18 Haziran 2011

Der Capitano.!



Bugün Götze var. Işıl ışıl parlıyor.. Olmazsa Schürrle var.. Hele bir Mesut var ki.. Bunlara bir şey mi oldu ? Reus.. Greusskreutz.. Marko Marin.. Hepsi yirmili yaşlarının başında ve gelecek vaad ediyor. Alman futbolu 'artık' emin ellerde. 2000 öncesi de onlarca yetenek vardı. 1990 Kadrosunun yaptıkları ortadadır. Ama işte 2000-2008 arası yeteneksiz Almanya'sına sahip çıkan ise sadece Doğu Almanya kökenli Michael Ballack idi.

Nankör olmamak gerekir. Alman futbolu ona çok şey borçlu. O kısır ve güçsüz dönemde kendilerini temsil edecek yetenekten yoksun kalmanın tüm hırsını Almanlar gencecik bir çocuğun üzerine yükleyerek 27 yaşında Sebastian Deisler'in futbolu bırakmasına neden oldu ve öyle bir adam geldi ki değil bu baskıyı fazlasını dahi kaldırabileceğini tüm dünyaya gösterdi. Bileği bu açıdan bükülemeyecek noktaya geldiğinde futbolun içerisindeki en önemli liderlerden birisi oldu.



O takımı finale taşıyasıya kadar bir Effenberg modelinin kusursuz temcilcisi iken o finalde ise tam bir kaybeden. Ballack'ınız varsa final oynayacağınız ne kadar garanti ise o finali kaybedeceğiniz de o kadar.. Böyle de tanıma girmeyen bir etki bıraktı geride.

Doğrudur bir Effenberg hiçbir zaman olamadı. Ama şu var ki o artık Effenberg-Hagi-Rooney-Kahn tarzı liderliğin Almanya'daki son versiyonuydu. Onunla beraber bir dönem kapanmıştır artık burada.. Bu tipolojinin karakteristik özellikleri vardır ve bu bazen 'olumsuz' anlamda kullanılır iken bazen de takımların finale gelmesinin arkasında yatan en önemli unsur olarak dile getirilir.



İster Kaiserslautern yıllarına isterseniz de Karl Marx stadyumudaki ilk maçına bakın.. O yönetir. Kimin nerede nasıl durması gerektiğini saha içerisinde belirler. Ballack'ı asla ve asla sahanın dışından bakıp algılayamazsınız. Her iki ayağını raket gibi kullanması,mücadelesi ya da orta saha olarak attığı onca gol değil.O tam anlamıyla saha içinin ve aslında dışının lideridir.. 21 yaşında da 34 yaşında da bu böyledir. Artık takımların bu tipte liderlere ihtiyacı yok. Yeni nesil demokrasiye geçiş yaptı ve herkes kendisinden sorumlu.. Tüm takımın bazen tüm ülkenin yükünü tek bir adam çekmek zorunda değil..



..bu fotoğraf karesi iki önemli noktanın altını çizer. Kazanma isteği/hırsı ve belirleyici olmak.!

Avusturya karşısında takımı zorlanır iken belirleyici olan golü atmadan hemen öncesidir. Söylemlerinizi saha içerisinde eyleme dökmezsiniz kimse sizi ciddiye almaz. Ballack saha içerisinde de tam da olması gereken yerdedir. Onun attığı gol onun verdiği pas ve onun gördüğü sarı karta neden olup finalde oynayamaması sağlayan faulu ve sonrasında attığı gol Almanları finale taşımıştır.. 2002 finali 2006 üçüncülüğü ve 2008 ikinciliği onun liderliğinde kotarılmıştır. Bu almanların kendi deyimiyle kısır döneminin ürünleridir.

Leverkusen gibi şampiyonluğu olmayan takımı Şampiyonlar Liginde final oynatsa da tüm finalleri kaybetmiş bir adam Michael Ballack ve onun 34 yaşındaki ısrarını da bir kez olsun finali kazanmak isteği üzerinden okunmalıdır.



Bir noktaya gelirsiniz ki artık performansdan ziyade o zorlu koşulların ortasında cesaretli olup dik durmanız ayaklarınızın titrememesi size finali getirir. Kahn bunu çok daha açık ve argo bir dille söylemişti. Kısaca güzel oyun sizi yukarıya taşır iken kupayı kaldırmanız için taşaklı olmanız gerekir. Ballack çokca defa en zor zamanlarda sorumluluğu üzerine almaktan kaçınmamış sonuna kadar gitmiştir. 2002 finalini hatırlarsanız finalde oynamayacağını göze alıp sağ tarafta bomboş pozisyonda Kore'li oyuncuya pasın gitmemesi adına geriye metrelerce koşup faulunü yapıp golü engellediği gibi Hiddink'in Kore'sini yarı finalde eleyecek golü atacak koşuyu da gerçekleştirir. O maç ve içerisinde yer alan Ballack müdahalelerinin mevkisinin gereği değil takımın tüm yükünün omuzlarında hissettiğinin en açık göstergesi olduğunu görebildiğiniz gibi kaderine karşı yapacak bir şeyi olmadığının da anlatımıdır. İki yönlü orta saha olması nedeniyle değil aslında bu bir ileri bir geri koşular.. benzeri Rooney'de olduğu gibi forvet olmasına rağmen orta sahada sürekli mücadele ettiren hırsın ve aidiyetin bir dışa vurumudur.



Başka açıdan bu tipolojilerin kültür seviyesi yerlerde gezinir. En iyisi yine Ballack'tır. Effenberg ve Loddar'a ve hatta Rooney'e baktığınızda biraz olsun çekilir bir tarafı vardır ama onlar kadar da başarılı olamamıştır. Sanki saha içi başarı ile vasatın miktarı ters orantıda ilerliyor bunların üzerinde.



Asla ve asla profesyonel değildir bu oyuncular. Amatör ruhlarını hiçbir zaman kaybetmezler. Bayern'e imza atmasına rağmen Leverkusen'deki mücadelesi görülmeye değerdir. Hedefleri sorumlu olduğu birliği zafere götürmek.. Para değil Kupa önce gelir. Chelsea'ye transferi gittikçe düşüşe geçen Bayern'de uluslararası bir kupa kazanamayacağına inandığı içindir. 1999 trajedisinin gecesinde tüm Bayern'liler kendinden geçip eğlenir iken Effenberg o kupayı alacağım diye sayıklayarak odasına çekilmiştir. 2001 olduysa burada Kahn ve Effenberg'in azmi ve isteği nedeniyledir. 2000 UEFA kupası Terim kadar Hagi'nin ona olan aşkı nedeniyledir.. Ballack Chelsea'ye göre değil Leverkusen'in Ballack'ı olmalıdır. Hagi Barça ya da Real Madrid'e değil Galatasaray'a.. Zira bu adamların işi Real Madrid Barça'da olağanı gerçekleştirmek değil Leverkusen Galatasaray'da mucizeleri başarmaktır.. Ancak buralarda kendilerini tam anlamıyla gerçekleştirebiliyorlar..




Sadakat önemlidir bu bölgede ama nasıl? Kahn çocukluk aşkı ile evlenir iken misal Rooney'de aynı şekilde. Ballack henüz Kaiserslautern'de oynar iken 'Cafe am Markt'da gördüğü garson kıza vurulur.. Altı ay koşturur peşinden ve sonunda bir şekilde başlayan ilişki tüm Almanya'nın göz bebeği ve ilgisini çeken bir adam olmasına rağmen devam eder ve 'bir anlamda' mutlu sonla biter. Nasıl ki Rooney'nin fahişe sevdası Kahn'ın bir başka garsonla çocukluk aşkını hamile iken aldatması ya da Effenberg'in en yakın arkadaşının sevgilisi ile evlenme gibi durumları varsa Ballack'ın da benzer magazinel olayları olmuştur. Christian Lell'in kız arkadaşının Ballack'tan hamile olduğu dedikodusu uzun süre gündemi meşgul etmişti. Dedik ya sadakatın bizim anlamlamdıramadığımız bir boyutu söz konusu.. Henüz kimse bu isimleri bilmez iken tanıştıkları çocukluk ya da ilk gençlik aşkları ile uzun ömürlü ilişki yaşayacak kadar bağlılık gösterdiği kadınlara kimisi fahişelerle kimisi de arkadaşlarının kız arkadaşlarıyla aldatmaktan da geri durmuyorlar.



Bu oyuncular teknik adamın masasında oturur. Takımın oynayacağı taktikten kimin milli takıma seçilmesine kadar her konuda fikri alınır. Takımın nasıl hareket edeceğine karar verir. Bir anda teknik heyetten Bierhoff gibi ona karışan olursa üzerine dahi yürür.. Başka yerde bilemem ama Alman milli takım her zaman güçlü kaptanların çevresinde oluşturulmuş ve bu noktada kaptan en az teknik adam kadar söz sahibidir. Bu bir gelenektir. Breitner'dan Loddar'a kadar.. Bakın biraz geriye gidelim..




1954 Dünya Kupasını Almanların o meşhur Macarları yenmesi mucizedir ama bunun arkasında kurt teknik adam Herberger'in müthiş planı olsa da iki golü atan Max'ın kaptanın oda arkadaşı olması ve onun teknik adama tavsiyesi ile ilk on bire girdiği gerçeğini değiştirmiyor. Blogda şu şekilde işlediğimiz Marcel Raducanu'nun kaçısında da milli takıma dönüşünü Hagi'nin engellediğini belirtir. Bunlar gün yüzüne çıkan bir kaç ayrıntı ama aslında buz dağının görünen kısmıdır.



Artık Lahm kaptan. Robben'in delicesine eleştirdiği ve lider olmaktan çok uzak bir adam var Almanya'nın başında. Artık Ballack ve benzerleri olmayacak. Neuer'den ümitliydim ben ama sistem artık bu tipolojileri dışarıda bırakıyor. Artık Almanya'da teknik adamın verdiği teknik kararı delicesine eleştirecek bir oyuncu bulamayacaksınız. Kendisinin tartışmasız bir şekilde sahada olduğu ve sorunsuz olduğu yerde arkadaşı adına teknik adamı kıyasıya eleştiren bir sorumluluk anlayışı ortadan kalkmıştır. Şu an Almanya milli takımının içerisinde Löw'e gram söz söyleyebilecek ve Löw'ün aynı şekilde çekindiği tek bir oyuncu dahi yok..Artık saha içerisinde..



böyle tuhaflıklar da yaşanmayacaktır. O karşıdaki futbolcuyu bu hale getirecek kadar baskın bir karakter iken aynı zamanda bu tokat karşısında sesini çıkarmayacak kadar takımını düşünür. Ballack'tan ziyade Effenberg adı ile anmak istediğim bu tarzın kazandırdıkları kadar kaybettirdikleri vardır. Bazen bu adamlar sayesinde mucizeleri gerçekleştirebildiğiniz gibi yine bu adamlar nedeniyle ortalamanın dahi altına çekilebilirsiniz..

Galatasaray ile bağlayalım..

Arda Turan bire bir örtüşmese de benzer geleneğe sahip Hakan Şükür'ün yetiştirmesidir. Onun gibi değerleri takımda görmek ister. Küçüğüne sevgi gösterip büyüğüne saygı duymak olarak geçiştiremeyeceğiniz ölçüde karışıktır. Hiyerarşi esas alınır. Bir yere kadar güzeldir de.. Lakin bu kaptanların en önemli özelliği tam da olması gereken derbilerde, Ballack harici final maçlarında orta çıkıp takımı bir üst noktaya taşımasıdır. Neuer gibi Ruhr derbisinde Effenberg gibi kendilerinden kat ve kat güçlü Manchester ve Real maçlarında döktürmesidir. Bunları yaptıktan sonra o çok bekledikleri saygıyı görmeliler. Biz de her şey tersden işliyor maalasef.. Arda Turan Galatasaray'ın önemli ve final maçları hariç her yerde oynuyor. Ne zaman ki Arda Kadıköy'de Şampiyonlar ligi çeyrek finalinde Barça'ya karşı döktürecek ancak o zaman.. Bugüne kadar gördüğü saygı bana göre karşılıksızdır. O günlere hazırlıktır.. Bekliyoruz..

Bandista Konseri.!



Duydum inanamadım. Almanaya'ya üstelik de Augsburg'a geleceklermiş? Tarihlere baktım.. Çarşamba Augsburg Perşembe Münih. Augsburg'a gelen ve benim gitmek isyeceğim ilk grup..

Ama ne cesaret?

2009'da Duman geldi Münih'e. 200-250 kişi ya var ya yoktuk. Biz burada biraz sıkışıp kaldığımızdan kim gelse gidiyoruz. Az daha Sıla'ya filan dahi gidecektim o derece şaftınız kayıyor yaşamsızlıktan. Misal Türkiye'de yanından bile geçmeyeceğim Yüksek Sadakat'a da gittik.. Arkadaş ben ve arkadaşlarımın dışında grubun elemanlarının yakın çevresi filan vardık. Topu topu 50 kişi ya var ya yoktu..

Elbette Manga, Emre Aydın ya da Duman'ın bu sene verdiği konserler büyük kitlelerden oluşuyordu ama dışındakiler için durum kötüydü.

Bandista?

Girdim Kranhalle'ye buradaki en bi sevdiğim dostumla.. İçeride bir grup ve Alman Punk'çıları var. Önünden çıkan grup Tuna Trio.. Çok güzeldi çok keyif aldım. Fena da insan yoktu ama Türk'ü ara ki bulasın ve biz de Türk olduğumuzdan hemen saymaya başladık.. 10 avro kişi başı. Toplasan 100 kişi yok ki içeridekilerin hepsi de biletli değil..

Tuna Trio beş kişi.. Bandista beş kişi. Toplasan bin avro etmiyor toplam gelir.. Bilet, kira derken nasıl olurdu ki bu?

Şöyle oluyor. Bandista grubu benim hemen yanına park ettiğim külüstür bir dolmuşa binip Avrupa turnesine çıkıyor. Her yere uğruyorlar. Bir şey kazandığını düşünmüyorum ama feci eğleniyor bu insanlar..

Sadece eğlenmek değil mesaj kaygısı da güdüyorlar. Münih'te bu mesajları ingilizce vermek durumunda kalınca bıkmadan usanmadan sonuna kadar ingilizce ile olup biteni oradaki yüzde sekseninin oynamak için yanıp tutuştuğu yerde toplasan yüzü bulmayan kitlesine ulaştırma derdine düştüler.

Konser bir anlamda benim için budur. Tuna Trio sahnede iken Bandista üyeleri aramızda dans ediyor bizlerle muhabbet v.s.. Onlar çıktı sahneye bu sefer Tuna Trio ile muhabbet filan. Viyana'da Radiohead konseri arasına sevgili Divina ile sıkıştırdığımız Deerhunter konseri de keza böyleydi. Tadı başka havası başka keyfi de aynı şekilde..

16 Haziran 2011

Düğün Fotoğrafları..



1969'da Fernanda 16 Van Gaal 18 iken bir baloda dans eder ikili.. Kız ona 'maalesef erkek arkadaşım var benim' der.. Oğlan çocuk ise noktayı koyar.. 'Sonsuza kadar seni bekleyeceğim ben' der.. O sonsuz dört hafta sürer ve sonra beraber olmaya başlarlar.. Üç yıl sonra da evlenirler.



Van Gaal 21 yaşında.. 19 yaşındaki Fernanda ile evlenir iken. Sene 1973. 20 sene sonra Fernanda kansere yenilir iken Van Gaal da Tanrısı ile hesaplaşır.. Bu acının sorumlusu olacak kadar hata yapmadığına inanır. ilginç bir öyküsü var aslında. Bugünkü eşinin röportajı onu çok daha iyi anlatır aslında..

Van Gaal benim anlayabildiğim futbol adamlarındandır. 2012'ye kadar Bayern'den güzel para alacak ve sanırım bunun tadını çıkaracak.. Orta sınıf bir Avrupa Takımı olsam futbolculara oraya buraya milyonları dökeceğime sadece bu adama parayı yatırırım. Devler için sorunlu bir kişilik iken az parayla çok büyük başarı kazanmak isteyenler için dünyadaki en ideal teknik adamların başında gelir. Onun başardıklarının içeriğine ve oluş biçimine bakarak değerinin altında işlem gören teknik adamlardan olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Uli Hoeness dahi- Adnan Polat gibi değil yıllarca futbol oynamışlığı kupaları vardır- onun şu zamanda uzmanlığını bilirkişi olduğunun altını çizerek hakkını verir. Ne ki Bayern'e Real'e göre değildir ve daha çok mucizeleri gerçekleştirmek için futbol dünyasına inmiş adamdır..



1978'de Martina'sı ile evlenir Rummenigge. Bugün hala devam eden bir evlilik..

Karakter açısından aslında öne çıkan lider bir yapıya sahip değil. Onun önemi biraz da 1984 yılındaki transferidir Bayern açısından.. Dönemin hem milli hem de kulup takımında en önemli ismiydi. Lakin daha da önemlisi 11.4" milyon mark karşılığında İnter'e transferidir. Bu para Bayern'in o dönem hayatını kurtarmıştır ve Rummenigge hem oyuncu hem de transfer öznesi olarak Bayern'e en çok katkı yapan olması yani bir anlamda kurtarıcı olmuş isimdir. Bu bonservis bedeli Napoli'nin Barça'ya Maradona için ödediği 24 milyon mark sonrası o dönemin en yüksek parasıydı.

Şimdi şirketin başında.. Martina ile evli ve beş çocuk sahibi..



1992'de Michaela'sı ile evlenir iken Andreas Möller.. Çocukluğumun ilk Bundesligist kahramanı.

Korkatı Möller.. Her ne kadar dünya çapında bir yıldız olsa da bir numara daha büyüyebilirdi ama saha içerisinde sakatlıktan tekmeden çok korkardı. Lincoln gibi biraz da o günündeyse ancak sahaya çıkardı.. Performansları silik olmak ile yıldız olmak arasında gidip gelirdi; ortası yoktu.

Çocukluğumda başımı döndürdü: iki yıl Frankfurt iki yıl Dortmund sonra yine iki yıl Frankfurt.. Juventus sonrası Dortmund ve Schalke derken yine Frankfurt'da noktayı koydu.

Severdim çok ben ama Almanya'da o yeteneğine ve kalitesine rağmen çok da sevilen bir isim olmadı. Herkes kendisini bir yerde yere atar filan ya.. Ama bu Möller'in yaptığı onun ismine yapıştı kaldı. Burada Möller denildiğinde onun futbolu kadar 1995 yılında Karlsruhe karşısında ceza sahası içerisinde kendisini yalandan yere atıp aldırıdğı penaltı da akla gelir. Yine dönemin maç sonrası görüntüler nedeniyle ceza alan ilk oyuncusu olma şerefine nail olmuştur. İzleyelim..



Burada hakem es geçse penaltı vermese belki onun kariyeri açısından çok daha hayırlı olurdu kesinlikle.. Bu ve çeşitli nedenlerden dolayı bu şekilde top oynayıp da en az sevilen isim olmuştur Almanya'da..



Marco Van Basten 1993'de..

'Benim için kültür, Marco Van Basten'i seyretmektir ' Maradona

Pek çok yaşıtım için dünyanın gelmiş geçmiş en büyük golcüsü bu adamdır. Benim için de yeri hep özeldir. Hemen herkesin ilk üçünün içerisindedir. O en iyi golcü ya da çok iyi futbolcudan öte bir deyim bulmam gerekir hissi ile karşı karşıya kalıyorsunuz onu tanımlamak istediğinizde.. Başka bir şey başka bir sıfat olmalı onu diğer tüm futbolculardan ayıracak. Böyle bir şeydi Van Basten.. Başkaydı.



2001'de Karla'sı ile evlenir iken Oliver Bierhoff..

Sözde Bundesliga'yı takip ediyoruz.. Birisi çıkıp sorsa Bierhoff Bundesligada hangi takımlarda oynadı diye cevap veremem.. Onun Bundesliga geçmişini hiçbir şekilde hatırlamıyorum. Hamburg'da 32 maç oynayıp 6 gol atmış.. Gladbach'da 8 maça çıkıp gol atamadan soluğu Austria Salzburg'da almış. İşte onun hayatı da burada başlıyor. 32 maçta 23 gol atarak kulup rekoru kıyor. İnter onu buradan alıyor ama oynatmadan Serie B'ye Ascoli'ye kiralıyor. 4 yılda burada 50'ye yakın gol atıp 86 maçta 57 gol atacağı Udinese'ye geçiyor.. Sonrası Milan derken şampiyonluk giriyor ama en çok da 1996 Avrupa Şampiyonasında attığı altın gol ile tanınır bilinir.. Bizler de Galatasaray'a karşı Milan'da gösterdiği performans ile onu tanır biliriz daha çok.

Bundesligaya değil Serie A'ya damgasını vurmuştur attığı 103 gol ile.. O dönemde en azından en çok kafa golünü atan adam olarak ismini yazdırmıştı. Bugün geçen oldu mu bilmiyorum.. Tüm oranları onun Serie A'nın en iyi yabancısı kıvamına getiriyordu.. Kısaca tanımı Alman milli takımının ve Serie A'nın büyük oyuncusu..



Edwin Van Der Sar karizması 2006'da t Anna-Marie van Kesteren ile evlenir iken.. yandaki bisikletten de farkedeceğiniz gibi düğün Amsterdam'da..

Juventus'un italyan olmayan tek kalecisidir. Ardılı da Buffon..

Çok fazla iyi kaleci var bu kesin. Şimdi size Peter Schmeichel desem durusunuz şöyle bi.. Oliver Kahn ? keza aynı şekilde. Bunlar biraz farklı. Edwin Van Der Sar ise oyuncu-kaleci olarak diğerlerinden farklılaşıyor. Son dönemde Casillas'ın da bu özelliğini iyice geliştirdiğini görüyorsunuz. Barça'nın oyununun son noktası kalecinin de artık topu kaybetmeyeceğinin bilincinde orta sahada pas yapıyor oluşudur.. Van Der Sar biraz daha genç olsaydı bu mümkün olabilirdi. Kurtarışları hep jeneriklik ve hatta o uçuşları yediği golü dahi inanılmaz yapıyor..



Ruud Gullit'in bıyıkları düğüne damga vurur ve henüz Galatasaray'a gelmemiş iken Rijkaard.. 1985.!

Adnan Polat'ın açıklamaları..



Futbolun biraz dışına çıkalım ki derdimi anlatabileyim.

Ben Adnan Polat'ı severdim. Galatasaray'a başkan olmadan çok önce de severdim. Alevi Partisi kuracağım dediği günleri de bilirim Belediye başkanlığına CHP'den aday olduğu zamanları da.. Herkese bir'se Adnan Polat'a üç birimdi benim desteğim.. Severdim de, yalan yok. Biz de biraz böyle. Zamanında kahvehanelerde henüz daha işin başında iken kimliğinin üzerine edilen küfürler nedeniyle kavga etmişliğimiz olay çıkarmışlığımız dahi vardır.. Ve fakat burada bu ayrıntının etkisi ancak işin başında başarılı olmasını gönülden istemeyi getirir fazlasını değil. Sonrası ise eylemleriyle sevdiğimiz kulube kazandıkları ölçüsünde gelişir.

Kendisi bilsin ki başarılı filan olmadı, yönetemedi ve gitmesi gereken zamanı da bilemedi. Rezil kepaze olması bir yana bu süreci inatla devam ettiriyor zira algısı yeterli değil. Neyi ne zaman yapacağını kestiremiyor. Rijkaard öncesi defalarca buradan medyanın öttürdüğü her sesi eyleme çeviriyor diye eleştiri getirmiştik değişen bir şey olmadı. Bugün sessizliğe bürünüp gitse eylemlerinin halk tarafından çok daha pozitif bir şekilde değerlendirileceği zamanın geleceğini görebilirdi ama neyi ne zaman gördü ki ? Bugün bırakın Galatasaray'ı onun içerisindeki Adnan Polat unsurunu dahi yönetmekten aciz. Hemen herkesin umut ile baktığı Ünal Aysal'a bugün kim ne derse desin doğru dahi söylemiş olsa karşılarında Galatasaraylıları bulacaktır çok mu zor bunu anlamak ? Bu zamanda susması gerektiğini görmek ? Gerçekten bunun analizini yapamacak ölçüde buradan kopuk bir dünyada mı yaşıyor? Şu zamanda kendisine karşı varolan nefreti büyüttüğünü göremiyor mu ?

Fatih Terim yardımcı olarak Ümit Davala'yı getirdi. Onu nasıl ve neden kovduğunu gazetelerde boy boy açıklamalarla medyaya sunuyor.

'Davala'yı biz niye kovduk? Antrenmana geç gelir, erken gider, sabah antrenmana geldiğinde ağzı içki kokar. 3 kere uyardık. Olmadı, kovduk.'

E buradan neyi amaçlıyor ? Kime zarar vermek istiyor şu anda? Yahu yeni bir başlangıç yapıldı bu mudur eski Başkan'ın olması gereken tavrı? yıllar yılı eski başkanların tavrını eleştirip olması gerektiği uslubu anlatırken bunları mı dile getiriyordu ? Gerçekten Davala'yı ağzı içki koktuğu için mi kovdu ? Geçin bunları..

Skibbe'li Galatasaray Bursa deplasmanında yenilir iken Yusuf Şimşek'in performansına engel olamamış ve tüm medya da Skibbe'yi bilgilendirmeyen yardımcıların üzerine gitmişti. İşte Adnan Polat her zaman medyada çıkan sese göre hareket edip bu kovma işlemini bu yüzden gerçekleştirdi. Adama sormazlar mı aynı anda kovulan Edwin Boekamp'ın da mı ağzı içki kokuyordu?

O dönem Skibbe'nin otoritesi hali hazırda yerlerde gezinir iken kendisinden habersiz bu eylemi gerçekleştirip Galatasaray'a ne gibi bir artı sağlamış ki? Bu öyle bir rezil durumdu ki teknik adam yardımcılarının gönderildiğini Fanatik gazetesinin hocaya ulaşması sonucu öğreniyordu.. Bu teknik adam oyunculara hükmedecek başarı getirecekti sonrasında ? Garibim Arda ezilen büzülen hocasının ellerini kollarını havaya kaldırarak ona destek veriyordu ama bu destek aynı zamanda bir beklentiyi doğuracağından kırgınlığı da doğuracak ve Lincoln'a ayrcılalık tanınıyor diye kellesini de alacaktı Skibbe'nin..

'Beni başbakanla karşı karşıya getirdiler. '

Samimimiyetime inanın. Orada Kılıçdaroğlu da olsa TOKİ başkanının o konuşmayı yaptığı yerde tepkinin olmaması mümkün müdür? O konuşmaya TT Arena'nın içerisinde tepki vermeyecek her insanın Galatasaraylılığını sorgularım ben. Diyor ki:

'Hem beni başbakan ile karşı karşıya getirdiler. Hem de CHP yaranmak için yaptılar. Ben de yoğunluktan ilgilenemedim. Olayı AKP-CHP kavgasına çevirdiler. Ben AKP'li değilim ama stat açılışına misafir olarak gelen üstelik stadı yaptıran Başbakan'a yapılanlar hoş olmadı. Bir de TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar'ın açıklamaları ekmeklerine yağ sürdü.'

Her şey kendiliğinden gelişti. Burada tepkiyi doğuran ve bilinçli olarak yapılan tek eylem TOKİ Başkanının konuşmasıdır. Zira bu konuşma spontane olmaz önceden hazırlanır. 50 bin Galatasaralının önünde yapacağınız konuşmayı bu şekilde hazırlıyorsanız Adnan Polat'ın dediği gibi bir plan söz konusu ama bu konuşmaya dünyanın en doğal ve olağan tepkisini veren Galatasaraylılar değil karşı taraf gerçekleştirmiştir. Zira bu stadın ekmeğini Başbakan Adnan Polat'a yedirmemiştir. Ertesi günkü gazetelerin AKP'li olsun olmasın hemen hemen tüm yazarları Recep Tayyip Erdoğan'ın stadı nasıl yaptırdığını konuştu.. Polat burada şunu düşünsün: Bu işten kim karlı çıkmıştır ? Algılayamadığı şu ki bu işten kendisi karlı çıkmadığı gibi Galatasaraylılar da boynunu eğmek durumunda kaldığı bir dönem yaşamıştır. Biz kendi kendimizi bu denli zora sokacak bir planın içerisinde neden olalım?

Benim dönemimde futboldaki problem neredeydi. Ben her zaman Haldun'a 'sen patronsun. Adnan ise bir profesyonel. O senin altında. Hatası olursa hesap sor. Ama sen futbolcu ile kesinlikle samimi olma' dedim. Haldun'a tam olarak anlatamadım. Haldun kötü gidişin faturasını Adnan'a kesmeye çalıştı. Ben de bunu kabul etmedim.'

Haldun Üstünel'in gönderilmesi sonrası patron kim olmuştur ? Bizzat kendisi ve onun belirlediklerini de eyleme çeviren görev adamı Adnan Sezgin. Sezgin bir yönetici değil kendisine söylenileni en iyi biçimde gerçekleştiren görev alıcıysa kim gitmelidir ? Sonrasında neden Adnan Sezgin'i değil de kendisini kovmadı?

'Helvacı kulübe geldiğinde kötü bir arabası vardı. Şimdi şoförlü Mercedes ile geziyor.'

Mehmet Helvacı'yı bugün dahi sevmem. En başından bu yana Başkanlık için oynayan ve gerçekten de plan yapan bir insan. Lakin böyle eleştiri mi olur ? Bu mudur mertlik ? Helvacı ekstrem eylemlere girişmese ve Başkan'a uyumlu bir portre çizse bugün bunlar konuşuluyor olur muydu ?

..

Sevgili Adnan Polat.. 'Beni AKP ile karşı karşıya getiriyorlar' kısmı kimsenin umrunda değil. Bunu düşünerek hiçbir Galatasaraylı bir işe kalkışmaz zira Adnan Polat'ın şahsi kimliği kimsenin umrunda değil. Başkanla mı karşı karşıya gelir Obama ile mi dostluk kurarsın bize ne ? Bunun için neden uğraşsın insanlar.. Hala daha meselenin özünü algılayamamış olduğunu görmek bizi üzer. Mesele Galatasaray ve onun olduğu yerde o stadın içerisinde ise Başbakan yok aslında.. Galatasaray'ın onuru var ve maalasef çok sevdiğim çok da desteklediğim Adnan Polat'ın yönetimi altında bu onur ayaklar altına alınmıştır. Üzüntüm o gün Başkan'ın istifa edemeyecek olgunluğa sahip olmamasıdır.. Başbakanla şimdi oturup çay iç bize ne, kime ne ?

14 Haziran 2011

Mehmet's.!



Mehmet Ekici'nin söylemlerine göre bugünkü konumunda etkisi en fazla olan Bayern amatör takımda oynar iken hocası olan Bayern efsanesi Mehmet Scholl'dür. Gerek mevki konusunda farklılaşması gerekse de Bremen'e gitmesi konusunda bizim Ekici hep Scholl'ü dinlemiş. Lakin bu sevgi karşılıksız değil..

Mehmet Scholl bu genç arkadaşı sadece futbolcu olarak değil insan olarak da çok sevdiğini, kalbinde önemli bir yeri olduğunun altını çiziyor.

'Bremen onun için en uygun yerdi. Schaff ve Allofs ikilisinin başarılı çalışmaları ve o bölgenin sessiz ve sakin olması Mehmet'in gelişmesine yardımcı olacak' diye görüş belirtiyor.

Mesut ile kıyas yapar iken onun kadar Mehmet'in hızlı olmadığını ama ondan çok daha golcü olduğunun da altını çiziyor.

'Eğer Schaaf onu yetiştirir ve ona sorumluluk verirse bunun karşılığını yakın zamanda alacaktır. Böyle güzel oyuncuyu ancak Schaaf yetiştirir..'

Mehmet Scholl'un bizim milli takım ve hatta ülkeyle kurduğu en sıcak en yakın ve en gerçek ilişki de budur.

13 Haziran 2011

Höness Röportajı.!



Takdir ederim ben Höness'i. Sportif direktörlük mesleğinin bana göre en tepesinde yer bulan adam. Zamanında bu mesleğin çıkışı olan İngiltereden dahi buraya tecrübe kazanması adına futbolcu eskileri gelirdi. 30 yıldır muazzam başarılar,kupalar aldığı için değil sadece.. Bir kulubü ekonomik açıdan da olabilecek en iyi seviyeye getirmesidir. Bugün aşağıda da belirttiği gibi söz konusu Financial Fairplay devreye sokulsa dünyadaki belki en iyi konumda olan ve bu kriterlere en uygun kuluptür onun sevgili Bayern'i. Hali hazırda Barça'dan Real'den Man U'dan en önemli farkı TV geliri bu devlere kıyasla neredeyse olmadan bunu başarmasıdır. Kulubün her kademesinde efsane futbolcular bulunduğundan yanlış çok uzun süre yaşamıyor ve sportif başarıda süreklilik yakaladılar..

Aynı zamanda dünya futbolu üzerine söylemlerini ciddiye aldığım yegane insandır. Zira o ne dese üç ya da beş ay olmadı bir sene sonra gerçekleşiyor. 30 yıl sayısız teknik adamla çalıştı ve tecrübe ki bu futbolunun her alanında inanılmaz.. Doğuştan bu mesleğe göre yatkınlığı var. öyle olmasa çok sevdiği Breitner'i Braunschweig'dan almak için henüz daha futbolcu iken kulubüne memleketinden sponsor bulup transferi bitirebilir miydi?

Mourinho hakkında söylemleri kızdıracaktır birilerini ama Höness bu. Hayatı boyunca birilerini kızdıracak açıklamaların üzerine basa basa buraya yürüdü. Güzel bir röportajın hepsini çevirmek isterdim ama çok zahmetli bir iş.. Şu kadayıla yetinmenizi..



Manuel Neuer transferi üzerine..

Küçük bir taraftar grubunun tartışmalı söylemleri nedeniyle harika bir oyuncu olan Manuel Neuer'i geri çeviremezdik. O karakter ve yetenek açısından Bayern'e son derece uygun ve bu olmasaydı belki de Bayern'in çöküşünün başlangıcı olabilirdi.

Benim için önemli olan takımın gövdesinin tartışılmaz isimlerden oluşmasıdır. Kaleci-Stoper-Orta saha- Forvet. Neuer transferi başarı adına önemliydi. Bu zincir başarının temelidir. Dolayısla kaçınılmaz olarak bir stoper transfer edilecektir. Boateng için beklemedeyiz.
...
Rafinha üzerinden konu sert oyunculara gelince geçen sene neredeyse sarı kart ve sert faul yapmadan ligi bitirdiğini söyler iken Barcelona gibi oynanılmaya çalışıldığının belirtilmesi üzerine..

'Barça'yı kopya etmenin bir getirisi yok. Biz kendimize ait olan başarı yolumuzu çizmeliyiz. Bizim Messi'miz Xavi ya da İniesta'mız yok ve onlar bu tarzı çok uzun yıllar çalışarak oluşturdular. İkinci bir Barça olma çabası bizim geçtiğimiz yıllarda yaptığımız en büyük hatalardan birisiydi. Onlara bakıp örnek almamız gereken tek şey yetenekler konusunda sabır göstermek olabilir. Mats Hummels Dortmund'da neden böyle iyi oynuyor? Dönem dönem kötü performansları olmasına rağmen sürekli oynayarak tecrübe ve deneyim kazandı.



Tüm Dünya Barça'nın oynuna hayranlık duyar iken benzer oyunu oynamaya çalışan Bayern futboluyla neden sıkıcılaşıyordu ?

Bunun için çok iyi olmalısınız. Sürekli dripling yapmaya muktedir olmalı oyuncularınız. Bu Van Gaal'in programında yoktu. Onun için varsa yoksa pas pas pas taa ki yanlış pas gelesiye kadar. Bu geçtiğimiz yıllarda bizimle Barça arasındaki en temek farklılıktı. Barçalı oyuncuların yüzde yetmişinin dripling yeteneği var ve bu takımın topa sahip olmaktan sonra en büyük silahıydı.

Bunun için Bayern'de Ribery ve Robben var ama..

Doğru ama merkezden de bu atılımlara ihtiyacınız var. Barça'da Xavi ve İniesta var iken bizde sadece Schweinsteiger o da geçen sene vardı sadece.


Mark Van Bommel'in gidişi takımın orta sahasını zayıflattı mı ?

Bizim gerçekte rakibin canını yakacak oyunculara ihtiyacımız var. Ben Mark'ın kalsaydı ikinci devrede yararlı olurdu diye düşünüyorum. Özellikle İnter maçında 2-1 iken ilk yarıyı sonlandırdığımızda sert durmamız gereken yerde.. Eğer antrenörünüz bu noktada daha ofansif bir oyuncu oyuna sokmak isterse..

Van Gaal'den şu durumda dahi çok bir ses çıkmıyor?

30 haziran 2012'ye kadar bizimle geçerli olan bir sözleşmesi mevcut ve bunun içerisinde kulubün çalışanının kulup hakkında olumsuz şeyler söylemesinin yasak olduğu maddesi de var. Bu konuda akıllı hareket ediyor.

Özellikle satmak istediği oyuncu olan Mario Gomez'in gol kralı olması ?

Van Gaal sürekli olarak Gomez ile başlayamayacağını söylüyordu ve diğerleriyle de aynı şekilde. Gomez en başından beri ısınamamıştı. Ribery de aynı şekilde gitmek istiyordu. Bunlar bir gün sorun olarak karşımıza öyle veya böyle çıkacaktı.




Peki onun varoluşu Bayern'in sürekli yıldız alma felsefesine engel mi teşkil ediyordu?

Rafinha mesela. İki yıl önce ona gümüş tepside bu oyuncuyu sunduk ve aldığımız cevap? Cesedimi çignemeniz gerekir.. neyse ki benim için Van Gaal konusu kapanmıştır ve ben yeni sezonun başlamasından dolayı mutluyum. Heynckes ile başarılı olacağımıza inanıyorum.

Bir başka uzman yorumu da Kahn'dan geldi. 66 yaşındaki Heynckes ile kalıcı bir başarının/ilişkinin olamayacağını ve burada hata yapıldığından bahsetti.

Burada Kahn'ın kalıcı(nachhaltig) olarak neyi kast ettiğini bilmemiz gerekir. Misal Jose Mourinho doğru bir adım mı olurdu?

Neden olmasın ?

Jose Mourinho çok çok iyi bir antrenör ama aynı zamanda egoist zira onun için kulubün geleceğinin çok bir önemi yok. Antrenör pozisyonunda da aslında bir takım oyuncusuna ihtiyacınız var. Kulubü birbirine katıp benden sonrası tufan diye düşünecek birisine değil.. Porto, Chelsea ve İnter'de arkasında bıraktığı verimsiz toprak (verbrannte Erde)

..ama bu iki kulup ile Şampiyonlar Ligini kazandı

ama ne karşılığında? Mourinho kulupleri limon gibi sıkıyor ve sıkılamayacak noktaya geldiğinde de bir başkasına doğru yol alıyor. Kim Şampiyonlar ligini kazandığı gece takımla beraber Milan'a gidip sevinmek var iken Madrid'e gidip pazarlığa oturur? Ben böyle bir şeyi asla kabul edemezdim..



Mourinho Van Gaal öğrencisi. Benzerlikleri var mı sizce ?

Van Gaal'dan öğrendiğim şudur ki bir insan mesleğinde uzman dahi olsa onunla çalışmak keyifli değilse ben onu istemiyorum. Ben futboldan ve getirisi olan günlük hayat içerisindeki işimden de keyif almak istiyorum. Bundan dolayı acı çekmemeliyim. Eğer keyif alamazsak başarılı da olamayız.

Jürgen Klopp ileride Heynckes'in devamı olabilir mi ya da alınsaydı neler olurdu sorularına istinaden şöyle devam ediyor.

Jürgen Klopp bize gelseydi ne olurdu bilemeyiz zira ilk senesinde bizde altıncı olursa kariyeri çok farklı şekilde olurdu ya da şampiyon olur uzun süreli bir sözleşme de yapılabilirdi gibi..
İki yıl sonra ise bugünden neler olacağını kestirmek güç ve fakat böyle bir şey gerçekleşirse ben değil yönetim bunu yapacaktır.

Bu sene ilk hedefi ligde şampiyonluk. Şampiyonlar Ligi sonra gelir diyor.

Elemeyi geçersek yine de Münih'deki final için 12 maçımız var ve hepsi bu..

Barça'nın ise bugün normal koşullarda durdurulamaz olduğunu söylüyor ama belli mi olur? Hocası gider en önemli oyuncuları sakat olur filan.. tam o noktada biz doğru bir şekilde karşısında olmalıyız derken önemli konu Financial Fairplay'e geliyor..

Artık takımlar futboldan kazandıkları kadar harcama yapabilecekler ?

Elbette bu söz konusu olduğunda Bayern en iyi durumda olan kulup.Yine de ben UEFA'nın bunu tam anlamıyla gerçekleştirebileceğinden kuşkuluyum. Şu anki konumuyla katılımcıların yüzde altmışı bu kritere uygun konumdan yoksunlar. Bunların arasına Barça'yı da sayabiliriz zira geçen sene 70 milyon zararla kapattılar. Asıl soru UEFA başkanı Platini bu konuda yeterince ciddi mi ?



Konu FİFA 'ya geldiğinde de Blatter'e geçirmeye devam ediyor. Blatter'in Hoeness'in söylemlerinden dolayı duyduğu üzüntüyü de sorduğunda pek sallamıyor. Sistem şu an için fazlasıyla sorunlu diyor. FİFA'da her şey yeni baştan düzenlenmeli ve yeni bir yapılandırmaya gidilmeli diyor. Bu olmazsa eğer futbolda tamir edilmez yaraların açılacağını belirtiyor. Biraz daha açar mısınız sorusuna istinaden devam ediyor.. Bugünkü sorular buzdağının görünen kısmıdır diyor. FİFA yetkilileri Jack Werner,Chuck Blazer,Bin Hammam v.s. gibi isimler de dahil olduğunda yapacağı açıklamaların içeriğini bugün tahmin bile edemezsiniz.

Blatter konusunda ise çok iddialı konuşuyor. Böyle olduğunda ona kesinlikle kulak verilmelidir.

Ben onun dört yılı asla ve asla bitiremeyeceğini çok iyi biliyorum. Benim için onun gidişi değil ne zaman gideceği ancak belirsizdir. Çanlar onun ve ekibi için çalmaya başladı bile..

Yerine aday olarak da Platini'yi görüyor ve burada seçime girmediyse bu daha çok şu konumda kazanamayacağı için.. Yakında koşullar değişir ve o da koltuğa oturur diye bitiriyor.

(Sportbild dergisinden alıntıdır. İnternet sitesinde bunun çok azı bulunmaktadır)