-Arkadaş ben muazzam övgülerle donatılmış bir Kevin yazısı yazmadım ki? Yazı iki saat içerisinde neredeyse on bine vuracaktı. Çok iyi futbolcu değil, çok şeyi ortalamanın üzerinde yapıp da koşan, basan, hırslı bir oyuncu. Galatasaray'ın ihtiyacı olan bir oyuncu, hepsi bu. Yazılan ile algılanan arasındaki mesafe çok.
-Neden gönderildi? En çok bu sorulmaya devam ediyor. Sistem aslında değişti. Koşu mesafeleri düşürüldü, sprint sayısı maç başına 40 adet geriledi. Gegenpressing abartıldı ve Tuchel daha çok Guardiola'nın yolundan yürüyor. Grosskreutz ve Kuba gibi orta sahadan kapılan topla yapılan birbiri ardına hızlı hücumlara artık gerek yok. Daha çok akıl, yaratıcılık ve teknik ön planda. 118 değil 112 km. 240 sprint değil 200. Geriden hızlı hücum değil, önde sürekli baskının ürettiği hücumlar artık geçerli. Bu da oyuncu tipolojisinin değişimi olunca..
-Hiç unutmam buraya geldiğim 11 Eylül 2011 tarihini. Elimde hiçbir şey yok Hayallerim, umutlarım, hayalkırıklıklarım, enerjim, hırsım ne varsa küçük bir valize tıkıştırıp İstanbul'daki otel odasındaki masada öylece duruyordum. Bir çay söyledim. Masanın üzerinde cam vardı ki ince belli o çay başka duruyordu camın üzerine ve şöyle demiştim: Belki de sadece bunun için geldim ben buraya..
-Geldim. İşim futbol olsun istedim. Bahanem buydu. İnternette blog ve dijital dergi derken gazeteler, radyo, televizyon, dergi ve kulüpte çalışmaya kadar istisnasız futbolun her köşesinde çalıştım. Belki de ilk defa bir şeyi istedim ve yaptım bu hayatta. Aklınızda bulunsun, bunu da kimseyi dinlemeyerek gerçekleştirdim. Yalnız son dönemde artık başım döndü. Altı ay önce arayana "Manşetlerde Spor" programının editörüyüm diyordum. 4 ay önce arana ise "Rizespor'da analistim" cevabını veriyordum. Şimdi ise çok başka şeyler.. Biraz daha çalışıp kendi ekibimi kurarak çok başka bir proje gerçekleştirmek istiyorum. Sadece zaman..
-Almanya'dan Türkiye'ye geldiğim günün sabahında otelde hiç beklemediğim bir telefon geldi. TRT Spor'un Almanya'dan Futbol programının yorumcusu kulüpte çalıştığı için (Samsunspor'da Petkovic'in yardımcısı) programa son vermek durumunda kalmış ve beni "geçici yorumcu" olarak istemişlerdi. 3 program yaptık sevgili Hünkar Mutlu kardeşimle. Gel gör ki Mustafa Doğan'ı sonra getirdiler. İsmimiz yoktu, onun vardı. Oysa o geldiğim gün bu memlekette Bundesliga'yı benden daha iyi yorumlayacak tek bir insan yoktu. bakın bugün Eurosport kanalında Alman ligi maçlarını yorumluyorum ama aynı iddialı cümleyi kurmam. O geldiğim günün öncesinde geçirilen 5 yıl boyunca neredeyse güne üç içerik düşecek şekilde Bundesliga üzerine yazı yazdım, her şehrindeki tribünlere misafir oldum, kafa patlattım. Son programda tahminleri aldılar ve ben 9'da 9 yapmıştım. Keyfini yaşayamadık diğer programda. Belki 8 yıl yurt dışında yaşamış olmanın verdiği bir Türkçe sorunu söz konusuydu ama halledilemeyecek şeyler değildi. Aslında o gün memleket bana "Hoşgeldin" dedi. O gün çok üzülmüştüm ama bugün baktığım zaman memlekette ola gelen haksızlıklar sonrası bu da bir şey mi diyorum.. Hatta o kadar komik geliyor ki.. bu ne ki? ama işte o dönemin memlekete yabancılığı ya da naifliği de başkaydı. Üzülüyordun böyle şeylere çocuk gibi.
-Birbirlerinden farklı çok fazla futbol işi yaptığımı söylemiştim. Bunlardan ikisi başka. Rizespor'da "analist" olmak ve bugün hala devam eden Eurosport'ta Bundesliga yorumculuğu. Maddiyatın en ufak bir değer taşımadığı işlerdi. İkisinde de farklı duygular var. Sanki ben maç analisti olmak için geldim buraya hissini yaşadım çalıştığım zaman. Yıllarca üzerinde durduğumuz şey başka geliyordu, öğrenme aşamasındaydım aslında. Şehir kötü ve koşulları benim için zor olsa dahi.. Bir umudum var yine. Belki ileride bir "İSTANBUL takımı" olursa hiç düşünmeden içeriye girerim. (İş başvurusu yaptım) İkincisi ise Bundesliga.. "Benim ligin lan bu" diyorsun. Hiçbir oyuncu yabancı değil, hiçbir ayrıntı senin için detay bile değil, son 8 yılın özeti gibi. Bugün yine farklı işlerde devam ederken Bundesliga'ya dair yorumculuk yaparken başka bir keyif alıyorum.
-4 yılda 5 farklı evde kaldım. 5 kez taşındım. Artık kendime bir ev alasıya kadar başka bir yere taşınmak istemiyorum ve sanırım Anadolu yakasının keyfini de geç de olsa keşfettim.
-Yaş aldık. Yaşlandık.
-Fitbol dergisini çıkardık. Candaş Tolga Işık'ın projesi. Bu ismi ben tanımıyordum telefon gelesiye kadar. Böyle bir çevresi olan adam görmedim desem.. Ben o kadar adamı tanımam tanısam yazı yazdıramam. Editöryal işleri yaptım, 12-13 sayfa hazırladım. Slogan ve yazar kadrosunun çelişkisi adına çok eleştiri alsa da içeriğini okuyanlar büyük oranda beğendiler. Türkiye Futbol Dünyası'nın aynası oldu ilk sayı aslında. Enteresan gelecektir ama en çok beğendiğim yazı Serhat Ulueren'in yazdığı oldu. "Bir gün Güntekin geldi servise.. Hepinizi kurtardım" dediğini ve bahisin başladığını anlatıyor. Akabinde serviste çalışanların bahis sonucu evliliklerinin yıkıldığından.. O yazı aynı zamanda Serhat Ulueren'i de anlatıyor. Türkiye'de yayıncılık anlayışı, insana verilen değer ve çok şeyi. İkinci sayıya başladık ve ben iki sayılık bir anlaşma yaptım. Sonrasına bakacağız.
-Pazar akşamı "tükenmişlik" sendromuna girdiğimi düşündüm. O kadar çok maç izledim, yorumladım ve üzerine çalıştım ki.. Milli maç arası ilaç gibi geldi derken Grosskreutz transferi.. Ben sadece artık soru sorulmasın diye bu yazıyı yazdım. Şu an yine mesaj olarak bu yazının linkini yazar arkadaşıma atıyorum mesela.. Yine bana Grosskreutz'u hiç tanımayanlar enteresan geliyor. İsim vermeyeceğim ama adam spor müdürü. Sorulan oyuncu da Dortmund'un ortalığı kasıp kavurup Şampiyonlar Ligi finali oynadığı kadrosundan bir oyuncu. Yabancının serbest kaldığı, liglerin birbirlerinin içerisine girdiği bu yeni futbol dünyasında Avrupa'ya hala bu kadar uzak kalmalarını anlamak mümkün değil.
-Twitter'da X hakkında konuşuyorum. Soru geliyor: X hangi kulübe gitti? Ya sabır diyorum. Lan aç gugıla bak bana sorup cevap bekleyeceğine. Ben senin arama motorun muyum? Siri miyim lan ben? Oblomovlar dünyası yemin ediyorum..
-İstanbul'u seviyorum.
-İnsanları sevmiyorum.
...Daha doğrusu insanlarla olduğundan daha farklı bir şekilde görüp iletişime geçmeyi.. Bir gün bu dil çözülecek, o zaman keyif alacağım belki. Şimdilik samimiyetsiz ve fazlasıyla karakteri tahrip eden yavşaklıkta sürüyor ilişkilerin pek çoğu.. Acı cekiyorum iletişimlerde. Bu söz buraya uygun kaçmayacak belki ama eksiliyorum kendimden iletiştikçe. Çünkü içimden sövüyorum, dışımdan gülüyorum sizin gibi. Zaten kendimi de çok sevdiğimi söyleyemem. Düşündüğüm kadar cesur değilmişim. Tanıyıp da sevemediğim insanlar grubunda gördüğüm tüm saçmalıkların bizzat kendimde de var olduğunun farkına vardığımda bıraktım ben isyan etmeyi. Yine de değiştirmeyi düşünüyorum ve bunu da yazarak başaracağıma inanıyorum.
-Bak işte şu karikatür. Bunu çizen adamın kafasını seviyorum. Kafka'nın o kitabından "Böcek oluyordu ama anası üzülmüyordu" ayrıntısına takılan kafa yapısı başlı başına muhabbet sebebidir. Çevremde maalesef çok az var..
-Yapmış olduğum için kendimi iyi hissetmediğim çok şey var. Düşünmüş olduğum için kendime kızdığım.. Bunları da yazmak isterdim ama üçüncü şahıslara zarar verme duygusu nedeniyle es geçiyorum. Ne iyi geliyor bana biliyor musunuz? Dostoyevski'nin "Yeraltından notlar" kitabı. Tekrardan elime aldım. Yıllar yıllar önce kendime başka bir dünya kurup yine kendimi muhteşem bir şekilde kandırdığım zamanda "Tutunamayanlar" ile kendime gelmiş, kendimi tanımama izin vermiştim. Benzer bir etkiyi bugün de Yeraltından Notlar ile.. İki kitabın da ortak paydası kişinin kendisiyle samimi bir ilişki kurmasına yol açacak etkiyi vermesidir. İnsanoğlunun kendisini sevmesi gerekir ama bunun için öncelikle tanıması. Manipüle etmeden kendine doğru bir bakış atması.
-Yazmanın kurtuluş olduğunu düşünüyorum. Yazarak farkındalığı arttırmak bir yana kendi üzerimde düşünerek daha eleştirel bakıp daha doğru işler yapmak istiyorum. Yazarak kurtulmak istiyorum. Sanki arkadaş yazınca günah çıkarıyorsun. Yazınca hayallerin için ilk adımı atmış oluyorsun. Yazınca kurtuluyorsun. arınıyorsun. Oysa duruyor her şey orada. Yine sen tiksindiğin adama gülerek "merhaba" dedin, asla yapmam dediğin şeyi yaptın. Ne garip..
15 yorum:
Aramıza hoş geldiniz. Son 5 yıldır her halde sadece bog yazarlarını okumaktayım. Yorum yapmıyorum zaten yapan gereginden fazla kişi var. Yazınız beni hem gülümsetti hemde hüzünlendirdi. Merak etmeyin bu ülkede yanlız değilsiniz.
Sanki o dönemden kalan her insan başka geliyor bana da. Yalnız değiliz, birleşmemiz de gerekmiyor belki ama birbirimize ara sıra değmek gerekir, "buradayız" diye fısıldamak.
Buradayız Orhan Uluca, takipteyiz ve keyif alıyoruz. Blogun adından tut, yazdığın hemen her postun hemen her cümlesine katıldığım için yorum yazma gereği duymuyordum lakin, bazen de ihtiyaç oluyor(muş) demek.
Muhabbet belki açar belki açmaz lakin 2 bira ve beraber izlenecek misal bir premier lig maçı güzel olmaz mı?
34 yaşındayım, futbol izlemeyi 10 sene önce bıraktım, şampiyonlar liginde güzel bir maç olursa, denk gelirsem ve bedavaysa izliyorum.
senin yazılarını 2 senedir okuyorum. bilmiyorum neden ama sanırım sevdiği şeyle meşgul olan birini izlemek iyi geliyor.
kolay gelsin.
Valla 20 yila yakin oldu, dunya turundayim.. Gezdim yasadim Uzak dogusunda, Avrupasinda simdi de Amerika'nin kuzeyinde.. Gordum rengarenk hayatlar, irklar, mutluluklar ve acilar.. Her yil geldim, gerek is gerek tatil, gerek akraba ziyareti.. Bu yilki kadar (2015 yazi) ulkenin copluge donustugu, insanlarin bozuldugu, hic bir iliskinin bile olmadigi bir ulke.. Hersey yalan.. Hersey cikar icin ve hepsi ayni copun icinde yuvarlaniyor..
Futbol bu ulkenin en son derdi ama, insanlar kisiliklerini sadece takimlariyla yuceltme derdinde ve de siyasilesmekten uzaklastirilmis genclik ya facebook a yada futbola bagladi kendini.,
Ulke bitmis gencler.. Umidim yok!
Futbol oynandigini mi saniyorsunuz? Yakinda bollywood gibi kendi stilini olusturup tum dunyadan kopacagiz!
Coplukte tepismeye devam..
Ekibimi kurarak yeni bir proje demişsin Orhan Uluca, bu ekibe katılmak, olmasa dahi dışarıdan amatör olarak destek vermek isterim.
Levent Doğut: Bu proje aşamasında ve en az bir yılı var. Bir ekiple pek çok proje. Tamamen profesyonel ve tam zamanlı. Umuyorum ki herkesin katılım sağlayıp karşılığını alacak seviyede gerçekleştirirsek neden olmasın? Vakti geldiğinde yeniden konuşacağız, anlatacağız burada.
yaklasik 5 yildan beri guney korede yasiyorum ve surekli bloguna girip yeni bir yazi eklemismisin diye bakiyorum(belki whos.amung.us tan fark etmissindir).daha once hic yorum yazmamistim yukarda firat a yazdigin cevap bu yorumu yazmama neden oldu.
Yorum yazmama hususunu arkadaslar guzel ozetlemis. Keyifle takip ediyoruz. Buradayiz Orhan Uluca.
tebrikler dostum...biz her zaman buradayız ve sen yazdıkça burada olacağız. :)
Vallahi, içinde Orhan Uluca var diye gidip bu Fitbol dergisinden bir tane aldım ve Orhan Uluca methetmiş diye evvela Serhat Ulueren'in yazısını okudum. Herhalde bu methiyeyi ben yanlış anlamış olmalıyım, zira hayatımda böyle acayip (fazla ileri gitmemek için "acayip" deyip geçiyorum) bir yazı pek az okumuşumdur. Üç gün önce beş kurşunla yaralanmış adamı, hastanedeki yatağından canlı yayına bağlanmadı diye ayıplamak ayrı bir garabet, aynı adamı "elimde ne ses kayıtları var" diyerek alenen tehdit etmek ayrı...
Mehmet Reşit: tam da bu yüzden okunmalı dedim. Anlattığı iyi demedim, yazı okunmalı dedim. Tam da anladığım gibi yazı. Adam ben böyleyim diyor, memleketin de içeriği bu.
Evet, ben doğru anlamamışım. Teşekkür ederim. Bu açıdan bakınca, yazının derginin içeriğinde oturduğu yer bana da daha anlamlı geldi.
Benzer dönemden bende geçiyorum.Yaşamım giderek Zeki Demirkubuz filmlerine benziyor.İş arkadaşlarının banelliği,insanların saçma rutinleri,akılcı davranılmaması,iki yüzlülük gibi sorunlar gençlik evresinden çıktıktan sonra çokça karşılaştığım durumlar oldu.Her şeye rağmen yaşamaya ve umut beslemeye çalışıyoruz ama bu ülkede her şeyin çok daha zor olduğunu düşünüyorum.
Yorum Gönder