17 Şubat 2018

that's it


Waldeinsamkeit


Wald: Orman

Einsamkeit(aynzsamkayt): Yalnızlık

Bu güzel Almanca kelimeyi sıklıkla ormanda yalnız olma/kalma, doğayla başbaşa olma hissi olarak çevirirler, çok doğru değildir.

Gerçekte şudur: Ormanda doğayla başbaşa kaldığında kendi yalnızlığınla yetinme ve bununla mutlu olma hissidir. Başka bir şeye ihtiyaç duymamaktır da aynı zamanda.

Bu arada 'dünya kediler günü' kutlu olsun.

Once Upon a Time



Çocukluğumda sinemanın farklı anlamları oldu. Her şeyden önce biz gidemiyorduk yatılı öğrenciler olarak. Her pazartesi arkadaşların sinema içerikli muhabbetlerini dinlemek farkımızı ortaya koyuyordu. Biz duvarlar arasına sıkışmış ve özgürlükten yoksun, onlar ise özgür, sosyal ve gezgin. Bunu bize hatırlatan ise sinemaya gitmek oluyordu. O günlerde yurt dışında bir yerde herhangi bir etkinlikte bulunmak o kadar önemliydi ki.. Okula başlayasıya kadar köyümden Balıkesir'in merkezine -yani şehre- dahi gitmemiş bir çocuk olarak böyle şeyler inanılmaz çekici geliyordu yurdun duvarları arasında cirit atarken..

Biliyor musunuz bu yaşamda kızlar konusunda ilk defa  ortaokul yıllarının başında işler iyiye gitmişti. İki yıldır her hareketi gözlenen platonik aşk yaşadığım kız  bana arkadaşıyla  haber yolladı. Hiç unutmuyorum merdivenleri ışık hızıyla çıkıp soluk soluğa yanına gittiğim anı. Sınıf kapısının hemen arkasında bulunan askılıkların olduğu yerde duvara yaslanmış, bir ayağını kaldırmış vaziyette beni karşısına aldı. Gözleri kocamandı ve o büyük gözlerini sonuna kadar açmış bir şekilde bana bakıyordu. Bak aradan geçmiş bilmem kaç  yıl, o an zihnimde çakılı kalmış. Çünkü onu o şekilde izlemek bile çok büyük lükstü o yaşamda. İlkokul bittiğinden bu yana görüşmemiştik.

ve dedi ki 'Cumartesi öğlen Fil Pizza'ya gelir misin?'

İlk başta evet dedim. Hayatımda o zamana kadar dışarıda herhangi birisiyle görüşmemiştim. İlkokul bitmiş, ortaokul öncesi İngilizce hazırlık dönemiydi.  İzmir'inin en önemli caddesi olan Kıbrıs Şehitler'de yer alan Fil Pizza'yı ben hariç herkes biliyordu. Ben bilmiyordum. Orası neresi? Çok daha önemli olan sorun ise oraya ben nasıl gideceğim? Para? Yok. İzin? Yok. Fil Pizza neresi? Bilmiyorum. Birkaç aksilik daha üst üste gelince cuma günü yanına gidip 'hayır gelemem' dedim. Elbette nedenlerini de söyleyemedim.  Dışarıya bizi bırakmıyorlar asla diyemezdim.  O da bu 'çıkma teklifini' hayır olarak algıladı filan. Sonrası çok da sorun olmadı çünkü ilkokul beşte aynı sınıfta olduğumda ateşlenmişti her şey. Hazırlıkta farklı sınıflardaydık ve o senenin başı daha çok geçmişten gelen bir şeydi. Yaşamda kaçırdığım onca ilişkilerin de başıydı belki de.

Sonra sürekli yurtlardan kaçtım. Uzunca süre Fil Pizza'ya gidip yine hayatımda ilk kez mayonezli ketçaplı parça pizza yedim. Mutlu oluyordum bu salak eylemi yapmaktan. Sonra sürekli filmler izlemeye sinemaya gittim tek başıma. Bunu o kadar çok sık yaptım ki.. O dönem Kemeraltında Şan sineması yeni açılmıştı. Sadece Konak meydanındaki Çınar ve kordon'daki Karaca (İzmir) sinemaları vardı benim güzel memletimde. Şan aynı yere üç tane sinema birden açtı. Ve ben bazen öyle sık gidiyordum ki o üç filmi de izlemiş ve tekrardan birisini seçerek ikinciye giriyordum. Seanslar yetişemiyordu tek başıma başladığım sosyalleşme girişimlerine.

Önceleri hiç yapamadığımız o pazartesi muhabbetlerine katılma isteği ve sosyalleşme çabasıyla gitmeye başladım ama sonra başka bir şeyi keşfettim. Yaşam gerçekten o dönem zorluydu ve sinema en azından bana üç saat boyunca başka bir dünyayı sunuyordu. Her yer karanlık oluyor ve ses öyle bir hükmediyordu ki ortama.. En kötü film dahi en azından yine o dönemin çocukluğunu içerisine alıyordu. Sinema kaçıştı ama aynı zamanda her zaman elimin altında bulunan mutluluktu. Sabah içilen kahve gibi.. 'en azından üç saat' beni farklı dünyalara götürüyordu. Unutmak bazen mümkün değildi ama o dönem en çok ihtiyacım olan şey içerisinde yaşadığım dünyayı birkaç saatliğine unutmak..



Bugünlerde de kitap..

Eskiden klasikler, enteresan romanlar, siyasi içerikler, felsefe ve dil açısından belli ölçüde nitelik kaygısı taşıyarak seçimler yapıyordum. Artık çok şey önemli değil. Bakılan tek nokta içeriği beni kendisine çekerek gündelik yaşamdan koparabilir mi?  Polisiye dahi olur, o derece.  '10 maddede hayatın anlamı' tarzı  gerzek kişisel gelişim kitapları hariç her şeyi okuyabilirim. Akıcı bir roman olabilir ya da çok sevdiğim yazara dair beni heyecanlandırıp içine gömecek biyografiler, içerikler v.s.

Hayat kurtarıyor desek yeridir. Enteresandır, bazı kitapların içerisine girmekte zorlanıyorum. Yarıda bırakmak gibi bir huyum olmadığından ısrar ediyorum üzerinde. Okuma esnasında çok sık mola veriyorsunuz haliyle. İşte tam bu zamanlarda sık sık okuduğum içerikten kopuyor ve çok şeyi sorgulamaya başlıyorum. Başka bir insan çıkarıyorum içimden ve başka bir hikaye yazıyorum bizzat yaşanılanların üzerinden. İşte o zaman kendimden nefret etmeye başlıyorum. Dışarıdan bir başkası olarak kendime baktığımda büyük  hatalar yaptığımı görüyor ya da daha doğrusu anlıyorum.

Görüyor ama yapamıyordum kendime ait doğruları.  Artık zamanla gelişiyorum. Okumaktan sıkıldığım kitapların bana verdirdiği zorunlu aralarda sürekli yaşamımı sorgulayarak doğruları yapmaya başladım. Daha az konuşuyorum. Daha az telefonlara çıkıyorum. Daha az diğerlerin bana hiçbir fayda getirmeyecek olan problemleriyle ilgileniyorum -hatta bugünlerde hiç ilgilenmiyorum- Daha kendi içime, daha doğru, daha dingin, daha huzur..

16 Şubat 2018

OK! but first, Coffee


Her şeyin dibe vurduğu, anlamsızlaştığı ve zorlaştığı zamanlarda dahi  diyorum ki en azından sabah kalktığımda gün henüz yeni yeni ağarırken içtiğim ilk kahvenin tadı var.

13 Şubat 2018

..


Regina Spektor - Hero



"ben bu hikayenin kahramanıyım, kurtarılmaya ihtiyacım yok "

13 Şubat



Bazen şöyle 'depresyonun birinci günü' filan diye not tutabilseydi keşke diyorum. Ergen genç kızların günlüğüne dönerdi muhtemelen ama insan öyle bir ruh hali içerisinde her şeye dönüşebilir.

Bu arada iyiyim, daha iyi.

Yaşamımdan çıkardığım insanların  bunda payı yüksek. Enteresan olan kısmı herhangi bir insanı aramadığınız gibi size kattıkları hiçbir şeyin olmadığını daha iyi görüyorsunuz. Bu bazen etkilendiğiniz bir kadın dahi olsa durum değişmiyor, kurtulduğuna seviniyorsunuz.  Varlığı gerçekte ne ki? Kafanızda yarattığınız içerikler.  Mesele daha çok genel olarak cinsiyet ayırmadan insanın diğeri ile kurduğu ilişki.

Tam da burada durmak gerekir.

Ben genelde insanlarla konuşurken ayrıntıya girer,  yoğun bir empatiyle  karşı tarafın yaşamına odaklanarak içeriye girmek isterim. İş yerinde çok sevdiğim bir arkadaşım var, benzer özelliklere sahibiz. Bağımlı olduğu bir konudan onu söylemlerle etkilemeye çalışarak kurtarmaya çalışıyorum.
Nişanlısı ile geleceği kurgulamasından kredi borçlarına ve beraber geçirecekleri vaktin öneminden ve bağımlılıklardan.. Çok şey daha.  En azından bir süre onun yaşamını yaşıyoruz.Yanımdaki beraber çalıştığım Can'ın gelecekte daha iyi bir karaktere sahip olmasının yanında donanımlı olmasın sağlayacak etkileşimlerde olması için çaba harcıyorum.

Sevgilim olduğu dönemlerde bu yüzden sorunlar yaşadığım oldu. Bazen herhangi bir insanı/olayı  ona anlatırken eğer bu kadınsa sıklıkla yanlış anlaşılıyor ve kıskançlık krizlerine neden oluyordum. Oysa biraz dikkatli analiz etse hemen her olayı ele alış şeklim birbirlerine benzer şekilde. Kısaca benim yaşama bakışım bu. Bir insanı tüm ayrıntılarıyla özel bir kişi olarak ele alıyorum. Her insan yeteri kadar yakından bakıldığında nev-i şahsına münhasır özel içeriklerdir.  Bu da bir sorun değil kesinlikle.

Yalnız burada fazla olan ben değilim, eksik olan diğerleri.

O nasıl bir iletişimliktir?

Çevremde istemeden sürekli seni sömüren ve fakat sana en ufak bir katkı sağlamayan insan ordusu yarattığımın farkında vardım.  Bunlardan en çok vaktimi çalanlardan dört beş tanesine veda ettikten sonra daha iyi hissettim kendimi. Çünkü insanlar birbirleriyle konuşmuyor, daha çok monolog halinde kendi sorunlarından bahsediyorlar ya da işe yaramaz ayrıntılardan. En nihayetinde kimse diğerine dokunmuyor. Toplamında verdiğinizden çok azını geri alıyorsunuz.

İki şey oluyor gerçekte. Ya sürekli kendi anlattıkları üzerinden bana sorular soruluyor ya da ben onların anlattıklarından sonra girdiğim dünya içerisinde sorular soruyorum.  En nihayetinde dinlenilen karamsar müziklerin ruhunuzda yarattığı olumsuzluklar gibi size kalıyor tüm dertlerin en sıkıcı detayı. Sanki anlatıp benim omzuma yükleyip çekip gidiyorlarmış gibi.

Geçen bir arkadaşım çağırdı, gitmedim. Bu son süreçte hep oluyor. Muhabbet etmek gerçekten benim gibi çok konuşan insan için dahi sıkıcı hale gelmeye başladı. Kitapların dünyasında pek de gerçek dünyada bulunmayacak titizlikte yaşanılan ince ruhları özlüyorum. Maalesef kendi yaşamım içerisinde bunlardan pek yok. Sessizliği sevmeye başladım.

Uzun zamandır aşkın yaşla ilintili olduğunu düşünürdüm. Ona duyulan inanç ancak ergenlik zamanlarında mümkün olabilirmiş gibi gelirdi. Oysa bugün görüyorum ki fizik olarak bana çekici gelmesinin ötesinde ruhsal açıdan hiçbir insana dokunamamışım ya da onlar bana. İkisi aynı anda hiç olmamış. Geriye doğru baktığımda hiçbir ilişkide 'bana vakit ayırsın' dememişim. 'onunla konuşmam gerek bu zor zamanlarda' diye bir ihtiyaç duymamışım.  'Şu zor zamanlarda sadece onunla konuşmak bana iyi gelir' diye bir cümle içimden hiç geçirmemişim. Bugün şöyle bir bakıyorum etkilendiğim insanlara..  Değişen bir şey yok.

Arkadaşlarıma baktığım zaman tek tük enteresan karakterler var. Çok az konuşmama rağmen çok iyi keşifler yapan, algısı yüksek ve kavrayışı iyi olmalarının yanında ilgilendiği detayların da güzel olduğu birkaç isim sayabilirim ama maalesef onlara ayıracak zamanım yok denecek kadar az. Biz artık belli bir noktadan sonra insan seçmiyoruz daha çok yaşam içerisinde bulunmak zorunda olduğumuz noktada denk düşen üç beş insandan birisiyle daha yakın olmak kadar özgürlüğümüz var.  Tam da bu yüzden çok daha fazla para kazanabileceğim bir başka işi reddettim. Oradaki sayı üç beş bile değil çünkü.
                       
                                     TAVSİYE!




Hemen gidip izlemeye başlayın. Netflix İspanya'nın harika dizisi. Ve bence bu dizinin en güzel sahnesi.

Güzel planlanmış bir soygun dizisi olmasına rağmen tıpkı Dr.House'da olduğu gibi yaşama dair muazzam güzel detaylar da var. İyi kurgulanmış soygun kadar fazlasıyla iyi irdelenmiş karakterler de ilginizi çekecektir.. Bir başka detay da güçlü kadınların bu dizideki fazlalığı. Öyle bir yaşamın içerisindeyiz ki bu tarz kadınları seviyorum.

İşte onlardan en güzeliyle de size veda edeyim. Kürk Mantolu Madonna'nın Puder'inden gelsin..

"Bilhassa tahammül edemediğim bir şey, kadının erkek karşısında her zaman pasif kalmaya mecbur oluşu... Neden? Niçin daima biz kaçacağız ve siz kovalayacaksınız? Niçin daima biz teslim olacağız ve siz teslim alacaksınız? Niçin sizin yalvarışlarınızda bile bir tahakküm, bizim reddedişlerimizde bile bir aciz bulunacak? Çocukluğumdan beri buna daima isyan ettim, bunu asla kabul edemedim."

Maria Puder

11 Şubat 2018

it is important



Müzik önemlidir.

Gerçekte ben daha çok 'estetik ortak payda' diyorum. Tam da bu yüzden dinlenilen müziğin tarzı çok önemli değil. Eğer ortak estetik payda varsa her türden müzikte kulaklığın birisi diğerine verilebilir.  Tarzların büyük oranda önemi yoktur dinlenilen müzik ya da okunan kitap ya da izlenilen film olduğunda.

Bir manzaranın güzelliğinden, bir müziğin tınısına ya da iki kelamın derinliğine kadar ortak algı her şeydir uzun süren ortaklıkta. İster sevgiliniz olsun ister ev arkadaşınız..

İnsanların yaşam yolculuğuna bir arkadaş seçme noktasında en büyük kriterler olması gerekirken bunlara çok az dikkat ediliyor. Fiziki özellikler, kariyer ve daha pek çok ayrıntı bunların önünde yer alıyor.

Haliyle  mutsuz evliliklerle dolu bir çevreye sahibiz.

Bazen dünyadaki tüm insanların aynı şekle sahip aynı işi yaptığını  hayal ediyorum.  Sadece erkek ve kız diye ayrıldıklarını düşünün.  Böyle ütopik bir dünyada ancak insanlar kendilerine doğru insanı seçme şansına sahip olurlar.

O zamana kadar şans yanınızda olsun.

10 Şubat 2018

Current Mood


Nelli Palomäki


Nelli Palomäki, 2016

Denir ki; sanatçı iki kardeşin samimi bir hareketini fotoğraflarken
aynı zamanda sevgi göstermek ve zarar vermek arasındaki
ince çizgiyi de vurgulamak istemiş.

Bunu yaparken 'erkekler arasındaki rekabet' üzerine odaklanmış.

Oysa erkekler arasındaki rekabet sonludur. Belli bir noktada ortaya çıkar.
O konu ortadan kalktığında  ise rekabet de sona erer.  

İlişki de kaldığı yerden devam eder.

Sadece çıkarlar bir noktada  çatışmıştır gerçekte.

Oysa kadınlar arasındaki rekabet sonsuzdur. Dolayısıyla samimiyet 
sorgulaması çok daha derindir. 

Öte yandan belki de kıskanılacak olan ayrıntı bir kadının
diğer bir kadının algısına verdiği önem.

Bazen kadının aşık olduğu bir erkek dahi nesnedir, 
 orada gizli özne kadındır. 

Bence bu asıl vahim olan durum. 

Dokunsalar Ağlarım




Farkındayım, depresyondayım.

Öyle olsa gerek, başka açıklaması yok. İlk defa bugün çalışma arkadaşıma sesimi yükselttim. Daha agresif oldum, daha tahammülsüz.. En önemlisi daha keyifsiz, daha sessiz.

Yaşam içerisinde beni yoran insanları hayatımdan çıkardım. Telefonlarını sildim, ilgili bağlantıları kestim sorun olmayacak şekilde. Sadece bir kişiyi beni yorduğu için değil, olur olmaz zamanda onu ben yorarım diye.. Bu ayrıntı önemli çünkü onun adı başka. Üstelik öyle bir karakter ki böyle zamanlarda size müthiş gelir. Keşke arkadaş olarak görebilseydim..

Birkaç saat önce fark ettiğim gerçek de şu oldu. Bir kız arkadaşım var. Ne zaman görüşmeyi kessek, beni neden arayıp durmuyorsun diye trip atıyor filan. Uzun bir geçmişimiz olduğu için değer de veriyorum gerçekte. Lakin biraz şöyle geriye çekilip düşününce gerçekte ne kadar tek taraflı bir ilişki olduğunu fark ettim. Misal onca konuşma içerisinde bir kez olsun sen ne  yapıyorsun, iyi misin ya da kötü müsün filan diye sormadığını, her zaman kendi sorunlarının merkez oluşturduğu diyaloglar içerisinde olduğunu fark ettim. Yaşam içerisinde çok zorlanıyor ve sürekli desteğe ihtiyaç duyuyor. İşte o  itekleyici de benim sanırım.  Yukarıdan bakıldığında çok güçlü görünüyorum sanırım. Öte yandan eskiden daha düşünceli, daha fedakardım sanırım. Şimdi sallamıyorum.  Onu da ekledim listeye.

Bir süre kaybolmak istiyorum.

Geçmişte yaşamdan çok daha keyif alıyordum çünkü öğrenciydim. 30'a kadar öğrencilik yaptım. Çalışmak diye bir amacım yoktu. Kariyer, iş umurumda değildi. Ben hariç çevremdeki herkes huzursuzdu ve fakat iyi geziyorduk, yaşıyorduk bu hayatı. Sonra beni de kendilerine benzettiler. Bir ara dank etti, tamam istediğiniz gibi olsun deyip pes ettim. Geldim buraya ve başladım çalışmaya.. O gün bugündür çalışıyorum.

Bugün geldiğim nokta şöyle: S Sport'ta çift kişilik bir mesai söz konusu. Öğlen 4'e kadar  arkadaşım Can ile programların içeriğini hazırlıyorum. Akşam 9'da da Sarıyer'den Bağcılar'a gidip programı yönetiyoruz.  Yarın 12'de başlayacağız ve 20:30 maçını da yorumlayacağım. Eve geliş yine gece 12.. Nihayetinde Sabah sekiz akşam on iki..  Müthiş yorucu bir iş mi? Değil. Futbol. Koşullarımız iyi olsa bugün yaptığımızın on katı nitelikte iş çıkarırız.. Taşıma su ile değirmen döndürüyoruz ama yine de iyiyiz. Yormuyor ama çok fazla vakit alıyor. Üstelik yol da günde 100 km..

Bunun dışında Fitbol Dergi'ye yazıyoruz, zaman zaman içeriğine yardım ediyoruz. Her hafta Bundesliga için Misli.com'a yorumlar hazırlıyorum.  Ayda bir Hürriyet'in çıkardığı dergiye de yazacağız.. Tüm bunlardan daha fazla enerjimi tüketen ise Alanyaspor'un rakiplerini analiz etmek oluyor. Çok kısa zamanda çok etkili iş çıkarmak zorunda kalıyorum. Hepsini topladığınızda işten oluşan bir yaşam önümde.

Sonuç..  Bu.

Bugün bitmedi. Eve zor attım kendimi. Öyle ki aşağıya doğru gidebilirdim. Neyse ki ev ve okumak beni kendime getirdi. İçerisinde yaşadığım dünyadan çıktım bir süreliğine. Şimdi biraz daha iyiyim ama sorun devam ediyor.

Eskiden hedeflerim vardı.  Hayatın her alanında. Artık yoklar.  İster kariyer ister aşk, çocuk.. Zeki hocamın dediği gibi artık bu dünyanın benim istediğim gibi olmayacağını biliyorum. Farkındayım. Sadece ne yapacağımı bilmiyorum. Tüm bunları konuşacak insanlarım var ama verecekleri teselli cümlelerinin işe yaramazlığından dolayı cümle kurmaya başlamak bile istemiyorum. Bu yüzden en iyisi yazmak..

Gerçekte burası ile ilgili daha güzel hayallerim vardı. Öte yandan sanki birisi fark etmiş de engellercesine üst üste işler gelmeye başladı. Başka bir dergi, analiz filan derken nefes alacak vakit dahi bulamadım.  Neyse ki salı günü ufak bir tatil var. Bana iyi gelecektir..

Umuyorum!

7 Şubat 2018

M.M 2



Bana zamandan söz ediyorlar.

Gelip size Zamandan söz ederler.

Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onlar da bilirler. 
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler.

öyle düşünürler.

Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.

Zaman alır.

Zaman

Alır sizden bunların yükünü.

O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.

O boşluk doldu sanırsınız.

Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.
gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
dilerim geri teper. Yoksa gerçekten bitmişsinizdir.

M.M



Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak..

Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır. İçinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun.  Para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar.

Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz.

Çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar...
 gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden,sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta

Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saat tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz

bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi

kendimizin içinden bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya kendimizi hazırlar gibi

yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlar...

denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar!

Borges ve Ben


Benim Jorge Luis Borges'i sevdiğimi bilirsiniz.  

Misal hayatımda ilk kez 'sonsuzluk' kavramını düşünmeye onunla başladım. O zamana kadar sol literatürde sıklıkla aşağılanan Kant'ın 'bilinemezciliğine' ilk defa o zaman yaklaştım. Sonsuzluk ve Tanrı'nın varlığı, başı ve sonu gibi pek çok ayrıntıyı zihnimde hayal dahi edemediğimi fark ettim. İnsan zihninin sınırlı olduğunu ve hayal gücünün dahi yetmeyeceği içerikleri keşfettim.. Bazı konuların cevapları söz konusu olduğunda var olan sınırlı aklın kavramayacağını da düşünmeye başladım.  Agnostisizm ile beraber insan aklının sınırını Borges okuyarak keşfettim..

İlk defa 'Kum Kitabı' ismini verdiği kısa öykülerden oluşan eserini okuduğumda şaşırmıştım çok. 1941 yılında yazılmış olan Kum Kitabı'nın aynı isimle yayınlanan öyküsünde başı sonu olmayan kitabın bugünkü internet ile eş anlamlı olduğunu yeni yeni fark ediyorum. Son yüzyılın en komplike icadının bundan yaklaşık 80 yıl önce Borges'in zihninde var olduğunu söyleyebilirim.

 'Öteki' hikayesinde Borges köprü üzeri bir bankta gençliği ile karşılaşır. Yaşlı bir insanın gençliği ile olan karşılaşmasının nasıl olacağını düşünmek dahi tuhaf geliyor.

 Lakin bir yerde yaşı Borges  35 yıl önceki borgesle olan muhabbeti şöyle tanımlıyordu " birbirimizi o kadar iyi tanıyorduk ki kimse yalan söyleyemiyordu ve konuşma hiç ilerlemiyordu

Enteresan gelmişti. ilk defa yine 'yalan' üzerine düşünmeye onunla başladım. Herkesin ahlaki açıdan yaklaşarak üzerine türlü türlü olumsuzluklar serpiştirdiği 'yalan söyleme' özgürlüğü olmasaydı kimsenin diğeriyle iletişime geçemeyeceği, iki insanın birlikte yaşamasının mümkün olamayacağını kavradım. Aslında bir noktadan sonra sadece 'yalan söylemek' değil herhangi bir ahlaki doğrunun ancak belli koşullar oluştuğunda geçerlilik kazandığını da bu şekilde fark ettim. 

Keza en sevdiğim hikayesi olan "Yolları çatallanan bahçe" 

Aslında hikayeleri 'Kum Kitabı' gibi. Ne zaman yeniden okusam daha farklı anlamlar keşfediyorum. Her okuduğumda yeni bir hikaye okur gibi.. 

bitmez bu.

Peki ben neden bir gün elime Borges diye Arjantinli bir yazarın kitabını elime aldım? 

Çizgi roman okuyordum. Kitapları sevmezdim. Sıkıcı bulurdum. O dönem hastası olduğum çizgi roman mistik hikayeleri içeren Martin Mystere idi. Çizgilerle okuduğum 'gizli yüz' adlı hikayesinin yazılı olanı Borges'in eserlerinde de vardı. Öyle bir benzerlik vardı ki sürekli beni Borges okumaya itti. Elbette Borges'in hikayelerindeki derinliği kavrayacak durumda değildim ama bu dahi keyif almama engel değildi. 

Yıllar sonra yaşamım içerisinde bir kırılma noktası oluşturup beni çizgi romandan kitaplara doğru ittiği için ismini her yerde kendime adadım. Bana başka bir yaşamın, başka bir kimliğin kapılarını araladığı için bu kadar değerliydi. Oysa o dönem okumaya başladığım -1997-98-99- Yüzüklerin Efendisi, Borges ve İhsan Oktay Anar gibi kitapları belli bir süre sonra bıraktım. Tarz olarak klasikler daha çok ilgimi çekmeye başladı. 

Lakin Borges olmasaydı.. 

Her şeyden önce bugün yaptığım mesleğim bile bu olmayacaktı. Yazı ile haşır neşir olmayacaktım. Bu ve benzeri pek çok ayrıtıyı konuşacak insanlar aramayacaktım. Belki her şey daha kötü ya da daha iyi olacaktı ama bugünkü gibi değil. 

Rastlantı mı? 

"Rastlantı dediğimiz şey,nedenselliğin karmaşık işleyişini bilmemekten başka nedir ki ? " 
J.L.Borges

14 Ocak 2018

EMEL MATHLOUTHI - Ma Lkit



*İzmir çok güzeldi. Her şeyiyle.. Gelmek istemediğim doğrudur.  Tüm o kısa tatil boyunca içimde 300 spartalı 'This is my City" diye bağırıp durdu.  15 yıla yakın zaman dilimi orada geçmiş. Giderken de sürekli tekrar ettiğimiz gibi 'bir gün geri geleceğiz". Şimdilik zor..

*Urlice'de muhteşem bir mekan var. Şarapları meşhur. Böyle tarla gibi bir yerin önünde muazzam bir atmosferde şarap-pizza. Mutlaka gidin bence ama elbette bahar aylarını seçin. Bizim şansımıza hava iyiydi. Nefis Pizza ve şarap.. 'Urlice Vineyards'

*Geçtiğimiz gün hocam aradı. Analiz konusunda destek istedi. Şöyle bir düşündüm. Gerçekte nefes alacak vaktim ancak var. Yine de kabul ettim. Neden? O işi çok seviyorum ve yıllar sonra yeniden tekrar yapmak istiyorum. İkincisi ise sanırım çok şeyden uzaklaşmanın yolu çalışmak.. Kafam başka şeylerle meşgul olmasın. Gerçekten çok şeyden çalışarak kaçabiliyoruz.

*Anlık reaksiyonlarım çok tehlikeli. O anın duygusu neyse çok fazla üzerine düşünmeden dışarıya akıtıyorum. Geçtiğimiz günlerde de yine böyle hata yaptım. Bazen diyorum ne gerek var? Gerçekten insanların belli bir zaman sonra daha sessiz olmasını anlamaya başladım. Çok gereksizdi.  Boşu boşuna güzel bir insanı kaybettim.  Hayat..

*Aslında her şeye rağmen -bu saatten sonra çok zor olacak olsa da- vakit yaratıp okuyup yazıyorum. Geçenlerde mesela 'buluşma' isminde güzel şeyler yazdım. Yayınlayacak kadar düzeltmeleri yapamadım sadece. Öylece kaldı burada.  Şubat 12'de başlayan ve daha uzun bir tatilim var. O zamana kadar çalışıp orada bir şeyler yapmayı düşünüyorum.

*Akabinde yeni kitaplar aldım yeni. Misal  ergenlik döneminde zamansız bir şekilde okuduğum 'Hazar Sözlüğü' için gittim internetten sipariş verdim. Kargo adresi olarak evde bulunmayacağımı düşünerek iş yeri adresini verdim ve fakat  ufak bir hata yapmışım. İsim yerine şirket ismi yazmışım. Tatil sonrası geldiğimde ise şirkete gittiğimde nerede benim kitaplarım dedim? Efendim biri oradan çıkıyor diğeri buradan ve üç tanesi yok. Neden? İsim yok. Şirket ismi.. Onlar da promosyon diye vermişler. 3 tanesi Talip abi'nin evinde çıktı! Bizim o yetenekli grafiker..  Ne diyim? Ortalığı biraz karıştırdım ama nihayetinde isim yok, hata benim. Bir insanoğlu da demiyor ki Murathan Mungan'ın kitaplarının spor kanalında promosyon olarak gönderilmesi garip değil mi? Neyse ki hepsini topladım ve eve geldim. Ama artık vaktim çok çok daha az..

*Öyle zor bir takvim var ki şu an önümde. Yarebbi.. Salı öncesine kadar analiz bitmesi gerekiyor ki kolay değil eskisi gibi hızlı değilim.  Zaman gerek. Yeni program filan. En son 2014'de yapmışım. Fitbol derginin yazıları var. S sport haftalık mesai ve arada misli.com..  Hayırlısı bakalım.

*Çarşamba'ya kadar tüm bu işleri zamanında bitirirsem işte o zaman güzel şeyler olur buralarda..

6 Ocak 2018

Yola Çık.!



*Birazdan İzmir'e doğru yola çıkıyorum sir! Üstelik uzun bir aranın ardından gece yolculuğu..  si yu!

En az 3!



"İnsan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın." 

Emrah Serbes

Read it please!



*Okumuyor insanlar. Tamam ülkenin büyük bir kesimi bu eyleme uzak, biliyoruz. Bık bık ötmeyeceğiz bu konuyla ilgili.  Eğitim seviyesi kötü. Yalnız benim şikayet ettiğim kısım o kaymak tabakanın da çok farklı olmaması. Dört yıllık üniversite bitirmiş olduğuna ben inanamıyorum bazı insanların. Samimiyetle söylüyorum ki durumumuz felaket. Bu ülkede gazetede-televizyonda işi içerik üretip editör olan insanların dahi okumadığını, sadece mesleki ezber ile yirmi otuz yıl çalıştıklarını gördüm. Mesleki gelişim adına okuması gereken kitaplardan bahsetmiyorum bile. 

*Neden bir şeyler okuyarak kendilerini geliştirmeleri gerektiği konusunda insanları ikna edemiyorum. ilişkileri vasat, söylemler sıradan ve diğerleriyle kurduğu ilişki vasatın dahi altında. Geçenlerde sevdiğim bir iş arkadaşımın mesajlaşmasına şahit oldum ki beni 25 yıl geriye götürdü. Dışarıdan baktığınızda gayet aklı başında olan insanların sıradan günlük ilişkileri içerisinde ergen kalmasının yegane nedenidir. İşin en boktan tarafı aynı şeyleri yaşamaktan sıkılmıyorlar da.   Günde kullandığı kelime sayısı bini geçse çeşitliliği onu geçmiyor. Haliyle empati yapma yetisi dahi kalmıyor çünkü üç ya da dört seçenek arasında yaşamını idame ettiriyorlar.

*Geldiğimden bu yana aralıksız çalışıyorum. Haliyle sürekli iş arkadaşlarımla sayısız yemek yiyoruz dışarılarda bir yerlerde. Eskiden çok daha fazlaydı Birkaç istisnayı dışarıda bırakırsak ortada olan muhabbetlerin içeriği hemen hemen aynıdır. Ben demiyorum ki rahatlamak için gıybet yapmayın? Diğerinin eksiğinden bahsederek kendinizde bunun olmayışıyla huzura ermeyin.. En iyi gıybeti de yaparız çok şükür ama konu en azından haftada bir değişsin. Mümkün mü? Değil.

*Buna benzer yakarışlar olduğu zaman genelde şöyle bir entelektüel algı oluşuyor. Adam çıksın, Kafka'dan bahsetsin, Dostoyevski'den Tanpınar'a geçiş yapıp samimiyetsiz içerikler üretsin.. Oysa bilmiyorlar ki yaşamın içerisindeki en basit günlük ilişkide dahi size farklı bakış açısı kazandırdığı ölçüde hayatınıza nitelik katacaktır. Yaşam güzel filan değil gerçekte. Güzel olan bu blogun tepesinde de yazdığı gibi hayat üzerine yaptığınız betimlemelerdir sadece. 



*Sizin annenize, arkadaşınıza, sevgilinize, eşinize, dostunuza bu hayat içerisinde binlerce ayrıntı vurup duruyor. Hangisinden haberdarsınız?  Diğer bir ifadeyle odun ile keman arasındaki farkı belirleme gücüne sahip olmak ya da olmamaktır. Baktığınızda gördüğünüz açının darlığı ya da genişliği sahip olduğunuz içeriklerle belirlenir.

*Bazen abarttıklarını düşünürsünüz, Avrupa'da hayat kadınları dahi..  derler. Bak bu gerçektir. Bizim memleket Çek sınırına yakındır. (Çekya nedir yahu?).  Almanya'da yaşam sürdüğüm zamanlarda ara ara  gittiğimiz sınırdaki Piramit kulübü enteresan içeriğe sahiptir. Elbette içerisinde hayat kadınları vardır ama paranızın tek başına geçer akçe olmadığı yerlerden birisidir. Nihayetinde kadını konuşarak tavlamak zorunda olduğunuz ve her şeyin kadının seçimine bağlı olduğu ilginç ve çok eğlenceli bir mekan. Ki emin olun oradaki en güzel aktivite muazzam içeriğe sahip ortamda işte o kadınlarla olan muhabbetlerdir. Sevgili dostum Anıl Akay'ı da yanımıza alarak gittiğimiz yerlerde Rus-Slav kadınlarla yapılan muhabbetlerin içeriğinden bahsetsem burada bana kimse inanmaz.  Bakın size orada olan ve bizimkilerin hala güldüğü espriyi buraya yazayım "Abi Dostoyevski ile işi bedavaya getirecek".  O an için komik, şimdi ise trajiktir.

*Son olarak.. Burasını 10-20 kişi okur dedim. Şöyle bir rakamlara baktım. 157 kişi bugün gelmiş. Bunların 50'si muhtemelen bilindik okur kitlesidir. Belirtmek isterim ki ne kadar güzel olursa olsun yorumlara kapalıdır içerikler.  En azından bir süre. Okuyup geçin. Hak vermek durumunda değilsiniz. Çünkü bu benim kendi koşullarım içerisinden çıkardığım şeylerdir. Başka bir yaşamda aynı doğruluğa ya da güzelliğe sahip olmayabilirler. Bilimsel gerçek dahi belli koşulları gözetir. Pek çoğu göreli olduğu kadar değişebilir. Değişsin diye de yazıyoruz. Değişmeyen tek şey...

Capture


2 Ocak 2018

.İhtiyaç


2 Ocak

                                                       
 "Bakakaldım peşinden; ne  gözümü alabildim, ne göze alabildim"