19 Ocak 2013

Bülent Korkmaz Röportajı


Teknik direktörlerle röportaj yapma fikri çok uzun zamandır kafamda vardı. Gerçekleştiriyoruz bir şekilde.. Bu dördüncüsü. Süper Lig takımlarının bütün teknik direktörlerine ulaşabilirsem eğer kitaplaştırma projesi de var. Zira pek çok önemli ayrıntı aslında perde arkasında yaşanıyor.

Bülent Korkmaz bir Galatasaray efsanesi. Bana göre eşi benzeri olmayan bir kariyere sahip. Sadece Galatasaray'dan oluşan bir hayat. Ülkenin en fazla kupa kaldrıma sevincini yaşayan insanı. Üstelik çok çalışkan. Tam da bu yüzden teknik adam performansını fazlasıyla eleştirdiğim Bülent Korkmaz'ın bir süre sonra mutlaka istediğini elde edeceğini düşünüyorum eğer ki enerjisini doğru yere kanalize ederse.. Eksikleri, gedikleri olsa da çalışarak er ya da geç bunu kapatabilecek konumda.

Röportaja gelirsek eğer..  İstediğim gibi olmadı zira zaman problemi oldu. Ben hocaya en az iki saate ihtiyacım oldu ama yoğunluktan dolayı bana en fazla bir saat ayırabildi ama işin kötüsü ben henüz Galatasaray'daki teknik direktörlük bölümüne geçmediğim anda bunu öğrenmem oldu. "son soruları alayım" dediğinde henüz benim için röportaj başlamamıştı bile. geride kalan kısmı hızı bir şekilde soru cevap olarak geçiştirdik.. buna rağmen zorladım, üzerine gittim ve burada daha önceden bahsettiğim fotoğraf hakkında da bilgi almış oldum. İlk defa da bu röportajda yayınlıyorum. Bülent Korkmaz röportajı biraz da benim kişisel olarak merak ettiğim soruların cevapları üzerine oldu. Vakit yetersizliğinden de bir kaç ayrıntı konuşulamadı..

Daha başka detaylar da başka zamana kalsın. Şunu da söyleyeyim: Bundan sonraki zaman diliminde röportajların bir bölümü videolu olacaktır.  Miliyet'in internet sitesi ile ortak bir proje şeklinde yürütülecek..


Size saha içi karakterinizden dolayı Cesur dediklerini düşünüyordum ama bunun lakap değil de sizin gerçek isminiz olduğunu öğrendiğimde şaşırmıştım çok. Ancak bu kadar isim-karakter benzerliği olur demiştim, nedir bu işin doğrusu?

Benim ilkokul diplomamda ismim Cesur diye geçer. İşin doğrusu şudur;  Amcam bana “Cesur”  Babam ise Bülent Ecevit hayranlığından dolayı “Bülent” ismini koydu.  Çevremdeki insanlar, akrabalar ve herkes beni “Cesur” diye çağırırlardı. Galatasaray’daki lisans işlemleri esnasında doğum tarihindeki aksaklık nedeniyle kimliğin değişmesi gerekiyordu. Kütük Malatya’da.. Kimlik Malatya’ya Cesur  olarak gitti Bülent olarak geldi. Tüm bu işlemler iki ay sürmüştü. Bir daha düzeltmek için göndersem iki ay daha bekleyecektim. Dolayısıyla Cesur işte o dönem Bülent oldu ve kimlikte öyle kaldı ama  annem, babam beni  bugün dahi “Cesur” olarak çağırırlar..

“Florya Topraktı, O Cesur..” Hakkınızda yazılmış benim okuduğum en güzel yazı buydu. Bülent Timurlenk zamanında Galatasaray dergisi için kaleme almıştı.  Bu yazıyı okudunuz sanırım..

Evet okumuştum.  Bülent yazmıştı ve evet çok güzel bir yazıydı.

O yazıda eskiden orta saha oynayıp gol kralı olduğunuzu okuyunca uzunca zaman sizi izlemiş bir insan olarak oldukça şaşırdım doğrusu.

Benim çocukluğum Edirnekapı’da geçti. Orada turnuvalar olduğunda orta saha oynuyordum. Takımın en hızlı ve en golcü futbolcusu bendim. Zaten Galatasaray’a da orta saha oyuncusu olarak başladım.  Altyapı hocam Ahmet Keskinkılıç beni orta sahadan savunmaya çekti. “Sen hızlısın, burada daha verimli olursun” dedi ve ne kadar doğru bir tespit olduğunu da bugün daha iyi anlıyorum

Yanlışsa düzeltin lütfen, ilk transfer teklifinizi Almanya’daki bir turnuvada Bayer Leverkusen’den almıştınız?

Türkiye’de o dönem kulüp olarak ilk defa Galatasaray altyapı takımını ülke dışındaki bir turnuvaya göndermişti. Otobüsle 35 saat süren çok keyifli bir yolculuktu, unutmam hiç. O turnuva sonrasında Leverkusen beni istemişti.  İlk teklif oradan geldi.

Avrupa Kupaları’nda en fazla forma giyen futbolcusunuz. İlk teklif Avrupa’dan ve ilk çıkış da aslında Avrupa maçlarında başladı. Mustafa Denizli neye güvenerek bu riski aldı?

O Sezonun başında TSYD Kupası’nda Beşiktaş’a karşı oynadığımızda Ferdinand’ı tutmuş ve başarılı olmuştum. Daha sonra buna benzer Avrupalı forvetlere karşı bir iki başarılı deneyimim daha olunca Mustafa Denizli bu performanslara bakarak bu riski aldı. Sürpriz bir karar olmasına rağmen belirli kriterleri göz önünde bulundurup gözlem yaparak verilmiş isabetli bir seçim oldu.

Özellikle Fofana’yı tutma konusunda başarınız inanılmazdı. Ben o maçı radyodan dinledim, heyecandan ölüyordum ama siz o yaşta Türkiye halkının izlerken dahi kaldıramadığı bir baskının içerisindeydiniz.  Bu baskıyı kaldırmak zor gelmedi mi?

Aslında o kadar da değildi neden biliyor musun? Çünkü o dönem adam adama markaj vardı ve bugünkü gibi tandem oynamıyordu takım. Hem adamı hem alanı savunmak, pozisyon almak gibi zor olan ayrıntılar yoktu. Doksan dakika boyunca sahada tek bir adamdan sorumluyduk sadece.

Fatih Terim döneminde liberolu sistemden dörtlü defansa  adam adama markajdan alana geçiş yaptınız. Az önce anlattığınıza göre yorumlamak gerekirse eğer bu değişim oldukça sancılı olsa gerek.

Biz dörtlü defansa Fatih Terim’in döneminin ortalarında geçiş yaptık.  Çok zor bir dönemdi. Sürekli çalışmak, tekrar yapmak gerekiyordu. Bir ara hoca vazgeçer gibi oldu ama sonra devam etti ve bu ısrarında da zaman hocanın ne kadar haklı olduğunu gösterdi. Başarıyı getiren faktörlerden birisidir. Dünya futbolunda adam adama artık kalkıyordu ve biz bunu öğrenmek durumundaydık.  Daha ekonomik, savunma daha az açık veriyordu bu şekilde ama bu elbette kolay değildi. Bu zorluk sizin öğrenmenize kalmış ve sıkı çalışmayla doğrudan bağlantılıdır başarı oranı. Türkiye’de baktığınız zaman bütün takımlar tandem oynuyor ama doğru şekilde değil. İBB dâhil her gittiğim takımda bu sıkıntıyı yaşadım. Onu öğretmek dahi incelik ister. Kolay bir iş değil, sürekli analiz ve tekrar istiyor. Alan ve adam savunması takım savunmasında bugün çok çok önemli.

Genel olarak sizin teknik direktörlüğünüzün analizinde savunma başarısı öne çıkıyor, hücum konusunda eksikliklerden bahsediliyor. Belki de bu ayrıntı ve çalışma savunmada fark yaratmış olabilir misiniz?

Ben bu fikre çok katılmıyorum her şeyden önce. Oynayacağınız oyunun niteliği elinizde bulundurduğunuz oyuncu kadrosuna bağlıdır ve teknik direktör oyunun her alanında yetkin olmalıdır.  Ama şunu savunuyorum: Takım savunmasını yapan her zaman kazanır. Basketbolda da bu böyledir, futbolda da. Takım sporlarında önceliğim budur ve elbette geliştirmemiz gereken yönlerimizin içerisinde hücum organizasyonlarının sıklığı da olabilir, saygı duymak gerekir kamuoyunda böyle bir algı varsa eğer..

Popescu’nun o dönemki varlığı işinizi kolaylaştırmış olabilir mi? Daha doğrusu Rumen oyuncunun sizin üzerinizdeki etkisi ne oldu?

Özellikle bu geçiş döneminde daha önceden tandem oynamış olmasının bize faydası çok oldu. O biliyordu, biz çalışarak öğreniyorduk. Büyük takımdan geliyordu ve diğer konularda da etkisine gelirsek profesyonelliği de biz ondan öğreniyorduk. Bizim altyapı hocalarımız fazlasıyla özverili, fedakâr ve çalışkandılar ama bilgi ve eğitim konusunda yetersizdiler. Biz onlardan özverili olmayı, kendini takıma adamayı öğrendik ama Popescu gibi yabancılardan da profesyonelliği öğrendik dersek çok da yanlış olmaz sanırım.

Bunun dışında belki de efsaneleşme sürecinize en büyük katkı da sanrım Popescu’dan geldi. Zira iki gün önce FourFourTwo dergisinde yayımlanan Popescu röportajında şu cümleler geçiyordu:  “1998-99 sezonunda Bülent ilk yarı boyunca yanlış hatırlamıyorsam forma giymemişti hiç.  Takımdan ayrılması söz konusuydu ama ben Fatih hocadan Bülent’i tekrar oynatması için ricada bulundum.  Fatih Terim’in en iyi özelliklerinden birisi futbolcularını dinlemesidir. O günden itibaren Bülent’le beraber oynamaya başladık ve iyi bir ikili olduk” Siz neden sürekli bir gidip bir geliyordunuz o dönem ?


Onu bana değil hocaya soracaksın.  Sorun benden kaynaklanmıyordu. Ben profesyonel bir oyuncuydum. Hep çalışıyordum. UEFA kupası sürecinin başında takımın kampına davet edilmemiştim zira kontrat imzalamamıştım.  Tek başıma çalışıp kendimi hazır tuttum. Belki de “sorunsuz” bir futbolcu olduğum içindir. Sorun çıkaran bir oyuncu olsaydım belki daha rahat oynayabilirdim.  Bir şey diyemiyorum ve ben hiçbir zaman “neden beni oynatmıyorsunuz” diye de sormam. Popescu’nun bu tavrı ise gurur verici çünkü o çok büyük oyuncuydu. Büyük takımlarda oynamış, Barça’da kaptan olup gelmişti ve bana inanmış demek ki.   İkimiz saha içerisine birbirimizi tamamlıyorduk. Ben onun kademesine girerdim ama o benim kademe girebilecek konumda değildi. Diğer açıdan ben de onun gibi oyun kuramazdım, topu onun kadar iyi bir şekilde kullanamazdım.  İyi bir ikili olduk. Buradan da ona teşekkür ediyorum bir daha..

Galatasaray’da 18 yıl aralıksız bir şekilde forma giydiğiniz ve bunun 16 yıllında ligde en az 20 toplamda da 30 resmi müsabakada ara vermeden maçlara çıktınız. Bir Galatasaray efsanesi olarak futbolculuğunuza dair benim size tek bir eleştirim var.  Hakemlere itiraz konusunu abartmıyor musunuz? Bunu düzeltmek adına bir girişiminiz oldu mu? TV’den kendinizi izlediğinizde sizi de bu saha içi tavırlarınız rahatsız etmiyor muydu?

Doğru. Çok doğru. Ama oyuncunun bir karakteri var ve bunu değiştirmek sandığınızdan çok daha zordur. Temeli yine altyapıdaki eğitime dayanır. En azından o dönemde bir değişim isteği ya da mecburiyeti hissettirilseydi belki o zaman üzerinde durarak iyileştirme çabalarım sonuç verirdi.  O dönemde bu yanlışın üzeri daha kolay çizilebilirdi ama bir yaştan sonra isteseniz de olmuyordu. Ama bu biraz da hakemlerle de ilgili bir durum. Bugünkü hakemler bu tarz yaklaşımlara izin vermiyor. Dikkat ederseniz Türkiye ve Avrupa maçlarında benim hakemlere tavrımın farklı olduğunu görürsünüz.  Bu biraz da hakemleri baskı altına almakla da ilgiliydi sanırım.  Hakemlerle kurulmuş karşılıklı iletişimin de bir yansımasıdır.  Onlar nasıl hareket ediyorsa siz de ona göre.  Biz altyapılarda iyi eğitim almadık ve bunun pek çok sonucundan birisi de budur.  Kesinlikle katılıyorum, eksi yönlerimden birisidir bu. Lakin ben sert diyalog kurardım ama hakemlere elimden geldiğince saygısızlık etmemeye de özen gösterirdim.

Yine bu uzun süren futbolculuk geçmişinizden dolayı tecrübelerinizden faydalanmak adına bir soru sormak istiyorum. Bugün Sneijder gelince dengelerin bozulacağına dair bir ayrıntı sürekli gündemde. Genel olarak bu dengeler nasıl bozuluyor?  Bayern Münih’te Ribery hemen arkasında bek oynayan Alaba’nın neredeyse beş katı fazla para kazanıyor. Sorun yok.  Schalke’de misal Uchida ise Huntelaar’ın  ya da bir adım önünde oynayan Farfan’dan maaş farkı çok.  Bizde niye bu hep sorun oluyor ya da siz bunu sorun ettiniz mi hiç?

Asla.  Ben böyle bir şey yaşamadım.  Benimle yan yana oynayan oyuncu benden beş kat fazla para alıyordu, hiçbir zaman bu sorun olmadı. Kontrata eğer birisi size zorla imza attırmadıysa daha çok sizin beklentiniz o sözleşmenin yerine getirilmesidir, bir başkasının sözleşmesinin kaç para olacağına karışma hakkında sahip olduğunuz gibi bir içeriği yok bunun.  Kabaca başarı her zaman parayı getirir ve bunun için de iyi bir takım olup kupalar kazanmanız ya da başarılı olmanız gereklidir.  İyi bir oyuncu geliyorsa sevinmeliler. Takım olmayı baltalamak size ne para ne de başarı getirir. Herkesin bir değeri vardır ve bu değeri de insan kendisi belirler. Değeriniz çalıştığınız kurumda hak ettiği şekilde değilse çekip gitme hakkına da sahipsiniz.  

Siz yapmadınız ama takım arkadaşlarınız yapmış olabilir mi? Jardel’in pek çok açıdan çok fazla sıkıntı çektiğini biliyoruz..

Jardel’de probem parasal değil daha çok davranış problemiydi.  Ama Jardel iyi golcüydü, patır patır gol atıyordu adam.  Çok iyi golcüydü ve Galatasaray’a da çok fazla yardımı oldu ama dediğim gibi kendisinde problem vardı daha çok..  Açıkcası yeteri kadar profesyonel değildi diyebilirim.

Futbolculuk hayatınızda  kimler sizi transfer etmek istedi?

Sonlara doğru mesela Dünya Kupası sonrası West Ham United beni istemişti. Galatasaray’a söz verdiğim için gitmedim.

Pişman mısnız?

Belki oraya gitmeliydim zira kendimi pek çok konuda geliştirme adına iyi bir fırsattı. Öte yandan tüm kariyerimin Galatasaray’dan ibaret olması da bana müthiş keyif veriyor, bu açıdan bakarsak böyle daha güzel oldu.

Futbol bitti. Yorumculuk başladı. Yorumcuların aynı zamanda teknik direktörlük yapmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir yanlış yok mudur burada?

Bizlerin yorumcu olması hele ki bu dönemde çok olağan. Olması gereken budur. Bugün bakın, pek çok kişi saha dışını yorumluyor. Saha içini daha iyi kim yorumlayabilir ki? Doğrusu bizim jenarasyonumuz  yorumculuk, gazetecilik, teknik direktörlük yapacak.

Elbette bu olması gerekir.  Mesele şu ki yorumcuların eleştirdiği takımların bir süre sonra teknik direktör olarak orada görev alması etik açıdan kusurlu değil midir? Kendi iş yerini görevini kötüye kullanarak da hazır etmesi doğmuyor mu? Böyle olmasa dahi böyle algılanabildiği için bir sınır olması gerekmiyor mu? Mustafa Denizli’nin Ertuğrul Sağlam’ın yerine geçtiği zamanlar bunlar fazlasıyla dile getirilmişti.

Ona bir şey diyemem.  Çok doğru veya yanlış diyemem. Ahlaki açıdan işin boyutu farklılaşabilir.  Ama ben yorumculuk zamanımda 90 dakikayı yorumlamaya çalıştım. Sahada olup bitenleri açıklamakla sınırlı tuttum yorumculuğu.  Benim amacım futbolseverleri izlediği karşılaşma konusunda bilgilendirmek. Eğer yorumcular saha içerisine bağlı kalıp yorum yaparlarsa belki bu etik sorunu ortadan kaldırabilirler.

Uzun süren futbolculuk yaşantınızda siyasi kutuplaşma oldu mu? Bu gibi sorunlar yaşanıldı mı?

Gülüyorum bunlara sadece. Biz insanların yaşam biçimleriyle değil futbola konsantre olmalarıyla ilgilendik sadece. Futbol düşünmesi için çaba sarf ettik. Bu tarz yaklaşımlar futbolun kendisine zarar verir çünkü sahada olup bitenleri farklı şekilde açıklayarak saha içerisinden çıkıyor, futbola zarar veriyorlar. Tam da bu yüzden bizler yorumcu da olmalıyız.

Ateist bir futbolcu oldu mu mesela aranızda?

Bilmiyorum çünkü insanlara gidip Katolik misin Müslüman mısın diye soru sormadım, ilgilenmedim bunlarla.  Neden cumaya gidiyorsun ya da gitmiyorsun diye de sormadık kimseye.

Size en fazla sorulması istenilen soruların başında Gençlerbirliği’nde yardımcı antrenör olduğunuz zaman Galatasaray’a karşı atılan goldeki abartılı seviniciniz soruluyor ya da sorun ediliyor gördüğüm kadarıyla.

Bir gol sevinci neden sorun edilir ki? Ellerimi yukarı kaldırmışım, bu mu sorun? Çalıştığım, ekmek yediğim yerin başarılı olmasını istemem ya da bu başarıdan sevinç duymamın nesi garip ya da tuhaf. Ben bulunduğum ortama en güzel biçimde hizmet etmek isterim. Galip gelmek, gol atıldığında da sevinmek benim hakkım. Her türlü de sevinirim. Bugün olsun yine sevinirim.

Hizmet etme konusunda kimsenin sorunu yok. Ronaldo bugün açıklama yapıyor ve Manchester’a gol attığımda sevinmeyeceğim diyor.  Performansımı düşüreceğim demiyor ki. Belki en iyi performansını sergileyip goller atacak ama işin sevinme boyutunda biraz farklı davranacak. Keza Ergün Penbe’nin de Hacettepe’deki tavrı size karşı fazlasıyla dile getirildi.  Bir tavır var mıydı Galatasaray’a karşı?

Benim için duyguları gizlemek de yanlış bir davranış biçimi.  Ben bana para veren kulübün başarılı olması için çaba gösteriyor muyum? Evet. Peki bunun için sevinmek durumda mıyım? Evet.  Sevinç gösterisi de ekmek yediğiniz yere karşı aidiyet duygusunun bir başka ifadesidir. Galatasaray’a karşı özel bir gol sevinci değil, bu şekilde algılandıysa yanlıştır.  Ama ben her zaman çalıştığım kurumlara başarı getirdiğimde sevinirim ve bunu göstermekten de kaçınmam. Yarın olsa yine sevinirim ve bunu da gösteririm. Bu sevinci gizlemek ya da az istemek de benim için çalıştığım kuruma karşı dürüst davranmamak demektir.

Kayseri Erciyes serüveninizde iki yol vardı önünüzde. Lig ve kupa. Ligde kalmak isteyen takımlar genelde kupayı önemsemez ve lige konsantre olurdu. Siz kupada final oynadınız ve enerjinizi iki kulvara yayarak ligde kalma konusunda sıkıntı yaşadınız. Neden burada diğerleri gibi sadece ligi düşünmediniz?

Aslında bizim için tek hedef ligde kalmaktı. Türkiye Kupası’nı biz hiç düşünmedik ama maçları kazandıkça durum o noktaya geldi. Bizim elimizde çok geniş kadro yoktu, 15-16 oyuncu vardı sadece.  Özgür Bayer’i santrfor oynattım yokluktan. Durum buydu.  O Rize maçını kazansaydık ne olacaktı çünkü 10-0’ık maçtı o karşılaşma.  İki penaltı kaçtı.  Futbolda bu da var.  İsteseniz de bazen kaçamazsınız.

Bence siz yine de Kayserispor’da başarılı bir futbol oynattınız ve küme düşen takıma başarılı bir futbolun yanı sıra Türkiye Kupası’nda final oynattınız. Üstelik o final maçında da çok iyi oynadı takım..

Orada farklı şeyler oldu. Oraya girmeyelim

Ne oldu orada?

Ligde de kalabilirdik, kupayı da kazanabilirdik. başka şeyler oldu o dönemde ama bunu açıklamak için kanıtınız olması gerekir. Bu olmadığı için konuşmak da doğru değil bu konuları.

Çok zor bir dönemde Galatasaray’a geldiniz. Geldiğinizde sezon sonu gideceğinizi biliyor muydunuz?

Beni çağırdılar ve geldim. Ben Galatasaray’lıyım ve bu çağrıya başka türlü tepki verme şansım yoktu. Geldikten iki hafta sonra istifa mektubunu da hazırladım.

Siz sezon sonunda değil de o zaman mı istifa mektubunu hazırladınız?

Elbette. O mektup o an yırtılsaydı devam edecektim belki de.  Onların sezon sonunda böyle bir niyeti olmuş olacak ki geldikten iki maç sonra verdiğim istifa mektubunu bekletip 12 maç sonra sezon sonunda yürürlüğe soktular.

Feldkamp ile sorun yaşadınız mı?

Hayır. Ben teknik direktörüm, onunla nasıl bir sorun yaşayabilirim ki? Benim üzerime orada başka birisi gelebilir mi?

Meira’nın satışına onay verdiniz mi?

Hayır. Ben Meira hakkında detaylı bir rapor sundum. Satarsanız böyle böyle olur diye.  Paraya ihtiyacınız varsa Meira hariç herkesi satabilirsiniz dedim.  Ama sabah satmayın dediğim oyuncuyu Esma Sultan yalısında bana akşam satıldığını söylediler.  Benim yapabileceğim bir şey yoktu orada. Ne diyebilirim ki? Öyle bir oyuncu o dönemde satılmazdı.

LİNCOLN MESELESİ

Bana göre sizin Galatasaray’daki kısa dönem teknik direktörlük görevinizdeki kırılma anı deplasmandaki Hamburg maçında iki dakika önce Nonda’ya gollük bir pas atan Lincoln’ü kırmızı kart sonrası çıkarmanız.. Aslında çıkarmanız değil de daha çok sonrasında gelişen olaylar.. Çünkü o sezonun tamamında Lincoln çok iyi oynuyordu ve bu olay sonrası değişti çok şey.

(yorum yok..)

Peki maç sonunda Haldun Üstünel’in Lincoln’un alkollü bir şekilde  üzerine yürüdüğü söyleniyor. Sizin bu konu hakkında bilginiz var mı?

Ben maç sonu canlı yayında röportaja gittim.  O konuyu bilmiyorum. Lincoln hareketi bana yapmadı, Galatasaray kulübüne yaptı. Kulüp de bunu cezalandırmadı. Maddi olarak bence büyük ceza alması gerekiyordu.

Siz peki cezalandırmanız mı Lincoln’u?

Hayır ben cezalandırmadım kesinlikle. Ben onu yine Hamburg maçında oynattım. Lig maçlarında ise oynatmamamın sebebi fiziksel olarak üst üste iki maçı kaldırabilecek seviyede olmamasıdır. Hamburg maçına daha diri bir Lincoln olacağını düşünüyordum.

Bir daha sormak istiyorum. Siz Lincoln’u cezalandırmadınız mı?

Hayır. Fiziksel yetersizliği nedeniyle oynamadı. Yıldız oyuncu olarak oradaydı ama performansı öyle değildi.

Hocam sizin takımın başına geçesiye kadar olan dönemde gayet de iyi bir performans sergilemişti. Yanlış mıyım?

Bence ayrımı yanlış yerde yapıyorsun. İlk yarı oynadı ikinci devre düştü onun performansı zira devre arası hazırlığı iyi yapılmamıştı. Hamburg maçı sonrası değil ikinci devreden itibaren onun performansı düştü.   Sadece Lincoln’un değil takımın genel olarak performansı iyi değildi. İyi hazırlanmamışlardı ikinci devreye.

Oyuncu buradan gitti, futbolu bırakma kararı aldı ve altı ay da oynamadı.  Bir şeyler yaşamış olmalı. Frankfurt’un teklifini “Futbola konsantre olamıyorum” diye  geri çevirdi. Bugünden baktığınızda onu daha iyi kullanabilir miydim diyor musunuz?

Aynı şeyi yapardım diyorum çünkü ben bir şey yapmadım.

Peki oyuncularla ilgili bir problemi var mıydı?

Hayır daha çok Lincoln kendisini kulübün üzerinde görüyordu ve kulüp de buna izin verecek şekilde davrandı. Ben sadece onun kendisini kulübün üzerinde görmesine müsaade etmedim.

O dönem yerliler ve yabancılar arasında ciddi sürtüşme yaşandığı ve sizin de net bir şekilde başta Arda olmak üzere yerlilerden yana tavır aldığınız çok konuşuldu. Yabancıların sizinle beraber performansının da düştüğü söylenildi.

O dönem yabancıların bir performansı yoktu ki düşsün.  Geç açılmışlardı ve uzun bir aradan sonra iyi hazırlanmadıkları için fiziksel olarak hazır değillerdi. Takım olarak da hazır değillerdi. Devre arası iyi çalışılmamışsa bir iki haftadan sonra takım düşer. Türkiye Kupası’nda üst üste sakatlıkların oluşmasındaki neden de buydu. İyileşmeden oynatıldılar ve bunlar benden kaynaklanmadı. Takım iyi hazırlanamadı.

İlişkide olduğunuz yerli oyuncu grubu tarafından etkilenilmiş bir şekilde göreve başladığınızı düşünüyor musunuz? Mesele henüz yorumcu kimliğinizle Lincoln’u oynatmam diyordunuz..

Ben Lincoln’u oynatmam demedim, daha çok o haliyle Lincoln’u oynatmam dedim ve bugün de kararımın arkasındayım. Ligde de o haliyle oynatmadım çünkü devre arası hazırlık kampını iyi geçirmediği için iki maç üst üste kaldırabilecek seviyede değildi.


Bakın bana bir fotoğraf geldi.  Ben bunu daha önceden hiç yayınlamadım ve bunun nedenlerinden birisi de fotoğrafın tarihi hakkında bana verilen bilgiye inanmakta güçlük çekmemdi.  Bu fotoğraf Skibbe’nin kovulmasına yol açan Kocaeli maçından bir ya da iki gün öncesine mi ait?

Hayır.. Hayır.. Çok ayıp etmişler..  Öyle bir şey olur mu? Biz arkadaşlarla bugün dahi bu buluşmaları devam ettiriyoruz. 

Peki bu fotoğraf çekildiğinde siz Galatasaray’ın başında teknik direktör müydünüz?

Değildim. Bunlar benim arkadaşlarım ve sık sık yemek yeriz biz.  Küçük Hakan benim arkadaşım. Vedat İncefe öyle. Ayhan, Ümit hem arkadaşım hem oyuncum oldular sonra. Yemeğe gelmiş insana ben kalk git diyemem ya da sigara içme diyemem. Teknik direktör olsam zaten bu ortam oluşmaz. Bunlar benim arkadaşlarım ve bu yemek gayet olağan..

Peki bunlar sizin arkadaşlarınız ama kısa süre sonra da oyuncularınız olacaklar. Sizi etkileme ihtimali..

Pardon? Ben o zaman neden ya da nasıl teknik direktör olabilirim? Ben her kararı ekibimle konuşup veririm, oyuncularla değil. Onlarla sadece sakatlık gibi istisnai durumlarda hazır olup olmadıkları konusunda durumları hakkında konuşurum.

En çok sorulan soruların başında gelen ise bu dönemde Ulusal takımın formasını giyecek seviyeye ulaşan Semih Kaya’yı oynatmayıp sağ açık Kewell’a şans vermeniz konuşuldu.  Mustafa Denizli’nin size yaptığınız neden siz Semih Kaya’ya yapmadınız.?

Semih Kaya o dönem sakatlıktan yeni çıkmıştı. Hem bu açıdan hazır değildi hem de pozisyon almayı bilmiyordu.  Zaten bunun üzerine ben Adnan Polat’a şunu dedim: Altyapıdaki herkesi değiştirin! Profesyonel takıma çıkmış bir oyuncu sahada nasıl duracağını bilmiyordu. Ben Semih Kaya’yı oynatmak için üç tane hazırlık maçı almak adına çok uğraştım ve o maçlarda oynattım da. Hazır olmadığını görünce Kewell’i onun yerine oynattım. Çünkü Kewell Avustralya ümit milli takımda sol bek oynamıştı. Bence iyi de oynadı.

Peki sizce Galatasaray'daki döneminizde neden başarısız oldunuz?

Ben başarısız olmadım. 13 maçta 7 galibiyet 3 beraberlik 3 mağlubiyet.  Bu benim hazırlamadığım bir takımla az önce söylediğiniz gibi zor bir dönemde takımın başına gelmemle oluşmuş bir tablodur.  13'te 13 yapacak ortam olsa zaten teknik adam değişikliği olmaz ya da bu pek çok sorunun olduğuna işarettir.

Sadece skorlardan dolayı bunlar söylenmedi. Eskişehir'e karşı evinizde 10 kişi kalmış takıma yenildiniz. Ligin diplerinde gezen Hacettepe'ye ve toplamda oynanan oyunda net bir düşüş vardı. Keza 2-0'dan verilmiş bir Hamburg maçı..

Hamburg maçını eleseydik sanırım bu konuşmalar olmayacaktı.

Belki de finale gidecektiniz?

Yok o kadar uzun boylu değil.  Gitseydik o şansa olurdu.  Kadro yapısı ve fiziksel durumu buna müsait değildi. Stoperin yok her şeyden önce.  stopersiz nasıl gidilecek? Meira'yı satarak zaten bu final yolunun hedef olmadığı görüldü.  Savunmanız sağlam olmazsa atak yapamazsınız. 

Galatasaray’daki bu kısa dönem teknik direktörlük maceranız kariyerinizi olumsuz anlamda etkilediğini düşünüyor musunuz?

Hayır,  asla. Benim için çok büyük bir tecrübe oldu.

Peki  o sene kalsaydınız Falcao ve Pastore ile anlaştığınız doğru mu?

Yok ben kimseyle anlaşmadım.  Sadece Falcao ve Piatti’yi önermiştim.

Fenerbahçe ve Beşiktaş’tan teklif alsanız kabul eder misiniz?

Ben varsayımlara göre konuşmak istemiyorum.

İBB’deki performansınızı nasıl buluyorsunuz ve hedefleriniz nelerdir?

Takım geldiğinde fiziksek ve taktiksel açıdan kötü durumdaydı. Bu arayı iyi değerlendirdiğimizi düşünüyorum ve zamanla daha da iyi olacaktır. Geleceğe yönelik artık plan yapmıyorum. Bu ülkede yapılmaz. İBB ile hedefimiz ligde kalıcı olmak..

Her teknik direktöre sorduklarımla devam edeyim. Türk Futbolu’nun sizce en önemli sorunu nedir?

Eğitim. Altyapı sorunu. Sadece Federasyon değil tüm kulüpler yatırım yapmalı.  İnsanlık, pozisyon, nerede durmalı ve buna bağlı her konuda eğitim.  Sadece teknik detaylardan bahsetmiyorum her alanda..  Hakeme tavırlardan teknik direktörün rolünü kavramasına kadar.. Yetenekli oyuncumuz var ama eğitemiyoruz, sorun bu.

Bu konu hakkında nasıl bir çalışma yapılmasını isterdiniz? Öneriniz var mı?

Ben olsam suni çimlerin hepsini kaldırır, toprak sahada eğitim verilmesine teşvik ederdim.

Neden?

Suni çimden gelenlerin ya kasık, ya diz ya da aşil tendomu. Sürekli sakatlık. Toprak sahada böyle bir şey yok. Diğer açıdan oyuncunun vücut gelişimi için de toprak saha çok daha iyi.

Sportif direktör eksikliğini hissediyor musunuz?

Biz ona futbol direktörü diyelim. Kesinlikle.. Futbol takımının futbol direktörü olması gerekir ve futbol bu kuruma bağlı olması gerekir. O bölgeye de futboldan gelen insanlar getirilmeli. Ben nasıl şirketi yönetemiyorsam futboldan gelmeyen insanların da futbolu yönetmemesi gerekir.  

Futbol çalışanları olarak uzunca dönem sendikasızlığın eksikliğini çektiniz mi?

Kesinlikle! Şimdi Rahim arkadaşımız bu eksikliği gidermeye çalışıyor ve ben de oraya yakın zamanda üye olarak destek vermek istiyorum. Formları doldurmuştuk ama noter gelmeyince üye olamamıştık. Sadece futbolcular değil masörlerin de dahil olduğu futbol çalışanlarının bir sendikası olacak sonunda. Sendika olması gerekiyor kesinlikle. Futbolcular sistem içerisinde pek çok konuda belirleyici olması gerekirken böyle değil. Bu durum değişecek.

Bugüne kadar konuştuğum teknik direktörlerin hemen hepsi ekonomik sorunlardan da bahsetti. Misal Hikmet Karaman 7 ay boyunca Manisa’da para almadan çalışmış. Bu sorunu teknik direktör-futbolcu yaşıyor.

İşte buna T.F.A.D (Türkiye Futbol Antrenörler Derneği) bakıyordu ama bu konuda etkili değiller ve iyi yönde kendilerini değiştiremediler. Etkin olmaları gerekirdi ama ben o etkinliği göremedim. Teknik direktörlere yapılan olumsuzluklara karşı sesini çıkaramadı.  Konu sadece “para” da değil.  Teknik direktörleri her anlamda korumalı.  Ben onların yönetim kurulundaydım ve bir toplantıda takım elbise mi giyilecek eşofman mı diye tartıştıklarını görünce bıraktım. Zira tartışılması gereken çok başka konular vardı.

Çok iyi!

16 Ocak 2013

Guardiola Bayern'de.!



Bana göre;

Dünyanın en başarılı menajeri(Şimdi başkan olsa da)  ile dünyanın en “başarılı” teknik direktörü bir araya geldi. Bayern Münih ile Guardiola  bu yazdan itibaren geçerli olmak koşuluyla üç yıllığına anlaştı.

Yine bana göre;

Bayern Münih bu dünyanın “açık ara” en iyi yönetilen kulübüdür.  Bugünün büyük kulübü ve geleceğin yıldızıdır. Alianz Arena’nın borcunun 5-6 yıl sonra bitmesiyle beraber şaha da kalkacaklardır yakın zaman içerisinde.  Kredi çekmeden 40 milyonu hazır parasından çekip transfer yapan belki de “tek” kulüp. Üstelik bu parayı da ne devlet desteği ne şeyhler yardımıyla bankasına koydu. Futbol kulübünü iyi yöneterek futboldan kazanmışlardır.  Dev kulüpler arasında örneği yoktur zaten. Bu yüzden PSG’nin, Şeyhlerin en büyük düşmanı ve “UEFA Financial Fair Play” yaklaşımının da en büyük destekçisi.

Chelsea gibi 100 milyonu aşan bonservisi sunsalar dahi yıldızı Ribery’i satmazlar.  Keza Lahm’ı.. Schweinsteiger’i  Real Madrid istese dahi aynı  şekilde. Yine isterlerse yıllığına Chelsea’nin 22 milyon euro verdiği ve bugün dünya devlerinin peşinden koşturduğu Guardiola’yı alırlar.

Gövde gösterisi yaptılar..

Guardiola’nın başarılı olup olmaması ayrı bir konu. Bugün için bu hamle bu kulübün büyüklüğünü gösterir.  Real Madrid, Barça ve Manchester United’a karşı yıllardır her sene  minumum -150 milyon euro ile başlamasına rağmen başarı ve “kazanç”  seviyesini onların aşağısına indirmedi. Son üç yılın ikisinde de Şampiyonlar Ligi finali oynadı bu takım.

Louis Van Gaal’in yerleştirdiği sistemi şimdi Guardiola geliştirecek. Van Gaal'in burada kovulmasına rağmen tek bir insan yetkinliğini eleştirmedi ve bu konuda sürekli onu övdüler. Sorun uzlaşmaz ve inatçı  karakteriydi. Sistemi parçalıyordu ve tam da bu yüzde Mourinho'yu da aylar öncesinden ben istemem diyordu Uli Höness. Zira prensipler..

Mourinho  bugün kovulsa dahi dünyanın en iyi teknik direktörü olmaya devam edecektir. Aynı şeyler Guardiola için geçerli değil. İkinci macerası onun bundan sonraki teknik adamlık tanımını oluşturacak, bugün elde ettiği kupaların kaçta kaçının kendisine ait olduğunu ispatlayacaktır. Bu yüzden ince eleyip sık dokuyarak bu kararı verdi ve kurumsal açıdan dünyanın en iyi yönetilen kulübüne geldi. Burada elde edemeyeceği başarı yok. Ne ekonomik kriz ne de başka bir ayrıntı.

Neden Bundesliga?

La Liga'da Barça'ya karşı oynamak istemez ve zaten o ligde kendisini ispatladı. Serie A’nın üç liginin içerisinde olan kulüplerin yüzde yetmişi iflasın eşiğinde. Statları dolmuyor, geleceği büyük kulüplerin bireysel başarılarında. Premier Lig’in son dönem çöküşü bana göre devam etmeyecek ve kısa süre içerisinde toparlanacaklardır belki ama kurumsallaşma söz konusu olduğunda  Manchester United ve Arsenal dışında Bayern Münih’ten daha iyi bir seçim şansı yok. Guardiola kendi felsefesini yeşertebilceği ortamı aradı. Üstelik Bundesliga seçimi Guardiola’nın iddiasının boyutunu  da gösteriyor.

Dil sorunu?

Bayern Münih’in geçmişinde Almanca bilmeyen teknik direktör yoktur. Trapattoni’nin dahi yarım yamalak da olsa Almancası vardı. Bugün Sneijder’in menajeri olan Danimarkalı Soren Lerb üç yıl Bayern’de top koşturmuştu ki ligdeki en kötü derecesi olan 12.cilik de Soren Lerby zamanında gerçekleşmişti. İlk defa belki de bu kadar Almanca’ya uzak bir insan burada görev yapacak.  Sonucu hep beraber göreceğiz.

Doğru seçim çünkü..

Bayern’in yolu zaten barçaya gidiyordu. Bu da Louis Van Gaal’in yerleştirdiği, Alman milli takımına kadar etki eden bir futbol felsefesinin varlığından dolayı gerçekleşti. Barça sonrası Şampiyonlar Ligi’nde topa en fazla sahip olan takımdı Bayern Münih.  Burada Guardiola hem kurumsallaşma açısından en iyi kulübü seçti hem de futbol felsefesi bakımından başarılı olacağı bir yere geldi.  Bu blogda Hoeness’in aylar önce Mourinho’nun Bayern’e uyuşmayan yönünü anlatırken bir teknik direktör alacak olsaydım bu Mourinho değil Guardiola olur açıklamasını yayınlamıştık zaten. Sürpriz değil bu seçim.. 

Sorun ?

Tek sorun sezon sonu gidecek olan teknik direktörün takım üzerindeki otoritesinin azalması. Ne olursa olsun bu açıdan bir sorun yaşanacaktır. Keza teknik adamın motivasyonunun da azalacağını söyleyebiliriz..



13 Ocak 2013

Bülent Korkmaz'a Sorusu oLan?


Pazartesi günü bu sorularınızı kendisine iletebilirim..

Edit: Kewell'ı stoper oynatması, Lincoln ve Gençlerbirliğinde gol sevinci gibi sorular sorulacaktır. Gelen yorumları siliyorum zira aynı soru çok kişi tarafından sorulmuş. Farklı içeriği olanı alalım buraya.

Pep!!


Çok ama.. çok güzel bir fotoğraf..

Baba, Oğul ve Kutsal Roman - Murat Gülsoy


Şöyle bir alıntı yapayım.

" Zamanda kaybolan Tanpınar, oyunda kaybolan Oğuz Atay, rüyada kaybolan Borges, şehvette kaybolan Nabokov, davasında kaybolan Kafka, kendi hikâyelerinden kaçıp gelen Olric, Gollum, Doktor Ramiz.."

Eğer bu isimler ve karakterler size tanıdıksa muhteşem bir roman sizi bekliyor demektir.  Tüm bu incelemeler bittiğinde ayrıntılı bir şekilde yazarlaıyla beraber burada çok güzel bir şekilde ağırlanacak olan bu isimlerden misal Ayhan Geçgin'in "Gençlik Düşü" ya da şairane bir dile sahip olan Aslı Erdoğan'ın  "City of God" filmi kadar güzel bir Rio anlatımı olan "Kırmızı Pelerinli Kent"  gibi eserlerden en önemli farkı hikayesinin sürükleyiciliğidir.

Basite indirgemiş ve kurgusu güzel bir hikaye ile yediriyor yazar bütün güzelliklerini. 

Bu eser beni çok zor bir durumda yakaladı ve o an için içerisinde bulunduğum koşullarımdan çıkarıp kendisine bağlamayı başarmıştır bir alt postta da anlattığım gibi. 

Keza yukarıdaki yazarları okuyan insanlarla ortak paydasının bir hayli fazla olduğunu belirtmeme gerek yok. 

 Gollum'a da bayılacaksınız, Olric'e çok sağlam bir rakip. 

Daha sonra daha ayrıntılı bir şekilde. Bu sadece minik bir teşekkür..

"..hayatı akıp giden zaman olarak değil devinip duran bir mekan olarak hayal edin. Mazi ve geleceğin aynı anda görülebildiği bir harita gibi..”

Memik Oğlan



Birden her şey anlamsızlaşıveriyor. Kısa süreliğine olduğunu düşünerek zamanın geçmesini bekledim, zaman geçti sıkıntı arttı. Sanki içime doğmuş gibi. Önce biri sonra diğeri derken haberler üst üste bombardıman etti üzerime.  ..nedensiz olan sıkıntıların içlerini doldurdular. Hiç durmuyor, sürekli üst üste kötü haberler.. En son bıraktığımda akrabam Almanya'da sokak ortasında bir başka insanı cadde üzerinde gündüz vakti bilmem kaç kez bıçaklayarak öldürmüş.

..bu insanla ben hayatımdaki tek bisiklet kazasını yapmıştım. İlk defa Almanya'ya gittiğinde benim yaz dönemi tatil ziyaretime denk gelmiş ve hayatında bisiklete binmediğini söylediğinde şaşırmıştım çok.  Ben de ona bu ilki yaşatmaya karar vermiş ve onu gezdirirken iki insanı yönetmenin zorluğunun farkında olamadan pat yere yokuş aşağı düşüp yuvarlanmıştık.

Çocukluk anısı.. Gülmüştük çok.

Onca sene sonra böyle bir haberle tekrardan hatırlamak durumunda kaldım.  Düğünlerde filan görüşürdük sadece.

Üzüldüm. O'na ve canını aldığı insana.

Elimde olmadan sürekli empati yapıyorum. Nasıl bir cinnet hali bu insanı bu konuma getirir ya da diğerini? Ölen insanın babası bu olayı duyduğunda kalp krizi geçirmiş, onun yerime kendimi koyuyorum. Battıkça batıyorum.. ordan çıkınca başka yere giriyorum, en az burası kadar karanlık..

Orada durdum artık.

Düşünmedim hiçbir şeyi ve Albert Camus'nun yabancısı'nın "bencebir" olan cevabının boşvermişliğine ruhum erişmişti.

 Büyük bir şevkle yapmaya çalıştığım işten tutun da eylediğim her edime anlam vermeye çalıştım ve her şey anlamsızlaştı birden. Tüm anlamların yadsınmasından olan anlamsızlığın dışında elimde bir şey kalmadı. Herkese olur, zamanla geçer mottosuna sığındım ama geçmedi, sağa sola ergen gibi depresyondayım sanırım yazmaya bile başladım.

Bir yardım edin lan çağrısıydı aslında..

Bu gibi durumlarda sizinle beraber günü yaşayan insan bu bunalımlı sürecin istemeden de olsa parçası oluyor.

Uzaklarda birilerine ihtiyacım vardı.

Ankara'da bir arkadaşım var yıllar sonra onu aradım. Havadan sudan bahsettik ama olmadı. İzmir'de geçmiş dönemin ve lise yılların en önemli iki arkadaşından birisi olan sevgili Onur'umu aradım olmadı. Eski sevgiliden ziyade bir dönem hayatı paylaştığım insanı aradım, onun derdi haliyle çok başkaydı. Haklı tabi. Eski sevgiliden umudu her türlü keseceksin. 15 yıl önce ufak bir ilişkinin olduğu insanla dahi konuştuğumda konu ve tepki hep aynı. Sevgili dediğin 20 yıl sonra dahi sadece sevgili olarak var olurlar.  Dil kursundan tanıştığım Fransız arkadaşımda ise aradığım "zamansızlığı" buldum ve beklediğim tepkiyi onda buldum ama almancayı unuttuğu için konuşmamız fazla ilerlemedi. Diğerine yalan söyleyemedim, aynı şekilde kısa sürdü.  8 yıldır görüşmediğim bir başka insanı aradım. Lakin tüm bu aramalarda en ufak bir giriş yapmadan n'aber nasılsın diye girişiyor, karşımdakini şaşkınlıktan öldürüyorum ama istediğim sadece bir şeye konsantre olmak, bir şeyi merak etmek iyi ya da kötü bir yol kat etmek..  Tüm bu konuşmaların girizgahında "ben kimim" sorusunu sorup karşı tarafın beni tanıyasıya kadar olan kısmında çeşitli geyikler yapmak elde kalan tek kazanımdı.

Hayır ne oldu, neden aradından anan babana bi şey olmadı ya gibi abartı tepkilerden konuya giremedik ki. En son istediğim şey sıkıntıları anlatmak. anlattıkça azalmıyor, paylaştıkça yok olmuyorlar. Zaten anlatabilecek ya da anlaşılacak türden şeyler değil.

Hakkını vermezsem ayıp etmiş olurum. Az biraz tanıştığım, ölmez de sağ kalırsak yeni projede faydalanmak istediğim yazar Murat Gülsoy ve harika kitabı "Baba, Oğul, Kutsal Roman" yine bu zamanda elimden tutan ikinci kahramanım oldu. Birincisi ise telefona "Çok kötü gün geçiriyordum, iyi ki aradın ya " diyen zamansız bir insan..  Beni dirilttiği yetmezmiş gibi sanki ben ona iyi gelmişim gibi "bir daha arayacak mısın beni" diyordu. Farkında değil, beni nasıl kurtardığının..

Benim tam zıttımda duran, anı yaşayan, heyecan sahibi ve tepkisel insanları sevmenin dışında yaşamımda bir ihtiyaç gibi hissediyorum. Onlar kendilerini yaşıyor ve öyle bir coşkuyla bunu gerçekleştiriyorlar ki siz kendinizi unutuyor, onun akıntısına kaptırıyorsunuz bir şekilde.

Ardından işe koyuldum.

Bülent Korkmaz'ı aradım, randevulaştık ve şimdi röportajlaşacağız.. En az diğer ikisi kadar beni dirilten sanırım teknik direktörlüğünü fazlasıyla eleştirdiğim, bir çok sorumun da cevabına sahip olan çocukluğum ve aynı zamanda gençliğimin de kahramanlarından Bülent Korkmaz ile yapılacak olan röportaj oldu.

Hayat kaldığı yerden ufak bir kesikliğe rağmen devam edecek ama gizliden de korkuyor insan tekrar eder mi diye? Pazartesi gününden itibaren tam gün çalışmaya başlayacağım için biraz daha kendimden uzakta kalmak sanırım "kendime" de iyi gelecektir.

Memik oğlan ise lise ile üniversite arası bir dönem benim uykusuz hastalığına kavuştuğumda uyumamı ve zor koşullarda sakinleşmemi sağlayan türküdür. Nedendir bilmem uysallaşırdım bunu dinlediğimde.. Şarkı uysallaştırmıyor şimdi eskisi gibi amma velakin o günleri düşünmek biraz olsun ruhuma iyi geliyor. Yine ben tam o cinayet anını düşünüyorum, babasının acı haberi aldığı ilk anı aklıma getiriyorum ama artık  en başında üzerime çullananlar da dahil bu gibi durumlarla  baş edecek gibiyim sanki.

Öyle olmasını ümit ediyorum.