19 Kasım 2011

Kral ve İmparator - Haşim Şahin


Aykut Kocaman en çok hangi teknik adamı sevdi? Ve o teknik adam neden Fenerbahçe'den ayrıldı sorularının cevabını Ahmet Haşim'in "Kral ve İmparator" adlı kitabından alıntılayarak cevaplıyoruz.. Özellikle teknik adamın ayrılmasına etki eden olay dikkat çekici.. Kitabın tanıtımını ve değerlendirmeisni ise daha sonraya bırakıyorum.
.......
(Aykut) Kimlerle, ne önemli teknik direktörlerle çalıştı Fenerbahçe'de. Guus Hiddink,Venglos,Veselinoviç,Susiç,Ziya Doğan ve diğerleri..

Peki, unutmadığı teknik direktörler kimlerdi Aykut'un veya neden unutamadı onları?

Dedim ya,Aykut çocuktur, çocuklar öğrenir, çünkü yürekleri açıktır güzelliğe, beyinleri doğrunun yolunu gözler çocukların.

Veselinoviç'i sevdi, çünkü Aykut'un kendisine güven duymasını sağladı "Veysel". Ama biri var ki unutması mümkün değildi Aykut'un; Parreira!

Oysa Parreira'nın zamanında çok yedek kaldı.Dahası yedek kalmayı çoğu zaman da hak etmiyordu, kendisine sorarsanız. Hafif buruluyordu yüreği, "Oynamam lazım" diyordu. Ama gene de bütün sorumluluğu kendine yüklüyordu, Parreira'ya toz kondurmak gelmiyordu içinden, nedense. Yanlış ile Brezilyalı teknik direktörü, haksızlık ile Parreira'yı yanyana koyamıyordu Aykut.

Çok karakterliydi, dürüsttü. Beni ya da bir başkasını yedek bıraktığında sadece bunun nedenini araştırmamız gerektiğini düşünüyorduk.Biliyorduk ki, bu kararını kendi bilgi,tecrübe ve çok objektif öngörüsüyle almıştı.Ve biz yedek kalanlar nerede yanlış yaptık da onun koyduğu çıtayı yakalayamadık diye kendimizi sorgulardık..Parreira benim için sadece bizi şampiyonluğa taşıyan bir ism olmadı. Bir futbol adamının ya da daha genel bir deyimle bir insanın nasıl olması gerektiğini de öğretti bize.İyi bir teknik adamdı, futbolun profesörüydü ama bir filozof kadar engin, bir şair kadar da duyarlıydı diyor Aykut.

Ama Aykut'un Parreira ile ilgili yaptığı öylesine gözlemler ve ondan alara içselleştirdiği bir felsefe var ki,vurgulamadan geçmek, hem yaşayarak öğrenmeye, hem iyi teknik direktörlerin dolaylı olarak futbolcularına neleri öğretebileceği gerçeğine, hem de gelişmeye, öğrenmeye açık futbolcuların öğrenme kabiliyetine haksızlık olur.

işte bütün bunlar hakkında Aykut Kocaman'ın ağzından dökülenler:

-Davranışlarıyla düşünceleri paraleldi, yedeklerle ve aslarla aynı oranda ilgileniyordu.Fakat en önemlisi futbolun nasıl oynanacağını bize öğretmesiydi. Topa hükmetmeyi, topu koşturmayı ondan öğrendik.Takım ruhunun ve futbolcular arasındaki sevgi bağının şampiyonluk mücadelesini olumlu yönde nasıl etkilediğini bize o öğretti.O'nu unutmak, onun gibisine rastlamak zor galiba.



Parreira neden ayrıldı?

Profesyoneldir, ama tutarlı ve duyarlıdır Parreira. Bu da futbolcular ile teknik adam arasındaki güvenin teminatıdır şüphesiz. öyle çok sever ve güvenirler ki Aykut ve arkadaşları, Parreira ayrılma kararını açıkladığı an tahmin edilemeyecek kadar üzülür, hatta yıkılır adeta.

Aslında, daha Parreira'nın ağzından ayrılmak sözcüğü çok önce sezmiş futbolcular, onun ayrılacağını.Zarif, beyefendi ve tutarlı olduğu ölçüde de soğukkanlıdır Parreira.Ama buna rağmen Aykut ve arkadaşları sezinliyorlar Latin Amerikalı teknik adamdaki burukluğu.

Fenerbahçe, Altay'la oynuyor.Maç Kadıköy'de.İlk yarı golsüz sonuçlanmış, ikinci yarı için bir şeyler anlatıyor Parreira futbolcularına soyunma odasında.Ve aniden kapı açılır, Ali Şen girer içeri.Parreira'nın sözünü keserek konuşmaya başlar. Başta Atkinson olmak üzere Elvir Boliç, Bülent Uygun gibi bazı futbolcuları başlar azarlamaya. Parreira şaşkın,üzgün ve kırgın bir şekilde kenara çekilir, derin derin düşüncelere dalar gider.

Ali Şen söyleyeceklerini söylemiş ve soyunma odasından çıkmıştır.Ama hala tek bir sözcük çıkmıyor Parreira'nın ağzından.Ezilmiş, kırılmış ve çaresiz bir şekilde yüzüne bakar futbolcularının. Bir ölü evi sessizliğindedir soyunma odası. "Böyle bir ortamda benim yerim yok diyor sanki gözleri Parreira'nın.

İkinci yarı da golsüz sonuçlanır. Ve şampiyonluk uçup gitmiştir artık herkesin gözünde.. Tabii, yavaş yavaş Oğuz ve Aykut'un seneye gönderilecekleri söylentileri de ortalığa yayılmaya başlar.
Ama futbol bu matematik kadar sürprizler de söz sahibidir futbolda. Hiç hesapta yokken,Vanspor o sezon Fenerbahçe'nin o sezon şampiyonluktaki en büyük rakibi olan Trabzonspor'u hem de Trabzon'da yener.Dahası Fenerbahçe de Trabzonspor'u Trabzon'da yenince gitti gözüyle bakılan şampiyonluk gerisin geri gelir.
.............
Kral ve İmparator,Haşim Şahin, Syf: 27-28-29-30)

17 Kasım 2011

Helmes'i defterden sildi



Magatah hatırlarsanız eğer maç içerisinde savunma görevini yapmadığı, verdiği talimatlara uymadığı gerekçesiyle Patrick Helmes ve Mario Mandzukic'e 10 bin avro para cezası kesmişti. Mandzukic parayı öder ve işine devam eder iken Helmes "Burada normal olan ne var ki ? Wolfsburg gibi saygınlığı olan şirket eminim ki işçilerine böyle şeyler yapmıyor ve yapılmasını da istemiyordur" diye çıkıştı. O gün bugün de kadroda yok zaten.. Bugünlerde ise iş kesinleşti: Helmes devre arasında satılacak..

Benim senaryom şu şekilde: Podolski Lazio'ya ya da başka bir kulube gider, Helmes de doğup büyüdüğü ve yıldız olduğu Köln'e geri döner. Podolski bir küçük ihtimal kalır ama Helmes kesinlikle gider.. güzel forvettir aslında ama işte Magath bu.. Koşacaksın.. koşacaksın..

Huntelaar diyor ki..



" Almanya'nın en büyük artısı Mesut Özil. Sahada ne isterse onu yapıyor ve her şey ona bir şekilde uyuyor. Bir zamanlar bizim takımda oynamış olması inanılmaz.." Klaas-Jan Huntelaar

Messi çalımı..


terbiyesizlik bu başka bir şey değil..

1964!



O dönemki ruhunve canlılığın bugün kaybolduğunu görmek her seferinde acı veriyor nedense..

Skibbe & Dede #2



Skibbe Dortmund'da iken Dede'nin 13 yıllık Bundesliga macerasına ilk starı verir iken..

Kimdir..?



Tanıyana benden demli bir çay..

Emre konuştukça..


..ben onu daha çok seviyorum.

Ben izlediğim futbolcuyu bizzat kendim değerlendiririm. PSV'deki Ronaldo'dan beri bu benim için değişmez kuraldır. Nuri'yi en azından buranın okurlarına son dönem yaşadığı gelişimi satır satır bizzat benim anlattığımı da lütfen hesaba katınız. Nuri'nin Real Madrid transferine en ufak bir şaşkınlık göstermiyorum ve hatta eli yükseltip ilk transfer olduğunda Khedira da değil Xabi Alanso'nun yerine aday olduğunu söyleyecek kadar futbolunu da büyüttüm.

Ama arkadaşım benim elimde futbolcu Emre varsa ilk seçeneğim bu takımın içerisinde bölgesinin olmazsa olmazı olan liderlik özelliğini layığıyla yapabildiği için yine de Emre'dir. Dortmund ise takım Nuri ilk seçenek olur gibi. Daha güzeli Emre-Nuri'dir. Değerini buradaki futbolseverlerin hiçbir zaman tam olarak veremediğini ve saha içi "çirkef" karakteri nedeniyle böyle görüldüğünü de söylemek isterim. Hırvatistan maçı gibi çok az kötü maç çıkardığında bile orta sahada oyunu rahatlatan diyagonal isabetli pasları atacak olan, dikine oynayan çok ama çok ender futbolculardan birisidir yine de Emre. Nuri onu da geçecektir buna şüphe yok ama bu ülkeden yetişen oyuncular arasından belki sadece Emre dünyanın "istisnasız" her takımında yıldız olamasa dahi sırıtmadan oynayabilecek yetenekte bir oyuncudur. Fenerbahçe'nin de gizli süper kahramanıdır. Buraya kadar olan kısmı kabul etmeyeceğinizi bilerek katılmakta zorlanacağınız ikinci fikrime geçeyim.

Hamit'den daha fazla kaptandır Emre. Saha dışında belki de en doğru konuşan oyuncudur. "Bakın ben nasıl altı ay maç yapmadığım halde fitim ama "bazıları"..." diye takımın içerisinde yapması gereken konuşmayı medyaya yaparak arkadaşlarını basının önüne yem olarak atan kaptan olmaz arkadaşım. Böyle bir açıklamayı takım sporları içerisinden gelen hiçbir oyuncu kabul etmez. Dahası Mesut'u da gurbetçilere yem edecek "bakın ben kalbimi dinledim ama o kariyeri için bla bla" açıklamaları da yapmaz ki aynı menajerin altında yakın arkadaş olduğunu iddia ediyor bunlar.Şimdi Emre hiçbir çıkar göremeyeceği Hiddink'in ardından Milliyet gazetesine yaptığı açıklamalara bakalım..

"Teknik adamlar büyük umutlarla göreve getiriliyor, ama başarısızlıkta her dönem en fazla onlar eleştiriliyor. Türk futbolcusu, fizik ve mental anlamda dünya üzerinde kendini nerede görüyor? Şapkamızı önümüze koyup, düşünmeliyiz. Teknik ekip gibi futbolcunun da belirlenen hedeflere odaklanması lazım. Takımın, teknik adamlardan ne istediğini bilmesi gerekiyor. Milli Takım'da futbolcu grubu olarak başarılı değiliz. Teknik direktörün başarıya veya başarısızlığa katkısı yüzde 20'dir, 25'tir.(mutlaka ki istisnalar vardır) Peki geri kalan yüzde 80 ne olacak? Futbolcuların iyi düşünüp, aynaya bakması lazım"

Hiddink gibi düşünüyorum ve Emre'nin bilinçli sarı kart görmediğini biliyorum ve bakın bu konu hakkında neler söylüyor.

"10 tane maç oynadık. Sarı karttan dolayı kimseye hesap vermem, sadece Allah'a hesap veririm. Arda Turan sinirlerine hakim olamadı. Kimse bunlarla beslenmesin. Takım arkadaşlarımın arkasındayım. Cezalı olmamıza rağmen rövanş için Zagreb'e gitmek istedik, ama teknik heyet karşı çıktı"

Prim konusunda ise..

Bizim sadece bir fikrimiz var, onu söyleriz. Primi hiçbir zaman biz belirlemedik, miktarla ilgili bir önerimiz de olmadı. Sadece oynayan, oynamayan herkesin alması için primin 30'a bölünmesini istedik. Milli Takım'da prim pazarlığı yapmak ne bana ne de herhangi bir takım arkadaşıma yakışmaz. Kazakistan maçından önce Hiddink bana prim listesini gösterdi. Arda'nın, benim, Sabri'nin, Hakan'ın primi çok fazlaydı, o listeyi yırttım
..........

Saha içerisinde katlanamadığım bir futbolcudur. Bülent Korkmaz'a da katlanamazdım. Milan Baros'a da bazen katlanamıyorum. Lugano'nun da katlanılması zor ama buradakilere göre çok daha sevecen kalır. Çekilmez ve karşı karşıya oynasam kesinlikle ağız burun dalarım ben Emre'ye.. Ama gel gör ki bu çocuk genelde akıllı açıklamalar yapar ve sahadaki durumunu da kabul eder. Dahası futbolu bugün dahi milli takımın asla vazgeçmemesi gereken özelliklerle doludur. Ben Alex'in yokluğunu değil en çok Emre'nin olmamasının Fenerbahçe'ye zarar vereceğini düşünürüm sert rakipler karşısında özellikle..

Bugün eleştireceksiniz biliyorum, kabul edilemeyecek. Galatasaraylıların sevmemesi bir yana Fenerbahçe'ye de Galatasaray'dan geçme olduğunun dışında saha içi karakteri ile belki de en çok yüklenilen oyuncuların başında geliyor. Lakin bunların dışında futbolculuğu bir yana sahanın dışında yaptığı konuşmaların içeriğine bayılıyorum. İlginç değil mi? Sizler benim daha yakın olduğum Hamit'e ben de sizin çok beğenmediğiniz Emre'yi takdir ediyorum ki futbol belki de bu yüzden böyle..

Cuma son ders zili çaldığında..


Klaus Augenthaler'in deplasmanda İnter'e on altı metreden kafa golünü attığı zamanlardı.Ders arasında yakın arkadaşımla beraber 32 takım seçerdik. Galatasaray,Milan,Bayern München,İnter diye gidiyordu. Yukarısına sıfır ile altı arası rakamların oluştuğu bir kutucuk oluştururduk. Kalemi yukarı kaldırır, gözleri kapatır ve aşağı indirirdik: 2.. Galatasaray iki.. Bir daha kalem aşağıya iner: İnter 1.. Deplasmanlıydı maçlar ve yer yer Galatasaray erken elenirdi,üzülürdük.. Böyle böyle kaç tane turnuva düzenledik bilmiyorum ama en büyük eğlencemiz buydu. İkincisi ise bir yapraktan kale yapar, silgiden koparılan toplarla doksana goller atardık kalemlerimizin ucuyla.. Orada da yine otuz iki takımı birbirleri ile eşleştirmeyi de unutmazdık elbette ama asıl güzellik o son ders zili çaldığında başlardı.

Okul sonrası üzerini değiştirme ve yemek derken sağlam bir maç çıkaracak vaktimiz olurdu. Kim okul sıralarında birisine aşık olmamış ki? Öyle hızlı çıkıp yurda gidip giyinir, topu elime alır sahada birazdan yapacağımız maça ısınma hareketlerine başlardım ki o kız telli sahanın önünden servislerin olduğu yerden yurda doğru daha yeni aşağıya iniyor olurdu. Hedef o geçerken yeni yeni öğrendiğim rövaşata bir golü fileleri olan kaleye atmaktı. Topu havaya belli bir yükseliğe çıkartacak şekilde atıp rövaşataya kalkarak bileklerin üzerinde düşmeden golü atmak ki yer beton olduğundan hafif diyerek geçiştirikmeyecek de bir acısı olurdu bileklerinizde ve sırtınızda. Bugün düşündüğüm vakit öyle bir gol ile kendini bir kıza gösterme, ona bu şekilde hava atma eylemi tuhaf kaçıyor ama hayat o zaman pek bi tuhaftı zaten...

Yıllar içerisinde en yakın arkadaşım benimle beraber tüm gün yurtlarda kalan şöför Emin Abi'ydi. Galatasaraylılığımızı da bildiğinden hep o aynı hikayeyi yeniden anlatırdı. "Oğlum Hamza Hamzaoğlu'nu ben yetiştirdim.. o Hamza var ya o Hamza" İnanmazdık elbette ama anlatırken içi giderdi. Dalga geçmeden dinler ayrıntılarını da sorar ve sonunda yine inanmazdım.. taa ki bir gün Hamza Hamzaoğlu okula gelip Emin abi'yi ziyaret edesiye kadar.. Gözlerime inanamadım. İzmirspor'lu Hamza.. Galatasaray'lı Hamza.. Uzaktan bakmakla yetindim zira heyecandan kıpırdayamıyorduk yerimizden. Hayat gerçekten tuhaftı.Hamza da adamdı, o şoför Emin'i unutmamıştı, başka sevdim bu görüşmeden sonra ki karakteri de yanıltmadı zaten.

Basitti her şey. Okul, maç,etüt,okul,maç, etüt.. Sınıf arkadaşlarım olduğu gibi yurt arkadaşlarım da vardı ki birbirlerinden tamamen farklı karaktere sahip ilişkilerdi bunlar ama bu ikisinden de başka olan hafta sonları okula maç yapmaya gelen mahalle arkadaşlarıydı.Gerçekten sevdiğim, kendimi yakın bulduğum ve doğrusunu söylemek gerekirse her bakımdan en güçlü olduğum yer burasıydı. Top da saha da benimdi. Bekçi'yi ben ikna eder topu ben getirir maçları da ben yaptırırdım. Küçük bir krallıktı aslında okulun telli bahçesinin fileli kaleleri olan sahası.. Cuma akşamdan pazar öğlene kadar okul içerisinde her şey serbestti, sözde yapılması gereken etütlerde de zorunluluk olmazdı. Başka bir hayat başlardı cuma son ders zili saatinden sonra..

Bir Cumartesi gününe yaklaşık beş önemli maç düşerdi aradaki çerez muhabbetlerini saymazsak. Kahvaltıdan hemen sonra olanı en diri olduğumuz maç olsa da insanların toplaşıp asıl kadroların çıktığı öğle maçına hazırlık niteliği taşıyordu daha çok.. öyle bir tutkuydu ki bu anlatılması çok zor. Yurdun içerisinde aşık olduğum kız yılda bir ya da iki kez hafta sonu eve gitmeyip yurtta kaldığında onunla vakit geçirmek için dahi bu maçları ertelemezdim. Yaşamda her şeyden vazgeçirtecek bir tutkuydu ki her hafta sonu gerçekleşse de tutku azalmıyor inadına daha da fazlalışıyordu. Sadece gerçek futbol topumuz olmadığı ya da filelerin sökülmüş olması keyfimi kaçırıyordu. Toplamda bugün diyebilirim ki bu günleri yaşadığım için dahi bu dünyaya geldiğim için minettarım.

Yıllar biraz daha ilerleyince bu gündelik yaşam yaklaşık on yıl boyunca böyle devam etti. Dışarıdan dayatılan olması gereken aile ve benzeri başka bir yaşamı yaşama hakkımın bilinci olmasaydı belki her şey daha güzel olurdu. Neden "normal" bir çocuk annesi ve babası ile beraber iki odalı bir evde yaşamak durumu olması gerekendi? Neden bir eksiklik duygusu yaşatılmak için böylesine bir baskı vardı, inanın hiç anlamadım. Yıllar sonra ailemle beraber bir kahvaltı hayalini neden kurmak zorunda kaldım? Neden genç bir ergen odası hayali koca bir evin sahibi olmama rağmen peşimi bırakmadı gitti? Hep o aynı duygusal klişeyi işleyen filmler, kitaplar bir yana çevremdeki insanların bakışı. Her karşılaştığım insanın bana acıyarak bakıp iletişim kurma çabası. Oysa basit bir matematik işlemiydi her şey. Senin böylesine güzel bir tutkun ve buna imkan veren bir ortamın var mıydı? Her hafta sonunun başlangıcı olan son ders zilinin çalışına benim sevindiğim kadar misal sen seviniyor muydun herhangi bir şeye? Babanın hediye ettiği o oyuncak ya da beraber gittiğiniz sinemada gördüğün film gerçekten bu kadar güzel miydi ki benim yaşamımı hakir ve eksik görüyordun sürekli? Filmleriniz, kitaplarınız, anne ve baba'ya tüm anlamı yükleyen hikayeleriniz yazıldığı zaman güzel de gerçekte doğru söyle arkadaşım benim kadar heyecan verici bir tutkuyu her hafta sonu on yıl boyunca yaşadın mı?

Şunu da eklemeliyim ki burada kimse seni olduğundan fazla küçük ya da büyük görmezdi. Almanya'ya yazları gittiğimde benim gözümün önünde benim hakkımda sahtekarca çözümlemeler yapılırdı. Çok saygılı bu çocuk, çoook.. Oysa amca'yı gördüğümde dur şunun elini öpeyim de saygı maygı diye babamı şişirip başıma dert açmasın diye gelirdim yanınıza ben. Bana hangi soruları soracağınız bir yana verdiğim cevap sonrası kendi aranızda yapacağınız geyiği de bilir, ona göre oynardım sizinle. Ne ben gerçektim amca ne de sen gerçekten benim geleceğimle ilgili gerçekçi hayaller kurabilir, doğru analizler yapabilirdin. Çocukla kurulan ilişkilerin yüzde doksanı gerçek dışıdır zira ebeveynler o kadar çok yapması gereken şeyi başka yerden öğrenirlerdi ki ortalama bir çocuk olarak davranılardı bizzat kendi çocuğuna.. Kimse bana ait olduğum zeka yaşına göre davranmadı desem yeridir ki her çocuk için bu geçerlidir.

Velhasıl yine de başkaydı Almanya..

Etüt yoktu bi kere. Muz, çikolata,hint ve uzak doğu filmleri vardı ve tüm bunların yanında forması olan, resmi maçlar yapan kulup takımlarının antrenmanları vardı ki beni benden alıyor, her şeyin üzerinde tutuyordum. Elbette mahalle arasında ilk seçilecek çocuktum ama benim gibiler de vardı orada ve fakat Almanya'da o dönemin gençleri ekstra beni futbolumdan dolayı birileriyle tanıştırıp kendi aralarında oynadığı maçlara çağırırlardı. O rövaşata'yı sirkteki maymunun insanları eğlendirmesi gibi pek çok kez diğerlerine şov niteliğinde atıyordum. Hayat burada futbolun yanı sıra daha da güzeldi. Okul yoktu, etüt yoktu ve futbol beni de kahramanlaştırıyordu ki ben zaten kendi içimde kahramandım hep.. son dakika golleri atan, son dakika şampiyonlukları yaşatan.. İşte bu yaşamın içeriği o güzel ortamımın içine etti.

Bunları bilirseniz belki ilerdeki gençliğin o çok farklı iki kültür arasında yaşanılan şoku, takımdan bağımsız gece yaşamı nedeniyle St.Pauli günlerimi daha iyi anlarsınız kesinlikle..

16 Kasım 2011

Metin Tekin



Doğrusunu söylemek gerekirse Metin-Ali-Feyyaz'ı Beşiktaşlı olmadığımız halde biz bile çok seviyorduk. Lakin dikkat çekici olan dışarıya yansıttıkları bu görüntü içeride de çok farklı değil. Ben misal Feyyaz'ı dinlemeyi ve aynı zamanda okumayı da çok seviyorum. Ali'yi ise bu alanda fazla göremedik..

Demem o ki benim son dönem futbol yorumcularının arasından en beğendiklerimden birisi Metin Tekin'dir. Çok yerinde çok güzel ve çok doğru analizleri dile getirebilecek zekaya sahip ama ondan da ötesi tüm bunları öyle bir sakin anlatıyor ki inanamıyor insan.. Sanki o birikmiş ve oluşturulmuş nefretinizi alıyor içinizden..Bizim aşağıda bilmem kaç post içerisinde dile getirdiğimiz Türk Futbolunun olağan dışı baskı koşullarını değiştirmenin bir yolu da buradan geçiyor. Böyle isimleri sürekli konuşturarak ve bize sunarak..

Mehmet Demirkol ile beraber biraz daha sağ duyulu ve sakin yorumcuların olması geleneği bu şekilde devam ediyor ve etmesi de gerekir. Bir yorumu eksiktir, diğer belki doğru değildir ama toplamda ortalamaları çok çok iyi..

Ben futbolcudan başlatıyorum ama belki de bir şeyleri değiştirmeye buradan başlanmalı gibi. O futbolcu önünde sonunda bu insanların da içerisinde olduğu medyanın yarattığı futbol ortamı içerisinde yaşayacak..

Geçmiş Olsun



En son Banu Yelkovan "veni vidi vici" programı adına röportaj yaptığında görmüştüm. Çok da güzel konuşmuştu..

Benim yaşımda olangillerin yaşamının sonuna kadar unutmayacağı isimlerin içerisinde yer alıyor Erhan Önal. Beyin kanaması geçirmiş ve yoğun bakıma alındığını öğrendik dün..

Büyük geçmiş olsun..

Hırsız Dortmundlu olabilir..



En son kurbanı Neuer.. Bundan önce Schalke menajeri Horst Held, Asamoah,Rafinha ve elbette Rakitic'i soydu. Şimdi de Neuer.. Gerçi o Bayern'e geçti ama bu hırsız için önemli değil sanırım. Schalke'liler soyululuyor da soyuluyor...

Rakitic çok kötü etkilenmişti bu durumdan.

Adam evinde yatamadı uzunca bir süre.. sonra evini taşıdı yine yapamadı. Psikologa gitti filan olmadı. Çareyi transfer olarak ülke değiştirmekte buldu. Basit bir hırsızlık olayı nereye kadar ilerleyebiliyor, görüyorsunuz.. Bir ara ingiltere milli takımının oyuncuları teker teker soyuluyordu ve şimdi de bunlar..

Robben Madrid zamanında ekmek bıçağını kaptığı gibi dikilmiş hırsızın karşısına.. Sonrasında Madrid özel koruma vermiş tabi.. Dayımlar da bu yüzden taşınmıştı mesela oğlu o psikolojiyi kaldıramadığı için.. Gerçi Neuer etkilenmez bu gibi durumlardan ama yine de çok fazla sinir bozucu.

Sosyal Medya Ödülleri 2011!




Blog ödülleri çok fazla yerde yapılıyor. Pek çoğuna katılmıyorum zira o başvuru geyikleri canımı sıkıyor, uğraşmıyorum.Burası beni zahmetsizce içeriye almış, oylamaya sokmuş. Bize de oylamak kalıyor. Ben verdim valla Borges'e. Size de tavsiye ederim.

Lars Lunde ve Uli Höness


1964 doğumludur Danimarkalı futbolcu Lars Lunde. Young Boys onu keşfeder. 21 golle gol kralı olduktan sonra Bayern München'e transfer olur 1986/87 sezonunda. Uzunca bir süre gol atamaz ve eleştirilere maruz kalır iken Hamburg maçında önemli bir gol atar. Arkasından Kaiserslautern maçında da atar ama o sezon hepsi de bu olur. Takımın joker oyuncusu konumunda gelecek sezon da Dortmund'a atar ve Bayern serüveni sonlanır, o dönem Hitzfeld'in çalıştırdığı Aaru'ya geçer ama kötü bir sürpriz onu beklemektedir.



Kırmızı ışıkta geçip trenle çapışır. 240 saat komada kalır. Ne sigortası vardır ne de birikmiş parası.. bir anda ortada kalır. Oldukça pahalı olan hastane masrafları bir yana bir daha futbol oynayamaz konumdadır zira koordinasyon yeteneğini kaybeder. İlk günlerde kendi başına dişini dahi fırçalayamaz, giyinemez.. O dönemde herhangi birisi de sahip çıkmaz.

Kim bu adama yardım elini uzatır?


Uli Höness gelir. Bütün hastane masraflarını karşılar ama bununla yetinmez. Münih'teki evinin içerisinde alır ve bir süre bakımını evinde karşılar zira gerçekten kimsesi yoktur. Eşi yıllar sonra belgeselin içerisinde Lars Lunde için "üçüncü çocuğum gibiydi" diyecektir.

Elbette soru şudur:Bayern'de oynamayan ve oynadığı dönemde de "yanlış transfer hamleleri" arasında yer alacak performansı gösteren bu oyuncuya Bayern menajeri neden yardım ediyor?

Uli Höness'in felsefesine göre o Bayern'e hizmet eden ve hizmet etmiş olanlardan sorumludur. Aynı zamanda yardım ettiği insan Lars Lunde ile sınırlı da değildir. Bakın neler neler yapmış gemişte..

Gerd Müller'i alkol tedavisine ikna etmek için büyük bir çaba göstermesinin ardından tedavi sırasında her gün evinden 100 km uzağındaki Murnau'ya gidip dostunu ziyaret edip moral verecek, sonunda iyileşen Müller'i kulupte tutacak, iş verecektir alt yapıda. Alt yapı demiş iken.. O dönemin alt yapı sorumlusu Udo Basemir'e kanser teşhisi konduruğunda elinden gelen her türlü yardımı yapar, işi bırakan hocasına maaşını vermeye devam eder..Hastanede ameliyat sonrası uzunca bir süre oynamayacak olan Scholl'e iki yıllık sözleşme önerir ve Mehmet Scholl özel hayatında problem yaşadığında yine onun evinin çocuk odasında kalacaktır bir süre. Sebastian Deisler ise sıklıkla onun evinin konuğu olacaktır yine.. Dieter Hamann 23 yaşında kalp krizi geçirdiğini haber aldığında Ottobrun'daki konuşmasını yarıda kesip onun yanına hastaneye gidecektir.. " O yaşadığım şoku unutabilirim belki ama başımda sabaha kadar nöbet bekleyen Höness'i ise asla" diyecektir alman oyuncu.. Samuel Kuffour'un çocuğunun ölümü sonrası özel jetini verir ve canın ne zaman istiyorsa o zaman geri gel diyerek memleketine en hızlı şekilde gönderir..Kiev'deki maçta Çernobil hastalarını ziyaret eder ve yardım eder, maç dönüşünde de kulubün yardım vakfını kurup düzenli bir şekilde yardım sağlanacaktır ihtiyacı olanlara.. St.Pauli'nin düşman addettiği Höness üçüncü ligde yaşam savaşı verirken takımı Hamburg'a götürüp hasılatını St.Pauli'ye bırakmak üzere bir maç ayarlayacaktır "Bu kulubün orijinalliğine hayranım ve yaşamasını istiyorum" diyerek.. Kendi taraftarları tarafından geçen sene ilk defa yuhalanmasının nedeni de Höness'in ekonomik açıdan iflas edecek olan ezeli rakibine sürekli yardım edip onları ayakta tutmasıdır.



İyilik iyiliği doğurur derler ya..Böyle bir yardım sonrası Lars Lunde de insanlara yardım etme yolunu seçer. Bugün hala hastanede insanlara yardım ediyor.



"Ne olur yapmayın ne olur.. Sportstudio'ya konuk olacağım başka pantolonum yok.."

Mehmet Scholl onun en büyük farkını büyük zaferler sonrası yönetim kadrosunda değil oyuncuların masasında yer almasıyla açıklar.. Belki bu yüzden oyunculara bu denli güzel yaklaşır, bilinmez..

Almanya - Hollanda 3-0




Doğru koşular, yerleşim ve pozisyon bilgileri üst düzeyde olan 22 yaş altı Kroos,Mesut,Müller.. Rangnick'in yıllar önce farklılaştırdığı eğitimi ile öne çıkan Stuttgart'ta eğitilmiş Khedira..

Eskiden bu oyuncuları mümkün değil bir arada oynatamazdınız. Neden ?

Zira on numara yeteneğine sahip oyuncular koşmaz. Mesut,Götze,Müller,Kroos'dan birisini takım ancak kaldırırdı.

Bu oyuncuların hemen hiçbirisi bir sağda bir solda (Mesut bugün sağda oynadı, çok çok iyiydi) oynamaz, isyan eder, teknik adama posta koyardı gerekirse..

Yerleşim farklılaşınca bir başka mevkinin gerekirliliklerini algılayabilecek taktiksel eğitimden yoksun oldukları için bocalardı. Zamanında Overath ve Netzer gibi iki üst düzey oyuncudan aynı anda yararlanamamış ve her seferinde birinden birini seçmek zorunda kalmıştı bu ülke. Şimdi yer yer dört tanesini aynı anda kadroda tutup gram kapris, sorun yaşamadan futbolunu oynayabiliyorlar

Bugünkü Almanya ve İspanya'yı öne çıkan muhteşem bir teknik direktör değil diğerlerinden daha iyi bir şekilde eğitilmiş olmalarının yanı sıra egoları genç yaşında törpülenmiş futbolculara sahip olmasıdır. Bu yüzden Reus,Götze,Müller takımların en çok koşan, en çalışkan oyuncularıdır bireysel yeteneği en fazla olan özel oyuncular olmasına rağmen..

Löw gelmiş, Klopp gelmiş.. Aragones Avrupa Şampiyonu yapmış Del Bosque dünya şampiyonu yapmış hiç önemli değil. Hiddink'in de sandığımız kadar fazla önemi olmadığı gibi..

Aragones ile alamadığımız dersi Hiddink ile almış olduğumuzu düşünüyorum. Önce futbolcunu yetiştir ya da varolanına göre bir teknik adam belirle..

2012'ye gidemedik..



Beklenilen sonucu sonunda aldık ve resmi olarak kesinleşti. Bundan sonrası için bir kaç cümle kurmak gerekebilir:

-Futbol değişir ve gelişir iken teknik direktörlerin oyunculardan istedikleri eylemler de farklılaştı. Kötü bir ülkede kötü eğitilmiş futbolcularla beraber modern bir teknik direktörün başarı şansı çok fazla yok. Oyunculardan talep edilen ağır yükümlülükler genç yaşlarda doğru eğitim ile kazandırılmadığı sürece "artık" gerçekleşemiyor. Almanya yeni oyuncu modelini oluşturmaya bu yüzden ilk etapta 11 ile 14 yaş aralığını koyarak başladı.Dahası içerisinde pedagojik eğitimi de ekleyerek bireysel yeteneği fazla olan oyuncuları takım oyuncusu yapmak için çaba harcadı. Devrime deyim yerindeyse futbolcudan başladı zira modern teknik direktörlerin ellerinde doğru eğitilmiş oyuncular olmadığı sürece başarısız olacağı kaçınılmaz bir gerçekti. Eskiden bu böyle değildi zira o dönemin futbolunun futbolcusundan beklediği her an kazanılabilecek özellikler bugüne göre daha basit isteklerdi. Biz bugünün futbolunda dünyanın en iyisini getirirsek bu fayda değil tam da bu yüzden zarar getirir. Yeni futbolcu yeni ve modern teknik adamın başarılı olmasını sağlar. İkisinin birleşimi de yeni ve sürekliliği olan futbolu doğurur. Futbolcudan ya da elindeki malzemeden bağımsız başarılı olabilecek teknik direktör bugün artık mümkün değil.

-Birazda tersten bakalım bu işe. Ekonomik durumu ortada olan ülkenin futbolun başına getireceği teknik direktöre vereceği paranın da bir sınırı olmalı mıdır? Bu ülkede bin lirayı bulmayan maaşlarla geçinen insanlarla doludur ve böylesine büyük harcamalar karşısında her şeyi bir yana bırakıp toplumun buraya yönelmesi aman aman da şaşırılacak bir durum değil. Almanya'nın İspanya'nın Hollanda'nın vermediği parayı biz neden veriyoruz başarı ve başarısızlık bir yana? Fedarasyonun iyi bir geliri varsa Almanya'nın gerçekleştirdiği gibi benzer alt yapı organizasyonu için harcama yapabilir. Hem oradaki geçim sıkınıtısı çeken insanlara futbol şansı tanımış olur hem de parayı çar çur etmemiş.. Aynı durum elbette kulupler için de geçerlidir.

-Sonucunu uzun süreçte alacağımız her girişimden inatla kaçınıyoruz. Kulup yöneticileri, Fedarasyon v.s. sanılanın aksine ülke,kulup sevgisi filan hikaye. Kendi döneminde verim alamayacağı bir eyleme yönetimler girişmiyor. Her iki spor yazarının üçü alt yapı diyor ama kuluplerde bu durum felaket. Üstelik La Masia'dan da gördüğünüz üzere aman aman da bir para istemiyor. Kaliteli hocalar, tesisler ve taramalarla her şey mümkün iken kaçınıyoruz. Bizim ektiğimizi bir başkası yiyecekse o iş olmuyor. Dolayısla alt yapı organizasyonlarına gerekli emeğin verilebilmesinin bir yolu da istikrarlı ve uzun süreli yönetimlerden geçiyor.

--Fedarasyon Hiddink'i getirmek zorunda kaldı cümlesi doğrudur. Buradaki "zorunda" etiketi neden sizi rahatsız etmiyor? Herhangi bir isim olsa eleştirmek için yanıp tutuşan medyanın hiç mi suçu yok böylesi pahalı bir eylemin gerçekleşmesinde? O dönem Abdullah Avcı ya da Ertuğrul Sağlam seçilseydi siz rahat duracak mıydınız? Bizzat sizin hoş görüşüzlüğünüz değil midir böylesine tartışılmayacak bir ismin zorunlu kılınması? Kim gelirse gelsin göreviniz onu başarılı kılmak için biraz olsun nefes almasını sağlamaktır.

-Dışarıya futbolcu satamıyoruz. Kendi ligimizin içerisinde Galatasaray, Beşiktaş,Fenerbahçe yabancı forvet kullanıyor. Geriye Trabzonspor kalınca da oraya yükleniyoruz ki diğer takımların durumu da buradan çok farklı değil. Başa dönersek; kaliteli ve yetenekli yerli futbolcuların yeşermesi için uluslararası rekabette sorun teşkil etmeyecek şekilde gerekli "yasal" düzenlemeler yapılmalıdır. Yabancı değil 24 kişilik kadronun yerli kontenjanı belirlenmesi gerekir iken 21 yaş altı oyuncu bulundurma zorunluluğu da getirilebilir ya da bu sayı çoğaltılabilir..

-2008 ve 2012 de bizim oyuncular rakiplerle değil oluşturulmuş baskıyla mücadele etti. Anormal koşulların olduğu yerde akıl olmaz fazla. Akla hayale sığmayacak başarı ve başarısızlıklar da bu şekilde doğuyor. Başarı tamam da başarısızlığı pek kabullenemiyoruz.O baskıyı yarattık ve kimileri kaldırabildi, başarılı oldu ve yine o baskı öyle etkili oldu ki hali hazırda şike operasyonundan hırpalanmış Fenerbahçelilere fazla geldi ve yıkıldık. Şike operasyonunun mental açıdan oyuncuları hırpalaması kadarn buraya tecrübe kazandıracak avrupa maçlarından da yoksun olmak etkili oldu.

-İzmir'deki berberim on yaşında girmişti o dükkana. Makina bilmez ama makasla harikalar yaratırdı. Kafasından ölçerek biçerek keserdi saçları. Almanya'da ise tükkanlarda envai çeşit makina bulunur. Hangisinin nerede ve nasıl kullanılması gerektiğini bilmek için dört yıl okumak gerekir. Biz ne yapıyoruz? Almanya'da işinde uzmanlaşmış kuaförü Türkiye'deki berbere sokup makası eline veriyoruz haydi bizi traş et diye.. Başaramayınca kalfa eline alıp "ver lan şu makası" diyor.. O makinalarla harikalar yaratan adam tuhaflaşıyor. Her ikisi de işinde usta ama aletler belirleyici oluyor burada. Herkes kendi tükkanında çalışacak.. Dahası tükkanına göre berber bulacak.. Aletleri almadan yurt dışından kuaför getirilmesi hem o tükkanın müşterilerine hem de kuaföre yazık..

Dolayısla önce futbolcuyu yetiştir ya da makasla usta olanı göreve getir.

15 Kasım 2011

Kasım Top 10!


Bu ayın ilk haftasının güzel golleri.. Karar vermek gerçekten çok zor ama hepsi izlenesi..

Mertesacker & Boateng


Per Mertesacker..



Jerome Boateng..

Eskiden olsa gençliğin de verdiği heyecan ile bu iki resmin farklılığına iki de ayar katardım. Oysa bir de şöyle bakmalı: Mertesacker nereden gelip hangi aile koşulları ve çevre içerisinde futbolcu olmuş.. Bir de Jerome nasıl ve ne şekilde eğitim görüp bu noktaya kadar ilerlemiş..

Boateng'in başarısı çok daha anlamlı gelir bana.

Güzel olan bağlantı ise Mertesacker'in yardım ettiği çocukların genelde göçmen ailelerinin çocukları olması ve sadece teknik yardım değil pedagojik eğitimi içeren bir paket.. Boateng kardeşlerin geçişi oldukça sıkıntılıydı.

Birisi diğerinin çocukluğuna el atıyor, güzel bu..

Memory!



Yeğenimle oynardım ben bu "memory" oynunu. İki aynı resmi bulmaca.. açtığın resimleri hatırlamaca ve inanır mısınız çokca beni yenerdi. İki ihtimal var: Ya o süper zeka ya da ben.. neyse!

14 Kasım 2011

5'e 2



Hırvatistan maçında çıkarılan kadroya baktığım vakit rakibin gücünden bağımsız olarak skor üretme konusunda sıkıntı yaşayacağını görebiliyorduk. Bu sorun değildi zira önemli olan gol yememekti bu ilk maçta. Sorun benim için atamadığımız gollerden ziyade yenilen üç gol.. Gol atamayabilir zira Burak'ın arkasındaki beş orta sahanın bundan önce oynadığı bütün maçlardaki ortalaması neredeyse 20 maça 1 gol düşecek azlıktaydı. Arda Turan hariç kenar oyuncularının hemen hepsi orta saha özellikleri fazla olan oyuncular. Hakan Şükür, Van Nistelrooy tarzı bir forvet olsaydı bir ihtimal yüklenme sonuç doğurabilirdi ama Burak Yılmaz'la bu orta saha atak oynamak zorunda kaldığın vakit mümkün değildi.

Böyle bir kadro çıkarması her şeye rağmen mantık barındırıyor zira sıfırlı her sonuç bize avantaj sağlardı ve aynı kadro deplasmanda üzerine gelecek olan Hırvatistan'a cuk diye otururdu, Burak da coşardı.. Olmadı. Daha birinci dakikada golü yedik ve çıkarılan kadro geçersiz oldu. Hiddink'i gol değil gollere ihtiyacımız olduğunu anlamasına rağmen golden hemen sonra Gökhan Töre ve hatta sonrasında Burak'ı sahada tutarak Umut Bulut değişikliklerini yapmadığı için eleştiriyorum.

Neden gol atılamadığı, atak dahi geliştiremediğimiz kadro sorunu iken neden gol yediğimiz ise inanılmaz..

Çağlar Birinci'de yaptığı hatayı Hiddink ikinci kez Giray Kaçar'da yaptı. Her ikisi de ilk defa milli takım formasını giydiği vakit bu baskıyı kaldıramadı. Maç öncesi yapılan şuradaki analizin ana konusu bu maçın ağırlığının diğer bütün maçlardan daha fazla olduğudur. Biz tecrübelilerin dahi bu baskıyı kaldırabilme olasılığını tartıştığımız noktada Giray yanında milli takım deneyimi çok da fazla olmayan Trabzon'dan arkadaşı Egemen Korkmaz ile beraber bunun altından nasıl kalksın? Trabzonspor geçmişindeki uyumun verdiği avantajdan ziyade bakılması gereken nokta milli takım baskısına çok yeni olup buna yenik düşme ihtimalleriydi.

Tüm takım elemelere gidilemediği takdirde oluşacak olan baskı ortamının farkındalığında tir tir titrer iken defans ikilisi maçın başından sonuna bu korkuyla yaşadı. Egemen'in Gençlerbirliği karşısındaki hatasını daha kafasında halledememiş olduğu aşikardı. Topa dokunuşundan ve en ufak bir risk barındırmayan paslardan da görebilirdiniz ki biz tam bu ikilinin hemen arkasındaydık..Maçın başında tandem sorunu göze çarpıyordu.

Şimdi ikinci golü ayrıntılı bir şekilde izleyelim. Arada bir durdurun ki ne demek istediğimi çok daha iyi anlarsınız.


Modric, sağ kanada Srna'ya veriyor.

Ceza sahasının çizgisinde beş önünde iki oyuncu var Türkiye'den.. Toplamda 7! Buna karşılık Modric ve pası verdiği Srna hariç öndeki beş oyuncuya karşılık sadece iki Hırvat oyuncusu var. Toplamda 7'ye 4 ama ceza sahasında 5'e 2 durumdayız. Buradan pozisyon çıkması imkansız iken üç kez üst üste pozisyon bulabildiler ki şans eseri golden kurtuluyoruz ama sonunda da yiyoruz.. Peki nasıl?

(2:12) Srna topu sağ kenara Olic'e verip kendisini geriye çekiyor savunma adına. Olic çizgiye indiğinde Mandzukic tek başına ve toplamda ceza sahasında 6 Türk oyuncu var. Corluka arkadan ceza sahasına giriyor destek vermeye.. Olic ortayı Mandzukic'e zorluyor ve beş Türk oyuncu arasından yine de geriye çıkarabiliyor ki işin enterasan kısmı tam da burası. Beş insanoğlu içeride toplaşmış ve birisinin aklına da Modric'i marke etmek gelmiyor. O gol o anda olmalıydı zira böyle büyük bir hatanın karşılığı goldür. Selçuk İnan süpermenleşip golü engelliyor ama bitiyor mu çile? Mandzukic-Corluka ve Olic'i durduramıyor Emre'nin de içeri girmesiyle altı kişi olan Türkiye savunması..

Arda Turan arkasındaki Srna'yı kaçırıyor. Srna'ya müdahale stoperlerden de gelince defansın dengesi tam da burada bozuluyor. Mandzukic'i tutan Giray topun peşinden gittiğinden dolayı arkaya kaçırıyor asıl tutması gereken rakibini ve Gökhan Gönül çaresiz kalıyor 1.86 boyundaki oyuncu karşısında.

Disiplinsizlik diye geçiştirmekten ziyade sürekli topa müdahale etme durumu söz konusu. Top misal çizgiden içeriye geçince akıl kayboluyor, beşi birden Mandzukic'e ilerleyip arkadaki Modric'i bomboş bırakıyorlar. Topa karşı öyle konsantre olmuşlar ki misal engellenmesi güç gollük Modriç şutunu Selçuk İnan süpermenleşerek bloke edebiliyor. Yine topa konsantre olan Giray yapıştığı adamından kurtulup ortadan gelen topa gidince arkaya geçen Mandzukic de garibim Gökhan Gönül ile baş başa kalıyor..

Çevre-alan gözetimi, taktik disiplin ara ki bulasın.

Bu golü muhteşem oynayan bir takım atmadı, stresli ve gergin olan insanlar bizzat kendisi yedi. Ortada ne harika bir pas ne muhteşem bir atak ne de durdurulması zor bir organizasyon vardı. Mesele Hırvatların güçsüzlüğü değil bizim bu maçı kaldıramayışımızdı.

13 Kasım 2011

Messi & İniesta

Maç öncesi analizleri



Maç öncesi bundesligistlerin üzerinden Hırvatistan analizi yapıldı iki post aşağıda. Şöyle cümleler vardı orada:

"Petric sakat olduğundan gün itibari ile dikkat edilmesi gereken isim buradan Mario Mandzukic.. Peki neye? Kafasına.. Adam inanılmaz kafa golleri atıyor Almanya'da. Geçmişinde bu kadar çok kafa golü attığını düşünmüyorum ama 1.86 boyu ve güçlü fiziği ile burada durdurulması çok zor."

"..Srna orta ya da Rakitic serbest vuruş Mandzukic kafa olmasın mümkünse"

"..zira Eduardo'dan vazgeçmesi mümkün değil son maçlardaki performansı sonrası. Ben her ne kadar Mandzukic-Olic ikilisinin bize daha ters etki yaratacağını düşünsem de."

"Doksan dakika basıyor(Olic), ön alanın hemen her yerine.. Her yerden her an girip golü atabilir oluşu kadar savunmanın oyun kurmasını da bozabilecek konumda. Savunmanın eğer oynarsa ekstra dikkat etmesi gerekir her an sağından solundan arkadan önden gelip topu kaptığı gibi gole gidebilir."

"Eduardo son maçlarda attığı goller nedeniyle ilk onbire yerini garantilemiş gibi gözüküyor oysa Türkiye maçının stratejisi adına Olic Wolfsburg'lu Mandzukic ile beraber ileri ikilide yer almalı."

"Corluka'yı sola geçirip Vida'yı sağa atabilir Bilic.."(buna pek fazla ihtimal vermemiştim gerçi ama yine de olasılığı vardı, sürpriz değildi)

Bunlar son dönemlerini çok da iyi takip edemediğim Hırvatistan analizi.. Öyle derinlemesine bir analiz olmasa da pek çoğu doğru yerinde değil mi? Bir de Türkiye analizine bakalım..

...

Bugün artık sonuna geldik ve işte bu yüzden bu koşullar arasında ortaya çıkacak "lider" bir futbolcuya ihtiyacımız var.

İlk adayım elbetteki Emre.. O benim futbol anlayışıma göre takımın tartışmasız en değerli futbolcusu. Kaptan da bu oyuncudur. Agresifliği kırmızıya dönüşürse hepimizi yakar, bu maçın dışında onun genel sorunu ama bu koşullar, baskı onu dağıtmaz. Mental açıdan belki hırpalanacaktır ama performansı da bu doğrultuda hep tavan yapıyor. Kırmızı karta yakınlığı ile muhteşem bir performans aynı çizgide ilerliyor. Nuri Şahin olmadığından dolayı alternatifi de yok. Orta sahada prese karşı dikine ve derinlemesine basit pasları doğru yere oynayacak oyuncu Emre hariç yok bugün. Arkadaki Emre performansı aynı zamanda Selçuk'u ve Hamit'i öne doğru itekler.. Onun iyi ya da kötü oynaması takımın genel performansının belirleyicisidir. Şükür ki büyük futbolcu ve baskı karşısında dağılmayacak kadar da dirençli. Keza Volkan Demirel ve Gökhan Gönül de aynı şekilde. Fenerbahçelilerin derbileri rahat kazanmasının ardında yatan sırlardan birisi de budur. Baskı karşısında performans olarak kesinlikle dağılmıyorlar...

...

Umudumuz hep oldu ama bugün biraz daha fazla..

Pek çok arkadaşım Hırvatistan'ın galibiyetini ön görür iken bu denli pembe bir tablo ortaya koyup bu kadar yanlış analizler yapmış olmayı neyle açıklayacağımı ben de bilmiyorum. Neredeyse Türkiye hakkında ne dediysek aksi gerçekleşti. Bu kadronun 3-4 gol atamayacağını biliyordum ama rahatlıkla 0-0'ı çıkarabilecek kapasite ve kalitedeydi.. Elemelerdeki futbolun kalitesi Hiddink'den bağımsız bir konu olarak işleyebiliriz belki ama bu iki maçın skoru ve sonucu hakkında önce Hiddink sorumludur sonra diğerleri.. Buraya kadar bekledim ama bu sonuç çok net bir başarısızlık..Hem o hem biz.. olmadı.