7 Temmuz 2012

İncendies!



Öncelikle kendime kızdım, neden bu kadar geç kaldım bu filmi izlemeye diye ama bunun ayrıntısını bir ara yazarım. 7 yıl 7 ay Almanya yaşamı benden çok şey almış, götürmüş, değerlerimi ters yüz etmiş. Tamir ediyorum kendimi. Güzel insanın zorlamasıyla gecenin bir vakti izledik; kanım dondu resmen. Sarsıcı, etkileyici ve şok finali ile beraber tadında bırakılan duygusallığıyla on numara bir film olmuş.

Her şeyden öte bugünlerde zor bulunur olan filmin muazzam kurgusu üzerinde durulmalı. Belki böylesine ağır trajedilerin yer aldığı filmin içerisinde o korktuğumuz "duygu sömürüsünün" olmaması başlı başına mucize. Başından sonuna kadar geçişlerden işleyişe, müziğinden göndemerlerine kadar her şey dört dörtlük. Savaşa,ırkcılığa, tecavüze, diktatörlüğe ve aslında belirleyemeyeceğiniz kaderinize de eleştirel bir ağıt. Lübnan iç savaşını anlatsa da içeriğine girmeden savaşın kendisine lanet yağdırıp taraf olmadan da derdini muazzam bir şekilde anlatmış. Filmde işlenilen vahşet, tecavüz, çocukların katli ve daha pek çok dram olsa da finali hepsinin üzerinde bir şok etkisi yaratıyor.

"İnsanı biçimlendiren, toplumsal koşullarıdır" demiş sakallı bilge. Tam da bu yüzden insan karakterinin içerisinde taşıdığı nefretten ziyade o coğrafyanın koşulları içerisinde o duygudan başka seçeneği olmayanları konu etmiş. Meselesi iyi ya da kötü insan değil, iyi ve kötü'yü oluşturan koşulların ne olduğudur. Kader bazen ağlarını öyle bir örer ki aradığın, nefret ettiğin, sevdiğin, öldürmek istediğin hepsi bir noktaya toplanmış seni bekler..

Radiohead'in iki güzel eserini seçmesinden belliydi diye yaklaşım gösterirseniz eğer anlatılmak istenilenin nasıl bir kalite içerdiğini görebilirsiniz. Herhangi bir Radiohead şarkısı kıvamında derdini anlatmayı başarmış bir filmdir tanımı da yeter aslında.

Mutlaka izleyin, benim gibi geç kalmayın zira unutamayacağınız bir film sizi bekliyor.

-İçimdeki yangın- diye çevrilmiş Türkçe'ye.. İzlemek için aratacağınız kelimeler bunlar olabilir lakin dikkat edilmesi gereken nokta internet ortamında kimi uzun sahnelerin çevirinin olmamasıdır. Buna özenle bakın ve mutlaka izleyin.

Xavi-Llorente-Villa-Busquets

Basti-Sarah

Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar #2




"..İç dünyası zengin bir insan, her şeyden önce acı çekmemeye, kendini ihmal etmemeye, dinginliğe ve kendi başına kalmaya yönelecektir, yani sakin, alçakgönüllü ama olabildiğince engellenmemiş bir yaşam arayacaktır ve buna göre, sözümona insanlarla kimi tanışıklıklardan sonra, kendi köşesine çekilmişliği ve hatta büyük bir kafaysa eğer, yalnızlığı seçecektir.Çünkü bir kimse kendinde ne çok şeye sahipse , dışarıdan o denli az şeye gereksinir ve ötekiler de o denli az onun olabilirler. Bu yüzden zihnin kendinde olağanüstülüğü, toplumdan uzak durmasına yol açar...

..buna karşılık öteki aşırı uçtaki kimse sıkıntıya düşer düşmez hemen oyalanmayı ve topluma karışmayı isteyecektir ve her şeyle kolaylıkla yetinecek, kendi kendisinden kaçtığı gibi kaçmayacak onlardan. Çünkü herkesin kendine döndüğü yalnızlıkta, bir kimsenin kendinde neye sahip olduğu ortaya çıkar..

..bu yüzden Seneca'nın söylediği çok doğrudur: "Aptallık, kendi kendisinden bıkmaktan mustariptir"

..Boş zaman tam da Aristo'nun dediği gibi "Cahillerin can sıkıntısıdır". Sıradan insanlar sadece zamanı geçirmeyi düşünürler; herhangi bir yeteneği olan kimse ise ondan yararlanmayı düşünür..

Arthur Schopenhauer

İniesta-Riquelme



İki sevdiğim topçu diyelim.

Bende bir Rikelme hastalığı vardı ki.. Keza Veron'un o güzel zamanları.. Başka severdim bu adamların yönetmenliğini..

1965: Köln-Liverpool



1964/65 Şampiyon Klupler Kupası'na 31 takım katıldı. 30 Şampiyon ve bir önceki sezon finalde kupayı kaldıran İnter.. Finale kadar olan bölümde içeride ve dışarıda iki maç yapılır, gol farkı eşitse üçüncü maç yapılır, uzatma oynanır ve o da olmazsa artık kuraya kalır iş. Nereye kadar uzatılabilir ki? Geçenlerde Kemal Sunal'ın ölüm yıl dönümünde ustanın filmlerini anarken aklıma geldi, size de kısaca anlatayım dedim.. Konumuz işte bu zamanda Köln ve Liverpool arasında oynanılan çeyrek final karşılaşması.

10 Şubat 1965'te oynanan ilk maç golsüz berabere bitiyor. Rövanş da aynı şekidle golsüz berabere bitnce üçüncü bir maç oynanmak durumunda kalıyor. Liverpool ilk yarı bitmeden iki farklı öne geçse de Köln 50'ye gelmeden durumu 2-2'ye getiriyor.

Üçüncü maç da berabere bitince uzatmaya geçiliyor. Yarım saatlik uzatma da aynı şekilde golsüz berabere kalınca iş artık yazı-turaya kalıyor.

Her iki takım da seçimlerini yapıyor.. Hakem atıyor parayı yukarıya ve sizce ne oluyor? İzleyelim.



Para dik bir şekilde duruyor. Üç maç+uzatma+kura'da eştlik söz konusu ve ikincisinde ise Liverpool turu geçiyor..

6 Temmuz 2012

Telefonda Hikmet Karaman!



Dün gece Hikmet Karaman'ın yardımcısı/analizcisinden bir mail aldım. Hoca benimle görüşmek istemiş, biz de "içeriğini buraya yansıtma" koşuluyla kabul ettik. Gece yolculuk halinde olduğu ve geç saatte uçağı iniş gerçekleştiği için gece değil de bundan yaklaşık bir saat önce beni aradı.

Buraya gelmeden önce çok önemli bir noktanın altını çizelim.

Elimde varolan tek şey, bu piyasadan -yazarları hariç- herhangi bir işçisiyle yakın ilişki içerisinde bulunmama güzelliğinden dolayı aklıma ne düşerse yazabilme özgürlüğümdür. Bunu ve elbette blog özgürlüğünü kaybetmek istemiyorum ve diğer yandan "teknik-taktik" analizin dışında bir yargı ortaya koyduğum için hakkında ağır cümleler sarfettiğim bu işin emekçisi hocama da söz vermek durumundaydım.

Dedim kesin gürleyecek, kızacak, bağıracak.. ama elden ne gelir, açtık telefonu. Olabildiğince samimi ve güzel bir şekilde anlatmaya başladı, kızmadı, bağırmadı, sakin ve güzel konuştu.

Teknik, taktik ve diğer konulara hiç girmedi. Sadece "kuyu kazıcılığı" konusunda kendi düşüncelerini anlatıp çeşitli bilgiler verdi. Eskişehir'de misal henüz daha Skibbe resmi maç yapmadan kendisine ulaşanlardan bahsetti. Hocayı orada koruduğunun altını çizdi, kimse bilmez bunları dedi ve isim isim saydı.. Aynı şekilde diğer takımlarla ilgili de benzer bilgiler verdi. Yanlış anlaşıldıysam kusuruma bakma ama durum bu dedi.

Yalan yok, çok etkilendim. Skibbe'ye daha çok lig dördünücü iken bıraktığına kızıyordu. Kendisine bir alan açılmasına değil güzel bir işin yarıda kalmasına sitem ediyordu ki oldukça içten ve samimi.

Ve ben de nasıl bu kanıya vardığımı, bu bilgiye nereden ulaştığımı ona anlattım. Çünkü bu insan ikimizin de ortak arkadaşıydı. Kafama göre esip gürlemediğimi, teyid edebileceği ortak arkadaşımın da ismini vererek Eskişehir başkanına kadar olan kısmı ayrıntılarıyla anlattım.

İşin özü şu; her insan bir tahminin algısından yola çıkıp diğerine onu aktarıyor. İş en yetkili ağızdan o algının devam etmesi sonucu resmiyet ya da doğruluk kazanıyor. Biz de bu işin son parçası oluyoruz.

Hikmet Karaman bu blogda yer alan iki yazı ve gazetede de varolan bir yazı içerisinde dile getirilen yargıların doğru olmadığını çeşitli bilgilerle bana anlattı. Tolunay Kafkas olayında da önce Tolunay Kafkas'ı aramış, böyle bir cümle sarfetmediği yanıtını alınca da haberin peşinden gazetelere kadar gitmiş.. Bunlar işin bize yansımayan taraflarıydı.

İkna oldum mu? Gereğinden fazla samimi.. İkna oldum. özgüveni fazla ama kompleksi yok.. Sadece beni değil sizi dahi arayabilir, yalan yok etkilendim. Beni herhangi bir teknik direktör aramadı hiç, bunun da etkisi olmuş olabilir. Basının içerisinde çeşitli patronlarla görüştüm, fedarasyonun içerisinde yöneticiye denk geldim ve fakat arkadaşımmış gibi benimle konuşan üstelik ağır bir şekilde eleştirdiğim teknik direktörü ilk defa gördüm. Bir de Uğur Meleke'nin tavrı çok etkileyiciydi. Sanki o değil de ben ülkenin iki büyük okunan spor yazarından birisiydim..

Gerisi ego, gerisi şişirilmişlik, yukarıdan bakış v.s. Lanet edersiniz gerisine..

Bu kadar komlekssiz, bu kadar da "her insan benim için aynı" modunda gezinen bir insan Hikmet Karaman. Bak ben öyle değilim, olmaya çabalıyorum ama değilim, olacağım bir gün zira çaba sarfediyorum bu konuda.

Burada önemli olan iki nokta var; Birincisi kulaktan duyma bilginin gerçekliğini ortaya koyma. Kulaktan duyma diyorum ama hemen yanımda geçen yazın sonunda Eskişehir Başkanı ile görüşen insandan bahsediyorum..

İkincisi ise bu gibi muhabbetlerden benim mümkün mertebe kaçınmam.

Soru şu: Hocanın bir yamuğunu, bir absürdlüğünü, bir taktik hatasını görsem, eleştirmeye devam eder miyim? Bence bekleyin ve görün.. Arda ile görüşüp her konuda Ardasever, Emre ile görüşüp Emresever olanlardan olmamaya gayret edeceğime kendi kendime söz verdim. Uğur Meleke'nin o "özellikle futbolcu ve teknik direktörlerle samimiyetten kaçınıyorum" sözü benim için çok nemli. Zaten benimle de çay içip muhabbet etmek için didinen kimseyi en azından ben görmedim. "Mutlaka Orhan'la iki çay içmeli, üç muhabbet edelim" diyen varsa da ben bilmiyorum. bu prensibi yaşatmakta zorluk yaşamayacağımı düşünüyorum:)

Teknik, taktik ve teknik direktörlük eleştirisi burada devam eder ama olur da farklı konularda bir sözümüz olacaksa doğru bilgi adına önce kendisine danışırız.. Yolu açık olsun, her insana da bir diğerine olduğu kadar önem verip bu işi titizlikle yapmaya çalıştıkça başarı da gelir.

4 Temmuz 2012

Mesut Las Vegas'ta




Hikmet Karaman ve Telaffuz



Hikmet Karaman'ı çok sevdiğimi söyleyemem. Hakkında da hoş şeyler yazmadım. Aslına bakarsanız tek bir konu hakkında yargılarım oldukça sert oldu. Ülkemize gelen yabancı ve bazen Tolunay Kafkas'ın da isyanından anlaşıldığı gibi yerli teknik adamların kuyusunu kazma çalışmaları yaptığı için şiddetli bir şekilde eleştirdim.

Bugün de bunun üzerinde duruyorum. Psikopata bağlamış gibi Skibbe'nin Eskişehir'deki başarısı sonrası yorumlarını özellikle takip ettim. "Ne var ki kadro çok güzel, başarısız bile.." diye giden yorumlar, henüz ikinci haftasında ikide iki yaptığında kulağımıza gelen haberler ve Tolunay Kafkas'ın ilk istifası üzerine Mesut Bakkal ile beraber aynı suçlamaları yapması, yorumculuğunu iş bulma adına çıkar amaçlı kullanması gibi pek çok etik mevzudan konu ettik kendisini..

Lakin bir adamın her şeyi kötü değildir. Samimi bir tarafı var. kendisini geliştirmek istiyor, futbol ateşi programında yaptığı yorumların bazıları mükemmele yakındı. Dahası iyi bir teknik direktör, bunu da fazlasıyla kanıtladı. İki yıl önce Manisaspor'u çeşitli nedenlerden yakından takip ettiğim için başına geçer geçmez gösterdiği farklılık.. Keza geçen sezon Gaziantepspor'da başarılı olması gibi.

Bunlar farklı konular. Ama en kötüsü de... Eğitimi, geçmişi belli bir adamın telafuzunu eleştirmek. Bir dönem Fatih Terim eleştirilmişti, ben utanmıştım insanların yaklaşımından.

Belirli bir yaşa gelmiş insanın yeni bir dil öğrenmesi ne kadar zordur biliyor musunuz? Bunu neden olağan görmüyorsunuz?

Adam 30'lu yaşlarda, Bundesliga'yı sunuyor her hafta ama Wize diye okunan Bremen kalecisi Wiese'ye "Wayze" diyor. Laytner olarak okunan "Leitner" e ise "letner" diyor. Bundesligayı sunuyor ama Euro 2012'de Mandzukic'i Hamburg oyuncusu yaptı. Ve bunlar yeni nesil gençler, araştırma şansı ve enerjisi daha fazla olan ve olması gereken insanlar..

Hikmet Karaman'ın yorumculuğunu beğendim mi? Hayır. En basit gerçeği elektiriği yeniden keşfedermiş gibi sunmasını geçtim sahanın diğer bölgelerinden bana çok az gözlenim aktardı, hiç değil çok az.. Klose ile Gomez'in oyunda olmasının farkını algılayamadı. İki farklı santrafor tipinin oyunu nasıl değiştireceğini değil de bir forvet iki forvet basitliğinde kaldı. Taktiksel analizleri bana bir şey sunmadı, getirmedi..

ama arkadaşlar bu yaşta bu koşullarda yaşamış insanın telafuzuyla dalga geçerken sizin adınıza ben utanıyorum. Fatih Terim'in o yaşta İtalyanca, İngilizce öğrenme çabası çok büyük ama gerçekten çok büyük takdir görmesi gerekirken bu konuya yaklaşımlarda da utanmıştım.

Sadece Hikmet Karaman değil hemen her konuda "her şeyiyle iyi" ya da "her şeyiyle kötü" yaklaşımıdan kurtulursak her alanda yapılan yorumları daha keyifli okuyacağız sanırım. Hikmet Karaman'ın güzel ve başarılı işleri de oluyor. Takip ediyor Avrupa Futbolu'nu ve başarılı olma yolunda emek veriyor. sevmem ama feci takdir ediyorum ben onu bu konuda.. Telafuzunu dile dolamak ise bu konumdaki insan için ayıp.. Yeni ve modern gençliğin içerisinden gelen spikerlerin bu işi becerememesi başkadır, Terim, Karaman ise çok başkadır..

Sevmem, kuyu kazıcı, içten pazarlıklı çıkarcı yorum anlayışı vardı ve fakat teknik adam olarak başarılı ve iki yıl sonra çok daha büyük yerlere gelebilecek çabayı vermekten de kaçınmıyor. Bekleyip görelim..

Suluk!



Tuncay Temiz'in objektifinden Cunda..

Bir evin önüne kedi, köpek ve kuşların yazın sıcağında su içebilmeleri için yapılmış suluk..

Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar


"Herkesin içinde yaşadığı dünya, öncelikle kendi kendisini kavrayışına bağlıdır, bu yüzden kafaların farklılığına göre yönlenir: Bu farklılığa göre yoksul,dar ve sığ ya da zengin, ilginç ya da anlam dolu olabilir. Örneğin biri, yaşamında karşısına ilginç olaylar çıkan bir başkasını bu yüzden kıskanırsa, onu daha çok, bu olaylara onun betimleyişi içinde sahip oldukları önemi kazandırmış olan kavrayış yetisinden ötürü kıskanmalıdır. Çünkü akıllı bir kafada böyle ilginç bir biçimde görülen aynı olay, sığ bir kafanın sıradanlığıyla kavrandığında, sadece günlük yaşamın yavan bir sahnesi olacaktır."

Arthur Schopenhauer

Bayern'in Sammer Hamlesi!



Oliver Kahn'ın kitabını okumuştum. Çok zorlandığımı da sıklıkla söylerim zira ağır bir dille yazılmıştı. Sıklıkla her konuya bilimsel yaklaşması beni oldukça şaşırtmıştı. Hatırlarsanız eğer futbolu bırakan insanın hiçbir eğitim almadan menajer olmasını da doğru bulmuyordu ve 40 yaşında Universiteye giderek fark yaratma çabası içerisindeydi. Futbolu da olabildiğince güzel yorumluyordu. Bir kaç yıl önce Mesut Özil zekası olarak bu blogda da yer verdiğim yorumu da muazzamdı. Bilgisayar analizi üzerinden Mesut'un oyunu nasıl güzel okuduğunu çok güzel anlatmıştı üstelik maçın hemen ardından.. Bu da önemlidir zira detaylı çalışma yapılır, başkadır, maçı yorumlamak çok başkadır. Muazzam yorumların sahibi kimi spor yazarlarının maç yorumu esnasında nasıl komik duruma düşüp saçmaladıklarını da görüyoruz. zira araştırıp yazı yazmakla gerçekten futbolu anlayıp anlık yorumlarda bulunmak aslında iki farklı tipolojiyi doğurur. Oliver Kahn, çok net söyleyebilirim ki futboldan fazlasıyla anlıyor.

2-3 yıldır Oliver Kahn'ın kupasızlığa dair hem Almanya hem de Bayern üzerinden yaptığı yorumlar ortalığı ayağa kaldırdı. Üstelik tüm bu kupasızlığa dair ortaya tek bir neden koydu; Lider oyuncu eksikliği. Saha içi lideri.. Schweinsteiger ve Lahm'ı işaret ederek "lidercik" sıfatını yerleştirip bunlarla ne Bayern ne de Almanya kupa kazanamaz dedi. Yarı finale kadar güzel futbol, doğru taktik ve benzeri ayrıntılarla gelirsiniz ama bundan sonrası bu futbolculara aittir diyerek altını kalın kalın çizmişti.

Aman Allahım, ortalık karıştı.

Uli Höness bir Bayern evladı olarak kendilerine değil de bu eleştirileri blogdan yayınladığı için ayrı bir çattı, diğerleri ise başka başka noktalardan eleştirdi.Modernlikten dem vuruldu, sorumluluğun eşit miktarda bütün oyunculara paylaştırılmasından bahsedildi ve artık Ballack devrinin sona erdi, dönem değişti denildi. Saha içerisinde kimse kimseye bağırmayacak denildi, Effenberg'li günler geride kaldı diye devam ettiler. Kısacası konunun hem bir yanından tutup o köhnemiş tarafını ele aldılar.

Geçmişte Bayern Münih kendisinden daha güçlü olan Real Madrid'i eleyerek-Elber attı, Kahn 220 topu engelledi, deplasmanda kazandı turu geçti- Şampiyonlar Ligi'nde finale çıkıyordu. Almanya, kendisinden daha güçlü ekipleri maçın sonunda bir şekilde alt ediyordu. Şimdi ise potansiyel olarak İspanya hariç tüm takımların üzerinde olmasına rağmen kulüp ya da milli takım ayırt etmeksizin yarı final ya da final maçlarında bir haller oluyor bu takımlara ve hemen hepsi kupayı göremeden başı eğik sahadan ayrılmak durumundalar.

Neuer'i gördünüz mü? İki-üç yıla Almanya bu adamla kupaları toplayacaktır. Almanya gibi yedek oyuncusu dahi penaltıyı atarken sıkıntı yaşamaz bir milletin kalecisi penaltı atmak durumunda kalıyorsa Oliver Kahn haklıdır. Muazzam top oynayıp son düzlüğe gelindiğinde tanınmayacak hale geliyorsa her seferinde, Kahn haklıdır. O bir oyuncu çok ama çok önemlidir. O ego'nun saha içerisinde diğerlerine etkisi, pek çoğunun üzerinden aldığı sorumluluk ve onlara verdiği güven çok şey demektir.

Bayern Münih sportif direktör olarak Mathias Sammer'i aldı. Bu adam Almanya'nın son kupasının alınmasındaki en önemli aktörlerden birisiydi. Milli takımda Löw'e dahi posta koyan, dediğini yaptırmak için didinen, çalışkan ve dahası yeniden yapılanma sürecine onun girişiyle her şey hızlanmış ve bugünkü yeni Almanya'nın oluşumunda katkısı en fazla olan insandır Sammer.

Belki bilgisi, yeteneği ve bu konudaki başarılarının yanında Uli Höness'in onu seçmesindeki en önemli faktör Sammer'in yukarıdaki fotoğrafa yansıyan karakteridir. Sahanın hemen dışında teknik adamın yanında böylesine ateşli, inanmış ve karakterli bir adama ihtiyacı vardı. 12'den isabettir Sammer'in ikna edilip takımın başına getirilmesi. Nerlinger'in şu zamana kadar Höness'in fikirlerine kulak vermekten öte yaptığı bir eylem yoktu.Onu da anlamak gerekir zira Höness olduğu sürece onun üzerinden geçmek çok zor ama Sammer öyle değil. Löw'e de başkan Höness'e de posta koyabilecek, ona karşı fikir üretebilecek ve bunda diretecek bir karakter. Ve buna ihtiyaç vardı aslında.. Daha önceden de bunu düşündüm ve ben tüm bu Guardiola geyiklerinin dışında yakında Bayern'in başına Löw'de gelirse hiç şaşırmayacağım..

Bayern'in sorunu aslında Almanya'nın sorundur. Final maçına 7 bayern'li çıkıyorsa.. Yabancısız Bayern'in tamamı Almanya milli takımda oynuyorsa eğer birinin sorunu diğerine de aittir. Her iki takım da finallerde üst üste eleniyorsa.. Şampiyonlar Ligi'ne ambargo koyabilecek konumdayken tam da bu eksiklik değil midir onları kupaya uzak tutan? İnter'i dağıtmasına ve çk çok iyi oynamasına rağmen Van Bommelsizlikten finali kaçırsa da 2011'de.. 2010 ve 2012 Şampiyonlar Ligi finalini oynama başarısı kadar üç yılda tek bir uluslararası kupa alamaması da başarısızlıktır..

Her sezon Şampiyonlar Ligi'nde finale yürüyecek, turnuvalarda en az yarı final başarısı elde edecek bir konumdaysa sorun oyuncu yetersizliği ya da kadro gücü değil.. Oliver Kahn üç yıl önce üzerine basa basa durmuştu.. Bu problemin halledilmesi gerekir. Yeni Almanya'nın yeniden yapılandırılmasında çok önemli rol oynayıp muazzam işler başarmış Sammer'in bu konudaki yeteneğinin dışında karakteri de onun seçilmesindeki önemli bir ayrıntıdır.

2 Temmuz 2012

2 Temmuz 1993




Üzgün'ler






Tebrik'ler






Şampiyon İspanya!



Grup maçları içerisinde İtalya karşısında iyi değillerdi. İrlanda'yı diğerleri gibi yendi belki ama Bilic'in Hırvatistan'ına karşısında zor anlar yaşadı. Fransa'yı geçerken İspanya mı daha iyiydi Fransa mı çok kötüydü onu bilemedik.. Portekiz finali daha fazla hak etmişti, penaltılarda elendi.

Lakin..

..öyle bir final maçı oynadı ki herkes sustu. Üst üste üç büyük turnuvayı kazanan ilk takım olma başarısını göstermesinin yanında turnuva boyunca sadece bir gol yediler. Dünya Kupası'nda da gruplardan çıktıktan sonraki bölümde gol yemeden zafere ulaşmışlardı.

Şüphe yok ki yıllar sonra bu dönemde akılda kalacak kulup takımı Barcelona, ülke de İspanya olacaktır..

1 Temmuz 2012

Bütün zaferler gökyüzüne!



16 yaşında Babası'nın ölümünden önce babasının yanındadır Cesare Prandelli. Yaşamının en önemli anı olarak hatırlar zira burası kaderiniz çizmiştir.

-Evet baba, artık ailede senin yerini almaya hazırım.

-Hayır oğlum. Sen kendi hayallerinin peşinden gideceksin.. Benim yolumdan gitmeni istemiyorum, hayallerinin peşinden git!

Prandelli babasının öğüdüne kulak verir.

Futbolcu olur, 18'inde Manuela'sını ilk gördüğünde aşık olur henüz Manuela 15 yaşındadır. Ertesi günü onu okuldan alır ve kader onları ayırasıya kadar ayrılmaz bir ikili olurlar. 1982'de evlenir, çocukları olur..

2001'de Manuela'sının gögsünde tümör bulunur. İki kez ameliyat edildikten sonra "iyileşti" olarak devam eder hayatına.. Çok kimselerin büyük takım çalıştıramaz diyerek üzerine geldiği zamanda Prandelli 2004'de Roma'nın başına geçer ama eşinin göğsündeki tümörün de yolculuğuna devam ettiğini öğrenir. Roma ile sözleşme imzaladıktan bir gün sonra kanser teşhisi konulan Manuela'sıyla daha fazla vakit geçirmek için istifa eder.

2005 Yazında ise Fiorentina'nın başına geçtiğinde antrenmanlara genelde "antrenör" hep geç kalır. Belim ağrıyordu, şuydu buydu diye çeşitli bahaneler üretse de herkes gerçeği bilir zira o geceleri manastıra kilometrelerce yürüyüşleri de içeren yolculuklara başlamış ve bugüne kadar süren bir ritüele dönüşmüştür bu..

26 Kasım 2007'de eşi Manuela'yı kaybeder. O gün bugündür bütün galibiyetler ona ithaf edilir, zaferlerden sonra gökyüzüne kısa bir bakış vardır artık..