14 Ağustos 2015

Fark!


Avrupa Ligi'nde Dortmund'un elediği takım olanWolfsberger'in tiviti:

"Dortmund da 65 bin 766 taraftar var. Bu bizim Lavanttal Arena'ya gelen taraftarlardan 29.142 seyirci daha az demek oluyor. Bu arada bizim takımın yıllık seyirci sayısından bahsediyoruz."

Dortmund'un bir maçlık stadına gelen taraftar sayısı Avrupa'da kaç takımın yıllık taraftar sayısından fazla olduğunu araştırmak gerekir. 


13 Ağustos 2015

Martin-Philipp Max!


Nedendir bilinmez çok fazla  basında haberi çıkmasa da(Almanya dışı)  Augsburg muazzam bir satış gerçekleştirdi. Gelecek primlerle beraber 25 milyon euro karşılığında 2.5'a Fürth'dan aldığı sol bek Baba Rahman'ı  Chelsea'ye sattı. Augsburg'un toplam maaş bütçesine denk gelen bu rakam son yıllarda Bundesliga'dan Premier'e giderek artış gösteren oyuncu satışının belki de en görkemlisi oldu.

Bu sezon Hoffenheim'dan Roberto Firmino 41'e Liverpool'a, Bayern'den Schweinsteiger 18 milyona Manu'ya Mainz'dan Okazaki keza 11'e Leicester'e, Hannover'den Joselu yaklaşık 8'e Stoke City'e, Köln'ün Kevin Wimmer'ı 7 milyona Tottenham'a geçerken Christian Fuchs ve Sebastian Prödl de bonservisi elinde Premier Lig'e gitmişti ki bu dozda bir geçiş alışılmışın dışında.. Premier Lig Bundesliga'ya bu sezon 85 milyon euro bonservis ödedi.

Öte yandan Augsburg 25 milyona Chelsea'ye sattığı sol bekin yerini doldurdu ve Karlsruhe'den Philipp Max'ı 3.8 milyona kadrosuna kattı.

Kimdir bu Max soyadlı Philipp  derseniz eğer bir dönemin gol kralı Martin Max'ın oğlu.



Martin Max geçmişin Kiessling'idir. Belki de Di Natele'sidir zira 30'undan sonra gol kralı oldu. Schalke ile UEFA Kupası'nı kaldırmış olsa da gerçekte 31 yaşında 1860 Münih'e transfer olunca başladı onun hikayesi.  2000 ve 2002 yıllarında 1. Bundesliga gol krallığına erişti. (2002'de Amoroso ile aynı sayıda gol attı)

 Birinci Bundesliga'da iki kez gol kralı olmasına rağmen milli takıma seçilmeyişi çok ciddi tartışmalar yarattı. 2002'de gol kralı olan Max'ı istemeyen dönemin teknik direktörü Rudi Voller'i de 2004 öncesi Martin Max reddetti. 36 yaşında gol kralı olamadı belki ama gol krallığı listesinde bulunan Almanlar arasında 20 golle en fazla gol atan oyuncuydu. Üstelik 36 yaşındaydı milli takımdan teklif almıştı ve fakat reddetti.

Şimdi onun oğlu Philipp Chelsea'ye giden Baba'nın yerini dolduracak. 3.8 milyon euroya transfer oldu. Krallıklar yaşayan Max ise en fazla 750 bin euro bonservis ile transfer olurken oğlu şimdiden babasını bu açıdan katladı. Gelişen futbolla beraber elbette Martin Max'ın 31'den sonra coşmasının da etkisi var muhakkak..

12 Ağustos 2015

Benzersiz!


Yazı Temmuz FourFourTwo dergisinde yayımlanmıştır.

Geride bıraktığımız yüzyıla damga vuran düşünürlerden olan Fransız sosyolog ve filozof Jean Baudrillard “Simulakrlar dünyasında yaşıyoruz”diyerek not düşmüştü tarihe. Postmodern bir kavram olan Simulakrı aslı olmayan kopyanın kopyası olarak tanımlamak mümkün.  Yaşadığımız yüzyılda ise bir futbol filozofu olan Jose Mourinho farkında olmadan Baudrillard’a karşıt görüşü şu şekilde dile getiriyordu “Mesut Özil benzersiz(Unique). Onun kötü bir kopyası dahi yok”. Dünyanın en iyisi olmasa dahi izlenmekten en çok keyif alınan oyuncuların başında gelmesinin açıklaması sanırım başka yerde bu zerafeti  bulamayacak oluşumuz.

Arsenal taraftarı dahi olmayan arkadaşım Mesut’un Hull City maçında sağ kenardan kendisine atılan ve fakat arkasına düşen bu kötü pası öne doğru koşu halinde olmasına rağmen topuğuyla sol kenara aktarışını sayısız kez arka arkaya izlemekten kendisini alamadı. Ekran başındaki izleyici pasın estetiğine odaklanırken saha içerisindeki Mesut ise gerçekte  topun organize bir şekilde ilerlemesine katkı yapmak amacıyla hareket ediyordu. Top dolaşımda olduğunda diğer futbolculardan farkı var olan organizasyonu algılaması ve parçası olacağı noktada üzerine düşeni yapmakta ısrar edişi. Bu bazen basit paslarla doksan dakikayı geçirerek ortaya silik bir görüntü çıkmasına sebebiyet verse de gerçekte teknik direktörün saha içerisindeki aklına muazzam bir katkı yapıyor.

Alman milli takımıyla elemelerde Rusya’ya attığı ilk gol hem çok önemliydi hem de Oliver Kahn’ın müthiş analizi ile Mesut’u en iyi anlatan aksiyonu içeriyordu. Top sağ kenardaki Schweinsteiger’den sol kenara kaymış Miroslav Klose’ye giderken Mesut topun üzerinden atlayarak öne doğru hamle yaptı. İstese ceza sahası önünde topla buluşma şansına sahipti. Bir satranç ustası gibi topun gideceği noktadan aktarılacağı yere doğru koşuya başladı ve Klose’nin pasıyla ilk golünü filelerle buluşturdu. Mesut hücum aksiyonunun bütününü top Schweinsteiger’in ayağından çıkmadan algıladı. O sadece  hücumu en etkili şekilde organize etmesiyle değil aynı zamanda var olan planı bir bütün halinde algılamasıyla diğer bütün futbolculardan farklı olarak teknik direktörlerin en sevdiği futbolcu olarak ayrılır.

Marco Reus’un sakatlığı sonrasında 2014 Dünya Kupası’nda etkili olduğu oyun kurucu ve sağ kenar yerine solda oynamak zorunda kalması onu turnuvada gol ve asistlerden uzak tuttu. Zira sol ayaklı olarak sol kenarda topla her aksiyonu onu kaleden uzaklaştırdı. Bu gerçeğe ve görece etkisiz olmasına rağmen sahadaki bütün planların farkındalığıyla sürekli doğru koşular yapması ve paslar vermesi onu Dünya Kupası’ndaki geniş kadroda vazgeçilmez kılmaya yetti. Onun saha içerisindeki basit pasları “al-ver” olarak görme hatasına düşünülmemeli.

Mesut Özil topu ayağına her aldığında olabilecek en etkili hücum organizasyonunu kafasında kurmasıyla fark yaratır.  Başrol oyuncusu olmadığı noktalarda ise oyuna figuran olarak hizmet etme pahasına organizasyona bağımlı olmayı sürdürmesi teknik direktörlerin Mesut sevdasını açıklar. Bu yüzden onun basit pasları dahi Arsene Wenger’in Liverpool maçı sonrası üzerinde durduğu gibi zeka kokar. 

Mesut Özil Baudrillard’ın Simulakr kavramını yok edecek düzeyde benzersiz bir zerafete de sahiptir. Jose Mourinho’nun dile getirdiği gibi bu futbol aklının ve eşsiz zerafetinin kötü bir kopyası dahi yok.

11 Ağustos 2015

Kralını tanımaz: Lukas Podolski!


Alman milli takımının ilk kaptanı Artur Hiller’dir. Sahanın içerisindeki dizilimden taktiğe ve oyuncu seçimininden uygulanacak stratejiye kadar her ayrıntıda sözünün ağırlığı olduğundan bahsedilir. 1954’te kazanılan Dünya Kupası finalinin bir gece öncesi kaptan Fritz Walter ile teknik direktör Sepp Herberger uzun bir yürüyüşe çıkarlar. Macarları finalde şaşırtan stratejiyi ve oyuncu seçimlerini ikilinin göl kıyısında yaptıkları bu yürüyüşte belirledikleri sık sık konuşulur. Alman milli formasını 40 kez sırtına geçirmiş olan Bernd Hölzenbein ise bir röportajında “Eğer Franz Beckenbauer bir artı bir eşittir üç diyorsa bizim için doğru oydu. Üzerine söz söylemek mümkün değildi” diyerek 70’lerin en güçlü iki kaptanından birisi olan Kaiser'in takım içerisindeki etkisini açıklıyordu. Paul Breitner ise daha uzun paragrafı hak ediyor zira Almanya’nın gördüğü belki de en güçlü saha içi lideri. Öyle ki Bayern Münih’te oyuncuları örgütleyip çeşitli eylemler yaparak-bilerek maç kaybetmek dahil- tam anlamıyla kulüpte bir darbe gerçekleştirmiş ve kulübün başkanı ile beraber teknik direktörünü tayin ederken bugüne kadar sürecek Uli Hoeness dönemini de başlatan isim oldu.

O liderlerden birisi de Oliver Kahn’dır.  Bastian Schweinsteiger katıldığı “Audi-Talk” programında şöyle bir şey anlatır: “Kasım 2002’de Kahn ile tanıştım, soyunma odasında yanımda oturuyordu. Sanırım ilk defa benimle 2005’de konuştu”  Manchester United'a transfer olan Owen Hargreaves bu hiyerarşiyi Effenberg üzerinden çok daha iyi anlatır.  Avantajları ve dezavantajları vardır..

Breitner'ın arkasından gelen Lothar Matthaeus ile devam eden bu sürecin Michael Ballack ile beraber son bulduğu iddia ediliyor. 

2010 Dünya Kupası’nda sakatlığı sonucu kadro dışı kalan Ballack’tan Lahm’a geçen kaptanlık sonrası eski tip saha içi liderliğinin de sona erdiğini, sahadaki her oyuncunun sorumluluğu eşit ölçüde paylaşacağı yeni dönemin başladığı sık sık dile getirildi.  Artık kimse diğerine emir veremeyecek deyim yerindeyse sahanın içerisinde veya dışında ezemeyecekti. Öte yandan bugün hala “lider futbolcu” takımlarda aranır, sezon başı dergiler takımların sözü en çok geçen isimleri hiyerarşik düzende sıraya dizer, bu geleneği devam ettirir zira Alman futbolunun ayrılmaz bir parçasıdır gerçekte.  

 Oliver Kahn gibi güçlü liderden Alman milli takımında kaptanlığı alan Michael Ballack’ın o tartışılmaz saha içi liderliğini bitiren ise Lahm’dan ziyade aslında prens Podolski oldu. Löw ile senli benli konuşan belki de tek futbolcuydu milli takımda. Hiyerarşide Podolski’nin kategorisi yoktur, o tek kişilik ülkesinin kralı olmayan prensidir ve en önemlisi şu ki gerekirse kralını tanımaz!

2010 Dünya Kupası eleme maçı olan Galler karşısında Panzerler maçı 2-0 kazansa da Alman halkının konuştuğu tek konu Lukas Podolski’nin takım kaptanı Michael Ballack’a maç içerisinde verdiği tepki oldu. Kendisine pas vermesi konusunda sürekli şikayette bulunan Ballack söylenmelerinin ayarını kaçırınca Köln’ün prensi Podolski tribünlerdeki binlerin tv başında ise izleyen milyonların önünde basıverdi tokatı kaptanın yüzüne.

Herkes şaşırdı, bu da ne oluyordu ki?

Oliver Kahn gibi ikonlaşmış bir figürden kaptanlığı alan ve teknik direktöre medya üzerinden-Frings'i milli takımdan emekli ettiği için-  ayar çekip kimin milli takımda olup olmamasına karar vereceğini düşünen saha içi tartışmasız lider ve kaptan Michael Ballack'a karşı  bu tepki nasıl mümkün olabilirdi?

Olur.

O Lukas Podolski.

18 yaşında 19 maçta attığı 10 gol sonrası Köln şehrinde Prens ilan edildi. İkinci ligde oynarken  dahi milli takıma seçilerek farklılığı, prensliği ve aslında Köln şehrinin ona taktığı  tacın tüm ülke tarafından onanması oldu.

O  gerçekte her zaman oynadığı takımların en şakacı futbolcusu olmuş ve  takım içerisinde kurulan grupların herhangi birisine dahil olmamış zira konumu itibari ile yalnızdır. Bazıları böyledir, diğerlerinin sorumluluğunu üzerine almaz, lider karakterli değildir. Bir bakıma gruplar üstü yalnız takılan kovboy misali futbolunu oynar, gollerini atar ve tüm takımın sahip olduğu neşenin de kaynağı olur.  

Üstelik çok küçük yaşta deneyim kazanmış, isim yapmış ve tarihe geçecek şekilde 125 kez Alman milli takımının formasını giyerek istediği konumu belirleyecek güce de sahip oldu.  Kendisinin dışında bir kesime liderlik ettiği görülmemiştir belki ama Podolski’ye de üstten bakıp komut vermek, liderlik  etmek de mümkün değildir. 

Taraftarlarını kral kendisini Prens ilan eden bu adam Alman futbol tarihinin en fazla gol atan üçüncü oyuncusu ve milli formayı sırtına geçirme adediyle adını Alman futbol tarihine 30 yaşını doldurmadan yazdırmayı başardı. Enteresan bir karakter ve fenomenliği sonuna kadar hak ediyor.

Taraftarını baş tacı eder. Sayısız eleştirilere karşı sosyal medyayı aşırı dozda kullanmaya devam eder zira onu sevenlerle iletişim kurma zorunluluğundan bahseder. Eğer ki duygusal bağı olan ve ligden düşmeye oynayacak Köln takımı onu istiyorsa gerekirse Bayern Münih'ten kendi rızasıyla bu geçişi yapar. Taraftarlarla olan ilişkisi performansını da belirler, neşeşini de.

Bizim memlekette kariyeri nedeniyle böyle bir olayın yaşanmayacağını varsayıyoruz  ama olur da  Podolski’ye ayar çekmeye çalışacak olan varsa bu son mohikan Michael Ballack tarafından denendi ve pek olumlu sonuçlanmadı diye uyarmak..

Sert!


Bir post aşağıda bahsedilen dördüncü lig takımı Jena'nın sponsoru bir Heavy Metal grubu: HEAVEN SHALL BURN. Thüringen çıkışlı Alman metal grubuymuş.. Ben hiç dinlemedim ve fakat Almanyada tarzının etkili gruplarından..

Enteresan olan ise takımın forma sponsorunun bir metal grubu olması. Üstelik oldukça enteresan dizayn.

Bir tane almak gerekir bundan her ne kadar Jena tarafında akraba olmasa da..

Futbolun Güzelliği


Almanya Kupası'nı seviyorum. Alt liglerden tüm takımlar katılıyor. Bölgesel lige kadar uzanıyor. Üstelik formatı muazzam. Lig farkı olduğu vakit güçsüzün sahasında tek maç üzerinden eleme usulü oynanıyor. Hem küçük takımlar dev rakipleri ağırlıyor, şenlik havasında geçiyor hem de bir doksan dakika evinde oynayan küçük takımın büyüğünü elemesi oldukça ihtimal dahilinde.

Dördüncü lige tekabül ediyor Carl Zeiss Jena. Kupada rakibi Hamburg çıktı.

Hoffenheim'dan yeni transfer Sven Shipplock ile dördüncü lig kalecisinin maç sonu ortaya çıkan bu görüntüsünün ardında yatan hikaye de enteresan.  Kaleci Raphael Koczor'dan dinleyelim bu görüntünün perde arkasını..

"Maç içerisinde Shipplock sürekli ne kadar kazandığından bahsetti.  Kaç para aldığını en ince detayına kadar biliyorum. Maç bitimi arkasından koşturup ona kabine gitmeden önce tabelaya bakmasını söyledim. 10,20 ya da 40 milyon da kazanabilir. Biz belki çeyreğini kazanamıyoruz ama maçı kazanan biz olduk"

Siven Şiplok.. Dördüncü lig kalecisine bu artisliği yaparsan şu güzel kapağı da hak etmiş..

Futbol bazen güzel.. Güçsüz yendi. Üstelik hak ederek.. Hamburg'un attığı goller geçersiz olması gerekirdi ama bu sefer en azından uzatmalarda da olsa iyi olan kazandı.