7 Mart 2012

Hayatım Futbol #23



8 Mart Kadınlar Günü'ne özel bir Hayatım Futbol Sayısı.. Müthiş oldu. Benim herhangi bir yazım bu hafta yok ama dergi çok güzel oldu, belki de ben yazmadığım içindir ehehehe

Kadınların futbola bakışına ben ihtiyacımız olduğunu düşünürüm. Ofsayt geyiğini bir kenara bırakalım. Kadın-Erkek değil belirli bir zekaya ve analiz yeteneğine sahip her insan futbolu rahatlıkla yorumlayabilir, burada kadın-erkek'ten ziyade bireyin algılama ve muhakeme yeteneği önemlidir. Lakin futbola kadınca bakış da söz konusudur ve bu aslında oldukça güzeldir.

Dün Banu Yelkovan'ın yazısını okudum. Bir Oğlu var(Aras, çok güzel bir isim) ve onu en iyi biçimde yetiştirme kaygısı nedeniyle -sanıyorum ki- çeşitli okumalar yapıyor, kendisini bu konuda eğitiyor. Şimdi lütfen şu yazısını okuyun, haklı değil midir ? Dahası bunu yazmayı bir Erkek düşünebilir mi? Bu gerçeği bu şekilde biz dile getirebilir miydik?

Bu sayı önemlidir ama insani tarafı da oldukça ağır. Futbol sektörüne bir kadın olarak çalışmak nasıldır? Bunları pek bilmeyiz, Banu Yelkovan erkeklerin pek de farkında olmadığı detayları anlatıyor. Babamız hep fanatik ve biz onların oğulları olarak sıklıkla ilk aşkımızı, tuttuğumuz takımı anlattık, peki evin tek kızı Fanatik Fenerbahçe'li Baba'dan Aslı Aker nasıl etkilenmiştir bundan? Bakın görün.. Hilal Gülyurt misal hakem lisansını Fedarasyondan alırken "Halil Gülyurt" olarak evine geliyor o mektup ve sonrası.. İşi onun da zor. Ali Ece'ya rağmen sert bir şekilde kendi futbol dünyasını kurup Galatasaray'lı bir Prekazi hastası Senem Ece neler yazmış, burada. Sevecen Tunç'un yazısını misal ben çok beğendim.. Ceyla Kütükoğlu "bal gibi da anlar kadınlar futboldan" diyor ve ülkemizdeki kadın futboluna yönelik ayrıntıları ele almış. Aslı Pelit Röportajı ve şimdi son olarak da Yağmur Nuhrat'ın yazısını okuyacağım.

Hemen hepsi seyircisiz maça "seyirci" olmanın absürdlüğünü ve faşizanlığını yazmış ki muazzam ayarlar söz konusu. Hollanda'da kadınlara yönelik sanılanın aksine negatif ayrımcılık olan bu durum yasaya takılır iken bizde bayram edilmişti ama bu sayıda Fedarasyonun bu tutumunun ne olduğunu en iyi yine onlar yazmış.

Benim için fazlasıyla öğretici oldu. Bir Kadın olarak aslında basit bir oyun olan Futbol'u sevmenin bu denli ağır itilmişliği de çekmek zorunda kalındığını da gördüm. 23 sayı çıkardı Hayatım Futbol ve bu belki de en azından benim için en çok keyif aldıklarımdan birisi bu oldu.

------> HAYATIM FUTBOL SAYI 23

6 Mart 2012

Andrei Kirilenko diyor ki..



-Taraftar kültürü açısından Avrupa ve NBA birbirlerinden büyük farklarla ayrılıyorlar. Siz Avrupa Ligi mücadelesinde İstanbul'da Galatasaray'a karşı mücadele ettiniz ve Galatasaray tarafları "kaçık" olarak bilinir. NBA'de maçları izlediğimiz vakit buraya göre sanki dostluk maçı izliyoruz gibi.. Sizin için böylesine uçuk kaçık taraftarlar önünde oynamak ne kadar önemli?

Kirilenko:Böyle gürültülü arenalarda oynamaya bayılıyorum. Haliyle İstanbul'da bu ve benzeri salonlarda oynamak benin için büyük bir şeref lakin Galatasaray taraftarlarının Avrupa'da eşi benzeri yok.(Einzigartig) Belki yanına Partizan taraflarlarını da ekleyebilirim. NBA'de de taraftarlar oyuncular üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor ve burada da oynamak büyük bir keyif.

......
Birazdan kahve içip muhabbet edeceğim sevgili Fatih Demireli'nin çalıştığı Spox'deki röportajı gerçekleştiren isimler Fabian Huwe ve Haruka Gruber

Güzel Taktik!



Estudiantes 1968-70 arası Güney Amerika Şampiyonu oldu ve müthiş bir performans sergilediler. O takımın en önemli oyuncularından bildiğimiz Veron'un babası "La Bruja" nın sözlerine kulak verelim:

" Tek tek bütün rakiplerimiz hakkında bulabileceğimiz her şeyi bulmaya çalışırdık.Alışkanlıkları, karakter yapıları, zayıflıkları ve hatta özel hayatlarının ayrıntıları. Böylece onları sahada tahrik eder oyundan atılmalarını sağlamaya çalışırdık"

"Türk Futbolcu Burada Forma Giyemez"



11freunde dergisi APOEL1926'nın yazarı Andreas Panayiotou ile röportaj yapmış.

Apoel'in taraftarları arasındaki Nazi söylemlerine değinmiş ve bunun varlığını kabul eder iken maksimum 20 kişidir bu diyerek geçiştiriyor. Sonrasında ise oyuncusu Nektarios Alexandrou'nun burada Türk futbolcu forma giyemez demecine getiriyor. Taraftarlar bunu kabul edemezmiş. Andreas Panayiotou ise bu demece şöyle karşılık veriyor.

"Nazi söylemini kabul etmek mümkün değil ama bu konuda oyuncuya hak veriyorum. Apoel Yunanistan'a aittir. Kıbrıs Yunanistan'a aittir.Kıbrıslıların büyük çoğunluğu Yunan'dır."

-Apoel'in açılımı Athletic Football Club of Greeks of Nicosia. Siz kendinizi bir Yunan Kulubü olarak halkın dörtte birisinin Türk olduğu bir yerde bu şekilde tanımlıyorsunuz. Bu gayet de bilinçli yapılmış bir provakasyon değil midir? Varolan zor koşulları daha da zorlaştırmıyor mu?

Pek çok Apoel taraftarı Türkiye'ye karşı savaştı ve hayatlarını kaybetti. Bu yüzden Apoel forması altında bir Türk oyuncunun forma giymesi imkansız. Bu burada hemen her şeyin üzerindedir ve hatta bu yüzden 1986'da Avrupa Kupası'nın dışında kaldık.

Ne oldu ?

1986'da Şampiyon Kulupler Kupası karşılaşmasında Beşiktaş ile İstanbul'da karşılaşacaktık.Türklerin buraya gelmelerini Kıbrıs Rum Kesimi devleti istemedi ve biz de bunu uygulayıp maça çıkmadık.Bu yüzden UEFA futbola siyaset karıştırılmasını istemediği için bizi Avrupa Kupa'larından 2 yıl men etti. Şimdi geri döndük ve şansımız bugün yüzde 50!

................

Sanırsın Türkiye'deki futbolcular da Apoel forması giymek için çırpınıyordu ve şimdi hepsinin hayalleri yıkıldı. Alper Potuk, Olcan Adın filan bu demeci büyük üzüntüyle karşılamış ve futbol yaşamına devam edip etmeyeceklerine sonra karar verecekmiş. Töbe töbe.. Gekas bir Yunan'dır ve bizim ligimizde gayet sorunsuz bir şekilde oynuyor. Çok önceden ekşi sözlüğe yazmıştım, Yunanistan'ın Türkler'e karşı düşmanca tutumu Türkler'in Yunanlılara karşı olan tutumundan çok daha faşizanca.. Almanya'da karşılaştığım pek çok Yunan'ın hal ve hareketleri yanı sıra anlattıkları yaşam anılarından dahi bunu söyleyebilirim.. Tom Hanks'ın karısının yapımcılığını üstlendiği aptal romantik bir komedi filminde Yunanlı ailenin Türkler'le kafayı bozmuş siyahlar içerisindeki Nine'miz aslında gerçeğin biraz karikatürize edilmiş halidir.

Nazi söylemi reddediliyor ama "Apoel Yunan'dır! Kıbrıs Yunanistan'a aittir" v.s. E ne diyim ben daha? Bugün kalbimiz haliyle Lyon için atacak.. Bir gün "taraftarlarımız böyle ama bu aşılacak, futbol bunu yenecek" diye bakıldığı zaman ben dönerim bir daha sana..

8 Maç Ceza!



Bundesligada bu gibi hareketlere tahammül yok. Buraya göre çok daha hafif kalan Jermaine Jones'un hareketine 6 maç ceza veriyorsan haliyle kıyas kabul edileceğinden buna da 8 maç ceza verimek zorunda kalıyorsun ki Hamburg adına önemli bir kayıp olduğunun da hemen altını çizelim.

Kasıt çok net ortada olduğundan 8 maç bile az diyorum.. 8 maç da iki ay demektir ki çoook uzun süre.

E hadi geçmiş olsun.

Ah Şakira..Vah Şakira..



Şu kesin ki Barça'nın Pique'si bu senenin her bakımdan hayal kırıklığı oldu. Önce klasik spor yorumcusu olalım: Ulan Shaqira.. Şakira..

Klişeden bıkmıyoruz. Hep aynı geyikleri çeviriyoruz ve bundan halk hoşlanıyor. Beşiktaş kaybetsin misal hemen aynı geyik.. Yabancılar.. Galatasaray'daki Melo,Eboue filan yabancı değil çünkü. Keza Muslera ya da Riera ya da Ujfalusi Elmander de yabancı değil. 6 tane "yeni" yabancı oyuncu alıp üstelik hepsini aynı anda onbire koyup en yakın takipçine 9 puan farkı "nasıl" attın sen? Mesele yerli-yabancı ayrımı mı ki? Melo ile Quaresma arasında çok sağlam farklar yok.. Her ikisi de uçuk kaçık tipler ve Serie A'nın "bidon adayları" idi.. Hepsini boşver, Necip de mi yabancı?

Ah Şakira vah Şakira.. bütün problemleri iki dakikada çözdün!

Şuna ne dersiniz? Trabzonspor o "çok" kötü Beşiktaş'ı daha puan olarak yeni yakaladı. Dahası şu.. Üç günde bir lig maçının olduğu yerde Avrupa Kupası maçları çıkaran iki takımın bugün puanı aynı, öyle değil mi? her ikisi de mi aynı yanlışları yaptılar yoksa bu absürd fikstürün Avrupa tarafını da çekmek durumunda kalan iki takım bunların getirdiği sorunlarla mı boğuştu?

Yok yok.. Şakira ile beraber oldu ondan bunların hepsi. O onla beraber olunca o da sakatlandı tabi.. C.Ronaldo misal o güzeller güzeli hanımefendimiz ile pastanelerde buluşuyor, şakira gibi değil.

Hayır, doğru bu dahi olsa kahvedeki adam da söylüyor bunu tekrar etmenin gereği nedir ki?

Son günlerde yazı performansı tavan yapan Uğur Meleke çok güzel bir şekilde " Yabancı Farkı" demiş. Ben de yabancıları ve hatta yerlileri yönetme farkı, mühendislik harikası ve maalasef bir yerde Fatih Terim var iken diğer tarafta dünyanın en çok tanınan takım olduk ve devam ediyoruz diyen Yıldırım Demirören farkı var ki kıyas dahi kabul etmez. Bu önemli bir farktır.

Ulan Pique.. O şakira geldi bak ne oldu form durumun gitti, sakatlıklardan kendine gelemedin hep o şakira şırfıntısı..

Güzel böyle!

Miroslav Stoch ve Ulusal Takım



Cumartesi gecesi yazıldı ve dün de yayınlandı bu yazı efendim BirGün gazetesinde.!
...

Türkiye Ulusal Takımı'nın geçtiğimiz yıllarda pek çok sorunu vardı ama futbol açısından belki de en büyük eksikliğimiz takımda Miroslav Stoch gibi bir oyuncunun olmayışıydı.

Futbol aklına, bilgisine ve analizlerine güvendiğim kimi spor yazarları Miroslav Stoch'u beğenmiyor. 'Fenerbahçe için yeterli seviyede bir oyuncu değil' diyorlar ve kendilerine göre oldukça mantıklı gerekçeleri de söz konusu. Bunun yanı sıra, Arda Turan ve Hamit Altıntop'a da övgüler yağdırılıyor. Ben ise diyorum ki Ulusal Takım'ın geçtiğimiz günlerdeki en büyük problemi; iki kenarda da skor üretme konusunda verimsiz olan Arda-Hamit'in olup, Stoch gibi bir oyuncunun bulunmayışıdır. Modern futbol ise en azından ön alanda Hamit'leri değil artık Stoch'ları istiyor. Hamit Altıntop dünyanın en büyük rekabetinin içerisinde yer alabilir ama sağ bek olarak. Arda Turan ise bulunduğu ortamın zirvesinde yer almak istiyorsa eğer mutlak suretle gol becerisi açısından kendisini geliştirmesi gerekiyor.

Uzun zamandır özellikle Avrupa'da çıkışa geçecek oyuncuları yakından takip ediyorum. Belki de kendimizi bir dönem öyle gördüğümüzden olsa gerek geleceği olan genç yeteneklere karşı ayrı bir ilgim vardır. Bir dönem "genç yetenek" dediklerimiz artık emekliliğine doğru adım atıyor ve tüm bu süreç içerisinde gözlem yapabilme şansımız da fazlasıyla oldu. Benim gözlemlerim sonucu geleceğin modern oyuncularının olmazsa olmazı olan içerikler(hepimizin artık ezberlediği) kabaca şunlardır: Bir defans oyuncusu artık oyun kurma becerisine mutlaka sahip olmalıdır. Orta sahanın neresinde oynarsanız oynayın mutlaka oyunu iki yönlü de oynayabilmeniz için gereken fizik ve mental eksikliklerinizi kapatmanız gerekir. Ön alan oyuncularının hemen hepsi en az bir forvet kadar gol atabilme becerisine mutlaka sahip olmalıdır. Diğer türlü zirve futbolunda tutunmanız için Mesut Özil ya da bizim daha yakından tanıdığımız Sergen Yalçın gibi ekstrem bir oyun zekasına sahip olmalısınız ki bu dünyada sayılı futbolcularda vardır. Bu oyuncular da ön alanın merkezine yerleştirilir ve kenar oyuncuları ise artık takımın skor üretmesi açısından en az bir forvet kadar sorumluluk sahibidir.



Türkiye önemli maçlarına Arda-Hamit-Burak üçlüsüyle çıktı. Burak Yılmaz muazzam yeteneği olan büyük bir golcü olmasına rağmen bir Hakan Şükür değildi ve o şekilde besleyecek olan Arda ve Hamit'e gereksinim duymuyordu. Arda ile Hamit'in ise önlerinde bir Hakan Şükür yoktu ve onların gol becerisinin düşük olması Ulusal Takım'ın verimsiz olmasına neden oldu.

Stoch'un çok önemli bir meziyeti var: Gol atabiliyor ve şut tekniği inanılmaz. Almanya'da bir benzeri Lukas Podolski'dir. Bugünlerde Arsenal'in sıkı markajında olan oyuncuya İngiliz Kulubü'nün 25 milyon avro verebileceğinden söz ediliyor. 18 yaşından bu yana takip ettiğim Podolski'nin oyun içerisinde onu diğerlerinden farklı kılan tek önemli artısı şut tekniğinin Stoch gibi inanılmaz olmasıdır. Dikkat ederseniz çok iyi orta açtığından, adam eksiltip muazzam şeyler yaptığından bahsetmiyorum. Skor üretiyor.

Avrupa'nın bugün zirve takımlarına yakından baktığınızda gördüğümüz kenar forvetleri biz kendi ulusal takımımızda yaratamadık. Dortmund bugün Bundesliga'nın lideri ve 18 maçtır yenilmiyor. La Liga'daki dünya devi Real Madrid gibi şampiyonluğa emin adımlarla yürüyor.Her iki takım da modern bir futbol oynuyor ve biraz merceği yaklaştırdığınızda merkez forvetlerinin dışında her iki takımın da kenar oyuncularının muhteşem orta yapan değil, daha çok gole yönelik yapısı olmasıdır. Madrid'de Cristiano Ronaldo ve Dortmund'da Kagawa ile Götze'nin performansları skor üretme konusunda forvetlerden daha etkili. Bize baktığımızda ise durum karışık.

Türkiye Ulusal Takımı'nın kenarları ise daha çok merkez forvetlere gol hazırlayıcı konumundaydı. Kadro içi uyumsuzluk söz konusuydu ve bunun bedelini de skor üretemeyerek turnuvalara katılamayıp ödedik. Stoch belki pek çok oyuncudan daha iyi olmayabilir ama Avrupa arenasında istenilen oyuncu sanılanın aksine Hamit değil Stoch'dur. Arda da başta söylediğimiz gibi varolan özelliklerine mutlak suretle skor üretmeyi de eklemelidir. Şunu da eklemeliyim ki; belirttiğimiz tarzda bir oyuncu olan Trabzonspor'lu Olcan Adın biraz daha önce çıkış yapmış olsaydı Ulusal Takım için belki her şey daha başka daha güzel gelişebilirdi.

5 Mart 2012

1142!



İtalyanların efsane kalecisi Dino Zoff..

Eylül 1972'den Haziran 1974'e kadar 12 milli maçta gol yemedi. Almanya'da yapılan Dünya Kupasında İtalya'nın Haiti karşısında Haiti'li Emmanuel Sanon bu seriyi sona erdirdi. İtalyanlar bu karşılaşmadan her ne kadar 3-1'lik galibiyetle ayrılsa da bu dünya kupasının da tek galibiyetiydi.. Hülasa 1142 dakika gol yemeden iki yıllık bir milli takım macerası yaşamıştır efsane..

4 Mart 2012

Luis Muriel!



Lecce ile bir gönül bağım var artık. Seviyorum bu takımı ve şapkasız çıkmam abi diyen Cosmi'nin gelişinden bu yana zaman zaman skora yansımasa da açık ve ofansif bir futbol oynuyorlar. 3-5-2'sinin kenarları bile forvetimsi yapıda. Özellikle son iki hafta attığı goller muazzam..Takımı Siena'yı dağıttı vakit Muriel'in çok hoş bir golü vardı ki mutlaka izlemelisiniz.Son üç haftadır da boş geömiyor.

Kolombiyalı 20 yaşındaki forvet aslında Udinese'nin malı ama her zaman olduğu gibi sağa sola kiralıyorlar zira ortada bir takım var ve 100 tane sözleşmeli oyuncu. Haliyle İspanya'dan Granada'yı satın alıp orasının içerisini doldurdu ama sığmıyor. Ezelden beri takip ederiz ve her daim Güney Amerika pazarını en iyi kullanan kulüptür Udinese.

Luis Muriel yakın zamanda gündeme oturur.. Benim bildiğim Udinese bu gençten çift haneli bonservisi eninde sonunda koparır..

Dış Forvet!



Kendi takımının en az koşanıdır. Bundesliganın golcüleri arasında merkez forvet oynamamasına rağmen en az koşanı yine Podolski'dir. Bir ihtimal Mohammed Abdellaoue ile çekişir. 10 km'yi asla bulmaz bu ikisi diğer yandan misal Huntelaar yer yer 13 km koşar.. Üstelik sıklıkla kenarda da oynar Podolski, buna rağmen.. Ama nedir? Hoffenheim galibiyete doğru gider iken kafayı çakıp 16.golünü atıp puanı kulübüne kazandırır. Golün oluşumu dışında çok fazla da göremezsiniz.

Quaresma, Hamit ve hatta Arda tartışması da biraz böyledir.

Pazartesi sabahı okuyacağınız BirGün yazısındaki teorim Türkiye Milli Takımı'nın Arda-Hamit gibi maç başına gol oranı düşük iki kenar oyuncusunun hücuma verdiği genel zarar üzerine kurulmuştur. Stoch ya da Olcan Adın gibi bir kenar oyuncusu olmayan milli takım bunun eksikliğini çekmiştir. Merkez forvetin gol atmak kadar bugünün tek forvetli sistemlerinde bir diğer önemli amacı kenardan içeriye girecek olan arkadaşlarına alan açmaktır.Golden sorumlu aslında sahada dört oyuncu olur.

Quaresma daha skorer daha üretken olmadığı için eleştirilebilir iken Beşiktaş'ın asıl problemi geride kalanların da hücuma katkılarının yeterli seviyede olmamasıdır. Simao -kimse kimseyi kandırmasın arkadaşım- beklendiği gibi performans veremedi. Hücumda çeşitlilik sağlayamadı. Beşiktaş'ın bir diğer vurucu gücü olamadı.Dolayısla Beşiktaş'ın en önemli silahı Quaresma ve Fernandes'in frikikleri oldu.Sonuç da olağan.. in aşağı Q7 çık yukarı Q7.. Oysa sol kenarın ve merkezin çalışsa q7'ye belki top gelmez maç boyunca v.s.

Bizim ülkemizde iki "merkez" forvetli 4-4-2 tek "merkez" forvetli 4-2-3-1'e göre daha ofansif daha hücumcu olarak algılanır. Büyük bir yanlıştır. Oysa ben size Bundesligadan örnek vereyim: Kim geride konumlanıp kontra takımıysa hemen hepsi iki forvet kullanır. İsviçre'yi Dünya Kupa'sından hatırlayın, dizilimi 4-4-2'dir. Hannover tamamen kontraya dayalı savunma futbolu oynar, 4-4-2'dir. Keza bunu da uzun uzun burada yazmıştır. 4-2-3-1 dediğin kabaca 4 hücumcu ile oynanılır. Real Madrid'de Ronaldo mı daha golcüdür Higuain ya da Benzema mı? Dortmund'da Götze ve Kagawa? Bayern Münih'te Ribery ve Robben? Gladbach'da Reus.. Hermann..

Takımların golcülerinin Bundesligada büyük bir kısmı kenar forvetlerinden oluşuyor artık. Hanke'den fazla gol atmıştır Reus. Efendim Stuttgart'da Cacau ya da İbisevic'den fazla gol atmıştır Martin Harnik ki 2012 yılında 8.golüne ulaştı bu adam. Ve bunlar kenar oyuncusu olarak geçmez 4-2-3-1 ise mevzu bahis dizilim. Hepsi kabaca forvettir.. En az "merkez" forvet kadar gol atmakla yükümlüdürler. Biz milli takımda oyuncu kadrosu nedeniyle -Arda'yı mı kescen Hamit'i mi?- hep defansif 4-3-3 ya da 4-5-1 oynamak zorunda kaldık buna göre pek de uyumlu olmayan "merkez forvet" Burak Yılmaz ile üstelik..

Bu şekilde konumlanılırsa tek başına kalan Burak ya da herhangi bir x golcüyü durdurmak oldukça kolaydır zaten. İşin sırrı onu tutsan diğerinin içeriye girip gol yapabilme tehlikesinin varlığıdır. Cumartesi günü Heynckes Gomez'i çıkardığı anda iki kenarın da etkisi azalmış, kazanma şansı kalmamıştır zaten zira birbirlerine bağlıdır hepsi.

Deplasman Fakiri Bayern!


Münih-Leverkusen maçı inanılmazdı. Bir bakıma Beşiktaş-Trabzonspor maçının bir benzeriydi. Çok fazla goller kaçırıldı ama her iki maçta da hak eden kazandı sonunda. Bana göre kilit hamle Gomez'in oyundan çıkarılıp merkez forvetsiz bir Bayern'in Ribery-Robben'le tek başına gole gitmek isteyişi oldu. Oysa kenardan içeriye doğru giren bu ters ayaklı tehlikeli adamların etkisi defansı kendisine çeken bir Mario Gomez'in varlığıydı. Leverkusen ise tüm sezon boyunca koşmadığı kadar koştu ve rekorunu kırdı 125 km ile.. Maç öncesi Schürrle,Eren Derdiyok,Sam v.s. yok denildiği için Bayern'i daha şanslı görüyordum ama birisi maske ile diğeri ikinci yarı oynayıp golü de yaratınca 14 yıl sonra Leverkusen Bayern'i yenmeyi başarabildi.

Fark 7 oldu.. İçeride tartışma büyüyor ve bence asıl fitili çekecek olan da Basel karşılaşması. Evinde iki farka ulaşmak mesele değil ama bu gerçekleşmezse şampiyonluktan da kopmuş Bayern'i büyük kaos bekler. 7

Leverkusen ise teknik adam Robin Dutt'a ısınamadı. Pek çokları ha gitti ha gidecek diye bakıyor. Geçmiş Leverkusen geleneğinin aksine topa sahip olma felsefesiyle değil hızlı atak girişimleri, dikine oynama sevdası ile öne çıkıyor bu yeni Dutt'un Leverkusen'i. Hem derbide deplasmanda galip geldiler (Köln maçı) hem de Bayern'i yendiler, daha ne olsun? Barça'dan fark yeseler de bu taraf bugünlerde mutlu!