31 Aralık 2012

Abdullah Avcı


NTV'de 90 + programına çıktı ve konuştu. Bir anlamda kendisini de savundu. Ben yine Selçuk konusunda tatmin olmadım. Sadece sol ayaklı olduğu için Emre'yi ve sonrasında ise Nuri'yi tercih ettiğini söyledi.

Emre'yi bir kenara koyuyorum zira ulusal takımda Emre'nin kötü maçı yok ki zaten ben daha çok geriye düşülen maçlarda ve Hollanda karşılaşmasında taktik gereği Selçuk'un uzun paslarının önemli olduğunu düşünürdüm ama bu da kalsın bir kenarda.. Topal'ın alanları daha iyi kapadığını düşündüğünü söyledi ki mantıklı bu. 

Hollanda maçı en iyi maçımızdı diyor. Doğrudur. Van Gaal'in pek çok değişikliği yaptığı, pek çok oyuncuyu transfer görüşmesinde olduğu için çağırmadı ve ilk resmi maçı olduğunu gözden kaçırmamalı. Beklentimiz evimizdeki Hollanda maçının da benzer şekilde geçmesi. 

Diğer açıdan.. Bana yeni bir şey söylemiyor. Samet Aybaba'yı misal keyifle dinliyorum zira samimi sohbeti bir yana farklı şeyler söylüyor, Abdullah Avcı ise ezberimi çalıştırıyor sadece.

Dahası..

"Biz sürekliliği olan, takımlarında oynamış oyuncuları seçiyoruz" dediğinde..

Orada bulunan Metin Tekin, Mehmet Demirkol ve Önder Özen de şu soruyu soramadı:

"Öyle de hocam.. Macaristan maçında İlk 11'e koyduğunuz Mehmet Ekici'nin o ana kadar oynanan maçlarda sadece "10" dakika forma giymiş olması burada oynayan Alper'lere ona buna hakaret değil midir. Siz kadroya çağırdığınızdan bir hafta önce Bremen'in ilk 18'ine dahi alınmamıştı bırakın ilk 11'i. Kadroya çağırmak bir yana "sağ" ayaklı Mehmet'i ilk 11 oynattınız.. Ligin ilk devresinin toplamında Mehmet Ekici 28 dakika forma giydi, siz çağırdığınızda 10 dakika giymişti sadece.."

sorulamadı bu soru..

Yine de umutluyum. İletişimi iyi, çalışkanığı vesaire.. Olacaktır mutlaka ama şimdilik en azından beni etkileyecek nedenlere, içeriğe sahip değil. Bir gün kendisiyle de röportaj yapmak umuduyla zira sorular çok aslında.. 

Salgado-Maradona-Falcao


NTV Spor'daki Maradona belgeselini izledim yine.. Şuna bir daha inandım: Eğer Maradona bugünlerin futbolcusu olsaymış çok daha başarılı olurdu. Ya da her maçta bir kırmızı kartı çıkartırırdı.. 

Cesc


Rangnick ve Gençler


Leipzig ve Salzburg'un sportif direktörü olarak çalışmalarına devam ediyor. Brezilya ve Gana'daki akademilerden iki takımın da altyapısına kadar pek çok ayrıntıyla ilgileniyor. Röportajını okudum ve bir kaç ayrıntıyı şuraya ekleyelim.

Kulüplere temel futbol felsefesini oturtmaya çalışıyor. Agresif, topa karşı ve topla olan ilişkisinde belli prensipleri olan ve daha da önemlisi her yaş grubunda aynı tarzın geçerli olması için çaba gösteriyor. Yine kendisi hazırlıyor pek çok ayrıntıyı. En iyi bildiği iş budur. 

Gençlere önem veriyor ve bugünkü Alman kulüplerinin başarısını yeni ve modern bir şekilde eğitilmiş gençlerden oluşan kadrolar nedeniyle olduğunu düşünüyor. Dortmund'da Weidenfeller ve Kehl'i çıkarın U23 kadrosu gibi diyor. Schalke'de Huntelaar, Farfan ve Jones'u çıkarın aynı şekilde diye gidiyor.

Röportajdan küçük bir alıntı..

-Son on yıldır Bundesliga'nın Almanya'da oluşturulan altyapı performans merkezleri'nin etkisi altında olduğunu görüyoruz. Pek çok  Bundesliga yıldızı buralarda eğitim gördü.  Siz de kendinize bu yapıyı örnek alıyor musunuz?

Biz de Leipzig'de burayı örnek alıyoruz. Ama kolay değil benzer şekilde altyapıyı oluşturmak, yetenekleri keşfetmek v.s.  Son beş yılda dahi futbol inanılmaz değişti. Bir oyuncunun artık maç başına 12 km koşması istisna değil ondan beklenen olağan bir ihtiyaç oldu. Bu fiziksel değişim aynı zamanda antrenman metotlarını da farklılaştırdı.

Bundesligada 20 yaşında olan yıldızlar uluslarası arenada dev kulüplerle görüşüyor. Bugünkü konumda oyuncuların kariyerlerinin hızlı bir şekilde ilerlediğini düşünüyor musunuz? 

"..Thomas Tuchel, Christian Streich ya da  Sascha Lewandowski. Bunlar düne kadar genç takımları çalıştırıyorlardı ama bugün Bundesliga takımlarının başındalar.  Ve bu yüzden Almanya'daki gençler A takımlarda bu teknik adamlar nedeniyle daha kolay yer bulabiliyorlar. Bu da benim gençler üzerine olan tezimi doğuluyor. Başka hiçbir büyük ligde takımların kadrolarının içerisinde bu kadar çok genç yetenek böylesine bir yer kaplamıyor.  Bu Almanya'nın son on yılda altyapıya yaptığı yatırımın ve farklı şekilde eğitmenin doğal bir sonucu. 

Genç oyuncuların ne gibi avantajları var?

Bu oyuncular fiziksel ve mental olarak 15-16 yaşlarından itibaren en iyi seviyede eğitildiler. 3 önemli avantajı var bana göre.  Çabuk iyileşiyorlar, bu fazla yükü daha iyi kaldırıyorlarlar. İki maç arasındaki o kısa sürede kendilerine daha çabuk geliyor, maça daha hazır oluyorlar.  Öğrenme istekleri fazla ve yeni bilgilere karşı zihinleri daha açık. Bugün yapılan antrenmanların pek çoğu mental. Beyin jimnastiği.  Bugünkü -umschaltspiel, agresif oyun tarzı ve topa karşı yapılan mücadelede oyuncuların kendinden vazgeçip bir diğeri için oynama özelliğine sahip olması gerekiyor, yani takım olmak gençlerle çok daha kolaydır.  Gençler daha kolay bir şekilde takım olur, kompleksleri yoktur, öğrenmeye açık ve antrenöre daha bağımlıdır.  Bu üç önemli özellik gençlerle kurulan takımları daha başarılı yapıyor.  Elbette tüm bunlar için yetenek, iyi eğitilmiş olmak, sağlıklı bünyeye sahip olmak şart. Götze, Reus, Draxler, Hummels, Höwedes, Bender kardeşler.. Bunların hepsi zeki, olabildiğince iyi eğitilmiş ve yetenekli oyunculardan bazıları.:

Jürgen Klopp




Real Madrid yönetimi yerinde olsam Mourinho sonrası düşüneceğim ilk isim sanırım Jürgen Klopp olurdu. Bu sene Avrupa başarısıyla her ayrıntıda artık kendisini kanıtlamış oldu. Üstelik Dortmund'un başarısının sırrı büyük ölçüde teknik adam imzası taşıyor. Oynadığı bütün büyük maçların içerisinde yüzde yüz teknik adam farklılığı kendisini net bir şekilde gösterdi. Bu sene sadece bir büyük hata yaptı ve Schalke maçını bu hatası nedeniyle kaybetti. 3-5-2 denedi ve sonuç hüsran oldu. Lakin bu maçın dışında kalan Bayern Münih maçları, Real Madrid, Manchester City maçlarını düşünürseniz hepsinden alnının akıyla çıkmayı başardı. Sonuçlara aldanmayın.. Manchester City en az deplasmanda beşlik olmalıydı ya da Real Madrid maçında Mesut'un frikiği beraberliği sağlasa da oyun olarak rakibi ve Mourinho'yu kilitlediği gerçeği değişmiyor.

Maç içi analizleri, rakibe göre farklı ve sıklıkla doğru taktikle sahaya çıkmasını yanı sıra İlkay Gündoğan örneğinde olduğu gibi oyuncuları dönüştürücü rolü, yeniden yaratması takdire şayan. Akademik olarak futbolla ilgilendiği kadar motivasyon yönü de inanılmaz. Oyuncularla kurduğu ilişki Mainz'da iken zaten gündeme oturmuştu.. 

Spielverlagerung sitesi 2012 yılının en güzel taktik hamlelerinden birisi olarak geçen sezonun şampiyonluk maçında Klopp'un hamlesini ayrıntılı işlemiş. Bir kaç özel ayrıntıyı da ben buraya taşıyorum ama bundan önce "Yensen de yenilsen de" programında bahsettiğim ayrıntıyı burada tekrarlayayım.

3-1 galip geldikleri St.Pauli maçında Kagawa'nın ikinci golü onu çok mutlu etmişti zira tam da çalıştığı gibi gerçekleşmişti. Bu ayrıntı aynı zamanda "Echte Liebe" kitabına da alınmış olduğunu gördük. 

"Cezasahası içi yerleşim daha iyi olamazdı. Biz her zaman en az üç ve sıklıkla dört kişi rakip ceza sahasında olmalıyız. İki kişi de kenarlarda olmalı.Burada da böyleydi. Götze çizgiye kadar topla indi. Penaltı noktasındaki Greukreutz'u gördü. O tam da olması gerektiği yerdeydi. Kevin  vurabilirdi belki ama arkasında Kagawa'nın olduğunu ezbere bildiği için topa dokunmadı ve Kagawa yerden köşeye golü attı. Eğer ki o top kaleciden ya da direkten dönseydi Bender de orada  dönen topu tamamlamak için bulunuyordu. Tam da bizim çalıştığımız gibi.. Muazzam bir "çalışılmış" gol."

Elimde bulunan kitapta öyle ayrıntılar var ki bu çalışmanın sonucunun bugünkü başarıdan dahi fazlası olması gerektiğini düşünüyorsunuz. Oynan maçın her karesini farklı şekidle yeniden izleyip oyuncularına yeniden yaşatıyor. Hataların üzerinden geçiyor ve yeni tekniklerle beraber farklı metotları uygulayıp fark yaratıyor Klopp..

İşte o farkı geçen sezon şampiyonluk maçında da yaratmıştı..



Mevzu bahis konu 4-4-2. Savunmada her iki takım da 4-4-2 dizilimiyle rakibi baskı altına almak ister. Bu savunma diziliminin en önemli getirisi stoperlerle defansif orta sahalar arasındaki bağlantıyı iki forvet baskısıyla kesmesidir. İki forvet sıklıkla iki stopere baskı yapar, oyun kurmasını zorlaştırır. Şunu da hatırlatayım.. Sezon başı Dortmund'un rakipleri oyun kurucu stoper olan Hummels'e baskı yaparak Dortmund'u bir süreliğine etkisizleştirmeyi de başarmışlardı. Ortalama topla buluşması 80 küsur olan Hummels 39'a kadar gerilemişti.  Klopp bunun da üstesinden geldi (başka bir post konusu olsun) Burada ise sorun Bayern'in presi. Bayern-Barça gibi takımlar topa bu kadar çok sahip olurken en önemli özellikleri tam saha presidir. Klopp burada farklı bir şey denedi.


İki defansif orta sahasından birisini iki stoperin arasında değil soluna yani sol bek Schmelzer'in dahi arkasına kaydırdı. Yerleşim 3-3-3-1 oldu.  İki stoper bir defansif orta saha.. beklerle beraber İlkay.. Üç ofansif orta saha ve bir forvet şeklinde. Bu şekilde Bayern presi kırılmış, forvet baskısı etkisizleştirilmiş oldu. İki forvetin(Gomez ve Müller) önünde üç oyuncu yer aldı. Adam paylaşımında ikilemde kaldılar.  İlkay Kehl'in yerine  geçti. Kehl sol bek Schmelzer'in arkasına yerleşti. Gomez ve Müller presi ise deyim yerindeyse anamsızlaştı.  Gustavo hali hazırda Kagawa'ya yapışmış, Kroos ise bir adım geri gelerek pas aldığında İlkay'a baskı yapacak şekilde kendisini konumlandırdı. Lakin Dortmund oyunu geriden bek bölgesinden kurdu zira buraya bir yardım da sol ön oynayan ama savunması güçlü Greuskreutz'u soktu. Bu şekilde hem presi kırdı hem Robben-Lahm gibi Bayern'in en etkili hücüm silahına üç savunma oyuncusuyla karşılık vererek etkisizleştirdi ve toplamda oyun dengelendiği anda sağ kenarında oluşan boş  alandan da sonuna kadar faydalandı..

Hayatım Futbol'a Hamburg analizi yaptığımız vakit Hamburg teknik direktörü Fink'in defansif orta sahasını pek çokları gibi  iki stoperin arasına "oyun kurucu rolünde" sıklıkla yerleştirdiğini ve diğer orta sahayı da hücumda on numara olarak kullandığını belirtmiştim. Geçen sene hatırlarsanız eğer Ersun Yanal da  başarılı bir deneyim olmasa da Dede'yi aynı şekilde kullanmaya başlamıştı. Klopp stoperlerin ortasına değil de kenarına yerleştirerek olası bir top kaybında gelecek kenar ortalarda merkezdeki stoperlerin savunmasından faydalanmaya devam edebildi.   Bayern'in etkili kenarına üç savunma oyuncusu koymuş oldu ve Scmelzer'i bir adım öne atarak daha etkili bir şekilde de kullandı hücumcu bekini. 

Bayern'e göre hazırlanmış muazzam bir maç planıydı.





Mourinho'nun İnter'i 2010 Şampiyonlar Ligi finalinde Robben'i benzer şekilde durdurmuştu. Cambiasso'yu solda Hamit'in de oynaması nedeniyle Robben kenarına kaydırmış ve çalımlarla ilerleyen Robben her seferinde aut çizgisinin dışında bulmuştu kendisini. Burada hem hücum hem de savunma açısından fark yaratacak bir plan kurmuştu Klopp..


Presi kırdıkları anda İlkay ve Pisczek ikilisinin Kagawa ile olan iletişiminin önünde engel de kalmıyordu.. 


Dortmund Lig maçlarında Bayern'e beş maçtır yenilmiyor. Beş maç içerisinde de Jürgen Klopp'un özel taktiği, imzası vardır. 

Real Madrid maçı öncesi söyledikleri çok iyiydi:

"İnsanların anlamadığı ya da yanlış anladığı konu şu: En yetenekli futbolcu saha içerisinde en fazla alana sahip olmuyor"

İki madrid maçında da Real'e alan bırakmadı. Götze gibi teknik bir on numaravari ofansif oyuncu deplasmandaki madrid maçının savunmasıyla maçın adamı oldu. İki maçta da kurgulanmış oyun planı sonuna kadar işledi. Belki ikinci maçın ikinci yarısı Mourinho'nun hamleleri işi değiştirdi diyebiliriz ama 180 dakikanın 130'unda Dortmund daha iyi olan taraftı. 

2012 yılının bana göre en iyi teknik direktörüdür. Yerel başarı: Yılın ilk yarısında hem ligi hem de kupayı aldı. İkinci yarısında ise ölüm grubunu yenilgisiz ve rakiplerine üstün gelerek lider bitirdi. 

Helal..

29 Aralık 2012

Yrgnlk


Son günler yoğun geçti. Yoruldum ben biraz..

Şunu anladım ki yalnızlık bende bir ihtiyaç. İnsanlar yalnızlıktan şikayet eder, ben yalnız kalamamaktan.. Röportajlar, yeğenler, iş güç derken yalnız kalamadım ve beni yoran sanırım bu oldu.

On gün önce başladığım kitabım beni bekler, pek çok futbolcu ve teknik adam röportajlarını sıraya dizdim, okuyamadım. Müzik dinlemek, kitap ve futbol üzerine çeşitli yazılar okumak ve gerekirse burada paylaşmak..

Maalasef bunları yapabilmek için yalnızlık şart.

Yılbaşı yaklaşıyor.

Bana kalsa evde otururum ama öyle kolay değil her zaman. Lakin bu sene bir aile ile beraber klasik yılbaşı kutlamasına katılacağım sanırım. Beni cezbeden bu oldu yoksa herhangi bir eğlence, şu bu olmayacak, evde geçirecektim.. 

Yeni yıla pek çok proje var. Çocukluğumun kahramanları ile röportajlar var ki isimleri şimdiden söylemeyeyim.  Şöyle bir ipucu vereyim; Süper Lig takımlarının Teknik direktörlerin yanı sıra Galatasaray efsaneleri önümüzdeki yılda röportajlanacak olan isimler.. Biraz tartışmalı da geçecektir muhtemelen ama sonucu  hep beraber göreceğiz..

Şimdiden hepinize keyifli ve eğlenceli bir yıl diliyorum. 

Artık gözlüğümüzü takalım..

Yeni Allofs: Thomas Eichin


Klaus Allofs'un gidişinden sonra onlarca aday arasında ismi geçmeyen Thomas Eichin sürpriz bir şekilde Werder Bremen sportif direktörü oldu. Hemen herkes Lemke'den bir sürpriz bekliyordu belki ama böylesini de kimse düşünmemişti.

İlginç br seçim oldu.

Eski bir futbolcu olsa da Eichhin 13 yıldır Buz Hokeyi'nde  Kölner Haie takımının çeşitli yerlerinde çalıştı.

1985-90 arası Gladbach ve Nürnberg formalrıyla 180 Bundesliga maçı yapmış ve hemen herkesin üzerinde durduğu ayrıntı ise bu maçlar içerisinde tek bir golünün dahi olmaması.

Eichin ise aslında bir golün atıldığından bahsediyor:

"Bir maçta gol atmıştım aslında. Ama işte rakip teknik direktör dört yabancı oyuna sokunca  gol geçersiz oldu. Kendi kişisel tarihimde yer alsa da kayıtlara geçemedi"

Konuşması ve yaklaşımı oldukça etkileyici olsa da sonuç nasıl olacak hep beraber göreceğiz..

Aaron & Semra


Bremen'in kaptanı Hunt ile Semra yanlış hatırlamıyorsam geçen sene bu zamanlar evlenmişti.  O günden bu yana Hunt'un kronik sakatlığında bir düzelme olduğunu söyleyebiliriz. En azından bu sezonun ilk devresinde takımına liderlik ettiğini, 17 maçın 15'ini oynadığını ve 6 gol 4 asist ile iyi bir performans gösterdiğini söyleyebiliriz.

Sakatlığı ona evleneceği hatuna götürdü.  Özellikle 2007'de kamp kurduğu rehabilitasyon merkezinde tanışıyor bugünkü eşi Semra Hunt ile. " Ağır sakatlık dönemlerimin güzel bir sonucu varsa o da Semra'dır" diyor ki haklı.

Semra da futbol oynamış..  Sosyal pedagoji eğitimini üniversitede alması bir yana Hamburg'da "face model" da çalışıyordu.  Daha da önemlisi  bölgesel ligde  Jahn Delmenhorst takımında uzun süre futbol oynamış.  Üstelik bununla yetinmemiş bir de Antrenör olarak  A Lisansına sahip olmuş.. Benzer durum Hamza Hamzaoğlu'nda da söz konusu. Onun da eşinin A Lisansı var. 

Bazıları nasıl şanslı öyle?

Kadın güzel, akıllı.. Futbol oynamış, A Lisanslı teknik direktör.  Gençleri çalıştırıyor. "Her maç sonrası oynadığım doksan dakika üzerine uzun uzun konuşuruz" diyor Aaron Hunt..

Diğer yandan Hunt'un annesi İngiliz, babası Alman. Semra Türk ve Müslüman. Çocukları ise artık internasyonal! 

Hunt ikinci devreye de damgasını vuracaktır.. O Müzmin sakatlığından, diskolardaki kavgalardan filan eser kalmadı. Her şey bazen "doğru kadını" bulmakla sonlanabiliyor..


Eren Derdiyok ve Fenerbahçe


Fenerbahçe Eren'i istiyor. 

Bu transfer olabilir mi?

Bence önünde bir engel yok. Hoffenheim bu kadar pahalı bir yedeği kaldırabilecek durumda değil. Eren için de yeni bir şans.. Üstelik Fenerbahçe sportif açıdan da Hoffenheim'dan çok daha iyi bir seçenek. 

Çok yetenekli. En üst seviyede futbol oyayacak şekilde donanımlı. Kafası çok iyi, ayakları da.. Transfer olursa teknik detaylar yazılır muhtemelen.

Bir şey eksik sadece..

"Azim" ya da "Hırs"

Futbol Almanya'da biraz daha fazla 11 kişiyle oynanmaya başladı. Yeteneğin yılda atacağı dört beş estetik golden ziyade azmin, hırsın, mücadelenin her maçta takıma her anlamda katkı yapmasını bekliyorlar. Stefan Kiessling bu yüzden iki adım önüne geçti. Joselu da aynı şekilde.

Aykut Kocaman Eren'i yeniden diriltebileceğine inanıyorsa hemen bugün bitirsinler işi. Lakin bu sanıldığı kadar kolay değil. Bundesligada bugüne kadar olan süreç içerisinde başarısız olmuş bir futbolcuyu transfer ediyorsunuz.

Yeteneğinden kimsenin şüphesi yok. O hırs, azim, istek konusunda sorunlu. Tek sorun o potansiyeli işlemekte. Leverkusen'in onu bırakma nedeni budur. O potansiyel açığa çıkarılamıyordu.  Bir açıdan Kuyt'un tam aksi yönünde bir oyuncu diyebiliriz her ne kadar Dirk Kuyt'un da hafife alınamayacak bir yeteneği olsa da.. hırs konusunda ise Eren tam zıttında duruyor. 

Ben şahsen böyle bir yeteneği izlemek isterim ama takımda görmek ister miyim çok başka. Beş yıl önce geleceğin yıldızı konumundaydı, bugün değil.




"Müller varsa oynar "


Van Gaal'in sözüdür bu. "Thomas Müller varsa oynar"

Çok da doğru gibi zira biraz şöyle bir geçmişe baktığınızda Almanya ve Bayern Münih'in kaybettiği finallerde onun olmadığını görüyoruz hep. 

İlk profesyonel olduğu yılında çifte kupa kazanıp Şampiyonlar Ligi finali oynamasının ötesinde Dünya Kupası Gol kralı olmuştu.

O final maçında oynamadı.

Dünya Kupası yarı final'de İspanya'ya kaybedilen maçta cezalıydı.

Chelsea maçında golü attıktan sonra çıkarıldı. O varken Bayern kazanıyordu.

Avrupa Şampiyonası yarı final İtalya maçına ise oyuna girdiğinde 2-0 takım gerideydi zaten.
En son İsveç ile oynanılan 4-4'Lük maçta dahi o oyunda olduğu zaman takım kazanıyordu v.s.

Gerd Müller ile bir konuda benzeşir aslında.

Onun nasıl bir futbolcu olduğu bakıldığında algılanabilcek kadar kolay değil. Nasıl ki Gerd Müller'i istatistikler en güzel bir şekilde anlatıyorsa Thomas Müller'i de olmadığı maçlar..

Van Gaal haklı.

Müller varsa oynar..

25 Aralık 2012

Fuat Çapa Röportajı

Fotoğraflar: Ayşe Nur Şenel

1968 yılında Emirdağ’da dünyaya gelen bir adam. 4 yaşında ebeveynlerinin peşine takılıp memleket memleket geziyor. Önce Fransa ve hemen ardından uzun yıllar yaşayacağı Belçika’ya ailesiyle beraber göç ediyor. 80’lerin başında ailem beni “burada gurbetçilerin çocuklarının okuma şansı yok” diyerek Türkiye’ye gönderiyor ama 70’li yıllarda çocukluğuna üç farklı ülkeyi sığdırmış Fuat Çapa bu kaostan yara almadan sıyrılıp Belçika’da üniversite eğitimini ekonomi üzerine alarak farklılığını göstermeye başlıyor.  Öyle bir nokta geliyor ki futbol ve eğitim arasında seçim yapmak zorunda kalıyor. Hikâyenin geride kalan kısmını ise Gençlerbirliği teknik direktörü Fuat Çapa'dan dinleyelim..


Kubat ile aynı köydensiniz ve sanırım yurt dışında onunla beraber geçen bir çocukluğunuz var. Yanılıyor muyum?

Ben ondan 5-6 yaş büyüğüm. Abisi Kadir ile daha çok ilişkimiz vardı ama Kubat’ı da sever dinlerdik çok. Özellikle onun babasının besteleri müthiştir. Bir kaçını sanırım kasetlerinde de kullandı.

Türkü de seviyorsunuz anlaşılan?

Çoook.. Özellikle bizim yöremizim günümüzde çok popüler olmayan ezgilerini..

Hocam hemen herkes şunu merak ediyor: Bankacılık mesleğinden futbola nasıl bir geçiş oldu?

Aslında bir geçişten bahsedemeyiz zira futbol benim hayatımdan hiç çekip gitmedi. İkinci ligde oynayacak seviyede profesyonel olarak futbol oynuyordum ama 18 yaşımda ya okul ya da futbol demeliydim.

Siz futbol dediniz muhtemelen..

Ama ailem eğitim dedi ve ben de onları dinledim.  Futbolu bırakıp üniversite eğitimine yoğunlaşsam da bir yandan futbolla ilgilenmeye devam ettim. 30 yaşımda belki de en genç teknik direktörlerden birisi olarak üçüncü ligde takım çalıştırmaya başlayınca bugünlere gelen yolu açmayı başardık.

Bir 3.Lig takımı olan KV Turnhout’u şampiyon yapmanız mı kırılma noktası?

4 yıl bu takımı çalıştırdım. Birisinde şampiyon olup üçünde de play-off oynadık.

Röportaj esnasında içeriye İlhan Cavcav girer ve hemen gidip selamlaşırız..

Bir efsaneyi görmüş gibi hissettim kendimi.

Öyledir kendisi. Türk Futboluna ve bu kulübe hizmetleri düşünüldüğünde tartışmasız bir efsane başkandır o.

Yalnız ilk Gençlerbirliği maceranız sadece beş hafta sürmüştü. Benim aklımda kalan en önemli ayrıntı geldiğiniz anda size takınılan tavır. “Bu sizin takımınız ve bu da sizin ekibiniz” İkinci gelişinizde bunlar değişti mi ya da kabaca neler değişti diyebiliriz?

Şöyle diyelim. İlk geldiğimde ben Belçika’da bir üniversiteden mezun olmuştum ama Türkiye’deki okula daha yeni başlamıştım. Elbette kültürel olarak buradan belki hiç kopmadık ama biz orada yaşarken buradaki yaşamı kaçırdığımızı fark ettim. Aradaki fark nedir dersen bu ülkenin geldiği noktayı kavramak, kendisine has kurallarını algılamak ve buradaki okuldan da artık mezun olmuş bir insan olarak ikinci seferimize başlamak diyebilirim. Bizler yabancı bir ülkede uzun yıllar yaşadıktan sonra buradaki değişimi kaçırdık biraz. 

5 hafta sonra siz gittiniz yerinize Reinhard  Stumpf geldi.

Benden sonra beş teknik adam daha geldi.

Daha çok Stumpf ve bugünkü Prosinecki seçimleri üzerinde durmak istiyorum. Bayern Münih için dünyanın en iyisi olarak addedilen Guardiola ve hatta Bundesliga için Mourinho gündeme gelse dahi hemen dil tartışması başlıyor. Diyorlar ki: Almanca bilmiyor, nasıl olacak? Avrupa’nın beş büyük ligine baktığınız zaman teknik direktör seçimlerinde bir dil birliğinden bahsedebiliriz. İngiltere daha çok Galler, İskoçya tarafına yöneliyor. Almanya misal Almanca bilen insanların yaşadığı Avusturya, İsviçre.. İspanya dil birliğinden kaynaklı Güney Amerika’ya inebiliyor. Lakin İngiltere'de İsviçre'den İspanya'da İskoçya'dan ya da Almanya Uruguay'dan teknik adam getirmiyor. Bizde bu yabancı adı altında biraz işleniyor ama doğru bir şekilde de tartışılmıyor. Dil aslında fazlasıyla önemli değil midir bu meslek içerisinde?

Kesinlikle ve hatta sonuna kadar katılıyorum. Bir futbolcunun performansını belki de son tahlilde teknik adam ile olan iletişimi belirler. Elbette teknik, taktik pek çok detay önemlidir ama kabaca sonuca etki eden teknik direktör ve futbolcu ilişkisidir. Bir antrenör sadece teknik konularla ilgilenmez, aynı zamanda yöneticidir.  Sıklıkla psikolog olmak durumundadır. İletişim çok çok önemli. Sizinle şu an var olan iletişimde dahi aynı dili konuşuyor olmamızın avantajlarını yaşıyoruz. Siz bazen benim mimiklerimden, kelimeleri kullanma biçimimden sesimin tonuna kadar kendinize bir şey çıkarıyorsunuz ve elbette ben de sizden. Futbolcular da aynı şekilde. Bu da sahaya yansır. Kendinizi saha içerisinde oyun olarak ifade etme oranınız dil ile beraber azalır ya da artar. Dil bazen her şeydir.

Uzun yıllar boyunca bu ve benzer pek çok detay önemsenmedi. Bizde içerik, uyum ikinci planda kaldı hep. Sizce neden?

Bizde marka her şeydir. Vitrine çıkardığınız anda taraftarların algısında nasıl bir ses getireceği gerçekte var olan uygun olup olmama durumundan daha önemlidir. Size uyar mı ya da bir teknik adamın başarılı olduğu koşullar burada var mı gibi pek çok önemli soru önemsiz kalır. O marka, o vitrinde durduğu sürece çıkaracağı ses ve taraftarı yatıştırmak asıl hedef.  Taraftarlar da o markanın sevdiği kulübün içerisinde olmasından mutluluk duyuyor. İşlerliği ikinci planda kalıyor. Öncelikli hedef kamuoyunu rahatlamaktır ve bu yüzden “isimler” daha önemlidir içerikten. Taraftarlar rahat olsun ki rahat bir çalışma ortamı doğsun yöneticiler için.

Transferde söz sahibi iş adamları olduğu vakit markalaşma kaçınılmaz değil midir? Detaya inemez, algılayabildikleri de "markaların" dışına çıkamaz.  Oysa bilirkişi ancak teknik detayları önemseyerek gerekli transferleri yapabilir. Siz de transferler nasıl yapılıyor?

Bizler de senin dediğin şekilde teknik bir transfer yaptığımızda denetleyici mekanizma ya da tirbün de  aynı şekilde tepki veriyor.  Bir oyuncu aldığımızda misal bizim en üst düzeydeki futbolcumuz olan Arda Turan gibi olmasını bekliyorlar. Hızlı bir şekilde sonuç almak istiyorlar. Diğer bir ihtimale yer vermiyorlar. Oysa bu işin Avrupa’daki en iyisi olarak bilinen Arsenal’e baktığınızda bütün yıldız oyuncularının belirli bir süre sonunda piyasaya çıktığını görürsün.  Son dönemin en formda takımı Dortmund’a bakarsan eğer transfer edilen oyuncunun bir süre sonra ancak yıldızlaştığını görürsün. Lewandowski ilk geldiği sene hem kulübün en pahalı transferi hem de Barrios’un yedeğiydi ama bugün Manchester United’a gitmemesi için uğraş verilen konuma geldi. Biz transfer yaptığımız zaman hızlı bir şekilde sonuç bekleniyor.  Burada önemli olan takımın bir program dâhilinde yapılandırılışının sürece dayalı olması gerektiğidir.  Her hafta, her ay yine yeniden yapılandırmalarını söz konusu olması yine bu sabırsızlık ve hızlı sonuç alma beklentisiyle ilgili.

Yeterli zaman tanınmıyor mu diyorsunuz?

Araba sürmeyi öğrenirken önce debrajın, gaz pedalının yerlerini öğrenirsin ama ayağa kaldırmak için senden istenilen bu ikisi arasındaki geçişi yapabilmendir.  Başlarda sıkıntıyla ve pek çok deneme sonrası başardığın bu eylem zaman içerisinde otomatikleşir. İşte futbol takımı da buna benzer.  Takım olmak ancak zaman içerisinde herkesin bir diğerinin saha içi bir sonraki hamlesine kadar olan kısmı öğrendiğinde kazanılan otomatizasyon sonucu gelişir. Bunun için önkoşul ise kadro istikrarıdır. Her altı ay ya da her sezon başı yedi sekiz oyuncu değiştirerek başarılı olmanız çok zor. Avrupa’da başarılı olan takımlara baktığınızda kadro istikrarı birkaç istisna dışında önemli farklılıklarıdır.  Ligimizde de başarılı olmuş takımlarda kadro istikrarı yine öne çıkar. 

Sizde durum bu açıdan çok iyi değil zira kadronuzun yüzde ellisini sezon başı değiştirmek durumunda kaldınız.

Altyapıdan gelen oyuncular ve yapılan 6 transferle beraber bu sezonun başında yine yüzde elli değişim geçirmiş oluyoruz. Orta seviye takımların genel sorunu budur. Öne çıkan takımın önemli oyuncularını kaybediyorlar.  Benim takımımın yüzde ellisi değişti ama sadece bu değil. Giden oyunculardan Herve Tum’un 17 Yasin’in 7 Soner’in 6 golü vardı.  Asistlerini bir kenara bırakalım ama geçen sezon atılan 50 golün 28’ini atan oyuncularıyla yollarımızı ayırmak zorunda kalmışız. Yeniden takım olmak kolay değil.  Geçen senenin iyi oyuncularını elimizde tutma şansımız olsaydı ve bunların üzerine ekleme yapıp ybu sezona girebilseydik her şey çok başka şekilde gelişebilirdi.

Kadro istikrarı kadar bir felsefeye sahip olunup bunun korunması da sanırım bizdeki eksiliklerden bir tanesi.

Bugün en çok konuşulan takımların başında Borussia Dortmund geliyor. Dikkatli bir şekilde incelerseniz eğer orada sistem aslolandır. Çok iyi oyuncular vardı Mladen Petric ya da Alexander Frei gibi. Bu oyuncular kötü performans gösterdikleri için değil Klopp’un temel felsefesine uyum gösteremeyecekleri için kulüpten gönderildiler. Barça’da örnek olarak İbrahimovic aynı şekilde. Herhangi bir insan belki de şu an dünyanın en iyi santrforu olan İbrahimovic’in yeteneğini ya da oynadığı takımlara katkısını inkâr edebilir mi ama takımların özenle korudukları sistem burada başarıya giden asıl yoldur. Barça’nın bugünkü konumunun temeli 70’li yıllarda atan Rinus Michels’dir. Ondan sonra beş tane Hollandalı teknik adam üzerinden geçti ama temel felsefede değişim olmadı. Altyapılarını ziyaret ettim Orhan ve görmelisin.. A Takımı ile aynı şekilde oynuyor gencecik çocuklar.

Teknik adam istikrarı diyoruz ama şuna ne dersiniz: Arsenal ve Man U’yı dışarıda bırakırsanız Real Madrid’den Bayern Münih’e Barça’dan İnter ve Milan’a kadar bütün takımlar 2-3 yılda bir teknik direktör değiştiriyorlar ama başarılı olma konusunda sıkıntı yaşamıyorlar.

Her şeyden önce kulübün felsefesi önemlidir. Siz teknik direktör olarak felsefe belirleyemezsiniz.

Uzun süre kalırsanız?

Yine de olmayabilir. Sizin belirlediğiniz programa yönetim uymayabilir zira buna göre onlar bir bütçe çıkarmalı, transferler yapmalı ve pek çok önemli detayı gerçekleştirmeleri gerekir.  İngiltere’de menajerlik sistemi vardır.  Teknik adama belirli bir bütçe verirler ve antrenör bu bütçe doğrultusunda çeşitli harcamalar yapar ve sonucu devre arası ya da yıl sonunda değerlendirilir. Bu bir yöntem. Mesela Hollanda’da çok başka şekilde işleyiş var. Takımların bir transfer komitesi şeklinde çalışan kadro planlayıcıları olarak görülen bir ekip vardır.  Bunlar kadroyu oluşturur ve bu kadroya uygun bir şekilde teknik adamı belirlerler. Biz oyuncu kadromuz ve vizyonumuza göre sizi seçtik derler.  Biz böyle kadro oluşturduk, yeterli buluyor musunuz diye teknik adama sorarlar.  Yeterli bulmuyorsanız misal kaç tane ve hangi mevkilere transfer istiyorsunuz?  Siz mevkilere uygun birkaç isim verirsiniz ama bu o isimlerin alınacağına dair bir garanti değildir. Sıklıkla da başka isimler alınır. Onların zaten uzun süreli çalışma sonucu o mevkilere göre belirledikleri isimler vardır. Bu da bir anlayış. Türkiye’de ise bu ikisinin karışımı var. Yönetim transfer yapar, hoca transfer yapar.

Sizde bu durum nasıldı?

Biz geçen sene transfer yapamadık zira ben geldiğimde transferler yapılmıştı. Bu sezon ise sportif direktör değişikliği olduğu için biraz geç kaldık.  Mehmet Dilber gitti Cem Onuk geldi ve zamanımız kalmamıştı.  Yaptığımız transferlerin bazılarını biz gidip izleyip aldık bazılarını ise uzun zamandır kullanılan Wild Scouting sistemi ile kulüp tarafından uzun incelemeler sonucu alındı. Bilgisayarda verileri var ve çeşitli istatistiki verilerine bakılıp alınıyor.

Sorun nedir burada?

Futbol aslında bir denge oyunudur. Futbolcunun önemi ve hatta değeri kadro yapısına göre değişebilir. Çok iyi futbolcu daha çok o takımın içerişinde ihtiyaca göre bir yer iştigal edebiliyorsa ancak iyi olabilir. Bu da oyuncunun nitelikleri kadar diğerlerinin oluşturduğu bütünle alakalı bir durumdur.

Sanırım bizim değerlendirme kriterlerimiz biraz daha başka.

Bizde topla ilişki çok önemli. Biz futbolu sadece topla oynandığını düşünüyoruz. Topla ilişki her şey.  Dortmund üç topla kendi yarı sahasından çıkıp pozisyon üretiyor, bizde oyuncu on beş kez dripling yapmadan topu ayağından zor çıkarıyor. Üstelik tribün bunu seviyor. Ayak üstü ya da içi ortayı kesmek önemli ama bunu ne zaman ve hangi koşullarda nereye yapıldığı önemsiz. Kabaca “verim” denilen çok önemli ayrıntı sıklıkla gözden kaçıyor.

Oysa tüm bunların dışında modern futbolda alan, zaman ve hız çok daha önemlidir sanırım.

Futbolda 4 önemli zaman dilimi vardır. Top rakipte iken.. topu rakipten aldığınız zaman.. Topa sahip olduğunuz zaman ve topu kaybettiğiniz zaman. Topun sizde ve rakipte olduğu zamanlar karşı taraf organize olmuş bir şekilde sizi bekler. Lakin topu rakipten kaptığınız ve topu kaybettiğiniz anlarda yapılan aksiyonlar ise belirleyicidir. Burada hız önem kazanırken fazladan atacağınız bir çalım ya da pası vermekte geciktiğiniz bir saniye skoru lehinize ve aleyhinize değiştirir.  Bu iki geçiş sürecinde alana ve zamana sahip olursunuz. Bunu iyi bir şekilde değerlendirmek doğru oyunla ancak mümkündür ve bazen tribünün çok hoşuna giden yetenek gösterileri burada sizin skor almanızın önüne geçebilir.  Bu anlar ve duran toplar futbolda belirleyicidir.

Duran toplardan bu sene oldukça iyi sonuçlar aldığınızı söyleyebiliriz sanırım.

Attığımız 25 golün 14’ü duran toplardan.

Bundesligada ilk devre bitti ve bu devrenin sonundaki istatistiklerden bir kaçı oldukça ilgi çekici. En çok ikili mücadeleye girmiş olan üç futbolcu –Kiessling-Szalai-Lewandowski- da forvet. Ne düşünüyorsunuz bu ayrıntı hakkında?

Futbol artık 11 kişiyle oynanıyor. 8 ya da 9 kişiyle oynayamazsınız. Başta da söylediğim gibi bu bir denge oyunu. Bu şekilde siz orta sahanızda mücadele gücü daha az olan teknik bir oyuncuyu barındırabiliyorsunuz. Juventus’da Pirlo ya da son dönem üst düzey futbol oynayan Dortmund’da İlkay’ın yeteneğini o bölgede sergilemesini bu şekilde sağlayabilirsiniz. Lewandowski ile beraber sağında ve solunda oynayan Götze ile Reus’un baskı yapıyor oluşları orta sahanın da topla ilişkisini bir seviye daha arttırıyor. İlerideki üçlü bu baskıyı yapmazlarsa eğer gerideki üçlünün oyuncu karakteri de değişecektir ve topla ilişkisi azaldığı ölçüde oyun olarak da gerileyecektir.

Lucien Favre’de görmüş ve çok etkilenmiştim. Santrforlarına belirli alanlara baskı yaptırarak rakibin hücum organizasyonunun yönünü tayin ediyordu.

 Onu biz de yapıyoruz. Stoperlerin oyun kurucu rolünde olanına baskı yapıyoruz ya da kendi savunma bloğumuzun güçlü olduğu yere rakibe baskı yaparak yönlendiriyoruz. Bunun adı kolektif futboldur.

Dortmund’un başarısının sırrı gençlerde ve bunun da altına inerseniz modern futbola göre yetiştirilmiş, yeniden kurgulanmış olmalarına ve elbette bizdeki altyapı eksikliğine geliyoruz. Bizim durumumuz nedir?

Dortmund yönetimi altyapıya geçtiğimiz yıllarda toplam 38 milyon euro yatırım yaptıklarını belirtmişlerdi. Son derece güzel tesislerin yanı sıra yeni çıkan teknikleri gençlerin hizmetine sunuyorlar. Biz ne veriyoruz Altyapı hocasına bin lira maaş ve 15 takımın çalışacağı suni çim saha. Altyapıdaki bir oyuncuya biz ne veriyoruz?  Çalışma sonrası duş alıyor, hepsi bu. ?  İnanılmaz yetenekli oyuncular var burada. Dünyanın en zeki adamını okula göndermeden verimli olması ne kadar mümkündür? Sen burada altyapısı hocasına bin lira veriyorsun. Başka işte çalışıyor, gelip yan iş olarak bu çocukları çalıştırıyor, geleceğin büyük yıldızları. Sorun belli, sır değil. Çözümü de belli sır değil ama olmuyor. Kimse o bütçeyi yaratıp buralara akıtamıyor.  Hocaların pek çoğu maaş yetmezliğinden başka meslekte çalışmak durumunda kalıyor ve yarı mesai ile ilgilenebiliyor çocuklarla.

Sorun yetenek değil eğitim diyorsunuz?

Kesinlikle. Bu ülkede en son dert edilmesi gereken konu yetenekli oyuncunun azlığıdır. İnanılmaz yetenekler var ama onların eğitimi konusunda sorun çok fazla. Kime sorsanız bu sorunu ve aslında çözümünü de hemen söylerler ve fakat birisi de çıkıp bütçe ayırıp buraya yatırım yapmıyor.

Peki ama neden?

Biz her zaman kolayına kaçarız. Evde yemek yoksa eğer markete gidip bir şeyler alıp yapmaktansa lokantaya gidip yapılmışını yemek isteriz.  Bunun gibi düşünebiliriz. Yetiştiremiyoruz mağlubiyetini hemen kabullenip yetiştirilenleri satın alma yolu çok daha cazip geliyor.

Türk Futbolu’nun temel sorunu bu mudur?

Başka ne olabilir ki? Hemen herkes milli takımın turnuvalara katılıp katılmayacağına odaklanmış durumda. Oysa biz Dünya üçüncüsü olduk, Avrupa Şampiyonasında yarı final oynadık, değişen ne oldu? Eğer başarı kriterimiz buysa neden biz bu başarıyı elde eden teknik adamları gönderdik? Eğer bu başarıysa neden Türk Futbolu’nu kurtarma planları yapmaya o zaman da bu zaman da devam ediyoruz.. Belçika on milyonluk nüfusu ile bugün milyar euroya yaklaşan bir milli takım kadrosu oluşturdu. Üstelik kendi evinde gerçekleşen turnuva hariç son on yılda turnuvalara katılım göstermeden bunu başardı. Almanya 98’de bu atılımı yaptı ve 2000 ile 2004 yıllarında tarihlerinde daha önceden bize Derwall’in gelişini sağlayan ve sadece bir kez yaşadığı gruplardan çıkamama başarısızlığını bu dönemde iki kez üst üste Avrupa Şampiyona’sında yaşadı. Başarısız süreci göze alıp temele indiler, bizim temel eğitime inmemiz gerekir.

Yön belirleme konusunda bir öneriniz var mı?

Fatih Terim, Şenol Güneş, Mustafa Denizli gibi teknik adamların yanı sıra Hakan Şükür, Rüştü Reçber ve Bülent Korkmaz gibi deneyimli oyunculardan oluşan bir kurulun oluşturulması ve milli takıma yön vermesini isterdim. Böylesine büyük tecrübelerin toplamından yanlış çıkmaz. Bunu yapardım



Sportif direktörlerin ilk fırsatta teknik direktörlüğe geçişini nasıl yorumluyorsunuz?

Almanya’da bu sistem yaygın bir şekilde kullanılır ve hiç böyle bir şey gördünüz mü? İçeriden antrenör atarlar ama asla sportif direktör teknik adam olmaz. Bizde kimse olduğu yerde mutlu değil ve hemen hepsi Süper Lig’de takım çalıştırmak istiyor. Altyapı hocasının da sportif direktörünün de hedefi hep aynı. Mutlu değiller, yetinmiyorlar.  Daha çok yönetim olarak amatörüz.  Yöneticiler sınırlarını biliyorlar mı? Bu ülkede başkanlık ya da bir numaranın önde olup her şeyi belirmeye çalıştığı bir sistem var.  Ülkenin dahi yönetim biçimi bu şekilde.  Dolayısıyla başkan giderse sistem çöküyor. Başbakan’a bir şey olsa iktidar ayakta kalamaz, ülkede kaos yaşanır. Oysa misal Belçika iki yıl başbakansız kendisini sorunsuzca idare etti, sistemdir aslolan. Görev dağılımı yapıyorsunuz ama o görevleri o insanlara bırakmıyorsunuz. İşverenin her şeyi belirlemeye çalıştığı yerde profesyonel anlayıştan bahsetmek zor.  Sportif direktör meselesi sadece bunun bir yansıması.

-Oğlunuz Gençerbirliği’nde oynuyor. Ve siz ona sadece kupa maçında bir kere o da sonradan girmek koşuluyla forma vermişsiniz.

 Öncelikle yurt dışından gelen oyuncuların futbola değil Türkiye’ye adapte olmasını sağlamalıyız. Oğlumla beraber bir iki futbolcu var ve her şeyden önce onların buraya adapte olmaları için zaman gerekir.

Geleceğinden ümitli misiniz?

Öyle olmasaydı buraya getirmezdim kesinlikle.

BLOGDAN GELEN SORULAR

Futbolkolik1: Geçtiğimiz yıllara baktığımızda Gençlerbirliği'nin ligi hep orta sıralarda bitirmiş olduğunu görürüz.Bu senede benzer bir durum söz konusu.Gençlerbirliği'nin temel hedefleri nelerdir?

Bu fikre çok katılmıyorum. Bizden önce kümede kalma mücadelesi veriyorlardı.  Bir şeyi bozmak kolaydır, yaratmak zaman alır. Bizim hedeflerimiz var ve bunlar sürece dayalı şekilde belirlendi. Yıllık planlar yaparsanız yıllık kalır. Beş yıllık on yıllık olursa hedefler de büyür. Geçtiğimiz sezon dördüncü bitirseydik Avrupa kupalarına gidecektik ama buna hazır olmayacaktık kesinlikle. Hedef koyduk. Geçtiğimiz sezon 9-12 bu sezon içn 6-9  ondan sonraki sezon 4-6. Bunun için zaman gerekiyor.

Junior: Elazığ mağlubiyetinden sonra niye birden böyle olduk hocam, galatasaray'a kök söktüren, avrupa takımı gibi oynayan takım neden birden böyle çöktü? Bir de yönetimden olsun, görüşebildiği taraftar çevrelerinden olsun, hak ettiğiniz desteği, istikrar isteğini görüyor musunuz?

Güzel soru sormuş. Biz diğer takımlardan uyumu daha hızlı bir şekilde yakaladık. Daha çabuk organize olduk. Geçtiğimiz sezondan bu seneye alt yapıdakilerle beraber 25 oyuncudan 12si gitti. 11 tane yeni futbolcu dahil ettik. Bunların 6’sı transfer 5’i altyapıdan. Giden futbolcu sayısı yüzde 50.  Önemli ve takımın iskeletini oluşturan oyuncuları kaybettik. Bu değişimin oturması zaman ister biz bu değişime rağmen iyi başladık ve Galatasaray maçına kadar iyi bir dönem geçirdik.  Savunmadaki sakatlıklar ve fikstür bu kötü dönemi oluşturdu. İkinci devre ben takımımızın yüzde 30-35 daha iyi oynayacağını düşünüyorum.

FC Start: Devre arası transfer hedefleri var mı?

Üç transfer düşünüyoruz. Bir  forvet iki orta saha.

brkcn1027:Takımın hücumda Hurşut'a bu kadar bağlı olmasının sebepleri nelerdir? 19 Mayıs Stadı hakkındaki düşünceleri nelerdir?

Hurşut çok önemli bir oyuncu ve oldukça da iyi performans sergiliyor ama hücumda Azo’yu dan unutmamak gerekir.  3 golü 7 asisti var. Diğer açıdan stat konusuna gelirsek; Seyrantepe’yi, Kayseri’nin stadını düşününce bizim başkent takımı olarak çok daha önce güzel bir stadımızın olması gerekiyordu.

Pelezinho: Fuat Çapa’nın gıpta edilesi bir ilişkisi var iki taraf da birbirini tamamlıyor. Bu uyumu dört büyük kulüpten hangisi ile yakalayabilir. Taraftar kulüp yapısı iç dinamik.

 Şu kulüp diyemem ama genel olarak şunları söyleyebilirim: Karakteriniz her kulübe uymayabilir. Profesyonel olabilirsiniz ama yine de uyum gerçekleşmeyebilir. Futbolla ve hatta yaşamla ilgili düşünceleriniz uyuşmayabilir. Kendinize yakın bir yerde başarılı olabilirsiniz. Her teknik adam bir yerde başarılı olabilir ama her yerde başarılı olabilir mi? Bilinmez. Guardiola mesele bu uyumu yakalamak adına doğru yeri seçmek için bence bekliyor. Bu açıdan verilen kararlar oldukça önemlidir. Seçim yapılmalı ve uyum gözetilmelidir.

İlker: Orta sahada iki ön libero (Cem Can, Özgür, Petroviç'ten ikisi) ve bir forvet (Azo) arkası oynatmakta karar kıldı bu sene. Sezon başında hayal ettiği 4-4-2 sisteminden vazgeçip buna mecbur oldu sanki? Sezon başındaki planları neden tutmadı? Neden 4-2-3-1'e dönmek zorunda kaldı?

Doğrudur. Bazı oyuncular beklediğimiz seviyede olmadı. Antalya’ya 1-0 mağlup iken 4-4-2’ye geçip maçı çevirdik. Galatasaray maçında 1-0 mağlup iken 4-4-2’ye çevirip 3-2 öne geçtik. Geriye düştüğünüz zaman bunları yapabiliriz ama maça bu şekilde başlamak için taktiksel ve fiziksel anlamda hazır değiliz.

İlker: Gençlerbirliği'nin top rakipteyken takım savunmasının agresifliğinin az olduğunu düşünüyorum. Kendisi ne düşünüyor acaba?

Doğru bir tespit. Elimizdeki oyuncu karakterleri/profilleriyle alakalı bir durum. Biraz önce Dortmund önreğini verdik; Lewandowski, Götze ya da  Reus.  Ben bunu Hurşut’tan ister ve bu durumu zorlarsam Hurşut’un artılarını kaybederiz. 29 yaşından sonra bu denli bir değişim geçirmesini beklemek çok doğru değil.  Son iki haftada oyuncularımız fiziksel anlamda yükseliş içerisinde ve problem zaman içerisinde çözülüyor. Bunun bir nedeni de aldığımız oyuncuların son iki sezonda oynadıkları takımda çok fazla forma giymemeleri. Son dönemde dikkat ederseniz bu açıdan bir iyileştirme olduğunu görürsünüz. Zamanla ve çalışarak bu sorunu halledeceğiz.

Ozan Kartalkaya: Gençlerbirliği bence ligde yabancılarından az katkı alan takımlardan biri. Özellikle hücum bölgesindeki yabancılar sıfıra yakın katkıyla oynuyor. Bu konuya bir müdahelesi olacak mı?

Müdahale çok fazla çalışmak olabilir ama oyuncuları ben yerli ya da yabancı diye ayırmıyorum. Hepsi bizim oyuncumuz. Bunun bizde yerlisi yabancısı olmaz.

Emre Ayan: Antrenör veya Analizci kadrosunda futbolculuk geçmişi olmayanlara yer veriyor mu?

Ben daha çok verim alabiliyor muyum almıyor muyum buna bakıyorum. Burası staj yeri değil, bana net bir katkı yapıyor olup olmaması, etkin bir rol oynayabiliyor mu daha çok bunlar önemlidir.

Neverlong: Teknik direktörlüğün yöneticilik kısmına, futbol dışı iş yaşamının olumlu veya olumsuz bir katkısı olduğunu düşünüyor mu?

Özellikle planlama ve programlama anlamında yüzde 70 katkı yaptığını düşünüyorum.

24 Aralık 2012

İki özel misafir!


İki özel misafirim var benim. Buraya ve mailden gelen mesajlarınıza vakit ayıramıyorum. Laetitia Hanım  ve Enis Bey'lerle ilgilenemem gerekiyor;)

Hayat böyle.. 1994'te ben Hamburg'a dayılarımın yanına gitmiştim. Şimdi o dayımın oğlu Ablam'ın kızını da alarak bana geldiler..  

Maillere toplu cevap olarak; Fuat Çapa röportajı ise bugün BirGün'de ve gecesi de burada olacaktır, 

Bu arada..

Bu iki güzel ve özel şahsiyetler bana hediye getirmişler..


Ben daha ne diyim?

22 Aralık 2012

Ballon d'Or




Bundesliga: Teknik direktörlerin kazancı!


1. Jupp Heynckes (Bayern München): 5 Milyon Euro

 2. Jürgen Klopp (Borussia Dortmund):  2,5 Milyon Euro

 3. Thomas Schaaf (Werder Bremen):  2 Milyon Euro

 4. Lucien Favre (Borussia M’gladbach: 1,5 MilyonEuro

 4. Bruno Labbadia (VfB Stuttgart):  1,5 Milyon Euro

 4. Armin Veh (Eintracht Frankfurt): 1,5 Milyon  Euro

 7. Thorsten Fink (Hamburger SV):  1,4 Millionen Euro

 8. Mirko Slomka (Hannover 96):  1,2 Millionen Euro

 9. Marco Kurz (TSG Hoffenheim): 1 Milyon Euro

 10. Dieter Hecking (1. FC Nürnberg): 900.000 Euro

 11. Thomas Tuchel (Mainz 05):  800.000 Euro

 12. Mike Büskens (Greuther Fürth):  600.000 Euro

 13. Christian Streich (SC Freiburg):  500.000 Euro

 13. Sascha Lewandowski (Bayer Leverkusen):  500.000 Euro

 13. Markus Weinzierl (FC Augsburg): 500.000 Euro

 16. Norbert Meier (Fortuna Düsseldorf): 450.000 Euro

 17. Jens Keller (Schalke 04):  240.000 Euro

Artık Hecking muhtemelen Wolfsburg'da çok daha başka bir rakamı kazanıyordur..

Santi-Lukas


Eğer Arsenal topa sahip olmaktan vazgeçer, iyi bir savunma yaparsa Bayern'i Allianz Arena'da yenebilir. O silahları mevcut en azından. Maçı şimdiden kafamızda oynayabiliriz. Soru şudur: 90 dakika boyunca ceza sahasının çevresinden kaleye gitmek isteyecek olan Bayern akınlarını kesebilir mi? bu sırada ileri çıkan Bayern beklerin boşluğundan Leverkusen gibi faydalanabilecek Theo Walcott ve Podolski gibi iki önemli yıldıza sahip.. Hızlı ataklarla golü bulabilir mi? Belki golü bulacaktır ama o savunma yetisine sahip mi bak onu kestiremiyorum işte..

Hülasa bu iki güzel adam için ben bu takımın maçlarını izliyorum.. Seviyorum da!

Son 16!


Galatasaray'ın rakibi Schalke.

En azından görünürde daha iyi bir kura seçimi yoktu. Malaga'yı dahi ben Schalke'den tehlikeli bulurum zira teknik direktör orada fark yaratıyor kadro kalitesinden ziyade.

Burada ise kadro oldukça kaliteli.

Huub Stevens'in görevine son verdi Schalke. 6 maçlık bir bunalım sürecini daha kötü yönetemezlerdi. Dolayısıyla bugünden bir şey söylemek çok mantıklı değil.

Hatırlayn iki sezon önce Magath'lı Schalke nasıl oynardı? Gol yemeden savunmasıyla puanları toplar, geride kalabalık durarak kontra takımı hüviyetineydi. Valencia'yı geçtikten sonra Şampiyonlar Ligi çeyrek final maçlarında ise teknik direktör Ralf Rangnick oldu.

Takım birden kimlik değiştirdi, önde basan açık oynayan ve gollü maçların öznesi oldu. İnter'i de deplasmanda beşlediler v.s.

Şimdi U 17'den Jens Keller takımın başına geçti ama ben bunun söylenenin aksine kalıcı olduğunu düşünmüyorum. Sezon sonuna kadar kalacak deniliyor ama en fazla iki mağlubiyette gönderilecektir. Kupadan elendiler ve kredisi fazla yok. Yeni bir teknik adam gelir  diye düşünüyorum eğer ekstrem bir performans olmazsa.

Schalke'nin en önemli sorunu savunma. Evlerinde son oynadığı Avrupa maçlarının neredeyse yüzde 90'nında gol yemişlerdir. Hücumu çok iyi. Bu yüzden Galatasaray devre arasında en azından bu turu geçmek adına savunmasını oturtması ve bu bölgeye gerekirse takviye yapması gerekir. Schalke'yi geçmek istiyorsa savunma burada büyük rol oynayacaktır. Gol atılır, önemli olan bu takım karşısında yeter sayıda gol yememek!

Juventus ise iyi bir kura çekti.  Savunma futbolu oynuyorlar ama Juve için bu çok bir şey ifade etmiyor. Real Madrid'i , Barça'yı ve hatta Bayern Münih'i bu tarz futbol fazlasıyla korkutabilir ama Juve bu sene inanılmaz. Sezon içerisinde de kapanan rakipleri aşmakla vaktini harcadığı için Celtic savunması çok da sorun çıkartmayacaktır.



Bayern Münih genelde Real Madrid, Man U filan çekiyordu ama bu sefer Arsenal oldu. İlginç bir karşılaşma olacak. O hakimiyeti Arsenal karşısında gösterebilecekler mi merak ediyorum ama bu turun net favorisi tartışmasız Bayern Münih.

Şöyle bir ihtimal de var.

Arsenal her sene yılın bir döneminde müthiş oynuyor, forma giriyor karşılarına kim çıksa devirebilir şeklinde ilerliyor. İşte bu dönemde karşılaşma olursa tadından da yenmez. Podolski eski takımına karşı oynayacak.. Topa sahip olma sevdasında iki takım da kozlarını paylaşacak..  Bir tarafım Bayern ama diğer önemli bir kısım da Podolski der, Arsenal, Wenger der.. Bekleyip göreceğiz..  Sonucunu en çok merak ettiğim karşılaşmalardan birisi de budur.

Galatasaray eşleşmesini bir kenara koyarsak en çok izlemek istediğim karşılaşma Dortmund-Shakhtar mücadelesi olacaktır. Sonuçtan bağımsız oyun üstünlüğü kimde olacak? Her iki takımın da planlamış, organize olan set hücumlarına kim nasıl önlem alacak? Gerçekten merak ediyorum ve şu takım turu geçer diyemiyorum. Eğer ki birbirlerine rakip olmasalar önlerindeki Barça hariç her takımı geçebileceğine inandığım Dortmund ve Shakhtar'ın rakip olması hem güzel hem de birisinin elenmek zorunda olması kötü.

Bu iki takım umut veriyor, doğru planlama ve istikrarlı yönetim sonucu devlerin devrilebileceğine dair önemli bir ayrıntıdır. 

Milan çıkışta olsa da Barça karşısında şansı yok denecek kadar az.


Hiç şüphe yok ki en çok merak edilen maç Real Madrid-Manchester United. Şahsen ben burada çok net Madrid'i favori görüyorum ama sonuçta  iki büyük takım karşılaşıyor.  Sen kalk dört maç sonucunda grup liderliğini garantile, Madrid'i çek.. olacak iş değil!

Valencia ise yeni teknik adamıyla farklı bir şekilde çıkacaktır PSG'nin karşısına. 

Güzel maçlar ve futbol bazen çok keyifli..

19 Aralık 2012

FİFA Aralık Ayı Sıralaması


Kolombiya'nın yükselişi Falcao ile doğru orantıda gelişiyor ama asıl dikkat çekici atakları İsviçre ve Ekvador yapmış. Buradan da yeri gelmişken başta İddaa bayisi olmak üzere pek çok insan "Ekvador"  ülkesini  "Ekvator" olarak yanlış yazıyor, dikkat edelim. En büyük düşüş ise bu listenin başlarında görmeye alışık olduğumuz Brezilya ve son dönemin formsuz takımı Uruguay.. 

Türkiye ise iki basamak geriledi ve 40. sırada kendisine yer buldu.


Devrenin yıldızları!


Frank Ribery

Bana göre futbol yeteneği ortalamanın üzerinde olsa da "süper star" seviyesinde değil. Lakin bu adam bu oyunu öyle zeki oynuyor ki sizin saliselik hatanızı asla affetmiyor.

Şu ikili ve hatta üçlü sıkıştırmalardan bu sezon sıklıkla başarıyla çıkmıştır.

Sezonun pek çok yerde en iyi oyuncusu olarak gösteriliyor.

Çok basit bir çalım ve Gomez ya da Mandzukic golü atıyor.

Bir defans oyuncusu olsam sanırım en çekineceğim oyunccuların başında Ribery gelirdi. En ufak bir hatanızı golle değerlendiriyor..


Stefan Kiessling!

2012 yılında 21 gol atarak sezonun bir açıdan en çok gol atan Bundesliga oyuncusu oldu. İlk devre en fazla ikili mücadeleye giren yine o oldu. (656).  En fazla kafa topu mücadelesine yine o çıktı. (317) Elbette bunun doğal sonucu olarak kaleleri kafasıyla en çok yoklayan yine o oldu. (27) Bu başarılara rağmen milli takıma seçilmedi. Bu tartışma sanırım dünyanın her yerinde aynı şekilde..

Kiessling'i Hyypia ve Lewandowski yeniden yarattı dersek yanılmış olmayız..

Nürnberg'de oynuyordu, bebe yaşta kardeşimin en sevdiği oyuncuydu, büyük yıldız olacak diyorduk..

Aslında oldu da!

18 Aralık 2012

Poldi & Herbert Chapman


Mourinho tarzı!


Bu size ilginç ya da tuhaf gelmedi mi?

Ramos gerçekten Mesut'un çok yakın arkadaşı olabilir ama yine de bu Mesut'a yapılmış "jest" teknik adama karşı çok ciddi bir başkaldırıdır. Burada soru şudur bence:

Devre arası neler yaşanmış olabilir ki Ramos böylesine önemli bir eyleme kalkışsın?

Bu eylem öyle ki Ramos'un Madrid'deki hayatını dahi bitirebilirdi. 
 
Derler ki Mourinho  öyle sert gitmiş ki Mesut'un üzerine.. Mesut ağlamış.

Yani hemen hemen böyle şeyler olması gerekiyor ki bir oyuncu zıvadan çıkıp takım arkadaşına destek vermek istesin başka türlüsü "anlamsız.

Bana göre tam bir futbol profesörü olan Uli Höeness der ki: Magath tarzı -psikoterörcüler-  teknik adamlık ancak bir buçuk yıl sürer. Sonrası kaçınılmaz olarak başarısızlık olur zira oyuncular eninde sonunda seni gönderir.

Tam olarak benzer olmasa da Mourinho'nun tarzı da "bir açıdan" Magath'a benziyor. 

Kulislerde konuşulan Casillas ve Ramos birliğinin "destek" mesajlarına rağmen en azından artık teknik adam Mourinho için oynamayacakları. 

Bunu eleştirmiyorum. Şöyle düşünmek gerekir: Bir adam bir takımla çok kısa süre içerisinde futbol dünyanın en tepesine çıkıp en büyük başarıları elde ediyorsa bu kısa sürede yapılan manipülasyon sonucu ola gelir. Uzun vadeli olması da çok zor. İster bugün Welt'in deyimiyle "mafyatik" metotlar olsun isterse de başka türlü. Başarısını asla tartışmıyorum lakin uzun sürece dayalı olduğu vakit başarının daimi kılnması mümkün müdür orası belirsiz.

 Mourinho'yu tartışmak bile anlamsız, daha çok bu başarıların altındaki adamı anlamaya çabalamak ki bu içerik de bunlardan birisidir. Lakin 3 değil 5 ya da 7 yıl bir kulübün içerisinde kalabilir mi? Futbolcular sürekli olarak bu baskıyı kaldırabilir mi orasını kestirmek zor. Ya her iki yılda bir kulüpten ayrılacak ya da oyncu kadrosunu büyük ölçüde değiştirecek.. Real Madrid'de Cassilas'ın başını çektiği İspanyol grup silahlarını çekti çekecek..

Ramos'a bu tepkiyi verdirtecek kadar devre arasında neler yaşanmıştır'ın içeriği de aynı şekilde Mourinho'nun bugünkü başarı ve başarısızlığının en önemli içeriği olsa gerek..

Magath kendi başarısının içeriğinin farkında olarak çeşitli önlemler aldı. Bence Mourinho için de gitme vakti geldi. buradan gidip bir başka kulüple şampiyon olup Şampiyonlar Ligi'ni kaldırabilir bu çok başka..

Danii Alvesss!


Rakamlara Bundesliga!


Bundesligada ilk yarı sona erdi. İlk yarının bazı istatistiki verilerine bakmakta fayda var.


En çok gol atan oyuncu: Stefan Kiessling

Geçen sezon Hyypia ve Lewandowski ikilisi geldiği andan itibaren Kiessling ve takım kaptanı Rolfes bir başka oynuyordu. Özellikle Kiessling "defansif forvet" tanımına oturan oyun yapısı bir yana attığı gollerle de dikkat çekiyordu. Eğer vaktim olursa ilk inceleme altına alınacak takım bu sene her açıdan bundesligada "marjinal" kalan dizilimi ve oyun felsefesiyle Leverkusen olacaktır zaten.

En çok koşan takım: Stuttgart:  maç başına 119.9 km!

Sezona çok kötü bir başlangıç yaptılar. Labbadia yönetimi altında 7 maç üst üste kazanamadılar ilk defa ve fakat sonra düzeldi işler. Çok koşmasına rağmen topa az sahip olan bir karaktere sahip. Çok önemli ayrıntı "rakibi hücum pozisyonunda hazırlıksız yakala" prensibini işleten takımların başında geliyor. Çok koşuyorlar, topa sahip olma oranları düşük ve fakat olabildiğince de golcü bir takım..

En "sprinter" takım Borussia Dortmund: Maç başına 188 Sprint!

Oyunun felsefesi buraya bağlı biraz. Topa sahip olduğun anda çok hızlı bir şekilde atağa kalkmak. Rakipler henüz yerleşim almadan da fişi çekmek. Kenar forvetleri takımın yıldızları olduğu gibi savunmanın da asli unsurları. Götze kenarda beklemiyor, Reus ileride durmuyor. Takım savunmasına katılıyorlar ve topa sahip olduklarında ise her şey çok kısa süre içerisinde değişiyor.


En fazla faul yapılan oyuncu: Diego 63

Yıldıray Baştürk'e benzetiyorum bazen. Kalçasını, omzunu velhasıl vücudunun her yerini çok iyi kullanıp topu ancak faul ile alabilecek konuma getiriyor.  Özellikle Magath'ın gidişi sonrası form grafiğindeki artış inanılmaz. Daha da iyi olacak gibi..


           En iyi sprinterler    1. Harnik (Stuttgart) 478
                                          2. Inui (Frankfurt) 467
                                          3. Piszczek (Dortmund) 446

Bu size aslında Dortmund ile Stuttgart arasındaki benzerliğin şifrelerini de verebilir. Stuttgart presi Dortmund kadar etkili değil ve daha stratejik ve belirleyici zaman ve alanları kapsıyor. İstediği anda istediği bölgede.. Dortmund ise rakip takımda top bir saniye dahi kalmasın felsefesiyle hareket ediyor. İkisinin de hücum gücü hızlı oyuncular sahanın hızlı bir şekilde kat edilmesine bağlı. Harnik Bundesligadaki en underrated oyuncuların başında geliyor zaten. Her şeyi ortalama olan bir oyuncu bu kadar nasıl verimli olur, inanılması güç. Çok ama çok iyi bir kenar forvet. Misal Galatasaray'ın böyle bir kenar adamına ihtiyacı var. Bir golcüden daha fazla etkili olabiliyor skor anlamında... Keza sezon başında "bir milyon euro" bedeli olan İnui'yi alıp Amrabat'a 8 mily. vermeselerdi hayat hem sportif hem de ekonomik açıdan Galatasaray için çok daha iyi olabilirdi.

En güzel kontra oyuncuları:
                                             1. Schürrle (Leverkusen) 10
                                             2. Ibisevic (Stuttgart) 9
                                             3. Arnautovic (Werder) 8

Kontra atakların sonucunda kaleye isabetli şut çeken oyuncular bunlar.  Leverkusen ve Stuttgart'ın bir anlamda oyun anlayışı biraz buna yönelik. Pek çok Leverkusen atağı hali hazırda kendi yarı sahasından başladığıve Schürrle'nin hızını da eklediğinizde  bu listede liste başı olması kadar olağan bir durum yok. 4'lü defansın önündeki 3'lü defansif orta saha sıklıkla kendi yarı saha çizgisinde hücum planını kurgular.  İbisevic de keza aynı şekilde Stuttgart'ın oyun felsefesi sonucu.. Şaşırtıcı olan Arnautovic. Bu sezonki Bremen belki de Schaaf'ın geldiği günden bu yana en "farklı" takımı oldu. Stratejisi ve oyun anlayışı neredeyse baştan aşağı değişti. Onun bir sonucu da Arnautovic'in bu kenardan boş alanda ilerleyip kaleye yönelmesidir.
                                          
En savaşçı oyuncular:
                                                   1. Kiessling (Leverkusen) 656
                                                   2. Szalai (Mainz) 536
                                                   3. Lewandowski (Dortmund) 526

İşte bu "yeni futbol". Savunma önde başlar felsefesinin en önemli göstergesidir. Üç forvet geçen 17 maç içerisinde en fazla ikili mücadeleye girmiş oyuncu oluyorsa oturup düşünmek gerekir. Mario Mandzukic ile Mario Gomez arasında fark yok derler ama bu büyük bir yanılsamadır. Mandzukic de her maç on bir çıksaydı bu listeye girerdi ya da Bayern topa o kadar çok sahip oluyor ki bu rakamlara ulaşması zor olurdu lakin Gomez ile farkı burada. Artık forvetler savaşmak zorunda ve takım savunması kesinlikle hücumdan başlar.!  Ki zaten yıllar yıllar önce Kiessling'i Galatasaray'a Hakan Şükür'ün devamı niteliğinde fazlasıyla istemiştim.. Çok iş yapardı, çoook..

En iyi savaşçılar:       
                                1. Stranzl (Gladbach) 74,8 %
                                2. Papadopoulos (Schalke) 70,0%
                                3. Naldo (Wolfsburg) 69,7 %

Burada ise ikili mücadele kazanma oranı en yüksek üç oyuncu bulunuyor. Hummels'in listede olmaması ilginç. Naldo'nun sakatlık belasından kurtulup istikrarlı bir şekilde oynaması ve bu oranı yakalaması güzel. Papadoupoulos ise zaten geleceğin stoperleri arasında yer alıyor.

Bir maçta en fazla topla buluşan oyuncular:
                                                                  1. Schweinsteiger (Bayern) 93,2
                                                                  2. Ribery (Bayern) 88,8
                                                                  3. Lahm (Bayern) 88,4

Şaşırdınız mı? Hayır. 3 tane Bayern Münih oyuncusu. Topla oynama konusunda Barça seviyesine yaklaştı derken bunu söylüyorduk. Yense de yenisle de topa sahip olma oranı değişmiyor. Dağıtıcı rolündeki Schweinsteiger zaten her sene bu listenin başında yer alıyor ama sağdaki Ribery ile solda atakların büyük bir kısmını başlatan bek Lahm'ın ilk üçün içerisinde olması da sanırım Bayern'ün neresinin güçlü olduğunu yeterince iyi anlatıyor.

Sezonun Bild'e göre en iyi ortalamaya sahip futbolcuları ise Frank Ribery, Mario Götze ve Frankfurt kalecisi Kevin Trapp