Dün sabah gördüm ben bu karikatürü.. Güldüm çok.. Umut Sarıkaya karikatürü.. Akşam da Murat Fevzi ve Uğur Meleke ile olan muhabbette ben yurt dışında yaşamının toplumdaki "tuhaf" algısından bahseder ve konuşur, konuşur dururken Uğur Meleke de Umut Sarıkaya hikayesinden bahsetti. Sonra da gönderdi.. Ki yolculuklar var önümde benim.. Şu hikayeleri de alıp öyle çıkmalıyım yola!
Ben bunu çok beğendim, siz de belki beğenirsiniz diye..
Yurt Dışı
Üniversite bittikten sonra kısa süre işsiz kalınca hemen "yurt dışına gideceğim" demiştim. İnsanlarla ne yapacağımı konuşurken tek şey çıkıyordu ağzımdan ; "yakında ben zaten yurtdışına gideceğim". Yurt dışı, yurt dışı diyip duruyordum ama yurt dışının tam olarak neresi olduğu ve oraya nasıl gideceğim hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Amerika mı, İngiltere mi, Norveç mi, Fransa mı neresiydi gitmek istediğim yer? En ufak bir fikrim yoktu. Yurtdışı olsun yeterdi, her yer olabilirdi. Üniversiteyi bitirmiştim, işsizdim, doğduğumdan beri kız arkadaşım olmamıştı, ne beklentim ne de bir amacım vardı, beni buraya bağlayan hiç kimse, hiçbir şey yoktu. Sanki yeni bir söz bulmuşlar da bunu kendilerinden başka kimse bilmiyormuş gibi "nereye gidersen git, oraya da kendini götürürsün" diyenlere inat kendimi yurtdışına götürmeye kesin kararlıydım. Yurt içinde olmamıştım ben. Tut kolumdan götür beni Yozgat'a, Maraş'a, Gümüşhane'ye tırt olduğum iki haftaya kalmaz fark edilirdi, kendimi gizleyebileceğim bir yerlere gitmeliydim. Beceriksizliğimin sorumluluğunu kültür farkına yorabileceğim bir yerler olmalıydı. Hem sıla hasreti de beni birkaç yıl oyalardı. "what's the prablım honey" diye yanıma sokulan yabancı sevgilimi elimle itip "geldiğim yerdeki insanları özledim tatlım. Şehirlerinizde alt yapı sorunu yok... Eyvallah! Biri hastalansa onu hemen helikopterle hastaneye yolluyorsunuz... Bravo! Sarışınlık sizde, rak müzik sizde, milkşeyk sizde... Korkmayın bunların hiçbirinde gözümüz yok! Ama bişeyi unutmuşsunuz be cincır! İnsan değilsiniz insan! Geldiğim yerdekiler hepinizden daha insandı. İnsan insana bakardı" diyerek ilişki yürütemememin, geçimsizliğimin faturasını yurt dışı insanına çıkarmam gözlerimin önüne geliyordu. Kendine acımanın, kendine üzülmenin en legal olduğu yer yurt dışı. Yani tam bana göre bir yerdi. Yurt Dışı'na kesin gitmeliydim.
Bizim sülalenin erkeklerinin temel özelliği; ailesinin rızkını, parasını pulunu elâleme yedirmeyi çok sevmesidir. Kadınların ise temel görevi bunu engellemeye çalışmaktır. "Biz yemeyelim de el mi yesin?" diye bankada bulunan bütün paralarını bir ay içinde harcayıp şahane bir ay geçiren ve sonra da farkirliğin pençesinde inim inim kıvranan uzaktan akraba olduğumuz bir aile bile vardı. Adam kadının şüphelerini haklı çıkarmış o fakirliğin içinde bile eline geçen üç kuruşu birilerine yedirmeye çalışırken yakalanmıştı. Az paraya kendine bir dost tuttuğu, haftanın belirli günleri dostunda kaldığı söyleniyordu toprak alasıcanın, boyu devrilesicenin. Aile parçalanma noktasına gelmişti. Kadın her gün yanına 6 yaşındaki çocuğunu da alıp bize geliyor kendini yerden yere atıyor, ağlıyor, ağlatıyordu. Yerde debelenmekten kafasından çıkmış başörtüsünü düzelterek, getirdiğimiz suyu geğirmeler ve hıçkırıklarıla içip yeniden salonun ortasında yere uzanıyordu. Gerçekten acı bir durum yaşanıyordu, hepimizin gözleri ağlaya ağlaya davul gibi olmuştu. Çocuğun da psikolojisi bozulmuştu, "anneeeeeeeaaaa" diye bana tokatlar atıp kucağımdan kurtuluyor, baygın annenin yanına koşuyor ellerini bileklerini ovuyordu kadının. Kadın kısa süre sonra kendine gelip çocuğa sarılıyor, bu sefer de ayılan kadına kızıp vurmaya başlıyordu zavallı yavrucak. Bende işsiz olduğum için bu görüntülere her gün tanık olmak zorunda kalıyordum. Günler haftalar geçmişti ve yurt dışı konusunda hiçbir atılım yapmamıştım. Ama zaman geçtikçe yurt dışının aile içindeki temsilcisi gibi bişey olmuştum. Her olayı her konuyu bir şekilde yurt dışına bağlıyordum. "Yurt dışında böyle bir şey olmaz. Orda devlet "dur" der buna. İki dakkada polis kapına gelir. 'Sen bu çocuğun pisikolojisiyle oynuyorsun'der. Çocuğu hemen gözetimine alır. Gider babayı bulur, babayla konuşur. Babayı helikopterle alıp evine getirir. Çocukla ailenin görüşmesine izin vermez, aileye de bir aile terapisti ayarlar. Ev temizse evi pisletir devlet, sonra çıkıp sokakları deterjanla yıkar. Çünkü yurt dışında sokaklar temiz, evler pistir. Belediye başkanları eşcinseldir" diye aile içinde ileri geri konuşuyordum.
Ben bunu çok beğendim, siz de belki beğenirsiniz diye..
Yurt Dışı
Üniversite bittikten sonra kısa süre işsiz kalınca hemen "yurt dışına gideceğim" demiştim. İnsanlarla ne yapacağımı konuşurken tek şey çıkıyordu ağzımdan ; "yakında ben zaten yurtdışına gideceğim". Yurt dışı, yurt dışı diyip duruyordum ama yurt dışının tam olarak neresi olduğu ve oraya nasıl gideceğim hakkında en ufak bir bilgim yoktu. Amerika mı, İngiltere mi, Norveç mi, Fransa mı neresiydi gitmek istediğim yer? En ufak bir fikrim yoktu. Yurtdışı olsun yeterdi, her yer olabilirdi. Üniversiteyi bitirmiştim, işsizdim, doğduğumdan beri kız arkadaşım olmamıştı, ne beklentim ne de bir amacım vardı, beni buraya bağlayan hiç kimse, hiçbir şey yoktu. Sanki yeni bir söz bulmuşlar da bunu kendilerinden başka kimse bilmiyormuş gibi "nereye gidersen git, oraya da kendini götürürsün" diyenlere inat kendimi yurtdışına götürmeye kesin kararlıydım. Yurt içinde olmamıştım ben. Tut kolumdan götür beni Yozgat'a, Maraş'a, Gümüşhane'ye tırt olduğum iki haftaya kalmaz fark edilirdi, kendimi gizleyebileceğim bir yerlere gitmeliydim. Beceriksizliğimin sorumluluğunu kültür farkına yorabileceğim bir yerler olmalıydı. Hem sıla hasreti de beni birkaç yıl oyalardı. "what's the prablım honey" diye yanıma sokulan yabancı sevgilimi elimle itip "geldiğim yerdeki insanları özledim tatlım. Şehirlerinizde alt yapı sorunu yok... Eyvallah! Biri hastalansa onu hemen helikopterle hastaneye yolluyorsunuz... Bravo! Sarışınlık sizde, rak müzik sizde, milkşeyk sizde... Korkmayın bunların hiçbirinde gözümüz yok! Ama bişeyi unutmuşsunuz be cincır! İnsan değilsiniz insan! Geldiğim yerdekiler hepinizden daha insandı. İnsan insana bakardı" diyerek ilişki yürütemememin, geçimsizliğimin faturasını yurt dışı insanına çıkarmam gözlerimin önüne geliyordu. Kendine acımanın, kendine üzülmenin en legal olduğu yer yurt dışı. Yani tam bana göre bir yerdi. Yurt Dışı'na kesin gitmeliydim.
Bizim sülalenin erkeklerinin temel özelliği; ailesinin rızkını, parasını pulunu elâleme yedirmeyi çok sevmesidir. Kadınların ise temel görevi bunu engellemeye çalışmaktır. "Biz yemeyelim de el mi yesin?" diye bankada bulunan bütün paralarını bir ay içinde harcayıp şahane bir ay geçiren ve sonra da farkirliğin pençesinde inim inim kıvranan uzaktan akraba olduğumuz bir aile bile vardı. Adam kadının şüphelerini haklı çıkarmış o fakirliğin içinde bile eline geçen üç kuruşu birilerine yedirmeye çalışırken yakalanmıştı. Az paraya kendine bir dost tuttuğu, haftanın belirli günleri dostunda kaldığı söyleniyordu toprak alasıcanın, boyu devrilesicenin. Aile parçalanma noktasına gelmişti. Kadın her gün yanına 6 yaşındaki çocuğunu da alıp bize geliyor kendini yerden yere atıyor, ağlıyor, ağlatıyordu. Yerde debelenmekten kafasından çıkmış başörtüsünü düzelterek, getirdiğimiz suyu geğirmeler ve hıçkırıklarıla içip yeniden salonun ortasında yere uzanıyordu. Gerçekten acı bir durum yaşanıyordu, hepimizin gözleri ağlaya ağlaya davul gibi olmuştu. Çocuğun da psikolojisi bozulmuştu, "anneeeeeeeaaaa" diye bana tokatlar atıp kucağımdan kurtuluyor, baygın annenin yanına koşuyor ellerini bileklerini ovuyordu kadının. Kadın kısa süre sonra kendine gelip çocuğa sarılıyor, bu sefer de ayılan kadına kızıp vurmaya başlıyordu zavallı yavrucak. Bende işsiz olduğum için bu görüntülere her gün tanık olmak zorunda kalıyordum. Günler haftalar geçmişti ve yurt dışı konusunda hiçbir atılım yapmamıştım. Ama zaman geçtikçe yurt dışının aile içindeki temsilcisi gibi bişey olmuştum. Her olayı her konuyu bir şekilde yurt dışına bağlıyordum. "Yurt dışında böyle bir şey olmaz. Orda devlet "dur" der buna. İki dakkada polis kapına gelir. 'Sen bu çocuğun pisikolojisiyle oynuyorsun'der. Çocuğu hemen gözetimine alır. Gider babayı bulur, babayla konuşur. Babayı helikopterle alıp evine getirir. Çocukla ailenin görüşmesine izin vermez, aileye de bir aile terapisti ayarlar. Ev temizse evi pisletir devlet, sonra çıkıp sokakları deterjanla yıkar. Çünkü yurt dışında sokaklar temiz, evler pistir. Belediye başkanları eşcinseldir" diye aile içinde ileri geri konuşuyordum.
5 yorum:
Oncelikle yaziyi cok zevkle ve dikkatle okudum.. Yazida kendimden de cikarimlar buldum, ozellikle okul sonrasi umutsuzluga kapilip yurtdisina cikma konusunda. Simdi ise kalmak ya da donmek arasinda sikisip kaldim, bir yanda saglikli ekonomik durum, idealler, daha stressiz yasam, fakat sevdiklerinde uzakta manevi anlamda kulturek yalnizlik.. Diger yandan ekonomik olarak kuculme, hedeften vazgecme fakat sevidiklerinle hep beraber olabilme olanagi en onemlisi her biri bana benzeyen, benim gibi yuruyen, konusan ve yiyip icen insanlarla yasama ayricaligi..
bu anlamda yazi yarim kalmis gibi.. senin son dusuncelerin benim icin cok onemli bir fikir olacak.. mutlu musun haci?
bu tüm gençliğin içinde olan birşey. hepimiz böyleydik.belki bazılarımız hala her hayalkırıklığı yaşadığında keşke oralara gitsem.oralarda böyle olmaz. daha adaletli deriz.
güzel olmus. devamı varmıydı?
Asvalttaiçenler: Nerede mutlu muyum sorusu önemli. Ben döndüm ve çok doğru yaptım ama herkes için bu içinde bulunduğu koşullara göre değişebilir bir durum.
Majortom: Evet yazının bir kısmı bu. Bu dursun zira konu burada da bahesidilen bir "yurt dışı" algısıydı. benim anlatmak istedğimdi bu yüzden de buraya aldım ileride değiniriz.
Hayatım boyunca kendimi tam olarak bi yere ait hissedemedim. Gitmek için hep bir dürtü vardı. Her kent bi parça beni anladı ama hepsinde bir tereddüt vardı son tahlilde. Bu şehir benim şehrim diyebileceğim bi yer vardır mutlaka dünyada bi yerde, ve ona hiç kavuşamamak çok acı. Ekonomik, aile, toplumsal baskı vs değil tam olarak benimkisi(belki de hepsinden bi parça), adı konmamış bir eksiklik fırsat buldukça kulağıma yurtdışı yurtdışı diye fısıldayıp durur. hadi bakalım hayırlısı :)
Oyle guzel, ince bir noktaya deginmis ki hikayede... Yurtdisinda yasayip butun sorunlarini yasadiklari yere baglayan insanlar! Ben 4 senedir "yurtdisinda"yim, omrum boyunca da burada yasayacakmisim gibi duruyor. Burada bir dolu Turk ile sohbet olusturdum, oyle veya boyle dostluklar kurdum. Cogunda bu "kendi sorunlarindan dolayi gurbeti suclama" hastaligini gozlemledim.
Bir de 30 senedir burada yasayip, Turkiye'de yilda en fazla 15 gun gecirip hala orada burada Turkiye'de olup bitenler hakkinda yorum yapan, kafa patlatan insanlar var. Sozlukte de yazmistim, sizi yasadiginiz yerin belediye baskaninin kahvaltida yedigi yumurta Turkiye'de olup bitenden cok daha fazla ilgilendiriyor. Ama gel de bunu adama anlat, hala derdi varsa yoksa RTE, Fazil Say... 30 senedir burada yasiyor, kutuphaneye bile uye olmamis ama facebook'ta Turkiye'yle ilgili her gruba uye masallah!
Yorum Gönder