-3 yıl önce Mario Gomez’in 3 yıl sonra Türkiye’de olacağını
söyleseler güler geçer bir de makaraya alırdım sağlam.. Bırakın Türkiye’yi aslında Fiorentina’da
olması bile mucize olarak görürdüm. Hayat bazen böyle işte.. Şimdi Bild’i açınca
bir Podolski bir Gomez görüyorum. Ernst, Fink ya da Hilbert ile kıyaslamayın,
Almanya’nın gündeminden henüz düşmemiş iki yıldızı var Türkiye’de. Klasik 9
numaraların bu kadar sahne aldığı Bundesliga’da şu kesin ki Gomez’in milli
takımda olma olasılığı çok yüksek..
-Mario Gomez atıyor. İlk iki maç yedek başlamasına rağmen
Türkiye Süper Ligi gol krallığına 4 haftada attığı 6 golle zirvesine yerleşti. Bir Beşiktaşlı yönetici ile olan muhabbette
şunu dile getirmiştim: yedekse de oynatın zira bu adamın her şeyi ritmdir.
Ritmini yakalarsa rakip Madrid, Münih olsa Gomez atar, kimse de durduramaz.
-Gomez’i Ba ya da Almeida ile kıyaslayanlar var. Yahu üçüyle
de aynı ligde oynadı. Almeida ile iki sınıf Ba ile bir sınıf farkı mevcut. Henüz
ritmini de yakalamadı, formunun zirvesinde de değil. Daha çok gol sayısının
artması biraz da Güneş futbolu ve Beşiktaş’ın çevresinin hazırlayıcı oyuncu
sayısının fazlalığından ileri geliyor.
-Hazırlayıcı ve golcü oyuncu sayısı önemlidir. Özellikle
konu Galatasaray olduğunda gözetilmesi gereken dengedir aslında. Lewandowski’nin
“Ribery ve Robben’in sakatlığı da gol sayımı arttırdı” demeci de bu minvalde
değerlendirilebilir zira Robben bugün yerine oynayan Coman ya da X gibi çizgiye inme çabasında değil daha çok içeriye dönüp gole gidiyor. Oysa misal Douglas Costa tamamen adamı geçip
ceza sahası içini besleyici bir yapıya sahip. Bu olduğu vakit Lewandowski’nin
bu kadar çok gol atması olağan. Douglas Costa nihayetinde ligin ilk 7
haftasında çift sayılı asist hanesine ulaşan ilk futbolcu. Yakalanılan şansları
değerlendirme oranı gerçekte rakibi Aubemayang’ın daha fazla gibi gibi..
-Galatasaray’da da Podolski ile beraber pek çok denge
değişti. Henüz Poldi tam olarak ritmini bulamadı ama Sneijder ile beraber
çakışıyor sürekli. İkisi de sol önde oynamak istiyor. İkisi de bulduğu yerden
şut çekmek istiyor. Bu hafta olduğu gibi Sneijder'in içeriye asist yapması-içeriye
ortalamak mı istedi bu bile soru işareti- çok sık gerçekleşmiyor. Podolski ve
Sneijder’a sahip olmak gerçekte bir santrforun isteyeceği oyuncu tipleri değil. Bu
açıdan Gökhan Töre ve Quaresma’ya sahip olan Gomez çok daha şanslı ve çok kısa
süre içerisinde gollerini ikiye üçe katlayabilir. Burak ve Umut gollerden ziyade pozisyonlarda kaleye şut çekmeyi diğerleriyle paylaşmak zorunda.
-Eintracht Frankfurt’un sportif direktörü Hübner iki yıl
önce bugün Bayern’in transfer ettiği Kİnglslet Coman ile imza aşamasına geldiklerini
söyledi. Bunlar da güzel hikaye. 2008’de Xavi Bayern’e geliyordu mesela. Geçen
sene Mane de Dortmund’a. Asıl hikaye ise dünyanın en iyi ikinci kalesici Thibaut
Courtois’ya ait. Hoffenheim 2010 yılında gerçekte Belçikalı kaleciyi almak
üzereydi ama Baba Courtois oğlunun abitur yapması için girdiği matematik
sınavından kalması üzerine transfere onay vermedi. 2006’da yazdığı biyografiye göre Pirlo da Milan’dan Real Madrid’e
gidecekmiş. Lakin dönemin Milan yetkilisi Pirlo’ya reddemeyeceği şu teklifi
sunmuş “5 yıllık sözleşme. Burası boş. İstedin rakamı buraya yaz”. Nihayetinde
5 yıl sonra da Juventus’a giderek dengeleri değiştiren adam olmuş. Bu hikayeler
gider daha ama Bundesliga açısından en vahim olanı Stuttgart ile Brezilyalı
Ronaldo ile olan transfer ilişkisidir.. En komiği de şüphesiz Saarbrücken’in
Michel Platini’yi denemek istemedi ve daha da enteresan olanı ise denediği
Fransız oyuncuya dönemin teknik direktörü Slobodan Cendic’in “Çok çelimsiz bu”
deyip eve göndermesi..
-Herkes hak ettiğini alır cümlesini kurarken sıklıkla
insanlar kendilerini muaf tutarlar, ben tutmam. Geçenlerde bir işe başladık. Herkesin
ortak olduğu bir hata sonucu değerli bir insanın işine son verildi. Dedim ki
sevgilime, yakınıma, dostuma “Benim de bu işte olmamam gerekir. Hak etmiyorum”.
Çok değil sadece 3 gün sonra ben de bıraktım dünyanın en gerizekalı insanının
üzerine yürüyerek. (İleride ayrıntılarıyla yazacağım) Hak ettiğimi aldım. Lakin
şun görüyorum: Şu hak ettiğini alacak dediğim insan da genelde alıyor enteresan
bir şekilde. Karma, marma.. ne derseniz deyin, kimsenin hakkını yemeyin.
-Gerd Müller Alzheimer olmuş. 70 yaşında. 585 maçta 533 gol atmış bir adam. Her şeyi kazandı, her türlü önemli final maçında da attı. Öyle rekorlar
kırmış ki. Lewa deliriyordur herhalde. Geçen hafta 10 asistle Costa rekor kırdı
ama Lewandowski ise sadece Gerd Müller’in rekorunu egale etti. Bu hafta yine
attı, yine sadece Gerd Müller’in rekorunu egale edebildi. Almanya’nın
tartışmasız en büyük golcüsü. “Müllerledi” diye terim üretildi. Thomas Müller
şimdi o kavramın içini doldurmaya devam ediyor. İlkay’dan da övgü geldi bugünün
Müller’i olan Thomas’a “1 saniye sonra ne yapacağını kestiremiyorum”. Thomas
Müller’e baktığınızda hiçbir şeyi uluslarası yıldız seviyesinde değil lakin bir
şeyi dünya çapında: Öngörülemezliği. Ne zaman nerede ne yapacağını bilmediğiniz
adamı durdurmak, maç öncesi tedbir alıp etkisiz hale getirmek imkansız.
-Klopp ve Liverpool bence tencere kapak gibi birbirlerine
uyumlu. Klopp’un muazzam ingilizcesi nedeniyle tercüman da kullanmayacağını
düşünürsek başarılı olmaması için hiçbir neden yok. Van Gaal’i burada Dortmund
ile devirmişti, Mourinho’yu Şampiyonlar Ligi’nde elemişti. Hepsinin hakkından
gelir.. Dortmund’u olduğu gibi Liverpool’u da yıllar sonra özlediği konuma
ulaştırır. Mesela Ancelotti ya da benzer teknik adamlar gibi değil. Sadakat önemlidir
Klopp’da. İki takım çalıştırdı ikisinde de çok uzun süre kaldı. Liverpool’un
ihtiyacı olan başarı ve bununla beraber sarıp sarmalayacakları bir kimlik..
-Ben en başında fikrimi ortaya koydum. Yabancı bir sportif direktör, o mesleğin ruhuna aykırı. Sadece uluslarası transferde etkili olabilir ve fakat bizim bildiğimiz, sıradan bir sportif direktör görevini layıkıyla yapamaz. Bunu en son Almanya'da Frank Arnesen ile Hamburg denedi ve fakat sonuç çok da iyi olmadı. Bugüne kadar süren bir kaos bıraktı arkasında Danimarkalı. Bir de Gökhan Töre'yi..
-İnsanlar yazılanı anlamıyor. 11 Haziran'da tweet atıyorum ve diyorum ki: Tuchel yerine Hamza Hamzaoğlu'nı alın. Bunu o dönem neden yazdım? Bu blogda sayısız övgü düzdüğüm Tuchel'i ben neden Galatasaray'a istemiyorum? Hamza Hoca'yı daha iyi teknik direktör olarak gördüğüm için midir? Elbette hayır. Tuchel hakkında Türkçe ilk defa yazı yazan benim. Bu blogun en çok okunan yazılarına baktığınızda Tuchel'i görürsünüz ama o değil sorun.. Son 8 yılın şampiyonu yerli teknik direktörler. Tercüman kullanan teknik direktör en son ne zaman Avrupa'nın büyük liglerinde ve Türkiye'de şampiyon olmuş, lütfen araştırıp bakın.. 80li ve 90lı yıllarda yaşamıyoruz. Fark sandığınız kadar çok büyük değil. Tercüman kullanan yüzde 30 potansiyelinden yer ve bu fark şu zamanda kapanmaz. Bu yüzden Bilic sandığınzdan daha iyi bir hocadır. Hamza Hamzaoğlu ya da Ertuğrul Sağlam yarıştığı yabancılardan daha iyi olduğu için değil bu koşulların insanı olmasının getirileriyle şampiyon oldular gibi..
-Fenerbahçe'nin çok iyi bir kadrosu var. Pereira gider Denizli gelirse şampiyonluk neredeyse kaçıılmaz olur. Nani, Volkan gibi kenarlar, Ozan-De Souza gibi merkez ve Van Persie-Fernandao ikilisi. Kjaer'in Wolfsburg performansı felaket olduğu için olumlu bir şey yazamıyorum ama yeterli veri elimde yok, kesin de konuşmak çok doğru olmaz. Nihatinde henüz hepsinin bir potada eritildiği bir sistem kurulamadı. Bunu da anlamak güç. Hoca ile çok erken anlaşıldı ve sistemine göre oyuncu transfer edilmediği buradan anlaşılıyor.
-Van Persie olayında sanırım bir kişi haksız: Hollandalıyı alan her kimse. Van Persie oynamak için geldi, haklı olarak oynamak istiyor. Teknik adam sistemi ve başarıyı düşünüp oynatmıyor, kendi açısından haklı diyelim her ne kadar başarılı olmadığı anlar olsa da. Bu durumda soru bu oyuncuuyu kim neden aldı?
- Tezer Özlü'ye ayırdım bugünü. Bir daha okuyorum. Şimdi birazdan ondan kalan son eser olan Ferid Edgü'ye yazılan mektuplara bakacağım. Aslında ben Ankara dönemi okuduğum her şeyi yeniden okuyorum. Her kitabın bir zamanı olmalı kesinlikle.
-Yaşamı da "acı". "Çocukluğumun soğuk geceleri'nde anlattığı terapi ve elektroşok bölümünün etkisinden çıkmak için başka şeyler yazmaya oturunca bunlar yazıldı aslında. Adalet Ağaoğlu'nun kardeşi ile evliliği ya da o kardeşin sonrasında Münir Özkul'un eski eşi ile beraberliği diye dalıp gittim o yıllara..
-Bazen şöyle şeyler oluyor. Geçen kanala giderken Demir Özlü'nün "Borges'in Kaplanları' adlı kitabını aldım. Sonrasında ise Kafka0kur'u okuyayım derken bir baktım kapak Tezer Özlü. Elimdeki kitap ise abisi Demir Özlü. ve bir yerde de karşıma "hayalet oğuz" çıkınca dedim artık bu mesajı almalı ve oturmalı başına.
-”İnsanları öldüren kader, onları görebilmemiz ve gözlerimizi bu cesetlerle doldurabilmemiz için bizi de sorumlu kılıyor. Korku, alışılagelmiş korku, kaçış değil. İnsan, gerçeği kavradığı için utanıyor - işte gerçek önümüzde: Her ceset, sen, ben ya da biz olabiliriz. Arada hiç fark yok. Eğer yaşıyorsak, bunu bir başkasının kirletilmiş cesedine borçluyuz. Bu nedenle her savaş, bir iç savaştır. Her şehit, yaşayan canlıya benzer ve ondan ölümünün hesabını sorar.” Tezer Özlü
-En nihayetinde dünya Mario Gomez ile başlayıp Tezer Özlü ile biten bir yazı kadar anlamsızdır. Bir şeyi yapmak için beklemeyin, yapın gitsin. Anlamlı olması gerekmiyor.