9 Kasım 2013

Eğer..


" Eğer Tanrı varsa, onu affetmem için ayaklarıma kapanmalıdır! "

Nazi Toplama Kampı Duvar'ından..

8 Kasım 2013

En Efektif Hangisi?


Şampiyonlar Ligi'nde  özellikle Dortmund-Arsenal maçı sonrası "önemli olan kaleyi ne kadar yokladığın değil filelerle kaç kere topu buluşturduğun" mottosu yeniden gündeme geldi.  Bundesligada Bayern Münih muhtemelen efektif olma konusunda sonlarda yer alır. Keza burada da aynı şekilde. Açık ara Bayern Devler Ligi'nde kaleye en fazla şut çeken takım(77)Şöyle bir bakalım..

Juventus-Real Madrid (Tsubasa Versiyonu)

Ben Böyleyim..



İlkokul ikinci sınıfın sonunda yaz tatiline gittiğim Almanya’da aylar sonra gördüğüm ablamın çıkan ufak bir münakaşada “neden geldin ki sen? Git geri geldiğin yere” demesi ağrıma gitmişti yine aynı dönemde babamın

7 Kasım 2013

Uzak Direk Gerçeği


Son günlerde içerisine dalıp dalıp durduğum muhteşem bir site var. http://www.statsbomb.com Orada yapılmış bir analizin çevirisi.  5 büyük ligin 2012/13 sezonununa oynanan maçlarında çekilen yaklaşık 50 000 şutu analiz ediyor.

Çekilen şutların başarı oranı. Öncelikle genel bir analiz.  Ceza sahasından kaleyi bulan şut ve kafa toplarının başarı oranı:


Colin Trainor ceza sahasını kabaca üç bölgeye ayırmış ve buradan çekilen şutları daha da ayrıntılı olarak işlemiş.


Kaleye merkezden çekilen şutlar.. Sağ ve sol kenardan..


En dikkat çekici ayrıntı merkezden kalei ile karşı karşıya kaldığınızda sol üste vurduğunuz zaman başarı şansınız çok fazla. Keza sol alt ile sağ alt arasındaki başarı farkı da bir hayli fazla. Kalecinin sağı daha iyi algısını da bu analiz çökertiyor. Başka açıdan topun biraz dibine inip yerin bir kaç santim yukarısına çıktığında ise bu sefer kalenin sağına vurmanız başarı şansını daha fazla arttırıyor.  Benim buradan anladığım sola vurdun mu ya tam yeren ya da doksana çakacak kadar inceci olacaksın. Değilsen sağa vurmalısın.. 



Sağdan çekilen şutlar:

Sağdan çektiğinizde beklendiği gibi uzak köşeye şutu çekmeniz başarı şansını arttırıyor. Kalecinin üzeri ve solu sıklıkla kontrol altında oluyor. Yine de kalecinin sol üstünde yüzde 48'lik bir başarı yüzdesi var. Kalecinin sağında bu oran yüzde 44

Yüzde 0'lık bir alan dahi var ki orada kaleci duruyor muhtemelen.. Ceza sahasının sağından sol çatala doğru gönderdin mi zaten mesele kaleci kurtarır mı değil daha çok çerçeveyi bulur musun?


Soldan çekilen şutlar:

Ceza sahasının solundan şut çekerseniz bir önceki oranların hemen hemen tersini görüyoruz ama ufak bir farkla. Az önceki tabelada uzak direğe çekilen şutların gol oranı bir hayli yüksekti. Soldan girip kalecinin soluna uzak direğe şutu çektiğiniz vakit gol olma oranı sağa göre daha düşük. Bu da muhtemelen dünya üzerinden sağ ayaklı futbolcunun sol ayaklıya göre daha fazla olmasıyla açıklanır. Ceza sahasına sağdan girip sağ ayağıyla uzak direği görmek mümkün ama tersi zor..

Arka direk gerçeği:

Sağdan veya soldan ceza sahasına girdiğinizde arka direği hedef almak buradan çıkarılacak sonuç. Lakin birinin diğerine göre daha zor olduğunu düşündüm. Colin Trainor'un araştırmasına göre ceza sahasının her bölgesinden arka direği hedef alınan şutların yüzde 68'i kaleyi tutturamamış. Ama ynı şekilde ön direğe çekilen şutların da yüzde 64'ü hedefi bulmamış. Fark benim beklediğimden çok  düşük..


6 Kasım 2013

60 Saniyede 113 yıllık transfer geçmişi


Football Player Transfers in 60 seconds from mac bryla on Vimeo.

Ateş Arsenal'i Çağırıyor


Hemen herkes yine Arsenal kazanır v.s. 

Maç öncesi yazıyorum bak bunu: Handikaplı alır Dortmund.. 

(Rezil de vezir de olsak maç sonrası yine burada buluşalım..  )

P.S: Bir kaç on yıllığına Burkina Faso'ya gittim geleceğim..


Deniz Tarafındaki Kale!




Önce hikayesini anlatayım.

Erdem Aksakal'ı ben çok beğenirim. Sözlükten tanışırız. "rrr" nickini bilmeyen yoktur. Hadi o nicki bilmiyorsanız şu yazısına mutlaka bir yerde denk gelmişsinizdir.  Sadece futbol değil hayata dair muazzam yazılar yazmış adam. Keza terelli temcik.. Karı-Koca bu kadar iyi nasıl yazar yahu diye baya bi sendelemiştim ben. İkizleri bugün ilkokul 2'ye gidiyor oysa ben onların doğumunu ekşi sözlük olay penceresinden öğrendiğimi dün gibi hatırlıyorum.. O dönem sürekli iletişim halindeyik, muazzam keyifli ve daha da önemlisi duyarlı bir insan. Evrensel gazetesinde yazıyor, Hayat TV'de de farklı bir program yapmak için kolları sıvamış iki güzel çocuğu ve çok farklı bir işi olmasına rağmen maddi karşılığı olmayan işler.. Bir dönemin blog yazarlığı gibi aslında..

FutbolBurada projesi önüme geldiğinde ya da mevzu bahis konu yazı olduğunda ilk gittiğim insanlardan birisi o'dur ikincisi İtaatsiz mesela..  Değerli insanlardır. Her zaman yanımda olmuş ve ben de her zaman yanında olurum..

Lakin program saatini maç günü öğrendim. Yarım saati maç ile çakışıyordu.. Belki de ilk defa hayatımda Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi maçının yarım saatini izleyemedim. Neyse ki tekrarları oluyor artık maçların ve çok büyük sorun değil ve fakat yine de..

Oturup konuştuk. Şimdi izledim. iyi mi.. Eh..

Arkadaş önüme mikrofon koyma, dağıldıkça dağılıyorum anasını satayım.. Bazen burada kendimi dinlerken "Ne alaka amk bi sus yaa" diyorum.

St.Pauli'yi öyle anlatmak istemezdim. Efendim taraftarların susarak değil konuşarak, kendisini ortaya koyarak kimliğin oluşmasında çok daha aktif rol alması gerektiğini, her itirazın bir kimlik inşası olduğunu çok daha iyi anlatmak isterdim. Alman futbolunun bugünkü konumu çok net bir sorunlara bulduğu çözümü uygulamaya geçirmesiyle oluştuğunu daha iyi anlatmak isterdim bizim Federasyona örnek olması açısından.. Ama işte elden gelen bu oldu. Yine de çok kötü değil.

12 Eylül 2011 günü geldim Amanya'dan Türkiye'ye. İki gün sonra beni beklenmedik bir şekile TRT Spor "Almanya'dan Futbol" programına yorumcu olarak çıkardı. 3-4 program yorumculuk yaptım. Sonrasında NTV Spor keza aynı şekilde ve sonunda anladım ki; Yorumculuk bana göre değil. Mümkün mertebe kaçmayı düşünüyorum;)

Riera ne yapsın?


Galatasaray dün gruptan çıkmak için oynayacağı final maçında "beraberliği" de almak için sahaya çıktı ve fakat bunu başaramadı. Eğer dün kazansaydı Juventus ile Arena'da oynayacağı maçta beraberlik de sarı kırmızılılara yetecekti. Bunun dışında Kopenhag'ın Juve ve Madrid maçlarından puan alacağını düşünmediğim için üçüncülük şansı açısından tehlike arz eden bir durum olduğunu düşünmüyorum. Lakin İstanbul'daki maça beraberlik avantajıyla çıkmak oldukça da önemliydi, olmadı.

Neden?

Otomatizasyon burada devreye girmeliydi. Gözükapalı paslar, çizgiye inen bekler, açık oyuncuları ve bunlar zorlu savunmayı aşacak pozisyonlar üretmenize yardımcı olurdu. Baskı vardı. Topu sürekli yeniden kazanıp pozisyon üretme şansı vardı. Merkezden her türlü varyasyon sonuna kadar zorlandı. Kenar ortaları keza aynı şekilde.. Lakin kiliti içeriye vereceğiniz adam eksilten tek pas çözebilirdi. O yoktu işte.. Daha çok sorun takımın hücum esnasında birbirleri ile olan uyumu  eksikti. O uyum öyle bir şey ki golü yedirmez, 4 yerine 27 hücum etmenize de olanak verir.

Ezbere, gözü kapalı pasları ya da kısaca otomatizasyonu  sıkıntılıydı. Kadro istikrarının doğurduğu en büyük güç.

Bu konuda Mancini'yi suçlamak yersiz, nasıl olabilirdi ki?

Bruma bir var iki yok. Riera lig maçlarında kesinlikle yok, Şampiyonlar Ligi maçlarında oynayabiliyor. Sakatlıklar devreye girdi. Muslera, Sneijder.. Cezalılar oldu. Selçuk, Melo.. As 11'e baktığınızda Mancini'nin bu kısa süreli GS kariyerinin her maçında oynattığı oyuncuyu bulmak çok zor.

Bu sezon Türkiye'den takımlar Avrupa'da rakiplerine karşı çok daha az oyuncuyla rekabet içerisinde giriyor. 10 oyuncusunun en az 4'ü lig maçlarında yeter seviyede pratik geliştirme şansına sahip değil.  Federasyonun aldığı kararı artık tartışmak yersiz ve fakat bu geçiş süresi içerisinde bir bedel ödettiği kesin. Bugün Bruma lig maçlarında oynayıp tecrübe kazanmış olsaydı bu maçı aldıracak performansı sergileyemez miydi? Riera keza daha iyi oynamaz mıydı? Eboue'de istikrarın getirdiği artılar olmaz mıydı?

Net bir şekilde yabancı kuralının "geçiş aşaması" içerisinde ödenen bedellerden birisidir. GS-FB-BJK gibi kulüplerin 10 yabancısı içerisinde işe yaramaz olup da kenarda süs diye bekleteceğiniz en fazla bir oyuncusu olur. O oyuncular dahi "yer" kaplıyor 24 kişilik kadro içerisinde yüzde 16'lık kesimden yüzde yüz performans almanız mümkün değil. Engellenmiş durumda.  Aslında zorunlu yedek kaleciden oynatmasanız da almak zorunda kaldığınız genç oyuncuları da çıkardığınıza lig maçlarında oynamayacak olan 4 oyuncunun oranı çok daha fazla yer tutar.

Misal lig maçlarında oyanatamadığınız oyuncular Şampiyonlar Ligi maçlarının banko oyuncularıysa eğer siz aslında rakibin 11 oyuncusuna göre neredeyse takımınızın yarısına yakın bir kısmını maç pratiğinden yoksun bırakıyorsunuz. (11'in 4'ü yeter seviyede performans vermesi imkansız)  Çünkü bu kural yerlilere kıyak geçiyor, zorla kendisinden daha iyi olan yabancının elinden oynama şansını alıyor.

Geçtiğimiz sezon Şampiyonlar Ligi'nde son 8 takımı yakından inceleyip ortak paydalarını araştırdığıma ortaya çıkan sonuç şuydu: Kadro istikrarı..  Ne Bayern ne Dortmund ne Real ne de Malaga yaz transfer döneminde kadrosuna devasa değişimler yapacak transferler yapmamıştı.  Katıldığım programlarda önüne ne zaman mikrofon konulsa Avrupa başarısı için "kadro istikrarının" en önemli koşul olduğunu dile getirdim. Galatasaray'ın bu sezon böyle bir lüksü yok. Rotasyon zorunlu bir tercih olmuş durumda. Bir de buna Mancini'nin takımı tanıma aşamasında sürekli fikir değiştirmek zorunda kaldığını eklerseniz bu sonuç kaçıınılmaz.

İlk devrenin sonuna yaklaşıyoruz. Rakibin her oyuncusu en az 10 lig maçı oynamış ve Şampiyonlar Ligi maçlarında da forma giymiş.  Peki ilk devrenın yarısının geçildiği şu noktada sadece 3 Şampiyonlar Ligi maçı oynamış Riera ne yapabilir? Son 3 lig maçında da forma giyememiş yeni transfer Bruma nasıl otomatizasyonu sağlayabilir? Bruma-Riera-Eboue gibi lig maçlarında oynatamadığınız oyuncularla Şampiyonlar Ligi'nde destan nasıl yazılır.. 1 değil 2 değil 3 değil.. 24 değil bunlar 11 kişilik as kadronun 4 önemli oyuncusu.  Takımın yaklaşık yüzde 40'ı!

Tüm suçu federasyona atmak yersiz. Onlar hata yapmış olsalar dahi bir hedef uğruna "tutarlı" bir tutum takındılar. 1 yıl önce kararı açıklayıp devamında bunu uygulamaya koyuldular. Bu kararın geçiş aşamasında dahi futbol kulüplerinin Avrupa Arenası'nda vereceği zararı düşünecebilecek incelikten yoksun insanlar olması başkadır, bu karara göre kadro planlaması konusunda sorunlu hamle yapılması çok başka bir tartışma konusu.

Riera satılamadı, zorunluluktan elde kaldı belki ama satılsaydı sanki 11'ini de lig maçlarında oynatma hakkı varmışçasına yeni yabancı arayışları da yoldaydı. TFF'nin GS'dan bağımsız ülkenin Avrupa'da temsili konusunda "geçiş aşamasında" dahi olsa vereceği zararları öngörmeden uzak tutumunu eleştirelim ama bu önündeki kurala göre hareket edemeyenleri de asıl hedef yapmalı ki sportif direktör gibi kavramların gerçekte ne kadar önem teşkil ettiğini kavrayalım zira Mancini ne yapsın şu durumda? Riera nasıl oynasın? Eboue nasıl form tutsun, Amrabat bir sonraki maçta olup olmayacağını neye bakarak hesap etsin..  Oynamayacaksa nasıl hazır olsun..

5 Kasım 2013

Kloppo du Pop Star!

Selçuk İnan


Şöyle bir soru sormak istiyorum:

Selçuk’u “büyük futbolcu” yapan en önemli meziyeti nedir?

Benim vereceğim cevap futbol zekâsı olurdu muhtemelen. Sahanın içerisinde olması gereken yerde oluyor, sıklıkla en doğru seçeneği işaretliyor.  Mücadele gücü ve sahada basmadık yer bırakmaması. Üstelik neyi nerede nasıl yaparsa yapsın her eylemin içerisinde ortalama üzeri aklı sokması,  çalım atmasından pas vermesine kadar hiçbir şeyi “kötü” yapmayacak derecede bir futbol yeteneğine sahip olmasıyla birleşince ortaya nefis bir “güven” duygusu doğuruyor.  Lakin hiçbir ayrıntıda üst düzey değil.  Schweinsteiger için de aynı şeyi söyleyebilirim.  Benzer iki oyuncu olduklarını da..

Neden Selçuk “bugünkü sistem” içerisinde ön oyuncusu olamaz..?

Tek bir cevabı var: Gol sayısı yetersiz.  Mesut Özil penceresinden bakalım: Asist sayısı da yetersiz.  Selçuk aslında forvetleri gole itebiliyor ve fakat bunu kısa mesafede derinlemesine ara pasıyla değil geriden uzun paslarla beceriyor.

Dolayısıyla onun gerçek mevkisinin tanımı merkez orta saha.  8 numaradır. 6’yı da layığıyla becerebilir ve fakat 10 için yeterli değil. Olması da gerekmiyor çünkü modern futbolda takımın en kilit mevkisi zaten onun bölgesidir.

10 numara oynayan her iki maçtan birisine asist ya da skorerliğiyle katkıda bulunması gerekir koşu mesafesi, ikili mücadele kazanma oranıyla değil.  Juventus’ta  Arturo Vidal’in çift haneli sayılara ulaşacak gol ya da asist becerisi dahi onu ofansif on numara yapmaya yetmez.  Oscar bir maçta atmıyorsa ikinci maçta atar. Schürrle üst üste iki maçta gole etki etmezse yerini Hazard’a bırakır. Draxler’in, Di Maria’nın kriteri asist ya da goldür..Thomas Müller’in ismi sıklıkla tabelada gözükür. Hangi takıma giderseniz gidin ön üçlüye geçildiği andan itibaren takımlar gol ya da asist bekler.. Oysa Selçuk bir pasör,dağıtıcıdır, takımın aklıdır, diğerlerinin kusurlarını sessizce kapatan Galatasaray’ın gerçek saha içi lideridir.
Sneijder’in gelişi onu bozdu da şuydu da buydu da.. Saçmalamayalım. Goller de atar asistler de verir ve fakat on numara oyuncusu olacak istikrara ve sayılara sahip olacak şekilde değil.  Aynı zamanda mevkisinin bu memlekette en iyisi olması neden size yetmiyor? O’nun önünde her zaman bir Sneijdervari  oyuncu olacak ama mesele şu ki bugün Sneijer olmadığı  vakit hüzünlenirken Selçuk olmadığında “korkuyorsunuz”.


Galatasaray’ın kaptanı ve sahanın içerisinde varlığı Muslera’dan bile daha önemli olan tek oyuncu. Melo ile ikisi u takımın kalbidir. 

Eray İşcan


Galatasaray'da kaleci ben kendimi bildim bileli hep yabancı oldu. Yerli olduğu vakit daimi olarak sorunluydu. Hayrettin'den Volkan'lara kadar.. Simovic'le başlayan gelenek Taffarel, Mondragon diye devam etti. Muslera bayrağı devraldı. Tüm bu süreçlerde hiçbir zaman bu büyük kalecilerin arkasında bekleyen yedek kaleci formayı alamadı. Ne zaman ki as kaleci gitti yeni bir kaleci transferine kadar hep sorun yaşadı. Bugün Muslera var..  Eray'ın Uruguaylı kaleciyi kesmesi çok zor.

Öncelikle bugüne kadar olan kısımda Eray'ın dikkat çekici bir performansını ben görmedim. Yani şunu diyemiyorum: Galatasaray'ın alttan gelen çok büyük bir kalecisi var! Öyle bir şey şimdilik yok ve fakat yanılabiliriz. Çünkü sadece kalecilik değil savunmada oynayan futbolcularda yetenekten ziyade mental yeterlilik çok daha önemli. Bu yüzden Beşiktaş kalesinde Cenk değil Tolga Zengin var. Muslera'yı muhteşem kurtarışlar yapsa dahi bir süre daha geçmesi yine bu yüzden çok mümkün değil. İşte yine bu yüzden "üst düzey yeteneğe sahip değil" dediğim Eray beni  hem bugün hem de ilerleyen zamanda yanıltabilir..

Bugün onu milyonlarca Galatasaraylı izleyecek. Burada ışık vermesi geleceği adına çok çok önemli. Eğer biraz olsun güven verirse Muslera'nın satılması durumunda yabancı kuralını da düşünerek Eray'ı as kaleci olarak düşünmeye hazır bekleyen bir yönetim aklı olacaktır. Muslera'nın belki burada yapacağı kurtarışlarla ilerleyen zamanda satışına onay verdirecek..

Şansa da ihtiyacı olacak ve şans yanında olsun..

Dortmund Analizi

Sonunda..


Adam bu yılın en çok gol atan oyuncusu ve geçtiğimiz yılın da gol kralı. Üstelik sadece gol atmıyor, pres, baskı v.s. Leverkusen'in başarısında onun payı yadsınamaz ama bir türlü Federasyondan milli takım için davet alamıyor. Yıllardır bekliyor ve fakat Alman federasyonundan beklediği o çağrı bir türlü ona ulaşmıyor. Löw'ün geliştirmek istediği oyun felsefesinde neden olmadığı konusunu bir başka zaman geniş bir şekilde ele alırız.

Sürekli o federasyondan gelecek olan daveti bekledi durdu... Üstelik en son yerine oynayan iki merkez forvet birden sakatlanmasına rağmen Federasyon yine onu çağırmadı.

En son attığı "phantom" gol ile yeniden gündeme geldi. Acaba yaptığı fair play ruhuna aykırı mıydı? 

Efendim Federasyon toplandı ve onu dinlemek için mahkemeye davet etti.

Mahkemenin hakimi Hans E. Lorenz onu şu şekilde selamladı:

"Eh sonunda.. Federasyondan davet aldınız.."

Ne denir ki?

4 Kasım 2013

Fesih Bedelleri


100 milyon Gareth Bale'e verilir mi arkadaş.. Öküzler alırdık biz o paraya.. O açıdan bakınca mesela..

Marco Reus.. 2015 sonrası geçerli olmak üzere sözleşmesinde var olan fesih bedeli: 35 milyon euro! Ocak ayında fırtınalar kopabilir. Arsene Wenger harcayacaksan parayı buraya. En ufak bir pişmanlık olursa gel bana.. 

Reus eğer bu maddeden kendi isteğiyle vazgeçerse yıllık kazancı 4.5 milyon euro'dan 6'ya çıkacak. Elinizi çabuk tutun desem de Reus Dortmund'a çok yakışıyor..

Julian Draxler 2018'e kadar uzattı. Yine de sözleşmesindeki madde gereği 45.5 milyon euro ödeyen Draxler'i alıp götürebilir.  Manchester City vermişti ama Draxler ikna edilememişti. Bakalım gelecek günlerde başka teklifler olacak mı?

En iyisine geliyoruz. Bayer Leverkusen'in bu sene en formda oyuncusu olan Sidney Sam 2.6 milyon euro bonservis bedeli karşılığı bu yaz serbest kalabilirdi. 2015'te bitecek olan kontratı uzatılmazsa Ocak ayınıda bu oyuncuyla sözleşme dahi imzalanabilir. Vereceksen 3-4-5 milyonu böyle oyuncuya vereceksin zira sözleşmesi uzatılırsa 20'nin aşağısında bu oyuncuyu alamazsın. En az 25 milyon euro eder ki ben ikinci ligde Kaiserslautern'de oynadığı vakit altını kalın kalın çizmiştim. Schalke ve Wolfsburg yine bu oyuncuyla ilgilenmişti ama olmamıştı. Hala vakit var..

Alvaro Dominguez 2012 yılında Gladbach'a Atletico'dan 7 milyon euro bonservis bedeli karşılığı transfer edildi Dante'nin yerine. Bugün onu almak isteyen 15 milyon euro bonservis bedelini Gladbach'a ödemek durumunda.

Kaleci mi arıyorsunuz? Hannover'in başarılı eldiveni Ron-Robert Zieler'i sözleşmesindeki fesih bedeli olan 8 milyonu ödeyen alabilir. Yetenekli bir kaleci, bu meblağ da çok değil.

Misal Eskişehir olsam Bursa olsam bu oyuncuya çökerdim. Pirmin Schwegler.. Orta sahada ritmi belirler, yönetmendir, pasördür. Frankfurt'un kalbi.  1987 doğumlu oyuncuyu 2.5 milyon euro veren alır. Schalke ve Wolfsburg yazın bu opsiyonu kullanarak transfer etmek istedi oyuncuyu ama kaptan kulubüne sadık kaldı. Özellikle Schalke'de banko oynardı.. Çok çok iyi bir oyuncu, kalite..

Son olarak yine bir kaleci. Geçtiğimiz hafta sonu Hamburg'dan 3'ü de hatalı olan 3 golü yiyen Freiburg kalecisi Oliver Baumann.. Çok çok iyi bir kalecidir, bakmayın siz o istisnaya. Bu hafta Nürnberg karşısında yine harikalar yarattı. Baumann'ın şu an piyasa değeri 7 milyon euro ve fakat sözleşmesindeki fesih bedeli ise sadece 5.5 milyon euro!

O Zamanlar.. O Arabalar..


Toni Schumacher.. Opel Kadett ile beraber..

Araba çok iyi..


O dönemin en "spor" arabası.. Bugün dahi bu modeli ilgi çekiyor diyebilirim..


Alamancı Hansi..

Arjantinli Mesut



Ronaldo'nun Adanalısı olur da Mesut'un Arjantinlisi olur mu?

Çok çok benzetemedim ben bunu.

Daha çok Enzo Ferrari geyiği güzeldi..


"Empati"



Çok başka bir yazı gereği Seri Katil psikolojileri üzerine çeşitli okumalar yapıyorum. Seri katillerin en önemli özellikleri empati yetisini kaybetmiş olmaları. İşte asla bir seri katil olamayacak insan: Stoke City kalecisi Asmir Begovic.. (Aynı anda iki farklı konu üzerinde çalışınca böyle saçmalıyor insan işte..)

Kaleden kaleye gol atıp tarihe geçiyor. Sadece 5 kalecinin yapabildiğini yapıyor, en hızlı atılmış dördüncü golü başarıyor ama sevinmiyor çünkü tam o anda rakip kalecinin durumunu düşünüyor. "Bu gibi toplarda kaleciler çok kötü gözükür, Boruc için üzüldüm çok.." diyor maç sonrası neden sevinmediğini anlatırken..

Mesela ben final maçlarında penaltı atışları izlemeyi sevmem zira bir kurban alacaktır kendisine. Kim olsa üzülürüm.. Tam o noktada kupayı kaldıranın sevincinden ziyade penaltı kaçıran oyuncunun üzüntüsüne odaklanır, bari yıldız-skorer oyuncu olsun derim..  Performansı ve attığı gollerle çabuk unutturur gibi ilerisini dahi düşünürüm. Sevmem penaltı atışlarını..

Oliver Giroud


Bazen en yakın arkadaşımla dahi maç izlemek istemem, tercih etmiyorum zira klişelerden kurtaramıyor kendisini. Maç içerisindeki oyuncuya dair yorumu sıklıkla maç öncesi hazır oluyor. En son bir ufak münakaşa da Giroud hakkında oldu. Yahu bu adam son dönem Arsenal'in sürekli konuşulan yıldızları olan Mesut ve Ramsey'den daha etkili bir performans çizmiş ve formunun zirvesinde ama bakış açısı fiyasko transfer modunda..

Dedim aga az biraz güncelle klişelerini..

Diyorum ki: Mandzukic ve Giroud çok önemli iki futbolcudur.  Bırak attığı-kaçırdığı golleri, oynadıkları takımı farklı sisteme götürüp alternatifi olmayan futbolculardır.

Arkadaş: Ya bak nasıl kaçırdı.. nasıl..

Siktir git.. Mnkmn gerzeği. 

Maç izlemeye değil dedikoduya gelmiş sanki..

Bizzat mesleği futbol olup da futbolu takip etmeyen ve hatta abartıyorum "sevmeyen" insanlar var. Haber takip ediyor, sürekli futbola dair konuşuyor ama bir futbol maçı izlemiyor adam. izlese de bakarkör, öncesindeki haberleri okuyor sahada ne olursa olsun..

Çok zorda kalmıyorsam hafta sonu evime misafir dahi almam.. 

Sonuç: Oliver Giroud bu sezon harika oynuyor ve Arsenal'in çıkışındaki en önemli figür. Üstelik o takımda Mesut dahil herkesin bir yedeği var, Giroud'nun yok.. O derece önemli.

Pavese


"Başkalarıyla, -hatta karşına çıkan tek insanla- sanki her şey 
o an başlayacak ve biraz sonra bitecekmiş gibi yaşamalısın."

-Cesare PAVESE / Yaşama Uğraşı-

"Çok Aşık "



"Evvel zaman icinde kalbur saman icinde kahramanımız bir gün çok sevdiği, uğruna öldüğü sevdiği kıza evlenme teklifi etmiş.

Kız "hayır" demiş.

Ve adam ömrünün sonuna kadar mutlu mesut yaşamış.."

Klopp: Ben Heavy Metal'i Tercih Ediyorum


J.Klopp: 

"Arsene Wenger'i seviyorum.  O benim için bir Sir.  O futbol oynamak için topa sahip olmayı seviyor. Pas pas pas.. Tam bir orkestra gibi.  Ama bu biraz sessiz bir şarkı. Ben daha çok Heavy Metal'i tercih ediyorum! "

Oyun stili hakkında:

"Ben savaş futbolunu seviyorum. Biz buna Almanya'da "İngiliz futbolu" diyoruz. Yağmur, çamur, her topa müdahale ve önümüzdeki dört hafta futbol oynamayacak şekilde oynayıp eve gitmek..."

İbrahimovic hakkında:

"Bugünkü yaptıklarıyla Dünyanın En İyi Futbolcusu olabilir. Şu an yaptıkları bana göre inanılmaz.    Onunla ben sorunsuz çalışırdım. İsterse benim antrenman sahasındaki park yerimi alabilir, hiç sorun değil benim için"

Son cümle İbra'nın PSG'li meslektaşına söylediği şu sözlere göndermedir

 "Eğer ben soyunma odasına park etmek istersem oraya gider park ederim!"

İbra ile sorun yaşamaz mısınız sorusuna istinaden..

"Yaşamayız. Neden bilmiyorum ama çılgın futbolcular beni seviyor çok..

Guardian'daki röportajı içerisinde Manchester City ve Chelsea'nin sezon başı önce ona gittiklerini söylüyor ama Klopp sadece bu sezon antrenör değiştirmiş bir kaç Premier Lig takımının kendisine geldiğini söylüyor. 2018'e kadar sözleşmesini uzatan Klopp artık 4-5 sene kendisine bir teklif gelmeyeceğini dile getirdi.

Daha fazla kazanabilirdi yaklaşımına istinaden...

"Önemli olan yeni fikirler, daha fazla para değil".  "Önemli olan bir sonraki aşamaya geçebilmek. Ve insan her zaman maddi imkanı daha güçlü takımı yenebilecek bir takımda olmak ister"

3 Kasım 2013

Sıla Şahin


Sıla Şahin.. İlkay'ın yavuklusu. 

İbra & Djokovic




ayağıyla tenis oynar, sıralamada ilk 100'e girer.. İbra bu, yapamayacağı bir şey yok. Burada Djokovic ile ufak bir gösteri maçı yapmış.


David Ferrer'i Paris'te finalde yendikten sonra raketini İbra'nın oğluna hediye etmiş.



bir Mesut Özil yazısı..


Son dönemde hayranlıkla izlediğim iki önemli yetenek: Marco Reus ve Mesut Özil. Bu ikisinden birisinin maçı varsa ben ekranın başına geçerim.. Farklı bir keyif alıyorum bu sıradışı iki yeteneğin saha içerisinde yaptıklarından.. Geçenlerde Mesut en iyi anlaştığı oyuncunun Alman milli takımında oynayan Marco Reus olduğunu dile getirdi. Zeka seviyesi üst düzey olan iki oyuncunun anlaşması sanırım çok kimseyi şaşırtmıyor.

 Reus "komple" bir futbolcu ve sanılanın aksine Zidane'a en çok benzeyen Mesut değil yine Reus'tur. Lakin Mesut da sadece çok iyi bir pasör de değil.Üstelik sürekli gelişen yapısını da düşündükçe Schaaf ve Mourinho sonrası Wenger ile nasıl bir yol alacağını da beklemeliyiz..Bugün Mesut'a merceği yakınlaştırıyoruz ve önümüzdeki günlere de Marco Reus'a..


Mesut Özil

Bu blogu şöyle biraz geriye doğru okumaya başlarsanız eğer Mesut’un Schalke günlerinden bu yana attığı her adımın burada yorumlandığını görürsünüz. En sevdiğim “gurbetçi” futbolcuydu. Ne'ydi onu bu kadar önemli kılan? Karakteri mi? Buradan başlamak gerekir..

(Hadi Mesut'u buldun, Neuer'i de bul!)

Bizler az da olsa entelektüel derinliği olan nevi şahsına münhasır olan futbolcuları severiz ama Mesut bunun yanından bile geçmiyordu. Tipik bir gurbetçi futbolcu tiplemesine neredeyse eksiksiz uyan bir karakter yapısı vardı. Nuri ya da diğerleri için aynı şeyi söyleyemem  ama Mesut tam da bu tanımın karikatüre edilmişine dahi bire bir uyuyordu. Yalnız öte yandan kibirden uzak, ötekinin ne yaptığıyla en ufak bir ilişkisi olmayan çok başka bir kimliği var sempati duymanızı sağlayıp onu özel kılan. Arda'lardan, İbra'lardan Hamit'lerden Ronaldo’lardan çok farklı bir tipoloji.



Klişe demeçleri olur zira içeride bir yerde hissediyorsunuz ki ilgilenmiyor diğerlerinin ne yaptığıyla. Aslında nefretin en kalın hali onda var. Gerçekte ötekiler konusu olmadığından dolayı basının tatmin olacağı ölçekte cümle kurup klişelerle buraları kotararak yaşamına bakıyor. Klişe demeçleri hep bu yüzden. Üstelik en çok baskıyı da bu anlarda yaşıyor ve bu yüzden "Aslında ben sahaya çıkınca özgür oluyorum ve asla baskıyı hissetmiyorum" diyor. Mesut’un kendisini en iyi ve tam anlamıyla özgür hissettiği yer sadece futbol sahası. Çünkü orada duraklamaz, şaşırmaz ve ne yapacağını sahanın dışına göre çok daha iyi biliyordur. Gerçekte bir Sergen Yalçın "ilgisizliğine" sahiptir. Sadece o'nun kadar dışa kendisini görünür kılmak istemiyor, olağan kabul edilecek söylemlerle geçiştiriyor her şeyi. Her türlü basın toplantısı, demeç vs zor geliyor bu yüzden, sıkıntı çekiyor, istemiyor.


Yaşamındaki ağır kararları de sıklıkla babası verdiği için görünürde tepkisel seçimleri olmuştur ama onu görünce anlıyorsunuz ki futbol oynamanın dışında başka bir şeyle ilgilenmiyor. Tepki verecek kadar yaşamında konu bile etmiyor çok şeyi. Eğer ona ben bir lakap takacak olsaydım kesinlikle bu "Aziz" olurdu, öyle ermiş bir insan aslında. Burada kıyasıya eleştirdiğimiz ve benim ailemin pek çok üyesinin de içerisinde olduğu tipik alamancı gurbetçi kimliğine sahip olmasına rağmen onu özel kılan işte bu detaylardır bana göre. Son dönemde yeşertilen garip rekabetlerin dışındadır, anti-kahraman’dır. Bu açıdan Sergen Yalçın’a sadece oyun zekâsının eriştiği noktayla değil karakter olarak da farklı açıdan bakarak benzetebiliriz.

Onu överken sıklıkla yine bu blogda "baskı karşısındaki dik duruşunu" konu ettim. Bakın Arda Turan'ın duygusallığı en azından bugüne kadar olan kısımda onu hemen hemen bütün kırılma ve duygusal yoğunluğu yüksek maçlarda etkilediği için performans göstermesinin önüne geçmiştir. Ne bir Fenerbahçe maçında oynayabilmiş ne de milli takımın kilit maçlarında öne çıkmıştır maçı çok fazla içeride yaşadığı için. Bu yüzden belki de Avrupa ona çok daha iyi geliyor. Mesut'un stadın yarısı tarafından hain olarak tezahüratlar eşliğinde damgalandığı maçı ben Berlin'de yerinde izledim, gram etkilenmeyip Türkiye'ye karşı gol dahi attı. O baskıyı soyunma odasına inen Merkel ya da bir diğerinin karşısında yaşıyor ama asla ve asla saha içerisinde değil. Lakin asıl etkileyici yönü karakteri değildi futbol oynama biçimi şüphesiz.

Sadeliğin Asaleti

Basit oynuyor. Oyun zekâsı inanılmaz. Sadeliği ve skorer oyun tarzı onu her zaman spotların altına itiyor. O'nu sahada topla çok az buluşuyor olarak görmeniz nihayetinde sizin takımınızın o olduğu için kazanıyor olduğunuz gerçeğini değiştirmiyor. Gole en yakın isimdir sahada. Pasları, ortaları, duran top organizasyonları ve daha da önemlisi saha içi dolaşımının epey bir miktar zeka barındırıp mükemmele yakın olması. Kafayla attığı golü hatırlarsanız eğer o koşusu muazzamdı ama burada bahsedilen daha çok doksan dakika içerisinde sahada nerede olması gerektiğinin farkında olarak gezinmesi.

Modern futbolda pozisyon bağımlılığı günden güne azalıp "oluşan koşula göre kendini konumlandırma" belki de en önemli mental özellik olarak gözüküyor. Artık bek çıktığında açık oyuncusunun bek pozisyonuna geçmesinden çok daha karışık ve komplike çözümler üretmesi gerekiyor oyuncuların. Mesut Özil doğası gereği sahanın içerisinde en iyi pozisyonu içgüdüsüyle alan, en az pasları kadar estetik bir dolaşım zihniyetine sahip.



Kafes Futbolu’nun Mesut’a Etkisi

Kendisinden bir iki değil dört beş yaş büyüklerle beraber maçlar yapardı çocukluğunda Mesut. Orada önemli olan maçı kazanmaktır zira kaybederse eğer ağır hesaplar gündeme geliyordu. Belki bir kasa içecek belki de akşam oturulacak yerde ödenecek hesap..  O kadar önemliydi ki bir golü yanlışlıkla çalım atarak heba etmeniz o akşama olmayan paranızla ödemek zorunda kalacağınız yemekleri ödetmek zorunda kalabiliyordu. Oynadığı abileri için basit bir meblağ olan o kaybedişler Mesut için hayat memat meselesiydi bir pazar ekine verdiği röportajın içerisinde belirttiği gibi. Geçmişten kalan oynadığı takımın kazanmasına etki etme gücü onu bugün bireysellikten uzak kollektif futbola doğru yetiştirdi. Kendisinden yaşça büyüklerle olan futbol geçmişi geçiş evrelerinde onun sarsılmamasını da sağladı.  Hasıl olan takımın kazanmasıydı zira hesap büyüktü 10 yaşını yeni yeni devirmiş Ergen Mesut için. Başta da söylediğimiz gibi başkasının ne yaptığıyla ilgilenmeyen, kibirden nasibini almamış karakter parçasını da düşündüğünüzde bugünkü Mesut’un saha içi karakterini görebilirsiniz.

Bir başka etkisi de saha içerisine oldu.

Maymun kafeslerinde taç atışı olmaz zira sahanın tamamı oyunun içerisinde dahildir. Topun sekmesini, kenarlara çarptıktan sonra şiddetinin ne ölçüde artacağını ve izleyeceği yolu da hesap etmek zorunda kalması oyun zekasını da geliştirdiğiniz söylemeliyiz. Aşağıdaki analizde Mesut ileriye doğru hamle yaparken topun Klose'den gelmesini bekliyor ama kafeste de sıklıkla kenarlardan çarpıp sekmesini hesap edip hamle yapardı gibi. Kahn çok daha iyi analiz etmişti.


Oyun Zekası

Almanya formasıyla oynadığı 3. Milli maç sonrası Almanların efsane kalecisi Mesut'u analiz etmişti. Oliver Kahn’ın maçın hemen sonrasında yaptığı bu muazzam analizi görünce “ha dedim, yorumcu budur yorum da budur”.

Oliver Kahn “ Futbol yeteneğinin ve tekniğinin dışında Mesut'un oyun zekası inanılmaz. 2-0 öncesi bu pozisyonda görebilirsiniz. Boş alana yaptığı koşu ve bu pozisyon. Schweinsteiger burada Klose’ye veriyor ama istese Mesut da bu pası alabilirdi ama o bilerek topu Klose’ye bırakıyor ve onun bir sonraki hamlesi için ileriye koşuyu gerçekleştiriyor. Top Klose’ye gelince o da Mesut’u görüyor. Buradaki Mesut’un oyun görüşü harika..

Burada olduğu gibi maç içerisinde pek çok kez onun saha içi muazzam dolaşımı ve içgüdüsel gezintileri en önemli meziyetleri arasında yer alır ve fakat asistleri kadar çok konuşulmaz. Doğru noktaya sadece topu değil kendisini de hareketlendiriyor. Muhtemelen bunu ona sorsanız çok içerikli cevaplar dahi alamazsınız zira içgüdüsel bir artısı. Ona serbestlik verdiğiniz ölçüde Mesut takımın eksik bölgesinin her daim tamamlayıcısı olur.


Kusurları..

Savunmasının yetersizliğini skorer olduğu ölçüde sorun olmasa dahi "kusur" olarak ilk sıraya yazılması gerekir. Benzerleri (Reus, Götze, Draxler) bu konuda çok fazla mesafe kat etti. Sağ ayağı çok zayıf. Bu onu öyle kötü etkiliyor ki alan ve zamanın oyununda çok önemli etkisi olduğunu düşünürseniz topu bazen soluyla almak zorunda kalması kaç tane asistini çöpe atıyor görebilirsiniz. Bazen önündeki oyuncuyu sağ kenarda olabildiğince güzel bir şekilde geçtiğinde sağ ayağıyla o final pasını atmak zorunda kalması sıklıkla yine daha başarılı olmasının önüne geçmiştir. Son dönemde gol sayısında bir artış olsa da gole olan tutkusunun azlığı -Misal bu Burak Yılmaz'da oyununa zarar verici düzeydedir- pek çok pozisyona hazırlıksız yakalanmasına neden oluyor ve haliyle basit bir vuruşla atacağı golleri de kaçırıyor. Nihayetinde "daha az skorer" olmasına sebebiyet veriyor. Savunması ile beraber golcülüğünün yeterli seviyede olmaması en önemli kusurları.

Terim'in Sneijder ve Kaka tercihinde de belirtmiştik. Sneijder'da da var olan-Misal Kaka'da olmayan- önündeki adamı geçme konusunda meziyet eksikliği "kusur" olarak da gözükebilir. Mesut ayağındaki topu koruma saklama konusunda son derece iyi olduğu için bu eksikliği oyun içerisinde ona daha fazla sorun yaşatmasının önüne geçiyor zira Mesut ve Sneijder topu kendilerinde tutup atağı öldürseler de rakibe topu vermedikleri için çok büyük sorun olmuyor. Misal Reus ve Götze için bu gibi ayrıntılar söz konusu olduğunda çok daha iyi olduklarının altını çizelim.