15 Eylül 2012

1 Gol Sevincine 2 Sarı!


Muazzam bir maç oldu ve Schalke'de olduğu gibi son saniyede yine güldü Hannover. Slomka'nın bu yeni ve farklı Hannover'ini ilerleyen günlerde bir daha değiniriz ama burada çok ilginç bir hakem kararı söz konusu..

Uzatmanın dahi son saniyelerinde gol gelince Macar oyuncu Huszti resimde görüldüğü gibi hem formasını çıkardı hem de tribünlerdeki tellere çıktı.

Sizce hakem ne yapar?

Sarı kart.. Ki onu yaptı. Sonra bir daha sarı kart ve kırmızı.

Burada tellere çıkmasını "sarı" ve formasını çıkarmasını da "sarı" olarak gördü tek bir hamlede... Aynı anda çift sarı çıkmış oldu ve kırmızıyı yedi.

Sorum şudur; Böyle bir olaya daha önceden şahit oldunuz mu? Aynı anda uyarı vermeksizin çift sarı kartı gören bir oyuncu? Deniz Aytekin bir ilki mi başardı aynı anda çift sarı kart göstererek yoksa sizin bildiğiniz var mıdır böyle bir başka olay? Nicki olmayanlar her zaman olduğu gibi mail atarak da yorumda bulunabilirler..

Markus Merk "Deniz Aytekin, kuralı uyguladı, doğru karar" dedi. Deniz Aytekin "Benim de hoşuma gitmedi ama kural bu" dedi.. E ben de diyorum; bu kural bu zamana kadar neredeydi? Bir başka yerde uygulanmadığını düşünüyorum..

14 Eylül 2012

Niko Kranjcar

Niko Kranjcar çocukları Lana ve Cico ile sahilde..

Podolski & Cazorla

Arsenal'ı gıcırları..


Podolski ve Cazorla'nın bir asist bir gol atıp takıma ilk galibiyeti kazandırdığı Liverpool maçını izledim. İlginç ayrıntı şudur ki ben Podolski'yi ilk defa geriye bu kadar çok yardım yaparken izledim.

Premier ile Bundesliga arasında fark çok fazla. Aslında benzeşen sadece saha dışı koşullarının muazzamlığı. Taraftarlar statlara geliyor, zemin futbol oynamaya hep müsait ve toplamda benzer şekilde futbol buralarda hep güzel ortama sahip. Saha içerisine bakarsanız fark çok fazla. Bu ayrıntıyı ileride çok daha geniş bir şekilde ele almak gerekiyor.

Premier Lig'in en önemli farkı ise temposu. Topun ayaktan çıkış süresi. Buna bir başka ligin topçusunun ayak uydurması kolay değil. O tempolu oyunun içeriği nedir bu yine tartışma konusu. Top bir oraya, bir buraya giderken içerisinde barındırdığı "akıl" ya da taşıdığı "bilinç" kısmının miktarının ne kadar olduğunu masaya yatırmak gerekir.

İçeriği ne olursa olsun Bundesligadan giden oyuncuların büyük bir kısmı ilk dönemde tempoya ayak uyduramama sorunu yaşıyor. Dzeko'nun ilk maçlarını hatırlayın ya da diğerlerinin.. İşte benim anlamadığım Bundesliga maçları içerisinde topun olmadığı kısımda olmayan Podolski burada doksan dakika üstelik beke yardım edecek şekilde mücadele etti. İnanılmazdı aslında.. Altı ay sonra bu olsa anlardım belki ama ilk maçlarında böylesine mücadele edip hiç yapmadığı işlere soyunması..

Tam da Podolski'nin bu açıdan uyum sorunu yaşamaması ilginç geldi.

Buradaki tanımı şudur Podolski'nin; Doksan dakika onu sahada bile göremezsiniz ama öyle yerde öyle bir şekilde topla buluşur ki ismi tabelada hep olur. Şut tekniği muazzam, saha içi kendi yeteneğine göre konumlanışı çok güzel ve toplamda gole en yakın adam olmuştur her zaman. Ya asist ya gol'dür onun açılımı ama asla mücadele değil. Kenar oyuncusu olarak onu oynatmak çok büyük bir riskti aslında.. Lakin adam ikinci maçında bekine en çok yardım eden oyuncu olmasını geçtim maçta birden fazla kendi yarı sahasından başlayan deparlarla tozu dumana kattı..

Wenger'in bir sihri var, bu kesin..

12 Eylül 2012

Robbengil!

















SrCrbnr!



Reklamlar!

Schalke 04!


Doksanlı yılların başlarında Schalke ikinci ile birinci Bundesliga arasında mekik dokuyan ligin asansör takımlarından birisiydi. Mavi Beyazlılar 1980-1990 yılları arasındaki on sezonun dördünü ikinci Bundesligada geçirdi. Hollandalı teknik adam Huub Stevens ’in gelişiyle beraber Schalke şampiyonluğu son saniyede kaçıran, UEFA Kupasını kaldıran zirve takımına dönüşüverdi. Bu başarılarda en az Huub Stevens kadar katkısı olan menajer Rudi Assauer’in gidişiyle beraber başarılı teknik adam Mirko Slomka’nın gönderilişinden Hamit Altıntop’ların Mesut Özil’lerin elden kaçırılışına kadar çeşitli hatalar üst üste yapılınca kulüp ağır bir bunalıma girdi. Maddi krizin de tetiklediği bu süreçte kurtarıcı olarak başkan Clemens Tönnies Wolfsburg’da inanılmazı başarıp çalıştırdığı takımı tarihinde ilk kez şampiyon yapan Felix Magath’a sarılınca taraftarların manen zarar göreceği farklı bir dönem başladı. Magath’ın kulübün anahtarını istemesi anlamını taşıyan yetkileri şart koşması üzerine ayaklanan taraftarlar Şampiyonlar Ligi çeyrek final maçı öncesi başarılı Alman teknik adamı gönderecek şekilde protesto gösterilerine başladı. Kaosun bitmediği, maddi krizin kapıda
olduğu bu dönemde gönderilen Magath yerine Almanya’nın en saygın teknik direktörlerinden
olan Ralf Rangnick’in sezon ortası takımın başına geçip İnter’i Şampiyonlar Liginde gösterişli bir şekilde elemesiyle geçici de olsa bir huzur sağlandı. Geçen sezonun henüz başlarında tükenmişlik sendromu nedeniyle Bundesligada ilk defa bir teknik direktörün mesleğinden ayrılmasıyla kaosun yaşam biçimi haline geldiği Schalke’de Magath öncesi zamana geri dönüldü. Tam bu noktada taraftarların “geçtiğimiz yüzyılın en iyi Schalke teknik direktörü” olarak etiketlediği Huub Stevens göreve getirildi.



Hollandalı teknik adam geçtiğimiz sezonu üçüncü bitirerek huzuru sağladı. Savunma konusunda istikrar sağlanamamış olsa da Stevens’la beraber Schalke ligin en iyi hücum eden takımları arasına girdi. Öyle ki geçen yıl atılan 74 gol 1977’den bu yana kulüp tarihinin en iyisi. Evinde oynadığı 17 maçın 11’inde rakip ağlara en az 3 gol atmayı başarması takdire şayan. Sürekli değişen savunma dörtlüsü ise onları sıklıkla erken gollerle tanıştırdı belki ama 1-0 geriden gelip kazanarak Werder Bremen ile beraber ligin en fazla geri dönüş gerçekleştiren takımı olmayı başardı zira ortalama 6.4 şuta bir gol düşecek şekilde etkili hücum eden Schalke bu açıdan bakıldığında geçen sezon ligin en efektif takımı oldu. Şampiyon Dortmund’un 25 ikinci Bayern Münih’in24 ve dördüncü Gladbach’ın 24 gol yediği yerde üçüncü Schalke’nin 44 gol yemesi var olan sorunun altını yeterince iyi çiziyor. Kendi oluşturmadığı bir takıma sezon ortası gelen Stevens’in başarısı gelecek sezona yetecek kadar taraftarlara umut taşımayı başardı.



Evinde oynadığı son 144 lig maçında sadece bir kez 60 bin seyirci barajının altına düştü. Ligin
15.haftasında oynanılan Augsburg maçında gelen 58.641 seyirci son 144 haftanın istisnasıydı. Bu sezona da girişinden anlıyoruz ki sezonun sürpriz şampiyon adayı Schalke!

Ligin ofansif karakteri belki de en oturmuş takımların başında geliyor. Huntelaar'ın yanına iliştirilen santraforun dışında kenarların ofansif gücüne Holtby'nin hücum gücü de katıldığında golsüz maçı olmayacaktır bu sezon. Eğer savunmada istikrarı yakalarsa bu sezonun sürprizini rahatlıkla gerçekleştirebilir bu takım..

David Villa



Güzel adam besbelli..

UEFA hakkımızı yedi mi?



Öncelikle bu tartışma sevgili Uğur Meleke'nin şuradaki yazısı ile başladı. Akabinde bu sene var olan durumun önemine bir kez daha değindiğim bu postun içerisinde de konuyu yeniden gündeme getirdik. Arkadaşım sevgili Uğur Karakullukçu ise UEFA'nın haklılığını belirtirken Uğur Meleke'nin yazısına ithafen Erdinç Sivritepe'nin yazdığı şu yazıyı gösterdi.

Uğur Meleke'ye bu yazıyı gösterip böyle bir kuralın varlığından bahsettim. Neydi o kural:

""To calculate the coefficient of the association concerned, the points obtained
in a given season by its clubs are added, then divided by the total number of
clubs from the association that took part in the two UEFA club competitions in
question. However, if a club refuses to enter either of these two UEFA club
competitions and is therefore not replaced by another club from the same
association
, the coefficient of the association concerned is calculated as
follows: the points obtained in the season in question by its clubs are added,
then divided by the total number of clubs from the association that could have
entered the two UEFA club competitions in accordance with the access list as
set out in Annex Ia.
"

Türkçesi ise şudur: Eğer kulüp Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi'ne katılmayı redderse ve Fedarasyon da takım göndermezse diye devam ediyor.

Uğur Meleke'nin de bana söylediği bizim durumumuzla bu kuralın uyuşmadığıdır. Zira burada Fenerbahçe kendi isteğiyle değil Fedarasyon tarafından kupalara katılım hakkı men edilmiştir. Mehmet Ali Aydınlar ilk başta Fenerbahçe'nin kendi rızasıyla Şampiyonlar Ligi'nden çekilmesini istemiş ve fakat kulüp bunu uygulamamıştır. TFF Fenerbahçe'yi burada men ediyor.

Keza bu işlerin erbabı Şenes Erzik ve çeşitli görev adamları da buradaki haksızlığı kabul etmiş..

Geçen sene 4 takımla Avrupa Kupaları'nda yer alan Türkiye'nin toplam puanı dörde değil beşe bölündü. Fedarasyon herhangi bir takım göndermemiş gibi bir ayrıntı yok, teknik imkanlardan dolayı yarısı oynanmış maçın içerisine bir başka takımı koyamama durumu söz konusu. Bilbao'nun bir maçını Trabzonspor diğer maçını Antep'le yapması kadar absürd bir durum olamaz ama aynı şekilde öyle veya böyle dört takımla ülkenin temsil edilmesi sonucu beş takımla edilmişçesine puanların verilmesi de nerden bakarsanız bakın ülke futboluna büyük haksızlık..

Bu haksızlığı da kabul ediyorlar ama sanırım ortada bir anlaşma olmuş gibi sanki.

11 Eylül 2012

Milli Takım Ayrıntıları



Emre golün tekrarını televizyondan izlediği zaman böylesine mutlu bir anda yüzünün aldığı o nefret ifadesini görünce ne düşünür, merak ediyorum. Maçın tartışmasız en iyisi olan Emre'nin milli takımda kötü oynadığı maç sayısı yok denecek kadar az. Futboluna ben hiçbir zaman eleştiri getirmediğim gibi "sorunlu" olan karakter yapısına rağmen ondan verim alabilmenin de teknik adam özellikleri arasında olması gereken bir beceri olduğunu burada daimi olarak savundum.

Buna rağmen Emre'nin bu tuhaf gol sevincine gerekli eleştiriler getirilecektir. Şüphemiz yok, beklentimiz de budur.

Mevzu bahis konu Emre olduğunda sanırım bu ülkede yeteri kadar eleştiri çığlığı yükseliyor. Buraya bir ekleme yapma ihtiyacı da düşünmüyorum, ilginç olan ayrıntı ise Hamit Altıntop..

Hamit atılan her golün sevincini Emre gibi yaşamak durumunda mıdır? Her gol sevincinin davetini kabul etmek durumunda mıdır?

Elbette hayır.

Lakin Hamit kendisinin dışında farklı koşullarda mücadele eden arkadaşlarının ne kadar hazır olduğunun bilgisini basınla paylaşmak durumuda mıydı? Yine ve her zamanki gibi kendisini öne çıkarıp "bakın bana ne kadar fitim.. bir de bunlara.." derken arkadaşlarını basının önüne yem etmek durumunda mıydı? üzerine bir de bizim çokbilir basınımız bu davranışına övgü dolu sözler, methiyeler filan düzüyordu. Bana göre sorunlu karakterin en olağan dışavurumu olan bu arkadaşlarını suçlayıp üzerinden prim yapma amacına "süper açıklamalar.. helal olsun" yaklaşımlarını bugün dahi düşününce algılamakta zorlanıyorum.

Keza Hamit Welt'e verdiği o malum röportajda Mesut'un kariyer için milli takımı seçtiğini ama kendisinin kalpten oynadığını belirtirken, bu gibi durumlarda kalpten oynayan oyuncuların tavrı bu mu olmalıydı?

Hamit Altıntop her daim pek çoklarının yaptığı gibi diğerini eleştirerek "kendine" bir bakış atılmasını sağlayan ve sanılanın aksine kibiri dorukta gezen bir adamdır. Bana göre en son takım kaptanı olacak futbolcu da Hamit'dir ve onun transferini de yorumlarken sadece şunu söyledim; Yeter ki yedek kalmasın, iyi bir hamle.. Yeter ki o kibire dokunulmasın..

Galatasaray'da bir süre sonra kendisine gelir ve performansını zamanla yukarıya çeker. Tam aha bu oldu dediğiniz zamanda da sakatlanır, yıllardır bu Hamit algoritması hiç bozulmadı.



Maça gelirsek.. Abdullah Avcı'nın Selçuk tercihsizliği cesurcaydı. Estonya kendi evinde dahi Romanya'ya yenilmiş bir takım olsa da biz tam da bu takımlara karşı hep puan kaybetmedik mi? Türkiye adına bu karşılaşma önemliydi. Abdullah Avcı kafasındaki doğruyu baskılara rağmen sahaya uygulayabilme cesaretini gösterdi, risk aldı. Eğer bugün o kırmızı kartın da etkisiyle içeriye kapanan takımı açacak gol gelmeseydi bugün nelerin konuşuluyor olacağını hayal edebiliyor musunuz? Bu karakter meselesidir ve burada Türkiye'nin Estonya maçına deyim yerindeyse Abdullah Avcı yüklü miktarda yatırım yapmıştır...

Bunları söylerken olası bir puan kaybında dünyanın en ücra köşesinde ya da medeniyetin kol gezdiği Avrupa ülkelerinde dahi mağlubiyet sonrası asarlar, keserler ve diğerlerinin sesi gür çıkardı. Buna öykünmenin, buna karşı bir duruş getirmenin, kaybedilen puan sonrası milli takımda şu olmalıydı bu olmamalıydı gibi tercihleri eleştirilmesinin "absürd" olduğunu düşünen her insan önce bir kendine baksın sonra da hayal dünyasına.. Beşiktaşlı'sı Nobre'den Galatasaraylı'sı Barış'lardan onlardan bunlardan hiç şikayet etmemiş midir? Daha doğrusu hangi zaman diliminde böylesine bir eleştiri olmadan maç yorumları olmuş dünyanın herhangi bir ülkesinde..?

Bunu olağan görüp geçiştirecek açıklamalar yapmayı bir an önce başarmalılar..

Sonucunda kazandı.

Karşı karşıya olduğu büyük kitle açısından bakarsak tek "değer" budur. Evinde Estonya'ya karşı koşullar ve sonuç ne olursa olsun galibiyetin dışında bir sonucun Hollanda yenilgisinin üzerine mazareti kabul edilmezdi.



Bu maça dair Selçuk kullanılabilir miydi?

4-4-2 sisteminde Selçuk ancak Mehmet Topal'ın yerine bir ihtimal kadroya girebilirdi. O gol gecikseydi olabilecek en anlamlı hamle Topal'ın çıkıp Selçuk'un girmesi olacaktı ve teknik adam da golden önce bunun hazırlığı içerisindeydi. Selçuk İnan hiçbir zaman "on numara" pozisyonunda oynamamış ve bu konuda Emre çok doğru bir seçenek olmasa da Selçuk'tan daha iyidir ki kenardaki Arda ile bu görevi paylaşıyorlar.

Bu maç neyi kanıtlamıştır?

Hiçbir şeyi. Teknik adam bir anlamda Hamit ve Tunay yanlışlarından dönerek gerekli anda gerekli değişimi "kafasına yatarsa" inatçılık yapmayacağını göstermiş. Selçuk İnan tercihi ile "aslolan benim maç planımdır" demiştir. Bu hamleler evinizde oynadığınız zayıf rakibe karşı gerçekleştiğinden dolayı değerli bir üç puanı hanenize yazdırır ama bir önceki maçın hamlelerini doğrulatmaz da yanlışlamaz da. Arda'nın kenarda daha etkili olabileceği fikrini teknik adama ısındırmış da olabilir..

Selçuk İnan'ın saha içi davranışı?

Gollere genelde bu şekilde sevinir ama onun da işi çok kolay değil. Bu baskılar karşısında "taraf" olmamak, kendisine destek çıkan milyonlar yokmuşçasına davranmak belki doğrudur ama eylemek o kadar kolay değil. Etkilenim altında. Ben karakter konusunda taraf tutmuyorum, Alex'e onca övgü olduğu gibi son dönemde futbolu kadar karakteriyle de gönüllerde yer etmiş bir futbolcu da Selçuk İnan'dır. Onu insanların bu kadar sahiplenmesinin altında biraz da bunun yattığını düşünüyorum harika yeteneğinin dışında..

Gruplaşma oluyor gibi sanki milli takımda?

Olmuş. Bunu çok net gördük.. Taraftarların tavrı ister istemez o takımda bölünme yaratacaktır ve bunu başardığını da kabul etmeliyiz. Emre-Arda bir tarafta.. Hamit-Nuri diğer tarafta. Selçuk ise hocası ve taraftarları arasında.. Ömer Toprak, Sercan Sarerer, Hamitlerin grubuna gider, Gökhan misal Emre'nin yanında yer alır Semih Selçuk'un efendim Mehmet Topal burada da herkesle iyi geçinir, kimseye karşı olmaz.. karakteri gereği bu böyle. Derken bir gruplaşma doğmuştur ama kendi aralarındaki konuşmalar, teknik adamın olaya müdahale etmesi bunları sonlandırabilir. Şu an tehlikeli boyutta, bunu bilirsek çözümü de olur.

Emre'nin sürekli mesaj verme, ayar merakı?

Bizle her şeyi yazıp çiziyoruz. Söylediklerinin pek çoğuna katılmıyorum ama kendisini ifade etme ve bunun karşılığını bekleme hakkına da sahip çıkıyorum. Yanlış da olsa doğru da olsa bir şeyler söylüyor. Sen ve hatta ben "Kötü Hollanda" deme hakkımızın olduğunu düşünüyorsak onun da buna karşı cevabı "Aha gördün kötü Hollanda'yı, adamlar macarları evinde dörtledi" diyebilmesi gerekir.. Yanlış daha çok "olağan" eleştirilerin "çok ayıp bir şey yapıyorlar aboooooov teknik adamın tercih hakkını eleştiriyorlar" ruh halidir. Dünyanın her yerinde olur ve bu eleştiriyi yapan da mutlaka kendi takımını bir noktada bu şekilde eleştirmiştir, forumların ve köşe yazılarının yüzde 99'unun içeriği budur.. Benim sakındığım konu tercih meselesinden teknik adamın yeterliliğinin tartışılması ya da masaya yatırılmasıdır. Abdullah Avcı değerli bir futbol adamıdır.

Abdullah Avcı ve Ayarları



Abdullah Avcı’ya güvenir ve zaman içerisinde milli takıma olumlu katkısı olacağını düşünen insanların arasındayım. Umarım yolun sonuna kadar kalır ve düşüncelerini sahaya yansıtır.

Lakin bugün görüyorum ki milli takım teknik direktörlüğünün futbolun dışında kalan “baskı” unsurunu kaldırabilecek durumda değil. Yine umalım ki kısa sürede bu yeni oluşan duruma ayak uydurup baskıyı üzerine toplamayacak şekilde medyayı etkilemeyi başarır.

Sanki elimizde Van der Vaart, Robin Van Persie, Afellay, Huntelaar, Sneijder, Kuyt gibi hangisini yedek bıraksan "bak bunlar şöyle oyuncuyu yedek bırakıyor" savunmasının her "seçimde" yapılacağı oyuncular varmış gibi anlamsız geri dönüşleri bir kenara bırakıyorum. Van Gaal'ın "maç eksiği" ve "transfer görüşmelerinden konsantresi kaybolmuş" nedeniyle Van der Vaart, Gregory van der Wiel, İbrahim Afellay gibi önemli oyuncuları kadroya dahi almazken "maç eksikliği" hisseden Nuri'leri, Emre'leri oynatmanı filan geçtim.. Sanki bizde hem İngiltere Premier Lig'in hem Bundesliganın gol kralını aynı anda kadroda barındırıyormuşçasına farklı koşulları aynılaştırma garipliğini de bırakıyorum.

Bu savunma telaşı ve sinir neden?

Henüz bu takım “bir” maç kaybetti ve bu da grubun kaybedilmesi durumunda kimsenin teknik direktörü sorgulamayacağı ölçüde en zor maçıydı.

Lakin bir doksan dakika sonrasında insanlar neyi tartışabilir?

İngiltere’de, Almanya’da, İspanya’da kaybedilen bir milli maç sonrası tartışılan nedir?

Oynatmadığınız “önemli” bir oyuncu varsa kaybetmeyeceksin. Kural her yerde budur. Ballack “belasından” Löw kazanarak tercihini doğrulattı. Ersun Yanal “Hakan Şükür” belasından kazanamayarak kurtulamadı. Burada isimler önemsiz ve sanılanın aksine oyuncunun gücüyle ilgisi yok. Eleştirmek için bekleyen kesimin eline çok net bir koz verdiğiniz zaman yapmanız gereken tek şey; kazanarak susturmaktır.

Bunu başaramadığınız ölçüde dünyanın her yerinde “o oyuncu” üzerinden sizin üzerinize insanlar gelir.

Bunlara tek tek cevap verip, ayar verme işine girerseniz olası bir Estonya mağlubiyeti sonrası işiniz hali hazırda zorken durum üç kat daha zor hale gelir.

“Her zaman birilerinin yokluğu, mağlubiyet sonrası konu edilir, bunlar olağan”

..demek varken böylesine ayar verme çabasıyla eleştiri ile nefes alıp veren kesimin eline koz vermek neden?

Eleştirilerin dozunu kaçıranı da olacaktır ama Fatih Terim, Şenol Güneş, Mustafa Denizli’ye yapılanların yanında bunlar nedir ki?

Şenol Güneş, dünya üçüncüsü olasıya kadar üstelik saygıdan yoksun bir şekilde eleştirildi. Fatih Terim yarı final oynatması dahi eleştirilerin önüne geçemedi. Dün Löw’e övgüler yağdıranlar bugün ateş püskürüyor Şampiyona sonrası Almanya’da ve konu hep aynı; Neden Reus yok, neden Kroos yok.. Neden Dortmundlular daha fazla değil? Dortmund taktiğini Bayernlilerle oynatamazsın v.s. v.s. bitmiyor hiç.

Burada da.. Neden Selçuk yok.

Almanya’da olsa ve Selçuk’u oynatmayıp başarısız olsa bu soru burada belki daha sert bir şekilde sorulurdu zira içeriğine taktiksel analizleri de iliştirirlerdi.

Alman sitesi burada tamamen taktiksel bir analiz yapıyor ama o dahi burada "Hollanda'nın savunma zaaflarının yeterince iyi bir şekilde değerlendirilmediğinden" bahsedip soruyor; yakından tanıdığı Tunay’ın yerine oynayacak başka alternatifler varken neden Tunay?

Henüz maç başlamadan Hamit ile Robben eşleşmesini görünce “eyvah” dedik topluca.. Neden diye sormak kadar olağan bir durum yok sanırım. Savunması güçlü bekin dahi durduracağı belirsiz olan Robben’in her türlü Hamit’i geride bırakma ihtimalini görmek için derin analizler yapılması gerekmiyor zaten. Ki burada Robben’e geniş alanı bırakma tehlikesi ve farklı çözümler üretilmemesi gibi pek çok soru da gelebilirdi.

Bu futbol.. Abdullah Avcı bunlar karşısında dağılıyorsa yüzde yüz başarılı olmak durumunda. Zira deplasmanda grubun potansiyel liderine kaybediyorsun.. İçeride herhangi bir takıma kaybedilen puanlar sonrası daha kötüsü gelecektir. Bir yandan bunların olmaması için bir kesim uğraşacaktır mutlaka ama bu süreçte de bunların idare edilme kısmında da başarı sağlanması gerekiyor. Yoksa korkum odur ki eleştiriler onu “yolundan” alıkoyacak gibi duruyor.

Eğer doğrun buysa; Selçuk’la çıkma Estonya maçına hocam. Ama bunlardan bağımsız “Estonya” ya kaybederseniz eğer olacak olan aslında dünyanın her yerinde neyse burada da o olacaktır. Taktiksel yeterlilik kadar medyayı idare etme biçimi de ülkenin futbolunu derinden etkileyecek önemli bir meziyettir zira gün gelir bu baskılar sonucu hamle yapar veya yapamazsınız.

Bizim beklentimiz bu ülkenin gerçeğini teknik direktörün algılaması ve değişime katkıda bulunacaksa eğer bunun yöntemini algılamasıdır. Abdullah Avcı deyim yerindeyse tırnaklarını kazıyarak bu konuma ulaştı ve burada da başarı için gece gündüz çalışıyor. Emeği, bilirkişiliği ve futbola bakışını ben masaya dahi yatırmıyorum sıfır puan alsa dahi Türkiye.. zira gördüğüm odur ki bu "hafif" baskı arttığında sağlam durup duramayacağından kuşkuluyum.. Estonya Zaferi garanti görülüyor ama gelecek adına sanırım bu en önemli maçı. Zira olumsuz bir sonuç sonrasında olacakları düşünemiyorum..

10 Eylül 2012

Uzaktan sevmek..



Buna hala gülerim, o denli güzel ve uzaktan sevmek, tartışmasız aşkların en güzeli arkadaş..

Başka açıdan da insanlara fazla yaklaşmamak için de çaba harcıyorum. Yamacına gelip biraz tanıyınca iş çok zor, gerçekten zor..

Maalasef kafamızın içerisinde aslı olmayan insan profilleri kol geziyor. Bu yıllar içerisinde romanlardan, kitaplardan, filmlerden ve saflığımızla algılayabildiğimiz ölçüde tanıdığımız insan profillerinden oluşturulmuş bir kolaj.. Yıllar içerisinde farkında olmadan ne güzel resimler, insanlar yaratmışız. Bu bütüne dair bir ayrıntıyı dışarıda görünce hemen çoktan gönlümüzü kaptırdığımız bu profili yapıştırıveriyoruz karşımızdakine.. Bir bakışta aşk dedikleri genelde budur. Yıllar yılı içinde sevdiğin karakteri bir başkasına çok ufak bir ayrıntısı benzeşti diye yapıştırmaktır..

zamanla tanıyorsunuz.. Aşk'ın bittiği yer bu tanıma aşamasının bitip gerçekle yüz yüze kaldığınız andır.

Evlilik, aynı evde yaşama gibi durumlar bu tanımaya hız katar. Özünü tanıdığınızda geçen zaman belki bir saygının yeşerttiği, yaşanmışlıkların değer kattığı sevgi" oluşturur ama o tutku gider, bakış değişir, resim bozulur ve aslında "olağan" bir ilişki dönemi başlar. Bazen o sevgi filan da kalmaz..

Aylar önce böyle bir şey yaşadığımda sanırım yaşamın gerçeği bu dedim. On yıl önce "bu değilse bir başkasıdır" derdim.. Yaşlanmak dedikleri sanırım bu olsa gerek, arayış biter..

Ya da Aykut gibi.. Böyle iyi, gelme yamacıma.. iyi iyi, en güzeli;)

Senden kaleci olmaz..



Güzel golcü olur..

Tehlike Yaklaşıyor..

PI.Nation08/0909/1010/1111/1212/13Ges.Teilnehmer
1Spanien13.31217.92818.21420.8573.14273.4537 (7)

2England15.00017.92818.35715.2503.00069.5357 (7)

3Deutschland12.68718.08315.66615.2502.64264.3287 (7)
4Italien11.37515.42811.57111.3572.25051.9816 (6)

5Portugal6.78510.00018.80011.8332.91650.3346 (6)

6Frankreich11.00015.00010.75010.5002.91650.1666 (6)
7Ukraine16.6255.80010.0837.7503.00043.2584 (6)

8Niederlande6.3339.41611.16613.6002.21442.7293 (7)

9Russland9.7506.16610.9169.7503.08339.6654 (6)
10Griechenland6.5007.9007.6007.6002.40032.0002 (5)

11Belgien4.5008.7004.60010.1003.10031.0003 (5)

12Türkei7.0007.6004.6005.1002.20026.5002 (5)
13Zypern6.3334.2503.1259.1253.25026.0831 (4)

14Österreich2.2509.3754.3757.1251.75024.8751 (4)

15Dänemark8.2004.4006.7003.1001.90024.3002 (5)
16Schweiz2.9005.7505.9006.0002.62523.1752 (4)

17Israel1.7507.2504.6256.0002.00021.6252 (4)

18Polen5.0002.1254.5006.6252.50020.7500 (4)

19Weißrussland4.0003.3755.8753.1253.25019.6251 (4)

20Kroatien4.3333.0004.1253.7504.12519.3331 (4)


Öncelikle Uğur Meleke'nin bu yazısı sonrası TFF geçen sene puanlarımızın beşe değil dörde bölünmesi gerekliliği üzerine şikayet dilekçesini vermesi gerekir. Umarım bu konuda gereken yapılıyordur zira her puanın önemi günden güne fazlalaşıyor zira direkt takım gönderme hakkını şu an Türkiye buçuk puanlarla elde ediyor..

Türkiye 2008/09 yılında 7 puan toplamış. Yarıştığı bütün rakiplerden daha fazla. Bu geçersiz kılınıp son beş yıla bir sene sonra bakıldığında İsviçre'den İsrail'e kadar pek çok ülkelerin bizim önümüze geçme şansı bir hayli fazla. Sadece iki takımımızı da Şampiyonlar Ligi'ne direkt göndermek değil aynı zamanda 16.sıranın gerisine düşüp tek bir takımı onu da elemeler vasıtasıyla Şampiyonlar Ligi'ne yollama ihtimali söz konusu.

En azından bu sene biz 5 takımdan 2'si ile yola devam ediyoruz ve Kıbrıs ise 4 takımdan sadece birisi ile Avrupa Ligi'nde yoluna devam ediyor. Lakin Limassol'un hem Fenerbahçe'yi devre dışı bırakması hem de bu esnada puanları toplamasıyla biz de onlar da tek takıma kalırsak.. Üstelik puanlama açısından Avrupa Ligi ile Şampiyonlar Ligi arasında çok derin farklar yok. Galibiyet puanı her iki yerde de aynı. Bu yüzden Gladbach'ın misal Avrupa Ligi'ne gitmesine Almanlar bir açıdan seviniyor, daha fazla puan getireceğini düşünüyorlar..

Bu sezon rakip Kıbrıs ama seneye hem İsrail hem İsviçre ciddi anlamda bizi tehdit edecek ve belki de bu sezon onlara fark atamazsak kötü dönem geçirdikleri 2008/09'un silinmesiyle beraber aynı puanı toplasak dahi üzerimize geçecekler.. O Şampiyonlar Ligi müziği her açıdan tehlike altında.. Galatasaray elbette ezeli rakibinin Spartak'a elenmesi sonucu belki 7 milyon kazanmıştır ama Limassol'a kaptıracağı puanlar sonrası 15 milyonundan da olabilir..

9 Eylül 2012

Mirko Slomka!


Bundesligada Magath,Heynckes gibi başarılı olmuş ve kariyeri belli olan teknik adamların dışında üç özel antrenör var. Bu isimler Jürgen Klopp, Lucien Favre ve Mirko Slomka. Lakin birisi bu üçünden daha fazla dikkatimi çekiyor. Hayır Klopp değil ve son günlerde üzerinde durduğumuz Favre de değil. Mirko Slomka.

1967 doğumlu Alman teknik adamın futbolculuk dönemi ciddiye alınmayacak ölçüde başarısızlıklarla dolu. Matematik’in yanına Spor’u yerleştirdi üniversitede. Bu ikisinin birleşiminden hep güzel şeyler doğuyor genelde. (Bknz: Ottmar Hitzfeld).

Hannover’in alt yaş oyuncu gruplarında on yıl çalıştı. Fabian Ernst, Sebastian Kehl, Per Mertesacker ve Gerald Asamoah gibi pek çok yıldız onun yetiştirmesidir dersek yanılmış olmayız. Bir ara Tenis Berlin’e gitse de 2001 yılında Ralf Rangnick’in asistanı olmasıyla başlar her şey. Zira Ralf Rangnick herhangi birisini yanına almayacak derecede bu işten biraz anlar.

Önce Hannover, sonra Schalke’ye Rangnick’in yanında gider ve aslında çok da iyi arkadaş olurlar. Bu dostluk Rangnick’in istifası sonrası Schalke’nin birinci adamlığa Slomka’yı getirimek istemesiyle bozulur. Daha başka ayrıntıları da olsa sonuç değişmiyor; Mirko Slomka artık ilk defa Bundesliganın önemli kulülerinden Schalke’nin antrenörü!

Krizde olan ve Andreas Müller tarafından kötü yönetilen Schalke’yi tekrardan ayağa kaldırır. Ofansif bir oyun anlayışını yerleştirir. Şampiyonlar Ligi’nde ilk defa Porto’yu geçerek Schalke'ye çeyrek final oynatır. Şampiyonluğu kıl payı kaçırır. Barça’ya elenmesinden –bundan daha doğal ne olabilir ki?- hemen sonra biraz da Rafinha’nın satışına gelip Bremen’den beş gol yiyince gönderilir.. Tarihinde ilki başarıp çeyrek finali Şampiyonlar Ligi’nde gören Schalke teknik adamını gönderir ve tüm Almanya Slomka’ya şu etiketi yapıştırır: Başarılı olmasına rağmen kovulan teknik adam! Bu haksızlığın herkes farkındadır. Andreas Müller aynı şekilde Mesut'u, Hamit'i elinden yok yere kaçırmış, Slomka'yı göndermiş, güzel futbol sevdasına Fred Rutten'i getirip çöküşe doğru götürmüştür takımı. Slomka bunların içerisinde en can yakıcı hatasıdır.

Bireysel oyuncu hataları o başarısını daha da yukarı çekmesine engel olmuştur diyebiliriz. Leverkusen maçında Bremen ile kıyasıya bir şampiyonluk yarışı içerisindeyken Lincoln’un Schneider’la kavgasının sonucunda aldığı beş maçlık ceza belki Mesut Özil’e Bundesliga forması giydirir ama Schalke’yi de şampiyonluktan eder. Armin Veh ve Hilbert’in Şampiyon olduğu o dönem aslında Schalke en büyük favoriydi Bremen ile beraber.. Yazık oldu. Slomka nasıl ki bugün Fromlowitz’i kesip Ron Robert Zieler’i genç yaşında kaleye koyduysa o dönem de Rost’u kesip 20 yaşındaki genç yetenek Manuel Neuer’i kaleye koydu. Onun muazzam refleksleriyle Porto’yu geçti ama yine onun hatasıyla da Barça’ya elendi.

Velhasıl; Mirko Slomka ile Schalke güzel bir performans ortaya koydu.. Kovulması o dönem Schalke’de yapılan tonla hatanın belki de en önemlisiydi.

Sonra bekledi.. Öyle ya; Schalke performansı hariç elinde hiçbir şey yok. Rangnick’le bozuşmuş, futbolculuk geçmişi olmayan sempatik ve işbilir bir adam. Görüşmeye çağrılıyor misal Hamburg’a ama tercih edilen Armin Veh oluyor çünkü onun şampiyonluğu var. Diğerinin futbolculuk geçmişi.. Almanya’nın en sempatik adamıdır belki ama çevresi çok geniş değildi diyelim kısaca.

TV’lerde yocumculuk yapar, iş bekler ama bir türlü teklifler gelmez. En son Hannover Enke’nin intiharı sonrası başaşağı gider. Üst üste mağlubiyetler alır, düşme potasına çivilenir. Kimse durduramaz bu çöküşü ve Slomka çok kimsenin cesaret edemediği bu zorlu görevi kabul etmek zorunda kalır. O dahi ilk beş maçında galibiyet yüzü göremez. Lakin sonrasında öyle bir Hannover yaratır ki 19 yıl sonra bu mütevazı kulüp Avrupa Kupaları’na katılım hakkı kazanır. Tam bir savunma takımıdır Hannover ama ileriye her çıkışı "penaltı" kadar gole yakın olur. İki pozisyondan üç gol çıkaracak kadar sihir katar takıma. Artık seviye atlamıştır Hannover zira bu sezona öyle bir giriş yapar ki..

Avrupa Ligi tur maçlarında St.Patrick’e iki maçta beş gol attı, kalesinde gol görmedi. Gruplara kalma maçında ise Slask Wroclaw’a ise iki maçta toplam 10 gol attı. Ligde ise Schalke’ye 2, Wolfsburg’a deplasmanda 4 gol atarken kupada ise 6 gol buldu. Hülasa toplamda son beş resmi maçında 22 gol atan çok farklı bir Hannover ortaya çıktı. Zira Slomka koşullar gereği eldeki oyuncuların niteliğine uygun şekilde defansif bir takım yaratırken yeterli zamanı bulduğunda Schalke’de olduğu gibi burada da ofansif karaktere dönüşü gerçekleştirdi.

Schalke ve Hannover.

Önemli ayrıntı şudur ki birisinde ofansif diğerinde defansif bir takım yaratttı.. Her iki takımda da "puanları" topladı. Var olan kadrodan maksimumu alabilme konusunda çok yetenekli. Güzelliği kadro içeriğine göre farklı stratejileri ve dizilimleri rahatlıkla takıma kazandırabilmesi. Mevzu bahis konu oyuncuların gücü değil onlarla nasıl bir plan içerisinde hareket ettiğidir. Slomka 4-4-2 ile sahaya çıkmayı sever ama bu onu tanımlamaya yetmez. Üstelik Jürgen Klopp’dan belki de en büyük artısı Avrupa’da da üst düzey başarılar elde etmesi. Gerek Schalke gerekse de Hannover ile esip gürlüyor.. Şampiyonlar ve Avrupa Ligi/UEFA karnesi de oldukça parlak..

Hannover ile ilk yılında muazzam bir kontra takımı yarattı. Beş saniyede rakip kaleye gidip öldürücü vuruşu gerçekleştiriyorlar ki buradaki düzeni çok daha ayrıntılı anlatmak isterdim zira oyuncularda bağımsız “Lucien Favre” misali teknik adam imzasıdır set hücumların içeriği. Matematik kafası burada devreye girmiş ve sahaya “akıl” koymuştur. Öyle bir akıl ki takımın etkili forvetinin (Abdellaoue) topla buluşma sayısı kalecisinden daha az.. Öyle efektif öyle de başarılı oldu. Geçen sezon evinde tek bir mağlubiyet dahi almayan tek Bundesliga takımıdır. Avrupa Ligi’ne Sevilla’yı saf dışı bırakarak gruplara kalıp Atletico Madrid karşısında çeyrek finalde elenmiştir.

Oyuncu kadrosuna göre oyun anlayışı üreten nadir teknik direktörlerden..

Böyle olduğu vakit Bayern Münih’in Slomka ile ilgilenmesi kadar olağan bir durum yok. Bir diğer alternatif Favre’den artısı duruma göre ofansif ve defansif stratejileri becerebilmesi. Klopp’dan dahi artısı uluslararası arenada çok daha başarılı bir grafik çizmiş olmasıdır.

Seneye Bayern'in başına gelirse sanırım kimse bu duruma şaşırmayacaktır ve şimdiden hazırlıklar başlamış durumda. Henüz herhangi bir takımla başarısızlık yaşamadığı için ona olan güven çok fazla. Sempatik tavırları, basınla ve futbolcularla olan ilişkisi, pedagoji eğitimi almış olmasının artısı gibi çok fazla olumlu detay söz konusu.

Bayern Slomka'yı almalıdır zira bu adam öncelikle kazanıyor. Nasıl olursa olsun kazanma formülünün üzerinde duruyor. Schalke ile olan tecrübesi aynı zamanda yıldızlarla ve kaos içerisinde olan kulübü idare etme kısmında sorun yaşamayacağının çok net bir göstergesi. Lincoln hayatının performansını göstermiştir bu adamın yönetimi altında.. Hülasa; Favre'yi de fazlasıyla severim ama her koşulda başarı kazandıran ve uluslararası arenada da sorun yaşamaması Slomka'yı bir adım öne çıkarıyor.. Bekleyelim ve görelim..

Enzo!!



Marcelo'nun Enzo'su.. :))