7 Haziran 2014

Miroslav Klose



 Ermenistan karşısında attığı gol ile beraber Gerd Müller'i geçerek tüm zamanların Almanya adına en çok gol atan oyuncusu olan Miroslav Klose Dünya Kupası'nda iki gol daha atarsa 15 gollü Ronaldo'yu geçerek ismini altın harflerle dünya kupası tarihine yazdıracak.. 

Mario Götze, 22 yaşında 110 kez Almanya’nın en üst seviye liginde forma giyip 29 gol atarken, 35 milyon euro karşılığı Almanya'nın bir büyüğünden en büyüğüne transfer olma başarısı göstermişti. Tüm alt yaş takımlarından aldığı davete iştirak ederken henüz 18'ine varmadan 10 farklı teknik adamın bilgi ve birikimini aktardığı oyuncu, nihayetinde 22 yaşını doldurmadan 30 kez A milli formayı giyip filelere 12 gol bırakarak önümüzdeki Dünya Kupası'nın Almanya adına yıldızı olarak adından bahsettirmeye devam ediyor. Almanların bu titiz çalışmasına kariyer hikayesi ile yol açan adam olan Klose 1999 yılında sırtına geçirdiği Kaiserslautern efsanesi Olaf Marchall formasıyla bir kez bile dahil olamadığı A takımın antrenmanını taraftarlara ayrılan bölümden izliyordu. 21 yaşında amatör takımda oynayan yetenekli, azimli, çelimsiz genç bir adam ikinci ligden takımı çıkardığı yıl şampiyon yapan efsane teknik adam Otto Rehhagel ile konuşmak için idmanın bitmesini bekliyordu. Sırtında idolü olan Olaf Marchall forması, geçmişinde bir dizi hayal kırıklığı, önünde ise hayallerine ulaşmak için belki de son şansı..


5 Haziran 2014

Kupa hariç her şey yalan: ALMANYA


Joachim Löw Almanya'da tartışılmaya devam ediyor. İyi bir teknik direktör olduğu tartışmasız bir gerçek olarak kabul edilse de "BÜYÜK TEKNİK DİREKTÖR" başlığı altına incelemeye henüz Almanlar ve Dünya Futbol otoriteleri yanaşmıyor. "İYİ" ve "BÜYÜK" arasındaki o boşlukta geziniyor.

Bu çıkışı yapması için gereken ayrıntı Dünya Kupası'nı kaldırmak zira Löw ve oynattığı güzel futbolun övgüsü  Balakov-Elber-Bobic ile kurduğu şeytan üçgeni sonrası Stuttgart günlerinden bu yana devam ediyor. Stuttgart şampiyon olmadı sonrasında çalıştıracağı Fenerbahçe gibi ama her iki takıma da oynattığı futbol bugün hala akıllarda. Demem o ki güzel futbol oynatma konusunda becerikli olsa da artık Almanya'nın ve Löw'ün ihtiyacı olan şey Kupa. Bakılan nokta burası.

 Şu kesin ki geçiş aşaması için biçilmiş kaftandı. Kurgu konusunda başarılı. Sistem inşa edecek bilgi ve birikime de sahip. Belki de en önemli özelliği kaptan Philipp Lahm'ın üzerinde durduğu gibi sahada pratize edilmesini istediği içeriği oyuncuya olabilecek en iyi şekilde aktabilecek ifade yeteneğine de sahip olması.

Onun başında olduğu takım "makina düzeninde" işler. Çok şey öncesinde söylenmiş, çalışılmış ve başarılı bir şekilde oyunculara aktarılmıştır. Almanya onun yönetiminde sıklıkla ezberden gider. Saha içerisinde her türlü sistemi eyleyebileceği oyuncuları sahip olmasına, farklı sistemleri başarıyla uygulamış olmasına rağmen "ezberden" giden mantığın final maçlarının olağandışı koşullarında çaresiz kalışı biraz da bundandır. B ya da C planı olmadığı için değil farklı koşullara hızlı bir şekilde akıl üretecek pratik zeka ve beceriden yoksun olduğndan kaynaklı olduğu düşünülüyor.

 Başka bir ifadeyle Löw'ün problemi yarı   final ve final gibi tek bir doksan dakikanın her şeyi belirleyeceği, rakip dahil sahada bulunan her oyuncunun kendini aşacağı ve oyuncuların üzerinde oluşan psikolojik baskı yönetiminin belirleyici olacağı yerde Alman teknik adamın başından sonuna kurguladığı makinanın işletmeye devam etmekten başka çıkar yolu olmamasıdır. Tam bu noktalarda Jose Mourinho, Fatih Terim, Jürgen Klopp ya da Guardiola gibi diğer teknik adamların farkını görüyoruz. "iyi" ile "Büyük" teknik direktör arasındaki fark buradadır.

 İnsan gelişir. Her maç bir tecrübedir diğer maça sizi farklı bir şekilde çıkaracak.. Joachim Löw'ün artık bu beşinci büyük turnuvası. İspanya'nın en iyi dönemine denk gelmiş olması talihsizlik. İtalya mağlubiyeti ve Euro 2012 başarısızlığı ise Löw'ün birbirlerinden taban tabana zıt Bayern Münih ve Borussia Dortmund futbolunu tek bir çatı altında birleştirememesinin sonucu olarak görüldü.

Üzerine çok fazla eleştiri gelse de özellikle son 2 yılda Almanya'yı farklı bir yola doğru sürüklediğini ve büyük ölçüde başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Pek çok oyuncunun sakatlık sorunu yaşaması ve milli takımın ana unsurları olan Bayern Münih ile Borussia Dortmund arasında var olan uyuşmazlığı Milli Takım içerisinde ortadan kaldıramaması ise onun en büyük handikapı. Euro 2012'de gelen eleştirilerin en önemlisi Bayernli futbolcularla Dortmund futbolu oynatması olmuştu ki çok da haksız bir eleştiri değildi.

Bu problemi "Hummels" üzerinden anlatabiliriz.



 SAVUNMA "Yerden garanti pas"

 Spielverlagerung'un analizinde de yer alan Hummels çıkmazı Bayern-Dortmund karşıtlığına iyi bir örnek. Löw'ün saha içi karakterini belirleyen en önemli özelliklerin başında "yerden kısa ve garanti" pas geliyor. Özellikle oyun kurma esnasında havadan uzun ve riskli paslardan kaçınılmasını isteyen Löw tam bu noktada hata istemiyor.

 Almanya'nın en iyi savunma oyuncusu ise kuşkusuz Mats Hummels. Dortmundlu oyuncunun en iyi özelliklerinin başında ise geriden dikine yerden ve havadan  riskli olsa da isabet oranı yüksek pasla oynaması geliyor. Bu onu değerli kılan en önemli özelliklerinin başında gelse de mili takım formasıyla bundan kaçınılması isteniyor.  Zira Mats Hummels Borussia Dortmund forması altında isabetsiz bir pas attığında karınca yuvası gibi kaybedilen topun başında çoğalan Klopp'un talebeleri bu hatayı olabilecek en iyi şekilde telafi ederken milli takımın en zayıf yönü olan pres gücünün yetersizliği bu hatayı kaldırmıyor. Sorun da Hummels ile Löw'ün arasını açıyor.

 Pek çok otoriteye göre Hummels'ın bir sınıf aşağısında yer alan Mertesacker tam da bu yüzden Löw'ün kurgusunda savunmanın şefi olmaya daha yakın duruyor. Mertesacker böyle bir beceriden yoksun olduğu için garanti pas konusunda en iyi seçeneği oyun karakteri gereği yıllardır aradığından Hummels'a göre pas yüzdesi daha yüksek. Dortmund futbolunun en önemli içeriği topun kazanıldığı andan itibaren hızlı hücumlar gerçekleştirmek ve bunun da getirisi riskli paslarla dikine oynamak. Lakin olası başarısızlıkta yaşayacaı tehlikeler nedeniyle Dortmund presinden mahrum olan Almanya bu seçeneği işaretleyemiyor.

Hummels'in milli takımda dönüştürülmesi aslında son iki yılda Löw'ün kontradan pas futboluna doğru geçişin ayrıntılarından sadece birisi.

Kontra'dan Pas Futbolu'na Geçiş..

Geçen son iki yılda her koşulda Bayernlilerin fazla olacağı bir milli takım gerçeğini göz önünde bulunduran Joachim Löw 2010'da var olan kontra futbolundan çıkıp pas futboluna doğru geçiş yaptı. Artık Almanya geniş alanda hızlı hücumlarla sonuca giden anlayıştan ziyade yüzde 60'ın üzerine çıkan topa sahip olma oranıyla oyuna hükmeden farklı bir kimlikle sahaya çıkacak. Bu da aslında Euro 2012'nin eleştirilerinin doğal sonucu. Almanya milli takımı Dortmund ve Bayern futbolundan birisini seçmek zorundaydı. Neuer-Boateng-Schweinsteiger-Kroos-Lahm-Götze-Müller gibi Bayernli oyuncuların özellikle orta saha presi söz konusu olduğunda  belirleyici olması nedeniyle  böylesine bir dönüşü zorunlu kıldı.

BEKLER- Şükür ki Durm var..

Almanya'nın belki de yıllar yılı en sorunlu bölgesi olan kanat bekleri bu turnuvada da Löw'ü kara kara düşündürmeye devam ediyor. Eskiden en azından Lahm'ın sağ beke çakılı olduğu yerde sol bek problemiyle haşır neşirdi. Hatırlarsanız 2010'un en zayıf karnı ve sonrasında yedeğe çekilen sol bek  Badstuber olmuştu. Khedira'nın formsuzluğu sonlanmazsa Lahm merkeze çekilmek zorunda kalacak ve bu sefer her iki kanat beki de yeniden ele alınmak zorunda. Portekiz maçını düşünerek ilk etapta sağ beke Boateng düşünülüyor. Sol bekte ise sadece bir yıl önce forvetten savunmaya doğru Klopp'un başarılı bir şekilde devşirdiği  Erik Durm'un performansı da göz önüne alındığında Löw'ü en çok sevindiren ayrıntı olduğuna kuşku yok. Üstelik Lahm'ın sol bek oynamayacağı da düşünülürse Höwedes ve zorlarsak Boateng hariç kadroda  alternatifi de bulunmuyor ki bu iki oyuncu ile Durm performansı arası uçurum.. Portekiz'e Ronaldo tehlikesi nedeniyle Boateng ile çıkmaya Löw hazırlansa da nihayetinde Lahm bu bölgenin ilk seçeneği olacak. Neuer'in iyileşmesi durumunda ise savunma şu şekilde olacaktır.

"Lahm(Boateng)-Hummels-Mertesacker-Durm"



Defansif Orta Saha İkilisi

Yüzde 60'ın üzerinde topa sahip olup oyunu önde oynayan takımlarda bu iki oyuncu farklı bir role bürünürken takımın kaderini tayin edecek öneme sahipler. Böylesi takımlarda sadece "kesicilik" yaparak bu bölgede yer almanız mümkün değildir. Aynı şekilde topa sahip olarak oyunu öne yıkan oyuncularda tandem ikilisinin dahi top tekniği, isabetli pas oranı ve hücum özellikleri bir seviye daha fazla önem kazanıyor. Bazen buraya koyacağınız oyuncunun becerisi bütün problemlerinizi çözer. Ele alınacak olan bir sonraki  ülke olan Şili'de Diaz'ın Şili'nin kaderini değiştirmesi gibi. Almanya'da savunma dörtlüsü önündeki o tek oyuncu için gerçekte iki aday var. Philipp Lahm ve Bastian Schweinsteiger. Bu iki oyuncu saha içi dolaşımı,  topu isteme, sahip olduğunda kaybetmemek, çevre kontrolü ve sonrasında doğru yere uzun-kısa oynaması konusunda fazlasıyla iyi. Özellikle yerleşim söz konusu olduğunda Lahm'ın zekası parıldıyor. Schweinsteiger'in ise presi kıran hareketliliği ve pas seçeneğinin (uzun-kısa-yerden-havadan) fazla olması Almanların elini rahatlatıyor.

Defansif orta saha ikilisinin diğer eşi, forvete kayan denge bozucu ve pres konusunda takıma avantaj sağlayacak oyuncu açısından en uygun seçenek formda olsaydı bu Khedira olacaktı. Tunus asıllı Alman oyuncu sakatlık sonrası ritmini bulamadığı için Toni Kroos burada formaya yakın duran isim. Diagonal ve oyunun yönünü değiştiren isabetli paslarıyla oyun kurma konusunda yardımcı olurken aynı zamanda "sahte on numara" şeklinde ön alanda Mesut'a da yardımcı olacak. Duran top konusundaki ustalığı, isabetli sert şutlarıyla ribaundlar söz konusu olduğunda hücuma da destek verecek.

Nihayetinde savunma önü için Schweinsteiger ve Lahm öne çıkarken bu iki oyuncuya eşlenecek diğer oyuncular ise Khedira ve Kroos olacak. Kramer ise tüm bunların dışında değerlendirilmesi gereken beşinci seçenek.


ÖN ÜÇLÜ 

"Yerden kısa ve garanti pas" seçeneğinin bir başka önemli özelliği ise hücum söz konusu olduğunda olur da çizgiye inilirse burada da kendisini var etmesi. Löw hali hazırda orijini forvet ya da ofansif orta saha olan oyunculardan kenar oyuncu seçimini yapmış ve çizgiye inip tipik kanat akını gerçekleştirecek olan  orta saha ya da kanat oyuncusu bulunmuyor. Kenar forvetler içeriye kat ederek Mesut Özil'in pas opsiyonlarını fazlalaştırması, merkezden gelişecek olan atakların "yerden kısa paslarla" çeşitlilik göstermesine olanak sağlaması bekleniyor.

 Kiessling'in alınmadığı, Gomez'in olmadığı ve Klose'nin de özellikle pres konusunda eski gücünde olmadığı için tercih edilmeme ihtimalinin olduğu yerde Götze, Reus ve Müller gibi kafa hakimiyeti olmayan oyuncularla gerçekleştirilecek akınların başka türlü olumlu sonuçlanması zor. Bu yüzden Alman milli takımı zorda kalmadıkça topu şişirmeyecek. Khedira'nın henüz kendisine gelemediği noktada Lahm merkeze kaydırabilir ama olur da Lahm bek oynarsa belki 2010'da olduğu gibi müthiş bindirmeleri ve Müller ile kurduğu birlikteliğe Mesut'u da katarak hücum merkezini kanatlara yayabilir.

Lakin oyun büyük ölçüde merkez orta sahalar tarafından bol pas üzerine kurulu olacak şekilde yönlendirilecek. Almanya artık pas futboluna geçiş yaptı. Tam da bu yüzden Mesut Özil form durumu ne olursa olsun Löw'ün vazgeçilmezlerinden olacak. Reus formu ve fark yaratan oyun zekası ile ön alanda Mesut'a eşlik edecek iken Thomas Müller ve Götze de bu ikiliye yardım edecek. Podolski, Klose ise "merkez forvetli" oyun sistemi içerisinde Löw'ün düşüneceği diğer isimler.

Öte yandan sorun şu ki Alman defansif orta sahaların yaratıcılıkları sınırlı. Lahm-Schweinsteiger-Kroos daha çok yaratıcı değil "taşıyıcı" oyunculardır. Bayern Münih'de bu Ribery ve Robben gibi Almanların çok sevdiği "çilingir oyuncu modeli"nden iki tane bulunduğundan sorun teşkil etmiyordu. Reus da bu oyuncu modeline iyi bir örnek teşkil etse de yeterli gelecek mi göreceğiz.  Mesut'a nefes aldırmayan bir rakip olduğu vakit Almanlar ön alanda sıkışıyor. Oyun sıkıştığında Guardiola'nın dahi sıklıkla bu sezon başvurduğu kenar ortaları ve yüksek top seçeneğine sahip olmayan Almanya bu açıdan Mesut Özil'e zorunlu. Kenarlarda forvet kullanan ve içeriye kat edecek olan bu oyuncuları en iyi besleyecek olan isim Mesut. Dolayısıyla Reus sonrası yeri en garanti oyuncu konumunda. Mesut'u ön merkeze yerleştirdikten sonra sağ ve sol kenara kimin geleceği ise rakibe ve Löw'ün belirleyeceği sisteme göre değişecek.



 FORVET 

Kamerun'a karşı Löw'ün sistemi 4-4-2-0 olmuştu. Fovetin sahtesini dahi kullanmadı. İki yıl içerisinde Klose ve Gomez'in sakatlıklarının da etkisiyle Almanya büyük oranda merkez forvet ya da santrfor kullanmadan maçlarına çıktı. Eski gücünden uzak görüntüsü biraz da bu yeni sisteme adapte olamayışlarından kaynaklandı. İşin enterasan tarafı sahte dokuz formatını Messi ile beraber dünya çapında yaygınlaştıran isim olan Guardiola dahi sezon içi pek çok maçta Mandzukic'i kullanarak bu sistemi sezona yaymadı. Dortmund'da ise Lewandowski oldu her daim. Milli takımı besleyen Dortmund ve Bayern'in Polonyalı ve Hırvat merkez santrforlar kullanması sonucu Löw kara kara düşünüyor zira Gomez'in sakatlığı Klose'nin yaşı sonrası sahte dokuza biraz zorunlu. Elbette Müller ve Podolski de santrfor olarak oynayabilecek yeteneklere sahip ve fakat Gomez ve Klose etkinliğinde olmayacağını söyleyebiliriz. Reus ve Mesut'u tahtaya yazdıktan sonra Götze ve golcü özelliği ile Müller de kaçınılmaz olarak ismini tahtaya yazdırıyor. Andre Schürrle özellikle büyük takımlar karşısında ya da skoru korumak adına geriye takım geriye çekildiğinde patlayıcı güç olarak her zaman hazır tutulacak.

2010'un Almanya hücumu sağ merkezliydi. Bunun da nedenleri Lahm'ın sağ bek oynaması ve bindirmeleri, Müller'in kenardaki becerikli aksiyonları ve Mesut'un da buraya kendisini kaydırarak harika hücumların oluşmasıydı. Keza Khedira'nın da bu bölgeye yakın durduğunu hatırlıyoruz. Müller yine bu yüzden sağ kenara yakın durduğu için kaçınılmaz olarak Götze forvet ya da sahte dokuz rolüyle sahaya çıkacak. Kamerun'da denenilen çift on numaranın işlemediğini ve sanırım işlemeyeceğini de Löw anlamıştır.


Problemler: 

Almanya'nın Dortmund gibi oynayabilecek pres gücüne sahip olmaması zorunlu olarak Bayern futboluna geçişi sağladı. Aynı zamanda Almanların yüzyıllık futbol kültüründe var olan sonuç futbolunun kaçınılmaz ayrıntısı dikine oynama seçeneği içeriği de topun kaybedildiği anda yapılan presin (gegenpressing) doğru bir şekilde uygulanamadığı için daha az işaretleniyor doksan dakika içerisinde. Bu da kısmen bol pas az aksiyon ile beraber "sıkıcılık" eleştirisini de beraberinde getiriyor zira Hummels'dan başlayıp Mesut'a kadar giden risksiz, yerden kısa pas mottosu ile beraber defansif orta sahaların yaratıcılık konusunda eksik oluşu oyunu sıkıştırıyor. İspanya'nın ardından pek çoklarının Avrupa'da en iyi takım olarak görmesi nedeniyle rakip geriye çekildiğinde problem daha da belirgin hale geliyor. Üstelik pres gücünün yetersizliği Gana ve ABD gibi bu konuda oldukça iyi olan ülkelere karşı da çaresiz bırakıyor. Bu yüzden Almanya'yı kendisine denk olarak gören Portekiz gibi takımlara karşı daha iyi bir futbol oyanacağını öngörebiliriz başta ABD olmak üzere diğer takımların da sürpriz yapmasının ihtimal dahilinde olduğu gibi..



 Kilit Oyuncu: Philipp Lahm

 Yukarıda bahsedilen ayrıntılardan dolayı dünyanın saha içi yerleşim alma ve pozisyon bilgisi açısından en üst düzey üç oyuncusundan birisi olan Lahm'ın merkeze geldiğinde göstereceği performans özellikle grup maçlarındaki ABD ve GANA karşısında takımın kaderini tayin edecek. Gerek savunmada pres yediğinde kuracağı organizasyon gerekse de bindirmeleri ve hücumun merkezini tayin etmesi açısından Almanların en önemli oyuncusu ve kilit role sahip.

Yıldızı: Marco Reus 

Pek çokları Mesut Özil'e bakıyor ama inandığım odur ki istisnalar hariç Dünya Kupası geride bırakılan sezonun özeti olur. Dolayısıyla formda gelen Marco Reus performansı Almanya'yı bir üst tura taşıyacak olan etken olacak. Özellikle merkez forvet kullanılmayacağını düşünürsek onun yaratıcılığı, dar alandaki spektaküler aksiyonları Alman futboluna da ruh katacak. Mesut ile çok iyi anlaşması ise Dortmund performansının dahi yukarı çıkmasına neden olabilir. 



Merak edilen oyuncusu: Christoph Kramer 

Yukarıda ismini hiç almadığımız Gladbach'ın koşu canavarı Kramer aslında var olan problemlerin bir kısmını giderebilir. 23 yaşındaki oyuncu ligin maç başına 13 km ile sahada en fazla mesafe kat eden oyuncusu. ikili mücadele kazanma oranı, pres ve ayağının bu özellikleri taşıyanlara göre iyi diyebileceğimiz seviyede oluşu Löw'ün B planı içerisinde oyuncunun yer aldığını söyleyebiliriz. Özellikle maça sonradan girip düşen orta sahayı canlandırması, hareketlilik kazandırıp rakibin oyununu bozmak istediği anlarda Kramer doğru tercih olacaktır. Kramer'in özelliklerinin bir başka defansif orta sahada olmaması onu değerli kılıyor. Aynı şekilde buraya Erik Durm'u da alabilirdik zira alternatifi olmayan oyuncunun göstereceği performans Almanya'yı çift merkezli hücuma dahi yöneltebilir.

 Sistemi: 4-2-4(3-1) 

Çok farklı dizilimler,sistemler denendi geçen iki yılda. Üçlü savunmadan sahte dokuzlu formata kadar. Lakin kabaca Löw'ün sistemi görevleri belirgin dört savunma oyuncusu ile dört hücum oyuncusu arasında farklı görevleri olan iki defansif orta sahalı bir işleyişe sahiptir. İkinci defansif orta sahanın kendisini öne atmasıyla 1'e de dönüşse de kurgu çok fazla değişmiyor. Değişen ayrıntı ise topa sahip olma oranının artması ve oyuna hakimiyet kurarak bekleri ileri çıkarıp 8 kişi ile Bayern kopyası hücum etme girişimleridir. Lahm-Schweinsteiger-Kroos-Khedira dörtüsünden ikisinin orta saha üzerinden yöneteceği hücumları bir çizgi halinde bulunan Reus-Mesut-Müller-Götze'nin kuracağı üçgenlerle kaleye yaklaşılacak. "Araya adam kaçırmak" ise ana hücum planı. Podolski-Kloseli bir kadro ise 2010'nun bir benzerini yeniden sahneye koyma çabası içerisinde olacak.

2 Haziran 2014

Son Görev: Çeyrek Final (İsviçre)



Dünya Kupası için blogu bir aylığına eski günlerde olduğu gibi yeniden güncellemek üzere açıyoruz. Açılışı da DK sonrası mesleğini bırakacak olan kariyerinde 25 kupa bulunan Ottmar Hitzfeld ile yapıyoruz.

Ottmar Hitzfeld dünya üzerinde iki farklı takımla Şampiyonlar Ligi'ni alan 5 teknik direktörden birisi. Üstelik Ernst Happel'dan sonra uzun süre bu sıfatı faal teknik adam olarak tek başına taşıdı. Hemen arkasından Jose Moruinho'nun İnter ile kupa kaldırmasıyla beraber liste üçlendi. Geçen sene Jupp Heynckes ile dörtlenirken bu sene de Carlo Ancelotti ile beraber iki farklı takımla Şampiyonlar Ligi'ni alan teknik adam sayısı beşe yükseldi. Hitzfeld bunu 2001 yılında başarmıştı oysa..

Ancelotti Milan ve Real Madrid.. Jupp Heynckes Real Madrid ve Bayern Münih ile bu kupayı kaldırırken belki de Hitzfeld ve Mourinho'yu tam bu noktada diğerlerinden ayırmak gerekir zira Porto ve o dönemin Borussia Dortmund'u ile bunu başarmak daha farklı şekilde ele alınması geekir.  Bir teknik direktör mucizesi olarak algılanmalı. Elbette Heynckes'in 32 yıl sonra Real Madrid'e 12 yıl sonra da Bayern Münih'e bu kupayı kazanması ya da Ancelotti'nin sadece Milan ile iki kez bunu başarıp Real Madrid ile üçlemesi de takdire şayan ama teknik direktörün "teknik" başarısı açısından Mourinho ve Hitzfeld bir adım daha önde.

Mourinho'yu dünya yıllardır konuşuyor lakin Hitzfeld görünmez kahraman olmayı başarıyor geride bıraktığı 25 kupaya rağmen. İki farklı takımla Bundesliga'da 13 yıl gibi uzun bir süre görev yapmasına rağmen maç başına puan ortalaması düne kadar en iyisiydi. Onu bu sezon geçen isim Guardiola oldu.  Dortmund ve Bayern Münih ile toplamda 7 şampiyonluğu bulunuyor. Memleketin milli takımı ve üç büyüklere ismi çokça kez yazılan "General" lakaplı Hitzfeld'in reddettiği teklifler bunlarla sınırlı kalmadı. Jupp Heynckes ile anlaşan Real Madrid önce teklifi Hitzfeld'e sunmuştu. Ferguson ilk bırakacağı zaman en büyük isteği yakın arkadaşı olan bu adamı Manchester'ın başına getirmekti: Hitzfeld reddetti. 2004 sonrası çöküşe geçen Almanya da onu istemişti ama Hitzfeld istemeyince  Klinsmann ve Löw başa geçti.  

Şampiyonluklarına İsviçre'de oyuncu olduğu dönemde başladı. İki kez futbolcu olarak kazandığı şampiyonluklarına teknik direktör olarak yine İsviçre'de devam etti. Grassophers ile iki kez şampiyon olarak isviçre'den Almanya'ya geçişi sağladı.. 80'lerin asansör takımı olan Borussia Dortmund'u 90'ların başından itibaren çalıştırmaya başladı ve iki kez üst üste şampiyon yapmasının ardından kazandığı Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu bugün Klopp'un başardığından dahi daha zor olduğunun da altını çizelim. Bayern Münih ile toplamda 2 Şampiyonlar Ligi finali 1 ŞL kupası ve 5 lig şampiyonluğu kazanarak Bundesliganın gelmiş geçmiş en iyi teknik direktörü oldu.

Son görevi ise İsviçre..

Onunla beraber Bayern çatısı altında çalışmış Tarnat der ki "Hitzfeld'i bir gün olsun bağırırken görmedik". Böylesine sakin kalarak otoriter olmayı başarmak muhtemelen onun Matematik öğretmeni olmasından ileri geliyor. Gerçi Van Gaal da öğretmenlik mesleğinden geliyor ama her yiğidin yoğurt yiyişi başka. Nihayetinde bu meslek en azından aklındaki doğruyu sahanın içerisine akıtma yolunda size yardımcı olduğu kesin. Zira Alman teknik adamın kıvrak zekası ve taktiksel açıdan üst düzey içeriği bir yana istediğini oyunculara aktarma ve onların aklına girme konusunda ustalığı pek çok kez kanıtlandı. Kavgasız, gürültüsüz, sakin ve otoriter yapısı ile her açıdan örnek bir teknik direktör modeli olmayı yaşamı boyunca sergiledi.

Pek dışarıya göstermediği duygusal yapısını Bayern Münih'i ikinci kez bırakırken son maçta Hoeness ile karşılıklı göz yaşarı dökerken gördük. Öte yandan bu mesleği iki kez "tükenmişlik sendromu" nedeniyle bırakırken dışarıya taşırmadığı ve içinde yaşadığı gizli bir heyecanı olduğunu söyleyebiliriz. Son derece karizmatik, saygılı ve disiplinli olan Hitzfeld dünya üzerinde ne varsa kazandı ve son görevi İsviçre'yi bir kez daha Dünya Kupası'nda çeyrek finale taşımak..

Benim dileğim odur ki bu Dünya Kupası'nda da "son kez" artistik bir başarı kazanarak mesleğine veda etmesi. Böyle bir başarı ancak onun geride bıraktığı 25 kupayı yeniden hatırlatarak dünya futbolunda hak ettiği yere oturtacaktır..


İSVİÇRE MİLLİ TAKIMI

İngiltere'den sonra futbolu dünyada sahiplenen ikinci ülke.  St.Gallen'in kuruluş tarihi 1879. 1895'de 11 takımlı ligin yanı sıra İsviçre Federasyonu kuruldu.  FIFA'nın kurucu 7 devletinden birisi olma şerefine de sahip. Dünyaya futbolu yaygınlaştıran isimler de dönemin İsviçrelileri ya da orada yaşamış yabancılarıdır. Nasıl ki Hans Gamper Barça'yı Basel'in renklerini de alarak kurduysa Almanya'da da Walter Bensemann Güney Almanya'daki ilk takımı kuran isim olurken Vittorio Pozzo da İsviçre'de öğrendiği futbolu İtalya'ya taşıdı. İnter Milan'ın kurucu üyelerinin büyük çoğunluğu da İsviçrelidir. Misal tamamının İsviçrelilerinden oluştuğu Stade Helvetiqe Marsilya takımı da Fransa'da 1909, 1911 ve 1913'de şampiyon oldu. Nihayetinde futbolu İngiltere keşfetmiş olsa da yaygınlaşmasını, bu denli popüler olmasını sağlayan ülkelerin başında İsviçre geliyor.

Futbola erken bir şekilde el atmanın doğal getirisi ilk iki Dünya Kupası maceralarına onları ortak etti. Tarihinin en iyi dereceleri olarak anılacak olan bu turnuvalarda İsviçre çeyrek final başarısını yakaladı. Almanların mucizeyi başardığı 1954 Dünya Kupası ise İsviçre'de düzenlenmişti. Üçüncü ve son kez çeyrek final başarısını da burada yaşadılar. Aradan geçen 60 yılda ise 6 kez daha Dünya Kupalarına iştirak etseler de bunlardan sadece iki kez gruplardan çıkmayı başardılar. Nihayetinde 2014 Brezilya'da 10.kez bu büyük turnuvaya katılım gösterirken en büyük hedefleri gruptan çıkıp çeyrek final oynayarak tarihi başarılarını tekrar etmek. Hitzfeld "Daha fazlasını başaracak gücümüz yok" diyerek sınırı çekse de her türlü sürprizi gerçekleştirebilecek bir kadroya sahipler. isviçre belki de Dünya Kupaları'na en güçlü kadrosuyla iştirak ediyor. Bundesliga ve Seria A karışımı kadrosu temelde her şeyi başarabilecek güce sahip.



Kaleciler:

İsviçre'nin birbirlerinden kaliteli ve güven veren iki iyi kalecisi var. Wolfsburg'un kalecisi Diego Benaglio ile Mesut Özil'in 17 yaşında parladığı turnuvada "MVP" alarak futbol hayatına başlayıp bu sezon Bundesliga'ya adım atacak olan  Yann Sommer..  Gladbach'ın Barça'ya giden Ter Stegen yerine transfer ettiği Sommer 2011 U21'inde gol yemeden finale kadar ulaşmıştı İsviçre genç milli takımıyla. Nihayetinde tecrübeli ve kaliteli eldiven Benaglio ile Sommer ikilisi İsviçre'nin kaleci sorununu ortadan kaldıracak nitelikte iki iyi kaleci. Elemelerdeki 7 maçta kalesinde gol görmemeleri de kaleci kalitesini ortaya koyuyor. İsviçre'de otoriterlerin bir kısmı Sommer ve üçüncü kaleci Burki'nin Benaglio'dan daha iyi olduğunu dahi savunuyor. Nihayetinde burada sorun yok, kalite üst düzey...

Savunma:

Bloklar arasında İsviçre'nin zayıf karnı olarak görülebilir tandem ikilisini baz aldığınızda. Lakin Juventus'tan Lichtsteiner ile Wolfsburg beki Ricardo Rodriquez belki turnuvaya katılan takımlar arasında ilk beşe oynayacak bek ikilisi olarak ele alınabilir. Djourou ile Steve von Bergen tandemi oluşturacak ama elemelerde attığı gollerle öne çıkan ve İsviçre'nin en iyi stoperi ve pahalı oyuncusu olan Fabian Schaer de hazır kıta bekletilecek.  Özellikle Rodriquez'in turnuvada çıkış yapması olası zira dünya futbolunda kaliteli bir sol bek bulmak artık çok zor.. Bu açıdan Shaqiri ile beraber 20 milyonluk değeri ile takımın en pahalı oyuncusu olurken aynı zamanda İsviçre'nin 2010 ve 2006 DK'sına göre çok daha "ofansif" olacağının en önemli göstergeleri.

Orta Saha:

Takımın kaptanı Gökhan İnler liderliğinde Behrami, Dzemailli ile beraber savunma önü kaliteli ayaklardan oluşuyor. İsviçre'nin temel problemi yaratıcı fikirlere sahip teknik on numaradan yoksun oluşu. Hitzfeld'in taktik dehası ve oyuncuların kalitesi ile oynadıkları maçların pek çoğunda kalelerinde gol görmeden tamamlamalarıyla maçlarını kazandılar. Geçmiş iki  Dünya Kupası'nda da gol atma konusunda sıkıntı çekildi. Öyle ki yıllar yıllar sonra İspanya'yı yenme başarısı gösteren bu takım Honduras'a gol atamadığı için gruplardan çıkamadı. Bu açıdan ele aldığınzda Bayern Münih'te çok kez yedek kalmış Shaqiri'nin önemi çok fazla. Bir kenar forvet olmasına rağmen oyunun ön alanda lideri olacak olan yıldız oyuncu İsviçre'ye yaratıcılık katacak, beyin olacak. Keza duran top organizasyonlarındaki başarısı ile de öne çıkan diğer kenar Stocker'in se yeri garanti. Merkez top dağıtıcı Xhaka'nın organizasyonu ele alması ve düzeneği kurması açısından G noktasını oluştursa da yaratıcılığı sınrlı olması zaman zaman Hitzfeld'in kenardan Shaqiri'yi merkeze kaydırmasına yol açıyor.

Forvet: 

Josip Drmic'in bu sezon Nürnberg'de gösterdiği performans onu Eren Derdiyok'un yerine takımın bankosu yaptı. Hazırlık maçında da attığı golle Dünya Kupası'na hazır olduğunu gösterdi. Xhaqiri ve Stocker'in besleyeceği Drmic muhtemeldir ki Nürnberg'de ulaştığı seviyenin daha da ötesine gitmek isteyecek. Nihayetinde elemelerdeki 7 maçı da kalesinde gol görmeden geçen İsviçre'nin atacağı gol kaderini tayin edecektir Honduras'a karşı 2010'da atamadığı gol onları gruplarda bıraktığı gibi.. Burada Lichtsteiner ile Rodriquez artısı ise Drmic gibi ceza sahası içerisinde de iyi işler yapan forvetin en büyük artısı. İsviçre bekleriyle de yüklenirken bitirici bir golcüye ihtiyaç çok fazla.

Ne yaparlar:

Öncelikle 2012'de izlediğim İsviçre ile bugünkü kadro arasında fark yok denece kadar az. Yine Gökhan-Behrami ikilisinin önünde Xhaka oynayacak. Shaqiri-Barnetta kanatları vardı o dönem ve şimdi de Shaqiri-Stocker.. Drmic yeni belki ama Lichtsteiner ile Rodriquez eski. İstikrarlı kadro yapısı ve deneyimli oyuncu grubuyla Fransa'nın arkasından Ekvador'u geçip vize alması muhtemel gözüküyor. Belki de her şey ilk maçta Ekvador karşısında ne yapacağına bağlı olacak. En fazla çeyrek final olarak yolu çizilmiş olsa da ben Hitzfeld'in olduğu yerde her şey olabilir diyorum..

Şu oyunculara dikkat:

Sol bek Ricardo Rodriquez ile Shaqiri turnuvaya damga vurabilir. Drmic'in de çok iyi bir sezon geçirdiğini hatırlatalım.Gökhan ve Lichtsteiner'ın dünya futbolu üzerinde potansiyeli ve yeri bellidir. Lakin Rodriquez, Drmic ve oynarsa stoperde Fabian Schaer patlama yapabilir.


1 Haziran 2014

Lider'de Yok Olmak


BirGün Pazar'da Akademisyen Güven Gürkan Öztan'ın Ak Gençlik'e dair şık analizinden bir parça. Burasını okuduğum zaman bugün aklıma Peca Bauwens'in hikayesi geldi.

Şurada okuyabileceğiniz Almanların ilk uluslararası hakemi ve 1954 mucizesi esnasında Federasyon başkanı olan Peco Bauwens'in hikayesindeki son paragraf da benzer şekilde ele alınabilir.

Alman halkında faşizmin hemen ardından duyulan korku o derece büyüktür ki 1954 Bern Mucizesi'nin ardından  kazanılan Dünya Şampiyonluğu sonrasında Alman Federasyon başkanı bu zaferin yaşatacağı tatminin Alman halkının o dönem ihtiyacı olduğunu  zira aksi takdirde "Biz en iyisiyiz" duygusunu çok daha başka ve kötü şekilde elde etmesinin önüne geçeceğini dile getiriyordu.  O kibirin tatmin edilmesine ihtiyaç duyulduğunu, "diğerlerinden üstün olma" duygusunun futbol yoluyla bir nebze olsun giderilmiş olacağını savunuyorlardı ki oldukça makul bir analiz.