11Freunde ekibi benzetmeye çalışmış. Bild bunun çok geniş versiyonunu yapmıştı. Hangisi daha güzel ilerleyen zamanda kararını vereceğiz zira bunlar bitecek gibi değil..
Burada tipleri değil ama bakışları iyi yakalamışlar..
Eski Alman hakem Carsten KadachAllgemeine Zeitung'a Cüney Çakır'ın yarı final yönetiminin eleştirisini yapmış. Maçın sonuna kadar kontrol ondaydı diye girmiş ve ilk yarının başlangıcında sessiz kalsa da hemen herkes kartların geleceğinin farkındaydı demiş. Diğer türlü hakimiyetini kaybedebilirdi diye devam etmiş. Bire bir çevirisi olmasa da okuduklarımdan aklımda kalanı şöyle aktarayım;
"..Çakır, 2001'den bu yana Türkiye Süper Ligi'nde düdük çalıyor ve 2006'da da uluslararası arenada kendisini gösteriyor. İlk iki sarı kartını -Ramos'un Ronaldo'ya faulü ve centilmenlik dışı hareketten dolayı Coentrao'ya gösterdiği- devre bitiminden hemen önce doğru bir şekilde gösterdi. Bu çizgide de doksan dakikanın sonuna kadar devam edip özellikle tekrarlanılan ve sert fauller konusunda her zaman adaletli davranmasını bildi. Mücadele gücü yüksek oyuncular gergin bir müsabakanın içerisinde yer alsa da kritik anlarda verilen kararlar sonucu maç çığrığından çıkmadı.
Eski hakem bu maçın çığrığından çıkmamasını üç önemli nedene dayandırıyor.
..Özellikle hakem kritik anlarda hemen olay yerinde varlığını harika bir şekilde ortaya koydu. Fauller karşısında o kadar hızlı bir şekilde sarı kartını çıkartıyor ki oyuncuların isyan etme şansını ortadan kaldırıyor. Dahası bu eylemleri yaparken kendinden oldukça emin bir görüntü ortaya koyuyor. İkili mücadelelerde verdiği kararlar -faul ya da faul değil- benim bakış açıma göre mükemmeldi!"
Sonrasında ise 9 sarı kart çıkaran hakemin başka türlü bir yönetim gösterip daha az kartlarına başvurması şeklinde gelişebilir miydi diye de sorulabilir diyor. Ya da Bruno Alves'in kural dışı hareket etmesinin tekrarına çok önceden sarı kart çıkarıp daha önce kontrolü eline alabilir miydi ? gibi bir kaç eleştiri de getirmiş ama hemen arkasından şunu da eklemiş;
" ..bu gibi özeleştirileri her iyi hakem maç sonunda yapar zira başka türlü daha iyiye doğru yol almak mümkün değil. Toplamda Türk hakem grubu çok iyi bir maç yönetti zira bu karşılaşmanın 40.dakikadan sonrasını yönetmek çok zordu."
Üzüldü çok, birinci goldeki hatasına ve maçı neredeyse kendi hatasına bağladı ama Balotelli ondan kurtulunca golleri attığını biz çok iyi biliyoruz.. Hata yaptı ve fakat şu an Almanya'nın en iyi stoperidir. O hataya rağmen sıklıkla derim; Kusursuz bir stoper.. en azından ben iyileştirilemeyecek bir kusur bulasıya kadar tanımı budur..
Daha önceden Löw konusunu şurada işlemiştik.. Al bir yenisi daha..
Maçtan önce milli marş esnasında duygulanıp ağlayan kadını 2-0 sonrası İtalya'nın ikinci golüne ağlayan kadın moduna sokmuş yönetmen..
Böyle bir gerzekliğin de açıklaması yok, elde edilen çıkar nedir? Anlamadım pek..
Almanya şikayet ediyor filan ama değişen pek bir şey yok.. yeni moda gerzeklik bu oldu sanırım.
İzleyicileri kandırıyorsun, şu basit blogu yazarken dahi yapmayacağı en temel ahlak ilkesini yerlere seriyorsun ve seriye bağlamış gibi devam ediyor bu durum..
İş, güç var ve şu hüzünlü günde kabaca toparlamak gerekirse;
Bu turnuvada İtalya, 2010'nun Almanya'sı gibiydi. Daha yıldız, daha sürpriz, daha güzeldi. Bir Almanya taraftarı olsam da futbol açısından değerlendirirsek Portekiz'in elenişine daha fazla üzüldüm zira onlar orada hak etmişti finali.. Burada ise hak eden kazandı.
Prandelli, meslektaşı Löw'ü mat etti. Ayrıntılarıyla bunlar ilerleyen zamanda blog-gazete v.s. yazılacaktır.
..yaşayan efsane oyuncu Sean Penn hakkında bir iki kelam etmek, boynumuzun borcu olsa gerek. Bu kadar hayranlık uyandırıcı eylemlerin arkasındaki adamı biraz daha öne taşımak; ona olan saygının dışında bir zorunluluktur, gerekliliktir.
..muhteşem oyuncu olabilmesi için hemen hemen her türlü koşul kendisinden önce hazır onu bekler durumdaydı 1960'da California'da dünyaya gelmeden önce. Babası ABD'nin o yüz kızartıcı sürecinde komünistleri ele vermemek, komiteye ifade vermemekten dolayı işsiz bırakılmış yönetmen Leo Penn, annesi ise aktris Elieen Royan. Genetik olarak ortam müsait iken Santa Monica'da geçirilen çocukluğunun komşularına bir bakalım; Charlie Sheen, Emilio Estevez ve Martin Sheen gibi ünlü aktörler. Bunlar muhteşem melodinin sadece notaları. Hepsi birleştiğinde ortaya çıkan mükemmel bir eser; Sean Penn..
1981 yılında Taps adlı film ile macerası başlar. Timoth Hutton'ın başrolünü oynadığı bu filme Tom Cruise ile birlikte yardımcı rollerde eşlik eder. Her ikisinin de çıkış filmidir. Tim ve Sean için o zamanın toy genci tom krus, "ikisini gördükçe, yeteneğine tanık oldukça sürekli bu projeden atılma hissini yaşadım " ile belirtmiştir bu müthiş ikilinin yeteneğini. Film açısından kayda değer bir yapım olmasa da gösterdiği performans ile ikinci filminde "Fast times at Ridgemont High " başrolü kendisine getirir. Bundan sonra bir dizi film çeker. Çektiği filmlerde oynadığı rollerin hemen hemen hiçbirisinide "kahraman, kurtarıcı v.s." gibi Hollywood'un kendi içinde yarattığı ve kitlesini oluşturduğu absürd rollerin içerisinde olmaz. Oynayacağı ve oynadığı her film, kotarılması gereken bir "oyunculuğu " içerisinde barındırır. Bileğinin hakkıyla şu an bulunduğu kuşağının sınırlarını aşan konuma gelmiştir. Radikal kararların ve çelişkilerin adamıdır. At Close Range filminde oynarken filmin müziğini yapan Madonna ile tanışıp sonrasında gelen evliliği ve bunun en anlamsız sonucu olan "Shanghai Süprprise" felaketi; kendisinin dışında aşkın insan bünyesine yaşattığı acı deneyimlerden ve sonuçlardan birisidir sadece. Yaşamı da kararları ve dönemeçleri gibi radikal bir imge üzerinde yükselir. Onu herhangi bir kimliğe oturtma çabası hep çelişkiler kralı ilan edilerek işin içinden çıkılır. Zordur. motorsiklet üzerinde belde silah Tom Cruise'lu günlerin ardından gelen kimliğine ve yalnızlık aşkına ters düşecek Madonna gibi popülizmin ikonu haline gelmiş bir insan ile olan beraberliği; elbette düğün gecesi üzerlerinde dolaşan paparazzi helikopterlerine ateş edecek konuma gelmesi de kaçınılmaz sonuç. O eski kız arkadaşı Elizabeth McGovern'in de dediği gibi '..Sean gönülsüz bir ünlü olma konusunda gerçekten harika bir adamdır'. Serserilik dönemine eşlik eden Charles Bukowski'den oğluna isimlerini vermekten çekinmediği (Hopper Jack) Jack Nicholson ve Denis Hoper'dan; David Fincher yönetimindeki "The Game" sonrası gelen 10 milyon dolarlık teklifi reddedip 350 bin dolara oldukça iyi bir iş çıkarttığı "The Thin Red Line"da oynamasına kadar alışılmadık, benzersiz, karizmatik ve oyucuğuluğu üst düzeyde olan ek$i bir aktördür. ..yeri gelmiş; parasını bastırıp savaş karşıtı ilanları boy boy gazetelerde dolaşmış, bush'a ithafen mektup yazmış, Irak'ı ziyaret etmiş; gerekli yerde ve konumda " en iyi oyuncu diye bir şey yoktur, Irakta kimyasal silah olmadığı gibi" demekten de çekinmemiştir. Dead man Walking ile gelen oscar adaylığı ona oskar getirmese de o bunu hiç önemsememiş, törene dahi katılmamıştır. Filmlerde gönlümüze taht kuran acı çeker hali ve göstermekten pek de hoşnut olmadığı duygusallığının gerçekliğini beraber vakit geçirdiği bir başka önemli isim olan Woody Allen şöyle der "Sean'la olduğunuz zaman onun ne kadar duygusal olduğunu ve sürekli acı çektiğini görüyorsunuz'
Sean Penn olmak kolay değildir. imrenilesi bir geçmişe ve kişiliğe sahip bu insan; 52 yaşını bitirmeye doğru ilerlediği şu günlerde yaşıtları ve kuşağı ile değil sinema tarihindeki yeri ile onurlandırılıyor.
..dönem itibarı ile en yüksek rakama hayli yakın olan 10 milyon doları reddetmek; tek başına bir şeydir. akabinde şöyle buyurmuş hazretleri;
"evet, para kazanmak istiyorum, buna ihtiyacım var; ama inandığım, sevdiğim bir proje için fedakarlık yapabilirim. Hem zaten ben gerçekten de 10 milyon doların üstünde bir rakamla ne yapabileceğimi bilmiyorum. Bu miktarın benim için hiçbir anlamı yok"
..hemen sonrası 150 bin dolara Hurlyburly'de, 350 bin dolar karşılığında da "The Thin Red Line" da oynamıştır.
dolayışla Sean Penn olmak;
...sahip olmak için herkesin yırtındığı ve her türlü tavizin verildiği para karşısında "istediğini" yapabilecek kişilik ve kimliğe sahip olmak demektir.
..kendisinin dışında gelişen olaylara duyarlı yaklaşabilmek, gerekirse ABD'dedki öksüz siyahların üzerine çöken felaket sonrası paçaları sıvayıp suları kova ile dışarı akıtmak demektir.
..en başarılı olduğunuz, havalara uçurulup sürkeli dillerde dolandığınız dönemde "ben gidiyorum" diyebilmektir.
..6 milyarın gözü önünde havalara zıplayıp "ben zaten iyi oyuncuydum annanem hep öyle derdi" demek yerine basit bir yarışma olduğunu ve aslında iyi kötü oyuncunun olmadığını belirterekten kendisinin dışında kalan aktörleri onurlandırmaktır; saçmalamamaktır, gözü dönmemektir.
..muhalif kimliğini spotların önünde değil hayatın her alanına yaymaktır; gerçekçi olmaktır.
..mütevazı olmaktır. yapılan onca eyleme karşı oluşan durum karşısında kendini kaybetmemek ve "birkaç iyi filmim var, başka ne yaptım ki?", "bu kadar insan beni seviyorsa, bu işte bir terslik var" diyebilmektir.
..gözü yarı kısıp hayata bakan penceresini daraltıp gözünün içine sokulmak istenilenin dışında bir gerçekliğin olabiliritesini kabullenmek, bunu yaşamına akıtmak demektir.
..siktirboktan olaylar arasında abuk subuk kahramanlıklar ile kolay yoldan basit kitlenin gönlünü alıp karizmatik yapısını kullanmak varken her zaman doygun bir senaryo eşliğinde gerçekçi karakterler ile filmler çevirip en kötü filminde dahi "oyunculuğu" ile ayakta olmak; bütün bu radikal eylemlerinin dışında oyunculuğu ve yeteneği ile bir yerlere gelebilmektir.
9 sarı çıkarttı. Bir "hatalı" avantaj oynatmama söz konusu ama genel performansı oldukça iyiydi.pek çok maç analizinin içerisinde ayrı bir hakem değerlendirmesi yok ama benim okuduğum yorumlarda hemen hepsi beğenmiş Cüneyt Çakır'ı.
Spox: Türk hakemden kusursuz bir performans. Özellikle kritik noktalarda -28'te Ramos'un artistik hareketine penaltı çalmaması ya da 40'da Ronaldo'ya yaptığı taktik faule sarı kart göstermesi - verdiği kararlar doğruydu.
Tüm ayrıntıları verdikten sonra bunların dışında ne var başlığı altında İspanya futbolunun yuhalandığı bilgisini geçtikten hemen sonra hakeme değinmiş. Cümlesi aynen şudur:
TAZ: " Türk hakem turnuvanın en iyi hakem performanslarından birini sergiledi. Oyuna hakim, sakin.."
Durdurlar İspanya'yı. Bundan önceki karşılaşmalarına inat rakibi yarı sahasında bekleyen değil topa doğru olabilecek her yerde presle oyununu bozdular. İlk yarı sonunda İspanya'nın "sadece" %57 topla oranına sahip olduğunu belirtmekte fayda var.
Bento bu turnuvada öne çıkan teknik adamlardan belki de en önemlilerinden birisi. Prandelli, Olsen, Bilic ve elbette Löw gibi..
O alışılmadık presin doksan dakika boyunca sürmesine olanak yoktu ve ikinci yarının ortalarından itibaren oyundan düştüler, uzatmaları da savunmasıyla idare edip şans faktörünün önemli olduğu penaltı atışlarına işi götürdüler. Ronaldo'nun beşinci penaltıyı atması gibi garip seçimler söz konusuydu. Bu daha çok teknik adamdan ziyade kahraman olmaya meraklı Ronaldo olunca cezasını çok ağır ödediler..
Benim için bu karşılaşma 2008 elemelerinden itibaren çıkışta olan İspanya'nın en azından bu maç içerisinde durdurulması açısından önem taşıyor. Kendi yarı sahasından top çıkarmakta zorlanan, karşı prese cevap veremeyecek ölçüde zayıf pas bağlantıları olan ve yine doksan dakikada "rakibi üç puan hak etti" diyebileceğimiz bir maç oynadı Bosque'nin takımı. Coentrao muazzam oynadı ve Silva'yı sildi sahadan. Orta üçlü rakip yarı sahada baskı yaptı ve aldığı sonucun skora etki etmemesi büyük talihsizlik..
Hem Bento hem de baygınlaşan futbolu nedeniyle Portekiz hak etmiş olsa da olası bir Almanya finali İspanya'sız olursa eksik olacaktı, bu açıdan da güzel oldu. Yine de hak eden alsaydı keşke..
Casillas turnuvanın en iyi kaleci performansı göstermeye devam ediyor ama en karizma anı nedir derseniz penaltıyı kurtardıktan sonra abartı sevinç gösterisi yapmayacak kadar tecrübe işini abartmış olmasıdır. Karakteri, yeteneği ve sevgilisi çok güzel bir adam.. Yakışır ona her şey..
Almanya'da Münih barlarının birisinin içerisinde "bir ben var benden içeri" cümlesinin çevirisini yapmak için saatlerini harcayan arkadaşı aklıma getirdi bu.. Bir başkası da Neşet Ertaş'ın türküsünü çeviriyordu, o da güzeldi.
Madonna'nın perşembe akşamı Berlin'de konseri var. Oldukça pahalı olsa da biletler tükenmişti. Bitti kalmadı deniliyordu.
Aynı güne ALmanya yarı final maçı oldu mu işler değişti.
Ebay'de 237 Madonna bileti satılıyor. Bazıları yarı fiyatına bazıları ise en önden olan yerini biraz daha indirimli bir şekilde satışa çıkarmış durumda.
Korkulan odur ki Madonna yarısı boş bir arenaya konser vermek zorunda kalacak.. Zira o gün Mesutgillerin maçı var.
Madonna'nın italyan bir göçmen ailesinin kızı olduğunu da hatırlatalım.
BirGün'ün güzel yazarı Eray Özeryazınca gördüm ben bu içeriği. Öncelikle bahsedilen röportajı şuraya gidip okuyun.
Röportajın kaynağını o siteye koyan adam da bilmiyor. Ama ben kendi bildiklerimi size aktarayım.
İsviçre maçında Hakan ile Eren bize paslaşarak gol attılar. O maçın ardından ben kendi kulağımla dinlediğim için şu sözleri söylediğinin altını çizeyim;
"Biz Türkiye'den teklif bekledik.. Gelmeyince kendimi göstereceğimiz arena olması bakımından bizimle ilgilenen İsviçre'nin milli takım teklifini kabul ettik.."
Üstelik aynı cümleleri Gökhan İnler de kurdu.
Alamancılar üzerine çok konuştuk ama bugün bir Eren bir Gökhan İnler'de yüzde yüz hata yaptığımızı çok fazla dillendirmedik. Hele ki Daum zamanı Gökhan'ı Türkiye'ye deneme antrenmanına getirip transfer sezonunun bitimine yakın bir zaman onu itekleyip yarım yıl da kulüpsüz kalmasını sağlamak filan girmiyorum.
Eren'in röportajına gelirsek; doğruluğu şüphe götürür.. ama deyin ki o doğru.. ee ?
Not: Tahmin ettiğim gibi böyle bir röportaj hiç olmamış.. açıklama da şu:
"Eren Derdiyok hakkında bize gelen ropörtaj veya söyleşinin sahibi çıkmadı. Bize nasıl geldiğini bile tam olarak anlayamadık. Ancak, bugün aldığımız telefonla 'Bu söyleşinin Eren Derdiyok ile alakasının olmadığını ve kendisinin bu konuda rahatsız olduğu' iletildi"
Çok yakın iki arkadaşmış.. Bunlar Köln'de buluşup gezip tozarlarmış.. Tişörtler süper yalnız.. İtalya karşısında en azından ben Reus'u bir daha görmek istiyorum..
Almanya, 2-0 geriden gelip son dakikada 2-2'yi yakalasa da uzatmalarda her iki takım da gol bulamadı. Bundan önceki finallerde olduğu gibi maçın tekrardan oynanılmasının önüne ise Almanya'nın UEFA'ya sunduğu penaltı teklifi bu maçtan bir gün önce kabul edildi. İlk üç penaltıyu her iki takım da gole çevirdi. Dördüncü penaltıda ise Çekler başarı sağlar iken büyük turnuvalarda ilk penaltıyı kaçıran isim ise bugün Bayern Münih'in başkanı Uli Höness oluyordu.. Beşinci penaltılarda ise tüm gözler Panenka'ya çevrilmişti. Eğer atarsa Çekoslavakya şampiyon olacaktı.. Henüz daha başından beşinci penaltı için ısrar eden Panenka artık onun ismiyle anılacak olan penaltıyı bu şekilde gole çevirdi..
Dün gece..
Maestro.. 2006'da da muazzam oynamış, turnuvaya damgasını vurmuştu. Sahadaki her oyuncunun gözleri onu araması, onun beyniyle yönetilmek istenilmesi inanılmaz bir karizma kattı ona dün gece.. Evet bu atış Panenka ile başladı ama Pirlo'nunki sanrım Panenka'dan daha kuul'du..