6 Ekim 2015

Gomez, Müller, Klopp..


-3 yıl önce Mario Gomez’in 3 yıl sonra Türkiye’de olacağını söyleseler güler geçer bir de makaraya alırdım sağlam..  Bırakın Türkiye’yi aslında Fiorentina’da olması bile mucize olarak görürdüm. Hayat bazen böyle işte.. Şimdi Bild’i açınca bir Podolski bir Gomez görüyorum. Ernst, Fink ya da Hilbert ile kıyaslamayın, Almanya’nın gündeminden henüz düşmemiş iki yıldızı var Türkiye’de. Klasik 9 numaraların bu kadar sahne aldığı Bundesliga’da şu kesin ki Gomez’in milli takımda olma olasılığı çok yüksek..

-Mario Gomez atıyor. İlk iki maç yedek başlamasına rağmen Türkiye Süper Ligi gol krallığına 4 haftada attığı 6 golle zirvesine yerleşti.  Bir Beşiktaşlı yönetici ile olan muhabbette şunu dile getirmiştim: yedekse de oynatın zira bu adamın her şeyi ritmdir. Ritmini yakalarsa rakip Madrid, Münih olsa Gomez atar, kimse de durduramaz.

-Gomez’i Ba ya da Almeida ile kıyaslayanlar var. Yahu üçüyle de aynı ligde oynadı. Almeida ile iki sınıf Ba ile bir sınıf farkı mevcut. Henüz ritmini de yakalamadı, formunun zirvesinde de değil. Daha çok gol sayısının artması biraz da Güneş futbolu ve Beşiktaş’ın çevresinin hazırlayıcı oyuncu sayısının fazlalığından ileri geliyor.

-Hazırlayıcı ve golcü oyuncu sayısı önemlidir. Özellikle konu Galatasaray olduğunda gözetilmesi gereken dengedir aslında. Lewandowski’nin “Ribery ve Robben’in sakatlığı da gol sayımı arttırdı” demeci de bu minvalde değerlendirilebilir zira Robben bugün yerine oynayan  Coman ya da X gibi çizgiye inme çabasında değil daha çok içeriye dönüp gole gidiyor. Oysa misal Douglas Costa tamamen adamı geçip ceza sahası içini besleyici bir yapıya sahip. Bu olduğu vakit Lewandowski’nin bu kadar çok gol atması olağan. Douglas Costa nihayetinde ligin ilk 7 haftasında çift sayılı asist hanesine ulaşan ilk futbolcu. Yakalanılan şansları değerlendirme oranı gerçekte rakibi  Aubemayang’ın  daha fazla gibi gibi..

-Galatasaray’da da Podolski ile beraber pek çok denge değişti. Henüz Poldi tam olarak ritmini bulamadı ama Sneijder ile beraber çakışıyor sürekli. İkisi de sol önde oynamak istiyor. İkisi de bulduğu yerden şut çekmek istiyor. Bu hafta olduğu gibi Sneijder'in içeriye asist yapması-içeriye ortalamak mı istedi bu bile soru işareti- çok sık gerçekleşmiyor. Podolski ve Sneijder’a sahip olmak gerçekte bir santrforun isteyeceği oyuncu tipleri değil. Bu açıdan Gökhan Töre ve Quaresma’ya sahip olan Gomez çok daha şanslı ve çok kısa süre içerisinde gollerini ikiye üçe katlayabilir. Burak ve Umut gollerden ziyade pozisyonlarda kaleye şut çekmeyi diğerleriyle paylaşmak zorunda. 

-Eintracht Frankfurt’un sportif direktörü Hübner iki yıl önce bugün Bayern’in transfer ettiği Kİnglslet Coman ile imza aşamasına geldiklerini söyledi. Bunlar da güzel hikaye. 2008’de Xavi Bayern’e geliyordu mesela. Geçen sene Mane de Dortmund’a. Asıl hikaye ise dünyanın en iyi ikinci kalesici Thibaut Courtois’ya ait. Hoffenheim 2010 yılında gerçekte Belçikalı kaleciyi almak üzereydi ama Baba Courtois oğlunun abitur yapması için girdiği matematik sınavından kalması üzerine transfere onay vermedi.  2006’da yazdığı biyografiye göre Pirlo da Milan’dan Real Madrid’e gidecekmiş. Lakin dönemin Milan yetkilisi Pirlo’ya reddemeyeceği şu teklifi sunmuş “5 yıllık sözleşme. Burası boş. İstedin rakamı buraya yaz”. Nihayetinde 5 yıl sonra da Juventus’a giderek dengeleri değiştiren adam olmuş. Bu hikayeler gider daha ama Bundesliga açısından en vahim olanı Stuttgart ile Brezilyalı Ronaldo ile olan transfer ilişkisidir.. En komiği de şüphesiz Saarbrücken’in Michel Platini’yi denemek istemedi ve daha da enteresan olanı ise denediği Fransız oyuncuya dönemin teknik direktörü Slobodan Cendic’in “Çok çelimsiz bu” deyip eve göndermesi..

-Herkes hak ettiğini alır cümlesini kurarken sıklıkla insanlar kendilerini muaf tutarlar, ben tutmam. Geçenlerde bir işe başladık. Herkesin ortak olduğu bir hata sonucu değerli bir insanın işine son verildi. Dedim ki sevgilime, yakınıma, dostuma “Benim de bu işte olmamam gerekir. Hak etmiyorum”. Çok değil sadece 3 gün sonra ben de bıraktım dünyanın en gerizekalı insanının üzerine yürüyerek. (İleride ayrıntılarıyla yazacağım) Hak ettiğimi aldım. Lakin şun görüyorum: Şu hak ettiğini alacak dediğim insan da genelde alıyor enteresan bir şekilde. Karma, marma.. ne derseniz deyin, kimsenin hakkını yemeyin.



-Gerd Müller Alzheimer olmuş. 70 yaşında. 585 maçta 533 gol atmış bir adam. Her şeyi kazandı, her türlü önemli final maçında da attı.  Öyle rekorlar kırmış ki. Lewa deliriyordur herhalde. Geçen hafta 10 asistle Costa rekor kırdı ama Lewandowski ise sadece Gerd Müller’in rekorunu egale etti. Bu hafta yine attı, yine sadece Gerd Müller’in rekorunu egale edebildi. Almanya’nın tartışmasız en büyük golcüsü. “Müllerledi” diye terim üretildi. Thomas Müller şimdi o kavramın içini doldurmaya devam ediyor. İlkay’dan da övgü geldi bugünün Müller’i olan Thomas’a “1 saniye sonra ne yapacağını kestiremiyorum”. Thomas Müller’e baktığınızda hiçbir şeyi uluslarası yıldız seviyesinde değil lakin bir şeyi dünya çapında: Öngörülemezliği. Ne zaman nerede ne yapacağını bilmediğiniz adamı durdurmak, maç öncesi tedbir alıp etkisiz hale getirmek imkansız.

-Klopp ve Liverpool bence tencere kapak gibi birbirlerine uyumlu. Klopp’un muazzam ingilizcesi nedeniyle tercüman da kullanmayacağını düşünürsek başarılı olmaması için hiçbir neden yok. Van Gaal’i burada Dortmund ile devirmişti, Mourinho’yu Şampiyonlar Ligi’nde elemişti. Hepsinin hakkından gelir.. Dortmund’u olduğu gibi Liverpool’u da yıllar sonra özlediği konuma ulaştırır. Mesela Ancelotti ya da benzer teknik adamlar gibi değil. Sadakat önemlidir Klopp’da. İki takım çalıştırdı ikisinde de çok uzun süre kaldı. Liverpool’un ihtiyacı olan başarı ve bununla beraber sarıp sarmalayacakları bir kimlik..


-Ben en başında fikrimi ortaya koydum. Yabancı bir sportif direktör, o mesleğin ruhuna aykırı. Sadece uluslarası transferde etkili olabilir ve fakat bizim bildiğimiz, sıradan bir sportif direktör görevini layıkıyla yapamaz. Bunu en son Almanya'da Frank Arnesen ile Hamburg denedi ve fakat sonuç çok da iyi olmadı. Bugüne kadar süren bir kaos bıraktı arkasında Danimarkalı. Bir de Gökhan Töre'yi.. 

-İnsanlar yazılanı anlamıyor. 11 Haziran'da tweet atıyorum ve diyorum ki: Tuchel yerine Hamza Hamzaoğlu'nı alın. Bunu o dönem neden yazdım? Bu blogda sayısız övgü düzdüğüm Tuchel'i ben neden Galatasaray'a istemiyorum? Hamza Hoca'yı daha iyi teknik direktör olarak gördüğüm için midir? Elbette hayır. Tuchel hakkında Türkçe ilk defa yazı yazan benim. Bu blogun en çok okunan yazılarına baktığınızda Tuchel'i görürsünüz ama o değil sorun.. Son 8 yılın şampiyonu yerli teknik direktörler. Tercüman kullanan teknik direktör en son ne zaman Avrupa'nın büyük liglerinde ve Türkiye'de şampiyon olmuş, lütfen araştırıp bakın.. 80li ve 90lı yıllarda yaşamıyoruz. Fark sandığınız kadar çok büyük değil. Tercüman  kullanan yüzde 30 potansiyelinden yer ve bu fark şu zamanda kapanmaz. Bu yüzden Bilic sandığınzdan daha iyi bir hocadır. Hamza Hamzaoğlu ya da Ertuğrul Sağlam yarıştığı yabancılardan daha iyi olduğu için değil bu koşulların insanı olmasının getirileriyle şampiyon oldular gibi.. 

-Fenerbahçe'nin çok iyi bir kadrosu var.  Pereira gider Denizli gelirse şampiyonluk neredeyse kaçıılmaz olur. Nani, Volkan gibi kenarlar, Ozan-De Souza gibi merkez ve Van Persie-Fernandao ikilisi. Kjaer'in Wolfsburg performansı felaket olduğu için olumlu bir şey yazamıyorum ama yeterli veri elimde yok, kesin de konuşmak çok doğru olmaz. Nihatinde henüz hepsinin bir potada eritildiği bir sistem kurulamadı. Bunu da anlamak güç. Hoca ile çok erken anlaşıldı ve sistemine göre oyuncu transfer edilmediği buradan anlaşılıyor. 

-Van Persie olayında sanırım bir kişi haksız: Hollandalıyı alan her kimse. Van Persie oynamak için geldi, haklı olarak oynamak istiyor. Teknik adam sistemi ve başarıyı düşünüp oynatmıyor, kendi açısından haklı diyelim her ne kadar başarılı olmadığı anlar olsa da. Bu durumda soru bu oyuncuuyu kim neden aldı? 




- Tezer Özlü'ye ayırdım bugünü.  Bir daha okuyorum. Şimdi birazdan ondan kalan son eser olan Ferid Edgü'ye yazılan mektuplara bakacağım. Aslında ben Ankara dönemi okuduğum her şeyi yeniden okuyorum. Her kitabın bir zamanı olmalı kesinlikle. 

-Yaşamı da "acı". "Çocukluğumun soğuk geceleri'nde anlattığı terapi ve elektroşok bölümünün etkisinden çıkmak için başka şeyler yazmaya oturunca bunlar yazıldı aslında. Adalet Ağaoğlu'nun kardeşi ile evliliği ya da o kardeşin sonrasında Münir Özkul'un eski eşi ile beraberliği diye dalıp gittim o yıllara..

-Bazen şöyle şeyler oluyor. Geçen kanala giderken Demir Özlü'nün "Borges'in Kaplanları' adlı kitabını aldım. Sonrasında ise Kafka0kur'u okuyayım derken bir baktım kapak Tezer Özlü. Elimdeki kitap ise abisi Demir Özlü. ve bir yerde de karşıma "hayalet oğuz" çıkınca dedim artık bu mesajı almalı ve oturmalı başına. 


-”İnsanları öldüren kader, onları görebilmemiz ve gözlerimizi bu cesetlerle doldurabilmemiz için bizi de sorumlu kılıyor. Korku, alışılagelmiş korku, kaçış değil. İnsan, gerçeği kavradığı için utanıyor - işte gerçek önümüzde: Her ceset, sen, ben ya da biz olabiliriz. Arada hiç fark yok. Eğer yaşıyorsak, bunu bir başkasının kirletilmiş cesedine borçluyuz. Bu nedenle her savaş, bir iç savaştır. Her şehit, yaşayan canlıya benzer ve ondan ölümünün hesabını sorar.”  Tezer Özlü

-En nihayetinde dünya Mario Gomez ile başlayıp Tezer Özlü ile biten bir yazı kadar anlamsızdır.  Bir şeyi yapmak için beklemeyin, yapın gitsin. Anlamlı olması gerekmiyor.

5 Ekim 2015

Yönetim devrimine ihtiyaç var



Artık sıkıldım. Kör göze parmak sokmak lazım.

Galatasaray’ın maddi durumunda sıkıntı mevcut. Bu gerçeği gözünüzü kapatarak yapılan her eleştiri temelsiz olacaktır.

Başkan Dursun Özbek’in futbol bilgisi ve yönetim becerisi eleştiriye açık ve kusurlu olsa dahi taşın altına elini koyduğunu bilmenizde fayda var.  Bu ismin burada olmasının tek nedeni de budur. Duyduğumuz, bildiğimiz kadarıyla kişisel servetini dahi işin içerisine sokmuş. 

Bakın Galatasaray’ın genel problemi her zaman bu olmuştur: Kulüp son 20 yılda kazanılan üst düzey başarılara ve rakipleri ile arasındaki kupa farkını kapatıp başarı elde etmesine rağmen maddi açıdan sürekli kötü yönetildi. Ve her zaman kurtarıcı başkan adayı-zengin kongre üyesi aranıldı ve bulup başa getirdik. 

Ünal Aysal’ın bırakın Galatasaray’ı, futbolla olan ilişkisi camianın maddi imkansızlıkları nedeniyle doğdu. Hatta kulübe AİG zamanı gereken sıcak para için aranılan zengin olunca bir şekilde bulunup üye yapıldı. Her gelen başkan “bir yere kadar” elini taşın altına koydu ve fakat aynı insanlar sportif yönetim konusunda arka planda kalmayarak işyapmaya kalkıp beceriksiz olduklarında ise işler sarpa sardı. Reklam anlaşmaları, borsa, faiz, kur derken iyi işler çıkaran bu zengin başkanlar “yanlış sportif kararlarla” buradan kazandıklarını çöpe atarak Galatasaray’ı borçlu alıp borçlu bıraktılar. Hatta daha da kötüye gidince yine bunları toplayacak bir Galatasaray zengini kulübe gelmek zorunda kaldı. Bir reklam anlaşmasından senede 5 milyon euro kazanırsan ekstra iş yapmış ve kulübe fazladan bir milyon euro kazandırmış olursun diyelim ama tek bir maç dahi verimli olmayan oyuncuya 4.5 milyon euro bonservis ve her sene 1.5 miylon euro verirsen, o reklam anlaşmasındaki işbilirliği çok işe yaramaz. Aldığın reklam anlaşması yanlış bir oyuncunun ancak bonservisini karşılıyor bugün. İş büyüdü, piyasa farklılaştı ve bunun farkına ne kadar erken varırsak o kadar iyidir.

Bu ne demektir?

Galatasaray gibi bir markanın yönetimi için sıklıkla çok büyük işadamları aranıyor. Anlaşmalar, faizler, borçlar, tesisler..  İşbilir kişi arıyorsunuz çünkü bu işleri kendi şirketlerinde daha önce yönetmiş, tecrübesi olan insanlar. Gelin görün ki aynı insanların “kardeşini” atayacak kadar önemsemedikleri sportif kararlarla camiayı uğrattıkları zarar çok daha fazla. Burada en son eleştirilen insan ise Dursun Özbek’tir. Mesele sistemin kendisinin kusurlu ve sorunlu oluşu

Size çok net bir örnekle durumu daha iyi anlatabilirim.

Wolfsburg’un yıllık geliri bir ülkeyi satın alır. Premier lig’in tamamını toplasanız erişemezsiniz. Son dönemde yaşanılan skandal ve sonrasında çıkan haberler sonrası konuşulan rakamlara bakınca ne demek istediğimi anlarsınız. Bu oldukça zengin ve şirket yönetme konusunda hali hazırda “ustalaşmış” isimler BİZİM GİBİ KULÜBÜ yönetmiyorlar! 

Dayısını, bacanağını, eniştesini göreve atamak gibi saçmalığa ise hiçbir şekilde girişmiyorlar. 

Görevde kalma süresi beş altı maça bakan ve daha çok anlık kazanca yoğunlaşmış teknik direktörlere de bırakmıyorlar. 

SID’in Avrupa’nın 80 üst düzey futbol kulübünü baz alarak  yaptığı araştırmaya göre üst düzey liglerde teknik direktörün ortalama görev süresi 1.2 yıl olurken teknik direktör ve sözleşmeli futbolcuları yöneten sportif direktör-CEO-menajer’lerin görev süresi ise ortalama 5.1 yıl.  Teknik direktörler yine aynı araştırma şirketinin verilerine göre sadece yüzde 9.8'i  sözleşmelerini tamamlarken bu oran CEO-Sportif direktör-Menajerlerde yüzde 64.9!

İki ya da üç yılda bir -o da en iyi ihtimalle- başkanı değişen bir takımın 5 yıllık bir sportif yönetim kurulu başkanı olabilir mi? 80 üst düzey kulübün ortalaması "başkanlık" sisteminde gerçekleşemez!

Uzun vadeli kazancın anahtarı kulübün teknik direktöründen futbolcusuna kadar yönetecek doğru ismi bulmaktır.  Yazının özeti bu ismin başkan seçiminden çok daha önemli olmasıdır kısaca. Bu ismin başarısı maddi olarak dahi yönetimin başarısından daha fazla etki edecektir. T

Wolfsburg bunu yapınca ne kazandı?

Klaus Allofs kararları verdi. Kim teknik direktör, hangi oyuncu.. Önce  işbilir bir teknik direktörü(Hecking) göreve atadı. Bu adam Almanya’da üst düzey sadece Aachen, Hannover ve Nürnberg gibi takımları çalıştıran değeri verilmemiş bir idim:Dieter Hecking. Aynı Allofs  Chelsea’de Mourinho’nun istemediği, Dortmund’da ise Klopp’un istemediği iki oyuncuyu kulübe kazandırdı. İvan Perisic ve Kevin De Bruyne. İki yedek futbolcudan 100 milyonun üzerinde bonservis kazandırdı. Teknik direktör için Ancelotti ile uğraşmadı, Pellegrini demedi, Hecking’i getirdi ve onun başarı kazanacağı koşulları oluşturdu.

Başka şekilde anlatayım: Başkanın kardeşini getirerek yapabileceği bir iş değil. TEKNİK BİR KONU, UZMAN İSTER: ikincisi.. Yönetim kurulu muazzam işler yaparak kulübe ekstradan 100 milyon euro para kazandıramaz! Gelecekte bu faizdir, x'dir, Y'dir işleri yapacak olan "başkan ve yönetim kurulunu"  değil bu işler için gereken uzmanı(sportif direktör, menajer) kongre oylarıyla seçmelidir. Önemi günden güne büyüyecektir.

Başka bir örnek ki yüzlerce var.

Schalke’nin sportif direktörü Horst Heldt’dir. 2007 yılında dünyaca ünlü Trapattoni’nin görevine son verip Armin Veh’i başa getirdi. Gomezli, Hilbertli, Beckli kadroyla Almanya'da Bundesliga şampiyonu oldu Stuttgart. Aynı adam Schalke gibi zirve bir kulübün kurtuluş recetesi olarak ilk defa Bundesliga’da takım çalıştırıp yetmezmiş gibi onu düşüren Andre Breitenreiter’ı takımın başına getirip son 44 yılın en iyi sezon başlangıcına imza attı.

Bu eylemleri kongre oylarıyla seçilmiş başkan, yönetim kurulu üyeleri yapabilir mi?

Allah aşkına sizin vizyon dediğiniz nedir? Van Persie’yi getirmek midir?

Dile dolanmış bir Vizyonsuz, Çapsız eleştirisi.  Dünyanın en haksız ve en saçma eleştirisi yapılıyor Hamza Hamzaoğlu'na. Nerede  “büyük yıldız oyuncu” alımı tek başına vizyonu beraberinde getiriyor? Futbolu bilmeyen, bir izleyici olarak dahi futbol bilgisi tartışılır olan bütün zengin iş adamlarının yaptığı iş, ortaya koyduğu “vizyon” haberlerden duyduğu bir kaç ismi ederinden fazla verip kulübe kazandırmak. 

Asıl çapsızlık budur.

 Jürgen Klopp 2010 yılında pek çok oyucuyu alamadı. 5 milyonu geçen bonservisli oyuncu yasaktı. Nurilerle, ismi cismi duyulmamış 21 yaşındaki 8 oyuncuyla masal yazdı adam.  Malaga battı, en iyi oyuncularını sattı ama Pellegrini ofsayttan uzatmanın uzatmasında gol yemese Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olacaktı neredeyse gibi gibi.

Vizyon nedir yahu? Üstelik ederi çapı belli bir ligde Sneijder, Podolski, Muslera elinde varken vizyonsuzluk suçlaması biraz komik değil midir? En ağırı da koşulları Dursun Özbek'ten de öteye giden zincirleme hatalarla oluşmuş ortamın sonucunu "vizyonsuzluk" diye bir teknik direktöre yüklemek değil midir?


Bakın arkadaşlar.. Durum benim anladığım kadarıyla şudur: Para yok. UEFA’dan ceza tehlikesi  HALA çok büyük. Teknik direktöre kalan sadece yönetimin ona sunduğu çok cüzzi miktarlara iyi oyuncu almaktır. Hamza Hoca’nın yaptığı eline verilen bütçeyle profesyonel bir scout ağı kurarak Carole’ları, Denayer’ları, Rodriquez’leri bulmaktır. İki ihtimali vardı: İstifa ya da bu koşullarda verimli olacak oyuncu bulmak. İkincisini seçti. O koşullara göre bulunan oyunculara bakınca baya da vizyonludur. İşbilir'dir.

Hamza Hamzaoğlu..

..teknik yanlışlar yapabilir, hatalı oyuncu değişiklikleri ya da taktiksel hatalar.. Lakin kulüp yönetimi açısından bugüne kadar yanlışı sandığınız kadar yoktur. Varsa bir yanlışı her zaman kişisel kariyerinin önüne camianın çıkarlarını koymasıdır. (Akhisar'da da uzun süre transfer yapmadı, olur da kulüp düşerse altında kalkamaz amatöre kadar gider diye)

 Olur da  –kesinlikle bu dönemde hata olur-Galatasaray’dan ayrılırsa, belki sonradan yapacağı açıklamaları sonrası çok daha iyi anlaşılacaktır ve fakat iş işten geçer o  zaman. Galatasaray taraftarı çok daha bilinçli olmak zorundadır. Dışarıdan görünen tabloyu daha iyi okumak durumunda. Hamza Hamzaoğlu’ndan bağımsız gelişen transfer sürecini bu kadar yanlış okuyup değerlendirme hatasına düşülmemeli.

Kabul edilmeli ki birbirlerinden bağımsız bir kitlede oluşan “ortak” bir fikir varsa bu daha çok bu kitleyi idare etmesi gereken kurumun yönetim problemidir. Galatasaray kulübü kendisini ifade etme ve taraftarların algısında nasıl yer edeceği konusunda son derece bilinçsiz ve hatalıdır. Tek çözüm şeffaf olmaktır. Eğer var olan koşulları taraftarlara iyi bir şekilde anlatırsanız bu samimi taraftar üçüncü lig oyuncusuna tapar, transfersizlikte bile takımın arkasında durur.

Galatasaray çağ atlamak istiyorsa.. Diğer bütün rakiplerinden çok daha kurumsal ve avrupai bir yönetimle iş yapmak istiyorsa bugünkü sistemi kaldırıp çöpe atmalıdır. Avrupa modelini ne kadar erken kendimize örnek alırsak o kadar yol almış oluruz.

Bazıları Hamza Hamzaoğlu'nu yetersiz bulabilir. Bazıları daha başka teknik direktörleri de düşünebilir. Bunlar teknik konudur, başka bir alanda tartışılır. asıl tartışılmsı gereken konu ise son dört yılda üçüncü şampiyonluğunu kazanan ve geliri çok yüksek Şampiyonlar Ligi'ne 3 kez katılıp ikisinde grup aşamasını geçip birinde çeyrek final oynayan bir takım bugün bu ucuz transferlere neden zorunlu bırakılmıştır? Tüm mesele taraftar olarak bunun hesabını sormaktır. Bu da sistem sorunudur. 

Bir anlaşma olur, kulübün kasasına maksimum ekstradan iki milyon euro girecektir. Çok büyük haber, günlerce konuşulur. İki yanlış futbolcu ve teknik direktörün camiaya zararı ise minumum 30 milyon eurodur arkadaşlar. Sistemi doğru bir şekilde yeniden dizayn etmezsek önümüz çok karanlık. Futbol endüstrisindeki gelişim artık banka faizlerini aştı. 

Sistemin kusuru aynı zamanda Adnan Polat gibi camiaya ekonomik açıdan çok iyi işler yapmış başkanları da yiyor. Çünkü iki birbirlerinden farklı işler aynı pota altında eritiliyor. Çok emin bir şekilde şunu yazıyorum, bugün olmasa yarın olacak olandır.

Neler yapılması gerekir? Madde madde..

-Yönetim kurulu üyeleri en fazla 8 kişi olmalıdır. Bu sayının azlığı aynı zamanda bu konumun değerini yükseltecektir zira değeri yükselen konum kulübe değer katacaktır bir aşağıdaki madde ile beraber.

-Yönetim kurulu üyeleri, kulübe destek veren büyük sponsorların yetkili kişileri olmalıdır ve tek tek seçilmelidir.

-Başkan tek başına ve sadece kendisi olarak kongrede seçime gider.

Açıklama: Avrupa’da bu işler böyle. Çünkü Avrupa’da kulüplerdeki bu iş adamları operasyonel iş yapmaz. Aptal mı adam? Nerden bilsin Perisic’in değerini? Kulübe sponsor olduğu için yönetimde hak sahibidir. O kulübün maddi-manevi değerinin artmasıyla bire bir çıkar ilişkisi içerisindedir. Tek derdi kulübün iyi bir şekilde yönetilmesidir. Dolayısıyla bu değerli konuma atanacak insanlar adı “yönetim” kurulu olsa da gerçekte işlevi “denetleme” kuruludur. Yöneticileri denetler. İşlerin iyi gitmesini ister zira çok ciddi miktarda yatırımı söz konusu.

-Başkan ve yönetim kurulundan bağımsız bir sportif yönetim oluşturulmalı

Teknik direktör de bu sportif yönetimin bir parçasıdır. Başkanı olur.(Karl Heinz Rummenigge) Teknik direktör ve oyuncu sözleşmeleriyle ilgilenen sportif direktörü olur.(Matthias Sammer). Finansal açıdan yapılacak yatırımlarda söz sahibi olan mali işler sorumlusu olur. Tüm mesele bu kulübü yönetecek bu dört beş “uzman” insanı bulmaktır.

-Tek tek seçilen yönetim kurulu üyeleri ve başkan bu oluşturulan sportif yönetimi “denetler”. Başarısına göre görevden alır ya da görev süresini uzatır. Bunun dışında görünür olan bu işbilir uzman insanlardır. 

(Örnek sportif yönetim kurulu: Hakan Şükür, Tugay Kerimoğlu, Mali işler Uzmanı, Teknik direktör)

-Bunlar olduktan sonra isterseniz iki yılda dört kere başkan değiştirin. Bu teknik direktör ve sportif yönetimi bağlamaması gerekir. İstikrarı bu şekilde korursunuz. Ancak herhangi bir zamandaki başkan üst üste hatalı teknik direktör ve oyuncu transferi gerçekleştiren bir yönetimi tasviye edip yerine yenisini oluşturabilir. En az iki üç yıllık başarısız bir süreci kapsar.


-Bu sistemin en önemli artısı: Bilmem ne şirketinin  CEO’sunun basın sözcüsü, futbol şube başkanlığı, teknik direktör arama ve bulma çabası içerisine girmemesidir. Doğru oyuncu ve teknik direktör ile beraber kulübün kasasına girecek olan milyon euroları hiçbir yönetim ekstradan alacağı reklam anlaşması ya da düşürdüğü faizle camiaya kazandıramaz. BU gerçeğin farkında olmak ..