.  Sezon öncesi atıyor da atıyordu Babbel teknik direktör olduğu zaman. Tam lige başlamadan önce  sakatlık girdi araya ve yeniden dönüşü ikinci ligde Berlin'in ikinci takımında oldu. Ordan yükseldi.. İkinci ligde Ramos ile müthiş uyum yakaladı ve ikisi beraber 28 gol attı. Bu sezon ilk golünü Berlin formasıyla ligin üçüncü haftasında atmıştı.

Hertha  Berlin'e bir orta saha gerekiyordu Hamburg'a ise forvet.. Luhukay bu eksikliği gidermek için hali hazırda Ramos'u da olduğundan Lasogga'yı Hamburg'a verip karşılığında Skjelbred'i aldı. Nihayetinde ikisi de karlı çıktı ama sanki Hamburg çok daha karlı.. Zira onların orta sahasında ikisi bizden olan pek çok yetenek var ama forvetleri yoktu. Muhteşem bir oyuncu kazandılar.. 

Hollandalı hoca Bert Van Marwijk'in Hamburg'a gelmesiyle Lasogga coştu.  9 maçta 8 gol! Üstelik golleri de görmelisiniz.. Hiç şaşırmadım.

Altyapı kulubü Altıntop'ları kazandıran Wattenscheid. Ordan ilk Wolfsburg'a geliyor 750 euro bonservis bedeli karşılığı. Sonra Leverkusen olmadı Berlin.. En son Berlin'de 2015'e kadar sözleşmeyi uzatmıştı. Hamburg onu haliyle bırakmak istemiyor. Satun alma opsiyonu 8 milyon euro. Pazarlık yapmak durumundalar..  Wolfsburg da geri istiyor. Hamburg'un pazarlık şansını sonlandırabilir.  Berlin ne yapacak kimse bilmiyor ama annnesi artık kararın bir an önce verilmesini istiyor. İşte şu anne her şeyin belirleyicisi olacak zira menajeri olan anne Lasogga Pierre'in her kararında belirleyici olan isim röportajdan anladığım kadarıyla..

Hakeme Augsburg Yasağı


Hatırlarsanız eğer şurada Augsburg'un hakem Gagelmann'a oyunculara hakaret ettiği gerekçesiyle dava açtığını yazmıştık. Alman Federasyonu bu gelişmelerin ardından bu hakeme Augsburg yasağı koydu. Artık Gagelmann Augsburg maçlarını yönetmeyecek.. Ülkemizde yorumculuk yapan Markus Merk'in Bayern maçında 90 + 4'de çaldığı faul nedeniyle (Schalke şampiyonluktan olmuştu) bir daha asla Schalke maçı yönetmemişti. Buna benzer uygulamalar aslında ülkemizde de olabilir ama öte yandan yasaklı hakem listesi o kadar çok ki kulüplerin.. Hakem yetiştiremezsin maçlara..

İlkay'a ne oldu?


Bazıları der ki sakatlıklar öncesi Dortmund'un yaşadığı savunma problemlerinin yarısı İlkay'ın yokluğundan kaynaklanıyor. Bir diğeri Ocak'ta Real Madrid'e imza atacağını dile getiriyor. Arsenal'da Ocak ayı transferinde İlkay'a alacağı dedikodu olmaktan çıktı zira bazı bahis siteleri 1'e 5 veriyor. Geriden öndeki dörtlüyü besleyecek daha güzel adam yoktur belki. Lakin bazıları da diyor ki İlkay'ın sakatlığı kariyerini dahi sonlandırabilir.

Son dönem sırt ağrılarından şikayeti vardı. Üstelik uzmanlar net bir teşhis de koymuş değil. Günlük hayatı dahi zorluyan, tek başına ayakkabısını dahi giyemeyecek durumdaydı. Şimdi biraz biraz kendisine geldi ama dikkatli olmak gerekiyor. Sakatlığı ciddi. Geri dönüş için net bir zamanı ne doktorları ne de İlkay verebiliyor. Sadece bütün gün yatmak zorunda olmaktan kurtulmuş, günlük hayatı normale dönmüş.

Transfer dedikoları

İlkay'ın kontratı 2015'te bitiyor. Dortmund sakatlık öncesi üç kez görüşme yaptı ama bunlar daha çok ortamı yoklamak üzereydi. Yazın İspanya ve İngiltere'den önemli kulüpler İlkay'ın kapısını çalmış. Bunlardan birisi de geçtiğimiz günlerde AS'a kapak olacak derecede ciddiyet kazanan Real Madrid. Watze diyor ki "Bizim belki de en iyi ilişkide bulunduğumuz kulüp Real Madrid. Bize haber vermeden böyle bir şeyi onlar yapmaz. Ayrıca bize başvuruda bulunan başka kulüp olmadı". Öte yandan İlkay bu dönemde sözleşme üzerine konuşmak istemiyor. İyileştikten sonra önce Dortmund.. Sonra diğerleri.  Lakin ikinci devreye yetişir mi onu dahi kimse bilmiyor. Yöneticiler Hummels, İlkay ve Schmelzer'in ikinci devrenin ilk maçına hazır olacağını söylüyor. İlkay'ın çekincesi ise geri döndükten sonra yeniden aynı yerden sakatlanmak...

Bence..

İlkay'ın Dortmund'ta kalması gerekir. İlkay önceden de iyi bir oyuncuydu ama böyle değildi. Hiçbir zaman dar alanda sıkışık pozisyonda 30-40 metreye ayağa paslar atacak oyuncu olarak onu görmedik. Ofansif orta sahanın muazzam bir defansif orta sahaya dönüşünü izledik. Zamanında ben "İlkay Nuri'nin rolünü beceremez" demiştim. Becermeyi bırakın, ondan da iyi oldu.  Çok değerli ve çok faza piyasası var yurt dışında. Madrid'inden Arsenal'ine ve hatta Barça'sına kadar.. Ama onun yeri Dortmund. Bazı oyuncular bence bazı kulüplere ve hocalarına bağlı olmaları kariyerleri açısından çok daha iyi.

26 Kasım 2013

"Yerden vurun artık"


Dortmund 3 maçtır yeniliyor. Bayern maçı dahil bunlardan gerçekten yenilgiyi hak ettiği belki de tek maç: Wofsburg maçı. Orada rakip daha iyiydi. Lakin Arsenal ve Bayern maçlarında kaçan pozisyonların haddi hesabı yok. Vuruyorlar, aut.. Vuruyorlar üstten dışarı. Klopp çıldırdı sonunda.

"Yerden vurun şu topları artık.."

Manuel Friedrich burada oynamayacak. Kötü haber.. iyi haber ise sağ bek Piszczek geri geldi. Greusskreutz'u da merkeze kaydırmış Bild amma velakin ben oraya Kehl'i koyardım eğer fitse.. bu maçı alırsa yolu açık.. 

Dev maçı 21:45'te  NTV canlı yayınlıyor!

Ancelotti'nin Rüya 11'i


Real Madrid teknik direktörü Ancelotti rüya 11'ini açıklamış. Bu arada dikkat ettim Messi-Ronaldo hariç neredeyse bütün büyük yıldızlarla çalışmış. Bu 11 de beraber çalıştığı oyunculardan oluşuyor. 

Şöyle ki:

Buffon-Maldini-Thiago Silva-Terry-Cafu
Lampard-Pirlo-Zidane
Kaka-Şevçenko-İbrahimoviç..

Yedekler:
Peter Cech-Nesta-Ashley Cole-Gattuso-Seedorf-İnzaghi-Drogba

İlginç bir 11..