1951 doğumlu Nedim Gürsel ile benzerliklerimiz bir hayli
fazla. Antep’te doğmuş olsa da benim memleketim olan Balıkesir 6 Eylül İlkokul’unda okudu. Bu yüzden romanlarında hep bir
Balıkesir ayrıntısı olur; Şeytan, Melek ve Komünist’de de olduğu gibi.
Galatasaray Lisesi mezunu ve bu da yatılı okul geçmişi konusunda yine
benzeşmemizi sağlıyor. Balıkesir gibi yurt odaları ayrıntıları da romanlarına bir
yerden mutlaka sızıyor. Teoloji konusunda agnostisizmi benimsemiş, yine benim
gibi. Bundan sonra memleketi terk etme
ortak paydasında yine buluşuyoruz ama o Fransa’ya gidiyor ben Almanya’ya. Ben doğduğumda o yeniden ülkeye geri dönüyor
ama onu 12 Eylül karşılayınca tekrardan Fransa’ya gidiyor bana günden güne
otoriter tutumunu arttıran AKP güzelliği “merhaba” deyince ben kalıyorum ya da
kim bilir, belki ben de geri döneceğim Almanya’ya?
Nihayetinde bu kitabında da komünizme ulaşma yolunda
devletlerin geçiş aşaması içerisinde birbirlerinden farklı şekilde pratize
ettikleri komünizme gidiş yoluna eleştirel bakışta da benzeşiyoruz. Kitabın içerisinde yer alan bütünden ayrı bir şekilde işlenmiş eleştirilern hepsini kabul etmiyorum elbette ama genel
anlamda karanlık çağın içerisinde nasıl ki filozoflar kilisenin genel görüşüne uygun, sınırlandırılmış alanda düşünce üretmekle yükümlüydülerse soğuk savaş yıllarında komünist
devletlerin yazar çizerlerine de bu açıdan gereğinden fazla ajitasyon üreticisi olarak bakıldığı, özgürlüklerine ket vurulduğu sır değil. Diyeceksiniz ki “iyiliğe,
güzelliğe götürür, büyük amaca hizmet”
ve fakat görecesiniz ki 1200’lü yıllarda kilisenin de kendine has
güzellik ve iyilik amaçları söz konusuydu. Aslında bu tek taraflı bir sistem eleştirisi de değil, yüzyılın özetiydi. "Yirminci yüzyıl ne çok şey bekledi yazarlarında, şairlerinden, her biri aynı telden çalan düşünürlerinden. Hem kitap yazacak, türkü çağıracak, yol gösterip halkı aydınlatacaklar, hem de ruhların mühendisliğine soyunarak yeni bir düzen kruacaklardı.”
Belki rahatsız edici tek nokta büyük bir sırrı açığa çıkarırcasına bu basit gerçeğe çok fazla sayfa ayırması. Devam edersek eğer..
Belki rahatsız edici tek nokta büyük bir sırrı açığa çıkarırcasına bu basit gerçeğe çok fazla sayfa ayırması. Devam edersek eğer..
Nedir Gürsel ile memleket öncesi benzer hayalleri kurmuşuz belki ama o bunları bir bir gerçekleştirirken ben çok başka yolculuklara doğru yol aldım. Misal yazar Saint Petersburg’da Puşkin’in,
Dosteoyevski’nin peşine düşüyor, Charles Baudelaire’in arkasından
Brüksel’e gidiyor. Ben ise Frankfurt maçı için Nürnberg’e, Hertha ile Galatasaray maçı için Berlin’e,
Gladbach maçı için Hoffenheim’a diye
giden başka keyifler için geziyorum. Ankara’da sıklıkla kesin gideceğim dediğim Trier’a ise adımımı
atmıyorum, annemlere çok yakın olan
Bayreuth’a ise sadece gezmek için gidiyorum Niçe’ye selam çakmak yerine. Belki o bu yüzden yazar, ben değilim.
Sarbonne’da karşılaştırmalı edebiyat alanında tezini Louis
Aragon ile Nazım Hikmet üzerine yazıyor. İşte Nazım’a yakından bakış burada
başlıyor ve bu romanın bence yazılma amacı da yıllardır çeşitli alanlarda
sıklıkla işlenmiş komünist rejimlerin özgürlük konusunda yaşadığı sıkıntılar
değil de sanki Nazım Hikmet’e yakından bakınca keşfettiği ama dilinin söylemeye
varmadığı ayrıntıları roman üzerinden işlemek olmuş gibi.
Bu romanı siyasal içeriği nedeniyle alıp okumanızı önermem
zira ideal olmaktan uzak karakterlerin özgürlük konusunda yetersiz kaldığı aşikar
olan sosyalist devletlerin zorbalığı eleştirisi çok oturmuyor. Lakin Nazım Hikmet’in yaşamına farklı bir
pencereden bakıp Berlin’in soğuk gecelerinde yaşanmış aşkı da karıştırarak
güzel bir roman okumak isterseniz kesinlikle tavsiye olunur.
Nazım Hikmet'in Yahya Kemal'e olan kızgınlığının içerisinde annesine olan ilişkinin içerisinden tutun da 7 yıldır yanında kaldığı ve adına tek satır şiir yazılmayan sevgilisi, doktoru Galina'nın dramına ve hatta memlekette bıraktığı eşi ve çocuğunun acısına eşcinsel bir karakterin raporları üzerinden çok iyi dokunuyor. Üzerine isterseniz Can Dündar'ın belgeselini de izerseniz eğer dönemin kahramanlarını canlı canlı görmek tam anlamıyla keyfinize keyif katacaktır ama önce roman sonra belgesel..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder