8 Eylül 2010

Tuhaf Maçlar.!



Metz ile FSV Frankfurt takımlarının bu sene oynadığı hazırlık karşılaşmasında kırmızı yiyen oyuncunun hakemin ısrarına rağmen bulunduğu yeri terk etmemesi üzerine maç 58.dakidaka sona ermişti. 11Freunde dergisi de acaba daha başka ne gibi hakem protestoları olmuştur diye üzerine eğilmiş ve bizim hiç bilmediğimiz liglerdeki garip hakem protestolarını ve bir şekilde 90 dakika olmayan maçları yazmışlar. Siz Bayern Dortmund maçlarını filan izler iken bakın diğer yerlerde neler olmuş.. Ben güldüm ve belki siz de keyif alırsınız..

AS Adema - Stade Olympique l'Emyrne (2002)

Hakemi protestoda çığır açılmış bu maçta. Olympique antrenörü ile hakem arasında atışma olur ve antrenörün çaresizliği farklı bir tepkiyi doğurur. Hakeme sinirlenen Olymique'li oyuncular o maçın içerisinde tam 149 gol atarlar lakin kendi kalelerine.. her 36 saniyede bir gol olur maçta.

Bu nasıl tepkidir böyle ?

Dostlukspor Bottrop - Blau-Weiß Wesel (2007)

Bir maç en fazla kaç dakika uzatılabilir ? Burada hakem stada gelen taraftarları düşünmüş ve her insanın bu parayı doksan dakika maçı izlemek için verdiğini belirterek her türlü kesintiyi sanırım uzatmanın içerisine koymuş ve dolayısla 1.devre 58 dakika (13 dk uzatma)ve 2. devre de 60 dakika(15 dakika) sürmüş. Hakem eleştirel yaklaşan teknik adama 'Maçın normal süreden daha fazla süreceğini hesap etmesi gerekirdi' demiş.. iyi demiş.!

Peterborough North End - Royal Mail AYL (2005)

Bu çok iyi. Bunu başka yerde de okumuştum.

İmdi North End kalecisi maçın 63.dakikasında 2-1 yenik duruma düşüren gol öncesi faul olduğu gerekçesiyle hakeme sinirleniyor, el-kol hareketleri filan ve oyuncular tarafından sakinleştirilmeye çalışılıyor. Maçın hakemi Andy Wain düdüğü ve kartları yere bırakıp kaleciye doğru koşturuyor.. (bunu hayal etmesi bile güzel) Tam bu sırada yolun yarısında birden duruveriyor.. Hemen herkes kalecinin bir sarı kart ile cezalandırılmasını bekler iken kırmızı çıkarıyor ama kaleciye değil; kendisine.. Hakem kendi kendini oyundan attığı için maç 63.dakikada sonlanmak durumunda kalıyor.. O koşu ve yaptığı hareketleri 'provakasyon' olarak etkiketliyor.. Eğer bunu oyuncu yapsaydı kırmızıyı verirdim ve ben yaptığıma göre benim kırmızı kart görmem gerekir diyor..

# 1975 yılında oynanılan Bremen-Hannover maçında hakemin oyuncuları 32.dakikada kabineye göndermesi var bir de.. Her iki tarafın da isyanı sonrası verdiği karar üzerine şüpheye düşen Wolf Dieter Ahlenfelder oyuncuları geri çağırır ama yine de maçı 90 saniye erken bitirir.. Artık nasıl sıkılmışsa.!

Schalke'nin Rijkaard Dönemi.!



Bu yazı BirGün gazetesi için yazılmıştır. Düzeltilmemiş hali ve üzerine bir kaç ekleme de olmuştur.

2006/07 sezonundan başlamak gerek hikayeyi anlatmaya. Schalke’nin dönem itibari ile en etkili oyuncusu olan Lincoln bitime haftalar kala gereksiz gördüğü kırmızı kart nedeniyle beş maçlık bir ceza almasaydı takımın elli yıllık hayali olan şampiyonluğa kavuşma ihtimali bir hayli fazlaydı.Bremen mi Schalke mi derken sürpriz bir şekilde Armin Veh’in başında olduğu ve Beşiktaş’ın transfer ettiği Hilbert’in müthiş bir performans gösterdiği Stuttgart takımı Schalke’nin iki puan önünde ipi gögüsledi.

2007 yılında Schalke takımının teknik direktörü Mirko Slomka idi. Gerek ligde gerekse de sonrasında katıldığı Şampiyonlar Liginde oldukça başarılı maçlar çıkartmasına rağmen daha çok göreve yardımcı antrenörlükten geçiş yapmasından dolayı yeterli karizması bulunmadığı için 2008 yılında Slomka’nın işine son verildi. Eğer sonrasında gelen Hollandalı hocanın o kısa dönemini Rijkaard ile özdeşleştireceksek Slomka’nın buradaki karşılığı da şüphesiz Michael Skibbe oluyor.



Mirko Slomka , Almanyanın en saygın hocalarından olup bugün Hoffenheim klubünün başında olan Ralf Rangnick’in Schalke klubünde yardımcısı olarak işe başladı. Rangnick ile yollar ayrıldığında yardımcı antrenörlükten teknik direktörlüğe geçiş yaptı ve başta da söylediğimiz gibi Şampiyonlar Liginde çeyrek final görüp Barcelona karşısında elenirken şampiyonluğu da son maçlarda daha çok beş maçlık ceza alan Lincoln nedeniyle Stuttgart’a kaptırdı. 2006 ile 2008 yılları arasında maç başına 1.8 puan ortalaması ile Ottmar Hitzfeld’den sonra Bundesliganın en başarılı hocası olmasına rağmen Andreas Müller’in futbol açısından bir gelişme olmadığı ve olamayacağı yönündeki düşüncesi nedeniyle görevine son verildi.

Bu başarılı hocanın gönderilmesi ve arkasından Twente ile çıkış yapmış Hiddink öğrencisi Fred Rutten’in göreve gelmesi sadece günü kurtarmak değil futbolda yeni açılımların da başlangıcı olarak lanse edildi. Özellikle üzerinde durulan 'güzel futbol' idi. Uzun süre PSV’de Hiddink’in yardımcısı olan ve 4-3-3 fanatiği olarak tanınan Fred Rutten 2008/09 sezonuna Schalke takımında teknik direktör olarak göreve başladı. 1.Bundesligadaki tüm takımlarının aksine bir süre sonra Schalke 4-3-3 ile tanıştı. Bakın Hollandalı hoca ve 4-3-3 sonrası o dönem burada nasıl tartışmalar oldu ve neler yaşandı ?

4-3-3 ve Hollanda ekolünün bu takıma ne kadar uygun olup olmadığı masaya yatırıldı. Orta sahanın üç has oyuncusunun yeteri kadar yaratıcı olamadığının üzerinde duruldu. O dönem takımda olan Fabian Ernst belki de ilk defa bu kadar sert bir şekilde “İki yönlü oyuncu” ya da modern orta saha olmadığı için eleştirildi. 2008 Hollanda Milli takımında 4-2-3-1 içerisinde gösterdiği performans sonrası yıldızlaşan Engelaar yılın en kötü transferleri listesinde bir numaraya yerleşti. Engelaar-Jones-Ernst üçlüsü hedef tahtasına oturtuldu. Yaratıcı oyuncu olarak Lincoln eksikliği ya da modern orta saha konusu bu orta üçlünün içerisinde olan Jermaine Jones tarafından Kicker dergsine verilen iki tam sayfa röportaj içerisinde ve pek çok yerde sıklıkla dile getirildi. Fred Rutten oyuncularının bu sisteme yabancılık çektiğini sık sık vurguladı. Forvet oyuncusu Halil Altıntop dahi o dönemde bu orta üçlünün içerisinde çaresizlikten sıklıkla yer almak durumunda kaldı. Sezona Schalke’nin en pahalı transferi olan Farfan gibi oyuncuların katılımı ile başlanmasına rağmen elde edilen performanslar beklentinin çok çok aşağısında yer aldı.


(A.Müller pes et artık. Sen kaybettin)

Bugün Adnan Sezgin eleştirilerinin çok daha ağırını Schalke taraftarı o dönemde kendi sportif direktörleri olan Andreas Müller’e sonuçtan bağımsız her maç öncesi ve sonrası dile getirdi. Öyle oldu ki bu yaşanılan kaos içerisinde her zaman olduğu gibi teknik direktör değil de taraftarın tepkisi sonrası sportif direktör Andreas Müller ilk olarak ayrılmak durumunda kaldı. Başarısız sonuçlara rağmen uzunca bir süre yeni bir futbol açılımından ve skordan bağımsız gelişmelerden dem vuruldu. Sonuçlar o kadar kötüydü ki Müller sonrası Rutten de sezonun sonunu göremedi. Schalke belki başarısız bir futbol denemesi sonrası bir yılını kaybetti ama o dönemde tartışmaya açılan klubün yapısal sorunları nedeniyle sadece sportif başarıyı gerçekleştirmesi için değil aynı zamanda sportif direktör ve klubü doğru bir şekilde yapılandırması adına her türlü göreve el atması için çok büyük uğraşlar verilerek Felix Magath takımın başına getirildi.

Schalke’nin yardımcı antrenör etiketinden bir türlü kurtulamayıp başarılı olmasına rağmen takımdan kovulan Slomka geçen sene Enke’nin intiharı sonrası kendisine bir türlü gelemeyen ve tepe taklak ikinci Bundesligaya doğru yuvarlanan Hannover’in başına geçti. Hannover kümede Slomka ile beraber kaldı ve bu sezona önce evinde Skibbe’nin Frankfurt’unu ve sonrasında da kovulduğu klubü Gelsenkirchen’de yenerek iki haftada iki galibiyet alarak müthiş bir başlangıç yaptı.

Galatasaray’ın gönderdiği Michael Skibbe ise Frankfurt takımı ile anlaştı. Beklenti Frankfurt’ın 1.Bundesligada kalması iken cok az bir farkla Avrupa Kupalarına kıl payı katılma hakkını kaçırdı.

Nihayetinde Hollanda Ekolünün bugün dahi bir devrimsel açılımı mevcut ve bu bazen futbol olur bazen de yönetim..

Misimovic Giderken..



Giderken SportdBild'e röportaj vermiş ve dediğim gibi soruları olabildiğince dürüstçe cevaplamış. Bir kaç ayrıntıyı buraya çevirelim:

.. Hoeness Schalke sizin ilk tercihiniz değildi diyor..

Bunu diyorum ben.. Ben Schalke'ye seve seve giderdim. İstanbula gittiğim Pazartesi gününün sabahında Magath ile konuştum. Oraya gidebilirdim zira Schalke Wolfsburg'dan bir numara daha büyük ama Hoeness istemedi ve tek problem buydu.

Sport-Bild sizin "Magath giderse ben de giderim' şartını sözleşmeye koydurduğunuzu söyledi. Doğru mu bu ?

Evet. Schalke'ye gitseydim bunun en önemli sebebi Felix Magath olacaktı.

Bir yerde gittim ve mutluyum der iken İstanbul Dünyanın en güzel şehirlerinden birisi diye açıklama yapar yapmaz soru geliyor:

Herhalde tek başına şehir için bu transferi yaptım demeyeceksiniz değil mi ? Klup Avrupa Liginde bile oynamıyor.! Dürüst olun: Para ne kadar önemli rol oynadı bu transferde ?

Elbette ekonomik nedenler de bu transferin gerçekleşmesinde etkili oldu ve ben dürüst oluyorum. Başla türlü ifade etmiş olsaydım yalan söylemiş olurdum ve para bu transferde önemli rol oynamıştır ama sadece para değildi. Galatasaray geleneği olan bir klup ve mükemmel taraftarı var. 3 hafta boyunca benim için çok çaba sarfettiler. Suçlanmak da istemem yalnız.. Gitmek istediğimi çok önceden belirtmiş olsam da ben yine de Bayern maçında oynadığım klubüm için elimden geleni yaptım..

Milli Golcü Podolski.!



Alman milli takımı ile gerçek evliliğini yapmış ve arada kaçamak olarak klup takımlarına gidip oynuyor. Tuhaf bir performans çizelgesi var bu oyuncunun.. Anlayan beri gelsin.!

Uğur'un(PcLion) blogunun son postundan çaldım ve şuraya koyuyorum ki daha iyi anlaşılsın.

,

Alman tarihinin golcüleri listesinin ilk onunda üç tane oyuncu var bugün hala futbol oynayan.. Ballack 33 Klose 32 yaşında iken Podolski 25.. 25 yaşında 81 milli maç oynayan ve 41 gol atan oyuncu Almanyanın tarihinde yoktur. 41 milli golü herhangi bir ülkenin tarihinde 25 yaşında atan oyuncu dahi bulmak mucize gibi bir şey olsa gerek..

Poldi abimiz son üç yılda 76 Bundesliga maçı sonucunda attığı gol sayısı keza aynı sürede çok daha az maç yaptığı milli takımdaki gol sayısına eşit: 13 gol..

Aslında sadece Podolski değil ama en dikkat çekici örnek olduğundan şuraya koydum. Yeni bir dönemin bir kaç ismi var: Mertesacker,Lahm,Schweinsteiger,Podolski ve Klose. Bu oyunculardan Klose harici 30 yaşına basan olmamasına rağmen hemen hepsi 'abi' konumunda. Bu ortamın içerisindeki dokunulmazlar -ki dokunanı Podolski Ballack dahi olsa çarpıyor.. Böyle bir jenerasyon yakalanılmadan milli takım başarısı kolaylıkla gelmiyor. Çevresinde büyüttüğü genç oyuncuların temelinde bunların birlikteliği ve uyumu yatar..

Misyonerlik.!



Hiç anlamadık bu misyonerlik işini.. İşin tuhafı hep bir korku öğesini barındırmaları. Burayı da kazıyın altından 'korkutularak' kendi doğrusuna boyun eğdirmeyi göreceksiniz.

Öteki dünya olarak oluşturulan memleket yeterince korkmuşların adresi.

İnsanoğlu öküze dahi tapsa -ki tapıyor- 'aptalca' diye yargı koymam zira bunun temelinde belirleyici olan kişinin kendisinin dahi elinde olmadan irade dışı içerisinde varolduğu bir kültür vardır.

Ve fakat benim anlamadığım ise;

..anasının,babasının,teyzesinin,dayısının,emmoğlusunun hulasa içerisinde doğduğu ülkenin hakim dininin evrensel olması gerekliliğidir. Bizzat kendisinin içerisine eğilip sorgulamadan geçirip ulaşmadığı doğruya bir başkasının düşünerek onu bulmasını istemesi..

Sen nasıl geldin b noktaya ?

Bizzat sen doğduğun andan itibaren çevrende varolanı tercih ettiriliyor iken bir başkası da neden farklı bir yol seçsin ? Daha doğrusu onu anlamak sana neden zor gelir ?

Beş yaşında Camiye ya da Kiliseye gidiyorsunuz.. Beş yaşında.. Beş yaşında sen bir şeyi algılamıyorsun daha çok içerisinde doğuyorsun. Beş yaşında dahi sıkı sıkıya bağlanıyorsun.

Bir de arkadaş Almanya'da Türkçe yazmış.. Sanırsın onu okuyan.. Nasıl derler.. Allahım sana geliyorum.! (Baba'lara gelmek)

Türkiye - Belçika 3-2



Maçın adamı tartışmaşız Hamit Altıntop.. Üç golde de kilit rol oynadı. Peki Volkan Şen burada olsaydı daha iyisini yapabilir miydi ? Oynamadan bilemeyiz lakin Hamit böyle iken en fazla yedek klubesinde görünürdü..

Hiddink konusunda biraz erken teşhis koyuyoruz. Bu aslında ligden bile uzun bir maraton.. Hoca zamanla ligi bizim kadar tanıyacaktır ve kendi sistemine daha uygun olanları yavaş yavaş kadroya katacaktır ve fakat birden değişim çok da 'doğru' değil. Misal Nuri'nin neden oynamadığını merak ediyorum ve kendimce bulduğum tek akli gerekçe ise diğerleriyle uyumu henüz istenilen seviyede değil.. Hamit'in aksine bir kabul edilebilirlik sorunu olduğunu düşünüyorum ve zamanla bunu aşacaktır.. Orta saha oyuncusu topla en çok buluşan ve diğerleriyle iletişime en çok geçen oyuncudur.

Bugünkü maçı doğru bir şekilde değerlendirebilmek için Almanya-Belçika maçını da izlemek gerekir. Almanlar belki deplasmanda Klose golüyle güldüler ama maçın hakkı en fazla beraberlik idi. Belçika çok iyi top oynadı ama sonuca gidemedi.. Beceriksizlikten ziyade tecrübesizliklerinin kurbanı oldu..

4-3-3 konusunda benim için olmazsa olmaz olan kanat değil kenar adamı oynayabilecek oyunculardır. Galatasarayda da Arda-Serdar oynadığı zaman aynı şeyleri hep yazdık. İki kenar oyuncusundan minumum birisinin dış forvet olması gerekir ki ortada üç tane iki yönlü oyuncunun işlerliği olsun.. Diğer türlü orta üçlü merkezde kimsenin geriye yardıma gelmeyecek şekilde oyunu tutsa dahi içeriye girmeyecek, forvetleşemeyecek kenar oyuncularının üzerine çakılı forvet olmayan Tuncay ile takımın hücumu kısırlaşır. 4-3-3 ile 4-5-1 arasındaki farkı yaratan kenarlara konumlandırdığınız oyuncuların 'kalitesi' değil niteliğidir.

İkinci yarı doğru değişiklikler ile sonuca gidildi. En azından şunu biliyorum ki Hiddink'in hedefi şu andan itibaren duran top konusunu çalışmak. Önümüzdeki maçlarda bu ezeli sorunumuzun nasıl bir iyileşme sürecine girdiğini gözlemleyeceğiz..

Eğer söz konusu Milli takım ise ben daha iyi hoca tanımıyorum. Dünya çapında aktif Hiddink'in dışında daha iyisini bulmak gerçekten zor. Bu yüzden Hiddink ile olmuyorsa tavsiyem sorunu başka yerlerde aranmasıdır. Yerli hoca, yakalanılan jenerasyon ya da ülkenin futbol seviyesi.. Zira üç tane dev klubünün Avrupa Ligini bile göremediği durumda Premiere Lig oyuncularından kurulu Belçika karşısında alınan galibiyet önemlidir.

7 Eylül 2010

Mourinho Kanunları.!



Şimdi ben Bild'den aldım ve o da Marca'dan.. O nereden almış onu bilemedim bak.. Bir daha da bu takibi gerekli görmedikçe yapmam bu da son olsun.

Çok başarılı bir insan olmasından dolayı bence onun hakkındaki her detay önemlidir. Özellikle çalışma stili daha bi mercek altına alınmalıdır derim ben. Bizzat o demiştir ki Christiano Ronaldo çok çalışkan.. Ve dahası Fatih Terim'den Louis Van Gaal'a ve Mourinho'dan Ronaldo'ya kadar pek çok 'kibirli' insanın belki de bu özelliği nedeniyle azimli ve çalışkan olduklarının altını bir daha çizelim..

İmdi on tane Mourinho kuralı şuymuş:


1- Patron sadece O'dur.!

Takımla ilgili olan her şey ondan sorulur ve onun kontrolü altındadır. Tatilini dahi iki haftaya indirip klubün içerisindeki herkes ile konuşarak takıma hakim olmak istedi. Tesadüfe yer bırakmayacak şekilde her detay ile ilgileniyor ki temizlikçi kadına dahi zaman ayırıp onunla konuşma ihtiyacını hissediyor. Klubün içerisinde olan her insanın görevinin tam olarak ne olduğunu algılamaya çalışıyor ve kaç para aldıklarından/ isimlerinden bağımsız bir şekilde tüm oyunculara da eşit mesafede yaklaşıyor. Takımı ilgilendiren her kararı sadece o verir.. Patron birdir ve Real Madrid çalışanları da onun işçileridir..

2 Önce Disiplin.!

Kim geç kalırsa takımla antrenman edemez. 9.30'da otobüs kalkar ve 9.31'de gelen evine geri gider. Gerekirse bir oyuncu eksik sahaya çıkarım ama onu takıma almam diyerek tavrını net bir şekilde ortaya koyuyor. Sakat oyuncular bir saat önce gelmek durumundadır ve sonrasında doktor raporu eşliğinde bizzat kendisi onun takımla beraber antrenman yapıp yapmayacağına karar verecektir. Sürprizleri sevmez.. Otobüs içerisinde oyuncular telefonlarıyla konuşabilir ama telefon sesi ya da melodisi yasaktır. Kimse bir diğerini çeşitli müziklerle rahatsız edemez bu yasağın altında yatan mantık..

3. Biz bir takımız.!

Antrenman yerinde 8 masalı ve dört oyun konsolundan oluşan tek bir dinlenme odası vardır. Antrenman öncesi ve sonrası herkes sadece burada dinlenir.

4 -Hotel Kanunları.!

Evde oynanılacak olan maç öncesi bütün oyuncular Mirasierra otelinin suitlerinde kalmak zorundadır. Barlar ve Pay TV'ler kapalı ve oda servisi yasak.! zararlı olacak kimi şekerli içecekler filan sorun yaratabilir diye böyle bir önlem alınmış ve elbette tüm takımın beraber kahvaltı edilmesi de bir zorunluluktur.

5. Antrenman Metotları.!

O bir Antrenman manyağıdır diyebiliriz. İşine çok fazla önem verir ve her antrenmanın en küçük detayı dahi önceden onun tarafından belirlenir. Onun önündeki maç için hem rakip takımın ve aynı zamanda kendi takımının tüm bilgilerinin yer aldığı yüz sayfalık notları olur.. Yenilikçidir. Bazen takımın eksik kalıp rakibe karşı daha az sayıda oyuncu ile mücadele edeceğinin bilincinde antrenmanlar yaptırır. On tane forveti altı tane savunma oyuncusuna karşı oynatır. Maç 2-0 başlar ve tam doksan dakika sürer antrenman.. Ne eksik ne fazla.! Keza olası bir oyuncunun kaleye geçecek olmasını dahi şimdiden belirleme çabası içerisindedir. Genelde top her zaman antrenmanların içerisinde olur..

6- Antrenmanlarda her zaman sadece o bulunur.!

Bu şekilde yaparak oyuncuların bir kısmının motivasyonunun kaybolmasını engeller ve antrenmanlarda sertlik görmek ister.. Fiziksel teması savunur ve sıklıkla 'bunu ingilterede faul diye çalmıyorlar' diyerek daha da mücadeleyi arttırıcı yaklaşımları vardır. Antrenmanları seyredenler geçmişe göre daha agresif bir görüntünün olduğunu söylerler..

7 Tasarruf.!

Aslında o Kolarov, Gerrard, Di Maria ve Maicon'u istedi ve fakat onların istediği rakamı duyunca yöneticilerine 'bu kadar para ödenmez' deyip sadece Di Maria'yı aldırdı.

8 Real Madrid'in Değerleri.!

Bunlara önem verir. Anlaşmayı yapmadan önce tüm bu değerlere hakim birisinin kendisine her şeyi anlatmasını istedi ve Raul ile bu şekilde buluştu. Hem onun kitabının tanıtımında hem de vedasında orada olmaya özen gösterdi.

9- Altyapı.!

Real Madrid'in geleneğinin dışına çıkıp altyapıya önem veriyor. Tüm altyapı takımlarında bulunan oyuncuların kendisine tanıştırılmasını sağladı ve oradan ikisini (Mateos ve Morata) A takımına aldı.

10. Medya Starı.!

Medyanın kendisinden beklentileri var ve bu onu muhteşem bir şekilde karşılıyor. Tüm ilgiyi kendisine çekerek takımın sessiz ve sakin bir ortamda çalışmasını sağlıyor. O bu açıdan bakarsak Medya ile savaşabilecek ya da onun ilgisinden bunalmayacak belki de tek insan. Tüm yükü üzerine alır iken pek de zorluk çekmemesi onu bu alanda dünyanın tartışmasız en iyisi yapıyor.. Başarılı ve popüler olan insanların kaçtığına o bilinçli olarak bulaşıyor..

Irkçılık.!



Merkez Bankası yönetim kurulu üyesi ve aynı zamanda SPD'den olan Thilo Sarrazin 'Kavgam 2' olarak adlandırılabilecek bir kitap yazdı:

"Almanya kendisini yıkıyor: Ülkemizi nasıl riske atıyoruz'

başlığına sahip bu eserin içeriği ise ırkçı argümanlarla donatılmış ve özellikle Araplar,Türkler hakkında aşağılayıcı ifadeler barındırması bir yana istatistiki verilerle ve çeşitli grafiklerle 'inandırıcılık' dozu serpiştirilmiş. 464 sayfalık eserin içerisinde çok sayıda istatistik veri ve grafik bulunuyor.

Sarrazin'in "Müslümanlar uyum istemiyor ve uyum sağlayacak yetenekleri de yok. Sosyal devletin sırtından geçinmek, bolca suç işlemek ve geri kalmış zeka düzeyleriyle toplumu aptallaştırmaktan başka bir işe yaramıyorlar" şeklinde özetlenebilecek tezleri de aslında yeni değil. Berlin'de Maliye senatörü olduğu dönemde de buna benzer çok fazla açılımı vardı ve aslında bu noktaya gelmesi de üzerine düşünmeden öne sürdüğü aykırı bir fikrin gelen tepkiler sonrası onun kimliği ile özdeşleştirilmesi sonrası bu ırkçı fikirlere bilimsel bir temel hazırlama ihtiyacını duymasıdır.

Özetle net bir ırkçılık kokan tavır ortaya koyuluyor. Toplumun aşağı katmanlarında yer alan Türkiye kökenli ve Arap göçmenlerin zeka düzeyinin düşük olduğunu bilimsel olarak açıklama derdine düşülmüş ve akabinde bu 'gerizekalı' bireylerin tam da bu düşük IQ nedeniyle çalışma yaşamına entegre olamamasından dolayı çocuk sahibi olma ve çocuk sayılarını arttırma eğiliminin güçlü olduğu 'bilimsel' analiz kisvesi altında dile getirilmiş.

..aşağı kesimin has elamanları Türkler,Müslümanlar,Araplar düşük IQları nedeniyle çok fazla çocuk yapar iken misal Alman bir Akademisyen en fazla bir çocuk dünyaya getiriyor ve haliyle aptallık yaygınlaşıyor. Almanya kendi kendisini yıkıyor işin özeti.



Bu görüşleri nedeniyle SPD'den atılması gündemde olan Sarrazin bir parti kursa onu seçer misiniz sorusuna Bild okurlarının verdiği cevap bu şekildedir. Yani yüzde 87'lik kesim 'evet' diyor. Daha geniş bir araştırma sonucu bu ırkçı fikirlere sahip insan parti kursa Almanya içerisinde yüzde 18'lik bir oy alırmış. Kitabın içeriğinden ziyade korkutucu olan daha çok budur.



Ben bu ırkçı saçmalıklara Spiegel'in, FAZ'ın ya da FOCUS gibi saygınlığı olan medya kuruluşlarının göçmenlerin uyum konusunda biraz daha çaba sarfetmesini sağlayacak önemli fikirleri barındıran kitap yakıştırmasına çok şaşırdım ama bu göçmen Türk Sosyolog Necla Kelek'in Sarrazin'e desteğine ise asla.. Kendisinden beklenileni yaptı ve entegrasyon sorununu tek başına göçmenlerin muhafazakar yapısına ve kendisine bağlamanın da ötesine geçip Osmanlı'dan bu yana okutulmayan kızlar ile Bach'ların memleketinde yaşayan insanların genetik kodlamasının farklı olmasının doğal olduğunu belirten saçma salak fikirlerle ortaya çıktı.



SPD ve Merkez Bankası yöneticiliğinden ihracı gündemde iken nazi partileri olan NPD ve Pro Deutschland tarafı da kendisine yöneticilik vaad ediyor. Belki İsrail'den dolayı 'Hitler haklıydı' ya diyen gerzek Müslüman kesim de bir başka teklif ile onu karşılarlar. Yahudileri kestiğiniz için size minettarız diyerek Hitler'e övgü dolu söylemler geliştiren bu kesimin bu 'müslümanlar aptaldır' açılımını' da değerlendirmelerini bekliyoruz.. O 'Hitlerhaklıydı' diyen kesim bugün çıkacak olan bir arbede yakılacak olan milyonlarca müslüman sonrası neler düşünürlerdi ? O zaman mı insanlığa sığınırdınız acaba ? Sizin gibi 'haklıydı Sarrazin' diyebilecek kesim de oldukça fazla zira..

..kitabın yayınlanmasının ertesinde sosyal yardım kuruluşu olan Volkssolidaritaet'in 2010 Sosyal raporuna göre halkın üçte ikisinden fazlası Almanya'da fazla yabancı yaşadığını ve sayılarının azaltılması gerektiğini düşünüyor. Her üç kişiden biri de yabancıların Alman halkının sırtından geçindiğini düşünüyor.



Entegrasyon.!

Darwin'in en güçlünün doğal ayıklanmadan galip çıkması şeklinde özetlenebilecek temel kuramının sosyal alana uyarlanmasıyla sosyal darvincilik tekrardan güncel yaşama uyarlanmaya çalışılıyor. Tüm bunlar varolan sınıf farklılıkların yukarıdan inme bir ayrımcılık güden yönetim sonucu oluşturulan koşullardan dolayı değil de insan zekasının farklılıklarına indirgeniyor. Daha da absürdü ise 'bilimsel yaklaşım' olarak zekanın kalıtımsal olarak aileden çocuğa doğru geçtiği belirtiliyor. Daha da anlayacağınız şekilde özetlemek gerekirse doğuda beş ilkokul sınıfına bir öğretmenin aynı anda ders vermesi sonucu çıkan başarıyı o bölgenin koşullarına değil de orada yaşayan Kürt halkına mal edilerek yapılan ırkçılığın bir benzeridir.

Kitabın içerisinde de varolan Pisa testinin orada belirtilmeyen bir sonucu da akademisyen çocuğunun işçi cocuguna göre eğitim görme ve başarılı olma şansının dört kat fazla olmasıdır. Kökenlerinde değişmez biçimde bulunup da nesilden nesile aktarılan Aptallıklarından dolayı değil; belirli koşullara sahip olmasından dolayı sınıf atlama şansı çok fazla değildir. O testin kimi sonuçlarını makalesine ya da kitabına kaynak olarak gösteren, almanların aptallaştığını bu şekilde kanıtlayan Sarrazin ise bilinçli olarak bunu es geçiyor.

Soyuttan somuta geçelim ki anlaşılsın.

Kardeşlerim Ablalarımın yönetimi altında ilkokul beşinci sınıftan Universite eğimi alabilecekleri Gymnasium'a ayrıldılar. Ve fakat birisinin evlenmesi ve diğerinin Univestie eğitimi için Münih'e gitmesi işleri değiştirdi. Almanca dahi bilmeyen insan(annem) çocuğuna nasıl yardımcı olabilir okul konusunda ? Dahası tek başına dil bilmek de yetmiyor.. Neredeyse başladığı yere geri dönme tehlikesi baş gösterince iki erkek kardeşim de Münih'e Ablamın yanına yerleştirildi ve bugün birisi Universiteye kaydını yaptırdı diğeri de sırada.. Akademisyen çocuğun işçi çocuğuna göre eğitim görme şansının çok daha fazla olmasının onlarca nedeninden birisi budur. Birinci jenarasyon kendisi dili konuşamaz ve eğitimi ortada iken çocuklarının çok farklı şekilde olmasının imkanı var mıdır ? Biz aile içerisinde iki erkek kardeşimin genleriyle oynayıp zekasını değiştirmedik; başarılı olmalarını sağlayacak şekilde koşullarını farklı kıldık. Ablamın burada Universite eğitimini almasının temelinde benimle beraber izmirde üç yıl yatılı okuyup buraya gelmesi yatar. Kendisi Almanya'daki ilk yılında bir üst sınıfa atladığı(Gymnasium'a ayrıldı) vakit bunu okuduğu okulda başaran son otuz yıldaki tek yabancı insan idi. Şimdi her beş yabancıdan birisi bu geçişi yapabiliyor.

Ben neden tüm kardeşlerimden bağımsız bir şekilde Türkiye'de kaldım ? Oğlum okusun diyen bir Ailenin evladıyım. Almanyada benim varolan zekamdan bağımsız eğitim konusunda başarılı olamayacağını çok iyi bilen aile daha fazla masrafa girip beni izmir'de özel yatılı okula verdiler. Çok büyük bir hata olsa da temelde o koşulların içerisinde göçmen ailesinin çocuğunun okuyamayacağının farkında olması yatar. Tüm bu göçmen çocuklarının eğitim ve pek çok konuda sorunlu olmasını sahip olduğu olumsuz koşullardan ziyade onların zekasına indirgemek ve ortak koşulların yarattığı istatistikleri bu şekilde yorumlamak ırkçılıktır.

Göçmenlerin suça meyilli olması ya da sosyal devleti istismar eden yapısı değil sadece Sarrazin'in kitabının içeriği.. aynı zamanda bu düşük zekalı insanların fazla çocuk yapması nedeniyle aptallığı yaygılaştırdığının üzerinde duruyor ve "çoğalmaları sosyo ekonomik kalitenin artmasına yol açacak kesimler için" doğum başına 50 bin euro teşvik primi verilmesini istiyor. Bu mantık eşliğinde annemin çocuk doğurması Alman toplumuna zarar ya da aptallığı yaygınlaştırıcı bir eylem oluyor..

Gerçeten öyle mi ki ?



Annem 30 yıldır burada ve fakat Almanca bilmez. Çat pat konuşur ama doktora filan birileriyle gitmek durumundadır. 20 yıldır Almanyada bizimle yaşayan halam aynı şekilde Almanca bilmediği gibi Türkçe okuma yazma da bilmez. Yani müslümanların entegre sorunu vardır tezi bir bakıma haklı mıdır ki ? Ama bir de şuradan bakalım.

Ben ise bu teze göre düşük İQ'lu insanların oğlu olarak 2004'de buraya geldim ve bir yıl sonra burada Üniversite eğitimi görecek seviyede Almanca öğrendim. 6 yıldır buradayım ve bazen Almanların bile gramer hatasını düzeltebilecek kadar dili doğru bir şekilde kullanacak seviyedeyiz. Benim dışımda Türkiye'den Üniversite eğitimi için buraya gelen Türk, Arap ya da Müslüman aynı süreç içerisinde( 1 yıl) aynı şekilde Almanca öğrenebilmiştir.

Fark nedir peki ?

Benim ile Annem ya da Halam arasında en ufak bir ırksal farklılık yoktur ama uyum konusunda her üçümüz de farklı tepkiler veriyoruz. Neden ? Türklerin anneleri uyum sorunu çekiyor oğulları sorun mu yaşıyor ? Sarrazin gibi istatistik ile bu saçmalığı size bilimsel tez gibi sunabilirim..

Farklı olan ırktan ziyade koşullar olabilir mi ? Daha da önemlisi Annem ile aynı koşullara sahip olsa da misal Amcamın eşi anneme göre daha iyi Almanca bilir. Tüm bunların bu şekilde olmasını belirleyen göçmenlerden ya da onların etnik kimliğinden ziyade Alman devletinin entegrasyon politikasıdır. Bugün her şey farklı olsa ve kitabın içerisinde olduğu gibi bu konu adına milyar eurolar akıtılsa da zamanında her şey biraz daha başkaydı.. Nasıldı ?

Anlatayım ben size.

Annanem,Dedem, Annem,Babam, Dayılarım ve hatta köyden tanıdık iki aile daha 30 yıl önce bir dairenin içerisine hapsedilmiş. Evin her odasında karı-koca'lı bir Aile vardı. O dairenin karsısında da aynı şekilde üç tane aile bir odanın içerisine tıkılmış. Porselen fabrikasının yanındaki bir caddenin içerisinde yalniz başına dikilmiş iki apartmanın her dairesine en az üç aile sığacak şekilde göçmenler (Türk, Müslüman) yerleştirilmiş.. Bugün annem ya da onun annesi ile amcamın eşi arasındaki fark aynı köyden gelip farklı bir ırksal durumdan ziyade sahip olduğu ya da Almanların onlara sunduğu koşulların farklılığından doğar. Birileri gettolaştırılmış iken diğeri farklı şekilde..

Çalışması için ülkesine buyur ettiği, davetiye gönderdiği insanları gettolaştırıp birbirlerine muhtaç şeklinde yaşatmayı kimler belirlemiş ise entegrasyon konusunda sorunlu olan birinci jenerasyonu onlar yaratmıştır. Bugün her gelene zorunlu olarak verilen Almanca kursları o gün olsaydı entegre süreci bu kadar uzun sürmezdi ? Dilsiz bir şekilde yaşam sürenlerin derdine devlet o gün ortak olsaydı onun doğurduğu kötü sonuçlara da bugün katlanmak durumunda kalmazdı.. Buradaki sorunun temeli hiçbir zaman köyünden göçen insanın ırkı ya da dini, ahlakı değildir.

Okuma-yazma dahi bilmeyen bir Almanı müslüman bir devlete gönderirseniz herhangi bir Iraklıdan daha fazla entegrasyon sorunu yaşayacaktır ve birileri de 'Almanlar entegrasyon konusunda sorunlu' çıkarımı yaparsa bu doğru olmayacaktır.

Necla Kelek, insanların varolan ahlakına ya da muhafazakar yapısının entegrasyonu zorlu kıldığını dile getirir iken bunları da gündeme getirse olmaz mıydı ? Onun entegrasyon dediği Almanlaştırılmaktır. Kürtlerin de Türkçe konuşup Türk gibi hareket ettiği sürece Başbakan dahi olabilmesine izin verildiği gibi burada da istenilen budur. Bir milletin hoşgörüsü Alman gibi giyinen, konuşan insandan ziyade başörtülü olan ve kendi dilini konuşan insana duyduğu saygıda kendisini ortaya çıkarır.. Benzerliğe değil farklılığa olan yaklaşımı 'hoşgörü' konusunda temel alınmalıdır.

Almanya kendisine zamanında bankada çalışacak işçi arasaydı ve eğitimli olan Türklerden binlercesini ülkesine buyur etseydi bugün burada varolan 'Türk' tanımı çok farklı olacaktı muhtemelen.. Ama onlar vasıfsız, bant başında durup bekleyecek ve haliyle eğitimsiz köy kültürüne sahip insanları buraya çağırdı.Onların işgücünden faydalanır iken ülkesindeki şehir yaşamına dahi uyum göstermekte zorlanan köylü kesimin farklı bir dile, dine ve kültüre sahip Almanyada yaşam ve 'entegrasyon' konusunda sorunsuz olmalarını bekledi.. Bunun için çaba sarfetmeden olumlu sonuçlar bekledi.. Bunları birbirlerine muhtaç ve dışarıda yaşayamaz halde bıraktı. Alaman Türklerinin birinci jenerasyonun erkekleri ilkokul mezunu iken kadınlarının yüzde sekseni okuma-yazma dahi bilmiyordu. Bu insanların zeka durumu ne olursa olsun çocuklarının da belirli bir seviyeye gelmesi çok da ihtimal dahilinde değildir ve tüm buların belirleyicisi ırkın doğuştan sahip olduğu zekası ve sahip olduğu dinin getirileri değildir.

İnsanin ne olduğunu belirleyen sahip olduğu toplumsal koşullarıdır. Bu koşullar ancak sınıfları yaratır; insanların ırkı değil. Koşulların yaratıcıları kendilerini tüm bu olumsuzlukların oluşmasında oynadığı rolden sıyırarak zekaya, ırka yani sosyal darvinciliğe oynuyor.

Bu arada bir Türk Dünyaya bedel ya da Kürtler çok kaka-kötü gibi ırkçı beyanatlar veren her insani Sarrazin'in kitabının içerisinde yer alan bu "Türk" istatistiklerle sabah akşam dövmek gerek.. Belki o zaman büyük şehirlerde yaşayan pek çok kürdün kendisinden daha medeni, daha akıllı olmasını ve doğuda yaşam sürenlerin sahip olduğu koşullardan dolayı çok daha hırpalanmış olması gibi durumları ırka bağlamaz.. Belki buradaki yurdundan göçen Türklerin çaresizlik içerisinde suça bulaştıran koşullarını da istanbula evsiz-barksiz bir şekilde göç ettirilenler ile kıyas yapabilir.. Belki ileri gidip Siyahilerden yola çıkıp tüm yurdundna göçüp gidenlerin ortak sonuçlar doğurdugunu ve hepsinin eğitim durumu, çaresizlik ve başka şanslarının olmaması gibi muhteşem açılımlar yaparlar ' Bu Kürt, Bu Türk, Bu siyahlar' demek yerine..

Nihayetinde 'bilinç' köyden göçüp giden cahil halk yerine devletin içerisinde aranmalıdır. Ve dahası bu olumsuz koşulların istatistiklerini ırka bağlamak da bunlardan dolayı öyle veya böyle zarar görenlerin duygularıyla oynamak gibi ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurduğunu almandan daha iyi bilemeyiz ya..