Son 10 yılı baz alarak(Yarısını Türkiye’de yarısını Almanya’da
yaşadım) Türkiye ve Almanya’daki futbol medyası ve taraftarlık konusunu işleyen
bir yazı yazmam gerektiğini düşünürüm. Her ne kadar bu memleketteki taraftarlık
bağının benzeri olmayan eşsiz bir alaka olduğunu düşünsem dahi mevzu bahis konu
bilinçli tavır ve takımı yönlendirme söz konusu olduğunda aradaki fark çok
büyük. Futbol medyası ise Türk Futbolu’nu etkileyecek ölçüde “çok kötü”
olduğunu belirtmekte fayda var. (Daha sonra ayrıntılarıyla)
Ülkemizde transfer taraftarı söz konusu. Enteresandır yazın
transfer döneminde bu insanlar peydah olur. Ortalama bir futbol ülkesinde yaz aylarında eğer
iki büyük turnuvadan birisi yoksa futbolseverleri görmek çok mümkün olmaz iken
bizdeki en yüksek gazete satışı, forumların patlaması ve sosyal medyada futbol
konuşan insan sayısı bu mevsimde oluşur. Geçtiğimiz sezon bir Tuchel gelecekti
dedikodusu çıktı, yarebbi aramayan insan kalmadı beni. O nasıl heyecan, nasıl
bir ilgi merak. Blogda yıllar önce yazdığım yazıya günlük 30 bin insan
geliverdi bir an. En iyi zamanında bile bu ilgi oluşmamıştı. Bir futbolcunun
adı anılmaya görsün, bilmediğim bir sürü taraftar peydah oluveriyor bir anda.
Bu insanları sezon içerisinde göremiyoruz, yazın görevini yapıp yorumlarını ve
tepkilerini dile getirip ortadan kayboluyorlar. Nihayetinde taraftar en yüksek
tepki noktasında ses çıkarır ve transfer ancak bu insanların taraftarlığını
aktif ediyor. Aynı oyuncunun sezon içerisinde oynadığı futbola ilgisi çok
yoktur. Takımın hangi bölgesine transfer ihtiyacı olduğundan tutun da kadro
planlamasına kadar pek çok konuda düşünmek istemezler. Koşullar ne olursa olsun
yeni “yıldız” transfer şarttır. Bir açıdan hakları var ve kulüp yöneticiliğinde
her sezon en az “bir” yıldız oyuncuyu takımlar kadroya katmak zorundadır
diyebiliriz. Takım tüm kupaları toplasa dahi büyük takımlar bir yeni isimle
sezona girmesi gerekir taraftarları için. Lakin fazlası ve uygunsuz oluşu
takımınızı kötü etkiler, zarardır.
Galatasaray’da da yine böyle bir beklenti var. Oysa sarı
kırmızılıların sorunu son yıllarda yıldız yabancı konusunda doğru isimleri
takıma katması. Şöyle ki yıllar önce aldığınız ve her biri 3 milyon euro
garanti paraya oynayan yerli-yabancı yıldızlarınız duruyor. Zaten son 4 yılda 3
şampiyonluk iki kez de şampiyonlar ligi’nde üst tura çıkarmış kadro ister
istemez kendisini “başarı” nedeniyle korur. Bu da şişkinliğe sebebiyet verir.
Şampiyonluğun şöyle bir dezavantajı da vardır; Primler ve yükselen maaşlar.
Burak’lar, Melo’lar, Muslera’lar, Sneijder’lar’ın külfetli oluşlarına rağmen hepsi
maaşına zam yaptı.
Sneijder, Melo, Muslera, Burak, Selçuk. Hamit’i de ekleyin:
Ortalaması 3 milyon euro garanti para olan 6 futbolcu. Siz hesap edin: Pandev
ve Dzemailli 2.4milyon euro oynamadan “garanti para” aldı. Chedjou da bu sınıfa
ait. Umut’lar, Telles’ler, Olcan’lar, Semih’ler hepsi 1.5 milyon euronun üzerinde garanti para alıyor. Bayern’i bir kenara koyarsanız Almanlar
oyuncularına yüksek maaş vermez ama alıancak olan puan ve kazanılacak kupaya
göre devasa prim verirler. “Puan primi” diye bir şey orada yakında Türkiye’de
de olmasını beklediğim.
topladığınızda ortaya devasa bir yük çıkıyor. Galatasaray’ın
bu sezon bu yükü kaldırması başlı başına bir başarı hikayesidir. Daha gerçek
analiz ise şampiyonluklar ve Devler Ligi geliri bugün Galatasaray’ı ayakta tuttu.
Hikayenin sonu çok kötü bitebilirdi. Ünal Aysal başarısızlığı da burada. Bu
para borcu ve onun faizini düşürmek yerine yerinde saydırdı. Daha da önemli
olan tehlike UEFA’dan önümüzdeki yıllarda lisans almaya devam etmesi ve bu
henüz geçmiş değil.
Sabri’nin maaşı pek ala 200-300 bin euro daha aşağı
çekilebilirdi ve fakat hiç oynamayan Dzemaili, Pandev, Tarık’ların 2 milyona
yaklaşan garanti parasının yanında menajerlik ücreti dahil 20 yıllık
Galatasaray emekçisine 1.6 milyon verilmesi hataların en zararsız olanıdır. “Bilinçli
bir taraftar” olsaydı sezon başı Sabri’nin kadro dışı kalmasını protesto eder, bu
kararı gözden geçirtip kulübün yaklaşık 40 MİLYON LİRA zara uğramasının önüne
geçilirdi. (Tarık’lar, Veysel’ler, Salih Dursun’lar alınmazdı). üstelik hatırlatmakta fayda var, üst üste iki yenilgi sonrası Eboue'yi kesip Sabri'yi beke yerleştirip 4 maç üst üste galibiyet alarak ŞL'ne direkt giden teknik direktör de Roberto Mancini'ydi. Nihayetinde Sabri konusu ve
yanlış algı ilk cümleye götürür bizi: Bu ülkede futbol medyası çok kötü. En
iyilerinin dahi en iyi yaptığı iş yönetici eleştirisi. Bu yüzden futbol cahili
pek çok insan düzgün cümle
kurabildikleri ölçüde spor medyasında yer alabiliyorlar (Ben de bunlardan
birisiyim)
Hamza Hoca ile yaptığım röportajı okursanız eğer bu gibi
konularda gerekirse kendi kariyerini nasıl riske edeceğini ayrıntılı bir
şekilde görebilirsiniz.
Hamza Hoca demişken.. Röportaj yaptın ondan tutuyorsun
diyorlar.
Arkadaşım ben Bülent Korkmaz ile de röportaj yaptım.
Hakkında teknik adamlığına dair tek iyi bir kelamım oldu mu?(Gönderildiği
Kayseri Erciyes’te haksızlığa uğradığını düşündüm, tek olumlu düşünce bu) Fuat Çapa ile büyük hevesler duyarak röportaj
yaptım ve Hamza Hoca’dan iyi olmasın şahane bir karakter, cenazesi vardı ama
röportajı iptal etmedi, onca yolu tepti geldi. Peki geleceğine dair olumlu bir
şeyler söyledim mi? (Geleceği olur Fuat Hoca’nın ama bu ülkede değil). Üstelik
Rize maçında Hamza Hoca’yı koridorda görür görmez “Hocam beni hatırladınız mı,
röportaj yapmıştım sizinle dedim”.. “Hangi gazete.. ismin neydi?” dedi. Sonra
hatırladı elbette ve kısa süre bir muhabbet ettik. Hepsi de budur. Bir
hayran-teknik direktör ilişkisi kabaca.
Ben Hamza Hoca’ya Süper Lig’e çıktığı ilk maçın hemen
ardından yaptığı yorum sonrası deyim yerindeyse hayran kaldım ve takibe
başladım. Son dakika golüyle 1-0 kazandığı maç sonrası takımının kötü
oynadığını, böyle giderse ligde kalmalarının zor olduğunu belirten realist bir
açıklama ve rakibin hakkını teslim eden bir anlayış. Sonrası da uzun. Emre
Çolak’ın oynamasını “dikine pas “ ile açıklaması, Telles’in iyi olduğunu ve
fakat final paslarında sıkıntı olmasından dolayı çalışması gerekliliğinden
tutun da Sabri ısrarından Yasin iyileştirmesine kadar futbola dair konularda
yüzde 80 uyumlu olduğum bir teknik direktör. Bırakın tanışıklığı, iyi adam
olmasını. Futbolun teknik analiz kısmında en çok beğendiğim hocaların başında
gelir. Tek büyük eleştirim oyuncu değişikliği konusundaki tedirgin ruh haliydi,
onu da son maçlarda aştı.
Sevgili Galatasaraylılar.. Yukarıda tanışıklığımı ve
arkadaşlık seviyemi yazdıktan sonra (Bir hayranı olarak görür en fazla beni)
doğru anlaşılacağını düşünerek yazıyorum bunları: Hamza Hamzaoğlu Galatasaray
için bir şans olmakla beraber belki de her anlamda kutuplaşmış olan taraftarlarda
birlik sağlayacak tek insandır. YA da en büyük birliği ancak Hamza Hoca
başarır.
Neden? Madde madde yazayım..
1-Oynattığı futbol her zaman keyif verir zira topun
şişirilmesine karşı durur, geriden bütün risklere rağmen pasla çıkılması onun
sisteminin en çekici kılan kısmıdır. Lucescu-Terim zıtlığını bir bünyede
birleştirecek futbol keyfini size sunar. Puanları toplayabildiği gibi bunu seyir
zevki olacak şekilde yapmayı da başarır.
3-Ölüyü diriltir. Şenol Güneş’in farklı bir versiyonudur.
Teknik direktör becerisine sahiptir. Bilal Kısa onun eseridir Yasin gibi. 75 bin euroya mal edilen ve milyon euroya
satılan Niasse iyi bir örnektir. Bunun açıklaması oyuncuyu geliştirir, yoktan
yıldız yaratır. Güray ve Uğur Demirok keza aynı şekilde. Bu becerisini
Galatasaray’da sergilemesi kulübün ekonomisine çok ciddi katkı yapar. Yasin’i adam edip bir Podolski katkısını Yasin parasına
çıkartması gibi. Podolski gelse de Galatasaray en fazla iki kupayı alabilirdi
arkadaşım.
4- Çok iyi bir insan olmakla beraber disiplinli ve
ilkeli tavrı mevcut. Sürekli oynattığı
genç yetenek Anıl Taşdemir’den tek bir anda vazgeçtiği gibi Emre Çolak’ı da
kadro dışı bırakır. Herkese konumuna göre tavır alır.
5-Mütevazıdır. Fatih Terim gibi inanılmazları başarmasına rağmen
antipati toplayacak şekilde hareket etmez. Seversiniz yahu, ortadadır adamın
ruh hali.
6- Asla yerli-yabancı ayrımı yapmaz.
7- Dindarlar ayrı sever, herhangi bir dine inanmak
istemeyenler ise rahatsız olmaz. Bakış açısı evrensel olmakla beraber
fazlasıyla entelektüeldir. Röportajıma detaylı bir şekilde bakmanız yeterlidir.
Akhşisar'da konuşurken ona milli takım ve Galatasaray hedefinin olup
olmadığımı sorduğumda şöyle bir düşündü, durdu ve dedi ki:
“Ben bu oyunun kendisinden keyif alıyorum. Benim için Eyüpspor
da Akhisar da keyif açısından eşittir. Elbette büyük hedefleri olan takımları
çalıştırmak isterim ama her şeye rağmen değil. Bahsettiğim ilkeler
doğrultusunda yukarı çıkarsam kesinlikle milli takım ve Galatasaray’ı da
çalıştırmak isterim”
Ne güzel adammış ki bana söylediği iki hedefi de tutturdu.
Allah yolunu açık etsin.. Galatasaraylılar da yıldız transferi olarak Hamza
Hoca’ya baksın, futbolun tüm olumlu bileşenlerini içerisinde barındıran çok
karakterli ve becerikli bir insan var. Üstelik gram tepki sonrası beş kuruş
para almadan da çekip gidecek asalete de sahip..
Bana yönelttiğiniz eleştiriler için de iki kelam edeyim: Telefon listem teknik
direktör ve futbolcu açısından kabarık
ve fakat ben o insanları iş gereği olmadığı sürece asla aramam. Birileri beni arıyorsa ancak ben müdahil olurum. Öte yandan yarın yanlış taktik ve seçimi
nedeniyle de rahatlıkla Hamza Hoca’yı burada eleştireceğimi de göreceksiniz
zaten. Bunu da lütfen böyle bilin.
Dip Not: Kadro yapılanması hakkında fikrim nedir? Peki. Bana göre GS'ın sol bek, kenar forvet büyük transferi olamsı gerekir. Alternatif santrfor, defansif orta saha ve stoper de yedeklenmelidir. Güray Vural'ı ben transferin birinci ismi yapardım zira hem sol bek hem de sağ açıkta inanılmaz işleri yapan bir isim. Niasse da kenar forvet tiplesime iyi bir örnek ama beklentim sonradan girip katkı yapması şeklinde.
Dip Not: Kadro yapılanması hakkında fikrim nedir? Peki. Bana göre GS'ın sol bek, kenar forvet büyük transferi olamsı gerekir. Alternatif santrfor, defansif orta saha ve stoper de yedeklenmelidir. Güray Vural'ı ben transferin birinci ismi yapardım zira hem sol bek hem de sağ açıkta inanılmaz işleri yapan bir isim. Niasse da kenar forvet tiplesime iyi bir örnek ama beklentim sonradan girip katkı yapması şeklinde.
3 yorum:
Orhan Bey Merhaba. Hamza Hoca'ya o zamanki röportajda "Anıl Taşdemir'i neden kadro dışı bıraktınız?" sorusunu sormuştum. Okuyuculardan gelen sorular içinde yer vermiştiniz...
Transfer dönemi konusunda haklısınız. Hamza Hoca konusunda teknik anlamda şahsen biraz şüpheliyim halen. Bu yıl düşüncelerimi yönlendirecek...
Şahsen, bazen Galatasaray konusunda biraz taraflı yaklaştığınızı düşünürüm zaman zaman. Lakin bu sizi okumama-takip etmeme bir engel değil. Mütemadiyen aynı şeyleri düşünmek pek sıkıcı olurdu. Çaykur Rizespor'daki görevinizi buradan öğrendim ve sizin adınıza sevindim. Umarım iyi bir tecrübe olmuştur sizin adınıza da...
Benim değinmek istediğim husus: Bu "transfer dönemi taraftarlığı"nın altyapısı. Bu konu üzerine düşünüp-yazarsanız bir ara, beyin-açıcı olur. Emre Kongar'ın "ABD'nin Siyasal İslam'la Dansı" kitabının başında yaptığı Türkiye analizini bir ara ayaküstü de olsa okumanız güzel olur. Türkiye'de aslında hep dillendirildiği gibi ABD emperyalizminin değil, Arap emperyalizminin hüküm sürdüğünü kısaca ve güzelce anlatır. Belki işe bu açıdan bakmak da bu altyapıyı anlamaya çalışmanın bir basamağı olur.
Sabri'nin kadro dışı bırakılması ile Tarık, Veysel ve Salih Dursun'un alınmasının alakası yoktur. Tarık hariç diğer ikisi bir önceki sezon geldiler. Yanlış transferler -ki yabancı kısıtlamasında mecbursun birilerini almaya- bir başka yanlışa göz yummamıza sebep olamaz. sui misal, misal olmaz. Hamza son 6 maçta gol yenmemesini taktik başarı zannediyorsa yanılıyor. Senin defansın her maç en az 3 gol yedi. Ağlarda görmedin topu çünkü Muslera çok büyük oynadı.
Yazdıklarınız gerçekten değerli. Peki Hamzaoğlu'nun Sneijder ile ilgili tv yorumculuğu sırasında sarfettiği cümleler için ne düşünüyorsunuz? Bende yabancı karşıtı "tipik türk futbol adamı" intibaını uyandırmıştı çünkü
Yorum Gönder