2011 yılında Türkiye'ye gelir gelmez aslında antrenörlük yolunda ilerlemek istedim. Uğur Meleke ile bunun oluruna baktık, olacak gibi değildi. Uğur Meleke de Amerika'da kaldığı yıllarda bir yere kadar bu yolda ilerlemiş(antrenörlük lisansı var) ve hatta okul takımı çalıştırmış olduğunu duyunca şaşırmıştım. Öyle içeride bir yerde gizli Mourinho taşıdığıma dair bir inancım yoktu ve hayatımı idame ettirecek kadar para kazanabileceğim ortamı yaratmak, olabilecek en alt seviyede bir takım çalıştırmak dahi bana yetecekti o dönemlerde.. Bir mesleğin diplomasına ulaşılmasının bu kadar zor olmasını bugün dahi anlamakta zorluk çekiyorum. Zorluk derecesi değil, Mourinho olsan 10 yılı aşar diplomayı eline alman. ..öyle bir sistem ile inşa edilmiş ki futbolcuların dışında buraya el atan olmaması için çaba sarf edilmiş. Çok da işe yaramayan C lisansını almanız dahi Türkiye'de yıllar sürüyor. Oysa Almanya'da 210 saatlik ders sonucu C'yi almaya hak kazanıyorsunuz. (Ben de maalesef C için Almanya'ya gideceğim) Üstelik bu ülkede bunu daha da zorlaştıran ismin Ersun Yanal olması da enteresan çünkü geçmişinde 10 yıl profesyonel futbol oynamamış insanların teknik direktör olması çok daha çetin ve zorlu yolları içeriyor.
Julian Nagelsmann'ı kıskanıyor insan. 25 yaşında Almanya'nın en genç teknik direktörü. Geleceği şimdiden çok parlak olduğu yazılıp çizilir. Üstelik nasıl ki Tuchel sakatlıklardan dolayı futbola ara verip yeniden futbol oynamaya karar verdiğinde Rangnick onu teknik direktörlüğe yönelttiyse o da aynı şekilde bu genç adamın futbolu bırakıp teknik direktör olması yönünde tavsiye verdi. Nagelsmann 20 yaşında sakatlıklardan dolayı futbolu bırakıp teknik direktörlük için çabalamaya başladı. "Rakip analizi" konusundaki becerisi Tuchel'in dikkatini çekmiş. Sonrasında da yükselişi başladı.. Hoffenheim'ın başarılı antrenörü Markus Gisdol'un yardımcısı ve o bakın kimin radarına girdi..
Uli Hoeness bir yandan cezasını çekerken diğer yandan Bayern Münih'in altyapısında çalışıyor. Böylesine kudretli bir başkan sabah hapishanede 5'de kalkıp 8'de iş yerinde olup da gerçekten Bayern'in altyapısında çalışabilir mi yoksa her şey devlet çalışırken görsün beni midir?
Çalışıyor.. Altyapıyı yeniden organize ediyor. Rezerve takımı yeniden üçüncü lige geldi. U takımlarının antrenörleri değişti. Sportif direktör Matthias Sammer'in asistanı Schumann(Bknz: Foto) ile beraber her şeyi yeniden organize ediyor. O sabah işe gelip kulübün kantininde yemeğini yiyor ve kimsenin işine de karışmıyor. İşte bu altyapı çalışmalarında da geleceğin antrenörü olarak görülen 25 yaşındaki genç Julian Nagelsmann'ı da U17 takımı için ikna ettiği söyleniyor. Şu an Hoffenheim'da Markus Gisdol'un yardımcısı olan bu başarılı teknik direktör ile ilk konuşmayı yapmış ve iş büyük ihtimalle tamamdır diyorlar her ne kadar Hoffenheim sözleşmesi olduğu için bu başarılı antrenörü bırakmak istemiyor olsa da..
Günter Netzer ona Bayern'de çalışmanın iyi geldiğini anlatıyor. 35 yıl boyunca Bayern Münih'in sözü en çok geçen ve en kudretli ismi olan adam nasıl ki eline küreği alıp yeşil çimlerin üzerindeki karları temizlemekten imtina etmemişse bugün de altyapıda çalışmaktan gocunmuyor. Görevinin dışına çıkmıor. Öte yandan 2016 Mart'ında tam olarak özgürlüğüne kavuşacak ve hemen herkes onun yeniden başkan seçileceğini düşünüyor.
Mr. Bayern Münih'in yeni planları olduğundan da bahsediyorlar.
Yeni yönetim gelince “istifa” etmesi beklenen muhteşem
ikili.
Öncelikle o “istifa etme” zorunluluğuna değinmek gerekir.
Türkiye Süper Ligi amatörce yönetilir. Bunun nedeni de
futbolu yöneten seçimlerden bağımsız bir kurulun olmamasıdır.
Üzerinde
durulan ve çok konuşulan profesyonel yönetim-kurumsallaşma hikayesinin aslında çok basit bir sonucu
olur.
Futbolu idare eden, seçimlerle değil atanarak başa gelen ve sadece elde
ettiği başarılara göre yönetme süresi belirlenen ayrı bir kurumun
oluşturulmasıdır. Bu kurum başkan değişse dahi görevlerinde kalırlar. Performansa dayalı bir süreçle işbaşında olurlar. Başarı kriterleridir onları yerinden eden ya da yerinde bırakan.
Tam da şudur: Hangi yönetim gelirse gelsin, takımın başında
uzun süreli kalacak sportif bir yönetimin oluşturulmasıdır. Buradaki “maaşlı”
ve “profesyonel” takılarının içeriği de budur.
Bayern Münih yönetiminin maaşlı elemanı olan Matthias Sammer
için arkada seçimle başa gelen yönetimlerin bir önemi yok. Başkanlar değişir,
yönetimler değişir ama bu sportif yönetim kurulu sadece başarı performansına
göre değişime gider.
İstikrar ve uzun vadeli doğru projeler de bu şekilde hayata geçer.
Bu kadar..
İstikrarsızlığı, işbilmez yöneticilerin karar alıp
milyonlarca zarara uğratılmasının önüne geçilmesinin yolu budur.
Benim için Abdürrahim Albayrak ve Ali Dürüst'ün Mainz’da
yıllardır başarılı sportif direktör olan Christian Heidel'dan bir farkı yoktur. Heidel'in da geçmişinde futbolculuk yok. Bizim muhteşem ikili maaşlı çalışmıyorlar ve hatta ceplerinden para ödüyorlar ama asli işlevlerini
yerine getiriyorlar.
İki örnek vereyim size.
Galatasaray sezonu sekizinci bitirdiğinde bu iki adam Ünal
Aysal’a ısrar ederek Fatih Terim’in teknik direktör olmasının yolunu
açmışlardır:
Sonuç ortada..
Kurumsallaşmayı masalsı bir şekilde dile getiren Ünal Aysal ise
Mancini-Prandelli ve Sabri seçimleriyle Galatasaray’a verdiği zarar da
ortadadır pek çok başarı kazandırmasının yanı sıra.
Yine Prandelli sonrası Hamza Hamzaoğlu seçimi anlatılanlara
göre Abdürrahim Albayrak’a aittir.
Çok basit gibi görünen iki önemli kararın getirdiği 3
şampiyonluk söz konusu. Milyon eurodan başlayın siz hesaplamaya.
Duygusallar, farklılar, gereksiz pek çok polemiği
besliyorlar ve fakat yönetme biçimleriyle başarı kazanarak diğerlerinden
kendilerini ayırıp “profesyonel futbol kulübü yöneticisi” olarak kendilerini ispatlamış
insanlar.
Lakin.. Asıl ulaşılması gereken hedef ortadadır. Seçilen ve
bazen yılda üç kez değişen başkanlara rağmen kulübün içerisinde sadece başarı kriterine göre değişecek futbolu yöneten bir sportif yönetimin oluşturulmasıdır. Yeni yönetim geldi, ben istifamı vereyim diye bir saçmalık olmayacak.
Seçimle gelen ve hemen hepsinin işadamlarının oluşturduğu
yönetim kurulları ise Almanya’da olduğu gibi “denetleme” kurulu olarak
çalışmalıdır. Porsche'nin CEO'sunun Guardiola gitsin Hecking gelsin demesi anlamsız.
Unutmayalım ki Bayern Münih’in başkanının teknik direktörü kovma
yetkisi dahi yoktur ama onu kovma yetkisi olan sportif yönetimi sil baştan
değiştirebilir. Bu basit fark aslında “kurumsallaşma” hikayesinin en ince
ayrıntısıdır. Çünkü işadamları skorlara, girdilere ve sonuçlara bakarak kendi
alanında uzmanlaşmış sportif yönetimini denetleyebilir ve fakat uzmanmış gibi
teknik direktör seçip oyuncu transfer etmemelidir. Galatasaray’da şampiyonluğu
başka bir şekilde okumak gerekirse eğer işine karıştırmayan Terim karizması ile
işe karışmak istemeyen Duygun Yarsuvat profillerinin açtığı alanda kazanılan
şampiyonluklardır diyebilirim.
Duygun Yarsuvat aranılan başkandır. Kurumsallaşma ancak bu egosundan sıyrılmış nitelikli insanların yönetmeyi bırakıp denetleme olarak işine devam ettiği sürece mümkündür.
Alman kulüplerine baktıklarında iki ayrı kurul görürsünüz. Bir tarafta Porsche'nin, Audi'nin CEO'ları. Yani seçimle üstelik tek tek seçilerek başa gelmiş yöneticiler ve bunlara "denetim kurulu" denir. Diğer tarafta maaş alan, uzmanlık alanına göre atanarak gelen Klaus Allofs, Matthias Sammer, gibi sportif yönetim kurullarını. Enteresan bir detay vereyim size ben. Bayern Münih'i dünyanın en çok kazanan futbol kulübü olmasını sağlayan mali işler konusundaki sorumlu insanı Karl Hopfner 1982 yılında başvuru sonucu sportif yönetim kuruluna seçilmiş insandır. Bugün o insan aralıksız 30 yıl görevinde kaldıktan sonra Hoeness sonrası başkan seçildi. Bayern Münih'in yıllar yılı maaşlı profesyoneliydi.
Ülke futbolunun en önemli sorunu ise bu seçimle işbaşına gelen yönetim kurullarının her yerde söz sahibi olmasıdır. Medyada görünür olmasından, spor ahlakından yoksun demeçlerinden tutun da uzmanı olmadığı bir alanda karar merci olmasına kadar. Ne kadar zarar varsa bu insanlardan geldi ülke futbolunun başına.
Türkiye Süper Ligi’nin kendisine has kuralları var. En
tepeye şunu yazmak gerekir: Bu ligde SAVUNMA YAPMAYI BİLEN takımlar kazanır. Misal Okan Buruk geçtiğimiz sezon Elazığspor
ile çok güzel işler yapmasına rağmen tutunamazken kadro kalitesi ligin en
kötülerinden olan Gaziantepspor ile savunma yaparak ligde kalmayı haftalar öncesinden
garantiledi. Kadro kalitesi ligin ortalamasının üzerinde olan Kasımpaşa’nın ve
hatta ligin son sırasında olmasına rağmen Balıkesir’in attığı gollere,
Bursaspor’un oynadığı futbola bakarak tabeladaki yerini tespit edemezsiniz. Savunma
becerileri Süper Lig takımlarının tabeladaki yerleri konusunda belirleyici
oldu.Konyaspor’da Aykut Kocaman en azından benim analiz ettiğim takımlar
içerisinde Abdullah Avcı sonrası dikkat çeken ikinci teknik direktör olurken
pas futbolundan(hücum karakterli) rakibi
bozan oyuna(savunma) dönüşü de önemliydi. Sistemini değiştirdi. Savunmasıyla
fark yaratarak üst üste yenilmeme serisi yakaladı. Gerçekte Konyaspor’un tek
büyük bir başarısı vardı: Rakibe oyun kurdurtmamak, Rakibi üçüncü bölgede karşılama metodu ve
yaptığı o muazzam baskı. Buna da ekstra
bir yazı gerekir ama kabaca Aykut Kocaman’ın farklı ve çok işlevsel bir sistem
kurduğunu söyleyebilirim.(Hayran kalmıştım) Maçlar öncesi hem Galatasaray’ın hem de
Beşiktaş’ın bu bu takıma gol atamayacağını da iddia etmişimdir.(Galarasaray attı
o başka)
Abdullah Avcı’ya gelirsek onu diğerlerinden
ayıran bir taktik disiplin ve nihayetinde zeka söz konusu. Başakşehir’in ne oyuncu kalitesi ne de futbol şansı geldiği
konumu açıklamaz. Visca ve istikrarsız da olsa Doka harici özel oyuncusu da yoktur. Volkan çok kötü goller
yiyen kaleci, bekleri ortalama olurken Doka istikrarsız, Semih-Batdal
ve Perbet’nin toplamından bir santrfor ancak çıkar. Enver Cenk Şahin gibi
yıldız adaylarını barındırıyor ama ne kötü ne de çok iyi oyunculara sahip takımın elde ettiği bu başarı teknik
adama ve onun başarılı taktiğine yazılır. Neredeyse bütün tv programlarında
yorumcular en iyi 11’lere Yalçın ve Epureanu’yu almışlar.Elbette iyi stoperler
ve fakat takımın az gol yeme başarısı çok kaliteli savunma dörtlüsü olduğu için
değil bir sistem takımı olmasından dolayıdır. (Ayrıntılı bir şekilde
açıklayacağım) Bu tandemi başka bir takıma koyarsanız 50 tane gol yiyebilir,
çok da sürpriz olmaz gibi.
Başakehir'in az gol yemesinin başlıca nedeni dörtlü alan savunmasını en başarılı uygulayan olması. Öte yandan takım
olarak savunmasını zora düşürecek bütün ayrıntılardan akıllı bir şekilde sıyrılmasıdır. 11 kişinin bu
planı doğru bir şekilde uygulamasıyla bu mümkün olmuştur.
Nedir peki bu sistemin ayrıntıları?
Almanların “Umschaltspiel” diye adlandırdıkları sistemi İBB harfiyen
uyguluyor. Size belki başta garip gelecek olsa da Dortmund’un zirvede olduğu
yıllarda benzer bir oyun anlayışına sahip olduklarını da söyleyebilirim. Dortmund’un
da özünde bir “savunma” takımı olduğunu da unutmadan. Savunma başarınız sizin 90 dakika içerisindeki hücum sayınızı belirliyor. Aykut Kocaman'ın Konya'sı için de bu sistem geçerlidir. Sistemin içerisinde çok
net bir “akıl” var. Her ayrıntıya burada
yer veremeyiz bellki ama kabaca özet geçersek..
ALAN SAVUNMASI VE RAKİBİ KARŞILAMA
Kuralları basit ve net olmasına rağmen Türkiye Süper
Ligi’nde pek çok takımmın dörtlü alan savunması konusunda sıkıntı yaşaması
enteresan gelmiştir bana. Basit bir ayrıntı ile derdimi anlatayım. Dörtlü
savunma iki bloğunun ve oyuncuların kendi aralarındaki mesafe kabaca 8 ila 10 metre arası olarak belirlenmiştir. Takım
olarak bu mesefaleri de gözeterek topa
sahip olan oyuncuya baskı yaparak topun olduğu bölgeye kayarlar (Vier Abwehrkette - ballorientiertes Verschieben) Modern
futbolun her yerde bulabileceğiniz en basit kuralları. Süper Lig’de pek çok
takım bu konuda fazlasıyla eksik. Bunların başına da ben Kasımpaşa’yı yazarım.
Önder Özen öncesi dörtlü savunmanın arasından otoban geçerdi, o derece.. Öyle
basit hatalar ki anlatılması zor. Galatasaray’da Sneijder’in verdiği pasta Donk’un
orta sahaya kadar çıkmasını neyle açıklayabilirsiniz ki? Sneijder'ı o bölgede defansif orta saha markaja alması gerekirken açtığı gedikten Hollandalı Yasin'e muazzam bir pas bıraktı. Bu düzeyde bu hatalar
bu ligde çok sık yapılır. Çaykur Rizespor’da Hikmet Karaman dahi yeri gelmiş,
bu savunmayı yeniden takıma doğru bir şekilde öğretmek zorunda kalmış ve hatta idmanlarından sonuç da almıştır. Hikmet Karaman antrenman konusunda belki de bu ülkenin en
iyileri arasında yer alır kesinlikle. Alan savunması konusunda her şeyiyle
tamam olan Başakşehir'de buna benzer hatalar olmaz. Bu sistemi
kusursuza yakın uyguluyorlar ve haliyle takım yerleşim aldığında Barça olsan
gol atman kolay olmaz.
Dörtlü set kendi ceza sahası çevrende etkilidir ama aynı
şekilde rakibi kendi yarı sahasında karşılama metodu o kadar önemlidir ki.. Başakşehir
diğerlerinden farklı olarak santrforunu da prese-baskıya dahil ederek rakibi
kenarlara yöneltip topu bu bölgede kaparak "Hücum yerleşimi almış, düzensiz savunmaya" hücum ediyor. Hali hazırda Başakşehir burada
savunma değil hücumu düşünüyor. Topu kaptığı anda rakip savunmayı hazırlıksız
bir şekilde yakalayıp sonuca gitmek bütün planlarının öznesi. Rakibin oyun kurma aşaması Başakşehir'in hücumun başlangıcıdır. (Hücum ederken de tam tersi) Rakibi
karşılama-baskı konusunda Türkiye’nin en iyisi ise tartışmasız Aykut Kocaman’ın
yeni oyun sistemi ile Torku Konyaspor’dur. (Ayrı bir yazıda bu takım
incelenecektir, gerçekten harikaydılar)
Özetle eğer sizin takımınız alan savunmasını ve topun olduğu
bölgeye doğru kaymayı muazzam bir
şekilde yapıyor ise bu size aynı zamanda topu rakip oyun kurarken kapma ve etkili
hücum etme şansını da veriyordur. Başakşehir’in
etkili hücumu budur. Aykut Kocaman bu eylemin yarısını başardı, hücum etme
konusunu ise geliştiremedi. İBB ise biraz buradan biraz duran top (sol yan
frikik bölgesinden altı golleri var) biraz da bireysel beceri ile hücumu idare
ettiler.
İBB kusursuz bir alan savunması uyguladı. Savunma
yerleşimini aldığında bu takıma gol atmak imkansıza yakın. Birincil hedefi
başarıyla tamamladıktan sonra bir takımın savunmasının hazırlıksız bir şekilde
yakalanacağı bütün koşulları engelleyecek taktiklerden oluşuyor savunmanın
geride kalan detayları. Yani o öne çıkarılan Yalçın ve Epureanu’nın tek ayakta
yakalanmayacak şekilde hareket etmeleridir. Keza baz alınan nokta bir takımın az gol yemesi ise burada stoperlerden bile etkili olan beklerin performansıdır. Bu açıdan Sabri'nin olmayışı Galatasaray'ı dört gollü hezimetlere sebebiyet vermiş. Hatta Başakşehir'in attığı dört gol de maç içerisinde bir sağa bir sola geçen Tarık Çamdal tarafından gelmesi de tesadüf değildir.
1-HÜCUMA ÇIKARKEN TOP KAPTIRMAK -GERİDEN
OYUN KURMA
Normal koşullarda takımlar geriden oyun kurarken hücuma
hazırlanır. Abdullah Avcı’nın ise topu kendi yarı alanından üçüncü bölgeye
taşırken neredeyse hücumu hiç düşünmez.Asli
hedef burada savunma yapmaktır. Nasıl ki rakibi karşılarken asıl hedefi gol
yememek değil pozisyon üretmek ise burada da tersi. Topu kendi yarı sahasından
üçüncü bölgeye taşıma esnasında ayağındaki topu rakibe kaptırmamak için geriden
oyun kurma opsiyonlarının büyük çoğunluğu uzun toptur. Kontra yememek asıl
hedef. Gol yemeye en yakın olduğu
zamanlar topun İBB takımının ayağında olduğu zaman dilimleridir zira burada
takım hücum pozisyonu alır, savunma yerleşik değildir. Dolayısıyla topa sahip
olmaktan bilinçli olarak vazgeçerler. Sağ bek Uğur(sıklıkla Visca ve merkez
forveti görür) ve Epureanu(hem sağa hem sola uzun top atabilir) bunu sık sık
dener. Olmadı Badji. Uzun.. Bekler, stoper ve defansif orta sahaların uzun oynamalarının
dışında Başakşehir takımının üçüncü ve son oyun kurma opsiyonu ise merkez forveti duvar olarak kullanmaktır. Tek bir dokunuşla top üçüncü bölgeye taşınır. (Gaziantepspor’da da Muhammed Demir bu konuda çok işlevsel, lakin duvar değil
pas makinası şeklinde) Başakşehir'İn Akhisar'a attığı ikinci gol buna iyi bir örnektir. (Semih,
Perbet ya da Mehmet) kendisini orta alana taşıyıp duvar olur. Eğer
burada stoperinizi uyarır ve 9 numalaralarına orta sahaya kadar baskı uygular
ve yarı sahada da defansif orta sahalar markaja girerse (Gençlerbirliği bunu
çok iyi yaptı) Başakşehir’i uzun topa mahkum edersiniz ve fakat bu çok bir
şeyi değiştirmez. Topu zaten isteyen bir takım değil ve top rakipte olduğu zaman güvendedirler. Savunmaları yerli
yerindedir. Hedefleri geriden topa sahip
olduğu halde dahi oyun kurup hücum etmek değil savunmasını rakibe dağınık bir
şekilde yakalatmamaktır. Yiyeceği
kontraları minumuma indirmektir. Onların zaten hücumu daha çok savunmasıyla
gerçekleşir. İşin matematiği basittir. Bir takım topu alıp yerleşik savunmaya hücum
yaparken gol atma şansınızdan daha fazla gol yeme ihtimaliniz var. Top hızlıdır ve sizin savunmanız yerli
yerinde değil iken rakibin savunma yerleşik olarak sizi bekliyor. Set hücumuna
yatırım yapılmaması çok da yanlış değil.
2-HÜCUMDA KAPTIRILAN TOPLAR
Aynı zamanda Başakşehir rakip yarı sahada kalabalık bir
şekilde yerleşip hücum ederken topu kaptırdıklarında gösterdikleri reaksiyonu da burada
görüntülerle göstermek isterdim. Beşiktaş maçında dört beş aksiyonda
bulundular. Ben de bunları kesip hazırladığım videoların arasına
yerleştirmiştim. Topu kaybeder kaybetmez kalabalık bir şekilde topu almak ya da
faul yapmak için deyim yerindeyse “Saldırıyorlar”. Tam bu esnada top taca çıkılmış ise yaptıkları baskı yine muazzam. O top oradan çıkmayacak
şekilde organize oluyorlar. Geriye dönüp o muazzam yerleşimini alıp savunma
şansları yok ve dolayısıyla da bunu baskı sonuç vermezse kasti faul ile rakibi durduruyorlar.
Beşiktaş İBB maçında yine altı İBB’linin ayağında top olan Beşiktaşlı oyuncuya
aynı anda daldığı bir görüntü bu aksiyonun en güzel örneğidir. Başa dönecek
olursak Yalçın ve Epureanu’nun tek ayak üzerinde yakalanmaması için Abdullah
Avcı’nın buna benzer pek çok detayı hesapladığı ortadadır. Ligin en az
topla oynayanı demek aslında topun sürekli rakipte olup savunmanızın daimi olarak
yerleşim almış bir şekilde rakibi bekliyor olması demektir. Hali hazırda tüm
çalışma sistemi de bunun üzerine kurgulanmıştır.
BAŞAKŞEHİR
HÜCUM-DÖNEN TOPLAR
Başakşehir benim Çaykur Rizespor’un oynayacağı takımlar
arasında en iyi analiz ettiğim maçlardan birisiydi. Öyle ki resmen korner
dönüşlerine dikkat edilmesi için hem hocaya hem de maça çıkmadan önce otel
koridorlarında oyunculara sayısız kez söyledim.. Gelin görün ki golü de korner
dönüşünde yedik, kader, kısmet diyelim. Dönen toplar konusu önemlidir. Aslında başka bir ifadeyle yaptığınız ilk hücumu bir şekilde bertaraf eden takımın savunması dağılmış, topun ceza sahası dışına atılmasıyla beraber savunma konsantrasyonu da kaybedilmiştir. Bu açığı değerlendirmek ve bunun üzerine yatırım yapanlar sonuç alır.
Juventus’ta Conte zamanı Pirlo’nun rolü önemliydi. Juve ilk
aksiyondan sonuç alamayabilir ki bu ihtimal fazladır ve fakat topu bir şekilde
savuşturan o bozuk defansa ikinci hücumu dönen toplarla yaparlar ve ceza sahası
önüne biriken dönen top canavarları topa sahip olur olmaz arkada demarke
vaziyette tüm bu dağınıklığa öldürü vuruşun nereden yapılması gerektiğini hesap
eden Pirlo’ya top hücumu başlatması için aktarılırdı. Pirlo ise geride savunma önü oynamanın avantajını kullanır, markajda olmaz ve iyi bir saha görüşüne sahip olarak topun daha etkili bir şekilde ikinci
kez hücumunda başrolü oynardı.
Kornerlerden Başakşehir bizim maça kadar(Çaykur Rizespor)
direkt olarak sadece 1 gol atma başarısı göstermişti ve fakat neredeyse her
kornerin dönüşünde tehlikeli pozisyon üretmişler. O gelen ilk ortayı savuşturan
savunma dağılır ve bu savunmaya ikinci kez dönen top hücumu ise sıklıkla sonuç
verir. Topu alan oyuncu hızlı bir şekilde çizgiye adamı kaçırır ve ortası golü
getirir (Bknz Başakşehir’in Balıkesirspor ve Rizespor’a attığı goller) Bu arada Başakşehir'in bütün hücumları kontraya odaklandığı için her şekilde çizgiye inip orta kesilmez, pas verilir. Edim Visca bu konuda uzmandır. Hiçbir zaman topun altına inmezler ve takım çizgiye indiği andan itibaren demarke vaziyette dörtlü savunmanın hemen arkasında bir boş adamı mutlaka bulundururdu. Organize hücumlarda atılan gollerin hemen hepsi çizgiye inenin yerden pasla ortadaki boş adamı görmesiyle gerçekleşmiştir.
Detayı çoktur ama formül bellidir. Benim savunmam yerinde olduğunda gol atmanız çok zor. Yerinde olmadığı zamanları da takım olarak biz size vermeyiz diyor. Hücumda da aynı şekilde rakip savunmanın yerleşimini almadığı her anın üzerine pusu kuracak şekilde fikir üretmişlerdir.
ZAYIF YÖNLERİ
Başakşehir’e topu verirseniz, gücünün büyük bir kısmını yok
etmiş oluyorsunuz. Onları set hücumlarına zorlamak, yani presi ve baskıyı kendi
yarı sahanızda kabul etmeniz işinizi kolaylaştırır. Amacınız kalenizi savunmak değil onların hücumda çoğalmasına fırsat vermek. Zira hem hücum güçleri
düşer(Set hücumları zayıf) hem de savunması yerinde değildir. Zaten Başakşehir’in kaybettiği maçlarının
neredeyse tamamında topla oynama oranı rakibinden fazla olmuş. Topla oynadığı
sürece sizin gol atma şansınız ancak o zaman vardır. Sadece kazandığı ya da kaybetmediği maçlarda topa
sahip olma yüzdesi rakibinden az.
Set hücumu kuvvetli
olan her takım Başakşehir’e karşı kazanma şansı mevcuttur (Bursaspor). Topu
size “tüm gücünle bana vur” şeklinde veren mantığa sahip ve fakat organizasyonu
kuvvetli takıma bu alanı açmak tehlikeli olabilir.
Hem savunmada hem de hücumda yaptığı baskılar ritüele
dönüşmüş durumda ve aslında çözüm bulduğunuz zaman buna cevap verecek b şıkkını
oluşturma şansları çok fazla yok. Geriden sizin oyun kurma aşamanızda yapacağı
baskı çok net bir şekilde ortadadır. BU gerçeğe rağmen siz hala kenardaki o
malum baskıda top kaybedip bu takıma hücum etme şansını veriyorsanız teknik
direktörlük yaptığınız en iyi iş olmayabilir şıkkını da düşünmelisiniz.
ABDULLAH AVCI BÜYÜK TAKIMDA BAŞARILI OLUR MU?
Bu sistemi modifiye ederek Dortmund'a benzerliğini arttırarak mümkün. Sprinter oyuncular alacak, pres şiddeti artacak ve maç başına hızlı hücum-gegenpressing abartacak. Yine topu ayağında gezdirmeyen ve fakat kapılan her topa "sprinter oyuncularla" çeşitli hızlı hücumlar döşeyerek temeli savunma olan hücum karakterli bir takım ortaya koyup başarılı olabilir. Mümkün, neden olmasın ?